‘Bizi kanserden koruyacak mucize kalkanlar, mutfağımızda saklı.’ Neden kanser oluyoruz? Aynı havayı soluyor, aynı dünyanın içinde nefes alıyor, aynı radyasyon altında yaşyoruz. Birimiz bu çevresel faktörlerden hiç etkilenmezken, diğerimiz neden kansere yakalanıyor? Kafamızın içinde bununla ilgili birçok soru dolaşırken, “Doğarken kansere karşı korunaklı geliyoruz dünyaya, işin sırrı evinizin içinde, bir kaç adımla kanser kalkanlarına ulaşabilirsiniz, adres mutfağınız” diyor Dr. Elif Güveloğlu… On beş yıllık hekimsiniz ve çeşitli gazetelerde de köşe yazarlığı yaptınız. Uzmanlık alanınız patoloji ve fitoterapi. Kanserin çözümlerinin doğa dediğimiz büyük yapının içinde gizli olduğunu düşünüyorsunuz. Fitoterapi tam olarak ne demek ve kanser hastalığının hangi aşamasında devreye giriyor? Evet, gerçekten, bir kanserojen denizinde yüzmemize rağmen hepimiz kanser olmuyoruz. Üstelik aynı kanser türüne yakalanan insanlar arasında da, hastalığın gidişatında inanılmaz farklar olabiliyor kişiden kişiye. Örneğin, klasik tıbbi verilere göre, ortalama beklenen yaşam süresi 3-6 ay olan bir kanser türünde, yaşlar, tümör büyüklüğü, kanserin cinsi vs. koşulların hepsi aynı gibi görünen vakalarda, bir hasta grubu, bu beklenen yaşam süresini bile yaşamayıp birkaç hafta içinde kaybedilirken diğer hasta grubu yıllarca yaşayabilmektedir. Tüm dünyadaki veriler gözden geçirildiğinde bu, deyim yerindeyse ‘hastalıktan yırtan’ grubun, çoğunlukla bitkisel takviyeler de aldığını biliyoruz ancak ‘akıllı beslenmenin’ de bitkisel takviyeler kadar önemli olduğunun altını çizmek istiyorum ve Hipokrat’ımızın o ünlü sözünü yeniden hatırlatmak istiyorum: “Aldığın ilaç besinin, besinin ilacın olsun!” Bitkisel takviyelerin, kanser destek tedavisinde çok önemli yeri varken, korunmada, besinler, bitkisel takviyelerden çok daha önemli yere sahip. Bitkilerle kanserden korunmak nasıl mümkün olabilir? Fitoterapi, ‘bitkisel ilaç bilimi’ anlamına geliyor, kanser hastalığının destek tedavisinde kullanılan bitkisel ilaçları ve besin takviyelerini de içeriyor doğal olarak. Tabii, her bitkisel takviyenin her kanser türünde kullanılamayacağının, aynı kanser türünde de tedavinin her evresinde verilemeyeceğinin altını çizmek istiyorum. Örneğin, aynı kanser türünde, hasta kemoterapi alıyorsa başka, almıyorsa başka bitkisel destekler verilebilir, radyoterapi için de durum çok farklı değil. Ameliyat öncesi bile çoğu bitkisel ilaç hatta besin takviyesi, kesilmelidir. Sizin hiç önemsemediğiniz ‘besinden’ saydığınız zencefil veya bir mantar türü, ameliyat sırasında kontrol edilemeyen bir kanamaya sebep olabilir. Her dört insandan biri, yaşamı boyunca bir gün, kansere yakalanıyor. Kanser bir dünya hastalığı ve kanserden hayatını kaybedenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Sizce kanseri tetikleyen nedenler neler? Neden kanser bu kadar arttı? Kanser görülme sıklığının arttığı ve adeta ‘bir kanserojen denizinde yüzdüğümüz’ doğru, ancak olaya diğer pencereden baktığımızda, kanser tanı yöntemleri de çok gelişti, artık birçok kanser türüne çok daha erken tanı konulabiliyor ve bu da istatistiksel ‘kanser görülme sıklığını’ artırıyor. Ayrıca, insan ömrü de uzadı, eskiden bir dönem, insan ömrünün ortalama 40 yaşlara kadar indiğini göz önüne alacak olursak, insan ömrü arttıkça bazı kanserlerin sıklığının artmasının da doğal bir sonuç olduğunu görürüz. Örneğin, deri, yumurtalık ve mesane kanserleri sıklıkla ileri yaşta daha fazla görülür. İkisinin de 40 yaş altında görülmesi, istisnalar dışında, nadir. Yani kişinin bu kanserlere yakalanabilmesi için önce o yaşlara kadar yaşaması gerekiyor. İstatistiksel kanser artışı doğru, ancak bunun tek sebebi kanserojen maddelerin artması değil, çok eski çağlardan beri varmış kanser, bunu arkeolojik kazılardan çıkan sonuçlardan anlıyoruz. O zaman da ilkel koşullara bağlı kanserojenler ağırlıktaymış, şimdi de teknolojiye bağlı… Teknoloji ilerledikçe giderek tembelleşiyoruz. İnternet üzerinden sipariş ettiğimiz her şey artık kapımızın önüne kadar geliyor. Mecburiyetlerimiz dışında evde yaşar olduk. Hareketsiz bir yaşam da kanseri tetikleyen nedenlerden biri diyebilir miyiz? Teknoloji ve teknolojinin getirdiği bazı sonuçların kansere eğilimi artırdığı bilimsel bir gerçek. Radyasyon hasarı ve hareketsizlik bunlardan yalnızca ikisi. Bedenimiz, anatomik ve fizyolojik yapısı gereği, hareket etmek için yaratılmış adeta. 206 adet kemiğimiz ve 360 eklemimiz ile bunlarla birçok hareket yapabilme kabiliyetini bize veren muhteşem bir kas sistemimiz var. Üstelik kas kasılması sırasında, ‘mutluluk hormonu’ diye ünlenen seratonin’in de dahil olduğu birçok pozitif etkili hormon açığa çıkıyor ve bunlar yalnızca kendimizi iyi hissetmemizi sağlamakla kalmıyor aynı zamanda bağışıklık sistemimizi de güçlendiriyorlar ki kitapta, güçlü bir bağışıklık sisteminin bizi kanserden nasıl koruduğunu adım adım, gerçek mikroskop altı resimlerle anlattım. Tüm bunların dışında en önemli sebeplerden birinin yediklerimiz ve içtiklerimiz olduğunu söylüyorsunuz ve ardından bir adres veriyorsunuz. Kanserden koruyan kalkanlara giden en kestirme yol, mutfak. Kansere çözüm “Mutfağınızdaki soğan çuvalının içinde” diyorsunuz… Kanserden korunmak için gerçekten de, beslenme alışkanlıklarımızı ‘akıllı adımlarla’ değiştirmek gerekiyor. ‘Doğru besinleri’, beslenme düzenimizdeki ‘doğru yerlere’ yerleştirmek gerekiyor. Örneğin, kanserden koruyucu özelliği olan meyvelerin suyunu çıkarıp adeta bir ‘iksir’ elde edebilirsiniz ancak bunu sabah aç karnına tükettiğinizde daha etkili oluyor. Tam tersine aç karnına suyunun içilmesi ülkemizde son yıllarda gelenek haline gelen turpun da açken değil, besinlerin, özellikle de etli gıdaların yanında ve suyunun değil kendisinin bütün olarak tüketilmesi gerekiyor. İçerdiği kansere karşı aktif maddeler, kanserojen gıdaların kanser yapıcı etkisini bloke ediyor. Turpun bünyesindeki bitkisel lifler ise, suyu değil kendisi bütün olarak iyi çiğnenerek tüketildiğinde besinlerdeki kanserojen maddelerin bağırsak iç yüzeyi ile temasını engelliyor ve böylece bağırsak kanserleri önlenmiş oluyor. “Kanser; bağışıklık sistemimizin bazı hücreleri ile kanser hücreleri arasında yapılan maç gibi adeta…” diyorsunuz. Bu hücreler arası karşılaşmayı biraz anlatır mısınız? Doğru, kanserle savaş, bir maç gibidir. Biz bu maçın görüntülerini alabiliyoruz mikroskop altında. Hele elektron mikroskobu bu konuda son nokta. Bazı vurgulayıcı resimleri kitaba da koydum, bunlar çizim değil, gerçek mikroskobik resimler. Bağışıklık sistemimizdeki özel bazı ‘akyuvar cinsleri’ kanser hücrelerini tanıyor ve ‘çöpçü hücre’ lakaplı büyük savunma hücrelerimiz bu kanser hücrelerini içine alıp öğütürken, daha küçük savunma hücrelerimiz olan T akyuvarlarımızın ise birkaç tanesi birden bu kanser hücrelerine saldırıp, vantuz gibi yapışıp, eritici enzimlerini kanser hücresine zerk ediyorlar. Hepsi muhteşem… Bedenimizin içinde her gün tekrar eden bu mucizeye hayran olmamak mümkün değil. Adeta her gün ‘günlük kanser temizliğimiz’ yapılıyor. Bağışıklık sistemimizi zedeleyen durumlar bu günlük temizliğe darbe vurduğunda ise kanser kitlelerinin tohumu atılmış oluyor, çünkü koskoca kanser kitleleri tek bir kanserleşmiş hücreden çoğalıyor. Tabii bu kanser hücresi bağışıklık sisteminin elinden kurtulduğunda… Yeni sağlık trendi, egzotik meyveler. Daha önce hiç duymadığımız meyveler geliyor ve nasıl yiyebileceğimizi dahi bilemiyoruz. Hepsinin de ortak vaadi, “sağlına yararlıyım, beni ye!” Kansere yakalanmış Ayşe Teyze ya da imkansızlıklarla boğuşan Mehmet Amca kanserden koruyan, adını bile doğru telaffuz edemediği egzotik meyveleri nasıl alacak? Ülkemizde bulunan meyvelerin arasında kanser kalkanları yok mu? Ülkemizde bulunan kanser savaşçısı meyve ve sebzeler o kadar fazla ki aslında. Bizim dağlarımızın karadutu, kızılcığı, sumağı birçok ülkede yok aslında. Hatta hepimizin mutfağında bulunan kuru soğan bile, kanserden koruma gücü açısından birçok pahalı egzotik meyve ve sebzeden çok daha etkili. Yemeğinizin yanına eklediğiniz birkaç tere dalının veya bir sap karnıbaharın, o nasıl yeneceğini bile bilemediğimiz egzotik gıdalardan aşağı kalır yanı yok aslında. “Bir narın kansere iyi gelip gelmeyeceğini anlamak için birçok araştırma yapılıyor” diyorsunuz, nasıl araştırmalar bunlar. Kanserli vakalar üzerinde mi deneniyor? Bu konudaki bilimsel araştırmaları üç kategoriye ayırabiliriz. Hücre deneyleri, hayvan deneyleri ve klinik deneyler. Hücre deneyleri, kanser hücrelerinin laboratuar koşullarında üretilip, bu kanser hücrelerinin üremelerini, bu doğal maddelerin, meyve, sebze ve baharat özütlerinin nasıl etkilediğinin incelendiği bilimsel deneyler. Mutlaka kontrollü yapılması gereken deneyler bunlar. Kontrollü deney ne anlama geliyor? O hücre plağındaki hücrelere nar özütü eklenirken, nar özütü eklenmeyen ve bir de ‘boş sıvı’ yani nar özütü içeren sıvının özüt içermeyen baz sıvısının tek olarak verildiği üç grubun karşılaştırılmasından oluşuyor. Yani iş, ‘tesadüf’ ile açıklanamayacak boyutlara getiriliyor. Hayvan deneylerinde ise, çeşitli organ ve sistemlerinin işleyişi insana benzeyen hayvanlarda ki bu, kitapta da örneklerini verdiğim gibi, bazen domuz, bazen fare, bazen de bir sinek çeşidi olabiliyor, bu besinlerin özütlerinin kanserli dokuların büyümesine etkileri inceleniyor. Bazı deneylerde kimyasal maddelerle hayvanlarda kanser oluşturuluyor ve kanser oluşturulmuş hayvanlar çeşitli gruplara ayrılıp, meyve ve sebzelerin özütleri bu hayvanların gıdalarına veya sularına karıştırılıp, hiçbir şey verilmeyen kanserli hayvanlar ile karşılaştırılıyor, hangi grubun kanser dokusu daha hızlı büyüyor diye. Deneyler bunlarla sınırlı değil, bazen kanser daha oluşturulmadan, örneğin nar özütü veriliyor ve daha sonra kanser yapıcı kimyasal madde veriliyor ve hangi grupta daha hızlı kanser oluşuyor ona bakılıyor. Ve örneğin görülüyor ki daha önce nar özütü ile ‘doping yapılmış’ hayvanlar bu kimyasal kanserojene ‘bana mısın demiyor’. Bazen de başka bir canlıdan alınan kanserli doku bu hayvanların dokularına gömülüyor ve hayvanlar ikiye ayrılıyor; yarısına deneyi yapılacak meyve, sebze veya baharatın özütü veriliyor, yarısına verilmiyor. Sonra aktarılan kanserli dokunun büyüme hızı, damarlanması, uzak dokulara yayılma gücü mercek altına alınıyor. Bu maddenin kanser büyümesini yavaşlatıp yavaşlatmadığı ve hatta yavaşlattı ise hangi hücre içi mekanizmayı etkileyerek yavaşlattığı ortaya konuyor. Klinik deneyler ise insanlar üzerinde yapılan çalışmalar ve bu yüzden sayıları oldukça kısıtlı çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konuda kısıtlamaları var. Ancak insana zarar vermediği bilinen maddelerle bu çalışmalar da yapılıyor. Bir de istatistiksel veriler toparlanıp inceleniyor. Örneğin Hindistan, dünyanın en fakir ülkelerinden biri, insanların bir dolu kanserojen maddeye de maruz kaldığı bir ülke ancak genel olarak tüm kanserlerin de en az görüldüğü ülkelerden biri aynı zamanda. İstatistiksel bulgular bu ülkede kişi başına düşen baharat kullanım oranının da çok yüksek olduğunu gösteriyor ve birçok baharatın birçok farklı kanser türüne karşı koruyucu olduğuna dair pek çok bilimsel çalışmanın kaynağı da bu ülke oldu böylece. Çevresel kansorejen etkiler saymakla bitmez ve henüz saptanamamış birçok kanser türü olduğundan bahsediyorsunuz. Çevresel tehlikeler neler? Neler sağlığımızı tehdit ediyor? Birçok çevresel kanserojene maruz kaldığımız doğru. Birçok kadının her gün sürdüğü rujda bile 40’dan fazla kanserojen madde tespit edildi. İçtiğimiz sularda, yediğimiz gıdalarda bir dolu kanserojen var. Hepsinden yaygını da radyasyon kirliliği. Alışveriş merkezlerinde döşenen elektromanyetik sistem, cep telefonların alıcıları, elektronik aletler sürekli bir radyasyon yayılımı yapıyorlar ve biz o ortamda yaşıyor, soluk alıyoruz. Soluk deyince, soluduğumuz en önemli kanserojen sigara dumanı değil, egzoz dumanı. Trafikte simsiyah egzoz salan araçların -ki en yazık ki bu araçlar genellikle büyük belediye araçları oluyor- kontrol altına alınması, cezai yaptırım uygulanması gerekiyor. Akciğer kanserlerinin de önemli sebebi bu egzoz dumanı, löseminin de. Akciğer kanseri sadece sigara içenlerde görülmüyor. Kontrolsüz güneş ışını ve solaryum da cilt kanserleri açısından tehlike arz ediyor. Önceden kadınlarda menopoz sonrası yaşanan meme kanseri artık on yedi yaşındaki bir genç kızı da yakalayabiliyor. Bunun nedeni nedir sizce? Meme kanseri, genetik yatkınlığın çok ön planda olduğu bir kanser türü. Eğer bir hanımın annesinde veya teyzesinde meme kanseri varsa risk artıyor. Benim uzmanlık tezim, erken yaşta görülen meme kanserleri idi ve en küçük vaka 17 yaşında bir genç kızdı gerçekten. Dünyada artık ‘profilaktik mastektomi’ diye bir akım başladı. Yani koruma amaçlı memenin alınması, memede hiçbir şey yokken yani… Kulağa çok çılgınca gelebiliyor ama dünya bunu yapmaya başladı bile. Nasıl mı? BRCA-1 ve BRCA-2 diye 2 tane gen var, eğer bu genlerde mutasyon yani ‘genetik dejenerasyon’ saptanırsa o kişide ilerde meme kanseri olma ihtimalinin yüksek olduğu anlamına geliyor. Annesi veya teyzesinde meme kanseri olan, yani risk grubunda bulunan hanımların kanlarına bakılıp bu genlerde mutasyon olup olmadığı inceleniyor ve eğer bir anormallik saptanırsa, daha meme kanseri oluşmadan, meme cildi ve meme başı korunarak, iç meme dokusu çıkarılıyor ve silikon protez konuluyor. Yani ‘su testisi kırılmadan’ önlem alınıyor. Elbette ki tartışmalı bir konu ve hasta rızası gerekiyor. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde birkaç vaka yapıldı bile…igara konusuna girmeden edemeyeceğim. Siz de örnekler vererek anlatmışsınız. Mesela 60- 70 yaşına gelmiş ve o yaşına kadar günde iki paket sigara tüketmiş biri kanser olmazken, hiç sigara tüketmemiş biri kanserle savaşabiliyor. Bunun nedeni nedir? Yani, sigara neden bazılarında kansere neden olmuyor? Yalnızca sigara ve radyasyon hasarı değil, eğer bağışıklık sistemi güçlüyse, birçok kanserojen madde kanser yapamıyor, buna gücü yetmiyor. “Kanser oluşumuna, genetik yatkınlığın da zemin hazırladığı bilimsel verilere göre çok aşikar artık” diyorsunuz. Kanser kalıtsal bir hastalık mıdır ve genetik mirası reddetme şansımız var mı? Kanser oluşumu için genetik ve çevresel faktörlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Yani birinci derecede yakınınızda kanser varsa, siz de kanser olacaksınız diye bir kural asla yok. Eğer bu genetik yatkınlık, çevresel kanserojenlerle birleşirse ve de bağışıklık sistemi oluşan kanser hücreleri ile mücadelede yetersiz kalırsa kanser kitleleri oluşuyor. Bir de tamamen genetik kökenli kanserle var ki yeni doğmuş bebeklerde bile olabiliyor, o bambaşka bir konu… Ve mutfağımızdaki koruyucu kalkanlar, gıdalar… Acı biber, kanser mi yapıyor, kanseri mi önlüyor? Bu soru, uzunca bir süre tartışıldı bilim dünyasında. İstatistiksel veriler, acı biberin fazlaca kullanıldığı ülkelerde ve o ülkelerin belli şehirlerinde mide ve bağırsak kanserlerinin daha sık görüldüğünü saptıyor. İstatistik bilimi bunu saptarken, hücre bilimi ve botanik bilimi, acı bibere ‘acı’ tadı veren ‘kapsain ve kapsaisin’ adlı iki maddenin hücre ve hayvan deneylerinde gerek kanser oluşumunu önlediğini gerekse oluşmuş kanser dokusunun büyümesini yavaşlattığını gösteriyor. Bu bir çelişki gibi görünse de değil aslında, olayın ‘perde arkası’ çok farklı. Acı biber, genellikle ‘pul biber’ şeklinde kurutulmuş formda tüketiliyor ve bu şekilde tüketildiğinde acı biberin içinde bir mantar türünün oluşturduğu ‘aflatoksin’ adlı madde birikiyor ve bu madde kuvvetli bir kanserojen. Yani acı biberin kendisi değil, sağlıksız saklama koşullarına bağlı olarak içinde üreyen bir mantarın ürünü olan ‘aflatoksin’ kanser yapıyor. Pul biberi, nemsiz, soğuk ve kuru ortamda saklamak gerekiyor, yani paket açılır açılmaz, cam kavanozlara konup, ağzı sıkıca kapatılacak ve buzdolabına konulacak… Bünyemizin düşmanı olan kanserle savaş stratejimiz ne olmalı? Onu nasıl yok edebiliriz? Kanserle savaşta en önemli strateji; ‘klasik tıpla tamamlayıcı tıbbı akıllı bir şekilde birleştirmek’ olmalı. Şimdiye kadar, Türkiye’de genel yaklaşım, hastaların, ‘ya klasik tıp, ya da bitkisel tedavi’ diye seçim yapmak zorunda olmaları gerektiği şeklindeydi. Oysa bu doğru bir yaklaşım değil ve kanser hastaları seçim yapmak zorunda değiller. Her kanser hastasının bitkisel destek alma hakkı var, dünyada da bu böyle, ancak bunu, klasik tıbbi tedavilerini bırakmadan ve o tedavilerle kötü bir etkileşime girmeyecek maddelerle yapmaları gerekiyor. Türkiye’de en önemli sorun ise, kanser hastalarının bitkisel tedavilerini aktarların yüklenmiş olması. Kanserde bitkisel destek tedavisi, çok önemli ancak eğitim gerektiren bir süreç. Aktarlar, hijyenik kurallara uygun ve dünyadaki bilimsel standartlarda bitki ve bitkisel yağlar gibi ürünleri satmakla yükümlüdür ancak hangi bitkinin hangi hastada kullanılacağına hekim karar vermelidir. Üstelik bitkisel tedavi ‘ot çöp kaynatmaktan’ ibaret değildir. Bitkisel çaylar, birçok hastalıkta farklı faydalar sağlarlar ve dünyada da yaygın olarak kullanılmaktalar ancak ‘kanserde bitkisel destek’ bitkisel çaylardan çok daha ötesidir. İşin içine, konsantre bitki özütlerinden, ekstrelerden oluşan bitkisel kapsül ve tabletler, damlalar, şuruplar girer ki bunların hangi hastaya hangi dozlarda verileceği kesinlikle ayrı bir uzmanlık konusudur. Bitkisel kapsül ve tabletler ise mutlaka eczanelerden alınmalıdır. Kapsüle giren her bitki ‘ilaç’ olmuş olmaz, hijyenik koşullar da sağlanmıştır anlamına gelmez yalnızca kapsülize edilmekte. Dünya standartlarında mikrobiyolojik, etkinlik, raf ömrü vs. gibi koşullar gerektirir ki ancak bu koşulların sağlandığı ürünler eczanelere girebilir. Arı Poleni Hollywood yıldızlarının güzellik ve gençlik iksiri. Bugün de Türkiye’de konuşulmaya hatta kullanılmaya başlandı. Arı Poleni kansere karşı bir silah olduğu söyleniyor. Onu nasıl kullanmalıyız? Kanserin üzerinde nasıl bir etkisi oluyor? Gençleştirici etkisi var mı sahiden? Arı poleni, hem sağlık hem de gençlik ve güzellik kaynağı gerçekten de. Bağışıklık sistemini güçlendirerek kansere karşı savaş açarken, antioksidan ve anti-aging etkisiyle de yaşlanmaya karşı savaş açıyor. Arı poleninin de satın alındığı yer çok önemli. Eczanelerden veya büyük marketlerden alınabilir. Üzerinde ‘Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın ambleminin olması ve cam kavanozda soğuk ortamda saklanması gerekiyor. Kansere karşı koruma kalkanlarından biri de ‘Avokado’. Mucize besin avakado yemek kültürümüze neredeyse yerleşti gibi, daha çok yerde bulunuyor ve masaların vazgeçilmezleri arasına girmeye aday. Avokado ne tür özelliklere sahip ve onu nasıl tüketmeliyiz ve tabi ki, kansere faydaları nedir? Kelime anlamı Aztekçe’de ‘testis’ anlamına geliyor. İnsan testisine benzediği için de bu meyveye Avakado ismi verilmiş. Avokado, aslında bir meyve olmasına rağmen sebze gibi kullanılıyor çünkü yağlı ve tuzlu bir meyve! İçerdiği bazı özel yağlar ve E vitamini, hücrelerin genetik şifresini taşıyan DNA’yı koruyor. DNA’nın korunması da kanserden korunmak anlamına geliyor aslında. Ağız içi, cilt ve meme kanserine karşı koruyucu olduğuna dair önemli bilimsel ipuçları var. Onu, ezerek, salata ve soslarınızda kullanabilirsiniz. Tek başına da sarımsak, pul biber ve limon suyuyla harika bir ara soğuk oluyor. “Balkabağı, ondan faydalanmasını bilirseniz, süslü bir arabaya dönüşemez belki ama sağlığınızın ‘koruması’ olabilir” diyorsunuz. Kitapta hakkında anlatılanlara bakılırsa, “süslü araba kalsın, ben balkabağını alayım” diyor insan. Bundan 800 yıl önce yaşamış Buharalı Türk Hekim İbni Sina, modern tıptan önce keşfetmiş “Kanser hastalarına balkabağı suyu içiriniz” demiş… Kanser Savaşçısı Balkabağı, nasıl bir sebze? Hangi kanser türlerine faydaları var? Evet, balkabağı adeta bir kanser savaşçısı. 1800 yıl önce yaşamış Bergamalı ünlü hekim Galen balkabağının şifa veren özelliklerinden kitaplarında birçok kez bahsetmiş. Balkabağı ve kanser kelimelerini bir arada kullanıp da 800 yıl önce yaşamış ünlü Buharalı Türk hekim İbni Sina’dan da bahsetmeden olmaz. Balkabağının, özellikle de çiğ balkabağının, yani balkabağı suyunun kanser hastalarının iyileşmesine yardımcı etkisinin önemini ilk vurgulayan hekim İbni Sina. Dünyada yapılan modern bilimsel çalışmalar da İbni Sina’yı destekler nitelikte. Mide ve bağırsak kanserlerine karşı koruyucu olduğuna dair önemli bilimsel veriler var. Hem kadınlar hem de erkekler için çok önemli çünkü hem prostat hem de meme kanserine karşı da koruyucu. Anneannelerimiz, annelerimizin sıkça yaptığı kabak tatlısı en meşhur tatlılarımızdan biri. Kabağın tatlı olmuş hali de bir kanser kalkanı olabilir mi? Başka nasıl tüketebiliriz balkabağını? Tek başına lezzetli olmasa da katı meyve sıkacağında hazırlanan karışık meyve sularına rahatlıkla karıştırılabilecek bir sebze balkabağı. Allah’tan pişirilme ile tüm etkisi kaybolmuyor, anneannelerimizin kabak tatlısı da doğru hazırlanırsa bir ‘kaçamak’ olmaktan çıkıp ‘şifaya’ dönüşebiliyor. Püf noktası az şekerli çok fazla ağdalaşmaya izin vermeden pişirme süresini kısa tutarak pişirmek ve bol ceviz eklemek… Kitabınızı okuyanlar, mutfağımızda bulunan okuduklarında çok şaşıracakları birçok gıdanın kanser kalkanı olduğunu görecekler. Bamya, Brokoli ve Bulgur… Kanser kalkanları arasında yer alan gıdalar. Bu üç gıda, hangi kanser türlerine faydalı? Bamya, brokoli ve bulgur, üçü de mide ve bağırsak kanserlerine karşı ayrı ayrı çok önemli savaşçılar. “Çaydan bir gün mahrum kalacağına üç gün yemekten mahrum kalmak daha iyidir!” Bu sizin kitabınızda yer alan bir Çin Atasözü. Çinlilerin en uzun yaşam süresine sahip dünya insanları arasında yer alması, yeşil çay konusunda “mutlaka bir bildikleri vardır” güvenini uyandırıyor. Yeşil çay , siyah çayın yerine geçmeli mi? Nasıl tüketilmeli ve en çok hangi tür kanserlere faydası var? Yeşil çayın en önemli kanser savaşçısı olduğunu söyleyebilirim. Koruyucu olmadığı kanser türü neredeyse yok gibi. Yeşil çayın sık tüketildiği Japonya ve Çin’de birçok kanser türü dünya ile karşılaştırıldığında çok daha az görülmekte. Siyah çayın yerini alabilmesi elbette kişilerin damak tadı ve kişisel tercihi ile ilgili ancak siyah çayın da kansere karşı bir miktar koruyuculuğunun olduğu da bilimsel bir gerçek. Yani tamamen yermemek gerekiyor siyah çayı ancak fırınlanma işlemi sırasında, kanser savaşçısı aktif maddelerinin bir kısmını kaybediyor. Yoksa yeşil çayla siyah çayın elde edildiği bitki cinsi aynı. Kemoterapi aşamasında olan kanser hastaları “asla bunları yememeli” dediğiniz gıdalar var mı? Hangileri? Kemoterapi alan hastalar, greyfurt, ısırgan, kantaron başta olmak üzere birçok maddeden uzak durmalılar! Çünkü kemoterapi ilaçlarının vücutta yol aldığı ‘biyolojik seyri’ değiştirebiliyorlar. Bazıları kemoterapinin etkisini azaltıyorlar bazıları ise toksit etkisini artırıyorlar. Ve son olarak mutfağımızın olmazsa olmazı yağlar…Zeytinyağı Mucize diyorsunuz kitabınızda.Zeytinyağı konusunda da kafamız biraz karışık. Zeytinyağı alırken nelere dikkat etmeliyiz? Zeytinyağının mucizeleri neler? Yağlar, önceleri ‘zararlı’ gibi gösterilse de artık bilimsel veriler ‘doğru yağların’ birçok kanser türüne karşı koruyucu olduğu lehine. Zeytinyağı, bunların en önemlisi, adeta bir ‘iksir’. Zeytinyağı mucizevi bir gıda, bizi hem kanserden, hem Alzheimer’dan hem de erken yaşlanmadan koruyor. Kesinlikle soğuk sıkma yöntemiyle elde edilmiş ve kimyasal hasarlanmaya maruz kalmamış zeytinlerden elde edilmiş olması gerekiyor eğer şifa amaçlı kullanacaksak bu cevheri. En iyisi ‘organik soğuk sıkma’ sızma zeytinyağları. Elif Güveloğlu: Uzman Doktor. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirerek 1997′de Tıp Doktoru oldu ve çeşitli devlet ve özel sağlık merkezlerinde pratisyen doktor olarak çalıştı. Hastalıkların tanısını belirleyen bir bilim dalı olan patoloji üstüne çalıştı ve “Patolog Doktor” unvanı aldı. Bitkisel ilaçlar konusunda eğitim için çeşitli üniversitelerin düzenlediği Fitoterapi kurs ve kongrelerine katılmış ve bu konuda çeşitli sertifikalar almıştır. Yeditepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi’nde Fitoterapi yüksek lisansına devam etmektedir. Söyleşi Yazarı: Sevilay Acar Kaynak: http://www.okuryazar.tv/index.php/elif-guveloglu-kansere-karsi-savunmasiz-degilsin.html