türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü

advertisement
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
TÜKETİCİLERDE GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDA ÜRÜNLERİYLE
İLGİLİ ALGILANAN RİSK TÜRLERİNİN KULAKTAN KULAĞA İLETİŞİM
VE SATIN ALMA İSTEĞİYLE İLİŞKİSİ
CEYDA KELEŞ
DOKTORA TEZİ
ADANA / 2011
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
TÜKETİCİLERDE GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDA ÜRÜNLERİYLE
İLGİLİ ALGILANAN RİSK TÜRLERİNİN KULAKTAN KULAĞA İLETİŞİM
VE SATIN ALMA İSTEĞİYLE İLİŞKİSİ
CEYDA KELEŞ
Danışman Prof. Dr. Serap ÇABUK
DOKTORA TEZİ
ADANA / 2011
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından İşletme Anabilim Dalı’nda DOKTORA TEZİ
olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Prof. Dr. Serap ÇABUK
(Danışman)
Üye: Prof. Dr. Aykut GÜL
Üye: Prof. Dr. Fatma DEMİRCİ OREL
Üye: Prof. Dr. Mehmet İsmail YAĞCI
Üye: Doç. Dr. Hilal İNAN
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
……/……/2011
Prof. Dr. Azmi YALÇIN
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil
ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
iii
ÖZET
TÜKETİCİLERDE GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDA ÜRÜNLERİYLE
İLGİLİ ALGILANAN RİSK TÜRLERİNİN KULAKTAN KULAĞA İLETİŞİM
VE SATIN ALMA İSTEĞİYLE İLİŞKİSİ
Ceyda KELEŞ
Doktora Tezi, İşletme Anabilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Serap ÇABUK
Kasım 2011, 189 sayfa
Yaşam kalitesini arttırma isteği ve gıda sektöründe yaşanan olumsuzluklar,
tüketicilerin gıda tüketimlerinde daha hassas davranmalarına neden olmuştur. Artan gıda
hassasiyeti yanında, bilimsel kanıtların net biçimde ortaya konamaması, pazarda yeni ve
karmaşık bir ürün olması, bilgi kaynakları arasında itilafın olması gibi sebepler,
tüketicilerde GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risklerin doğmasına neden olabilmektedir.
Gelecek çalışmalara ışık tutabilmek ve uygulamaya mevcut durumu yansıtabilmek
üzere bu tez çalışmasında; nitel ve nicel verilerden yola çıkılarak tüketiciler tarafından,
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türleri tespit edilmiş ve bu algılanan risk
türlerinin, kulaktan kulağa iletişim ve GDO’lu gıda satın alma istekliliği ile ilişkisi
incelenmiştir. Çalışma sonuçları; GDO’lu gıdalara yönelik olarak fiziksel risk,
performans riski, finansal risk ve psikolojik riskin algılanıldığını göstermiştir. Bununla
birlikte, kulaktan kulağa iletişim arttıkça fiziksel riskin, performans riskinin ve psikolojik
riskin arttığı ve fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik risk arttıkça
GDO’lu gıdaları satın alma istekliliğinin azaldığı tespit edilmiştir. Çalışma sonuçlarının
tartışılıp yorumlanmasının ardından, uygulamacılara ve gelecekteki çalışmalara yönelik
önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Tüketici Davranışları, Algılanan Risk, Kulaktan Kulağa İletişim,
GDO’lu Gıdalar
iv
ABSTRACT
THE RELATIONSHIP BETWEEN THE TYPES OF PERCEIVED RISK
ABOUT GMO FOODS AND WORD OF MOUTH COMMUNICATION,
WILLINGNESS TO BUY IN CONSUMERS
Ceyda KELEŞ
Ph. D. Thesis, Business Department
Supervisor: Prof. Dr. Serap ÇABUK
November 2011, 189 pages
The willingness to increase the quality of life and the negative occurrences in
food sector caused consumers to become more sensitive in food consumption. In
addition to increased food sensitivity, the unavailability of the scientific proofs, its
being a new and a complex food in the market, controversies among the information
resources might cause the birth of perceived risks about GMO foods in consumers.
In this dissertation, in order to set light to the future studies and to reflect the
present situation, the types of perceived risk about GMO foods were determined and the
relationship between these perceived risk types and the word of mouth communication
and willingness to buy GMO foods was analysed by using quantitative and qualitative
data. The results of the study showed that physical risk, performance risk, financial risk
and psychological risk were perceived related to GMO foods. Additionally, it was found
that when the word of mouth communication increased, the physical risk, performance
risk and psychological risk increased and when the physical risk, performance risk,
financial risk and psychological risk increased, the willingness to buy GMO foods
decreased. After the discussion of the results of the study, suggestions were given for
marketers, public policy makers and the future studies.
Keywords: Consumers Behaviours, Perceived Risk, Word of Mouth Communication,
GMO Foods.
v
ÖNSÖZ
Tarım teknolojilerindeki gelişmeler, biyoteknolojik yöntemlerin gıda üretim
süreçlerinde kullanılmasını mümkün kılmıştır. Bu bağlamda gıdalarda, biyoteknolojik
yöntemlerden birisi olan genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) kullanımı, “GDO’lu
gıdalar” kavramının gündeme gelmesini sağlamıştır. GDO’lu gıdalarla ilgili olarak,
başta insan sağlığı ve çevre olmak üzere birçok fayda ve zararın vurgulandığına şahit
olunmaktadır. Ancak bu konuda bilimsel kesin kanıtlara henüz ulaşılamamıştır.
GDO’lu gıdalar,
Amerika, Kanada ve Avustralya başta pek çok ülkedeki
tüketicilerin tüketimine sunulan bir gıda olmasına rağmen bu ülkelerdeki ve özellikle
de Türk tüketiciler için oldukça yeni ve teknik olarak karmaşık bir gıda ürünüdür.
GDO’lu gıdaların piyasalara girmesi ve pek çok ülkedeki tüketicilerden tarafından
satın alınması ve tüketilmesi, tüketici davranışları disiplini açısından bu gıda
ürünlerinin tüketimine yönelik davranışların incelenmesini önemli bir araştırma
konusu haline getirmiştir. GDO’lu gıdaların piyasalara yeni giren bir ürün olması
nedeni ile tüketici davranışları açısından bu konuda kısıtlı sayıda araştırma mevcuttur.
Bu tez çalışmasında, tüketiciler açısından, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk
türleri ve bu türlerin, kulaktan kulağa iletişim ve GDO’lu gıda satın alma istekliliği ile
ilişkisi incelenerek özellikle algılanan risk türleri ve kulaktan kulağa iletişim açısından
literatürdeki boşluğun doldurulmasına katkı sağlanması umulmaktadır.
Algılanan riskin, tüketicilerin satın alma isteğine etkisi ile olabilecek ilişkisini
ve yönünü ortaya çıkarmak, tüketicilerin bu gıdaları satın alıp almama konusundaki
gerçek satın alma davranışlarını daha doğru tahmin etmede kolaylıklar sağlayacaktır.
Bununla birlikte, kulaktan kulağa iletişimin algılanan risk ile ilişkisi bu ürünlerle ilgili
yapılacak tutundurma çabalarına yön gösterebilecektir. Bu konuda sağlanacak bilgiler;
GDO’lu gıdalar üreticilerinden perakendecilere, yasal uygulamacılardan sivil toplum
örgütlerine kadar pek çok uygulamacı açısından önemli ipuçları sağlayabilecektir.
Çalışmanın, algılanan risk türleri ve kulakta kulağa iletişimi konuları açısından
gelecekteki akademik araştırmalara aydınlatıcı bilgiler sunması beklenmektedir.
Çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm giriş bölümü olup tez
çalışmasına ait araştırma problemine, araştırmanın önemine ve kısıtlarına yer
verilmiştir. İkinci bölüm, araştırma konusuna ait kavramların ve önceki çalışma
sonuçlarından yararlanılarak oluşturulan kuramsal açıklamalar ve ilgili araştırmalar;
üçüncü bölüm, araştırmanın metodolojik altyapısı hakkındaki bilgilerin sunulduğu
vi
yöntem bölümüdür. Dördüncü bölüm, nitel ve nicel verilerinin analizlerini ve
sonuçlarını içeren bulgular bölümü, beşinci bölüm araştırma kapsamında ortaya çıkan
bulgulara yönelik tartışma ve yorumlar bölümü ve altıncı bölüm, çalışma sonuçların
sunulduğu ve bulgulardan hareketle hazırlanan uygulamaya ve gelecek çalışmalara
yönelik hazırlanan önerileri kapsayan sonuç ve öneriler bölümüdür.
Tez çalışması ve doktora öğrencilik hayatım boyunca yaşamımda önemli
katkıları olan değerli insanlara bu vesileyle teşekkür etmeyi bir borç görüyorum.
Öncelikle, beni bilim dünyasına ve hayata hazırlayan sevgili hocam Sayın Prof.Dr.
Serap ÇABUK’a bana verdiği destek ve değer, gösterdiği özen ve ilgiden dolayı
yürekten sonsuz teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunarım. Değerli katkı ve önerileri ile
çalışmaya sağladıkları katkılarının yanı sıra hocalarım Sayın Prof.Dr. Aykut GÜL’e
çalışma disiplini kazandırdığından ve Prof.Dr. Fatma DEMİRCİ OREL’e pazarlama
bilimini tercih etmemdeki büyük katkısından dolayı ayrıca teşekkür etmek isterim.
Tez boyunca, aydınlatıcı bilgi ve düşünceleri ile destek olan Sayın Prof. Dr. Saadet
Büyükalaca’ya teşekkür ederim. Yapıcı eleştiri ve değerli önerileri ile çalışmaya
sağladıkları katkıdan dolayı hocalarım Sayın Prof.Dr. M. İsmail YAĞCI ve Doç.Dr.
Hilal İNAN’a teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, değerli destek ve fikirleri ile katkılarını
ve zamanlarını esirgemeyen Sayın Prof.Dr. Zeynep TÜRK’e, Doç.Dr. Zeynep
ULUKANLI ve Yar.Doç.Dr. Adnan BOZDOĞAN’a teşekkürlerimi sunarım.
Doktora boyunca sağladığı Yurt İçi Doktora Bursu ile rahat bir eğitim hayatı
geçirmemi sağlayan TÜBİTAK’a çok teşekkür ederim.
Sevgili anneme ve babama, beni hep sabırla ve anlayışla karşıladıkları,
koşulsuz sevgi ve şefkatleri ile beni bugünlere getirdikleri için sonsuz sevgilerimi ve
teşekkürlerimi sunarım. Birlikte zorlukları aşıp sevinçleri çoğalttığımız başta Esengül
İPLİK ve Bahadır ERGÜN olmak üzere tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Bu tez Çukurova Üniversitesi Araştırma Projeleri Birimi tarafından
desteklenmiş olup proje numarası İİBF2010D2’dir.
Ceyda KELEŞ
Kasım 2011, Adana
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET .................................................................................................................... …iii
ABSTRACT.............................................................................................................. iv
ÖNSÖZ ..................................................................................................................... v
KISALTMALAR LİSTESİ.................................................................................... ..... xi
TABLOLAR LİSTESİ ............................................................................................. xii
ŞEKİLLER LİSTESİ ............................................................................................... xv
EKLER LİSTESİ ................................................................................................... xvi
BÖLÜM I
GİRİŞ
1.1. Araştırmanın Problem ......................................................................................... 3
1.2. Araştırmanın Amacı ............................................................................................ 4
1.3. Araştırmanın Önemi ............................................................................................ 6
1.4. Sınırlılıklar .......................................................................................................... 8
1.5. Tanımlar .............................................................................................................. 10
BÖLÜM II
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
2.1. Algılanan Risk………………………………………………………………….. .. 11
2.1.1. Algılanan Risk Kavramı ………………………………………………… .. 12
2.1.2. Algılanan Riskin Ortaya Çıktığı Durumlar ……………………………...... 16
2.1.3. Algılanan Risk Türleri ………………………………………………… ..... 18
2.1.3.1. Fiziksel Risk ……………………………………………………. ... 20
2.1.3.2. Performans Riski ………………………………………. ................ 21
2.1.3.3. Finansal Risk ……………………………………………………. .. 22
2.1.3.4. Psikolojik Riski …………………………………………………. .. 22
2.1.3.5. Sosyal Risk ……………………………………………………… .. 23
2.1.3.6. Zaman Riski ……………………………………………………. ... 23
2.2. Kulaktan Kulağa İletişim ……………………………………………………… ... 25
viii
2.2.1. Kulaktan Kulağa İletişim Kavramı ……………………………………… .. 26
2.2.2. Kulaktan Kulağa İletişim ve Tüketici Davranışları …………………….. ... 28
2.2.3. Kulaktan Kulağa İletişimin Diğer Bilgi Kaynağı Türleri Arasındaki Yeri ve
Önemi ……………………………………………………………………. .. 33
2.2.4. Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim ............................................. .. 34
2.2.4.1. Algılanan Riski Azaltma Yolu Olarak Kulaktan Kulağa İletişim . .. 35
2.3. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO’lu) Gıda Ürünleri ............................ ... 39
2.3.1. GDO Kavramı ve GDO’ lu Gıdalar ......................................................... .... 39
2.3.1.1. GD, GDO ve GDO’lu Gıda Tanımı ............................................. ... 39
2.3.1.2. GDO’lu Ürünler ve Gıdalar ……………………………………..... 41
2.3.2. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Fayda ve Zararları ..................................... ... 42
2.3.2.1. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Faydaları ......................................... 42
2.3.2.2. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Zararları........................................... 45
2.3.3. GDO’lu Gıdalarla İlgili Genel Durum ........................................................ 50
2.3.4. Tüketicilerin GDO’lu Gıdalara Yönelik Davranışları ................................. 51
2.3.5. Tüketicilerde GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılanan Riskler ............................ 55
2.3.5.1. Tüketicilerde GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılan Riski Ortaya Çıkaran
Nedenler ....................................................................................... 56
2.3.5.2. GDO’lu Gıdalarla İlgili Genel Olarak Algılanan Riskin Tüketicilerin
Satın Alma Davranışlarına Etkisi .................................................. 57
2.3.5.3. GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılanan Risk Türlerinin Tüketici Satın
Alma Davranışları Üzerindeki Etkisi ............................................ 59
2.3.6. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim ................ 62
2.3.6.1. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Bilgi Edinme Kaynakları ... 62
2.3.6.2. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim
İlişkisi ............................................................................................. 64
BÖLÜM III
YÖNTEM
3.1. Nitel Araştırma Kapsamında İzlenen Yöntem ...................................................... 67
3.2. Araştırma Modeli ve Hipotezleri ......................................................................... 70
3.2.1. Araştırma Modeli....................................................................................... 70
3.2.2. Araştırma Hipotezleri ................................................................................ 71
ix
3.3. Araştırmanın Ana kütlesi ve Örnekleme Süreci ................................................... 77
3.4. Veri Toplama Yöntemi ........................................................................................ 79
3.4.1. Ön Testler .................................................................................................. 80
3.4.2. Anket Formu ve Ölçekler........................................................................... 80
BÖLÜM IV
BULGULAR
4.1. Nitel Bulgular ...................................................................................................... 82
4.2. Nicel Bulgular ..................................................................................................... 98
4.2.1. Tanımlayıcı Bilgiler ................................................................................... 98
4.2.1.1. Demografik Özellikler ................................................................... 98
4.2.1.2. Bilgi Kaynaklarına Yönelik Tanımlayıcı Bilgiler ......................... 100
4.2.2. Geçerlilik ve Güvenirlik Analizi .............................................................. 102
4.2.3. Değişkenlere Ait Ortalamalar................................................................... 103
4.2.4. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği ve Kulaktan
Kulağa İletişim İle İlişki ........................................................................... 104
4.2.5. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliğine Etkisi... 108
4.2.6. Kulaktan Kulağa İletişimin Etkisi ............................................................ 112
4.2.6.1. Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türlerine Etkisi ......... 112
4.2.6.2. Kulaktan Kulağa İletişim ile GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği
İlişkisi ......................................................................................... 114
4.2.7. Algılanan Risk Türleri İçin Ara Değişkenlik Analizi ................................ 115
4.2.7.1. Baron ve Kenny’nin Ara Değişkenin Belirlenmesine Yönelik
Yaklaşımı .................................................................................... 115
4.2.7.2. Ara Değişkenlik Analizleri ......................................................... 117
4.2.7.2.1. Fiziksel Riskin Ara Değişkenlik Analizi ....................... 118
4.2.7.2.2.Performans Riskinin Ara Değişkenlik Analizi................ 119
4.2.7.2.3. Finansal Riskin Ara Değişkenlik Analizi ...................... 121
4.2.7.2.4. Psikolojik Riskin Ara Değişkenlik Analizi .................... 122
4.2.8. Algılanan Risk Türleri İçin Demografik Gruplar Arasındaki Farklılığın
Tespiti ...................................................................................................... 123
4.2.8.1. Cinsiyet ....................................................................................... 123
4.2.8.2. Medeni Durum ............................................................................ 124
x
4.2.8.3. Yaş .............................................................................................. 125
4.2.8.4. Eğitim Durumu ............................................................................ 131
4.2.8.5. Gelir ............................................................................................ 132
BÖLÜM V
TARTIŞMA VE YORUMLAR
5.1. Nitel Çalışma İçin Yorumlar .............................................................................. 138
5.2. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisine
Yönelik Yorumlar ............................................................................................. 140
5.3. Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türleri Üzerindeki Etkisine Yönelik
Yorumlar ........................................................................................................... 146
5.4. Kulaktan Kulağa İletişimin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki
Etkisine Yönelik Yorumlar ................................................................................ 147
5.5. Kulaktan Kulağa İletişim- GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği İlişkisinde Ara
Değişken Olarak Algılanan Risk Türlerinin Yorumu ......................................... 148
5.6. Demografik Özelliklere Göre Farklılıklara Ait Yorumlar ................................... 149
BÖLÜM VI
SONUÇ VE ÖNERİLER
6.1. Sonuç ................................................................................................................ 151
6.2. Öneriler ............................................................................................................. 157
6.2.1. Uygulamaya Yönelik Öneriler ................................................................. 158
6.2.2. Gelecekteki Akademik Çalışmalara Öneriler............................................ 161
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 165
EKLER ................................................................................................................... 184
ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................... 188
xi
KISALTMALAR LİSTESİ
GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizma
GD: Genetiği Değiştirilmiş
xii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1. Tanımlar ...................................................................................................... 10
Tablo 2. Algılanan Risk Boyutları ……………………………………………… ....... 19
Tablo 3. Algılanan Risk Türleri ve Örnekler……………………………………. ....... 24
Tablo 4. Kulaktan kulağa İletişim Tanımları …………………………………… ....... 27
Tablo 5. Kulaktan Kulağa İletişimin Tüketiciye Faydaları …………………….. ........ 31
Tablo 6. Görüşme Gerçekleştirilen Akademisyenler …………………………… ....... 69
Tablo 7. Cevaplayıcılara Ait Demografik Özellikler …………………………... ........ 99
Tablo 8. Bilgi Edinme Kaynaklarına Göre Güven Düzeyleri …………………... ..... 100
Tablo 9. Bilgi Kaynakları Türüne Göre Satın Alma İstekliliği Ortalamaları …... ..... 101
Tablo 10. Güvenilirlik Analizi Sonuçları ………………………………………... .... 103
Tablo 11. Değişkenlere Ait Ortalamalar …………………………………………. ... 104
Tablo 12. Algılanan Risk Türlerinin Satın Alma İstekliliği ve Kulaktan Kulağa İletişim
İle İlişkine Yönelik Korelasyon Analizi Sonuçları ……………………… 105
Tablo 13. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki
Etkisine Yönelik Regresyon Analizi Sonuçları ………………………...... 109
Tablo 14. Algılanan Risk Türlerinin Satın Alma İstekliliğine Etkisine Yönelik Çoklu
Regresyon Analizi Sonuçları…………………………………………....... 111
Tablo 15. Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türlerine Etkisine Yönelik
Regresyon Analizi Sonuçları ……………………………………………. . 112
Tablo 16. Kulaktan Kulağa İletişim ile GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği İlişkisi
……………………………………………………………………………..114
Tablo 17. Kulaktan Kulağa İletişimin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliğine Yönelik
Etkisi…………………………………………………………………. ...... 114
Tablo 18. Kulaktan Kulağa İletişimin Fiziksel Riski Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları..……………………………………………..118
Tablo 19. Fiziksel Riskin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları ……………………………………………………. ...... 118
Tablo 20. Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları ………………………………………….. ... 119
Tablo 21. Kulaktan Kulağa İletişimin Performans Riski Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları …………………………………………. .... 119
xiii
Tablo 22. Performans Riskinin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları …………………………………………… .. 120
Tablo 23. Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini
Gösteren Regresyon Analizi Sonuçları.………………………………… .. 120
Tablo 24. Kulaktan Kulağa İletişimin Finansal Risk Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları …………………………………………… .. 121
Tablo 25. Kulaktan Kulağa İletişimin Psikolojik Risk Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları ………………………………………….. ... 122
Tablo 26. Psikolojik Riskin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları……………………………………………... 122
Tablo 27. Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları …………………………………………… .. 123
Tablo 28. Algılanan Risk Türleri İçin Cinsiyet Grupları Arasında Farklılığı Gösteren
Bağımsız Örneklem t Testi Sonuçları …………………………………. ... 124
Tablo 29. Algılanan Risk Türleri İçin Medeni Durum Grupları Arasında Farklılığı
Gösteren Bağımsız Örneklem t Testi Sonuçları ……………………….. ... 125
Tablo 30. Yaş Grupları Açısından Fiziksel Riske Ait Welch Testi Sonuçları …. ...... 126
Tablo 31. Fiziksel Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2
Testi Sonuçları ……………………………………………………. .......... 126
Tablo 32. Yaş Gruplarına Göre Fiziksel Risk Ortalamaları …………………… ....... 127
Tablo 33. Yaş Grupları Açısından Performans Riskine Ait Welch Testi Sonuçları ..127
Tablo 34. Performans Riski İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren
Tamhane’s T2 Testi Sonuçları………………………………………. ....... 128
Tablo 35. Yaş Gruplarına Göre Performans Riski Ortalamaları ……………….. ...... 128
Tablo 36. Yaş Grupları Açısından Finansal Riskine Ait Welch Testi Sonuçları . ...... 129
Tablo 37. Finansal Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s
T2 Testi Sonuçları ……………………………………………………. ..... 129
Tablo 38. Yaş Gruplarına Göre Finansal Risk Ortalamaları …………………… ...... 129
Tablo 39. Yaş Grupları Açısından Psikolojik Riske Ait Welch Testi Sonuçları .. ..... 130
Tablo 40. Psikolojik Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s
T2 Testi Sonuçları ……………………………………………………. ..... 130
Tablo 41. Yaş Gruplarına Göre Psikolojik Riski Ortalamaları …………………. ..... 131
Tablo 42. Algılanan Risk Türleri İçin Eğitim Grupları Arasında Farklılığı Gösteren
Bağımsız Örneklem t Testi Sonuçları ………………………………….. .. 132
xiv
Tablo 43. Gelir Grupları Açısından Fiziksel Riske Ait Welch Testi Sonuçları ... ...... 133
Tablo 44. Fiziksel Risk İçin Gelir Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s
T2 Testi Sonuçları ……………………………………………………. ..... 133
Tablo 45. Fiziksel Riske Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları ………………… ...... 134
Tablo 46. Gelir Grupları Açısından Performans Riskine Ait Welch Testi Sonuçları . 134
Tablo 47. Performans Riski İçin Gelir Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren
Tamhane’s T2 Testi Sonuçları ……………………………………………………. ... 135
Tablo 48. Performans Riskine Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları ................... ...... 135
Tablo 49. Gelir Grupları İçin Finansal Riske Ait ANOVA Analizi Sonucu ....... ..... 136
Tablo 50. Finansal Riske Yönelik Gelir Grupları Karşılaştırması Scheffe Testi
Sonuçları............................................................................................. ........ 136
Tablo 51. Finansal Riske Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları ........................... ...... 137
Tablo 52. Gelir Grupları İçin Psikolojik Riske Ait ANOVA Analizi Sonucu ..... ...... 137
Tablo 53. Hipotez Sonuçları .................................................................................... 156
xv
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1. Tüketici davranışlarında risk üstlenme……………………………….. .......... 15
Şekil 2. Araştırma modeli ……………………………………………………….. ....... 71
Şekil 3. Ara değişken içeren model ...................................................................... ...... 116
xvi
EKLER LİSTESİ
Ek 1. Görüşme Formu ……………………………………………………………. ... 186
Ek 2. Anket Formu ………………………………………………………………. .... 187
BÖLÜM I
GİRİŞ
Tüketiciler için gıda, yaşamını sürdürebilmesi için bir zorunluluktur. Gıda, satın
alma sürecine bizzat katılsın ya da katılmasın her tüketici için günlük olarak tükettiği bir
üründür. Bu bağlamda gıda, her zaman tüketicilerin satın alımlarında önemli bir yer
tutmaktadır. Öte yandan, gıda sektöründe yaşanan “deli dana”, “kuş gribi” gibi
skandallar, tarımsal üretim sırasında kullanılan kimyasallar, hormonlar ve bunların
sonucundaki hastalıklar ve çevre kirliliği, tüketicilerin gıda konusundaki hassasiyetini
arttırmıştır (Nardalı ve Ay, 2008, s.13). Kuşkusuz, bu hassasiyet artışında
tüketicilerdeki artan bilinç düzeyi, sağlıklı ve uzun yaşama istekliliği de önemli
etkenlerdir. Dolayısıyla tüketiciler arasında gıdaların üretim süreci de gıdaların tercih
edilmesinde dikkate alınan bir kıstas olmuştur.
Günümüzdeki gıda üretim sürecinde, kuşkusuz biyoteknolojik yeniliklerin
yansımalarını görmek mümkündür. Bu teknolojik yeniliklerden bir tanesi de genetiği
değiştirilmiş organizma (GDO) kullanımıdır. Ancak, GDO’ların kullanımı ile elde edilen
GDO’lu gıdalar hakkında tartışmalı bir durum söz konusudur. GDO’lu gıdaların
savunucuları tarafından bu gıdaların canlılar için potansiyel faydaları vurgulanırken,
GDO’lu gıdaların potansiyel zararlarının da ciddiyetle irdenlendiğine şahit olunmaktadır.
Bununla birlikte, bilimsel kanıtların net biçimde ortaya konamaması, pazarda yeni ve
karmaşık bir ürün olması, bilgi kaynaklarından şüpheli bilgilerin elde edilmesi gibi sebepler
tüketicilerde GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risklerin doğmasına neden olabilmektedir.
GDO’lu gıdalar Amerika, Kanada ve Avustralya başta pek çok ülkede
tüketicilerin tüketimine sunulan bir gıda olmasına rağmen Türk tüketiciler için oldukça
yeni bir gıda ürünüdür. Küresel olarak bakıldığında da tüketiciler için GDO’lu gıdalar;
hakkında fayda ve zararın sıkça konuşulduğu, olası faydası/faydaları ve zararı/zararları
konusunda bilim çevrelerinde ortak kesin bir söylemin oluşamadığı ve sonuçlarının
görülmesi bakımından göreceli olarak uzun zamana ihtiyaç duyulan bir gıda ürünüdür.
Bununla birlikte, GDO’lu gıdalar için de söylenebilen; ürün hakkında bilginin azlığı,
ürünün yeniliği ve teknik olarak karmaşıklığı, tüketicilerin duyduğu güveninin az ve
satın almanın önemli olması (Odabaşı ve Barış, 2003, s.154) gibi özelliklerin
tüketicilerdeki GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk seviyesinde artışa yol açması
beklenmektedir. Bununla birlikte yapacağı satın alımları ile fayda elde etmeyi bekleyen
2
tüketicilerin GDO’lu gıdaları satın alma istekiliğinin, algılanan risk tarafından
belirlenmesi de düşünülebilecektir.
GDO gibi yeni teknolojilerin ortaya çıkış ile birlikte tüketicilerin gıdaya dayalı
satın alma kararlarının daha da karmaşık hale gelebileceği ve tüketiciler için gıda
tüketiminin öneminin artacağı düşünülmektedir. Bu durumda tüketicilerin satın alma
kararlarını kolaylaştırmak üzere bilgi arayışı içine girmeleri söz konusu olacaktır.
Çeşitli bilgi kaynaklarından edinilen bilgiler doğrultusunda, GDO’lu gıdalara yönelik
algılanan risklerin ortaya çıkabilmesi ve/veya bu riskler şekillenebilmesi durumu
gözlenebilecektir. Bu durumda, tüketicilerin bilgi kaynakları arasında arkadaş, aile ve
yakın çevresinden bilgi edinmesi muhtemel görülmektedir. Literatürde de, tüketicilerin
kendi aralarında ticari olmayan marka ve ürünler hakkındaki sohbetleri olan kulaktan
kulağa iletişiminde algılanan riskle arasında sıkı bir ilişki olduğu da belirtilmektedir
(Chakrabarti ve Baisya, 2009; Roselius, 1971; Cox, 1967).
GDO’lu gıdaların tüketici pazarlarına girmesi ile birlikte, gıda satın alma
kararına konu olması beklenmektedir. Literatürde, GDO’lu gıdalarla bu ürünlerin
tüketiciler tarafından kabul görmesinde algılanan riskin önemi üzerinde durulmakta
(Lusk ve Coble, 2005;
Hossain ve Onyango, 2004, s. 266) ve GDO’lu gıdalar
hakkındaki risk inancının, tüketicilerin bu gıdalara yönelik satın alma davranışlarını
şekillendirdiği (Han ve Harrison, 2007, s.701) belirtilmektedir. GDO’lu gıdalarla ilgili
algılanan risklerin, bu gıdaları satın alma istekliliği konusunda bir öncül rol oynadığı da
(Brown ve O’Cass, 2005, s.34) ortaya çıkarılmıştır. Ailevi ya da şahsa özel bilgi
kaynaklarının, tüketicilerdeki GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risk ve faydayı etkileyen
önemli bir bilgi kaynağı olduğu görülmüştür (Costa-Front ve Mossialos, 2007). Bununla
birlikte literatür taramalarında, yeni bir ürün olması nedeni ile bu konudaki çalışmaların
kısıtlı sayıda olduğu ortaya çıkmıştır. Gelecek çalışmalara ışık tutabilmek ve
uygulamaya mevcut durumu yansıtabilmek üzere, bu tez çalışmasında; tüketicilerde
GDO’lu gıdalar için algılanan risk türleri, algılanan risk türlerinin; satın alma istekiliği
ve kulaktan kulağa iletişimle ilişkisi incelenmiştir.
Tez çalışması altı bölümden oluşmuştur. Birinci bölüm olan giriş bölümünde;
çalışmanın problemine, araştırmanın amacına ve önemine, araştırmanın kısıtlarına ve
tez çalışmasında yer alan teknik kavramların tanımlarına yer verilmiştir. İkinci bölüm,
çalışma
konusundaki
önceki
çalışmalardan
hareketle
hazırlanan
kavramsal
açıklamaların yer aldığı literatür bölümüdür. Bu bölüm içinde algılanan risk, kulaktan
kulağa iletişim ve GDO’lu gıdalar hakkında tüketici davranışları literatüründen
3
hareketle açıklamalarda bulunularak tez çalışmasının dayandığı kavramsal temeller
sunulmuştur. Böylece GDO’lu gıdalar, algılanan risk ve kulaktan kulağa iletişim
kavramlarının izahı yanında birlikteki ilişkilerinin anlaşılabilmesi için alt yapı
oluşturulması düşünülmüştür.
Çalışmanın üçüncü bölümünde, araştırmanın amaçlarına yönelik olarak
hazırlanan nitel ve nicel yaklaşımı birlikte barındıran araştırmanın metodolojik altyapısı
hakkındaki bilgiler yer almıştır. Bu bölümde nitel çalışma kapsamında gerçekleştirilen
araştırma yöntem ve uygulama süreci yer verilmiştir. Nicel araştırma kapsamında;
çalışmanın amaçlarına yönelik olarak belirlenen hipotezlerin geliştirilmesine ve
hipotezlere, araştırmada kullanılan değişkenler arasındaki ilişkileri gösteren araştırma
modeline, araştırmanın ana kütlesi ve örnekleme sürecine son olarak da veri toplama
yöntemine yer verilmiştir. Dördüncü bölüm, nitel ve nicel verilerin analiz sonuçlarını
göstermektedir. Bu bağlamda, bölümde öncelikle nitel verilerin betimsel analiz
sonuçlarına değinilmiştir. Nicel verilerin analizinden önce tanımlayıcı istatistikler
sunularak cevaplayıcıların sosyo demografik özelliklerine, GDO’lu gıdalara yönelik
bilgi edinme kaynaklarına ve bunlara ait güven düzeylerine yer verilmiştir. Bu bölümün
ilerleyen kısımlarında ise hipotezleri test etmeye yönelik gerçekleştirilen analiz ve
sonuçları sunulmuştur. Çalışmanın beşinci bölümü, araştırma kapsamında ortaya çıkan
bulguların tartışması ve yorumlanmasını ve altıncı bölümü ise çalışma sonuçların
sunulduğu ve bulgulardan hareketle hazırlanan uygulamaya ve gelecek çalışmalara
yönelik hazırlanan önerileri kapsamaktadır.
1.1. Araştırmanın Problemi
GDO’lu gıdalar konusu pazarlama ve tüketici davranışları açısından göreceli
olarak yeni bir konudur. Dünya’da tüketici piyasalarına girişi yakın bir tarihte
gerçekleşen GDO’lu gıdalar Türk tüketicisi için de yenidir. Yeni olmasının yanı sıra
hakkında kesinlik kazanmamış faydalarına ve zararlarına dair iddiaların bulunması,
tabiatı itibari ile karmaşık olması, sonuçlarının henüz görülmemiş olması ve tecrübe
edilmemiş olması nedeni ile GDO’lu gıdalar için tüketicilerde risk algısı ortaya
çıkarmaktadır.
Yapılan literatür incelemelerinde GDO’lu gıdalar ile ilgili yapılan tüketici
araştırmalarında, tüketiciler tarafından bu gıdaların riskli bulduğu yönünde bilgiler
tespit edilmiştir (Nganje, Wachenhiem ve Lesh, 2009; Klerck ve Sweeney, 2007; Costa-
4
Front ve Mossialos, 2007; Matos, Rossi ve Botelho, 2006, s.162; Wu, 2004, s.715;
Onyango, Nayga ve Schilling, 2004, s.209; Townsend ve Campell, 2004, s.1389).
Türkiye’de yapılan bir çalışmanın bulguları da tüketicilerin GDO’lu gıdaları riski
buldukları yönündedir (Ergin, Gürsoy, Öcek ve Çiçeklioğlu, 2008). Yapılan çalışmalar,
tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risklerinin bu gıdaları satın almaya olan
istekliği arasında ilişki olduğunu göstermiştir. Çalışmalar algılanan riskle birlikte satın
alma istekliliğinin azaldığını ortaya çıkarmıştır (Tsakiridou, Tsioumanis, Papastefanou
ve Mattas,2007; Brown ve O’Cass, 2005, s.34; Brown ve O’Cass, 2004). Çok az
çalışmada (Ergin vd., 2008; Curtis ve Moeltner,2007)
kulaktan kulağa iletişim
algılanan risk ile birlikte ele alınmış ve bu çalışmaların sonuçları kulaktan kulağa
iletişimin GDO’lu gıdalar konusunda algılanan risk düzeyinin etkilediğini ortaya
çıkarmıştır. Bununla birlikte tüketici davranışları literatürüne göre algılanan risk türleri
olarak belirtilen türler açısından GDO’lu gıda satın alma istekliliği ve kulaktan kulağa
iletişim konularında detaylı bir çalışmanın olmadığı görülmüş olup ve bu konudaki
bilginin yetersizliği olduğu kanaati uyanmaktadır. Dolayısı ile literatürde bu konuda bir
boşluğun olduğu görülmektedir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusunda; algıladıkları
risk türlerinin neler olduğu, GDO’lu gıda satın alma istekliliği ve bir bilgi kaynağı
olarak kulaktan kulağa iletişimin ilgili algılanan risk türleri ile olabilecek ilişkisi
aydınlatılmayı bekleyen konular arsında yer almaktadır.
Söz konusu boşluğun giderilmesine katkı sağlaması düşüncesi ile bu çalışmanın
temel araştırma problemi: tüketiciler tarafından GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk
tür/türlerinin ne/nereler olduğu ile bu tür ya da türlerin, GDO’lu gıda satın alma
istekliliği ve kulaktan kulağa iletişim ile olabilecek ilişkisinin ne olduğudur.
1.2. Araştırmanın Amacı
GDO’lu gıda ürünlerinin tüketicilerin satın alma noktalarına gelmesiyle birlikte
tüketicilerin bu konudaki farkındalık düzeyinde artışlar görülmeye başlanmıştır. Bu
ürünlerin başta sağlık ve çevre ile ilgili olası tehditleri, tüketicilerde bu ürünlere karşı
algılanan riskleri de ortaya çıkarmıştır. Ancak, tüketicilerde henüz bu ürünlerle ilgi bilgi
düzeyinin düşük olduğu da bilinmektedir. Ayrıca pek çok ürünün satın alma sürecinde
bir bilgi kaynağı ve algılanan riski etkileyebilme gücü olan kulaktan kulağa iletişim, bu
ürünlerin
tüketimi
ile
ilgili
kararları
etkileme
gücüne
sahip
olabileceği
5
düşünülebilmektedir. Bu bağlamda tez çalışmasının ana amaçları genel hatlarıyla
şunlardır;
1.
Tüketicilerdeki,
GDO’lu
gıdalara
yönelik
algılanan risk
türlerinin
belirlenmesi,
2.
Tüketicilerdeki, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türlerinin satın alma
istekliliği ile olabilecek ilişkisinin belirlenmesi,
3.
Tüketicilerdeki, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türlerinin kulaktan
kulağa iletişimle olan ilişkisinin belirlenmesi,
4.
Algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişim ile tüketicilerin GDO’lu
gıdaları satın alma istekliliği arasında bir ara değişken rolünün olup
olmadığının belirlenmesi.
Araştırma amaçlarına bağlı olarak, tez çalışmasında cevap aranması düşünülen
temel sorular ise yedi ana başlık altında toplanabilir;
1.
Tüketiciler GDO’lu gıdalar için risk algılamakta mıdır? Eğer tüketiciler
GDO’lu gıdalar için risk algılamakta ise bu riskler hangi algılanan risk
türüne girmektedir?
2.
GDO’lu gıdalara ilişkin algılanan hangi risk türü/türleri ile bu gıdaları satın
alma istekliliği arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki var mıdır? Eğer
varsa bu ilişki/ilişiklerin yönü nedir?
3.
GDO’lu gıdalara ilişkin algılanan hangi risk türü/türleri ile kulaktan kulağa
iletişim arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki var mıdır? Eğer varsa
bu ilişki/ilişiklerin yönü nedir?
4.
Kulaktan kulağa iletişimle GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında
istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki var mıdır? Eğer varsa bu ilişkinin yönü
nedir?
5.
Algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişim ile tüketicilerin GDO’lu
gıdaları satın alma istekliliği arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ara
değişkenlik rolü var mıdır?
6.
Tüketiciler, GDO’lu gıdalarla ilgili olarak hangi bilgi kaynaklarını tercih
etmektedir? Hangi bilgi kaynak/kaynaklarını daha güvenilir bulmaktadır?
Bu bilgi kaynakları arasında kulaktan kulağa iletişimin yeri nerdedir?
6
7.
GDO’lu gıdalarla ilgili bilgi kaynakları türlerine göre tüketicilerin GDO’lu
gıda satın alma isteklilikleri hangi düzeydedir?
8.
Demografik özelliklere (cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim ve gelir) göre
gruplar arasında algılanan risk türleri açısından fark var mıdır?
1.3. Araştırmanın Önemi
Algılanan risk, tüketici davranışlarında 1960’da Bauer tarafından gündeme
getirilmesinden beri tüketicilerin satın alma davranışlarının anlaşılmasında kullanılan
önemli kavramlardan bir tanesi olmuştur. Mitchell (1999) pazarlama uygulamacılarının
ve
araştırmacıların
algılanan
riske
neden
önem
verdiklerini
dört
maddeye
bağlamaktadır:
1.
Algılanan risk teorisinin sezgisel bir yönü vardır ve pazarlamacıların
dünyayı
müşterilerinin
gözünden
görmelerinde
kolaylaştırıcı
rol
oynamaktadır.
2.
Algılanan risk evrensel olarak uygulanabilmekte ve çok yönlülüğü çok geniş
bir
uygulama
alanında
(spagettiden
endüstriyel
araçlara
kadar)
görülmektedir.
3.
Tüketiciler satın almada fayda maksimizasyonundan çok, hata yapmaktan
kaçınmaya
daha
istekli
olduğundan
algılanan
risk,
tüketicilerin
davranışlarını açıklamada daha güçlüdür.
4.
Risk analizleri, pazarlama kaynak dağılımında kullanılabilmektedir.
Bu tez çalışması ile hem uygulamacılara hem de araştırmacılara, tüketicilerin
gözüyle GDO’lu gıdalara ilişkin tüketici yaklaşımlarını, tüketicilerin zihinlerindeki
endişe ve karmaşanın ne düzeyde olduğunu anlamada fayda sağlanması umulmaktadır.
Algılanan riskin, tüketicilerin satın alma istekliliğine etkisi ile olabilecek ilişkisini ve
yönünü ortaya çıkarmak, tüketicilerin bu gıdaları satın alıp almama konusundaki gerçek
satın alma davranışlarını daha doğru tahmin etmede de kolaylıklar sağlayacaktır. Bu
konuda sağlanacak bilgiler; GDO’lu gıdalar üreticilerinden perakendecilere kadar pek
çok uygulamacı açısından önemlidir. Tüketicilerin bu gıda ürünlerini kabulü,
algıladıkları risk düzeyi ile ilgili olduğundan bu ürünlerle ilgili yapılacak önemli bir
uygulama alanı da bu risklerin tespiti ve azaltılmaya çalışılmasıdır. Bu bağlamda,
7
çalışmanın tüketicilerin algıladıkları risk türlerini belirleme amacı, uygulamacılar
açısından faydalı sonuçlar doğurabilecektir. Algılanan riskin ele alınması, işletmelerin,
GDO’lu gıdaların tüketiciler tarafından kabul görebilmesi için olası problemlerin
belirlenmesi ve çözüme kavuşturulmasında bir gereklilik olarak düşünülmektedir
(Lambraki, 2002, s.16).
Tez çalışmasının, genelde tüketiciler için oldukça etkili ve güvenilir olduğu
düşünülen kulaktan kulağa iletişimi GDO’lu gıdalar açısından ele alması da çalışmadan
beklenen yararları arttırmaktadır. Kulaktan kulağa iletişimin, algılanan risk türleri ve
satın alma istekliliği ile ilişkisinin olması halinde uygulamacılar açısından dikkate
alınması gerekli, önemli bir iletişim aracı olarak görülebilecektir. D’Souza ve diğerleri
(2008) de kulaktan kulağa iletişimin, GDO’lu gıdaların tüketiciler arasında
anlaşılabilmesi ve kabul görmesine olumlu katkılar sağlayacağı görüşündedir. Bu
iletişim aracı dikkate alınarak yapılacak iletişim planlamaları, tüketiciler üzerinde daha
etkili olabilecektir. Bu bağlamda, tez çalışmasının tüketiciler ve işletmeler arasındaki
iletişim çabalarının şekillenmesinde fayda sağlaması beklenmektedir.
Tez çalışmasının sadece literatüre ve pazarlamacılara değil yasal düzenlemelerde
bulunan ilgililere, sivil toplum örgütlerine ve tüketicilere de katkı sağlaması
umulmaktadır.
Bilindiği
üzere
yasal
düzenlemelerde
tüketicilerin
faydası
gözetilmektedir. Dolayısıyla, tüketicilerin algıladıkları riskleri ortaya çıkarmanın,
ilgililere yasal düzenlemeler yaparken tüketicilerin bakış açılarının yansıtılabilmesinde
faydalı olabilmesi beklenmektedir.
Tüketicilerin faydasını gözeten diğer bir taraf da sivil toplum örgütleridir. Sivil
toplum örgütlerinin yürütecekleri faaliyetlerini daha etkin ve verimli biçimde
yürütebilmeleri için kuşkusuz hedef kitleleri olan tüketicileri tanımaları gereklidir.
Tüketicilere GDO’lu gıdalar hakkında gerekli bilincin kazandırılması, olası risk ve
faydaların anlatılmasında önemli görevleri olan bu örgütlerin, yürütecekleri faaliyetlerinde
tüketicilerdeki mevcut durumu görme açısından tez çalışmasının yararlı olması
beklenmektedir. Zira bu örgütlerin faaliyetlerini tüketicileri gözeterek gerçekleştirmeleri,
olası faaliyetlerin amacına ulaşmasında etkili ve verimli olmalarını sağlayacaktır.
Dolayısıyla hem yasal düzenlemeciler hem de sivil toplum örgütleri açısından fayda
sağlanması sonucunda nihai olarak tüketicilere de fayda sağlanmış olunulacaktır.
Tez çalışmasında literatür açısından da katkı sağlama amacı güdülmektedir.
Önceki çalışmalar, bu çalışmaların önerileri, yayınlandıkları tarihler ve sayıları dikkate
8
alındığında ve GDO’lu gıdaların Türkiye için yeni ve güncel olması, çalışma konusunun
henüz gelişim evresinin başlarında olduğunu göstermektedir.
Tüketicilerin gıdaya dayalı olarak algılanan riskler, konusuna şu ana kadar
detaylı biçimde çok az ilgi gösterilmiştir (Yeung ve Yee, 2002, s.219). Ayrıca,
tüketiciler tarafından gıdada algılanan risk türleri, literatür tarafından gelecekte
çalışılması önerilen araştırma konuları arasında gösterilmiştir (Tuu ve Olsen, 2009,
s.532; Jonge, Kleef, Frewer ve Renn, 2007, s.142;). Yapılan literatür taramalarında
algılanan risk türlerinin, hem gıda hem GDO’lu gıda araştırmalarında ancak bir kaç tür
açısından ele alındığı görülmüştür. Bu tez çalışmasında ise dört algılanan risk türü
(fiziksel, performans, finansal, psikolojik) birlikte ele alınmıştır. GDO’lu gıdalarda
kulaktan kulağa iletişimin algılanan risk türleri ile ilişkisinin belirlenmesi, literatürde
önerilmesine rağmen bu konuda çalışmaya rastlanamamıştır. Bununla birlikte araştırma
modeli, önceki çalışmaların önerileri doğrultusunda geliştirilmiş henüz literatürde
olmayan bir yapıdadır. Böylece, çalışmanın literatürdeki önemli bir boşluğun
kapatılmasında olumlu katkısı olacağı umulmaktadır.
1.4. Sınırlılıklar
Nitel çalışma
kapsamında
yürütülen
görüşmeler
on
akademisyen
ile
gerçekleştirilmiş olup bu örneklem hacmi azdır. Örneklem hacminin bu kadar az olması,
zaman ve maliyet kısıtlarının yanın da, GDO’lu gıdalar konusunun yeni bir konu olması
ve akademisyenlerin yoğun çalışma koşulları nedeni ile görüşme gibi nispeten uzun
süren bilgilendirmeler için fazla zaman ayıramamalarından kaynaklanmaktadır. Ancak,
görüşme yapılan akademisyenlerin GDO’lu gıdalar hakkındaki zengin bilgileri, keşifsel
bir çalışma için kabul edilebilir görülmektedir. Bununla birlikte genetik mühendisliği
gibi farklı mühendislik, onkoloji gibi sağlık bilimlerinden akademisyenler ile de
görüşme gerçekleştirilmesi daha zengin bilgi edinimini sağlayabileceği umulmaktadır.
Literatürde, özellikle gıda ürünlerine yönelik gerçekleştirilen tüketicileri
araştırmalarının zorluğuna işaret edilmektedir. Yaşanan zorlukların nedenleri arasında
gıda ürünlerinin karmaşık ve anlaşılmazlık taşıyan doğası, satın alma noktasındaki ve
tüketimleri boyunca söz konusu olan uyarıcılar ve tüketicilerin verdikleri tepkilerin
karmaşık yapısı gösterilmektedir. Bu bağlamda pazarlamacıların, tüketicilerin gıdalara
yönelik algı süreçlerini anlamada kısıtlı bir anlayışa sahip olabileceği belirtilmektedir
(Garber, Hyatt ve Starr, 2003, s.4). Bu bilgiler ışığında GDO’lu gıdaların bir gıda ürünü
9
ve ek olarak da yüksek bir teknoloji barındıran biyo teknolojik bir ürün olduğu dikkate
alındığında tabiatı itibari ile oldukça karmaşık bir ürünün çalışmaya konu edinildiği
düşünülmektedir. Bu karmaşık yapı hem tüketicilerin ürünü anlamayabilmesi ve hem de
ürünle ilgili kanaatlerinin oluşmasında yaşanan sıkıntıların nedenleri arasında önemli bir
yere sahip olabilmektedir.
Türkiye’de GDO’lu gıdalar yeni bir gündem konusu olduğundan tüketicilerin bu
gıdalarla ilgili sahip oldukları bilgi düzeyi oldukça düşüktür. GDO’lu gıdaların
etiketlenmemesi de bu gıdaların tüketiciler tarafından tanınmasını güçleştirmektedir.
Tüketiciler, gerçekte GDO’lu gıdalarla karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmemektedir.
Dolayısıyla tüketicilerin GDO’lu gıdalara ilişkin deneyimi yok denecek kadar düşüktür.
Ayrıca, GDO’lu gıdalar hakkındaki fayda ve zararların henüz kesin olarak
ispatlanamamış olması, bilgi kaynaklarının kendi aralarındaki tutarsızlığı, tüketicilerin
bu gıdalar hakkındaki bilgilerinin az olmasının ve kesin görüşlerinin oluşmasının
önünde ciddi bir engeldir. Çok az sayıdaki GDO’lu gıdanın pazara sunulması ve
etiketlenmesi nedeniyle tüketiciler, bu ürünler hakkında fazla tecrübe sahibi değildir. Bu
nedenle, tüketiciler için de yeni olan bu konuda tüketici davranışlarını tahmin
edebilmek zordur (Bredahl, 2001, s.24). Tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili gerçek
davranışlarının GDO’lu gıdalar etiketlenmeden iyice incelenemeyeceği ve bu durumun
tüketici davranışları araştırmacıları için problemlere yol açacağı belirtilmiştir (Han ve
Harrison, 2007, s.701).
Belirtilen nedenler, veri toplama sürecinde tüketicilerin çalışmaya katılma
istekliliğini ve düşüncelerini çalışmaya yansıtması bakımından ciddi kısıtlayıcılar
olmuştur. Çalışmaya katılılanların daha çok genç ve eğitimli kişilerden oluşması, bu
konuda nispeten daha fazla bilgisi olan kişiler olması dolayısı ile çalışmaya katılmaya
istekli olmalarındandır. Başka bir ifade ile bilgisi ve ilgisi az olan kişilerin eğitimi
düşük ve yaşça büyük kişiler olup bu kişilerin çalışmaya katılımı düşük seviye
olmuştur. Ön testlerde ve anketlerde geçen diyaloglardan birçok tüketicinin GDO’lu
gıdalar konusunda kesin kanaatlerinin oluşmadığı ve cevaplayıcılar arasında
belirsizliğin hakim olduğu görülmüştür. Bu durum, algılanan risk türlerinden fiziksel
risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik riskin cevaplayıcılar tarafından daha
rahat anlaşılmasına imkan tanımıştır. Dolayısı ile bunların dışındaki sosyal risk ve
zaman riski gibi risk türleri çalışmada incelenememiştir. Bunlara ek olarak, ilgili
yazından elde edilebilecek ikincil verilerin yetersizliği çalışmanın tüm süreçlerinde
kendisini hissettirmiştir. Çalışmaya rehberlik edecek ve çalışmanın bulgularını
10
kıyaslayacak ikincil verilerin yetersizliği karşılaşılan sıkıntıları büyütmüştür. Ayrıca,
pek çok çalışmada görülen zamana ve maliyet kısıtları bu çalışma için de söz konusu
olmuştur. Birincil ve ikincil verilerin toplanmasının daha geniş zamana yayılabilmesi,
tüketicilerin konu hakkındaki tecrübe ve bilgi düzeyini arttırması için ek zaman
gereksim vardır. Zaman ve maliyet kısıdı, birincil verilerin toplanması için deney,
gözlem ve odak grup görüşmesi gibi veri toplama araçlarından yararlanılmasının önüne
geçmiştir. Bununla birlikte zaman ve maliyet kısıdı dolayısı ile kullanılan örneklem,
çalışma sonuçlarının Adana’daki tüm tüketicileri genelleyebilme kapasitesini sınırlı
seviyede tutmaktadır. Bu kısıtlara rağmen çalışmanın konu hakkında keşifsel bir özellik
taşıdığı düşülmektedir.
1.5. Tanımlar
Çalışmada kullanılan teknik kavramların, ilgili bölümlerde daha geniş biçimde
açıklanmakları sunulmakla birlikte Tablo 1’de kısaca tanımlamalarına yer verilmiştir.
Tablo 1
Tanımlar
Kavramlar
Tanımlar
GD
Organizmaların genetik materyalinde yani DNA’sında
(genetiği değiştirilmiş)
değişiklik yapan birkaç spesifik teknik için kullanılan genel
bir terimdir (Kaye-Blake,2006, s.7).
GDO
Biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması ile başka bir
(genetiği değiştirilmiş organizma)
türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş
bitki,
hayvan
ya
da
mikroorganizmalar
olarak
adlandırılmaktadır (Olhan, 2010, s.9).
Pestisit
Böcek öldürücü ilaçlar.
Herbisit
Yabancı ot ilacı.
Kaynak: Kaye-Blake, W.H. (2006). Demand for genetically modified food: theory and
empirical findings. Doktora tezi, Lincoln University. ve Olhan, E. (2010). Modern
biyoteknolojinin tarımda kullanımının politik ve ekonomik yönden değerlendirilmesi.
farklı boyutlarıyla genetiği değiştirilmiş organizmalar. Yayına Hazırlayanlar: Dilek
Aslan ve Meltem Şengelen, Ankara Tabip Odası, Ankara. faydalanılmıştır.
11
BÖLÜM II
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
Çalışmanın bu bölümünde araştırma kapsamında ele alınan algılanan risk,
kulaktan kulağa iletişim ve GDO’lu gıda kavramlarına yönelik teorik açıklamalara ve
önceki çalışma sonuçları ışığında, bu kavramların tüketici davranışları literatürü bazında
aralarındaki ilişkilerine yer verilmiştir. Bu kapsamda ilk kısımda; algılanan risk
kavramına, algılanan riskin ortaya çıkma hallerine ve türlerine; ikinci kısımda; kulaktan
kulağa iletişim kavramına, tüketici davranışları ve diğer bilgi kaynağı türleri arasındaki
yeri ve önemine, algılanan risk ile ilişkisine; üçüncü kısımda; GDO’lu gıdalarla ilgili
kavramlara, GDO’lu gıdaların potansiyel faydalarına ve zararlarına, tüketicilerin bu
konudaki genel olarak yaklaşımlarına, GDO’lu gıdalar açısından algılanan riske ve
kulaktan kulağa iletişime yönelik teorik bilgilere yer verilmiştir.
2.1. Algılanan Risk
Risk, pazarlama literatüründe desteklenen tanımıyla,
kaybetmenin öznel
beklentisidir (Stone ve Gronhaug, 1993, s.42). Dolayısı ile risk, kişiden kişiye göre
değişmektedir. Ancak, tüm tüketiciler, satın alacakları mal ya da hizmetlerden bir kayıp
değil kazanç elde etmek istemektedir. Öte yandan tüketiciler, her satın almanın
kendilerine fayda sağlayacağı konusunda yeterli öngörüye sahip olamamakta ve
belirsizlik bir durum ortaya çıkmaktadır. Tüketicilerin, satın alma kararı ile ilgili olarak
kendi içlerinde, olası negatif sonuçlar nedeni ile de endişe ve korku yaşayabilmektedir.
Pazarlamacılar bu düşünceleri, algılanan risk olarak adlandırmaktadır (Wells ve
Prensky, 1996, s.271).
Bugüne kadar algılanan riskin pek çok tanımı yapılmıştır. Tez çalışmasının bu
kısmında algılanan risk tanımlarına yer verilerek algılanan risk kavramının
açıklanmasına çalışılmıştır. İlerleyen bölümlerde algılanan riskin ortaya çıktığı
durumlar ve algılanan risk türlerine (boyutlarına) değinilmiştir. Son kısımda ise
algılanan risk ile kulaktan kulağa iletişim arasındaki ilişki ele alınmıştır.
12
2.1.1. Algılanan Risk Kavramı
Tüketicilerin alışverişlerinden elde edecekleri faydayı maksimize etmekten
ziyade, hata yapmaktan kaçınmaya daha çok motive oldukları düşünüldüğünde,
algılanan riskin, tüketici davranışlarının açıklanmasında oldukça güçlü bir unsur olduğu
kabul edilmektedir (Lim, 2003, s.218). Algılanan risk kavramı, tüketici davranışları
araştırmacıları tarafından çoğunlukla, tüketicilerin algıladıkları belirsizlik ve satın
alınan bir ürüne ait ters etki ile ilgili riskin tanımlanmasında kullanılmaktadır. Bununla
birlikte, tüketici araştırmacıları, kesin biçimde, her satın alma olayının olasılığının ve
sonuçlarının belirsiz olduğunu farz etmektedir (Dowling ve Staelin, 1994, s.119).
Tüketici davranışlarında, algılanan risk kavramı ilk defa 1960’da Bauer
tarafından ortaya atılmıştır. Bauer algılanan riski, “belirsizlik” ve “ters etki” olmak
üzere iki bileşenli bir yapıda tanımlamıştır. Bauer’e göre tüketiciler, tam olarak tahmin
edemeyeceği çeşitli sonuçlar doğuracak davranışlarda bulunmaktadır (Dowling, 1986,
s.194; Brunel ve Pichon, 2004, s.361). Bauer, tüketicilerin tipik olarak, bilgilerin
yetersiz ve yapacakları eylemlerin sonuçlarının sert olabileceği koşullarda ferahlamak
için karar stratejileri geliştirdiklerini ve riski azalttıklarını belirtmiştir (Woodside ve
Delozier, 1976, s.12). Bununla birlikte, Bauer, algılanan riskin tüketicilerin hem karar
verme öncesinde bilgi edinme hem de satın alma sonrasındaki karar verme süreçlerini
de kapsayan devamlı bir aktivite olduğunu iddia etmiştir (Ross, 1975, s.2).
Chunningham (1967) algılanan riski, “belirsizlik” ve “sonuç” olarak iki bileşen
ile açıklamıştır. Chunningham’a göre belirsizlik; belirli bir olayın gerçekleşme ihtimali;
sonuç ise, bir olayın gerçekleşmesi halinde tüketiciye olan maliyet olarak
tanımlanmıştır. İlk ortaya atıldığı günden bugüne algılanan risk kavramı ile ilgili pek
çok tanımın yapılmasına rağmen Mitchell (1999) Chunningham’ın iki parçalı modelinin
en faydalı ve kullanılabilirlik, pratikte uygulamalı, tahmin edici, geçerlilik ve
güvenirlilik için uygun olduğunu iddia etmiştir.
Belirsizlik, algılanan risk kavramının tanımlanmasında sıkça vurgulanan bir
unsurdur. Frewer ve diğerlerine (2003a) göre ‘belirsizlik’ karar verme bağlamında, iki
farklı
durumla
bağdaştırılabilmektedir.
Birincisi;
belisizliklerin
boyutlarının
bilindiğinde ya da çok az bilindiğinde, bir kararın özel bir sonucu ya da sonuçlar seti ile
ilişkili belirsizlik parametrelerinin olasılığı olarak düşünülebilmektedir. İkinci olarak;
olasılık ya da sonuçların kesin biçimde belirtilemediği ya da bilinmediği durumlarda
belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Cho ve Lee (2006) de, algılanan riskin; bireylerin, hem
13
belirsizliklerin üstesinden gelebilmeleri bakımından kendilerini nasıl gördükleriyle hem
de olası olumsuz çıktıların etkisini nasıl değerlendirdikleriyle şekillenebileceğini
belirtmiştir. Bunun yanı sıra, Schiffman ve Kanuk (2004), algılanan riski; tüketicilerin,
verdikleri satın alma kararlarının sonuçlarını öngöremediklerinde karşılaştıkları
belirsizlik olarak tanımlamıştır.
Algılanan
risk
literatüründe,
“belirsizlik”
kavramı
algılanan
riskin
tanımlanmasında önemli bir unsur olarak görülmesine rağmen bu görüşe karşı çıkan
fikirlerin de olduğu görülmektedir. Peter ve Ryan (1976), algılanan riski, “belirsizlik”
kavramına denk kabul eden tanımlamaları yetersiz bulmuştur. Peter ve Ryan algılanan
riskin, sadece riskin olumsuz tarafları veya negatif fayda beklentisi ile tanımlanması
halinde sorunların çözümlenmeyeceğini ileri sürmüşlerdir.
Algılanan risk, Bettman (1973) tarafından da iki bileşenle tanımlanmıştır.
Ancak, bu tanımlamada kullanılan bileşenler diğerlerine göre farklıdır. Bettman,
algılanan risk bileşenlerini: “ürünün özünde olan risk” (inherent risk) ve “üstesinden
gelinen risk” (handled risk) olarak belirlemiştir.
•
Ürünün özünde olan risk, bir tüketici için ürün sınıfındaki gizli risktirürün sınıfında çıkan doğal karmaşa derecesidir.
•
Üstesinden gelinen risk, alıcının olağan satın alma koşulları altında ürün
sınıfından bir markayı tercih ettiği zaman ürün sınıfında görülen karmaşa
miktarıdır. Ürünün özünde olan risk, ürün sınıfıyla; üstesinden gelinen
risk ise ürün sınıfından marka tercihi ile ilişkilendirilmiştir (Bettman,
1973, s.184).
Cox (1967), algılanan risk miktarını, bireylerin kaybın olacağına dair özel
kesinlik hisleri ve tehlike altındaki miktarın bir fonksiyonu olarak ele almıştır. Spence
ve diğerleri (1970), satın alma konumunu dikkate alarak algılanan riski tanımlamıştır.
Bu tanıma göre algılanan risk; “bireyin, spesifik satın alma konumunda, bir ürünün satın
alımındaki algıladığı risk miktarıdır”. Dunn ve diğerlerine (1986) göre ise, algılanan
risk, satın alınan ürün ya da marka ile ilgili beklenen negatif faydadır.
Peter ve Ryan (1976), belirsizliğin ve algılanan riskin olmadığı durumlarda, bir
markanın neden tamamen kabul edilmediği sorusunu akıllara getirmiştir. Bu
yaklaşımdan hareketle, Peter ve Ryan, algılanan riski, marka düzeyinde tanımlamıştır.
14
Marka seviyesindeki algılanan risk; alışverişle alakalı kayıp beklentileri diğer bir
deyişle de, satın almada bir önleyici olarak hareket etmektedir.
Dowling (1986), algılanan riskin tabiatı ve tüketici davranışları üzerindeki
etkileri hakkında bir takım temel beyanlarda bulunmuştur. Buna göre;
•
Bireyler, yüksek ilginin olduğu ürün tercih durumlarında risk algılamaktadır.
•
Bireyler, finansal ve finansal olmayan kayıpları özümseyebilmek için farklı
kabiliyetlere sahiptir.
•
Bir birey, satın alma durumlarında araştırma yapmak ve riskten kaçınmak için
doğal bir eğilime sahiptir.
•
Bir birey, maksimum ve minimum risk eşiği seviyesine sahiptir.
•
Ürünler, risklilikleri ile ilgili olarak anlamlı biçimde sıralanabilmektedir.
•
Bir ürünün algılanan riski, bireyin maksimum katlanılabilir seviyesini geçtiği
zaman birey, reddedecek veya risk ilgisini azaltmaya teşebbüs edecektir.
•
Bir ürünün algılanan riski bir bireyin minimum katlanılabilir seviyesini geçmede
başarısız olduğu zaman, bıkkınlık, ilgi ya da farklı araştırma koşulları altında,
daha riski bir ürün lehine reddedilebilmektedir. Bu koşullar, bireyin riski
arttırmasına veya aldırmamasına teşvik etmektedir.
•
Algılanan risk ikisi arasına düştüğünde, bireyler “normal” satın alma
davranışları gösterecektir.
•
Bir ürünün edinilmesi ile ilgili ters (olumsuz) sonuçlar, bireylerin zenginlik
durumlarına göre tanımlanmaktadır.
•
Bir ürünün edinilmesi ile ilgili belirsizlik ve ters sonuçlar, bireylerin risk
katlanılabilirliği tarafından etkilenecektir.
•
Algılanan risk, bilgi araştırma ve riskle başa çıkma davranışlarını teşvik
etmektedir.
•
Algılanan risk ürünler arasındaki tercihleri etkilemektedir.
Algılanan risk kavramının açıklanmasında, Taylor’ın (1974), satın alma kararlarını
etkilediği için, tüketici davranışlarındaki risk üstlenme unsurları arasındaki ilişkiyi ortaya
koyduğu akış şeması da önemli bir yer tutmaktadır. Şekil 1’de bu şemaya yer verilmiştir.
15
Tercih
Belirsizlik/
Algılanan Risk
Genelleştirilen
özsaygı
Spesifik
özsaygı
Endişe
Risk azaltma stratejileri
gelişmesi
Çıktı hakkında belirsizlik
Psiko/sosyal
kayıp
Sonuç hakkında belirsizlik
Fonksiyonel/
ekonomik kayıp
Psiko/sosyal
kayıp
Belirsizliği
azaltma
Fonksiyonel/
ekonomik kayıp
Sonucu azaltma
Bilgi edinme ve
işleme
Risk miktarını azaltma
veya erteleme
Satın alma kararı
Şekil 1. Tüketici davranışlarında risk üstlenme
Kaynak: James W. Taylor (1974), “The Role of Risk in Consumer Behavior”, Journal
of Marketing, 38, 55.
16
Tüketici davranışlarındaki temel problem tercihtir. Tercihlerin sonuçları ise
gelecekte ortaya çıkacağından, tüketiciler belirsizlikle ya da riskle mücadele etmek
zorundadır. Risk, sıklıkla endişe üretebilen can sıkıcılık olarak algılandığından, riskin
algılanması tüketici davranışlarının bir yönüdür. Hem özel bir tercih durumundaki
algılanan risk miktarı hem de riskle mücadele etme yöntemi, bireylerin özsaygı düzeyi
tarafından etkilenecektir. Her tercih koşulu her zaman riskin iki yönünü kapsamaktadır.
Bunlar (Taylor, 1974, s. 54–57):
•
Kararın sonuçları hakkındaki belirsizlik (eğer bu yumurta düzinesini
satın alırsam, hiçbirinin berbat olmadığından nasıl emin olabilirim?),
•
Yapılan
bir
hatanın
sonuçları
hakkındaki
belirsizliktir
(eğer
yumurtalardan biri berbat ise, aile üyelerimden bazıları yer mi ve
rahatsızlanır mı?).
Birinci belirsizlik, bilgi edinme ve işlemeyle; ikinci belirsizlik, tehlike miktarını
azaltma ya da tercihi erteleme ile azaltılabilmektedir. Bir tercih durumunda, risk, olası
kayıp ile değerlendirilebilmektedir. Kayıp, sosyo/psikolojik ya da fonksiyonel/ekonomik
koşullarda ya da bunların bazı birleşimleri olabilmektedir (Taylor, 1974, s. 54–57).
2.1.2. Algılanan Riskin Ortaya Çıktığı Durumlar
Tüketicilerin algıladıkları riskler; kişilik, ürün, yer (Schiffman ve Kanuk, 2004,
s.197; Moven ve Minor, 1998, s.178-179) ve kültüre (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.197)
bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Dolayısı ile bu unsurlar tüketicilerin algılanan
risk miktarlarını etkileyebilmektedir.
Kişilik: Schaninger (1976), algılanan riskle kişilik arasındaki ilişkiyi incelediği
çalışmasında, algılanan riski; kendine saygı, katılık ve risk üstlenme ile negatif ilişkili
bulmuştur. Kendine güveni ve saygısı yüksek, düşük endişeli ve problem yada karar
hakkında düşük aşinalığı olan tüketicilerin, riski kabullenme istekliliği daha büyük
olduğu belirtilmiştir (Moven ve Minor, 1998, s. 178-179).
Ürün: ürün kategorisine bağlı olarak algılanan riskin derecelenmesinde farklılık
gözlenebilmektedir. Bunun yanı sıra, hizmetlerin mallara göre daha fazla algılanan risk
doğurduğu düşünülmektedir.
17
Yer: Geleneksel perakende dükkanları, online, katalog, kapıdan kapıya… v.b. satın
alma yeri de algılanan riski etkilemektedir (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.197). Aqueveque
(2006), tüketim yerinin algılanan sosyal riski etkilediğini tespit etmiştir. Örneğin, posta
yoluyla yapılan ile mağazada yapılan alışveriş kıyaslandığında, posta yoluyla yapılan
alışverişte tüketicilerde daha yüksek düzeyde algılanan risk görülmektedir (Mai, 2001,
s.48).
Kültür: kültürel değerler tüketicilerin, algılanan riski ve risk değerlendirmelerini
etkileyebilmektedir. Örneğin, sosyal, psikolojik, finansal ve performans riskleri; Çin’de
tüketicilerin koruyuculuk (conservation) kültürel değeri ile pozitif; Singapur’da
tüketicilerin bileşke koruyuculuk (resultant conservation) kültürel değeri negatif yönde
ilişkili bulunmuştur (Keh ve Sun, 2008, s. 137). Ayrıca, tüketicilerde algılanan risk bazı
hallerde artış eğilimi göstermektedir. Bu haller (Odabaşı ve Barış, 2003, s.154);
•
Ürün grubu hakkında bilginin az,
•
Marka ile deneyimin az,
•
Ürün yeni,
•
Ürün teknik olarak karmaşık,
•
Tüketici az güvenli,
•
Markalar arasında kalite farkları,
•
Fiyatın yüksek ve
•
Satın alma tüketici için önemli, olduğu olarak belirtilmiştir.
Başka bir kaynakta ise, bir satın almada algılanan riskin aşağıdaki koşullar
altında artmasının olasılığının yükseldiği iddia edilmektedir (Moven ve Minor, 1998,
s.179):
•
Ürünün, zaman veya parasal açıdan hedef pazar için pahalı olması,
•
Başkalarının, alıcının, marka tercihi hususunda değerlendirme yapacağı,
•
Tüketicilerin, ürün sahipliğinden ego tatmini elde edebildiği,
•
Tüketicilerin ürünü satın alma yoluyla; psikolojik, fiziksel yada sosyal
açıdan zarar görebileceği,
•
Tüketicilerin ilgili ürünü almakla, diğer ürünlerin satın alımından
vazgeçmesinin zorunlu olması,
18
•
Aktivitenin istem dışı bir yapısının olduğu ve sonuçların tüketicilerin
kontrolü dışında olduğu haller.
Tüketicilerin yeni ürünlerle ilgili kararlarının bazı potansiyel riskler taşıyabilmesi
söz konusudur. Popielarz (1967), yeni ürün deneme istekliliğinin, farklı türlü riskleri
üstlenme eğilimine yol açtığını belirtmiştir.
2.1.3. Algılanan Risk Türleri
Öncü çalışmalarda algılanan risk, riskin boyutları ve belirsizlik ile olumsuz
sonuçlarla ilişkilendirilmiş daha sonraları ise risk literatürüne farklı sonuçlar ve
boyutları öneren çalışmalar katılmıştır. Bauer’in ‘belirsizlik’ ve ‘olumsuz sonuç’ olmak
üzere iki boyutlu algılanan risk yapılandırmasından sonra çok boyutlu yapılandırmaların
geliştirildiği görülmektedir.
Roselius (1971); zaman kaybı, ego kaybı, para kaybı ve tehlike (hazard) kaybı
olmak üzere dört kayıp türü tanımı yaparak algılanan riskte çok boyutlu bir
yapılandırma gerçekleştirmiştir. Buna göre:
1.
Zaman kaybı: ürünün bozulması halinde, zaman kaybı ve ayarlama, onarma
ve yer değiştirmede geçen süre,
2.
Tehlike: ürünün başarısız olması halinde sağlık ve güvenliğin tehlikeye
düşmesi,
3.
Ego kaybı: ürünün kusurlu olması ile başkaları tarafından aptal konuma
düşürülmesi ya da aptal olduğunu düşündürmesi,
4.
Para kaybı: ürünün bozulması halinde değiştirme ya da uygun hale
getirilmesinde görülen parasal kayıp olarak tanımlanmıştır.
Algılanan riskin boyutlandırılmasında, Jacoby ve Kaplan (1972) beş risk boyutu
önermiştir. Bu boyutlar; finansal, performans, psikolojik, fiziksel ve sosyal risktir.
Bununla birlikte, Ross (1975), Roselius’un zaman kaybı haricinde önerdiği diğer
boyutların,
Jacoby
ve
Kaplan’ın
önerdiği
boyutlarla
benzer
kümede
değerlendirebileceğini ve bu boyutların benzer iş gördüklerini ileri sürmüştür.
Pek çok çalışmada (Peter ve Tarpey, 1975) altı boyutun Jacoby ve Kaplan’ın
önerdiği beş risk boyutunun; finansal, performans, psikolojik, fiziksel ve sosyal risk ve
19
Roselius’ un zaman riski boyutlarının birlikte ele alındığı görülmektedir. Bununla
birlikte, bu altı risk türünün, bütün olarak algılanan riskin önemli bir kısmını açıkladığı
ortaya konmuştur (Stone ve Gronhaug, 1993, s. 46, Dholokia, 1997, s.163).
Algılanan riskin boyutlandırılmasına katılanlardan birisi de Mithcell (1998)dir.
Mithcell (1998) de bakkal perakendede beş risk algısı boyutu tanımlamıştır. Önerilen bu
boyutlar; fiziksel, performans, finansal, zaman ve psikolojik risktir.
Geçmiş çalışmalar incelendiğinde, literatürde, dokuz algılanan risk boyutuna yer
verildiği görülmektedir (Lim, 2003, s.219). Bu boyutlar: finansal risk, performans riski,
psikolojik risk, fiziksel risk, sosyal risk, kişisel risk, mahremiyet riski ve kaynak
riskidir. Bu boyutlardan ilk beşi, bu bölümünün ilerleyen kısmında ele aldığından
burada açıklanmamıştır. Diğer boyutlar ise (Lim, 2003, s.219);
•
Kişisel risk: kişinin satın alma nedeni ile kendisinin zarar görme olasılığı,
•
Mahremiyet riski: online işletmelerin bireylerin bilgilerini toplaması ve
uygunsuz biçimde kullanması olasılığı,
•
Kaynak riski: güvenilir ürün satmayan işletme nedeni ile bireylerin zarar
görmesi olasılığı olarak tanımlanabilmektedir.
Bu boyutlar ve bu boyutlara değinen çalışmalara Tablo 2’de yer verilmiştir.
Tablodan da anlaşılabileceği üzere, her algılanan risk boyutunun tüketici davranışlarına
önemli etkiye sahip olmadığı görülmektedir.
Tablo 2
Algılanan Risk Boyutları
X
1974
Lutz ve Reily
1982
Korgaonkar
1985
Gemüngen
X
X
S
X
X
X
X
X
X
X
X
Kaynak
Jacoby ve Kaplan
X
Mahremiyet
1972
X
Kişisel
X
Zaman
Roselius
Psikolojik
1971
Fiziksel
Yazar (lar)
Finansal
Yıl
Sosyal
Algılanan Risk Boyutları
Performans
Önceki Çalışmalar
20
(Tablo 2’nin Devamı)
1986
Festervand ve diğerleri
S
S
S
1990
Mccorkle
X
X
X
1993
Simpson ve Lakner
S
X
X
X
X
1995
Darley ve Smith
X
X
X
X
X
1996
Jarvenpaa ve Todd
X
S
X
1996
Van Den Poel ve Leunis
X
X
1997
Fram ve Grady
S
1999
Graphic, Visualization & Usability S
X
X
X
S
X
X
Center
1999
Korgaonkar ve Volin
S
1999
Vellido ve diğerleri
S
2000
Cheung ve Lee
X
2000
Nyshadham
2000
Tan ve Toe
S
S
S
S
S
X: Çalışmanın ele aldığı boyutlar S: Çalışmada önemli bulunan boyutlar
Kaynak: Nena Lim (2003), “Consumers’ perceived risk: source versus consequences”,
Electronic Commerce Reserach and Applications, 2, s.220.
Algılanan riskin boyutlandırılmasında önerilen başka bir boyut da, online
alışverişe has olarak “güvenlik riski” dir. Güvenlik riski, online işlemlerde hassas
bilgilerin iletiminde algılanan güvensizlik olarak tanımlanmıştır (Kim vd., 2009, s.206).
Tüketicilerin, ilgili ürün için ödediği paranın yanında kredi kartındaki tüm parayı da
kaybedebilmesi, güvenlik riskinin açıklanmasında kullanılmaktadır (Bertea, 2010, s.50).
2.1.3.1. Fiziksel Risk
Jacoby ve Kaplan (1972), ürünün güvenli olmaması, örneğin kötü, zararlı hale
gelmesi veya sağlığa zararlı olması olasılığını, fiziksel risk olarak tanımlamıştır.
Fiziksel riskin ele alındığı pek çok çalışmada, Jacoby ve Kaplanın çalışmalarında
olduğu gibi, sağlığın öne çıkan önemli unsur olduğu görülmektedir (Kim, Qu ve Kim,
21
2009, s.206; Kleijnen, Lee ve Wetzels, 2009, s.348; Simpson ve Siguaw, 2008, s.321;
Lim, 2003, s.219; Mitchell, 1998, s.173).
Tüketiciler arasında sağlık endişesinin artması (Prasad, Strijnev ve Zhang, 2008,
s. 301) ve sağlıklı yaşama arzusunun yaygınlaşma göstermesi, tüketicilerin sağlık
konusundaki duyarlılığını arttırabilmekte ve sağlıkla ilgili duyarlıkta algılanan risklerini
arttırabilmektedir. Sağlık ve algılanan risk konusuna tezin GDO bölümünde daha geniş
yer verilmiştir.
Fiziksel risk, sağlık tehdidinin yanı sıra tüketicilerin görüntüsü,
fiziksel ve
alışverişte harcanan zihinsel enerji ve ürünlerin satın alınmasında efor tasarrufu
fonksiyonlarıyla ilgi olarak da değerlendirilmektedir. Gıdaların kalitesindeki endişeler
de bu risk kategorisinde değerlendirilmektedir (Mitchell, 1998, s.173). Fiziksel risk,
insan ve çevreye olan etkiyi içine almaktadır (Klerck ve Sweeney, 2007, s.186).
Dolayısı ile bir ürünün insan ve çevre üzerinde olumsuz sonuçlara neden olması, çevre
kirliliğine yol açma ihtimali ve doğal dengenin zarar görebilme ihtimali fiziksel risk
kapsamında ele alınabilmektedir.
Ürünlerin, beklenildiği kadar iyi görünmemesi (Lim, 2003, s.219), bunun yanı
sıra; kaza, güvenlik, güvence, saldırılıp soyulma, saldırı, adam ve çocuk kaçırma ve
terörizm fiziksel risk altında düşünülmektedir (Simpson ve Siguaw, 2008, s.321).
2.1.3.2. Performans Riski
Tüketiciler
bir
mal
ya
da
hizmeti,
bunların kendine
vaat
ettikleri
performanslardan doğacak faydaları elde ederek ihtiyaçlarını karşılamak için satın
almaktadır. Tüketicilerde algılanan performans riskini, satın alınan ürün/hizmetin
performansındaki olası başarısızlıklar oluşturmaktadır (Kim vd, 2009, s.206). Başka bir
deyişle, performans riski, ürünün uygun biçimde çalışmaması ihtimalini yansıtmaktadır
(Jacoby ve Kaplan, 1972, s.383).
Mitchell (1998), performans riskini iki kategoride ele almıştır. Birinci kategori;
seçilen ürün ya da mağaza arzu edildiği gibi performans göstermiyordur ve böylece söz
verilen faydayı vermemesi durumunu yansıtmaktadır. İkinci kategori ise; performans
riski, diğer kayıpların bir birleşimi olan tüm risklerin bir vekili olarak tanımlanmıştır.
Lim (2003) bu algılanan risk boyutunun, ürünün faydalılığı ya da fonksiyonelliği
ile benzerlik gösterdiğini belirtmiştir. Ürünle ilgili mahzur ve arıza olasılığı (Woodside,
1974, s.225), satın alınan ürünün, uygun biçimde çalışmaması ve çok kısa bir süre için
22
kullanılabilir olma olasılıkları (Lim, 2003, s. 219), gıdaların tatlarının (Klerck ve
Sweeney, 2007, s.177) ve ürünün reklamında vaat ettiklerini vermemesi (Jonge vd.,
2007, s.132) performans riski ile ilgilidir.
2.1.3.3. Finansal risk
Tüketiciler bir üründen sağlamayı düşündüğü faydayı yükseltmek için, daha çok
ya ürününe tam karşılık gelen fiyatı ya da daha düşük bir fiyatı ödeme istekliliği
içindedir. Dolayısıyla, tüketiciler arasında satın aldıkları ya da satın alma sürecinde
oldukları
ürün
için,
parasal
yönden,
ürünün
ödenecek
maliyeti
karşılayıp
karşılamayacağı başka bir ifade ile de değip değmeyeceği önemli bir endişeyi
doğurmaktadır. Satın alınması düşünülen ürün için ileride bir indirim yapılıp
yapılmayacağı dolayısıyla daha ucuza alıp alınamayacağı tüketicilerde merak
uyandırabilmekte ve huzursuzluğa yol açabilmektedir.
Wells ve Prensky (1996) tüketiciler için riski azaltmanın, bazen seçilen mal ya
da hizmetin sadece fiyatına dayandığını ileri sürmüştür. Yazarlar; tüketiciler için yüksek
fiyat yüksek kalite anlamına gelebileceğini ve böyle tüketicilerin, daha pahalı bir
ürünün aradıkları faydayı daha fazla sağlayabileceğini farz edebileceğini belirtmişlerdir.
Finansal risk, kısaca, parasal kayba verilen ihtimaldir (Jacoby ve Kaplan, 1972,
s.383). Tüketicilerin paralarına karşılık ürünlerin değerlerinin ne kadar olduğu ve
ürünlerin iyi performans göstermediğinde ne kadar paranın çöpe atılacağı endişesi,
finansal riskle ilişkilidir (Mitchell, 1998, s.174).
Ekonomik kaynakları israf etme (Kleijnen vd., 2009, s.348), ürün/hizmet
başarısızlıkları nedeni ile finansal açıdan değer elde edememe (Kim vd., 2009, s.206),
gereğinden fazla ödeme yapma (Kim vd., 2009, s.206) ve seyahat maliyeti (Mitchell,
1998, s.174) tüketicilerdeki algılanan finansal riski oluşturan unsurlar arasındadır.
Bununla birlikte, parasal endişeler, ‘hava parası’, soygun ve hırsızlık da bu algılanan
risk türü içinde ele alınmaktadır (Simpson ve Siguaw, 2008, s.321).
2.1.3.4. Psikolojik Risk
Jacoby ve Kaplan’a (1972) göre psikolojik risk, ürünün kişisel imaj ve konseptle
uyuşmama olasılığıdır. Başka bir deyişle de, tüketicilerin satın alma davranışlarıyla
ilgili olarak zihinsel stresten acı çekme olasılığıdır. Psikolojik risk, zayıf bir ürün
23
tercihinin, tüketicinin egosunu zedeleyebilmesi (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.197) ve
kendi imajını alçaltabilmesi (Moven ve Minor, 1998, s. 177) hakkındaki riskle ilgilidir.
Psikolojik riskler arasında; kaybetme korkusu, işlerin yolunda gitmesi
hakkındaki endişe, genelleştirilmiş korku (Simpson ve Siguaw, 2008, s.321–322)
sayılabilmektedir. Kişilik ve özeleştiride olumsuz etkiye neden olabileceği düşünülen
ürünler psikolojik riske yol açmaktadır (Kim vd., 2009, s.206).
Psikolojik risk, diğer risk türleri üzerinde etkili olabilmektedir. Stone ve
Gronhaug (1993) yaptıkları çalışmada psikolojik riskin; finansal, sosyal, zaman,
performans ve fiziksel riskler için önemli bir aracı rolü olduğunu göstermiştir.
2.1.3.5. Sosyal Risk
Tüketiciler yapacakları satın alma ile sosyal kabul edilirliklerine katkıda
bulunmayı isteyebilmektedir. Sosyal kabul amacını açık ya da kapalı biçimde taşıyan
satın alımlarında tüketiciler, toplumun bireyleri tarafından daha da özelde aile ve
arkadaşları ya da içinde yer almak istediği diğer sosyal gruplar tarafından beğenilme ve
onaylanma sağlayacak ürünleri tercih edebilecektir. Bu bağlamda, aile ya da arkadaşlar
tarafından beğenilmeme tehlikesi sosyal riske neden olmaktadır (Woodside, 1974,
s.225).
Sosyal risk, satın alma davranışları ile referans gruplarının fikirlerinin olumsuz
yönde etkilenme (Kim vd., 2009, s.206), başka bir tanımlama ile de toplumun üyeleri
tarafından alışveriş davranışının kabul görülmeme olasılığıdır (Lim, 2003, s.219). Daha
da indirgeyerek sosyal riskin, arkadaşları ya da ailesi tarafından bir tüketicinin zayıf bir
tercih yaptığı düşüncesinin ortaya çıkarıldığı durumlarda görüldüğü söylenebilmektedir.
Ürün kesinlikle doğru olsa bile diğerlerinin kararı ürünün zayıflığı yönünde
olabilmektedir (Mitchell, 1998, s.174). Aile ve arkadaş çevresi tarafından beğenilme ve
onaylanma konusundaki risklerin yanı sıra, başkaları ve çocuklar için endişe duyma,
ırkçılık, ayrımcılık ve arkadaşça olmayan davranışlar sosyal risk kategorisi içinde ele
alınmaktadır (Simpson ve Siguaw, 2008, s.321).
2.1.3.6. Zaman Riski
Tüketiciler, satın alımları vasıtası ile elde edecekleri faydayı yükseltebilmek için
doğru ürünü doğru yerden, doğru fiyata ve doğru zamanda almak isteyebilmektedir.
24
Ürünün satın almada ve kullanmada geçen, gereğinden fazla harcanan zaman, algılanan
zaman riskinin oluşmasına yol açmaktadır.
Hizmet ya da ürünlerin başarısızlıklarında kaybedilen zamanla ilgilidir. Seyahat
ve bekleme zamanı bu kategoride değerlendirilmektedir. Hizmetlerin hızı, mağaza
içinde malların kolay bulunmasını sağlayacak tasarım da algılanan zaman riskine etki
etmektedir. (Mitchell, 1998, s.174). Makbuz beklerken ve tatminsizlik doğurmuş
ürünün geri dönüşünü beklerken geçen zaman da bu algılan risk türü içinde ele
alınmaktadır. Alışverişten kaynaklanan zamanın boşa harcanması ya da kolaylık kaybı
olasılığı olarak da tanımlanabilmektedir (Kim vd., 2009, s.206). Ürünü kullanmayı
öğrenmek için geçen süre (Jonge vd., 2007, s.132), ürünün hastalığa sebep olması
hallinde; sağlık yardımının araştırılmasında, yatalak ve hastanede geçirilen günler
zaman riskine örnek verilebilmektedir (Yeung ve Yee, 2002, s.220).
Algılanan risk türleri ile ilgili kısa açıklama ve örneklere Tablo 3’de yer
verilmiştir (Odabaşı ve Barış, 2003, s.154–155).
Tablo 3
Algılanan Risk Türleri ve Örnekler
Risk türü
Nedeni
İşlevsel
Ürünün uygun ve beklendiği gibi
çalışmaması olasılığı
Fiziksel
Ürünün, birinin sağlığının ya da
fiziksel yapısını olumsuz etkileme
olasılığı
Yanlış karar sonucu parasal kayıp
Finansal
Ürün ya da mağazanın mensup
olunan grup ve çevre tarafından
onaylanma olasılığı
Psikolojik Ürün ya da mağazanın, tüketicinin
benliğine uymama olasılığı
Sosyal
Zaman
Ürünün ayarlanması, değiştirilmesi
ya da tamir edilmesinde enerji ve
zaman kaybı olasılığı
Negatif
sonuçlara
yönelik
akla
gelebilecek sonuçlar
Bu ucuz şampuan saçımdaki kepeklere
gerçekten çözüm getirir mi? bu kıyma
makinesi parmaklarımı da kıyar mı?
Aldığım zayıflama çayı yan etkiye sahip
mi?
Bu ikinci el gitar için fazla mı ödedim? Bu
banka yakında batar mı?
Kaynanam bu hazır çorbayı beğenir mi?
Erkek arkadaşım aldığım eteğin boyundan
rahatsız olur mu?
Güneş alerjimden korunmak için şapka
takarsam gülünç konuma düşer miyim? Bu
estetik ameliyat ile “kararlı bir burun” a
sahip olabilecek miyim?
Yeni bilgisayarımı öğrenmek ne kadar
zamanımı alır? Aldığım otomobilin gerekli
durumlarda bakımı için ne kadar zaman
gerekir?
Kaynak: Yavuz Odabaşı ve Gülfidan Barış (2003), Tüketici Davranışı, MediCat Kitapları, s:153–154,
İstanbul.
Tüketicilerin gıdaya dayalı satın alımlarında algılanan risk türlerine yönelik
çalışmalarda, bazı algılanan risk türlerinin daha çok öne çıktığı görülmektedir. Yeung
25
ve Moris (2006) yaptıkları çalışmada, sağlık, para, zaman, yaşam stili ve tat kaybı
hakkında yaşadığı risk algılarının tüketicilerin satın alma olasılığına olumsuz etkisi
olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, çalışmaya göre uzun süreli ters etki algılanan riskin en
önemli şekillendiricilerindendir. Yeung ve Yee (2002) de çalışmalarında tüketicilere
göre, algılanan risk bileşenleri arasında sağlık kaybının en önemli, psikolojik kaybın
ikinci, finansal kaybın üçüncü ve zaman kaybınınsa dördüncü önemli bileşen olduğunu
belirlemiştir. McCarty ve Henson (2005), tüketicilerin sığır eti ile ilgili olarak risk
algılarının; sağlık ve güvenlik endişelerinin yanında satın alma noktalarında yaptıkları
tercihlerin finansal, psikolojik, sosyal ve performans sonuçlarıyla ilgili olduğunu tespit
etmiştir. Bununla birlikte, yazarlar, psikolojik ve sosyal riskin bir bütün olarak algılanan
riskte payı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Brooker (1984), markasız gıda malları için
önemli olan algılanan risk türünün, finansal ve performans riski en az ise fiziksel ve
sosyal riskin olduğunu belirlemiştir.
2.2. Kulaktan Kulağa İletişim
Tüketiciler, tercihlerindeki belirsizlikleri azaltmak ve gelecekteki tüketimleri
hakkında tahminde bulunmak için sayısız bilgi kaynağına başvurmaktadır. Bu bilgi
kaynaklarından, ürün özelliklerinden başkalarının fikirlerine kadar geniş bir yelpazede
bilgi edinebilmek mümkündür. Ancak, tüm bilgi kaynakları eşit miktarda tahminde
bulunabilme gücü sağlayamamaktadır. Dolayısı ile tüketicilerin, bilgi kaynağına
güvenecekleri zaman seçici olmaları gerekmektedir (Gershoff, Bronıarczyk ve West,
2001, s.418).
Tüketiciler,
önemli
satın
alımlarda
bulunacakları
zamanlarda,
sıklıkla
arkadaşlarından ve yakınlarından tavsiye alma yoluna gidebilmektedir (Wirtz ve Miller,
1977, s.46). Tüketiciler, kulaktan kulağa iletişimden doğan tavsiyeleri, yüksek derecede
güvenilir bulmakla birlikte, satın alma karar süreçlerinde (Varey, 2002, s.66) bilgi
sağlamak, kararlarını desteklemek ve pekiştirmek ve satın alma sonrası değerlendirme
yapmak için kullanmaktadır (Fill, 1995, s.33). Satın alma sonrasında kulaktan kulağa
iletişim, tüketicilerin ilgili ürüne ilişkin tatmin düzeyini (Wirtz ve Miller, 1977, s.46) ve
marka tercihini (Hansen ve Singh, 2009, s.173) de etkileyebilmektedir.
Arora (2007) kulaktan kulağa iletişimin, gelecekte pazarlamada bir zorunluluk
olacağını belirtmiştir. Bu iddiasını aşağıdaki bulgularla desteklemektedir:
26
•
E- Marketer’a göre (www.emarketer.com) Amerika’daki ekonomik
aktivitelerin üçte ikisi, bir ürün, marka ya da hizmet hakkında paylaşılan
fikirlerden etkilenmektedir.
•
Northwestern Üniversitesi’ndeki araştırmacılara göre her konuşmanın
%15’i bir ürün ya da hizmeti içermektedir.
•
CMO dergisinin Nisan 2005 anketine göre, son altı ay içinde
katılımcıların %43’ü kulaktan kulağa iletişim şirketleri ile çalışmayı
planlamaktadır.
•
Advertising Age’ e göre -January 23,2006- online buzz medyanın ilgisini
artırırken, %80 oranında kulaktan kulağa iletişim offline olarak
oluşturulmaktadır.
2.2.1. Kulaktan Kulağa İletişim Kavramı
Bir medya aracı olarak kulaktan kulağa iletişim, belki de en eski, en geniş ve en
etkili araçlardan bir tanesidir. Kulaktan kulağa iletişim, pek çok pazarda oldukça yaygın
olup küçümsenemez bir role sahiptir. Bu iletişim, müşterilerin; nereden alışveriş
yapacağını, hangi bilgiyi araştıracağını, ne satın alacağını ve satın alma sonrası nasıl
değerlendirme yapacağını etkileyebilmektedir. Bir bilgi kaynağı olarak da kulaktan
kulağa
iletişimin
önemi,
tüketicilerin
karar
verme
süreçlerinde
de kendini
göstermektedir (Stewart ve Kamins, 2003, s.285, 299-300).
Literatürde, kulaktan kulağa iletişim çalışmalarının büyük ölçüde, 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra başladığı görülmektedir. Bununla birlikte, tüketici davranışlarında
geleneksel kulaktan kulağa iletişim araştırmaları ise 1955’te Paul Lazarsfeld ve Elihu
Katz tarafından ortaya konmuştur (Sheth, Gardner ve Garrett, 1988, s.114). Kulaktan
kulağa iletişimin bugüne kadar pek çok tanımı yapılmasına rağmen kulaktan kulağa
iletişim kavramının tek bir tanımı üzerinde fikir birliğine ulaşılamamıştır. Kulaktan
kulağa iletişim yazınında yer alan tanımlamaların bazılarına Tablo 4’ de değinilmiştir.
27
Tablo 4
Kulaktan Kulağa İletişim Tanımları
Kaynak
Tanım
Chung ve Darke 2006
Malların ve hizmetlerin değerlendirilmesi ile
(Jang, 2007, s.9)
ilgili özel şahıslar arasındaki informal
iletişim.
Carl 2006 ve Arndt 1967
Ticari bir varlıkla bağlantısı olmadığı
(Jang, 2007, s.9)
hissedilen insanlar arasında geçen, bir marka,
ürün ya da hizmet hakkındaki yüz yüze
iletişim.
Godes,
Bir ürün ya da hizmetle ilgili birebir ve yüz
Mayzlin,Chen,das,Dellarocas,Pfeiffer,Libai,
yüze bilgi takası.
Sen,Shi ve Verlegh 2005 (Jang,2007, s.9)
Bone 1992
İki ya da daha fazla, bir pazarlama kaynağı
(Jang,2007, s.9)
sunmayan, bireylerin yorumlarının,
düşüncelerinin ve fikirlerinin takası.
Schiffman ve Knuck 1979
Kişiler arasında ve resmi olmayan, iki ya da
(Jang,2007, s.9)
daha fazla insan arasında gerçekleşen, hiç
kimsenin ticari bir satış kaynağını temsil
etmediği iletişim. Bu iletişim telefon
konuşmalarını ve sohbet gruplarının
internetteki iletişimlerini de içine alır.
Chan (2000)
Bir ürünle ilgili mesajın formülleşmesini
içeren, bir tüketiciden başka bir tüketiciye bu
mesajın aktarıldığı uyarlanabilir iletişim
sürecidir.
Kaynak: Dongsuk Jang (2007), “Effects of Word-Of-Mouth Communication on Purchasing
Decisıons in Restarrants: a Path Analytic Study”, Doktora Tezi, University of Nevada, s. 9’dan
faydalanılmıştır.
Bu tanımlardan hareketle, kulaktan kulağa iletişimin; ticari bir amacı olmayan
taraflar arasında gerçekleşen, resmi olmayan iletişime dayalı olarak mal, hizmet
düşünce ya da markalarla ilgili bir iletişim türü olduğu görülebilmektedir. İletişim
amacının ticari bir kaygıyı içermemesi tüketicilerin bu iletişim boyunca elde edeceği
bilgiyi daha güvenilir bulmasında önemli bir neden olarak düşünülebilmektedir.
28
Kulaktan kulağa iletişim, bazı anahtar kelimeler ışığında karakterize edilmeye
çalışılmıştır. Bu kelimeler; değerlik, odak, zamanlama, istem ve müdahale tarafından
karakterize edilmektedir. Değerlik, kulaktan kulağa iletişimin pozitif ya da negatif
olabilirliğini; odak, tüketicilerle birlikte içsel pazarlara, tedarikçi, etkileyici, takviye
(recruitment) pazarlarına da odaklanmayı; zamanlama, satın alma ve sonrasını; istem,
kulaktan kulağa iletişimin istemli ya da istemsiz bildirilebileceğini ve son olarak
müdahale ise; kulaktan kulağa iletişime şirketlerce pro-aktif biçimde müdahale
edildiğini temsil etmektedir (Buttle, 1998, s.243–246).
2.2.2. Kulaktan Kulağa İletişim ve Tüketici Davranışları
Kulaktan kulağa iletişim, piyasada çok fazla sayıdaki iletişim mesajlarına maruz
kalan tüketiciler için geçmiş de olduğu gibi bugünde, güvenilir bir kaynak olarak
tüketicilerin satın alma ve sonrası değerlendirmelerini etkilemektedir. Kulaktan kulağa
iletişim, ticari kaygı taşımayan ve genellikle de tüketicinin çevresinden kişilerce
gerçekleştirildiğinden, hem kulaktan kulağa iletişim alıcısı ve hem de vericisi için
faydalar taşımaktadır.
Literatürdeki geleneksel kulaktan kulağa iletişim araştırmaları; fikir liderleri
tarafından kulaktan kulağa iletişimin gerçekleştirilmesi, yeni ürünlerin yayılmasında
kulaktan kulağa iletişimin etkileri, bilgi araştırmada kulaktan kulağa iletişim ve, tatmin
ve bağlılık ile ilgili olarak kulaktan kulağa iletişimin öncülleri gibi konularda
yapılmıştır (Cheung, Anıtsal ve Anıtsal, 2007, s.236). Önceki çalışmalarda ayrıca;
kulaktan kulağa iletişimin öncülleri, iletişim sonuçları ile bilhassa da olumsuz bilgi
üzerinde durulduğu görülmüştür (Lam ve Mizerski, 2005, s.216).
Arora’ya (2007) göre kulaktan kulağa iletişim, tüketicilerin tercihlerini ve
sadakatlerini etkilemekte ve tüketicilerde beklenmedik değişiklikleri azaltmaktadır.
Kulaktan kulağa iletişimle elde edilen bilgi güvenilirliğinin yanında, tavsiyede
bulunanın tavsiye alan hakkında bilgi sahibi olması halinde uzmanların söylemek
zorunda oldukları bazı şeylerden daha faydalı bulunabilmektedir. Ayrıca, güvenilir
bilginin hatırlanmasının daha kolay olacağı ve böylece etkisinin de büyük olacağı
belirtilmiştir (Arnould, Price ve Zinkhan, 2004, s.589).
Kulaktan kulağa iletişim etkisinin, ürün kategorilerine göre değişiklik
gösterdiğine dair kanıtlar mevcuttur. Özellikle tüketicilerin hizmetlerle ilgili satın alma
kararlarında kulaktan kulağa iletişim oldukça etkilidir. Hizmetler ancak satın alma, satın
29
alma sonrası ve tüketim esnasında daha iyi kavranabilmektedir. Pek çok hizmet için
yüksek derecede deneyim ve güven niteliği söz konusudur. Ayrıca, profesyonel
hizmetlerde, kulaktan kulağa iletişim müşterilere ulaşmada oldukça önemli bir
kaynaktır (Christiansen ve Tax, 2000, s.186; Walker, 2001, s.62).
Bazı hizmetlerin satın alımında, algılanan riskin malların satın alınmasındakinden
daha yüksek olduğu bilinmektedir. Hizmetlerin satın alınmadan önce görülemez,
dokunulamaz,
tadılamaz
ve
ispatlanamaz
olmaları
değerlendirilmelerini
de
zorlaştırmaktadır. Bu durumda tüketicilerin, ilgili hizmet deneyimini önceden yaşamış
kişilerden yararlanma yoluna gitmeleri söz konusudur. Alıcının yeterli bilgiye sahip
olmadığı ve belirsizlikle karşılaştığı durumlarda ve algılanan riskin yüksek olduğu durumda
kişisel kaynaklardan elde edilen bilgiler daha güvenilir bulunmaktadır (Haywood, 1989,
s.56).
Peterson (1989), yeni ürünün yenilik/yayılma oranlarının daha iyi anlaşılması ve
tahmin edilebilmesi için, kulaktan kulağa bilgi ve bu bilginin yönü (negatif/pozitif),
gücü ve transfer edilen miktarın hesaba katılması gerektiğini iddia etmektedir.
Odabaşı ve Barış (2003), tüketicilerin kulaktan kulağa iletişime; risk azaltmak,
güvenilir kaynak temin etmek ve satın alma kararlarını gerçekleştirme güdüleri ile
yöneldiklerini belirtmiştir. Literatürdeki pek çok çalışmadan da, tüketicilerin, kulaktan
kulağa iletişim sürecine hem alıcı hem de verici olarak girmelerinde pek çok nedenin
etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Kulaktan kulağa iletişim yazınının öncü çalışmaları arasında yer alan, Arndt
1967 ve Dichter 1966’daki çalışmalarında tüketicilerin: uyumsuzluğu azaltma, ürün
ilgisi, kendine ilgi, başkaları için endişe etme, uzmanlık gösterme ve ilişki geliştirme ve
artırmak için kulaktan kulağa iletişimle meşgul olduklarını belirtmiştir (Cheung vd.,
2007, s.236). Engel ve diğerleri (1969) de, bir yeni ürün ya da hizmetin kullanıcısının
kulaktan kulağa iletişim kanalı olması yönünde kuşkularının olmadıklarını belirtmiştir.
Yazarlara göre, tüketicileri yeni ürünle ilgili konuşma yapmaya; ürün ilgisi, kendine
ilgi, diğerlerini düşünme ve çelişki azaltma gibi nedenler teşvik etmektedir.
Yakın zamanda yapılan çalışmalarda da kulaktan kulağa iletişime teşvik eden
faktörler incelenmeye devam edilmiştir. Bu çalışmalardan Cheung ve diğerleri (2007),
yaptıkları nitel çalışma ile kulaktan kulağa iletişime motive eden faktörler olarak; öç alma
peşinde olma, telafi istemek, pazarlık gücü peşinde koşmak ve başkalarını düşünmeyi
göstermiştir. Jang (2007), pozitif kulaktan kulağa iletişimin restoran müşterilerinin kulaktan
30
kulağa deneyimleri üzerinde büyük etkiye sahip olduğunu, kulaktan kulağa bilgi
araştırmasının algılanan riskin yüksek olmasıyla artış gösterdiğini belirtmiştir.
Literatürde, kulaktan kulağa iletişimin yönünün olumlu ya da olumsuz olmasına
bağlı olarak da teşvik edeci nedenlerin tespit edildiği görülmektedir. Sundaram ve
diğerleri (1998), pozitif kulaktan kulağa iletişimin motive edicileri olarak; başkalarını
düşünme, ürün ilgisi (ürünü satın alma ve kullanma, sahiplik, ürüne kişisel ilgi), kendini
artırma (kendini zeki alışverişçi olarak gösterme ve imajını artırma) ve şirkete yardımı
işaret etmiştir. Yazarlar, negatif kulaktan kulağa iletişimin motive edicilerini; başkalarını
düşünme (başkalarının yaşanabilecekleri olası problemlere engel olma), endişeyi azaltma,
öç alma, öğüt alma (problemine çözüm bulma) olarak belirlemişlerdir.
Tatminsizlik yaşayan tüketiciler, negatif kulaktan kulağa iletişim içinde
bulunabilmektedir. Richins (1983), yaşanan problemin şiddeti ile birlikte tatminsizliğin
artması ve müşterinin şikayetine karşılık olarak hevesliliği negatif algılaması
durumunda, negatif kulaktan kulağa iletişimle meşgul olma olasılığının artacağını ileri
sürmüştür. Chelminski (2003), negatif kulaktan kulağa iletişimin, bir işletmenin
kusuruna karşılık şikayette bulunan tüketiciler tarafında gerçekleştirildiğini ileri
sürmüştür. Ancak, Carpenter (2003) perakendeci mağaza markalarında kulaktan kulağa
iletişimi incelediği çalışmasında; alış-verişteki tatminin, ilgili markaya ilişkin kulaktan
kulağa iletişime neden olmadığını tespit etmiştir. Bununla birlikte yazar, tutumsal
bağlılığın tatminle gerçekleştiğini, tutumsal bağlılığın ise kulaktan kulağa iletişime yol
açtığı belirlemiştir.
Kulaktan kulağa iletişim vericileri için kişisel ilgi, genel bir motivasyon
kaynağıdır. Daha fazla ürün bilgisine sahip olan ve spesifik ürün tutumları gelişmiş
tüketiciler, kulaktan kulağa iletişim vericisi olarak başkaları ile iletişim kurabilmekte ve
kişisel görüşlerini başkalarına iletebilmektedirler. Kulaktan kulağa iletişim, günlük
konuşmaların önemli bir parçası olarak kulaktan kulağa iletişim vericisine, diğer
tüketicilerle sosyalleşebilme ve arkadaşlık kurma gibi sosyal faydalar da sağlamaktadır.
Kulaktan kulağa iletişim alıcısı açısından bakıldığında ise, satın alma kararlarında bilgi
sağlama önemli bir teşvik edici olarak görülebilmektedir. Bunun yanı sıra, kişisel
tanıtımın (self-promotion) ve kişisel farkındalığın (self-awareness) yüksek olduğu
durumlarda kulaktan kulağa iletişim daha fazla görülmektedir (Chung, 2000, s.13–21).
Kulaktan kulağa iletişimin, tüketicilerin lehine, pek çok olumlu zevksel ve
fonksiyonel sonuçları oluşturmaktadır. Tablo 5’de kulaktan kulağa iletişimin
tüketicilere sağladığı faydalara yer verilmiştir. Tablodan da görüldüğü üzere kulaktan
31
kulağa iletişim, bu iletişime katılan taraflara satın alma davranışlarında, sosyo
psikolojik ve işlevsel kolaylıklar sunmaktadır.
Tablo 5
Kulaktan Kulağa İletişimin Tüketiciye Faydaları
Zevke Ait Faydalar
Alıcılar
-
Göndericiler
(vericiler)
-
Yeni davranışların riskini
azaltır.
Tercihlerin güvenilirliliğini
artırır.
Bilişsel çelişkiyi azaltır.
Arzu edilen grup ya da
birey tarafından kabul
edilme olasılığını artırır.
Güç ve itibar hissetme
Başkalarının
davranışını
etkileme
Grup içindeki konumu
yükseltmek
Fonksiyonel Faydalar
-
-
Tercihler hakkında daha fazla
bilgi
Daha güvenilir/inandırıcı bilgi
Araştırmaya daha az zaman
harcama
Diğer bireyleri ile ilişkileri
arttırmak
Muhtemel takasın karşılıklılığı
Dikkat ve statü arttırma
Benzer davranışlı bireylerin
sayısında artış
Grup içinde bağlılığı arttırma
Sözel ifadenin tatmini
Kaynak: Roger D. Blackwell, Paul W. Miniard, James F. Engel (2006), Consumer Behavior,
Thomson South-Western, 10th Edition, s. 535.
Kulaktan kulağa iletişime, kültürel değerlerin etkili olabileceği ilgili yazındaki
pek çok çalışmada görülebilmektedir. Kollektivist kültür değerine sahip bireylerde,
kulaktan kulağa iletişimde bulunma niyetinin daha fazla görüldüğü ortaya konmuştur
(Lee, Khan ve Ko, 2008; Usunier ve Lee, 2005, s.257). Cheung ve diğerleri (2007),
bireyselliğin ön planda olduğu Amerikan tüketicilerinin, pozitif kulaktan kulağa
iletişimi bireysel saygı görmek, negatif kulaktan kulağa iletişimi ise başkalarını
düşündükleri için yaptığını; kollektivist olan Çinli tüketicilerinse hem negatif hem de
pozitif kulaktan kulağa iletişimi başkalarını düşündüklerinden gerçekleştirdiklerini
belirlemiştir. Lee ve diğerleri (2008) de, başarılı bir hizmet iyileştirmesinden sonra,
Koreli tüketicilerin kulaktan kulağa iletişim niyetlerinin önemli ölçüde artış gösterdiğini
tespit etmiştir.
Chelminski (2003) çalışmasında, kültürel karakteristik olarak bireyselliğin
negatif kulaktan kulağa iletişim ile pozitif yönde ilişkili olduğunu tespit etmiştir. Chan
ve Wan (2008), hizmet başarısızlıklarına verilen tepkide ve tatminsizlik durumunda
bireysel kültürdeki tüketicilerin kollektivist kültürdeki tüketicilere göre, negatif
kulaktan kulağa iletişimde bulunma ihtimalinin daha çok olduğunu belirlemişlerdir.
32
Ayrıca, Grantham’ın (2001) gerçekleştirdiği çalışmayla, azınlıklar ve çoğunluklar
arasında kulaktan kulağa bilgiye verilen önem arasında fark olmadığı ortaya konmuştur.
Kulaktan kulağa iletişim vericisi ile alıcısı arasında, mesajı yorumlama farkı
ortaya çıkabilmektedir. Eğer alıcının kişisel deneyimleri sonucu bir tutumu varsa, bu
tutuma, kulaktan kulağa iletişim gibi direkt olmayan deneyimlerden kaynaklanan
tutumlardan daha çok kesinlik verecektir. Kulaktan kulağa iletişimle elde edilen bilginin
doğru biçimde depolanması ve geri alınması da tartışmalıdır. Ayrıca, ürün ya da hizmet
deneyimi üzerinden geçen zaman da önemlidir. Zaman geçtikçe bireyler için kaynaklara
ve hafızadaki içeriklere doğru biçimde ulaşma ve ayırt etme zorlaşacaktır. Ayrıca
alıcılar için; geçen süre, karşıt materyallerin miktarı ve bilginin özellikleri kulaktan
kulağa iletişim algısını etkileyebilmektedir (Christiansen ve Tax, 2000, s.188–189).
Tüketici davranışları literatüründe, kulaktan kulağa iletişim araştırmalarına bazı
eleştiriler getirilerek, bu çalışmaların eksiklikleri vurgulanmıştır. Walker (2001),
literatürdeki kulaktan kulağa iletişim araştırmalarının dört eksikliği üzerinde durmuştur. Bu
eksikliklerin
birincisi,
araştırmacılar
kulaktan
kulağa
iletişimin
basitçe
kavramsallaştırılmasından çok, faydalarının üzerinde odaklanmaktadırlar. İkincisi, bu
çalışmaların başlıca hedefinin ölçek geliştirme olmaması; üçüncüsü, göreceli olarak çok az
çalışma kulaktan kulağa iletişimin göndericisi üzerine odaklanmaktadır. Son eksiklik ise;
çok az araştırmacı tarafından kulaktan kulağa iletişim davranışlarına, geçmişin nasıl bir
potansiyel etki oluşturduğu konusunda deneysel sonuçların sağlaması olarak bakılmıştır.
Kulaktan kulağa iletişimin teorik kısıtları da ayrı bir eleştiri konusu olmuştur.
Özcan’a (2004) göre kulaktan kulağa iletişimle ilgili olarak var olan araştırmaların bazı
teorik kısıtları söz konusudur. Bu kısıtların ilki, araştırmaların büyük kısmı, kulaktan
kulağa iletişimin arz edici tarafının süreçlerini tanımlama ve açıklama üzerine
odaklanması gösterilmiştir. İkincisi, araştırmacılar kulaktan kulağa davranışın
öncüllerine orantısız ilgi gösterilmesidir. Şu ana kadar çok az kulaktan kulağa
moderatörleri açık biçimde tanımlanmıştır. Üçüncüsü, pek çok çalışma ürünle ilgili
faktörlerin üzerinde durmuştur. Son kısıtsa, kulaktan kulağa iletişim teorisinin
kendisinin daha geniş ve zenginlemiş kavramsallaştırılmaya ihtiyaç duyduğudur.
33
2.2.3. Kulaktan Kulağa İletişimin Diğer Bilgi Kaynağı Türleri Arasındaki Yeri ve
Önemi
Tüketicilerin zaman içinde farkındalık düzeyi artmış; tüketiciler, reklam ve
promosyon aktiviteleri gibi geleneksel pazarlama aktivitelerinden hatta fiyat
indirimlerinden bile daha az etkilenir hale gelmiştir. Pazarlar, müşterilerin rakiplerin
sunuların arasında küçük farklılıklar algıladıkları küçük bölümlere ayrılmış, modern
tüketici ise, pazarlama bilgilerine kuşkuyla yaklaşır hale gelmiştir. Ayrıca, modern
iletişim teknolojileri sayesinde tüketiciler arasında, grup içi bilgi transferlerinin yanında
gruplar arasında bilgi transferi de yaygınlaşarak, bilginin seri biçimde daha geniş
alanlara yayılması söz konusu olmuştur (Arora, 2007, s.54). Gıldın (2002), kulaktan
kulağa iletişimi yeni bir iletişim aracı olarak kabul etmiş, internetle birlikte tüketiciler
arasında daha kolay ve çabuk bilgi takası gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. Yazar bilgi
çağında,
bireylerin karşı konulmaz miktarda bilgiyle çevrildiği yerde daha fazla
kulaktan kulağa iletişime itimat edildiğini savunmaktadır.
Silverman (tsiz), kulaktan kulağa iletişimin karar vermeyi kolaylaştırmada ve
olası karar sürecini hızlandırmada en güçlü yol olduğunu savunmuştur. Silverman’ a
göre kulaktan kulağa iletişim; pazarda etkili ve ikna edici rolü, deneyim dağıtımı
mekanizması olması, bağımsızlığı, ürünün kendisinin bir parçası olması, müşterinin
yönetiminde gerçekleşmesi, alıcıya özel adapte edilebilmesi, en objektif iletişim aracı
olması, kendi kendisini beslemesi (1 kişinin 10 kişiye, 10 kişinin 100 kişiye ulaşması),
sınırsız hız ve genişliğe sahip olması, zaman ve çaba tasarrufu sağlaması,
canlandırmasının, genişlemesinin ve devamlılığının ucuzluğu özellikleri nedeni ile
oldukça güçlü bir iletişimdir.
Kulaktan kulağa iletişimin gücüne, 1960’lardan itibaren önemli miktarda vurgu
yapılmıştır. Önceki çalışmalara göre kulaktan kulağa iletişim; satışçılardan daha
güvenilir
bulunmakta,
hızlı
yayılma
ve
geniş
alanlara
ulaşma
imkanı
sağlayabilmektedir. Magazin ve gazetedeki bilgilerden, kişisel satış ve radyo
reklamlarından çok daha fazla etkili olabilmektedir (Lam ve Mizerski, 2005, s.215).
Blackwell ve diğerleri (2006) de, tüketicilerin; kulaktan kulağa iletişimi, satışçılardan
ve reklamdan daha güvenilir ve inandırıcı bulduklarını belirtmiştir. Katz ve
Lazarsfeld’in 1955’teki çalışmalarında, tüketicilerin marka değiştirmelerinde kulaktan
kulağa iletişim; gazete ve dergi reklamlarından 7, kişisel satıştan 4 ve radyo
reklamlarından 2 kez daha etkili bulunmuştur (Walker, 2001, s.60).
34
Kulaktan kulağa iletişim araştırmalarının öncülerinden Arndt, diğer bilgi
kaynaklarına göre kulaktan kulağa iletişimi daha güçlü görmüş ve bu gücünü; dürüst ve
güvenilir olması ile daha iyi satın alma kararı verebilmeye yardımcı olmasına, yazılı basına
göre, kişisel bağlantıların sosyal destek sağlayabilmesine ve ağlanan bilginin sıklıkla sosyal
baskı ve gözetim tarafından desteklenmesine bağlamıştır (Woodside ve Delozier, 1976,
s.13). Herr ve diğerlerine göre (1991), yüz yüze kulaktan kulağa iletişim basılı bir formattan
çok daha inandırıcıdır. Kulaktan kulağa iletişim, tutarlılığı devam eden canlılık içermeyen
basılı bilgiden bile daha çok ürün kararları üzerinde etkilidir.
2.2.4. Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim
Arndt (1967a) algılanan riskin, tüketicilerin hem iletişim davranışlarının hem de
satın alma davranışlarının güçlü bir tanımlayıcısı olduğunu ileri sürmüştür. Algılanan
risk, tüketicileri bilgi araştırma sürecine yönelten önemli bir etken olabilmektedir.
Chaudhuri (1997) de, algılanan riskin yüksek olduğu ürünler için bilgi araştırmanın
daha yüksek olacağını belirlemiştir.
Alıcının yeterli bilgiye sahip olmadığı, belirsizlikle karşılaştığı durumlarda ve
algılanan riskin yüksek olması halinde kişisel kaynaklardan elde edilen bilgiler daha
güvenilir bulunmaktadır (Haywood, 1989, s.56). Tüketicileri bilgi araştırmaya
yönlendiren unsular arasında satın alma kararının önemi ve tüketicilerin kararlarından
emin olmaması da etkili olduğundan, tüketicilerin öğüt arama arayışına girmeleri,
tüketicilerin bilginin güvenirliliğine verdiği önemin de bir göstergesi olarak kabul
edilmiştir (Gronhaug, 1972, s.254–256). Bununla birlikte, arkadaşlar, aileler ve
tanıdıklar da çoğu kez kendilerini güvenilir bir bilgi kaynağı olarak kabul ettiklerinden,
bilgi ve tecrübelerini başkaları ile paylaşma yoluna gidebilmektedir (Wells ve Prensky,
1996, s.273).
Cunningham’a (1967) göre ürünlerle ilgili sohbetler, algılanan riskle üç yolla
ilgilendirilebilir:
1.
Yüksek–orta algılanan risk düzeyine sahip ürün kategorisinde spesifik bir
markayı tavsiye etme,
2.
Bir markanın satın alınmaması için öneride bulunma,
3.
Çok az eski markaları tartışma.
35
Dowling ve Staelin (1994), algılanan riskin tüketicilerin kasıtlı olarak
yürüttükleri araştırma davranışlarına etki ettiğini belirtmiştir. Araştırma aktivitelerinin
algılanan faydasının yüksek olması, ürün kategorisinin riskli ve kaybın absorbe
edilmesinde yetersizliğin olduğu durumlarda, tüketicilerin araştırma davranışları artış
göstermektedir. Araştırma aktiviteleri arasında kuşkusuz aile, arkadaş ve referans
gruplarının fikirlerini almak da yer almaktadır. Dolayısı ile algılanan riskin, tüketicileri
kişisel bilgi kaynaklarına yönlendirmesi söz konusu olmaktadır.
Yüksek algılanan riskin gerçekleştiği durumlarda tüketicilerin, tüketici odaklı
bilgi kaynaklarına yönelmeleri söz konusu olabilmektedir. Arndt’a (1967b)
göre
yüksek risk algılayanlar, daha fazla danışan alıcılardır ve bilgi araştırmaya oldukça
istekli ve edindikleri bilgiden oldukça etkilenmektedir. Bunlar, kulaktan kulağa
iletişiminden daha fazla etkilenen tüketicilerdir.
Tüketicilerin marka ile ilgili deneyiminin olmaması halinde başkalarının
açıklamalarına yönelebildikleri görülmüştür (Vann, 1983, s.443). Bununla birlikte,
Grewal ve diğerleri (1994), tüketicilerin yeni marka satın alımlarına bağlı olan algılanan
performansına, fiyatın olumsuz etkisinin, kaynağın güvenilirliğinin düşük olması
halinde büyüme gösterebileceğini iddia etmiştir. Cunningham (1967) da yüksek risk
algılayan tüketicilere, bu tüketicilerin arkadaşlarının gıda ve çamaşır ürünleri hakkında
tavsiye almaya gelme olasılıklarının yüksek olduğunu iddia etmiştir.
Perry ve Hamm (1969), özel bir satın alma kararında riskin artması durumunda
kişisel etkinin de öneminin büyüyeceğini ileri sürmüştür. Ayrıca, bir satın alma
kararında sosyo-ekonomik riskler arttıkça, karardaki kişisel etkinin de büyüme
gösterdiği görülmüştür. Bu durumdan hareketle yazarlar, kulaktan kulağa iletişimin,
yüksek riskin olduğu alışverişlerin tutundurma stratejilerinde tüketicilere ulaşmak için
kullanılmasını tavsiye etmiştir.
Pazarlama literatüründe algılanan riskle kulaktan kulağa iletişim arasındaki
ilişkiyi gösteren çalışmaların bulunmasına rağmen algılanan risk, çok boyutlu türleri
açısından çok az çalışmada ele alınmıştır (Lin ve Fang, 2006, s. 1209).
2.2.4.1. Algılanan Riski Azaltma Yolu Olarak Kulaktan Kulağa İletişim
Tüketiciler, algılanan riskleri azaltmak üzere kendi stratejilerini geliştirmektedir.
Bu stratejiler; tüketicilerin, verdikleri kararların sonuçlarının belirsizliğinin sürmesine
engel olamamasına rağmen ürün hakkında karar alırken daha güven içinde hareket
36
etmesini mümkün kılabilmektedir (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198). Cox (1967),
algılanan riskin; tehlikeye atma miktarını azaltarak ve olumlu sonuçların belirginliğini
arttırarak azaltılabileceğini iddia etmiştir. Ayrıca Cox algılanan riskin; geçmiş
deneyimlerine ve/veya başkalarının geçmiş deneyimlerine güvenme, bilgi araştırma,
önlem alma, tercihin iptali, amacın iptali ve ehil kişilere satın alma sorumluluğunun
devredilmesi yoluyla azaltılabileceğini iddia etmiştir.
Algılanan risk çalışmalarının öncülerinden Roselius (1971), algılanan riski
azaltmak üzere; temel marka imajı, mağaza imajı, bedava örnek, kulaktan kulağa
iletişim ve hükümetin yaptığı testlerin hafifletici olabileceğini ileri sürmüştür.
Bettman’e (1973) göre ise, üstesinden gelinen riskin azaltılmasında marka
hakkındaki bilgi faydalıdır. Farklı ürün sınıflarında farklı risk türleri öne çıkabilmekte
ve farklı biçimlerde bu risklerin azaltılması yoluna gidilebilmektedir. Örneğin,
denenebilir dayanıksız mallar (non-durable experience goods) için marka bağlılığı,
denenebilir dayanıklı mallar (durable experience goods) için para garantisi ve mağaza
imajı, araştırılan mallar (search goods) içinse mağaza mağaza gezip karşılaştırma
yapmak riskin azaltılmasında en çok kullanılan yöntemdir (Derbaix, 1983). Bununla
birlikte, en yaygın algılanan risk azaltma stratejileri arasında;
•
Bilgi araştırma (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198; Moven ve Minor,
1998, s.180),
•
Marka bağlılığı (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198; Moven ve Minor,
1998, s.180 ),
•
Marka imajı yoluyla seçim (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198; Moven ve
Minor, 1998, s.180),
•
Mağaza imajına güven (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198; Moven ve
Minor, 1998, s.180),
•
En pahalı modeli alma (pahalı olanın daha kaliteli olduğundan hareketle)
(Schiffman ve Kanuk, 2004, s.198; Moven ve Minor, 1998, s.180)
•
En ucuz markayı alma (Moven ve Minor, 1998, s.180)
•
Güvence (sigorta) isteme yer almaktadır (Schiffman ve Kanuk, 2004,
s.198).
Görüldüğü üzere, kulaktan kulağa iletişim, algılanan riski azaltmada kullanılan
önemli stratejiler arasında yer almaktadır. Algılanan risk yazının öncülerinden Roselius
37
(1971), algılanan riski azaltmada kulaktan kulağa iletişimin önemini dile getirmiştir.
Roselius, diğer alıcılara göre ego ve para kaybı algılayan alıcıların kulaktan kulağa
iletişimi daha fazla teselli edici bulduğunu tespit etmiştir.
Literatürdeki pek çok kaynak, tüketicilerin, algılanan riskin artmasıyla birlikte
arkadaşlarına ve yakınlarına öğüt almak için başvurduklarını göstermiştir (Schiffman ve
Kanuk, 2004, s.198; Mai, 2001, s. 48; Moven ve Minor, 1998, s.180; Mitchell ve
McGoldrick, 1996; Dowling ve Staelin, 1994). Tüketiciler; arkadaşları, çalışma
arkadaşları ve yakınlarıyla sohbetleri sayesinde ürün özellikleri, satıcıları, satış sonrası
hizmet, ürün kullanımında kolaylık gibi pek çok konuda bilgi toplayabilmektedir.
Dolayısıyla tüketiciler, ürünlerle ilgili algılanan riski azaltma yolu olarak ailelerine ve
arkadaşlarına sorma yoluna gitmektedirler (Mitchell ve McGoldrick, 1996, s.6; Wells ve
Prensky, 1996, s.273).
Tüketiciler, daha fazla bilgi topladıkça satın alma kararlarını daha rahat
verebilmektedir. Tüketicilerin, merak ettikleri ürünle deneyim yaşamış kişilerden ürünle
ilgili bilgi edindikten sonra algıladıkları risklerinin azalacağı öne sürülmüştür (Wells ve
Prensky, 1996, s.273; Cox, 1967, s.54).
Tüketicilerin, genel olarak,
algılanan riskin artışına bağlı olarak bilgi
araştırmaya yönelme eğiliminde de artış görülmektedir. Kulaktan kulağa iletişim, yazılı
medyadan daha güçlü olarak tüketicilerin, algıladıkları riskleri azaltmaya çalıştığı bir
yöntem olarak kabul edilmektedir. Bu gücün nedeni olarak kulaktan kulağa iletişimin,
tüketicilere açıklama ve geri bildirim fırsatı sağlaması gösterilebilmektedir (Murray,
1991, s.10–12).
Brunel ve Pichon (2004) ise gıdaya dayalı algılanan riskleri azaltmada önerdiği
“aydınlatma stratejileri” kapsamında kulaktan kulağa iletişimin kullanılabileceğini
belirtmiştir. Yazarlara göre tüketiciler, spesifik bir ürünle ilgili olarak kulaktan kulağa
iletişim vasıtasıyla başka insanlardan yani bağımsız kaynaklardan bilgi toplayarak
algıladıkları riski azaltabilmektedir.
Sheth ve Venkatesan (1968), belirsizliği azaltmak ya da bir ürün grubu içindeki
çeşitli markaların sonuçlarını öğrenebilmede üç yöntem tanımlamıştır. Bu yöntemler;
arkadaş, referans grup ve aile gibi satın alıcı yönlü bilgi kaynaklarından bilgi araştırma,
satın alma öncesi düşünüp taşınma (prepurchase deliberation) ve marka imajına
güvenmektir. Sheth ve Venkatesan tüketicilerin, deneyimlerinin olmaması durumunda,
ilk denemelerinde, daha çok bilgi arayışı içene girdiklerini tespit etmiştir. Bu bağlamda,
38
tüketicilerin, marka ile ilgili belirsizlikleri azaltmak ve sonuçlarını öğrenebilmede
kulaktan kulağa iletişimi kullanabildikleri söylenebilmektedir.
Benzer durum, hizmetler için de söz konusu olabilmektedir. Tüketicilerin,
hizmetlerin satın alımlarında ve öncesinde yapılan tercihlerinde kişisel kaynaklardan
elde edilen bilgiye daha fazla itimat ettikleri bilinmektedir. Bu noktada kulaktan kulağa
iletişim, güvenilir kişisel bir kaynak olarak algılanan riski azaltmada kullanılmaktadır
(Kim vd.,2009, s.220; Mangold, Miller ve Brockway, 1999, s.73).
Cox’a (1967) göre tüketiciler, tüketici kanalları (pazarlamacıların kontrolünde
olmayan bütün kişilerarası bilgi kaynakları) sayesinde ürünler hakkında büyük
miktarlarda bilgi edinebilmektedir. Bu bilgiler, performans ve satın alma kararının
sosyal ve psikolojik sonuçlarıyla ilgili olabilmektedir.
Kulaktan kulağa iletişimin, algılanan risk türleri bakımından ele alındığında bazı
riskleri azaltmada daha etkili olabildiği görülmüştür. Lutz ve Reilly (1974), performans
riskinin artması halinde tüketicilerin daha fazla bilgi arayışına gireceğini belirtmiştir.
Yazarlar, performans riskinin azaltılmasında ise kulaktan kulağa iletişim yolu ile elde
edilen bilginin tüketiciler için daha da kıymetli olduğunu iddia etmişlerdir.
Keh ve Sun (2008), sosyal ve psikolojik riskin artmasıyla birlikte, tüketicilerde,
başkaları tarafından kabul görülme ve beğenilme istekliliğinin oluşacağını belirtmiştir.
Tüketiciler, kişisel imajlarını korumak için kararlarının doğruluğunu garanti altına
almak isteyebilmektedir. Bu bağlamda yazarlar, hizmetlerle ilgili sosyal ve psikolojik
riskler arttıkça, tüketicilerin, riskleri azaltmak üzere başkalarını da bu hizmeti satın
almaları yönünde teşvik edebileceklerini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra yazarlar,
tüketicilerin, hizmet satın alımlarında başkalarını ikna etmek için, hizmetle ilgili
tatminlerini göstermelerinin ve olumlu yöndeki kulaktan kulağa iletişimi yaymalarının
gerekliliğini vurgulamışlardır.
Literatürde, algılanan risk türlerinin azaltılmasında kullanılabilmesine rağmen
kulaktan kulağa iletişimin bazı algılanan risk türleri ile ilişkili olmadığını tespit eden
çalışma sonuçlarına da rastlanmaktadır. Chakrabarti ve Baisya (2009) da, tüketicilerin
organik gıda satın alma davranışlarını incelediği çalışmalarında; kulaktan kulağa
iletişimle algılanan finansal risk arasında anlamlı bir ilişki olduğunu, algılanan
performans riski arasında ise bir ilişki olmadığını belirlemiştir. Lin ve Fang (2006),
Tayvanlı tüketicilerin algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişimin alıcıları ve
vericileri üzerindeki etkilerini incelemiştir. Çalışmada, finansal ve performans riskinin,
kulaktan kulağa iletişim alıcılarının satın alma kararlarına; sosyal ve psikolojik riskin
39
de, kulaktan kulağa iletişim göndericilerinin, kulaktan kulağa iletişimi yaymalarında
pozitif etkisi olduğu ortaya çıkmıştır. Ha (2002) çalışmasında, bir markayı satın almak
için olumlu kulaktan kulağa iletişimin; psikolojik, finansal ve zaman risklerini
istatistiksel açıdan etkilemediğini ancak, performans riskini azalttığını tespit etmiştir.
Tüketicilerde, algılanan riskin giderilmesinde ve yüksek algılanan risk durumunda
bilgi araştırma eğiliminin arttığı görülmesine karşın düşük risk halinde sonucun değiştiği
görülebilmektedir. Öte yandan, Chernatony (1989), riskin düşük olduğu satın almalarda,
algılanan riskin azaltılması için bilgi araştırma içine girme ihtimalinin daha az olduğunu,
bunun yerine ‘al ve dene’ stratejisini benimseyeceğini iddia etmiştir.
2.3. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO’lu) Gıda Ürünleri
Çalışamanın bu bölümüde GDO’lu gıdalarla ilgili teknik kavramlara, olası fayda
ve zararlarına, GDO’lu gıdalarla ilgili mevcut duruma, tüketicilerin GDO’lu gıdalar
konusundaki genel yaklaşımlarına ve algılanan risk ve kulaktan kulağa iletişim
açısından GDO’lu gıdalara yönelik tüketici davranışlarına ait çalışma sonuçlarına
değinilmiştir.
2.3.1. GDO Kavramı ve GDO’ lu Gıdalar
GDO’lu gıdalar, kamuoyunda güncel ve tartışmalı gıda ürünleri arasında yer
almasına rağmen tüketicilerin, GDO’lu gıdalar hakkında az bilgiye sahip oldukları
düşünülmektedir (O’Fallon, Gursoy ve Swanger, 2007, s.118). Bu durumun
oluşmasında, GDO’lu gıdalara yönelik kavramların bilimsel teknik terimleri yüksek
düzeyde içermesinin etkisinin olabileceği düşünülebilmektedir.
2.3.1.1. GD, GDO ve GDO’lu Gıda Tanımı
Gıdaların genetiğinin değiştirilmesi fikri,
yaklaşık 8000 yıldan beri (Falk,
Chassy, Harlender, Hoban, McGloughlin ve Aklaghi, 2002, s.1384) var olmasına
rağmen popülaritesini yeni kazanmıştır. Bu durumda kuşkusuz, bu gıdaların
tüketicilerin ulaşabileceği süpermarketlere kadar gelmesi, tüketicilerin bu ürünlerle ilgili
bilgilerden ve bu gıdaları kabulden yoksun olmaları etkilidir (O’Fallon vd., 2007,
s.118). Gıda sektöründe, genetik değişiklik (GD) gibi yeni teknolojik yöntemlerin
40
kullanımı, tüketicilerin gıdaların üretimine olan ilgilisini uyandırmıştır (Grunert, 2002,
s.275).
Genetik değişiklik (GD), organizmaların genetik materyalinde yani DNA’sında
değişiklik yapan birkaç spesifik teknik için kullanılan genel bir terimdir. DNA,
organizmanın kendisini inşa etmede ve çalıştırmada kullandığı emirleri içermektedir.
DNA’nın değiştirilmesi yoluyla genetikler, bir organizmanın fiziksel özelliklerini ve
fonksiyonlarını değiştirebilmektedir (Kaye-Blake, 2006, s.7). Genetiği Değiştirilmiş
Organizma (GDO) ise biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması ile başka bir türden gen
aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalar olarak
adlandırılmaktadır (Olhan, 2010, s.9).
Dünya
Sağlık
Örgütü
(WHO)’nün
(2009)
tanımına
göre;
“Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik maddenin (DNA) doğal olarak
oluşmadığı/meydana
gelmediği
şekilde
değiştirildiği
organizmalar
olarak
tanımlanmaktadır. Genetik değiştirme verici bir organizmadan alınan ilgili genin
birleştirilmesini ve istenen özellikleri göstermesi için alıcıya yapıştırılmasını gerektirir.
Genetiği değiştirilmiş bitki ya da hayvanlardan elde edilen gıdalar, Genetiği
Değiştirilmiş Gıdalar (GDO’lu gıdalar) olarak adlandırılmaktadır”. Başka bir
kaynakta GDO’lu gıdalar; “tahıl, sebze veya hayvan kaynaklı gıdaların DNA yapısını
değiştiren gen teknolojisi ile üretilmiş gıdalar” olarak tanımlanmaktadır (Laros ve
Steenkamp, 2004, s.804).
Yabancı DNA transferini içeren genetiği değiştirilmiş organizmalar, transgenik
olarak da adlandırılmaktadır. Genetik değişiklik, yeni organizmaların yaratılması için
pek çok tekniğin adlandırılmasında kullanılan genel bir terimdir. Bununla birlikte, bu
yeni organizmaları tanımlamada pek çok terim de kullanılmaktadır. Bu terimler arasında:
genetiği değiştirilmiş (genetically modified), genetik mühendislik (genetically engineered),
genetiği ile oynanmış (genetically manipulated), biyomühendislik (bioengineered) ve
biyoteknoloji (biotech) (Kaye-Blake, 2006, s.7) temel olarak kullanılanlardır.
Geleneksel genetik değişiklik (GD), birbirine yakın organizmalar arasında
gerçekleşirken, genetik mühendislikte (GE) her hangi iki organizma arasındaki transfere
olanak vermektedir (Knight, Mather ve Holdsworth, 2005, s.226). Her ne kadar
aralarında ince ayrım olsa da, bu terimlerin eş anlamlı kabul edildiği görülmektedir
(Knight vd.,2005, s.227; Kaye-Blake, 2006, s.7; Harrison ve Han, 2005, s.29). Bu
çalışmada da iki terim eş anlamlı kabul edilmiştir. Ayrıca, transgenik ile genetik
değişiklik (GD) terimleri de eş anlamlı kullanılabilmektedir (Benfy, 2011 ).
41
2.3.1.2. GDO’lu Ürünler ve Gıdalar
GDO’ların geniş kullanım alanları olduğu bunların başında tarım ve
biyoteknolojinin geldiği görülmektedir. GDO’lar; tarımda, gıda üretiminde bunların
yanı sıra tıpta (ilaç, aşı…), biyomolekül üretimde kullanılmakta olup sanayi ve çevre
ürünleri üzerinde de çalışmalar devam etmektedir (Saltık, 2010, s.33). GDO’lar ayrıca,
tavuk ve sığır besiciliğinde; veterinerlikte kullanılan aşıların, hayvan yemlerinin,
vitaminlerin, amino asitin ve enzimlerin elde edilmesinde kullanılmaktadır (Akbaş,
2009, s.132).
GDO’lu olabileceği muhtemel olan gıda ürünleri arasında; bisküvi, kraker,
pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır
çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen
gıdaların olabileceği düşünülmektedir (Turhan, 2008, s.3).
Bununla birlikte, ticari öneme sahip; Mısır, soya, kanola, patates, pirinç, kabak
(Akbaş, 2009, s.132; Deakin University - School of Exercise and Nutrition Sciences,
2005), buğday (Deakin University - School of Exercise and Nutrition Sciences, 2005),
papaya, şeker pancarı, domates gibi bitkiler GDO’lu gıdalar arasında sayılmaktadır
(Akbaş, 2009, s.129).
GDO’ların kullanılabildiği gıda ürünleri arasında aşağıda belirtilen gıdaların
olduğu iddia edilmektedir (Çakar, 2010, s.80).
•
GDO'lu mısırın tamamen kendisinden üretilen ürünler: Mısır yağı,
mısır gevreği, mısır unu, mısır cipsi, mısır nişastası, mısır konservesi.
•
GDO'lu mısırdan elde edilen nişasta bazlı tatlandırıcıların (glikoz
şurubu, fruktoz şurubu) kullanıldığı ürünler: Kolalar, gazozlar, meyve
suları, kekler, bisküviler, bebek bisküvileri, çubuk krakerler, mısırlı bebe
kahvaltısı.
•
GDO'lu mısır nişastasının kullanıldığı ürünler: Gofretler, bebek
bisküvileri, normal bisküviler, hazı çorbalar, et suyu tabletleri, mayonez,
çikolatalı pudingler, makarna sosu, ketçap.
•
GDO'lu Soyanın tamamen kendisinden üretilen ürünler: Soya yağı,
soya etli kıyma, soya cipsi, soya unu, hazır soya köftesi.
•
GDO'lu soya ununun kullanıldığı ürünler: Gofretler, bisküviler.
42
•
GDO'lu soyadan elde edilen soya lesitininin kullanıldığı ürünler:
Kekler, bisküviler, gofretler, bebek bisküvileri, çubuk krakerler, pudingler,
çikolatalı krem, sütlü peynirli pekmezli bebe kahvaltısı, devam sütü,
çikolata, margarin.
•
GDO'lu soya proteininin kullanıldığı ürünler: Hazır hamburger köftesi,
salam, sucuk, sosis, çikolata.
•
GDO'lu kanolanın kullanıldığı ürünler: Kanola yağı, margarin.
•
GDO'lu pamuğun kullanıldığı ürünler: Margarin, GDO'lu pamuktan elde
edilen pamuk yağı ve çeşitli sıvı yağlar.
2.3.2. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Fayda ve Zararları
GDO’lu gıdaların faydaları ve zararları hem bilimsel arenada hem de
kamuoyunda tartışmalı bir konudur. GDO’lu gıdaların fayda ve zararları hakkında kesin
bulgulara henüz ulaşılamamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre; farklı GDO’lar, farklı
yollarla ilave edilmiş farklı genleri içermektedir. Bu nedenle, bireysel olarak GDO’lu
gıdalar ve bunların güvenilirliliği durum bazında değerlendirilmelidir. Dolayısı ile
Dünya Sağlık Örgütü, tüm GDO’lu gıdaların güvenilirliği hakkında genel bir ifade
kullanmayı mümkün görmemektedir. Paralel olarak, Gıda ve Tarım Örgütü / Dünya
Sağlık Örgütü de (FAO/WHO) (2003) genetiği değiştirilmiş hayvan gıdaları ve bunların
türevleri için risk nitelendirmenin durum bazında belirlenmesini tavsiye etmiştir.
Halford ve Shewry (2000) da, doğal türler ile karşılıklı tozlaşmanın potansiyel çevresel
etkilerinin yine durum bazında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
2.3.2.1. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Faydaları
GDO’lu gıdaların iddia edilen faydalarının temelde; açlık ile mücadele, çevre ve
ekonomi gibi ana başlıklar altında toplanan, insan ve çevresine katkı sağlayacağı
düşünülen konularda yoğunlaştığı görülmektedir.
GDO savunucularının en belirgin dayanaklarından bir tanesi dünyada giderek
artan gıda ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılamak için GDO’lu gıdaların önemli bir
kolaylaştırıcı rol oynayabileceğidir. Dolayısı ile GDO’lu gıdaların açlık sorununa
çözüm getirebileceği öngörülmektedir (Ünal,2009, s.8; Tüysüzoğlu ve Gülsaçan, 2004,
s.36).
43
2050 yılına gelindiğinde, gıdaya duyulan ihtiyacın ikiye katlanacağı ancak buna
karşılık tarım alanlarının iki katına çıkarılamayacağı öngörülmektedir. Bununla birlikte,
Genetiği Değiştirilmiş (GD’li) mahsüllerin, daha fazla tarımsal alana ihtiyaç duyulmadan
ve daha az su kullanılarak gıda üretiminin arttırılmasına katkı sağlayacağı
beklenmektedir. GD’li mahsüllerin, daha az kimyasal kullanarak daha çok gıda üretmeyi
ve besin değerini arttırmayı gerçekleştirdiği iddia edilmektedir (your world, tsiz., s. 3-11).
Başka bir kaynakta ise gelecek 50 yıl içinde dünya nüfusunun 6 milyarın üstüne
çıkacağı bununla birlikte, bu nüfusa yetecek miktardaki gıdaya olan ihtiyacın büyük bir
engel olarak karşımıza çıkacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, GDO’lu gıdaların, yeterli
miktarda gıdanın temin edilebilmesi sorununa çözüm getirebileceği vurgulanmaktadır.
GDO’lu gıdaların; zararlı böceklere direnç, herbisit (ot öldürücü) ve soğuğa tolerans,
hastalıklara karşı direnç, kuraklık ve tuzluluğa tolerans, besinsel zenginlik ve
farmakolojik faydalar sunma yolu ile gıda sorunun çözümünde kullanılabileceği
düşünülmektedir (Whitman, 2000, s.2–3).
Türkiye için de gelecekte yeterli gıda temininde zorlukların yaşanabileceği
beklenmektedir. Türkiye’de 2025 yılında, artan nüfusa karşılık gelecek beslenme için
buğday, mısır ve pirinç gibi gıda ürünlerinin üretiminin %100 artması gerektiği
öngörülmektedir. Bununla birlikte, tuzluluk gibi toprak sorunları, kuraklık, düşük
sıcaklık, yağmur rejimindeki değişimler ve daha fazla üretim alanı gerekliliği, “gen
teknolojisinin”
çözüm
olabileceği
yönünde
fikirlerin
oluşmasını
sağlamıştır
(Tüysüzoğlu ve Gülsaçan, 2004, s.37).
Qaim (2009), GDO’lu ürünlerin; çevre ve insan sağlığına olan olumlu etkilerinin
yanında yoksulluğun azalmasına ve dünya çapında gıda güvenliğine katkı sağlayacağını
ummaktadır. Bununla birlikte yazar, gelecekteki uygulamaların sunacağı avantajların
daha da büyük olacağını belirtmiştir.
Qaim (2009), genetiği değiştirilmiş mahsullerin hem tüketiciler hem de çiftçiler
için faydalı sonuçlar doğuracağını iddia etmiştir. Gıdalarda GDO’ların kullanımı ile
tüketicilere önemli derecede sağlık, besinsel ve ekonomik faydalar sunan yeni ve
geliştirilmiş gıdalar sunmak amaçlanmaktadır (Hossain ve Onyango, 2004, s.255).
GDO’lu gıdaların tüketicilere sunacağı faydalar arasında besinlerin; değerlerinin
arttırılması (Falk, 2002, s.1384), kalite ve tatda artış (Teisl vd., 2008, s. 449; AGCJ 404:
Communicating Agricultural Information to the Public, 2007), lezzet ve estetik
görünüşte gelişim (Falk vd., 2002, s. 1385) gelmektedir.
44
GDO’ların üreticilere sağlayacağı faydalar arasında ise; karın arttırması (Marra,
Pardey ve Alston, 2002, s.48), stres vericilere karşı koruma sağlaması, verimliliği
arttırması (Çelik ve Balık, 2007, s. 16; Falk vd., 2002, s.1384) ve meyve ve sebzelerin
raf ömürlerinin uzatılması (Teisl, Radas ve Roe., 2008, s. 449; Çelik ve Balık, 2007, s.
16; Falk vd., 2002, s.1384) gösterilmektedir.
Gıda üretiminde GDO’ların kullanımının, çevre üzerinde de olumlu katkılar
sağlayabileceği düşünülmektedir. GDO’ların kullanımı ile pestisit kullanımının
azalması (Sonbahar, 2010, s. 94; Poveda, Bauza, Gomis, Martinez ve Martinez, 2009,
s.520; Teisl vd., 2008, s. 449; Marra vd.,2002, s. 47; Falk vd., 2002, s.1384; Benfy,
2011) açısından çevreye olumlu katkı olarak gösterilmektedir. GDO’ların çevreye
olumlu katkısı açısından başka bir örnek de kavak gibi ağaçların genetiğinin
değiştirilmesi
yoluyla
kirlenmiş
topraktan
ağır
metallerin
temizlenmesinde
faydalanılabileceğidir (Whitman, 2000, s.4).
Bunlarla birlikte, ette antibiyotik kullanımının azaltılması, mahsulde hastalığa
direncin
arttırılması,
arttırılması,
gıdalardan
doymamış/toplam
alerjenlerin
yağın
giderilmesi,
azaltılması,
mahsulün
gıdalarda
sulama
proteinin
ihtiyacının
azaltılması, mahsulün soğuğa dayanıklılığının arttırılması, hastalığa karşı aşı içerme,
meyve ve sebzelerinin boyutlarının büyütülmesi (Teisl vd., 2008, s. 449), yeni ürünler
ve beslenme teknolojileri, hastalıklara olan direncin artması, et/yumurta/süt veriminin
iyileşmesi (AGCJ 404: Communicating Agricultural Information to the Public, 2007)
önde sayılan faydalar arasında yer almaktadır.
Genetik değişimin su ürünleri açısından da yararları söz konusu olabilmektedir.
Örneğin, genetik değişim; su kültüründe antibiyotik ve pestisit kullanımın azalmasına,
daha hızlı büyüyen ve daha büyük boyutlu somon balığı yetiştirmeye imkan
tanıyabilmektedir (Benfy, 2011).
Bildirilen bilimsel çalışmalara dayalı faydaların yanında, tüketiciler tarafından
da GDO’lu gıdaların faydalı bulunulduğu yönlerin olduğu tespit edilmiştir. Kepmen ve
diğerlerinin (2003), Güney Afrika’da gerçekleştirdikleri odak grup görüşmeleri
sonucunda, tüketicilerin GDO’lu gıdaları; ülke ekonomisi ve verimliliğine katkı,
çiftçiler için hektar başına verimin artması, nüfusun artışına karşılık (özellikle Güney
Afrika’da) daha fazla gıdanın elde edilebilmesi, ucuzluk ve besin kalitesinin artması ve
uzun raf ömrü gibi konularda faydalı buldukları görülmüştür.
GDO’lu gıdaların, diğer yöntemler ile üretilen gıdalara göre daha güvenli olduğu
da düşünülebilmektedir. Halford ve Shewry (2000), GDO’lu gıdaların genetik değişiklik
45
çeşitleri kullanılmadan üretilen gıdalardan daha güvenli olabileceğini iddia etmektedir.
Bu iddianın dayanağını; GDO’lu gıdalara ait risklerin, miktar olarak belirlenmesi ve
gözlemlenmesi yolu ile GDO’lu gıdaların, diğer gıdalar için sözkonusu olmayan çok
titiz değerlendirme sistemleri altında incelenmesi oluşturmaktadır.
GDO’ların, gıda dışındaki kullanımlarından birisi olan sağlık sektöründe de
insanlara faydalar sunduğu ifade edilmiştir. Bu kapsamda, GDO’ların faydaları
arasında; yenilebilir aşı ve ilaç üretimi, insan hastalıklarının tedavisinde ve organ
naklinde kullanılması, bio-fabrikalar ve endüstriyel kullanım için ürün ham materyali
olarak kullanımı gösterilmektedir (Çelik ve Balık, 2007, s.16–17).
2.3.2.2. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Zararları
GDO’lu gıdalarla ilgili faydaların ve zararların neler olduğu ve faydanın mı
yoksa zararın mı insanlık ve doğa için daha ağır bastığı konusu oldukça tartışmalı bir
durum sergilemektedir. Bununla birlikte, GDO’lu gıda karşıtları, GDO’lu gıdaların;
insan ve hayvan sağlığı, çevre, ekonomi ve etik açıdan ciddi zararlarından
bahsetmektedir.
GDO’ların potansiyel zararları arasında genel hatları ile sağlık riskleri:
potansiyel alerjenlik, toksite, kanserojenlik, antibiyotiğe dayanıklı organizma oluşumu
ve besin değerinde bozulma; çevresel riskler: toprak ve su kirliliği, faunada, mikro
organizmalarda ve florada değişim; sosyo-ekonomik riskler: pahalılık, tohum ve ilaçta
dışa bağımlılık, çeşit karışımı ve klasik ürünlerin pazarlanmasında zorluk olarak
sayılabilmektedir (Büyüközer, 2005).
Başka bir kaynakta ise GDO’lu gıdalarla ilgili olası zararlara genel olarak
bakıldığında (Teisl vd., 2008, s.449);
•
Sağlık üzerinde uzun dönemli etkilerinin bilinmemesi,
•
Antibiyotiğe dayanıklı bakteri riskini arttırması,
•
Pestisit kullanımını arttırması,
•
Üretilen toksinin bilinememesi ve tahmin edilememesi,
•
Uzun dönemli çevresel etkilerinin bilinememesi,
•
Çevrenin genetik kirlenmesi,
•
Herbisit kullanımını arttırması,
46
•
Alerjenlerin bilinememesi ve tahmin edilememesi,
•
Hastalığa direncin otlara yayılması,
•
İstenmeyen şeylere dayanıklılığın istenmeyen otlara yayılması ve
•
Herbisit toleransının otlara yayılması… v.b. olarak sağlık ve çevre
üzerindeki zararlarına işaret edildiği görülmektedir.
Sağlık: GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerinde ciddi sorunlara yol açabileceği,
GDO’lu gıdalara karşı çıkanların temel savunmalarından bir tanesini oluşturmaktadır.
Bahsedilen sağlık sorunlarının başında ise olası alerjik etkiler gelmektedir (WHO, 2009;
Saltık, 2010, s.33; Akbaş, 2009, s.130).
GDO’lu gıdaların tüketimi ile birlikte, insanlarda meydana gelmesi olası görülen bazı
sağlık problemleri arasında; antibiyotik direnci (Akbaş, 2009, s.131), toksik etki (Akbaş,
2009, s.131), artan doğum anomalileri ve sub/infertilite (Saltık, 2010, s.33) yer almaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerine potansiyel risklerini:
insan sağlığına direkt etkiler (toksisite), alerjik reaksiyonların tetiklenmesi, eklenen genin
istikrarı, genetik değişimle ilgili besinsel etkiler ve genetik ilaveden ileri gelen kasıtsız
her türlü etkiler olarak belirtmiştir.
Öte yandan, GDO’lu gıdaların insan sağlığına zararları hakkında tartışmalı bir
durumun yaşandığı görülmektedir. GDO’lu ürünlerin, insan sağlığı üzerindeki
etkilerinin henüz tam olarak anlaşılamadığı (Akbaş, 2009, s.130) iddialarının yanı sıra,
genetiği değiştirilmiş soyanın insanlarda alerjiye yol açtığının kesinleştiği (Saltık, 2010,
s.33) yönünde iddialara da rastlanmaktadır.
GDO’lu gıdaların sağlıkla ilgili olumsuz sonuçlara yol açabileceği tüketiciler
tarafından da teyit edilebilmektedir. Bu gıdaların, daha yaygın bir görüş olarak alerjiye
sebep olabileceği endişesi tüketiciler tarafından da vurgulanan sağlık sorunları
arasındadır (Kepmen, Scholtz ve Jerling, 2003, s.12).
Çevre: Çevresel endişelerin doğmasında, gen değişikliğine uğramış bitki ve
hayvanların doğal olan bitki ve hayvanlar ile melezlenmeleri sonucu ortaya çıkabilecek
olumsuzluklar etkili olmaktadır. Genetiği değiştirilmiş hayvanların, doğal popülasyonun
genetik yapısı üzerinde olumsuz etkileri olabileceği endişe uyandırmaktadır. Diğer bir
endişe de bunların doğal popülasyona hastalık ve parazit nakledebilme kapasitelerdir
(Benfy, 2011). Dolayısı ile,
istenmeyen genlerin doğaya bulaşması ile
ekolojik
47
dengenin bozulabileceği ve genetik çeşitlilik için ciddi bir potansiyel tehdit olabileceği
iddia arasında yer almaktadır (Karagöz, 2010, s.20).
GDO’ların çevre üzerindeki olumsuz etkilerine işaret eden çevre örgütlerinin
başında Greenpeace gelmektedir. Greenpeace’e (2011) göre GDO’lar doğaya yayılarak
ve doğal organizmalar ile melezlenerek, beklenmedik ve kontrol edilemez biçimde
genetiği değiştirilmemiş çevreyi ve gelecek nesilleri kirletebilmektedir. Öte yandan,
GDO’ların serbest bırakılması, temel bir tehdit olarak görülmekte ve bunun gen
kirliliğine yol açabileceği belirtilmektedir. Greenpeace’e göre biyolojik çeşitlik,
insanlığın evrensel mirası olmakla birlikte hayatta kalabilme için dünyanın temel
anahtarlarından birisidir. Bu bakımdan Greenpeace, biyolojik çeşitliliğe saygı
gösterilmesi ve korunması gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
GDO’ların zirai alanlardaki kullanımlarının, hem GDO kullanılan canlılar hem
de diğer canlılar üzerinde olumsuz sonuçlara yol açabileceği çevre ile ilgili önemli
endişeler arasında görülmektedir. Üretim sürecinde GDO kullanılan bitkilerin direnç
kazanması, bunların zirai ilaçlara karşı da direnç gösterebilmesi ihtimalini gündeme
getirmektedir. Bunun yanı sıra, GD’li polenlerin GDO’lu bitkilerin ekili olduğu
bölgelerden; rüzgar, yağmur, kuşlar, arılar ve polen taşıyıcı böcekler vasıtasıyla organik
ve normal tarımın olduğu bölgelere taşınması ve bu bölgelerdeki doğal türlerin genetik
yapısının kirlenmesine sebep olabileceği ihtimali üzerinde de durulmaktadır. GDO’lu
bitkilerin; kontrol edilemeyen süper böcek ve zararlı otların gelişmesine, bazı yararlı
böcek veya bakteriler üzerinde ise olumsuz etkilere yol açabileceği başka bir endişeyi
daha gündeme getirmektedir (Akbaş, 2009, s.130). Öte yandan, GD’lerin toprak
üzerinde de ciddi tehditler oluşturabileceği düşünülmektedir. GD’lerin toprak kalitesine
ve toprak mikrobiyolojisine olan etkisinin kesin biçimde ortaya konamaması
(Kesercioğlu,2010, s. 56) çevre ile ilgili endişe verici bir durumdur.
Dünya Sağlık Örgütü (2009) de GDO’larla ilgili çevresel endişelere işaret
etmektedir. Bu bağlamada örgütün belirtiği endişeler arasında;
•
Genetiği değiştirilmiş organizmanın kaçışı ve değiştirilmiş genin yabani
popülasyonla tanışma olasılığı,
•
Genetiği değiştirilmiş organizmanın hasatından sonra genin sürekliliği,
•
Hedef olmayan organizmanın gen ürününe hasaslığı,
•
Genin devamlılığı,
48
•
Biyolojik çeşitliliğin azalmasını içeren diğer bitkilerin spektrumlarının
azalması, yer almaktadır.
Ancak, çevre güvenliğinin yerel şartlara göre çeşitlilik gösterdiği de Dünya
Sağlık Örgütü tarafından vurgulanmaktadır.
Ekonomi: GDO’lu gıdaların ekonomik sorunlara yol açabileceği de endişe veren
başka bir durum olarak kabul edilmektedir. Biyoteknolojik şirketlerin tarımı kontrol altına
alabilmesi (Akbaş, 2009, s.130) ve dünya gıda pazarının, GD’li tohumların dağıtımını
kontrol eden çokuluslu büyük şirketler tarafından monopololize edilebileceği (Deakin
University-School of Exercise and Nutrition Sciences, 2005) bu endişeler arasında yer
almaktadır.
Etik: GDO’lu gıdalara ilişkin sosyal ve etiksel açıdan tartışmalı bir durum söz
konusudur. Sosyal ve etiksel açıdan bazı endişeler gündeme gelmekle birlikte bu
endişeler arasında;
hayvandan bitkiye gen aktarımının; etiksel, felsefi ve dini
problemlere yol açabileceği buna ek olarak, hayvan refahına olumsuz etkilerde
bulunabileceği üzerinde durulmaktadır (Deakin University - School of Exercise and
Nutrition Sciences, 2005).
Canlıların genetik yapılarının değiştirilmesi suretiyle, canlıların yaratılışlarına
müdahale edildiği bununla birlikte, yaratma işinin insanoğlunun değil Tanrı’nın rolü
olduğu düşüncelerinden hareketle GDO’lu gıdaların dinsel yönden de endişe
uyandırdığı görülmektedir. GDO’lu gıdalarla ilgili tüketicilerin dini endişelerini
oluşturan unsurları; insanların Tanrı rolü oynamaları (IUFoST, 2005; Kepmen vd.,
2003), Tanrının yarattığını değiştirmeye insanların hakları olmadığı (Kepmen vd., 2003)
ve GD teknolojisi geliştiricilerinin Tanrı rolü oynadıkları (Kimenju ve Groote, 2008,
s.39) gibi inanışlar oluşturmaktadır. Ayrıca, bazı dini kurallara göre tüketilmesi
yasaklanmış hayvan veya bitkilerden gen aktarımının da dini kaygıları ortaya çıkarması
söz konusu olabilmektedir (Sonbahar, 2010, s.98).
Bhumiratana ve Kongsawat (2008), GDO’larla ilgili etiksel endişeleri; esas ve
ikincil endişeler olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutmuştur. Birincisi olan “esas endişe”;
tüketicilerin GDO’ları reddetmesinin temel nedeni olarak kabul edilmekte olup GDO’ların,
doğal olmayan, doğaya müdahale eden ve Tanrı gibi davranan olarak kabul edilmesini öne
sürmektedir. İkincisi ise “ikincil endişe” dir ve çevre ve insan sağlığına ters etkilerle birlikte
çiftçilerin maruz kalabilecekleri zararları kapsaması fikrine dayandırılmıştır.
49
GDO’lu gıdaların tüketici aleyhine sonuçlar doğurabileceği de bu gıdalar
hakkında sayılan olumsuzlukların başlarında görülmektedir. GDO’ların tüketici hakları
ile bağdaşmadığı öne sürülen iddialar arasındadır. Çakar’a (2010) göre GDO’lar
tüketicilerin;
•
“Beslenme gibi temel gereksinimlerin karşılanması hakkı ile sağlık
hakkına,
•
Yerel tarımsal ürün çeşitliliğini yok ettiğinden seçme hakkına,
•
Emperyalist tarım ve gıda tekellerine bağımlılık oluşturduğundan ve
halkın gıda egemenliğini tehlikeye attığından ekonomik çıkarların
korunması hakkına,
•
Biyolojik çeşitliliğe (bitki ve hayvan çeşitliliği), toprağa ve suya zarar
verme riski nedeniyle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına, aykırıdır”.
Daha önce sözü edilen zararların ciddi bir gündem oluşturmasına karşın, bilimsel
çalışmaların olası riskler hakkında net sonuçlara ulaşmasında sıkıntılı bir durumun olduğu
da görülmektedir. Deakin University - School of Exercise and Nutrition Sciences’a (2005)
göre; GDO’lu gıdalar ile ilgili potansiyel riskler ve etiksel endişeler hakkında halen
araştırmalar ve tartışmalar devam etmektedir. Bununla birlikte, bu gıdaların tüketimi ile
ortaya çıkabilecek sağlık riskleri de kesin olarak saptanmamıştır. Dolayısı ile bu gıdaların
sağlığa zararlı olduğuna dair henüz geçerli bir kanıt mevcut değildir.
Geleneksel teknikler kullanılarak üretilen gıdalar bir alerjik teste tabii tutulmaz
iken GDO’lar, hem Gıda ve Tarım Örgütü hem de Dünya Sağlık Örgütü tarafından
değerlendirilmektedir. Yapılan incelemelere göre, şuan pazarda yer alan GDO’lu
gıdaların alerjik bir etkisinin olduğu tespit edilememiştir (WHO, 2009). Öte yandan,
potansiyel risklerin belirlenmesi için ileri düzeyde analizlerin gerçekleştirilmesine ihtiyaç
duyulduğu belirtilmektedir (Qaim, 2009, s.675).
2.3.3. GDO’lu Gıdalarla İlgili Genel Durum
GDO’lu gıdalar, 1996 yılında ilk transgenik ürün olan uzun raf ömürlü domates
FlavrSavr adıyla pazara girmiştir. Bu ürünü daha sonra gen aktarılmış mısır, pamuk,
kolza
ve
patates
bitkileri
izlemiştir.
Ancak,
FlavrSavr
domates
pazarlama
50
stratejilerindeki yanlışlıklar ve tüketiciler tarafından fazla tutulmamasından dolayı
üretimden kaldırılmıştır. Bacillus thuringiensis (Bt) patates ise çevrecilerin olumsuz
tepkisini almak istemeyen büyük fast-food gıda zincirlerinin talebibin olmamasından
dolayı fazla geniş ekim alanları bulamamıştır (Atsan ve Kaya, 2008, s.3).
GDO’lu ürünler, en çok ABD’de de üretilmekte olup özellikle soya ve mısır
içeren işlenmiş gıdaların %60’ından fazlasının GDO’lu olduğu belirtilmektedir. Yaygın
kullanımının görülmesine ve dolayısı ile tüketicilerin benimsediği düşüncesi oluşmasına
karşın araştırma sonuçları, tüketicilerin gerçekte GDO’lu gıda yediğini bilmediğini
göstermiştir. Bu durumun nedeni olarak, GDO’lu ürün üreticilerinin etiketleme karşıtı
lobi faaliyetleri gösterilebilmektedir. Bununla birlikte, ABD’de 1997’den beri yapılan
araştırmalar, tüketicilerin etiketlemeyi istediğini ve etiketlemenin olması halinde büyük
çoğunluğunun GDO’lu gıdaları tüketmeyeceğini tespit etmiştir (Çelik ve Balık, 2007,
s.14).
ABD’de belirgin bir farkın olmaması durumunda GDO’ların etiketlenmesi
zorunlu değildir. Ancak Avrupa Birliği üye ülkelerinde, GDO’lu ürünlerden yapılmış
veya bunları kısmen içeren (%0,9) tüm gıda maddelerinin ürün etiketili olması
zorunludur (Atsan ve Kaya, 2008, s.4). Bu ülkelerdeki tüketicilerin GDO’lu gıdalar
hakkındaki endişeleri şirketlerinde bazı tedbirler almasına neden olmuştur. Örneğin;
Nestle, GDO içeren girdi kulanmama eğer kulanı ise, bunu etikette açıkça belirteceğine
yönünde açıklamada bulunmuş, Unilever ve Cadbury de kendi üretim hatlarında GDO
kullanımını yasaklamıştır (Kulaç, Ağırdil ve Yakın, 2006, s.154).
Türkiye’de GDO’lu gıdalara yönelik olarak 2000 yıllından itibaren yasal
düzenlemelerin başladığı görülmektedir. Türkiye, amaçları arasında; çağdaş biyoteknoloji kullanılarak elde edilmiş olan değiştirilmiş canlı organizmaların güvenli nakli,
muamelesi ve kullanımı alanında yeterli bir koruma düzeyinin sağlanmasına katkıda
bulunma olan ve BM tarafından hazırlanan Cartegena Biyogüvenlik Protokolü 2000
yılında imzalanmıştır. Protokol, 2003 yılında TBMM’de kabul edilen 4898 sayılı yasa ile
hükümleri kabul etmiştir. (Ünal, 2009;16). Tarım Bakanlığı, 26 Ekim 2009’da GDO’lu
ürünlerin ithalatıyla ilgili yönetmeliğin hazırlanmasına rağmen kamuoyundaki tartışmalar
nedeni ile yönetmelik değiştirilmiştir. 8 Mart 2010 biyo güvenlik kanunu kabul edilmiş
olup 26 Mart 20105977 sayılı biyogüvenlik kanunu resmi gazetede yayınlanmıştır.
26 Eylül 2010 Biyogüvenlik Kanunu 2 yönetmeliği ile yürürlüğe girmesi ile Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı tarafından GDO ithalatı durdurulmuştur. Ayrıca, Türkiye’de
GDO’ların; üretimi ve çevreye serbest bırakılması, bebek mamaları ve bebek formülleri,
51
devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde
kullanılması yasaklanmıştır (Yardımcı, 2011). Bununla birlikte, yasal düzenlemelere
rağmen tüketiciler arasında endişelerin ve risk algılamalarının devam ettiği görülmektedir.
2.3.4. Tüketicilerin GDO’lu Gıdalara Yönelik Davranışları
Gıda üretimi alanında, moleküler genetikteki bilimsel gelişmelerin devam
etmektedir. Ancak gıda biyoteknolojilerinin, tüketiciler tarafından kabulünün halen
kritik bir mesele olduğu görülmektedir (Onyango vd., 2004, s.209).
Gıda sektöründe genetik değiştirme teknolojileri uygulamaları ile ortaya çıkan
yeniliklerin, başarılı olabilmesinin ancak tüketicilerin kabulünün sağlanması halinde
gerçekleşebileceği öngörülmektedir. Dolayısı ile genetik teknolojilerin gelecekteki
gelişmeleri kamuoyunun onayına bağlanmaktadır (Chen ve Li, 2007, s.663). Bunun
yanı sıra, GDO’lu gıdaların, tüketiciler tarafından kabul görebilmesinde tüketicilerin,
bilim insanlarına ve biyoteknoloji şirketlerine duydukları güvenin hayati bir önem
taşıdığı düşünülmektedir (Hossain, Onyango, Adelaja, Schilling, Hallman, 2004, s.72).
Tüketicilerin GDO’lu gıdalara ilişkin davranışlarının incelendiği önceki çalışmalar
incelendiğinde GDO’lu gıdalarla ilgili olarak dört alanda çalışmaların yoğunlaştığı
görülebilmektedir. Bu çalışma alanlarının birincisi, olası fayda ve riskler; ikincisi sosyoekonomik değişkenlerin (yaş, etnik köken, cinsiyet…) tüketicilerin endişelerine ve GDO’lu
gıdaları kabullenmelerine etkisi; üçüncüsü, etiketleme ve etiketlemenin tüketicilerin satın
alma davranışlarına etkisi ve dördüncüsü, GDO’lu gıdaların kabul edilmesine yönünde
tüketicilerin tutumudur (O’Fallon vd, 2007, s.118).
GDO’lu gıdalara ilişkin olarak tüketici yaklaşımlarının ise karma bir yapı
sergilediği söylenebilmektedir. Literatürde yer alan tüketici araştırmalarına bakıldığında
tüketiciler arasında GDO’lu gıdalara olumlu bakan tüketicilerin yanı sıra ılımlı, kararsız
ve olumsuz tüketicilerin de olduğu görülmektedir. Dannenberg (2009), meta analiz
yöntemi ile elde ettiği bulgulara göre; Avrupalı tüketiciler GDO’lu gıdalar konusunda
şüpheci iken; Asyalı tüketicilerin görüşlerinde biraz kutuplaşma olduğunu tespit
etmiştir. Çalışmada, Asyalı tüketicilerin; GDO ve GDO’suzluk arasındaki farka duyarlı
olduğu öte yandan, Amerikalı tüketicilerle ödeme istekliliği açısından farklılık
göstermedikleri ortaya konmuştur.
Tüketiciler arasındaki bu karma yapı, Asian Food Information Centre’ın (AFIC)
(2008) tüketici araştırması sonuçlarında da ortaya çıkmıştır. Çalışmanın sonuçları;
52
Asyalı tüketiciler arasında, biyoteknolojik yolla üretilen gıdaların potansiyel faydaları
hakkında olumlu olanların, bu gıdaları satın alma olasılıklarının yüksek olduğunu
göstermiştir. Bununla birlikte, Japon tüketicilerin, bu gıdaları satın almaya direnç
gösterdiklerine de işaret edilmiştir.
Yakın zamanda yapılan bazı çalışmaların sonuçları incelendiğinde, Avrupalı
tüketiciler ile Amerikalı tüketicilerin GDO’lu gıdalara bakış açısı bakımından
farklılıkların olduğu sonucuna varılabilmektedir. Canavari ve Nayga (2009), İtalyan
tüketiciler ile yaptığı çalışmasında, tüketicilerin çoğunun besin değerleri arttırılmış
olmasına rağmen GDO’lu gıdaları satın alma istekliliklerinin olmadığını tespit etmiştir.
Öte yandan, Nganje ve diğerleri (2009) ABD’li tüketiciler arasında GDO’lu gıdaların
tüketimi konusunda istekli olan tüketicilerin olduğunu göstermiştir.
GDO’lu gıdalar hakkında, Avrupalı ve Amerikalı tüketicilerin farklı yaklaşımlar
içinde olduklarını destekleyen bir çalışmada, O’Fallon ve diğerleri (2007), Amerikalı
tüketicilerin Avrupalı tüketicilere göre GDO’lu gıdalar konusunda daha anlayışlı
olduğunu ileri sürmüş ve bunu üç temel nedene bağlamıştır. Bu nedenlerden birincisi,
Avrupa’daki medyanın GDO’lu gıdalar hakkındaki ihtilaflı yayınlarının, tüketicilerin bu
ürünleri kabul etmesini olumsuz yönde etkilemesidir. İkinci neden, Amerikalı bireylerin
Amerikan yasalarına, Avrupalı bireylerin kendi yasalarına duyduğu güvenden daha
fazla güven duymalarıdır. Son neden ise, Avrupalı tüketicilerin Amerikalı tüketicilere
göre gıda teknolojilerinin tehlikeleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasıdır.
Subrahmanyan ve Cheng (2000), GDO’lu gıdalarla ilgili olarak tüketicilerin endişe
içinde olduklarını, bu endişelerin temelinde ise sağlık, etik, algılanan fayda ile ilgili
endişelerin yattığını ileri sürmüştür. Honkanen ve Verplaken (2004) de tüketicilerin bu
gıdalara yönelik olarak olumsuz tutum içinde olduklarını iddia etmiştir. Magnusson ve
Hursti (2002), İsveçli tüketicilerle yaptığı çalışmalarında tüketicilerin GDO’lu gıdalar
hakkında ahlaki şüpheler taşıdıklarını, tüketiciler için bu gıdaların tatlarının daha iyi ve ucuz
olması gibi faydalarının satın alma için ikna edici olmadığını tespit etmiştir.
Kanadalı tüketicilerle yapılan bir çalışmada ise tüketicilerin, fonksiyonel sağlık
özelliklerini göz önüne almadan GDO’lu gıdalardan kaçınacağını ileri sürülmüştür.
Ancak, aynı çalışmada GDO’lu gıdalar için bir niş pazarı potansiyelinin var olduğu da
belirtilmiştir (Larue, West, Gendron ve Lambert, 2004, s.164). Bernard ve diğerleri de
(2009), GDO’lu gıdalar için bir niş pazar olabileceğini iddia etmiş ve bu iddiasını bu
gıdaların besin değerinin geliştirilmiş olması özelliğine dayandırmıştır.
53
Bununla birlikte, Poortinga ve Pidgeon (2006), İngiliz halkında sıklıkla GDO’lu
gıdaları karşıtlık ve olumsuz hissiyatın görülmesine rağmen aslında daha çok insanların
kararsızlık içinde olduklarını tespit etmiştir. İngiltere’de yapılan başka bir çalışmada,
Spence ve Townsend
(2006) sonuçların bütün İngiliz halkını temsil kabiliyeti
olmamasına rağmen çalışmalarına katılan tüketicilerin, GDO’lı gıdaları denemeye
istekli olduklarını ve bu gıdaların ulaşılabilirliğinin genişlemesi halinde tüketiciler
tarafından kabul görebileceğini belirtmiştir.
Yılmaz ve diğerleri (2009), Trakya Bölgesinde yaptıkları çalışmalarında
tüketicilerin gıda güvenliği açısından tüketicileri endişelendiren durumlar arasında
GDO’lu gıdaların da olduğunu tespit etmiştir. Erbaş (2008), toplumun farklı kesimleri
açısından biyoteknolojik ürünleri ele aldığı çalışmasında; tüm katılımcıların %81,1 gibi
büyük bir kesimin GDO’lu gıdaları zararlı bulduklarını tespit etmiştir. Kırsal kesim,
profesyoneller ve kentsel tüketicilere göre hem daha iyimser tavırdadır hem de bu
gıdaları tüketme konusunda daha olumludur.
Tüketiciler GDO, hormon, zirai ilaç… v.b. gibi gıda üretim sürecinde kullanılan
yöntemler hakkında bazı endişeler duyabilmekte ve bu endişeleri biribirinden farklı
önem derecelerine göre değerlendirebilmektedir. Hwang ve diğerlerinin (2005),
Amerikalı tüketicilerin gıda üretim ve işleme teknolojileri hakkındaki endişelerini
belirledikleri çalışmalarında, en fazla endişenin pestisit ve hormon kullanımının
olduğunu daha sonra da sırası ile antibiyotik ve genetik değişimin olduğu görülmüştür.
Çalışmada genetik değişim, en çok endişe duyulan teknoloji olmamakla birlikte; genetik
değişimin, insan ve çevre sağlığı üzerinde uzun dönemli olumsuz etkisi oluşturabilme
ihtimalinin, tüketiciler arasında endişeye sebebiyet verdiği tespit edilmiştir. Ancak, aynı
çalışmada tüketiciler arasında genetik değiştirme teknolojisinin, çevresel zararın
azaltılması ve gıdaların sağlıklılığının arttırılmasını sağlayabileceğini bilenlerin de
olduğu vurgulanmıştır.
Heiman ve diğerleri (2000) de, İsrail’ de gerçekleştirdikleri çalışmalarında
tüketicilerin, kendilerine sunulan diğer seçeneklere bağlı olarak GDO’lu gıdalara
tutumlarının değiştiğini ileri sürmüştür. Buna göre, tüketicilerin; genetiğinin
değiştirilmesi ile üretilen ete, boya veya hormon kullanılarak üretilen ete göre daha
olumlu karşılık verdiği tespit edilmiştir.
GDO’lu gıdalar hakkındaki bilinç düzeyi ve fayda algısı, tüketicilerin bu
gıdalara olan eğilimlerini etkileyebilmektedir. Saher ve diğerleri (2006), tabii bilimler
altındaki disiplinlerde (biyoloji, veterinerlik, kimya…) eğitim alan öğrencilerin diğer
54
öğrencilere göre GDO’lu gıdalar hakkında daha az olumsuz tutuma sahip olduğunu
belirlemiştir.
İtalya’da yapılan bir çalışmada ise tüketicilerin, gıda üretiminde genetik
değişiklik uygulanması konusunda fazla endişeli olmadığı tespit edilmiştir. Ancak bu
durumun, diğer gıda üretim tekniklerine kıyaslandığında, GDO’lu gıdaların ve
potansiyel risklerinin, tüketiciler tarafından bilinmediğinden kaynaklanabileceği ileri
sürülmüştür (Rosati ve Saba, 2004, s.498–499). Miles ve diğerlerine (2006) göre,
GDO’lu gıdaların sağlayabileceği faydaların tüketiciler tarafında bilinmesi, spesifik
fayda sağlayan GDO’lu gıdaların, tüketicilerdeki satın alma eğilimini arttırmaktadır.
Benzer bir sonuç, Curtis ve Moeltner (2006) tarafında da ileri sürülmüştür. Yazarların
çalışmalarına göre; GDO’lu pirincin A vitamini yönünden zenginleştirilmesi, Çinli
tüketicilerin bu gıdaları satın alma istekliliğini arttırmaktadır.
Miles ve diğerleri (2006), tüketicileri satın almaya teşvik etmek için her
faydanın cazibesinin aynı olmadığına işaret etmiştir. Buna göre tüketiciler tarafından;
tat geliştirme, maliyet azaltma ve gıdanın ömrünün uzaması gibi faydalar daha az
çekiciliğe sahip iken sağlık, hayvan refahı, çevre, üretimde herbisit ve pestisit
kullanımın azalması ile ilgili faydalar daha çekici bulunmaktadır.
Benzer bir yaklaşım, Loureiro ve Bugbee’in (2005), tüketicilerin GDO’lu
gıdaların potansiyel faydaları olabilecek; lezzetin geliştirilmesi, besinsel değerin
zenginleştirilmesi, pestisit (zararlı öldürücü madde) kullanımının azaltılması, raf
ömrünün uzatılması gibi, nedenlerin bu gıdalara daha fazla para ödeme istekliliği
üzerine etkisini incelediği çalışmasında da ortaya çıkmıştır. Çalışmanın sonuçları,
tüketicilerin; lezzetin geliştirilmesi, besin içeriğinin zenginleştirilmesi ve pestisit
kullanımın azaltılması için bu gıdalara daha fazla ödemeye razı olduklarını ancak
fazladan ödemeye razı olunan farkın oldukça az olduğunu göstermiştir. Asian Food
Information Centre’ın (AFIC) (2008) tüketici aştırması sonuçlarına göre ise Asyalı
tüketiciler arasında bu gıdalara ilişkin; daha iyi tat, gelişmiş besinsel değer, düşük
pestisit kullanımı ve düşük fiyat belirtilen popüler faydalar arasında yer almaktadır.
Avrupa Komisyonun (2008) yaptığı odak grup görüşmesi sonuçlarına göre, gıda
satın alma alışkanlıklarına yönelik görüşmelerde GDO’lu gıdaların, zihinlerde en baş
sıralarda yer almadığı tespit edilmiştir. Bu gıdaların, faydalarının göz önüne
alınmasından ziyade doğurduğu kuşkuların baskın geldiği görülmüştür. Ancak, aynı
kaynakta, gelecekte, iklime ve kirlenmeye dirençli gıda elde edebilmenin, GDO’lu
gıdaların kabul edilebilirliğini artırabileceği ileri sürülmüştür.
55
Tüketicilerin bir kısmı da bitkilerin genetik değişikliğini hayvanlardakine tercih
edebilmekte ve sağlıkla ilgili faydalar sağlayacak genetik değişiklik metodu ile
üretilmiş bitkisel gıdaları (anti kanser domates sosu, kalp sağlığına faydalı patates
cipsi… gibi) tercih edebilmekte ve bunlara daha fazla ödemeye razı olabilmektedir
(Larue vd., 2004, s.164).
Knight ve Paradkar (2008), kişisel görüşme yönetimi ile Hindistan’daki yirmi
gıda dağıtım kanalı uzmanları ile gerçekleştirdikleri çalışma sonuçlarına göre
Hindistanlı tüketicilerin GD konusunda habersiz ve kayıtsız oldukları ifade edilmiştir.
Bununla birlikte, Hindistan’ın gıda üretiminde temel bir GD teknolojisi uyarlayıcısı
haline geleceği, gıda dağıtım kanalı uzmanları hem GDO’lu gıdaların üretiminde hem
de ithalatının kabul edileceği öngörülmüştür.
GDO’lu gıdalarla ilgili tüketici davranışlarını inceleyen çalışmaların, bazı
kısıtlara maruz kaldığına işaret edilmiştir. Bu kıstların başlarında, tüketicilerin bu
gıdalar hakkında yeterli bilgiden yoksun olması gelmektedir. Çok az sayıda GDO’lu
gıdanın pazara sunulması ve etiketlenmesi nedeniyle tüketiciler, bu ürünler hakkında
fazla tecrübe sahibi değildir. Bu nedenle, tüketiciler için de yeni olan bu konuda tüketici
davranışlarını tahmin edebilmek zordur (Bredahl, 2001, s.24). Ayrıca, GDO’lu
gıdalardaki etiket eksikliği, pazarlama stratejilerinin etkinliği hakkında yapılacak olan
deneysel çalışmaları kısıtlamaktadır (Wachenheim, 2006, s. 32).
2.3.5. Tüketicilerde GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılanan Riskler
Tüketicilerin temel satın alma kalemleri arasında gıdanın önemli bir yer vardır.
Giderek artan sağlıklı ve kaliteli yaşam istekliliği ve bununla birlikte gıdada yaşanan
krizler ve gıda fiyatlarındaki artış, tüketicileri gıdaya dayalı satın alma kararları
üzerinde daha da dikkatli satın alma kararlarında bulunmasını gerektirmektedir.
Bununla birlikte, genelde, tüketiciler satın alma kararlarında, verdikleri kararın sıklıkla
sonuçlarını ya da çıktılarının belirsiz oluşu sebebi ile bazı düzeylerde risk
algılamaktadır (Schiffman ve Kanuk, 2004, s.196). GDO’lu gıdalar da, tüketiciler için
bilinmezleri başka bir deyişle belirsizlikleri beraberinde getirmektedir.
56
2.3.5.1. Tüketicilerde GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılan Riski Ortaya Çıkaran
Nedenler
Algılanan risk literatürünün öncüleri olan Bauer (Dowling, 1986, s.194; Brunel
ve Pichon, 2004, s.361) ve Chunningham (1967) tarafından ileri sürülen ve genelde de
kabul gören öncü tanımlarına göre “belirsizlik”, algılanan riskin önemli bir parçasını
oluşturmaktadır. Frewer (2003a) de, sonuçların kesin biçimde belirtilemediği ya da
bilinmediği durumlarda belirsizliğin doğacağını ileri sürmüştür.
Algılanan riski oluşturan bileşenlerden “belirsizlik” bileşenin GDO’lu gıdalarla
ilgili olarak ortaya çıktığı dolayısı ile, GDO’lu gıdara ait belirsiz bir durum hakim
olduğu söylenebilir. Bu belirisizliğin oluşmasında, GDO’lu gıdaların fayda ve
zararlarının net olarak bilimsel alanda kesinleştirilememesi etkili görülebilmektedir.
Halkın neden GDO’lu gıdalara karşı oldukları, gıda risklerinin algılanmasında
belirsizlik ve korku risklerinin özelliklerinin önemi ile açıklanabilmektedir. GDO’lu
gıdaların göreceli olarak yeni bir teknolojiye dayanması yani bilim adamlarının kesin
olarak riskleri tahmin etmesinde yetersizliklerin olması, kazara giriş yapan DNA
yapısındaki zararlı değişikliklerin etkilerinin gecikmeli olması ve tüketicilerin hangi
gıdaların içinde GDO olduğu konusunda iyi bilgilendirilmiş olmamasının riskleri
oluşturduğu belirtilmektedir (Finuance ve Holup, 2005, s.1604).
Gıda üretiminde genetik teknolojinin kullanımı neticesinde ortaya çıkabilecek
potansiyel olumlu ve olumsuz etkilerin yüksek düzeyde belirsiz olarak algılanması
tüketiciler arasında oldukça yaygındır (Saba, Rosalti ve Vassollo, 2000, s.116). Lea
(2005) da çalışmasında, tüketicilerin genelinde, bu gıdaların uzun dönemdeki sağlık ve
çevre üzerindeki etkileri hakkındaki belirsizliğin öne çıkan düşünceler arasında yer
aldığını tespit etmiştir.
Algılanan riskin, “berlirsizlik” dışındaki diğer bileşeni olarak; Bauer, “ters etki”
(Dowling, 1986, s.194; Brunel ve Pichon, 2004, s.361) ve Chunningham (1967) da olayın
gerçekleşmesi halinde tüketiciye olan maliyeti ifade eden “sonuç” bileşeni üzerinde
durulmuştur.
GDO’lu gıdaların, algılanan riskin bileşeni olarak hem “ters etki”
hem de
“sonuç” açısından ele alındığında tüketiciler için algılanan riskin oluşmasına neden
olabileceği görülmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere, GDO’lu gıdaların; insan ve
hayvan sağlığı, çevre, ekonomi ve etiksel olumsuz sonuçlar doğurabileceği tahmin
edilmektedir (Bkz Bölüm 3.2.2. GDO’lu Gıdaların Potansiyel Zararları). Öte yandan, bu
57
gıdaların sağlaması umulan faydalarının iddia edilen zararları tolere edip edemeyeceği
henüz kesinleşmemiştir.
Tüketici davranışları incelendiğinde, ürün hakkında bilginin az, ürünün yeni ve
teknik olarak karmaşık, tüketicilerin güvenin az ve satın almanın önemli olduğu
durumlarda tüketicilerdeki algılanan risk seviyesinde artışın olduğu görülmektedir
(Odabaşı ve Barış, 2003, s. 154). Tüm bu sayılan koşullar GDO’lu gıdalar için de
sözkonusudur. Dolayısı ile tüketicilerde bu ürünlerin tüketimine ilişkin olarak algılanan
riskler ortaya çıkabilmektedir. Konu ile ilgili çalışmalar da bu durumu desteklemektedir
(Nganje vd., 2009; Klerck ve Sweeney, 2007; Costa-Front ve Mossialos, 2007; Lusk ve
Coble, 2005; Hossain ve Onyango, 2004; Wilson, Evans, Leppard,Syrette, 2004; Frewer
vd, 2003b; Subrahmanyan ve Cheng, 2000).
2.3.5.2. GDO’lu Gıdalarla İlgili Genel Olarak Algılanan Riskin Tüketicilerin Satın
Alma Davranışlarına Etkisi
Genetiği değiştirilmiş gıda ürünleri ile ilgili yapılan tüketici davranışları
çalışmalarında, bu ürünlerin, tüketiciler tarafından kabul edilebilmesi için algılanan
riskin önemine vurgu yapılmıştır (Lusk ve Coble, 2005, s. 393; Hossain ve Onyango,
2004, s. 266). GDO’lu gıdaların tüketiciler tarafından kabul edilmesinde, tüketicilerin
biyo teknoloji hakkındaki risk/fayda inançları önemli görülmekle birlikte, tüketicilerin
GDO’lu gıdalar hakkındaki risk/fayda inançları, bu gıdaları satın alma davranışlarını
şekillendirmektedir (Han ve Harrison, 2007, s.701).
Hossain ve diğerleri (2003), tüketicilerin GDO’lu gıdaları kabullenmesinde
algılanan risk tarafından yönlendirildiğini tespit etmiştir. Risk algılarının, tüketicilerin
GDO’lu gıda pazarına katılma istekliliği için birincil yönlendirici olduğu (Curtis ve
Moeltner, 2006, s.305) da belirtilen temel iddialar arasında yer almaktadır. Aynı
zamanda, risk algılarının izlenmesi, halk tarafından GDO’lu gıdaların kabullenmesinde
ortaya çıkabilecek problemlerin tanımlanmasında ve çözümlenmesinde bir gereklilik
olarak kabul edilmektedir (Lambraki, 2002, s.216).
Tüketicilerin, GDO’lu gıdaların faydalarından ziyade riskleri üzerinde
durdukları ve bu bağlamda, tüketmeye istekliliklerinin az olduğu görülebilmektedir
(Onyango vd., 2004, s.209). Dolayısı ile GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan riskler, bu
gıdaların satın alma istekliliği konusunda bir öncül rolü oynayabilmekte (Brown ve
58
O’Cass, 2005, s.34) ve satın alma istekliliğini azaltabilmektedir (Brown ve O’Cass,
2005, s.34; Brown ve O’Cass, 2004).
Algılanan riskin, tüketicilerin GDO’lu gıdaları satın alma eğilimlerini etkileyen
önemli bir güç olduğu düşünülmektedir. Costa- Font ve Gil (2009), algılanan riskin,
tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik satın alma eğilimlerinde önemli bir temel
oluşturduğunu ortaya koymuştur. Chen ve Li (2007) de, Taiwanlı tüketicilerle yaptıkları
bir çalışmada, tüketicilerin algıladıkları risklerin artmasıyla GDO’lu gıdalarla ilgili
olumsuz tutumların da arttığını tespit etmişlerdir. Aynı çalışmada, tüketicilerin bu
gıdalara ilişkin önceden sahip oldukları olumsuz tutumlarının değişmesinin kolay
olmayacağına da işaret edilmiştir. Bununla birlikte, GDO’lu gıdalara ilişkin algılanan
riskler, tarımsal biyo teknolojinin sağlık ve çevre üzerinde uzun dönemli zararları
hakkındaki endişeler, tüketicileri organik gıdaları tüketmeye sevk edebilmektedir
(Rimal, Moon ve Balasubramanian, 2006, s.77).
Literatürde, tüketicilerin, GDO’lu gıdalar hakkındaki karar verme süreçlerinde,
algıladıkları riskin mi yoksa faydanın mı daha önemli olduğuna dair farklı sonuçlara
ulaşmış çalışma sonuçlarına rastlanmaktadır. Traill ve diğerleri (2006), GDO’lu gıdaları
tüketmeye isteklilikte, algılanan faydanın algılanan riskten daha önemli olduğunu
belirlemiştir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risklerini inceleyen bazı
çalışmalar, algılanan riskin faydadan daha büyük olduğunu göstermiştir (Matos vd.,
2006, s.162; Wu, 2004, s.715). Öte yandan, tüketicilerin risk ve fayda algısı, GDO’lu
gıdaları satın alma eğilimlerinin tanımlayıcısı olabilmekte ve satın alma eğilimine
önemli ölçüde etki edebilmektedir (Costa-Font, 2009, s.195).
GDO’lu gıdaların sağlayacağı faydaların, bu gıdalarla ilgili algılanan riski
geçmesi halinde, bu ürünlerin tüketiciler tarafından benimsenmesinin mümkün
olabileceği görülmektedir. Magnusson ve Hursti (2002), GDO’lu gıdaları satın alma
istekliliğinin; sağlığa ve çevreye somut faydalar sunması halinde artabileceğini iddia
etmiştir. Tsakiridou ve diğerleri (2007) de çalışmalarında; Alman tüketicilerin GDO’lu
gıdaları satın alma istekliliğinin, GD teknolojisinin, gıda arzının artışına ve gıda
fiyatlarının düşmesine katkı sağlayacağı düşüncesi ile arttığını göstermiştir. Magnusson
(2004) da GDO’lu gıdaların sağlık ve çevre üzerindeki somut faydalarının, tüketicilerin
bu gıdaları satın alma istekliğini arttıracağı ileri sürmüştür.
59
2.3.5.3. GDO’lu Gıdalarla İlgili Algılanan Risk Türlerinin Tüketici Satın Alma
Davranışları Üzerindeki Etkisi
Kamuoyunda, GDO’lu gıdaların çevre ve kanser riski taşıyabileceği düşüncesi
ile bu gıdaların, doğal habitatı ve dünya popülasyonunun sağlığını etkileyecek temel bir
problem olarak gören inançlar söz konusudur (Laros ve Steenkamp,2004, s.890). Bu
bağlamda, tüketiciler arasında bu ürünlerin insan sağlığına ve çevreye zararlı olduğu
düşüncesi, hakim olan riskleri ve kabul edilebilirlik düzeyini etkilemektedir (Poveda
vd., 2009, s. 527; Nganje vd., 2009, s.70; Qin ve Brown, 2008; Hu, Hünnemeyer,
Veeman, Adamowicz ve Srivastava, 2004, s.404; Cook, Kerr ve More, 2002, s.568;
Verdurme ve Viaene, 2001, s.79; Bredahl, 2001, s.40; Subrahmanyan ve Cheng, 2000;
Saba vd., 2000, s.116).
Miles ve Frewer (2003) tüketicilerin, beş gıda riskine (BSE, genetik değişim,
yüksek yağ, pestisit ve Salmonella) ait belirsizliklere ilişkin algıladıkları risklere ait
ciddiyetlerini belirlemiştir. Çalışmada, tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili olarak;
riskin nasıl azaltılacağı, hayvanlara olan riski, riskin büyüklüğü, riskten kimin
etkileneceği, bilimsel görüş ayrılığı, geçmiş ve gelecekteki belirsizlikleri hakkında ciddi
riskler algılamakta olduklarını ortaya koymuştur.
GDO’lu gıdaları satın almak istemeyen tüketiciler bu gıdaları; korkutucu, riskli ve
gelecek nesiller için yüksek derecede riskli görebilmektedir (Townsend ve Campbell, 2004,
s.1389). Saba ve diğerleri (2000), İtalyan tüketiciler ile yaptıkları çalışmada tüketicilerin
büyük kısmının GDO’lu gıdalarla ilgili yüksek riskler algıladıklarını ortaya koymuştur.
Algılanan faydanın oldukça düşük kaldığı tespit edilmekle birlikte, algılanan riskler
arasında sağlık, çevre ve gelecek nesiller için yüksek riskler algılandığı görülmüştür.
Lea (2005), Avusturyalı tüketiciler ile gerçekleştirdiği odak grup görüşmeleri
sonucunda tüketicilerin GDO’lu gıdalar hakkında, bu gıdaların; yapay olduğu, sağlık ve
çevre üzerindeki uzun dönemdeki etkisinin bilinmediği, firmaların karlılığını arttırmak
için
yapıldığı,
biyolojik
çeşitliliği
azalttığı,
kimyasal
kullanımını
arttırdığı,
tanımlanmalarının zor olduğu yönünde olumsuz fikirlere sahip olduklarını tespit
etmiştir. Ancak, çalışmada, tüketiciler arasında GDO’lu gıdaların; tarımda bir ilerleme
ve zekilik göstergesi, gıda üretiminde geleneksel yöntemden farkının çok az ve
zararlarıyla ilgili bilimsel kanıtların yetersiz olduğu ayrıca, denemek için meraklılık gibi
olumlu düşüncelerin de olduğu görülmüştür.
60
Çevresel risklerin, tüketicilerin GDO’lu gıdaları kabullenmesi durumunda bile
GDO’lu gıdalara yönelik tartışmaları yönlendirmesi söz konusu olabilmektedir.
Amerikalı tüketicilerin, GDO’u gıdaları kabullendikleri belirtilmesine (Marre vd., 2007,
s.94) rağmen, Amerika’nın farklı eyaletlerinde yaptıkları çalışmalarında Han ve
Harrison (2005), GDO’lu mısırların çevreye olası zararlarının etkileme konusundaki
tartışmalarda çok önemli bir mesele olduğunu; biyoteknolojinin doğal yaşam ve çevreye
yan etkilerinin, tüketicilerin, Amerikan GD etiketleme politikaları konusundaki
düşüncelerini şekillendirdiğini tespit etmiştir.
Tüketiciler ile uzmanlar kıyaslandığında, tarafların, risk değerlendirmelerinin
farklı olduğu söylenebilmektedir. Haukenes (2004), tüketiciler ile uzmanların GDO’lu
gıdaların olası sağlık riskleri hakkındaki değerlendirmelerini incelediği çalışmasında,
tüketicilerin uzmanlara göre bu gıdaları daha riskli bulduğunu ortaya çıkarmıştır.
Çalışmaya göre tüketiciler GDO’lu gıdaların; kanser ve kalp-damar hastalıklarını ve
alerji riskini arttıracağı, doğurganlığı azaltacağı ve insanlarda antibiyotik direnci
göstermeye etki edeceği yönünde sağlık problemleri doğuracağı görüşündedir. Ancak
uzmanların, bu sağlık risklerini tüketicilere göre daha az riskli bulduğu tespit edilmiştir.
Rimal ve diğerleri (2007), İngiliz tüketicilerin GDO’lu gıdaların etiketlenmesi ile
ilgili tutumları boyunca tarımsal-biyoteknoloji hakkındaki algılanan riskleri belirlemiştir.
Çalışma sonuçları; sağlık riski, çevre riski, ahlaki önem, biyoteknolojinin esas
faydalanıcısının çokuluslu şirketler olduğu imajı ve çokuluslu şirketlerin tarım üzerindeki
kontrolünün büyümesi olmak üzere beş algılanan risk belirlemiştir.
Sağlık ve çevre hakkındaki algılanan riskler, GDO’lu gıdaların satın alma
istekiliğini etkileyen önemli riskler arasında kabul edilmektedir. Tsakiridou ve diğerleri
(2007), Alman ve Yunan tüketicilerle gerçekleştirdikleri çalışmalarında, GDO’lu
gıdaların tüketim ve üretim süreçlerindeki risklerin, her iki ülkedeki tüketicilerin de
satın alma istekliliğini azalttığını tespit etmiştir. Her iki ülkede de bu gıdaların, alerji ve
sağlık tehditlerine sebep olabileceği düşüncesi, tüketicilerde satın alma istekliliğinin
azaltmasına sebep olmaktadır. Öte yandan, GD teknolojisinin getireceği çevresel
zararlar, Alman tüketicilerin satın alma istekliğinde azaltmaya yol açtığı ancak, Yunan
tüketicilerin satın alma istekliliği üzerinde bir etkili olmadığı görülmüştür.
Teisl ve diğerleri (2008), GDO’ların çevresel zararlara yol açabilme potansiyeli
nedeniyle, riskten kaçınan tüketicilerin, GDO’lu gıdaları satın almayı güçlü biçimde
reddetiklerini ve GDO’suz gıdaların satın alınmasını desteklediklerini tespit etmiştir.
Ekstrom ve Askegaard (2000) da, odak grup görüşmesi ile gerçekleştirdikleri
61
çalışmalarında; çevrecilerin ve vejetaryenlerin GDOlu gıdaları doğal değil yapay olarak
kabul ettiklerini ve GDOlu ürün satın almaya istekli olmadıklarını ve almadıklarını
ortaya çıkarmıştır.
Sağlık ve çevrenin yanı sıra, etiksel endişelerin de tüketicilerin, GDO’lu gıdalara
karşı algılanan risklerini oluşturabildiği ve satın alma kararlarını etkileyebildiği
görülmektedir. Han ve Harrison (2007), GDO’lu gıdaları satın almama kararında olan
tüketicilerin, bu gıdalar hakkında etiksel endişeler taşıdıklarını ve bu gıdaların
üretiminin, doğal yaşam ve çevre için zararlı olduğuna inandıklarını belirlemiştir.
Bununla birlikte, satın alma kararında olan tüketicilerin ise bu gıdaları güvenli
buldukları tespit edilmiştir.
Tüketiciler arasında,
GDO’lu gıdalarla ilgili olarak algılanan risklere ait
düzeylerin farklılık gösterdiği söylenebilmektedir. Kimenju ve Groote (2008) ise Kenya
ve Nairobide gerçekleştirdikleri çalışmalarında GDO’lu gıdaların satın alınmasına,
sağlık riski algısının ve etiksel ve eşitçilik endişesinin olumsuz etkilerinin olduğunu
tespit etmiştir. Ancak, aynı çalışmada tüketicilerin, biyolojik çeşitlik ve çevresel yan
etkilerden endişe duydukları belirtilmesine karşın yarıdan fazlasının GD’yi çevre için
zararlı görmediği belirtilmiştir.
Tüketici davranışları literatüründe en çok benimsenilen algılanan risk türleri
olan; performans riski, fiziksel risk, sosyal risk, finansal risk, psikolojik risk ve zaman
riskleri bakımından GDO’lu gıdaları direkt ele alan çalışmalar oldukça azdır. Klerck ve
Sweeney (2007) GDO’lu gıda ürünlerini satın alma eğilimini, üç algılanan risk türü
(performans, fiziksel ve psikolojik) ile ölçmüş, bunlardan yalnızca psikolojik riskin
satın alma eğilimine etkisini anlamlı bulmuştur. Başka bir deyişle, performans ve
fiziksel riskten ziyade endişe ve merak, tüketicilerin GDO’lu gıdaların satın almasını
ihtimal dışı bırakmıştır.
Bu bölümde yer alan çalışmaların sonuçları incelendiğinde, GDO’lu gıdalarla
ilgili olarak tüketiciler tarafından algılanan risk çeşitleri arasında genel hatları ile sağlık,
çevre, etik ve ekonomi üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Algılanan risk
literatüründen hareketle, algılanan risk türlerinden; sağlık ve çevre riskinin fiziksel
riske, etik riskinin sosyal riske ve ekonomi riskinin finansal riske dahil edilebileceği
düşünülebilmektedir. Bunun yanı sıra gelecek nesiller için kaygı uyandırması sebebi ile
tüketicilerde sosyal riskin oluşabileceği de ifade edilebilmektedir. Tüketicilerin zihninde
genel bir endişe ve merak uyandırması söz konusu olduğundan psikolojik risk de bu
kapsam da ele alınabilmektedir.
62
2.3.6. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim
Tez çalışmasının bu bölümünde öncelikle, tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili
bilgi
edinme
kaynakları
ve
bu
bilgi
kaynaklarının,
tüketiciler
nazarındaki
güvenilirliliklerine bağlı olarak GDO’lu gıdalarla ilgili tutum ve davranışları etkileme
düzeylerine değinilmiştir. Sonraki kısımda ise, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk ve
kulaktan kulağa iletişim arasındaki ilişkiyi ele alan çalışma sonuçlarına yer verilmiştir.
2.3.6.1. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Bilgi Edinme Kaynakları
Wilson ve diğerlerine (2004) göre, algılanan risk, tüketicilerin bilgi toplama
sürecini tanımlayan unsurların en güçlülerinden bir tanesidir. Dolayısı ile algılanan
riskle birlikte tüketicilerin bilgi edinme ihtiyaçları doğmaktadır.
Chaudhuri (1997), algılanan riskin yüksek olduğu ürünlerde tüketicilerin daha
çok bilgi araştırmaya yöneleceğini savunmuştur. Ayrıca, tüketicilerin algılanan riski
azaltmak için bilgi arama sürecine girebilecekleri de önceki çalışmalarda belirtilmiştir
(Mitchell ve McGoldrick,1996; Dowling ve Staelin, 1994; Lutz ve Reilly 1974; Taylor,
1974). Klerck ve Sweeney (2007) de, tüketicilerin satın almayı gerçekleştirmeden önce
GDO’lu gıdalar hakkındaki bilgi araştırma eğilimlerinin, algılanan risk türlerinden
performans ve psikolojik risklerinden etkilendiğini tespit etmiştir.
Literatürdeki pek çok çalışmada, güvenilir bilgi kaynaklarından gelen risk ve
fayda açıklamalarının, ikna edicilik gücüne sahip olması nedeniyle, GDO’lu gıdaların
tüketiciler tarafından kabul görmesinde, güvenilir bilgi kaynaklarına başvurmanın
gerekliliği üzerinde durulmuştur (Marre, Le, Witte, Burkink, Grünhagen ve Wells,
2007, s.94; Kim ve Boyd, 2006, s.54; Rowe, 2004, s.109).
Tüketicilerin GDO’lu gıdalar ile bilgi edinme kaynakları arasında televizyon,
gazete, radyo, arkadaş çevresi ve aile, internet, alışveriş noktaları, bilim adamları, çevre
örgütleri, tüketici organizasyonları, uzman kişiler (doktor, ziraat mühendisleri, çevre
mühendisleri…) yer almaktadır. Ekanem ve diğerleri (2004), tüketicilerin sıklıkla bilgi
elde ettiği kaynaklar arasında gazete ve televizyondan sonra üçüncü sırada ise kulaktan
kulağa iletişimin olduğunu tespit etmiştir.
Kim ve Boyd (2006), Japon tüketicilerin; hükümet, TV/gazete, tüketici birlikleri,
akademisyenler/bilim insanları ve gıda firmaları arasında en çok akademisyenler/bilim
insanlarına en az ise gıda firmalarına güven duyduklarını tespit etmiştir. Marre ve
63
diğerleri (2007), Fransız tüketicilerin bilimsel fikre Amerikan tüketicilerin ise
doktorlardan gelen bir tavsiyeye daha çok güvendiklerini ortaya çıkarmıştır. İtalyan
tüketicilerin, gıdaların zararları konusunda tüketici ve çevre organizasyonlarından
edinilen bilgiye daha çok güvendikleri, hükümeti ise en az güvenilir buldukları tespit
edilmiştir (Rosati ve Saba, 2004, s.499).
Moses (1999) de, Avrupalı tüketicilerin biyo teknolojik gıdalara ilişkin bilgi
kaynaklarının güvenilirliği konusunda, kaynaklara bağlı olarak, farklı güvenilirlik
düzeyleri tespit etmiştir. Tüketiciler arasında; doktorların, diyetisyenlerin ve üniversite
akademisyenlerinin çoğunlukla itibarlı bulunduğu ve bunlardan gelen mesajların, ticari
motivasyonun olmaması durumunda genellikle kabullenildikleri görülmüştür. Bununla
birlikte Moses, tüketicilerin; tüketici örgütlerine, tüketicilerden çok organizasyonlara
yakınlığı konusunda endişe duyduklarını iddia etmiştir. Ticari bilgilerin (özellikle
üreticilerden) ise ticari niyet taşıdıklarından dolayı kuşku ile karşılandığı ve çok az
güvenilir bulunulduğu belirtilmiştir.
Ekanem ve diğerleri (2004), tüketicilerin biyo teknolojik gıdalara ilişkin gıda
alışveriş ve tüketme kararlarında bilgi edindikleri kaynaklar ve bu kaynaklara
güvenlerini incelediği çalışmasına göre tüketiciler, en çok sağlık uzmanlarına ve
üniversite bilim adamlarına güvenmektedir. Mohr ve diğerleri (2007), tüketicilerin
genetik değişimi kabulü ile aralarında aile ve arkadaşların da bulunduğu uzman
olmayan gruplara duyulan güven arasında pozitif yönlü ilişki olduğunu belirlemiştir.
Frewer ve diğerleri (2003a), gıda alanındaki bilim insanları ile yaptıkları
görüşmelerden; bilim insanlarının, kamuya bilimsel belirsizlik hakkında bilgi
verilmesinin, bilime ve bilimsel enstitülere olan güvensizliğin artmasının sebep olduğu
düşüncesini taşıdıklarını belirlemiştir. Ayrıca görüşmelerden, bu tarz bilgilerin, olasılı
zararların boyutları ve etkileri hakkında kamuoyunda panik ve karmaşaya yol açtığı
fikri ortaya çıkmıştır.
Bilgi edinme kaynağı olarak basında, GDO’lu gıdalara ilişkin olarak daha çok
olumsuzluklar üzerinde durulduğu görülmektedir. Nitekim “frenkeştayn”gıdalar gibi
söylemler ve korkuyu temsil eden figürler GDO’ lu gıdalarla ilgili olarak sıkça
rastlanmaktadır. GDO’lu gıdaların risk ve zararları hakkındaki haberlere diğer ülke
basınlarında da rastlanmaktadır. Viella-Vila ve Costa-Font (2008), İspanyol ve İngiliz
yazılı basının incelediği çalışmalarında, yazılı basının diğer Avrupa ülkelerinde olduğu
gibi daha çok GDO’lu gıdalarla ilgili risk ve kamu sağlığı üzerindeki potansiyel
64
zararları üzerinde durulduğuna işaret etmiştir. GDO’lu gıdaların potansiyel faydalarına
ise nadiren değinildiği aynı çalışmada belirtilmiştir.
Algılanan risk düzeyi, tüketicilerin bilgi edindikleri kaynakların duydukları
güvene bağlı olarak artma ya da azalma gösterebilmektedir. Poveda ve diğerleri (2009)
İspanyada gerçekleştirdikleri çalışmalarında; tüketicilerin bilgi kaynağına duydukları
güvenin, tüketicilerdeki GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan riski etkilediğini tespit
etmiştir. Buna göre tüketiciler, güvenilir olmayan bilgi kaynağı ile karşılaştıklarını
hissettiklerinde algılanan riskte artış görülmektedir.
Bilgi kaynakları arasındaki tutarlık ve çekişme, tüketicilerin algılanan risk
derecelerini etkileyen önemli bir unsurdur. Hükümet organları ile tüketici örgütlerinin
verdikleri mesajlar arasında; fikir ayrılığının olması halinde algılanan riskin aynı kaldığı
ya da arttığı, fikir birliği olması durumunda ise algılanan riskin azalması söz konusu
olabilmektedir (Dean ve Shepherd, 2007, s.463).
Tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili olarak bilgi arayışı içinde olmadığı da
görülebilmektedir.
Gao
ve
diğerleri (2005)
Kanadalı
tüketicilerle
yaptıkları
çalışmalarında katılımcıların önemli bir kısmının GDO’ lu gıdalar hakkında bilgi
aramaya motive olmadıklarını tespit etmiştir. Huffaman ve diğerleri (2007) de,
Amerikalı tüketicilerle gerçekleştirdikleri çalışmalarında, genetik değişim ve ters
etkileri hakkında bilgili katılımcıların, yeni bilgilerden genellikle etkilenmediklerini
ortaya koymuştur.
2.3.6.2. GDO’ lu Gıdalarda Algılanan Risk ve Kulaktan Kulağa İletişim İlişkisi
Gıda üretiminde genetik değişikliğe ilişkin bilginin güvenilir bir kaynaktan elde
edilip edilmemesi tüketicilerin verecekleri tepkileri etkilemede önemli bir tanımlayıcı
olarak kabul edilmektedir (Frewer vd., 1998, s.16).
Tüketicilerin gıda konusunda bilgi edindikleri kaynaklar arasında kulaktan
kulağa iletişimin, güvenilir bir bilgi kaynağı olarak görüldüğü söylenebilmektedir.
Ekanem ve diğerleri (2008), tüketicilerin gıda konusunda edindikleri bilgilerin
kaynaklarına göre güvenilirliğini incelediği çalışmasında; tüketicilerin başta sağlık
uzmanları olmak üzere, beslenme uzmanları ve gıda etiketlerine en son sırada ise
interneti güvenilir kaynak olarak kabul ettiklerini tespit edilmiştir. Aynı çalışma
sonuçları, aile ve arkadaşlar yolu ile kulaktan kulağa iletişimden sağlanan bilginin;
bilim insanları, tüketici grupları, televizyon, gazete ve internetten daha güvenilir
65
olduğunu göstermiştir. Gıdaya dayalı krizlerde tüketicilerin en fazla güven duydukları
kaynakların sırasıyla; doktor, aile ve arkadaşlar, bilim adamları ve televizyon olduğu
söylenebilmektedir (Grunert, 2002, s.283). Dolayısı ile gıda ile ilgili çelişkili
durumlarda aile ve arkadaşlardan edinilen bilgiler oldukça güvelir bulunmaktadır.
Costa-Front ve Mossialos’a (2007) göre; ailevi ya da şahsa özel bilgi kaynakları,
tüketicilerdeki GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risk ve faydaları etkilemede önemli bir
bilgi kaynağıdır. D’Souza ve diğerleri (2008) de kulaktan kulağa iletişimin, GDO’lu
gıdaların tüketiciler arasında anlaşılabilmesi ve kabul görmesine olumlu katkılar
sağlayacağı görüşündedir. Bu bağlamda, tüketicilerin başkalarıyla (arkadaş, aile…)
yaptıkları sohbetlerin, GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan riskleri belirleyebileceği ve
etkileyebileceği söylenebilmektedir.
GDO’lu gıdalarla ilgili bilgi edinme kaynaklarının, tüketiciler açısından
güvenilirlik düzeyleri incelendiğinde, kulaktan kulağa iletişimin bazı bilgi kaynaklarına
göre çok daha güvenilir kabul edildiği görülmektedir. Tüketicilerin, biyo teknolojik
bilgi edindikleri kaynaklar arasında aile ve arkadaşlarından edindiklerine duydukları
güven; gazeteciler, biyo teknoloji endüstrisi bilim insanları, gıda endüstrisi uzmanları,
üniversite bilim insanları, hükümet bilim insanları, televizyon haber raporları, üretici
grupları, tüketici grupları, çevreci gruplar, politik memurlar, düzenleyici organların
memurları ve bakkallardan daha yüksek düzeydedir (Ekanem, Muhammad ve Singh,
2004, s.75). Curtis ve Moeltner’e (2007) göre tüketiciler, basılı kaynaklar ve başkaları
ile sohbetlerden elde ettikleri GDO’lu gıdalarla ilgili bilgileri, radyo ve televizyon
kaynaklı bilgilerden daha değerli bulmaktadır.
Kulaktan kulağa iletişim, GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan risklerin düzeyini
etkileyici güce sahip olabilmektedir. Curtis ve Moeltner (2007) de Romanyalı
tüketicilerle yaptığı GDO’lu gıdalardaki risk algısının belirlenmesine yönelik
çalışmasında; başkalarıyla tartışma yoluyla elde edilen bilgilerin, tüketicilerdeki bu
ürünlerle ilgili risk endişelerini yükselttiğini tespit etmiştir.
Benzer bir sonuç Türkiye’de öğrencilerle yapılan bir çalışmada da görülmüştür.
Ergin ve diğerlerinin (2008) çalışmasına göre, GDO hakkında bilgi alınan kaynak aile
olduğunda algılanan risk düzeyinde artış görülmektedir. Frewer ve diğerleri (2003b),
Danimarka, Almanya ve İtalyan tüketicilerin en çok tüketici kaynaklarını güvenilir
bulduklarını ve İtalyan tüketicilerin algılanan risklerini en çok tüketici kaynaklarının
arttırdığını belirlemiştir.
66
Tüketciler tarafından kulaktan kulağa iletişim, algılanan riski azaltmada
kullanıldığı gibi GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risklerin azaltılması içinde
kullanılabileceği düşünülebilmektedir. Nitekim, tüketicilerde algılanan önemin büyük
olması, tüketicilerin sistematik bir süreç olarak kişisel tartışmalarla bilgi toplamaya
yönelebildiğini göstermiştir (Wilson vd., 2004, s.1320). Ancak, yapılan literatür
taramasında tüketiciler tarafından GDO’lu gıdalara yönelik algılanan riski azaltma için
kulaktan kulağa iletişimin kullanıldığına dair çalışmalar tespit edilememiştir.
Tüketicilerin kendi aralarında, ürünlere ilişkin sohbetleri olan kulaktan kulağa
iletişim, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan riskleri etkileyebilen önemli bilgi
kaynakları arasında yer almasına rağmen, GDO’lu gıdalarda algılanan risk türleri ile
ilişkisini inceleyen çalışmalara, yapılan literatür taramalarında rastlanamamıştır.
67
BÖLÜM III
YÖNTEM
Bu çalışmada, nitel ve nicel araştırma yöntemi birlikte kullanılarak, tüketicilerde
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türleri ve bunların kulaktan kulağa iletişim ve
satın alma istekliliği ile olan ilişkisi incelenmiştir. Çalışma amaçları doğrultusunda
geliştirilen hipotezlerin test edilmesinde gerekli birincil verilerin elde edilmesi için
anket yöntemine dayalı nicel bir saha çalışması yürütülmüştür. Ancak nicel çalışmanın
öncesinde bu çalışmayı destekleyici olarak; araştırman hipotezlerinin daha sağlıklı
kurulması, anket formunun düzenlenmesi ve konunun daha derinlemesine anlaşılmasını
sağlamak üzere bir nitel çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın bu bölümünde sözü
edilen, nicel ve nitel araştırmanın metodolojik alt yapısı sunulmuştur. Birinci kısımda;
nitel çalışmaya yönelik metodolojik yapı sunulmuştur. İkinci kısımda; araştırmanın
modeli ve hipotezlerine yer verilmiştir. Çalışmanın amaçlarına ulaşmasını sağlamak
üzere gerçekleştirilen nicel araştırmaya yönelik olarak, Üçüncü kısımda; araştırmanın
ana kütlesine ve örnekleme sürecine, dördüncü kısımda; veri toplama yöntemi
kapsamında bilgilere yer verilmiştir.
3.1. Nitel Araştırma Kapsamında İzlenen Yöntem
Yıldırım ve Şimşek (2006) tarafından, nitel araştırma; “Gözlem, görüşme ve
doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların
doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir
sürecin izlendiği araştırma” biçiminde tanımlanmıştır. Altunışık ve diğerlerine (2002)
göre nitel araştırma; istatistiksel prosedür veya sayısal araç kullanılmadan bulguların
üretildiği araştırma olarak görülmektedir.
Bu tez çalışmasında nitel araştırma gerçekleştirilerek, araştırma hipotezlerinin
oluşturulmasına ve nicel verileri elde etmek üzere kullanılacak olan anket formunun
hazırlanmasına katkı sağlaması amaçlanmıştır. Bununla birlikte, uygulanılacak olan
anketin öncesinde ankete katılacak tüketicilere GDO’lu gıdalar hakkında bilgi verilemek
maksadı ile hazırlanacak ön metinin hazırlanmasında da kullanımı amaçlanmıştır. Bunlara
ek olarak, nitel araştırmaya katılacak kişilerin aynı zamanda bir tüketici olmaları,
68
tüketiciler hakkında bir ön bilgi sağlaması bakımından da nitel çalışmanın faydalı
olabileceği öngörüsünü doğurmuştur. Bu bağlamda, görüşme (mülakat) yöntemi
kullanılarak nitel veriler toplanmış ve elde edilen verilere betimsel analiz uygulanılarak
belirtilen amaçlara ulaşılmaya çalışılmıştır.
Nitel araştırma kapsamında veri toplama yöntemi olarak, görüşme yöntemi
(mülakat) kullanılmıştır. Görüşmenin temelinde, içinde cevap verenin kendi terimlerinde
kendisinin anlayışlarını açığa vurduğu bir çerçeve sağlamak vardır (Patton, 2002, s.348).
Görüşme yöntemi; ankete göre daha derin veriyi sağlama, yeni fikir ve izahların gelişme,
cevapların daha güvenilir ve doğru olması ihtimalini arttırma, yanlış anlaşılmaların ve
verilerin geçerliliğine olumsuz yönde etki edecek hataların indirgenmesi ve ek sorular
sorma imkanı ile konuların daha iyi açıklanabilmesi gibi faydaları sunmaktadır
(Altunışık,Çoşkun, Yıldırım ve Bayraktaroğlu, 2002, s.86). Bu bağlamda, keşifsel
özellikteki nitel çalışma kapsamında, göreceli olarak yeni bir konu olan GDO’lu gıdalar
hakkında çeşitli bilim dallarından akademisyenlerden derinlemesine bilgi edinilmek üzere
görüşme yöntemi kullanılmıştır.
Görüşmelere katılan akademisyenlerin belirlenmesinde amaçlı örnekleme
(purposeful sampling) yöntemi kullanılmıştır. Amaçlı örneklemenin mantık ve gücü, tam
olarak anlama üzerinde durmasından ileri gelmektedir. Bu örnekleme yönteminde,
çalışmanın derinlik kazanması için bilgi bakımından oldukça zengin görüşmeciler
seçilmektedir. Böylece araştırmanın amacına göre önde gelen önemli konular hakkında
oldukça çok öğrenme gerçekleşebilmektedir (Patton, 2002, s.46). Bu nitel çalışmada da,
GDO’lu gıdalar bakımından bilgisi zengin olan farklı bilim dallarından akademisyenler
seçilmiştir.
GDO’lu gıdalar, mühendislik ve sağlık bilimlerinden oluşan birçok bilim dalının
araştırma konusuna girmektedir. Bu bağlamda, görüşmeler, GDO’lu gıda konusuna
yönelik olarak farklı bilim dallarından 10 akademisyen ile gerçekleştirilmiştir. Tablo 6’da
görüşme gerçekleştirilen akademisyenlere ve bu akademisyenlerin görev yaptıkları
fakülte ve bölümlere yer verilmiştir.
69
Tablo 6
Görüşme Gerçekleştirilen Akademisyenler
Akademisyen
Fakülte
Bölüm
Prof. Dr. Biyokimya
Tıp
Biyokimya
Prof. Dr. Biyoetik
Tıp
Biyoetik
Prof. Dr. Bahçe bitkileri
Ziraat
Bahçe Bitkileri
Prof. Dr. Tarım ekonomisi
Ziraat
Tarım Ekonomisi
Prof. Dr. Gıda mühendisliği
Ziraat
Gıda Mühendisliği
Prof. Dr. Tarla bitkileri
Ziraat
Tarla Bitkileri
Prof. Dr. Farmakoloji
Eczacılık
Farmakoloji
Prof. Dr. Bitki koruma
Ziraat
Bitki Koruma
Doç. Dr. Tıbbi biyoloji
Tıp
Tıbbi Biyoloji
Yrd. Doç. Dr. Çevre mühendisliği
Mühendislik -Mimarlık
Çevre Mühendisliği
Nitel araştırma kapsamında yürütülen görüşme, yarı yapılandırılmış görüşme
türünde gerçekleştirilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşmelerde, görüşülene belli başlı
sorular yönetilmektedir. Buna ek olarak, görüşme boyunca yeni sorular sorulmasının
gerektiği hallerde, bu yeni sorular da görüşülene yönetilebilmektedir (Mil, 2007, s.8).
Dolayısı ile konuya ait temellerle ilgili başlıca soruların yanın da ek sorular sorularak
görüşülenden derinlemesine bilgi edinilebilme fırsatı sağlamaktadır (Güler, 2010, s.214).
Bu kapsamda, yarı yapılandırılmış görüşme türü, GDO’lu gıdaların güncel ve hakkında
yeterli düzeyde bilginin az olduğu bir konu olması sebebi ile farklı bilim dallarındaki
akademisyenlerden derinlemesine bilgi edinilmek üzere kullanılmıştır.
Görüşmelerde, araştırmacı ve danışman tarafından hazırlanan yarı yapılandırılmış
görüşme formu kullanılmıştır. Görüşme formunda yer alan sorular, literatür taraması
sonrasında hazırlanmış olup görüşme formu, iki uzmandan tarafından incelenerek son halini
almıştır. Böylece, uzman görüşü alınılarak veri toplama araçlarının (içerik) geçerliliği
sağlanmıştır. Görüşme formunda yer alan sorulara, Ek1’ de yer verilmiştir. Görüşmelerde
akademisyenlere daha çok, uzmanı oldukları bilim dallarını esas alarak GDO’lu gıdaların;
ortaya çıkarılma nedenleri, olası belirsizlikleri, olası olumsuz sonuçları ve olası faydaları
hakkında cevap verecekleri sorular yöneltilmiştir. Bu soruların yanı sıra, bir tüketici olarak
GDO’lu gıdalarla ilgili eğilimlerini alabilmek üzere de iki soru sorulmuştur. Tüm bu
sorulara ek olarak akademisyenlere, verilen cevapların derinliğini arttırmak ve doğru
anlaşılıp anlaşılmadığını görebilmek açısından ek sorular da yöneltilmiştir.
70
Görüşmenin başında, akademisyenlere; tez çalışmasının amacı, nitel çalışmanın
tez çalışmasına katkısı ve amacı açıklanmış ve görüşme kapsamındaki sorular hakkında
genel bilgiler verilmiştir. Görüşmeler, bireysel olarak yüz yüze gerçekleştirilmiştir.
Görüşmelerde, veri kaybını önlemek ve verilerin güvenirliğini sağlamak üzere ses kayıt
cihazı kullanılmıştır.
3.2. Araştırma Modeli ve Hipotezleri
Bu kısımda, çalışmanın amaçlarına ve literatürde yer alan çalışma sonuçlarına
bağlı olarak belirlenen araştırma modeline ve nitel çalışma bulguları ile de desteklenen
araştırmanın hipotezlerine yer verilmiştir.
3.2.1. Araştırma Modeli
Araştırma modeli, tanımlayıcı araştırma modelindedir. Tanımlayıcı araştırma
modelindeki amaç; eldeki problemi, bu problemle ilgili durumları, değişkenleri ve
değişkenler arasındaki ilişkileri tanımlamaktır (Tekin, 2007, s.49; Kurtuluş, 2004,
s.252). Bu modelle, iki veya daha fazla değişken arasında ilginin derecesi
belirlenebilmektedir (Kurtuluş, 2004, s.252). Çalışmada; tüketicilerdeki, GDO’lu
gıdalara yönelik algılanan risk türlerinin, satın alma istekliliğ ve kulaktan kulağa
iletişimle olan ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, kulaktan kulağa iletişimin,
tüketicilerin genetiği değiştirilmiş gıdaları satın alma istekliliği ile olabilecek ilişkisinin
belirlenmesi de umulmaktadır. Dolayısıyla, genel olarak tanımlayıcı bir araştırma
modeliyle geliştirilen teorik modeldeki değişkenler arasındaki ilişkiler açıklanmaya
çalışılmıştır. Ek olarak, tez çalışmasının, literatürde kısıtlı sayıda çalışmaya konu olan
bir konu olması ve incelenen ilişkileri ele alan çalışmalara rastlanmaması nedeni ile
keşifsel bir nitelik taşıdığı da düşünülebilmektedir.
Araştırma modeli, literatürde yer alan çalışmaların izlediği modeller ve gelecek
çalışmalar için belirtikleri öneriler dikkate alınılarak geliştirilmiştir. Klerck ve Sweeney
(2007) GDO’lu gıda ürünlerini satın alma eğilimini, üç algılanan risk türü (performans,
fiziksel ve psikolojik) ile ölçmüş diğer türleri çalışmasına dahil etmemiştir. Bununla
birlikte Tuu ve Olsen (2009) gıda ile algılanan risk çalışmalarında, algılanan risk türleri
olan; işlevsel, sosyal, finansal, performans ve fiziksel risklerin incelenmesi gerektiğini
dile getirmiştir. Dolayısıyla, algılanan her bir risk türünün GDO’lu gıdaların satın alma
71
istekliliğine
etkisinin
belirlenmesi
litetatür
açısından
da
önemli
katkılar
sağlayabilecektir.
Bununla birlikte, Chakrabarti ve Baisya (2009) organik ürünler için yaptıkları
çalışmalarında finansal risk ile kulaktan kulağa iletişimi ilişkili bulmuştur. Bu çalışma,
benzer bir çalışmanın GDO’lu gıdalar içinde yapılabileceği fikrini uyandırmıştır.
Ayrıca, gıda ürünlerinde algılanan risk ile kulaktan kulağa iletişimin arasındaki bağın ve
GDO’lu gıdalar açısından bilgi kaynağının güvenirliğinin önem arz etmesi çalışmada
GDO’lu ürünlere satın almaya isteklilik bakımından kulaktan kulağa iletişimin de
modele dahil edilmesi fikrini teşvik etmiştir. Bu bağlamda, araştırmanın amacı ve
literatür gözönünde tutularak geliştirilen araştırma modeline Şekil 2’de yer verilmiştir.
Fiziksel Risk
Performans Riski
Kulaktan
Kulağa
İletişim
Finansal Risk
Satın Alma
İstekliliği
Psikolojik Risk
Demografik özellikler
(Cinsiyet, Medeni durum, Yaş, Eğitim, Gelir)
İlişki ve etki
Grup ortalamaları farkı
Şekil 2. Araştırma modeli
3.2.2. Araştırma Hipotezleri
Tüketici davranışları açısından ürün hakkında bilginin az, ürünün yeni ve teknik
olarak karmaşık, tüketicilerin güvenin az ve satın almanın önemli olması halinde
algılanan risk düzeyinde artış görülmektedir (Odabaşı ve Barış, 2003, s.154). GDO’lu
gıdalar da tüketiciler için yeni, hakkında az bilgi sahibi olunan ve tüketiciler için karışık
72
bir teknik yapıya sahiptir. Bununla birlikte ileri sürülen olası olumsuz etkiler ve
belirsizlikler GDO’lu gıdaların riskli algılanmasına neden olmaktadır.
GDO’lu gıdalara yönelik yapılan tüketici davranışları araştırmaları, algılanan
risk konusunun önemine vurgu yapmaktadır (Lusk ve Coble, 2005; Hossain ve
Onyango, 2004). Zira algılanan riskin, tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusundaki satın
alma davranışlarını etkileme gücüne sahip olduğu iddia edilmektedir (Han ve Harrison,
2007, s.701). Tüketicilerin GDO’lu gıdalar ile ilgili olarak risk algılarının yüksek
olduğu pek çok çalışmada tespit edilmiştir (Matos vd., 2006, s.162; Wu, 2004, s.715;
Onyango vd., 2004, s.209; Townsend ve Campell, 2004, s.1389). Bunun yanı sıra
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk, tüketicilerin bu gıdaları satın almaya olan
istekliliklerini etkileyebilmekte ve satın alma istekliliğini azaltabilmektedir (Brown ve
O’Cass, 2005, s.34; Brown ve O’Cass, 2004). Ancak, literatür taramalarında sadece
Klercek ve Sweeney’in (2007) çalışmalarında algılanan risk türlerinin GDO’lu gıda
satın alma eğilimi üzerindeki etkisinin ele alındığ tespit edilmiştir.
Algılanan risk düzeyinin, ilgili ürünün fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden
tüketiciye zarar vermesinin ihtimal dahilinde olması durumunda artış gösterebilmesinin
söz konusu olduğu belirtilmektedir (Moven ve Minor, 1998, s.179). GDO’lu gıdalar
hakkında ileri sürülen olumsuz iddialar tüketicilerin risk algısını etkileyebilmektedir.
GDO’lu gıdalara yönelik insan sağlığı ve çevre üzerindeki olası olumsuz etkiler
tüketicilerdeki risk düzeylerini etkilemektedir (Poveda vd., 2009, s. 527; Nganje vd, 2009,
s.70; Qin ve Brown, 2008; Hu vd., 2004, s.404; Cook vd., 2002, s.568; Verdurme ve
Viaene, 2001, s.79; Bredahl, 2001, s.40; Subrahmanyan ve Cheng, 2000; Saba vd, 2000,
s.116). Bu durumda, GDO’lu gıdaların insan sağlığı ve çevre üzerindeki tehditlerinin ve
bu tehditlerin tüketicilerde bir ruhsal gerilim ve kaygı durumu oluşturabilmesinin bir
yansıması olarak tüketicilerin GDO’lu gıdalarla ilgili fiziksel ve psikolojik risk
algılamaları söz konusu olabilecektir.
Tüketicilerin
bu
gıdaları riskli
bulduğunu
ortaya
çıkaran
çalışmaların
bulgularından hareketle, tüketicilerin, GDO’lu gıdaların kendilerine ve çevrelerine olumlu
bir katkısı olmamasına hatta olası olumsuzlukları da düşünüldüğünde, GDO’lu gıdalara
para harcamayı mantıklı bulmayacakları ve paralarını boş yere harcadıklarını
algılayacakları öngörüsüne varılabilmektedir. Özellikle tüketicilerin harcamaları arasında
gıda harcamalarının önemli bir paya sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda
tüketicilerde bir finansal risk algısının oluşabileceği düşünülmektedir. GDO’lu gıdaların
göstereceği performans hakkındaki belirsizlikler ve olumsuz görüşlerin tüketicilerde
73
performans riskini canlandırması muhtemeldir. Bu bağlamda, literatürde yer alan bilgiler
ve tez kapsamında yürütülen nitel çalışma sonuçları doğrultusunda çalışmanın amacına
bağlı olarak algılanan risk türleri ile satın alma istekliliği arasındaki muhtemel ilişkilere
dayalı aşağıdaki hipotezler geliştirilmiştir.
H1: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk,
H1a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H1b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
H2: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski,
H2a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
H3: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk,
H3a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H3b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
H4: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk,
H4a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H4b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
Arndt’a (1967a) göre algılanan risk, tüketicilerin iletişim biçimlerini ve satın
alma davranışlarını tanımlayabilen bir güce sahiptir. Tüketiciler, günlük sohbetleri
içinde bir mal ya da hizmet hakkındaki olumlu ya da olumsuz görüşlerini yakınları ile
paylaşabilmektedir. Bu bağlamda, kulaktan kulağa iletişim, tüketicilerin satın alma
sürecindeki aşamalardan bir tanesi olan bilgi arama süreci içinde günlük hayatta sıkça
başvurulan bir iletişim biçimi olarak değerlendirilebilmektedir. Özellikle ürünün yeni ve
satın almanın riskli olduğu durumlarda sıkça başvurulan bir iletişimdir (Odabaşı ve
Barış, 2003, s.272). Çalışmanın önceki bölümlerinde detaylı biçimde sunulduğu üzere
GDO’lu gıdalar hem yeni hem de bünyesinde riskleri barındırdığı savunulan bir
üründür. Dolayısı ile tüketiciler için de GDO’lu gıdalar yeni ve riskli bir gıda ürünü
olarak nitelendirilebilmektedir. Buna ek olarak GDO’lu gıdalar açısından algılanan risk
türlerini kulaktan kulağa iletişim ile birlikte inceleyen çalışmalara yapılan literatür
taramalarında rastlamamıştır.
Bununla
birlikte
kulaktan
kulağa
iletişim,
algılanan
risk
düzeyini
etkileyebilmektedir. Bu etki risk azaltılması yönünde olabileceği gibi arttırıcı da
olabilmektedir. Literatürdeki pek çok çalışmada tüketicilerin algılanan risk düzeylerini
74
azaltmak üzere kulaktan kulağa iletişime girdikleri tespit edilmiştir (Kim vd., 2009;
Mitcell ve McGoldrick, 1996; Roselius, 1971; Cox, 1967). Bu bağlamda, tüketicilerin
GDO’lu gıdalarla ilgili olarak günlük sohbetlerinde yer vermeleri muhtemel olduğu
yargısına varılabilmektedir. Yapılan çalışmalardan GDO’lu gıda konusunda kulaktan
kulağa iletişimin bir bilgi edinme kaynağı olarak benimsendiği görülmektedir (D’Souza,
Rugimbana, Quaz, ve Nanere, 2008; Ergin vd., 2008; Mohr, Harrison, Wilson, Baghurst
ve Syrette, 2007; Costa-Front ve Mossialos, 2007; Curtis ve Moltner, 2007).
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan riski etkilemede önemli bir olarak kaynak
görülen kulak kulaktan kulağa iletişimin, tüketicilerin bu gıdalara yönelik olarak daha
çok olumsuz düşünceler taşıdığına yönelik bulgular ışığında, algılanan riski arttırması
söz konusu olabilecektir. Bununla birlikte, kulaktan kulağa iletişimin GDO’lu gıdalar
konusunda algılanan risk düzeyini etkileme gücü çok az çalışmada ele alınmıştır. Bu
çalışmalar arasında Ergin ve diğerleri (2008) ile Curtis ve Moeltner (2007) kulaktan
kulağa iletişimin GDO’lu gıdalar konusunda algılanan risk düzeyini arttırdığı yönünde
bulgulara ulaşmıştır. Benzer bir bakış açısı ile Frewer ve diğerleri (2003b), tüketici
kaynaklı bilgilerin, tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk düzeylerini
arttırdığını tespit etmiştir. Bununla birlikte genel olarak, algılanan risk türleri açısından
kulaktan kulağa iletişimin az çalışmaya konu edilmesi pazarlama literatüründe
eleştirilmiştir (Lin ve Fang, 2006, s.1209; Ha, 2002). GDO’lu gıdalara yönelik
incelemeler yapıldığında, literatür taramalarında tüketicilerin GDO’lu gıdalara ilişkin
algılanan risk türleri (performans, fiziksel, finansal, psikolojik) açısından ele alan çalışmaya
rastlanmamıştır. Algılanan risk türleri açısından kısıtlı bilgi olmasına rağmen önceki
çalışmalara ait bulguların ışığında, algılanan risk türleri açısından da benzer bir etkileşimin
söz konusu olabileceği muhtemel görünmektedir. Bu bağlamda, çalışmanın amacına
yönelik olarak önceki çalışma bulgularından hareketle kulaktan kulağa iletişim, algılanan
risk türleri ve GDO’lu gıda satın alma istekliliği için aşağıdaki hipotezler kurulmuştur.
H5: Kulaktan kulağa iletişim,
H5a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk arasında anlamlı bir ilişki
vardır.
H5b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk üzerinde pozitif yönde etkilidir.
H6: Kulaktan kulağa iletişim,
H6a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski arasında anlamlı bir ilişki
vardır.
75
H6b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski üzerinde pozitif yönde
etkilidir.
H7: Kulaktan kulağa iletişim,
H7a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk arasında anlamlı bir ilişki
vardır.
H7b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk üzerinde pozitif yönde etkilidir.
H8: Kulaktan kulağa iletişim,
H8a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk arasında anlamlı bir ilişki
vardır.
H8b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk üzerinde pozitif yönde
etkilidir.
H9: Kulaktan kulağa iletişim,
H9a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında negatif bir ilişki vardır.
H9b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisi yönde etkilidir.
Mackinnon (2001), sosyal ve davranışsal bilimlerde ara değişkenlerin önemli bir role
sahip olduğunu ve bu önemin, değişkenler arasındaki ilişkilerin nedenselliğinin
açıklanmasındaki ihtiyaçtan kaynakladığını belirtmiştir. Ara değişken, bağımsız değişkenin
etkisini bir bağımlı değişkenin üzerine iletmektedir. Ara değişken üçüncü bir değişken olarak
kabul edilerek, bağımsız değişken ara değişkene, ara değişkenin de bağımlı değişkene sebep
olduğu kabul edilmektedir. Ara değişken, iki değişken arasında bir nedensel silsile olarak
kabul edilmektedir (Mackinnon, Fairchild ve Fritz, 2007). Bununla birlikte ara değişken bir
değişkenin, bir sonuç değişkeni (y değişkeni/bağımlı değişken) nasıl veya neden tahmin
ettiğini ya da yol açtığını belirlemektedir (Frazier, Tix ve Baron, 2004, s.116). Bu bağlamda,
kulaktan kulağa iletişimin algılanan risk türlerini ve algılanan risk türlerinin de GDO’lu gıda
satın alma istekliliğini etkileyebileceği düşünüldüğünde algılanan risk türlerinin ara değişken
olabileceği öngörüsüne ulaşılmıştır. Bu kapsamda, çalışmanın amacı da dikkate alınılarak
hipotezler geliştirilmiştir.
H10: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk, kulaktan kulağa iletişimGDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
H11: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski, kulaktan kulağa
iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
76
H12: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk, kulaktan kulağa iletişimGDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
H13: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk, kulaktan kulağa
iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
Demografik
özellikler
GDO’lu
gıdaların
tüketiciler
açısından
değerlendirilmelerinde etkili olabilmektedir. Matos ve diğerleri (2006) yaptıkları
deneysel çalışma ile eğitim seviyesi yüksek olan tüketicilerin GDO’lu gıdaları satın
almaya direnç gösterdiklerini bununla birlikte gençlerin bu gıda ürünlerine daha çok ilgi
gösterdiklerini tespit etmiştir. Mohr ve diğerleri (2007) eğitim seviyesi yüksek
tüketicilerin kabul düzeyinin düşük olduğunu tespit etmiştir. Lea (2005) üniversite
mezunu olmayanların GDO’lu gıda alıp almaya kararsız olduklarını ve endişe
taşıdıklarını belirlemiştir. GDO’ lu gıdalara yönelik algılanan riskin kadın tüketicilerde
erkek tüketicilere göre daha fazla olduğunu tespit etmiş pek çok çalışma sonucuna
rastlanmaktadır (Costa- Front ve Mossialos, 2007, s.179; Wachenheim, 2006, s.36;).
Subrahmanyan ve Cheng’nin (2000) çalışmalarında kadınların erkeklere göre etik ve
sağlık yönü ile GDO’lu gıdalar hakkında endişe duyduğu görülmüştür. O’Fallon ve
diğerleri (2007) 15 tane Avrupa Birliği üyesi ülkenin sonuçlarını kapsayan
Eurobarometer 53 verilerini kullanarak, GDO’lu gıdaların kadınlar tarafından satın alma
olasılığının erkeklere göre daha az olduğunu tespit etmiştir. Yaş arttıkça GDO’lu
gıdaların faydalı olarak algılanması da artmaktadır (Costa- Font ve Mossialos, 2007,
s.180). Tersi sonuç Kim ve Boyd (2006) yaşlı tüketicilerin GDO’lu gıdaları satın alma
olasılıkları oldukça düşüktür. Eğitim seviyesi yüksek tüketicilerin, GDO’lu gıdalar
hakkında sağlık ve etik açıdan fazla endişe taşımadıklarını tespit eden çalışmaları ile
Subrahmanyan ve Cheng (2000), faydalarının gösterilmesi halinde bu tüketicilerin
GDO’lu gıdaları satın alma olasılıklarının fazla olduğunu belirlemiştir. Kimenju ve
diğerleri (2008) yüksek gelir grubundaki tüketicilerin GDO’lu gıdaları alma isteklerinin
daha fazla olduğunu tespit etmiştir. Ancak, Hossain ve diğerlerinin (2003) çalışmasında
ise gelirin GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında ilişki olmadığı ortaya çıkmıştır.
Literatürde demografik özelliklere bağlı olarak GDO’lu gıdalar pek çok çalışmada ele
alınsa da algılanan risk türleri açısından bir incelemeye rastlanamamıştır. Bu kısıtlarda göz
önüne alınılarak demografik değişkenler ile algılanan risk türleri hakkındaki hipotezlere
aşağıda yer verilmiştir.
77
H14: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından
cinsiyet grupları arasında farklılık vardır.
H15: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından
medeni durum bakımından farklılık vardır.
H16: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından
yaş grupları arasında farklılık vardır.
H17: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından
eğitim düzeyleri arasında farklılık vardır.
H18: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından
gelir grupları arasında farklılık vardır.
3.3. Araştırmanın Ana Kütlesi ve Örnekleme Süreci
Çalışmanın ana kütlesi olarak Adana ilinde yaşayan 20 yaş üstü tüketiciler kabul
edilmiştir. Ancak, tüm tüketicilere ulaşmanın mümkün olamayacağından çalışma evreni
olarak Adana’nın en büyük alışveriş merkezinde verilerin toplanacağı günlerde bulunan
tüketiciler tercih edilmiştir.
Alışveriş merkezleri; indirimler, promosyon faaliyetleri, aile fertleri ile birlikte
gezip eğlenebilme imkanları sağlama ve farklı sosyo ekonomik özellikteki tüketicileri
buralara çekme özelliği taşımaktadır. Alış veriş merkezlerinde pahalıdan ucuza, ithalden
yerliye pek çok ürün, pek çok mağazanın bir arada bulunması, anlık, günlük, haftalık ve
aylık indirim ve promosyonların varlığı; diğer taraftan sinema salonları, yiyecek
meydanı, eğlence merkezlerinin olması tüketicileri alışveriş merkezlerini tercih etmesini
sağlamaktadır (Müftüoğlu, 2004). Tüketicilerin eğlenceli vakit geçirmek için tercihleri
arasında alış veriş merkezleri önemli bir yer tutmaktadır. Tüketiciler alışveriş
merkezlerini sadece faydacı bir yaklaşımla mal ve hizmet satın almanın yanında daha
fayda odaklı niyetler için de tercih etmektedir. Bu niyetler arasında; hoşça vakit
geçirme, eğlence, gösteri, yürüyüş yapma ve sosyalleşme görülmektedir (Dennis,
Newman, Michon, Brakus ve Wright, 2010, s.206). Bununla birlikte alışveriş
merkezinde örnekleme kişisel görüşmelerin yönetiminde oldukça basit ve popüler bir
yöntemdir. Alışveriş merkezinde yapılan görüşmelerin olumlu yanları, maliyetinin
düşüklüğü ve ankete katılacak bireylerin bulunmasının daha az zaman almasıdır
(McDaniel ve Gates, 2007, s.171) Alışveriş merkezlerinde çok sayıda insan olması
alışveriş merkezlerini anket için ideal bir ortam olarak nitelendirilmesini sağlamaktadır
78
(Gegez, 2010, s.87). Tüm bunlar dikkate alındığında farklı kesimlerden ve kültürden
insanlara birlikte düşük maliyetle ve kısa zamanda ulaşabilme imkanı vereceğinden
çalışmanın örnekleme yöntemi, alışveriş merkezlerindeki örnekleme olarak tercih
edilmiştir.
Alışveriş merkezlerinde belirli sayıdaki örneği oluşturmak için iki yol söz
konusudur: her bir zaman dilimi sonunda insanların anket doldurmaya davet edilmesi ve
tezgahın bulunduğu noktadan geçen belli sayıda insanın davet edilmesidir. İlk yol
tezgah sayısının arttırılması ve zaman diliminin kısaltılması gibi esneklikler
sağlamaktadır (Nakip, 2007). Dolayısıyla, anketörler vasıtasıyla anketi tamamla süresi
de dikkate alınılarak belirlenecek belirli bir süre sonunda, alışveriş merkezinin yoğun
olduğu koridorlarda anketler gerçekleştirilmiştir. Yapılan öntestlerden anket süresinin
15-20 arasında sürdüğü tespit edilmiştir. Bu sebeple 20 dakika sonunda ankete
katılmaya gönüllü müşterileriler ile anketler gerçekleştirilmiştir. Anketlerin uygulama
süreci; alışveriş merkezinden alınılan izin, zaman ve maliyet kısıtları dolayısı ile 1 hafta
boyunca haftaiçi ve haftasonunu kapsamıştır.
Çalışma kapsamında gerekli örneklem büyüklüğünün hesaplanmasında ana
kütledeki birey sayısının tam olarak belirlenememesinden dolayı ana kütledeki birey
sayısının bilinmediği durumlarda kullanılan aşağıdaki formülden yararlanılmıştır (Baş,
2006, s.45).
2
2
n = t (pxp) / d
Formülde; n örnekleme girecek birey sayısını, t belirli bir anlamlılık düzeyinde,
t tablosuna göre bulunan teorik değeri (çalışma için 1,96 α=0,05’de ∞ serbestlik
derecesinde), p incelenen olayın görülüş sıklığını (incelenen olayın görülüş sıklığına
ilişkin bir ön bilgi olmadığından ve en yüksek örneklem hacmine ulaşmak amacıyla
%50 kabul edilmiştir.), q incelenen olayın görülmeyiş sıklığını (q=1-p, %50), d örneğin
görülüş sıklığına göre kabul edilen ± örnekleme hatasını (çalışma için ±%4)
göstermektedir. Formülde gerekli değerlerin yerine konarak hesaplanması sonucunda
araştırma için gerekli örneklem büyüklüğünün 600 kişiden oluştuğu belirlenmiştir.
2
n= 1,962 (0, 50 x 0,50)/(0,04) ≅ 600
Örneklem büyüklüğünün belirlenmesinde nicel olduğu kadar nitel faktörler de
önemli kabul edilmektedir. Bu nitel faktörler; kararın önemi, araştırmanın özellikleri,
79
araştırmada kullanılan değişken sayısı, araştırmada kullanılacak analizlerin özellikleri, işi
tamamlama oranı ve kaynak sınırlamalarıdır. Bununla birlikte tanımlayıcı araştırmalarda,
çok sayıda değişken kullanılacaksa örnek büyüklüğünün büyük olması gerekli
görülmektedir. Değişkenler arası örnekleme hatasının birikimli etkisinin azaltılması için
örnek hacminin büyüklüğü arttırılmalıdır. Ayrıca veriler üzerinde yapılan analizler çok
değişkenli ya da karmaşık ise örneklem büyüklüğü büyük olmalıdır (Nakip, 2003, s.180).
Çalışmanın tanımlayıcı bir araştırma niteliği taşıması, değişken sayısının fazla olması,
değişkenler arası örnekleme hatasının birikimli etkisini azaltılmasının istenmesi ve
verilecek kararın önemli olması örnek büyüklüğünün büyük olması gerekliliğini ortaya
çıkarmıştır. Nicel bir yaklaşımla 600 tüketici olarak belirlenen örnek büyüklüğünün
belirtilen nitel faktörler açısından da uygun olacağı düşünülmüştür.
Hatalı anketlerin olabileceği düşüncesi ile 750 tüketici ile anket gerçekleştirilmiş
olup yapılan incelemeler neticesinde hatalı ve eksik anketler çıkarılarak 614 anket
üzerinden analizler gerçekleştirilmiştir. Hatalı ve eksik anketlerin nedenleri arasında
tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusunda kesin bir fikre henüz ulaşmamış olmalarının
etkisinin büyük olduğu düşünülmektedir.
3.4. Veri Toplama Yöntemi
Konuyla ilgili önceki çalışmaların veri toplama yöntemleri ve araştırmanın
tanımlayıcı modelde olması nedeniyle veri toplama yöntemi olarak anket yöntemi tercih
edilmiştir.
Pazarlama
araştırmalarında
ve
tanımlayıcı
araştırma
modelindeki
çalışmalarda genel eğilim olarak anket yöntemi tercih edilmektedir (Hair, Bush ve
Ortinau., 2000, s.253). Ayrıca, anket yöntemi; tüm cevaplayıcıların aynı anket formunu
yanıtlamalarıyla standardizasyon sağlaması, yönetiminin kolay olması, cevaplayıcıların
alt bölümlere ayrılarak anlamlı farklılıkların bulunması ve istatistiksel analizlerin
yapılmasını gerçekleştirebilmesi gibi avantajlarından (Burns ve Bush, 2006, s.235-236)
çalışmada da yararlanılmak istenmiştir.
Çalışmada anket yöntemlerinden birisi olan yüz yüze anket yöntemi
kullanılmıştır. Yüz yüze anket kişisel görüşme olarak da adlandırılmakta olup anketin
uzun ve geri dönüş oranın yüksek olmasının istendiği durumlarda kullanımı gerekli
görülmektedir. Ayrıca, cevaplayıcılara anlaşılmayan sorularda açıklama yapma imkanı
vermesi bu yöntemin önemli bir avantajı olarak kabul edilmektedir (Tokol, 2006, s. 34).
Çalışmada kullanılan anket formunun GDO’lu gıdalar hakkında bilimsel verilere dayalı
80
olarak hazırlanan bir ön metin içermesi ve cevaplayıcıların ön testlerde tespit edilen
kararsız halleri dikkate alındığında ve anket formunun sağlıklı biçimde doldurulması
için bazı açıklamalara yer verilmesi gerektiği düşünüldüğünde anketin uzun süreceği
öngörülmüştür. Bu bağlamda, yukarıda belirtilen faydaları gözetilerek yüz yüze anket
yönteminin çalışmada kullanılmasına karar verilmiştir.
3.4.1. Ön Testler
Tüketicilerde, GDO’lu gıdaların yeni tanınması ve hakkında kesin fikirlerin
oluşmaması ön testlerin çalışma için önemini arttırmıştır. Bununla birlikte tüketicilerin,
kullanılan anket formundaki ifadeleri tam olarak anlayabilmeleri ve anketlerin
gerçekleştirilmesi sürecinde karşılaşılabilecek problemleri saha çalışmasından önce
görebilmek üzere iki ön test çalışması gerçekleştirilmiştir.
Birinci ön test kolayda örnekleme yolu ile belirlenen ancak ana kütleyi oluşturan
bireylerinin özelliklerini taşıyan 32 tüketici ile gerçekleştirilmiştir. Birinci ön test ile
anket formunda anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan ifadeler ortaya çıkarılmıştır. Bu
ifadelerdeki
gerekli
düzenlemelerin
yapılmasının
ardından
ikinci
ön
test
gerçekleştirilmiştir. İkinci ön test de kolayda örnekleme yolu ile belirlenen ancak ana
kütleyi oluşturan bireylerin özelliklerini taşıyan 25 tüketici ile gerçekleştirilmiştir. Bu
ön testte, birinci ön test sonrasındaki düzenlemelerin tüketicilerin ankette yer alan
ifadeleri daha iyi anlayıp anlamadıklarının teyit edilmesi amaçlanmıştır. İkinci ön test
sonrası
yapılan
düzenlemeler
ile
anket
formu
sahada
kullanılan
haline
kavuşturulmuştur.
3.4.2. Anket Formu ve Ölçekler
Çalışmanın amaçları doğrultusunda hazırlanan anket formu; GDO’lu gıdaların daha
önceden duyulup duyulmadığı, GDO’lu gıdalarla ilgili bilgi edilinen iletişim kaynaklarının
sıralı ölçek kullanılarak güvenilirliliğinin tespiti, etiketleme hakkındaki fikirlerine yönelik
sorudan, GDO’lu gıdalar hakkında sunulan bilimsel bilgiler içeren bir ön metinden,
araştırmada kullanılan değişkenleri ölçmeye yönelik Likert ölçeği ile ölçülen ifadelerden ve
son olarak demografik bilgilerini edinmeye yönelik sorulardan oluşmaktadır. Böylece,
anket formu toplamda bir ön metin, 18 ifade ve 8 sorudan oluşmuştur.
81
Ön metin, çalışma kapsamında yürütülen nitel çalışma ve çalışmanın ikinci
bölümünde detaylı biçimde sunulan GDO’lu gıdalara yönelik literatürde yer alan bilgiler
doğrultusunda hazırlanmıştır. Ön metnin hazırlanmasındaki neden; GDO’lu gıdalar
hakkında bilgisi oldukça düşük olan tüketicilere anket öncesinde bilgi sunarak ve bilgi
düzeyi göreceli olarak yüksek olan tüketiciler içinse bir hatırlatma yaparak ankete katılımı
sağlamak ve sağlıklı veri toplamaktır. Ön metin kullanımı, GDO’lu gıdalar hakkında düşük
bilgi seviyesinin görüldüğü Kenya’da gerçekleştirilen bir çalışmada da kullanılmıştır
(Kimenju ve Groote,2008). Bununla birlikte, GDO’lu gıdalar hakkında bilgilendirme
sürecinde bilimsel bir yaklaşımla objektif olunması, tüketicileri GDO’lu gıdaların ne lehine
ne de aleyhinde yönlendirmemek gerekli görülmüştür. Bu nedenle hazırlanan ön metin; 2
Türk Dili ve 2 pazarlama, 1 işletme, 1 sosyoloji ve 1 İngiliz Dili ve Eğitimi alanından
akademisyen tarafından incelenmiştir. Gerçekleştirilen ön testlerde de cevaplayıcıların birer
tüketici olarak görüşleri alınmıştır. Bu incelemeler sonucunda gerekli düzenlemeler
yapılarak anket formundaki ön metin Ek2’de gösterilen son şekline kavuşturulmuştur.
Algılanan risk türleri (fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik
risk), kulaktan kulağa iletişim ve satın alma istekliliği ölçekleri 3’er ifade ile Likert
ölçeği kullanılarak ölçülmüştür. Pazarlama araştırmasında Likert ölçeğinin kullanımı
oldukça popüler olmakla birlikte düzenlemesi kolay ve çabuktur (McDaniel ve Gates,
2007, s.309). Bu avantajlarından çalışmada da faydalanmak üzere, ölçeklerde yer alacak
ifadelere tüketicilerin katılım düzeylerini ölçmeye yönelik olarak Türkiye’de yaygın
kullanımı olan (Nakip, 2003, s.119) 5’li Likert ölçeği kullanılmıştır. İfadelere verilen
cevaplar “1: Kesinlikle Katılmıyorum”, “2: Katılmıyorum”, “3: Kararsızım”, “4:
Katılıyorum”, “5: Kesinlikle Katılıyorum” şeklinde kodlanmıştır. Fiziksel risk ölçeği:
Klerck ve Sweeney (2007), Jacoby ve Kaplan (1972) ve çalışma kapsamında yürütülen
nitel araştırmadan; performans riski ölçeği; Klerck ve Sweeney (2007), Stone ve
Gronhaug (1993) ve çalışma kapsamında yürütülen nitel araştırmadan; finansal risk:
Stone ve Gronhaug (1993) ve araştırmacı ve danışmanı tarafından: psikolojik risk:
Klerck ve Sweeney (2007), Stone ve Gronhaug (1993); kulaktan kulağa iletişim:
Podoshen (2008) ve Ha (2002); satın alma istekliliği: Traill ve diğerleri (2006)
tarafından gerçekleştirilen çalışmadan adapte edilerek hazırlanmıştır.
82
BÖLÜM IV
BULGULAR
Çalışmanın bu bölümü, nitel ve nicel araştırma kapsamında elde edilen verilere
yönelik analiz ve sonuçlarını içeren iki ana başlıktan oluşmuştur. Bu bağlamda ilk ana
başlık altında, nitel verilere yönelik gerçekleştirilen betimsel analiz ve sonuçları
sunulmuştur. İkinci ana başlık altında ise nicel araştırma bulguları sunulmuştur. Bu ana
başlık altında öncelikle, yüz yüze anket gerçekleştirilen cevaplayıcılara yönelik
tanımlayıcı istatistiklere yer verilmiştir. İkinci alt başlıkta güvenilirlik analizi sonuçları
ve değişkenlere ait ortalamalar verilmiştir. Üçüncü alt başlık altında ise araştırma amacı
doğrultusunda geliştirilen hipotezlerin desteklenip desteklenmediğinin belirlenmesi için
gerçekleştirilen nicel verilerin analizlerine ve sonuçlarına yer verilmiştir.
4.1. Nitel Bulgular
Nitel verilerin analizinde betimsel analiz yönteminden yararlanılmıştır. Bu analiz
yöntemi ile ham veriler, okuyucuların anlayabilecekleri ve kullanabilecekleri duruma
getirilmektedir. Veriler öncelikle mantıki bir sıraya konulup daha sonra yapılan bu
betimlemeler (sınıflamalar) yorumlanarak sonuç elde edilmektedir (Altunışık vd., 2002,
s.218). Betimsel analizde amaç, verilerin düzenlenerek ve yorumlanarak okuyucuya
sunulmasına dayanmaktadır. Elde edilen veriler, önceden belirlenen temalara göre
düzenlenebileceği gibi görüşmede kullanılan sorulara göre de sunulabilmektedir (Yıldırım
ve Şimşek, 2006, s. 224). Betimsel analiz; analiz için yapının oluşturulması, belirlenen alt
başlıklara göre verilerin işlenmesi, bulguların tanımlanması ve yorumlanması olmak üzere
dört aşamadan oluşmaktadır (Çepni, 2010, s.148; Yıldırım ve Şimşek, 2006, s. 224).
Betimsel analiz kullanılarak veriler, görüşmede kullanılan sorulara göre
sunulmuştur. Verilerin analizi için, görüşme sorularından hareketle alt başlıklar belirlenerek
yapı oluşturulmuştur. Daha sonra veriler okunup düzenlenerek mantıklı ve anlamlı biçimde
bir araya getirilmiştir. Doğrudan alıntılarda kullanılması ve verilerin tam olarak
düzenlenmesine bağlı olarak bulguların tanımlanması gerçekleştirilmiştir. Bu aşamada
ortaya çıkan kategoriler için frekanslar parantez içinde belirtilmiştir. Betimsel analiz
kapsamında, doğrudan alıntılara sıkça yer verilmiştir. Alıntıların sıkça kullanılmasında,
83
alıntıların sunulması yolu ile okuyucuların verilerle doğrudan karşılaşıp verilerin ne
anlama geldiğini kendilerinin yorumlayabilmesi (Çepni, 2010, s.147) imkanından
yararlanılması beklenmiştir. Son aşamada ise yorumlama yapılmıştır (yorumlar,
çalışmanın Tartışma ve Yorumlar bölümünde sunulmuştur). Bununla birlikte, görüşmenin
geçerliliğini arttırmak (Çepni, 2010, s.157) ve akademisyenlerin görüşlerini daha doğru
biçimde yansıtabilmek için gerçekleştirilen analiz sonuçları akamisyenlere gönderilmiştir.
Akademisyenlerden, analiz sonuçlarının kendilerini doğru yansıtıp yansıtmadığı sorulmuş
eğer yansıtmayan ifadeler varsa düzeltmeleri istenmiştir. Akademisyenlerden alınan geri
dönüşler dikkate alınılarak analiz sonuçlarında gerekli düzeltmeler gerçekleştirilmiştir.
Görüşme formunda yer alan ilk dört soru, bilimsel içerikli teknik cevaplara sahip
olması nedeni ile doğrudan alıntılara sıkça yer verilerek sunulmuştur. Beşinci soru bir
tüketici olarak akademisyenlerin görüşlerini belirtikleri ve tüketici bakış açısını
anlayabilmede önemli ipuçları sağlayabilmesi nedeni ile her akademisyenin cevaplarına
kısaca yer verilmiştir. Görüşmelerde, son soruya akademisyenlerden oldukça kısa
cevaplar alınmış olup bu durum, akademisyenlerin görüşlerini önceki sorularda daha
açıklayıcı biçimde belirtmelerinden kaynaklanmıştır. Dolayısı ile bu cevaplamalara genel
hatları ile yer verilmiştir. Son iki soruya alınan cevaplar ile tüketici olarak
akademisyenlerin GDO’lu gıdalar ile ilgili algılanan riskleri ve satın alma istekleri
hakkında bilgiye yer verilmiştir.
Soru 1: GDO’lu gıdaların ortaya çıkarılmasındaki neden/nedenler nelerdir?
Görüşmeler sonucunda, GDO’lu gıdaların ortaya çıkarılmasındaki nedenleri
arasında akademisyenlerin dört nedeni vurguladıkları tespit edilmiştir. Söz konusu
nedenler, başta açlığa çözüm (6 akademisyen) olmak üzere zirai mücadele (5
akademisyen), sağlık amaçlı kullanım (3 akademisyen) ve verimlilikte artış (3
akademisyen) olarak ileri sürülmüştür.
Açlığa Çözüm: GDO’lu gıdaların ortaya çıkarılmasındaki nedenleri arasında
akademisyenlerin yarıdan fazlası, açlık sorunun çözülmesini belirtmiştir. Artan dünya
nüfusuna karşılık
gelecek
gıda ihtiyacının
karşılanmasında GDO’lu
gıdaların
kullanılabileceği vurgulanmasına rağmen, bu görüşün aksinde de cevap verilmiştir. Bu
bağlamda, Gıda mühendisliği: “GDO’lu gıdalar 90’lı yıllardan beri tüketiliyor. Hala
Afrika’daki insanlar aç ve belli ülkelerdeki insanlar aç. İthal edilen ülkelere bakıldığında,
açlığa çare yapılmak amacıyla kullanılmadığı görülüyor. Açlığa çare olarak ihracat
84
yapılmıyor, ithal edilen ülkelerde de açlığa çare olarak tüketilmiyor.” biçimde görüşlerini
belirtmiştir. Bunun yanı sıra, Tarım ekonomisi, GDO’lu gıdaların gıda fiyatlarının
düşmesini sağlayamayacağını savunmuştur. Tarım ekonomisi: “Açlık sorununu çözmede
tek yol GDO değildir. Adil gıda dağılımı, fakir ülkelerde erişebilirliği sağlayarak açlık
çözülebilir… GDO’lu ürünlerin fiyatları düşüreceğini sanmıyorum.” biçiminde
görüşlerini ifade etmiştir.
Zirai Mücadele: GDO’ların ortaya çıkış nedenleri arasında en çok işaret edilen
nedenlerden biri olarak, zirai mücadelede kullanılan kimyasal ilaçların azaltılması hatta
elimine edilebilmesi tespit edilmiştir. Zirai mücadeleden hareketle, Bitki koruma
GDO’ların ortaya çıkış nedenleri arasında özellikle bitki korumayı vurgulamıştır. Bitki
koruma bu konudaki fikirlerini: “Şu anda GDO’lu tohumluk olarak satılan ürünlerin
%90’a yakın kısmı, yabancı otların, tarımda zararlı bitkiler diye adlandırdığımız otların
mücadelesinde kullanılmak üzere Round up herbisitine dayanıklılık genini bitkilere
aktarılarak yapılan çalışmadır… Yabancı otların mücadelesinde, Round up’a dayanıklılık
geninin aktarıldığı kültür bitkilerinde kullanılmaktadır. Birinci en fazla dünyada
kullanma alanı budur. İkinci alanı, yine bitki koruma içindedir. O da böceklere karşı.”
şeklinde dile getirmiştir.
Verimlilikte Artış: Görüşmelerde, verimlilik artışının GDO’lu gıdaların ortaya
çıkarılmasındaki nedenlerden bir tanesi olarak öne sürüldüğü görülmüştür. Bu kapsamda,
Tarla bitkileri, GDO’lu gıdaların çıkış nedenlerinden önce, GDO’lu gıdaların da
kapsamına girdiği biyoteknolojinin çıkış nedenlerini vurgulamıştır. Tarla bitkileri’ne göre
biyoteknolojinin amacı, sürdürülebilir verimlilikte zarardan kar sağlamaktır. Bu
düşüncelerini Tarla bitkileri: “belirli bir alandan elde edilen ürünün daha kaliteli olması,
yüksek verimli olması, yüksek verimli olmasa bile ortaya çıkacak zarardan minimum
şekilde etkilenmesini sağlayacak bitkilerin geliştirilmesi” olarak dile getirmiştir.
Verimlilikte gerçekleşmesi muhtemel artışın; hastalık ve zararlılardan meydana gelen
kayıpları minimize etmek, daha kaliteli ürün elde etmek ve az alandan daha çok mahsul
almaktan kaynaklanacağı öngörüsü yapılmıştır. Hastalık ve zararlılardan meydana gelen
kayıpları minimize etme, Bahçe bitkileri tarafından GDO’lu gıdaların ortaya
çıkarılmasındaki önemli nedenler arasında sayılmaktadır. Bahçe bitkileri bu konudaki
görüşlerini: “GDO ile hastalık ve zararlılardan meydana gelen kayıpları yani biyotik ya
da abiyotik stresden meydana gelen kayıpları minimize ederek verimi arttırma yoluna
gidiliyor. Biyotik ya da abiyotik stresler (kuraklık, su eksikliği, tuz, hastalık…) GDO’yla
dayanımı sağlayabilirsek, yani bitki üzerinde pek çok dayanım faktörünü bir araya
85
getirebilirsek, otomatik bir verim artışı sağlayacağız. Çeşidi değiştirmeden, alanı
genişletmeden, yaptığımız bakım işlemlerini arttırmadan verimi arttıracağız.” şeklinde
açıklamıştır.
Sağlık Amaçlı Kullanım: GDO’lu gıdaların, insan sağlığına katkı sağlamak üzere
sağlık amaçlı kullanımı, bu gıdaların ortaya çıkarılmasındaki nedenler arasında
görüşmelerle tespit edilen başka bir nedendir. Bu bağlamda, Farmakoloji (Farmakoloji)
tarafından ileri sürülen nedenler arasında: “Besin miktarı artırılarak ve içeriği
zenginleştirilerek açlık ve beslenme bozukluğu gibi başta gelen halk sağlığı sorunlarının
önüne geçilmesi… Besinler içindeki alerjik proteinlerin çıkarılarak veya yapısı
değiştirilerek özellikle yer fıstığı, yumurta, inek sütü, soya, buğday, kabuklu deniz
canlıları, balık ve fındık gibi besinlerin alerjik özelliklerinin azaltılması…Tüketilen
bitkilere aktarılacak genler aracılığı ile patojen mikroorganizmaların çeşitli proteinlerini
sentezleyen bitkiler elde edilerek bu bitkilerin aşı olarak geliştirilmesi…Genetiği
değiştirilmiş besinlerin özellikle ağız yolundan uygulanmak üzere tedavi amacıyla
geliştirilmesi” gösterilmiştir.
Soru2: GDO’lu gıdalar ile ilgili belirsizlik var mıdır? Eğer varsa, belirsizlik içeren
konular sizce nelerdir?
Görüşmelerden elde edilen sonuçlara göre, GDO’lu gıdalar hakkında belirsizlikler
söz konusudur. Görüşme yapılan tüm akademisyenlerin, bu gıdaların belirsizlikler
taşıdıkları konusunda hem fikir oldukları görülmüştür. İleri sürülen belirsizlik içeren
konular, bu gıdaların: insan sağlığı (7 akademisyen), çevre (5 akademisyen) ve uzun
vadedeki etkilerinin (3 akademisyen) üzerindeki sonuçlarının ne/neler olacağının henüz
tam ve kesin olarak bilinmemesi şeklinde ana başlıklar altında toplanmıştır.
İnsan Sağlığına Etkileri: Görüşmelerde belirtilen belirsizliklerde en çok, GDO’lu
gıdaların insan sağlığı açısından belirsizlikler taşıdığına değinilmiştir. GDO’lu gıdaların
insan sağlığına riski hakkındaki çalışmaların ve bu çalışmalara ait sonuçların, insan
sağlığı gibi hassas bir konuda genellemeye gitmedeki yetersizliğine işaret de edilmiştir.
Dolayısı ile GDO’lu gıdaların insan sağılığı üzerindeki etkisi hakkındaki bilimsel
çalışmaların henüz kesin sonuçlara ulaşılamamasının, belirsizliklerin ileri sürmesinde
etkili olduğu görülmüştür.
GDO’lu gıdalar hakkındaki belirsizlikleri irdelerken Biyokimya ve Biyoetik en
başta, genetik biliminin halen belirsizlikler içerdiğini vurgulamıştır. Biyoetik: “Genetik
86
mühendisliği başlı başına belirsizliklerle dolu bir alan. GDO, iki ucu kesin bir kılıç gibi.
Yani iyi ve kötü yanları, iyi tartışılması gereken bir konu… Genetik mühendisliğinin ne
kadar riski varsa GDO’lu gıdalarda o kadar risk taşımaktadır, belirsizlik” biçimde
görüşlerini belirtmiştir. Bunun yanı sıra, Biyokimya, genetik biliminin belirsizliği ile
birlikte genleri insan sağlığı açısından ele alarak bu konudaki belirsizliği: “Bir tıpçı olarak
şöyle düşündüğüm zaman, genetik hala, tıbben, genetik bilimi olarak tam aydınlığa
kavuşturulmamış. Sonuçta bir şeyin genetiği ile oynamak… Yani, şu anda bizim
hastalıkların ortaya çıkışında, özellikle kanser gibi vahim tabloların ortaya çıkışında
genler, suçlanan genler bir sürü karakterize ediliyor. Ve bu genetiği ile mesela, pasif olan
kanser yapıcı bir gen, genetiği ile oynanan bir gıda ile belki stimüle edilecektir, aktif hale
gelecektir. Bilemiyoruz. Bir belirsizlik.” biçiminde vurgulamıştır.
GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerindeki olası etkilerindeki bilinmezlere ve
çalışmalardaki kısıtlara vurgulamalar yapılmıştır. Örneğin, Gıda mühendisliği, sağlık riski
ile gıda güvenliğini birlikte ele alarak belirsizlikleri dile getirmiştir. Gıda mühendisliği bu
konuda: “Sağlıkla ilgili herhangi bir çalışmanın oturduğunu söylemek mümkün değil.
Örneğin: gıda güvenliğinde en önemli nokta riske dayalı analizlerin tamamlanmış olması.
Risk faktörünün tespit edilmiş olması gerekiyor. Deniyor ki GDO’lu ürünlerin bütün
toksikolik çalışmaları yapıldı ve öyle ticarileştirildi. Ancak bana göre, doktora
gittiğinizde GDO’lu üründen kaynaklı bir teşhis yapılıyor mu? İzlenebilirlik yapılabiliyor
mu? Hayır. En büyük sorun bu. Protein yapısında gen aktarımı söz konusu, vücutta hangi
oranda, nelerde dolaşıyor ve vücuda alındıktan sonra metabolizması bilinmiyor? Bu
konuda da fikir yok.” diyerek görüşlerini açıklamıştır. Benzer bir yaklaşımla, Tıbbi
biyoloji de, GDO’lu gıdalar konusunda eksik bilgilendirmenin belirsizliklere yol açtığını
ifade etmiştir. Tıbbi biyoloji görüşlerini: “GDO’lu gıdaları çalışanlar: yapan bilim
adamları ya da firmalar, halka hangi genle oynadıklarını, hangi ürünün oluştuğunu, nasıl
metabolize edildiğini söylemeleri lazım.” biçiminde belirtmiştir. Bununla birlikte enzim
konusundaki belirsizliği: “Normal besinlerin izlediği yollar mesela, GDO’lunun da
izleyeceği yolların aynı olması lazım. Bizim enzimlere cevap vermesi lazım. Vermiyorsa
tehlikelidir. Bu konularda belirsizlik var.” sözleri ile vurgulamıştır.
Çevre (Ekolojik Denge) Üzerindeki Etkileri:
Görüşmelerde üzerinde
vurgulamalar yapılan bir diğer belirsizlik konusu, GDO’lu gıdaların ekolojik denge
üzerindeki etkilerinin belirsizliğidir. Çevre hakkındaki belirsizlik içeren konular dile
getirilirken en çok ‘gen kaçışı’ üzerinde durulduğu (4 akademisyen) tespit edilmiştir.
Bunun yanı sıra; zararlı bitkiler, genetik çeşitlilik ve besin zinciri hakkında çevre odaklı
87
belirsizlikler görüşlerde belirtilmiştir. Bununla birlikte, bilimsel çalışmaların yeterli
düzeyde olmadığına dikkat çekilmiş ve daha fazla bilimsel çalışmanın belirsizliklerin
giderilmesindeki gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Gen kaçışı, GDO’lu gıdaların, çevre üzerindeki etkilerinin neler olabileceğine dair
belirsizlik içeren önemli bir mesele olarak görülmüştür. Gen kaçışı konusuna değinen
akademisyenlerden biri olan Bitki koruma: “Kolzaya aktarılan dayanıklılık geni, yabancı
otlara geçiyor. Yüzde kaç geçiyor? Ne zaman geçiyor, hangi koşullara geçiyor? Belirsiz.
…Kolzadaki, roundapa dayanıklılık genin yabancı otlara atlayabildiği yani gen kaçışı
olabildiği yapılan çalışmalarla ortaya konmuş. Diğer kültür bitkilerinde bu nasıl olduğu
belli değil.” diyerek görüşlerini dile getirmiştir.
Gen kaçışları konusundaki belirsizlik, Bahçe bitkileri tarafından da vurgulanan
önemli bir meseledir. Özellikle, gen merkezi konumundaki ülkeler için durum
değerlendirmesi yapan Bahçe bitkileri: “Eğer bir ülke, bir türün gen merkezi ise o türün
GDO’lu olan grubunun, o ülkede yetiştirilmesi sıkıntı diye düşünüyorum. … Buğday,
Türkiye için düşünecek olursak. GDO’lu buğday Türkiye’ye girmemeli. Çünkü neden,
anavatanıyız biz. Her tarafta, buğdayın yabani farklı türleri var. Gen kaçışları çok kolay
olabilir burada.” biçiminde fikirlerini ortaya koymuştur. Gen kaçışı ile ilgili belirsizliği
dile getiren ve bu konuda buğdayı örnek veren bir başka akademisyen de Tarla
Bitkileri’dir. Tarla Bitkileri “Ülkemiz, buğday gen kaynakları bakımından çok zengindir.
Bundan dolayı buğday gibi, bizim ülkemizin temel besin maddesi, bir bitkiden elde edilen
transgenik bir bitkinin ülkemizde yetiştirilmesi ekolojik dengenin bozulmasına neden
olabilir. Öyle bir risk var. Çok büyük bir risk, çok büyük bir belirsizlik bu. Yani böyle bir
durum olduğu zaman sonucunu bilemediğimiz için risk faktörünü mutlaka kullanmamız
lazım.” biçiminde görüşünü bildirmiştir.
Gen kaçışı hakkındaki belirsizlik, Çevre Mühendisliği’ne göre de çevre odaklı
belirsizlikler arasındadır. Çevre Mühendisliği:
“Laboratuar ortamında genetiği
değiştirilmiş tohumlar ürettik, onları ektik, sonra ekmeye devam ettik. Ama unutmayın,
bunlar laboratuar ortamında. Peki, bunları dışarıda, araziye, birinci sınıf tarım arazisine
serptiğimizde genetiği değiştirilmiş tohumları kontrol etme şansımız kalmayacak artık.
Dış ortama açıklar, herhangi bir müdahaleye açıklar. Başka tohumlarla çaprazlama
olabilir, gen kayması ya da gen kaçması dediğimiz olaylar olabilir. Burada ve bundan
sonra neler olabileceği bilinmiyor ... Belirsizlik burada.” biçiminde görüşlerini belirterek
kontrol dışı ortaya çıkabilmesi olası arazi ortamındaki gen kaçışlarını vurgulamıştır.
88
GDO’lu bitkilerin, zararlılar üzerinde sebep olabileceği etkiler hakkındaki
belirsizlikler, gündeme getirilen başka bir çevre odaklı belirsizlik olarak belirtilmiştir.
Bahçe bitkileri, bu konudaki belirsizliğe değinmekle birlikte söz konusu belirsizlik için
ilaçtaki belirsizliği örnek göstermiştir. Bahçe bitkileri: “GDO’lu ürünlerde dayanım
sağlıyoruz. Sağlanan bu dayanımlardan dolayı hastalık ve zararlılar daha dirençli hale
gelebilir mi, daha saldırgan hale gelebilir mi? Aynı şey ilaç için de geçerli. Aynı risk
ilaçta da var.” biçiminde görüşlerini açıklamıştır.
Çevre hakkındaki belirsizlikler arasında, genetik çeşitlilik hakkındaki belirsizlik
üzerinde durulan diğer bir husustur. Bahçe bitkileri: “Yarın, çok yeni bir hastalıkla
karşılaştığımızda, yabancı türlere gittiğimizde, artık genetik çeşitlilik azaldığından dolayı
bu yabancı türleri bulamayacağız. Bu bize bir sıkıntı oluşturur mu?... gibi belirsizlikler
var insanların kafasında.” diyerek fikrini açıklamıştır. Benzer bir belirsizlik, Çevre
Mühendisliği tarafından genetiği değiştirilmiş tohumlar açısından belirtilmiştir. Çevre
Mühendisliği: “Bu tohumlar devam ederse ve diyelim ki bir hastalık çıktı. Bu hastalık
genetiği değiştirilmiş tüm tohumları yok edebilecek türden bir hastalık. … genetiği ile
oynadığımız için ne yapıyoruz, zengin genetik çeşitliliğini biz iptal ediyoruz, içinden
cımbızla çektiğimiz 2-3 tane tohum kullanıyoruz ve onun genetiği ile oynuyoruz. Mantıken
baktığımızda olay bu. Peki, bir hastalık olduğu zaman ne olur? Benzer genetik yapıya
sahip olduklarından muhtemel bir hastalığın,
hepsine etki edebileceğini ve bütün
tohumları kaybedebilmeğimizi düşünelim. Gen bankaları kuruluyor. Ancak, 7 milyara
yaklaşan dünyada yeterli tohumu üretecek zaman çok uzun olur..” diyerek olası
belirsizliklerin ne kadar önemli olduğunu da vurgulamıştır.
Çevre hakkındaki belirsizlikler arasında Çevre mühendisliği, GDO’ların, doğada
besin zincirinde değişime yol açabilmeleri hususundaki belirsizliklerine vurgu yapmıştır.
Çevre Mühendisliği, besin zinciri hakkındaki görüşlerini: “Zararlı da olsa böcek türleri
bazı tohumlarla beslenir veya farklı kültürler ve mantarlarla mesela. … Siz dayanıklı
tohumlar üretirseniz ve bu canlıların bir şekilde besin zincirini kırarsanız, bu tohumlarla
beslenecek canlı kültürlerin birkaç yaşam zincirini birden koparmış olursunuz. O zaman
doğa yeni bir besin zinciri kurmak zorunda veya tohumdan aldığı besini, başka bir besinden
almak zorunda kalacaktır. Bu büyük bir ihtimalle yine genetiği değiştirilmemiş orijinal
tohumlar olacaktır. … o böcek türleri orada beslenemezse başka türler üzerinde yayılmaya
başlarlar. Bu sefer de bu zararlılar aslında buğdayı ya da belirli tohumları tüketecekken bu
sefer diğer tohumlara saldırabilir, başka bitki örtüsüne saldırabilir veya birbirlerine
saldırabilirler. …Besin zincirinin birini bozup kırdığınızda veya birkaç halkasını
89
koparttığınızda, yeni bir besin zinciri oluşur. Ama o yeni besin zinciri ekolojik olarak
dengeye ulaşır ama orijinal halinden çok uzak olabilir” biçimde fikirlerini beyan etmiştir.
Uzun Vadeli Etkileri: Görüşmelerde, GDO’lu gıdalarla ilgili kesin sonuçlara
ulaşılması ve bu gıdaların faydalarının ya da zararlarının kesin biçimde görülebilmesi için
zamana ihtiyaç duyulduğu iddia edilmiştir. Tarım ekonomisi (Tarım Ekonomisi) bu
durumu: “Ne lehinde ne de aleyhinde olan kimseler kesin olarak konuşamıyor. Olabilir,
çıkabilir diyor. Geleceğe ilişkin varsayımlar var sadece. Uzun vadeli etkisini tam
bilmiyoruz.” sözleri ile vurgulamıştır. Bununla birlikte, bu başlık altında değinmeseler de
akademisyenlerin çoğu, bu gıdaların doğurabileceği sonuçları görebilmek için zamana
atıfta bulunmuştur.
Soru3: GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz (ters) sonuç/sonuçlar sizce var
mıdır? Varsa ne/nelerdir?
Görüşmeler neticesinde GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz sonuçlar:
sağlık (10 akademisyen), çevre (6 akademisyen), ekonomi (6 akademisyen) ve etik (3
akademisyen) ana başlıkları altında toplanmıştır. Akademisyenlerin tamamı, GDO’lu
gıdaların insan sağlığı için olumsuz sonuçlar doğurma ihtimali olabileceği görüşünde
birleşmiştir. Buna rağmen, bu akademisyenlerden 2’si, kendi kanaatlerine göre olası
sağlık sorunlarının ciddi sorunlar olmayacağını beklediklerini ifade etmiştir.
Sağlık: GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz sonuçların görülebilme
olasılığının olduğu alanlar arasında, insan sağlığı, akademisyenler tarafından en çok
vurgulanan alan olarak tespit edilmiştir.
GDO’lu gıdaların insan sağlığı üzerinde
oluşturabileceği olumsuz sonuçlar; kanserden alerjiye, hormon dengesinin bozulmasından
obeziteye kadar geniş bir yelpazede gündeme getirilmiştir. Bu konuda Farmakoloji:
“GDO'lu gıdaların üretimi sırasında kullanılan çok sayıda kimyasal maddenin
tüketilmesine bağlı olarak, oldukça ciddi boyutlarda olabilecek, hatta ölümlere neden
olabilecek yan ve toksik etkilerin (alerjik tepkimeler, mutajenite, karsinojenite ve
teratojenite gibi) ortaya çıkma olasılığı; GDO'lu gıdaların üretimi sırasında kullanılan
antibiyotiklere karşı, bu gıdaları tüketenlerde direnç kazanılması ve besinlerin çeşitli
hastalıklara karşı koruyucu etkilerinde azalma” gibi olası olumsuz sonuçlara işaret etmiştir.
GDO’lu gıdaların, çocukların hormonları üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı
konusu, öngörülen olası olumsuz sonuçlar arasında yer almıştır. Bu konuda Biyokimya:
“Gelişim çağındaki insanlarda, bu tip gıdaların etkileri kesinliğe ulaşmadan tüketilmesi
90
mesela Batı toplumunda çok yaygın tüketiliyor. Daha teenager dediğimiz daha yetişme
çağındaki çocuklar özellikle çok risk altında diye düşünüyorum. Hormon dengesini
bozması, fitohormon yapılarında değişikliğe uğrayabiliyor. …Mesela büyüme hormonu
diyelim aldık (hatta bu konuda yapılmış bazı çalışmalar da var bir iki tane var bu yönde)
hormon yapısına benzediği için büyüme hormonunu arttırıyor. Çocuk daha iyi gelişiyor.
Ama, çocuk gelişimsel olarak çok iyi bunun yanında çocuğun dengesi birazcık alt üst
olmuş oluyor. Hormonların hepsi bir denge halinde vücudumuzda. Sonuçta, büyüme
hormonu artığı zaman doğuracağa sonuçlara bir garantimiz yok, yapay bir atma olduğu
için, tetikleme olduğu için. Normal vücudun akışı sırasında kendi dengesi… Vücut bunu
her türlü tolere edebiliyor. Ama öbür türlü bir yönden uyarı veriyorsun tetik veriyorsun.
Ama sonucu çok muallâk.” biçiminde görüşlerini açıklamıştır.
GDO’lu gıdaların, sağlık üzerindeki olası olumsuz sonuçları bakımından Tıbbi
biyoloji: “Gen nasıl veriliyor, nasıl aktarılıyor, oluşan ürün için insan vücudunda buna
karşı üretilen ürüne karşı vücudumuzda üretilen enzim var mı? Üretilen enzim varsa
korkulacak bir şey yok. Ama üretilen ürüne karşı vücudumuzda hiçbir enzim yoksa bu şu
demektir: vücudumuzda ağızdan girip anüsten çıkacak ama yan etkileri olabilecek. …
Yan etkiler, eğer bunlar küçük moleküller ise bizim vücut hücrelerine yerleşebilir. Bazı
mikroorganizmalara karşı hassas hale getirebilir veya faydalı hale getirebilir. Bizim
hücrelerin içine girerek normal hücre siklosunun dengesini bozabilir. …alerji, kanser,
organizmanın hassasiyetine yol açabilir. Aktarılan gen, bir virüse verilmişse ve o virüs ph
barajından geçerse kanser yapabilir.” biçiminde görüşlerini bildirmiştir. Biyokimya da
kanser hakkında şüpheci yaklaşımla görüşlerini: “Genetik yönden etkisi, kanserojen etkisi
veya başka bir yönden etkisi var mı, yok mu? Bu konularda olumsuz sonuçlar olabilir mi
diye düşünüyorum.” şeklinde dile getirmiştir.
Çevre: GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz sonuçların çevre üzerinde
görülebilme ihtimali önemle vurgulanan bir alandır. GDO’lu gıdaların doğurabileceği
çevresel olumsuz sonuçlara ilişkin, ekosistemde bozulma olabileceği öngörülen
konulardan birisidir. Bu bağlamda, Bitki koruma, yabancı otların direnç kazanmasına
yönelik olarak olumsuz sonuçlara işaret etmiştir. Bitki koruma: “Eğer tüm diğer
herbisitler ortadan kalkar sadece Roundap kullanmaya başlar isek ki bizim gibi ülkelerde
bu tehlike çok yüksektir. Neden? Çiftçi ilk etapta para kazanacağını düşündüğü için
herkes bu ürünleri ekecektir. O zaman ekosistemde bu herbisitin öldürdüğü yabancı
otların türleri yok olur. Ama direnç kazanmış dayanıklılık kazanmış herbisitler yabancı
otlar ise patlar. Yani, her taraf bu yabancı otlarla kaplanır. Çok uzun vadede bunun
91
sonucu ekosistemleri etkiler. Ekosistemler etkilenince bundan tarımda etkilenir.” şeklinde
tehlikeleri belirtmiştir. Paralel olarak, Çevre mühendisliği, diğer canlı türleri üzerinde
kontrol edilemeyecek olumsuz sonuçların görülebilme ihtimaline değinmiştir. Bu
bağlamda, besin zinciri ile ilgili olası olumsuzlukları Çevre mühendisliği: “Çevreye
zararlı toksit bir etkisi olacağını düşünmüyorum, ilk etapta. … Farklı hayvanlar, farklı
bitkiler ve farklı hayvanlarla beslenebiliyor. Böcekler de buna dahil. Dolayısı ile siz,
belirli böcek türlerini veya bazılarını toksitlere dayanıklı türler ürettiğinizde ne olacaktır?
Bunların beslenmemesi bunların ölmesine neden olabilir ya da yeni tüketebilecekleri
gıdaları aramalarına neden olabilir.” biçiminde belirtmiştir. Bitki koruma ve Çevre
mühendisliği’nin bu konudaki açıklamaları dikkate alındığında, her iki akademisyenin de
olumsuz etkilerin uzun vadede görülebileceğine işaret ettikleri görülmüştür.
Ekonomi: GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz sonuçların, ekonomi
alanında kendini gösterebileceği ileri sürülmüştür. GDO’lu gıdaların: bir tekelleşmeye
sebebiyet verebileceği, yabancı firmalara bağımlılığa neden olacağı ve yerli üreticilerin,
üretimlerinin engellenmesi nedeni ile bir rekabette eşitsizliğe maruz kalacağı
akademisyenler tarafından ileri sürülen ekonomik olumsuz sonuçlar olarak görülmüştür.
GDO’lu gıdaların, tekelleşme üzerinde nasıl bir etki gösterebileceği konusunda
farklı görüş bildiren akademisyenler olmuştur. Tarım ekonomisi: “Şu an ki tohum piyasası
tekelimsi. GDO, tekelleşmeyi biraz daha güçlendirebilir.” derken, Tarla bitkileri
tekelleşme olsa bile bunun zaman içinde kırılacağını belirtmiştir. Tarla bitkileri
görüşlerini: “GDO’lu ürünlerin üretilmesi, dünyada mutlaka bir tekelleşmeye yol
açacaktır. Tekelleşme söz konusu ama bu tekelleşme şu anda ciddi bir problem gibi
görünmüyor. Özellikle etik bir problem. Eğer ülkemize gelirse yasalar bağlamında
güvenceye alınmazsa çiftçilerimiz çok mağdur durumda kalacak. Ama unutmamak lazım
ki, dünyaya yayıldığı zaman mutlaka bu tekelleşme bir şekilde kırılacak.” şeklinde
belirtmiştir. Öte yandan, Bahçe bitkileri: “Tekelleşme olmaz. Şuan ki durumdan daha
farklı bir durumun olmaz. Tek bir firma yerine birkaç ülkede üç/beş firma olabilir.”
diyerek GDO’lu gıdaların şu anda olduğundan daha fazla bir tekelleşmeye yol
açmayacağını iddia etmiştir.
Yabancı firmalara bağlılığın artacağı görüşü ekonomi açısından belirtilen olumsuz
sonuçlardan bir olarak görülmüştür. Bitki koruma bu durumu kısaca: “Bir ülkeyi sadece,
bu ürünü geliştiren firmalara veya ülkelere bağımlı kılabilir” sözü ile ifade etmiştir.
GDO’lu ürünlerin üretilmesinin yasak olması yerli üreticiler için rekabet gücünü
azaltacağı öngörülmüştür. Bu konuda Bahçe bitkileri: “Yurtdışındaki pazarlarda, rekabet
92
edilen ürünü diğer ülkeler GDO’lu üretip daha uygun fiyata satar. Çiftçiler üretmez ise
fiyat yönü ile rekabet gücü azalır.” biçiminde görüşünü ifade ederek yerli üreticilerin bu
durumdaki olası sorunlarını vurgulamıştır.
Etik: GDO’lu gıdaların olumsuz sonuçlara sebep olabileceği alanlardan bir tanesi
de etik olarak ortaya çıkmıştır. Akademisyenler tarafından, olası etiksel olumsuzlukların:
biyoetik, çevre ve ekonomi bakımından olabileceği öngörüsü yapılmıştır.
Biyoetik açısından olumsuz sonuçların neler olabileceği Biyoetik tarafından dile
getirilmiştir. Biyoetik, bu konudaki uygulamaların biyoetik açısından kabul edilebilir ya
da kabul edilemez olmasını bazı koşullara bağlamıştır. Biyoetik: “Biyoetik açısından
konuşmak gerekirse: doğrular, insanların doğru davranması, şartların ideal olduğunda
beklenir. Dolayısı ile şartlar ideal olmadığı sürece mahsurlu şeyler kabul edilebilir hale
gelebilir. İnsanlar, -bazı insanlar- ölecekse ve bunun önüne geçmenin etkin bir yolu
GDO’lu gıdalar ise, GDO’lu gıdaları kullanmak, uygulamak ve üretmek uygundur. Etik
açıdan hatta bir sorumluluktur. Ama bunu, ekstra kar amaçlı yapıyorsanız, bu o zaman
ahlaken ve etik kurallar açısından kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla, bununla ilgili tek
bir görüş yok. Biyoetik alanında, farklı görüşler var. Ben her zaman idealist değil,
pragmatik olma taraftarıyım, biyoetikte. İdeallere ulaşmak mümkün olmadığında gerçekçi
olmak ve ona göre etik normlar üretmek zorundasınız.” şeklinde görüşlerini ifade etmiştir.
Ekonomik yönü ile etik açıdan olumsuz sonuçlar, yerli üreticilerin yabancı üreticiler
karşısındaki mağduriyet yaşamalarına bağlı olarak belirtilmiştir. Bu konuda Tarla bitkileri:
“Tekelleşme söz konusu ama bu tekelleşme şu anda ciddi bir problem gibi gözüküyor.
Özellikle etik bir problem. Eğer ülkemize gelirse yasalar bağlamında güvenceye alınmazsa
çiftçilerimiz çok mağdur durumda kalacak.” biçiminde görüşlerini belirtmiştir.
Belirtilen olası olumsuz sonuçların dile getirilmesinden sonra, bu konuda
yapılması gerekli düzenlemelerin önemi gündeme getirilmiştir. Olası olumsuz sonuçların
oluşmaması, indirgenmesi veya tamamen yok edilmesi hususunda yasal düzenlemelerin
önemli bir yeri olduğu görülmüştür. GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz sonuçlar
öngörülerek yapılacak düzenlemeler hakkında Bahçe bitkileri, ülkemizde nasıl bir
yaklaşım sergilemek gerektiğini ülkemizdeki bilimsel çalışmalara vurgu yaparak dile
getirmiştir. Bahçe bitkileri görüşlerini: “Ülke olarak buna reaksiyonel olarak yaklaşmak
gerekmediğini düşünüyorum. Yasaklayacaksak başka ülkeler yasakladı diye değil.
Araştırmalarımıza devam edelim, kendi çalışmalarımız sonucuna bakarak yasaklayalım.”
biçiminde belirtmiştir.
93
Soru4: GDO’lu gıdaların faydalı olabileceğini düşünüyor musunuz? Eğer
düşünüyorsanız, olası fayda/faydaları nelerdir?
Akademisyenlerin 9’u bazı varsayımları ileri sürerek de olsa, GDO’lu gıdaların
faydalı olabileceğini belirtmiştir. Öte yandan, 1 akademisyen ise GDO’lu gıdaların
kesinlikle faydasının olmadığını belirtmiştir. Görüşmeler sonucunda ortaya çıkan olası
faydaların sağlık (6 akademisyen) ve çevre (4 akademisyen) ana başlıkları altında
toplanmıştır.
GDO’lu gıdaların olası faydalarının bazı varsayımlar altında belirtildiği göz ardı
edilmemesi gereken bir durum olarak görülmüştür. Örneğin Tarım ekonomisi, GDO’lu
gıdalar lehinde konuşanların görüşlerinin doğru olması ve doğru uygulanması halinde,
zirai mücadele ilaçlarının kullanımın azalacağını ve bunun çevre açısından kazanç
sağlayacağını ifade etmiştir.
Bu konuda varsayımları dile getiren bir diğer akademisyen olarak Farmakoloji da,
koşullu olarak faydaların olabileceğini dile getirmiştir. Farmakoloji: “Başta insan olmak
üzere çeşitli canlılar üzerindeki etkileri ve ekolojik denge açısından güvenilirliği
kanıtlandıktan ve gerekli yasal düzenlemeler yapılıp gerektiği gibi uygulanmaya
başlandıktan sonra, geliştirilme amaçlarına uygun olarak tüketildikleri sürece yararlı
olabilirler.” biçiminde görüşlerini bildirmiştir. Bunun yanı sıra Tıbbi biyoloji de, GDO’lu
gıdaların faydalarını belirtmiş ancak, bunun belirli şartların sağlanması halinde mümkün
olduğunu da eklemiştir. Tıbbi biyoloji, GDO’lu gıdaların: açlığın giderilmesi, obezitenin
engellenmesinde ve hastalıkların engellenmesinde faydalı olabileceğini belirtmesine
rağmen bunları bazı koşullara bağlamıştır. Tıbbi biyoloji bu konudaki görüşlerini:
“İnsanlarda olabilcek hastalıkları engellemek için mesela vitamin A geni ekli GDO çok
güzel bir şey ama öncesi önemli. Vitamin A genini eklediğimizde, nakli neyin üzerinde
yaptık? Bunu bir vektörle yapmanız lazım. Bu vektör nedir? … GDO’lu ürünün DNA’sına
yerleşirse ve yemeği pişirme tarzı sırasında yani mesela çiğ olarak alınırsa yada
doğrudan doğruya kana verilirse tehlikeli olur.” biçiminde belirtmiştir.
Sağlık: Akademisyenler tarafından GDO’lu gıdaların olası faydalarının en çok
belirtildiği alan, insan sağlığı olmuştur. Akademisyenler, GDO’lu gıdaların tedavi
maksatlı kullanılarak insan sağlığına fayda sağlayabileceğini iddia etmiştir. Biyoetik,
tedavi maksatlı kullanımı belirten akademisyenlerden biri olarak görüşlerini: “Bazı
bitkilere bazı genler ekleyerek, o bitkilerin: proteinler, hormonlar yapmasını
94
sağlayabiliyor ve bu şekilde çok kestirime yoldan insanlara o proteini verebiliyorsunuz.
İlaç olarak da kullanılabiliyor.” biçiminde bildirmiştir.
Bahçe bitkileri ve Tarla bitkileri özellikleri zenginleştirilmiş GDO’lu gıdaların
sağlık açısından faydalarını vurgulayarak hastalıkların önlenmesi ve tedavi yönelimli
kullanımına işaret etmiştir. Bahçe bitkileri: “Özellikle üçüncü kuşak ürünler: antibiyotik
ilaveliler var, vitamin ilaveliler var, aşı ilaveliler var. Golden Rice mesela. A vitamini.
Afrika’daki çocuklara, en çok tükettiği ürünün içine koyupta bu vitamini almasını
sağlayabilirsek daha sağlık bir nesil yetiştirmiş oluruz. … Sadece açı doyurmak değil,
onun beslenme düzeninin doğru olmasını sağlamak için de var.” şeklinde görüşlerini
belirtmiştir. Benzer bir yaklaşımla, Golden Rice, Tarla bitkileri tarafından da dile
getirilerek A vitamini eksikliğinin giderilmesindeki faydalarına değinilmiştir. Tarla
bitkileri: “Afrika’da özellikle, A vitamini eksikliğinden kör doğan veya kör olan çocuklar
var. Dolayısı ile bu çocukların bir şekilde dışarıdan beslenmesi gerekiyor. Yani, vitamin
verilmesi veya yiyeceklerine katkı maddesi olarak verilmesi gerekiyor. Ama dünyada bu
kadar, özellikle şu an ki konjektörde dışarıdan vitamin verilmesi veya gıdalara katkılı
vitamin eklemesi maliyeti çok yükseltiyor. Maliyeti çok yükselttiği için de ne yapılması
gerekiyor? Mutlaka günlük besinlerinin bir şekilde zenginleştirilmesi gerekiyor. İşte
mesela Golden Rice dediğimiz, altın pirinç diyelim, altın pirincin günlük tüketimde
kullanılması, dışarıdan herhangi bir ek destek almadan bünyesine A vitamini alması
demek.” biçiminde görüşlerini açıklamıştır.
Çevre: GDO’lu gıdaların çevre açısından da faydalı sonuçlar doğurabileceği
akademisyenler tarafından dile getirilmiştir. Bitki koruma, bitki koruma açısından faydalı
sonuçların olabileceğini dile getirmiştir. Bu bağlamda, Bitki koruma düşüncelerini:
“Hastalık ve zararlılara dayanıklı çeşit ıslahı. Yani, ben bu dayanıklı çeşitleri ıslah
ederek, birçok böceğin benim ürünüme zarar vermesini engelleyebilirim veya hastalığın.
İşte bu GDO’lu ürünlerin en önemli olumlu yönüdür.” şeklinde belirtmiştir.
Çevre mühendisliği, çevre açısından olası faydaları bazı varsayımları öne sürerek
belirtmiştir. Çevre mühendisliği görüşlerini: “ …zararları unutalım, muhtemel belirsizleri
de bir kenara bırakacak olursak, şurada bir avantaj ortaya çıkabilir: az alanda tarım
yapacaksınız. Az alanda tarım yapmak demek, daha az kimyasal kullanmak demektir. Daha
az kimyasal demek, yeraltı sularına, yüzey sularına toprağa daha az kirletici bulaşması
demektir, baktığınız zaman. Daha az yani dar alanda yoğun tarım ve fazla mahsul elde
ettiğiniz zaman, mesela çok geniş alanlara yaymadığınızda burada: ulaşımda tükettiğiniz
yakıttan tutunda personele kadar pek çok alanda bir avantaj temin edebiliyorsunuz,
95
baktığımızda. Dolayısı ile burada bir avantaj doğabilir aslında, çevre açısından. Bu
belirsizliklerin olmadığını, olmayacağını kabul edersek.” biçimde açıklamıştır.
Yukarıda belirtilen faydaların aksine, Gıda mühendisliği tarafından, GDO’lu
gıdaların faydasının olmadığını ileri sürmüştür. Gıda mühendisliği, GDO’lu gıdaların
faydaları olabileceği durumları, daha zararsız başka ikame mallarla ya da yöntemlerle de
sağlanabileceği görüşündedir. Gıda mühendisliği düşüncelerini “Gen tekonolojisi
kullanılabilir ama GDO’ya gerek var mı? Mesela, raf ömrünü uzatmak için GDO
yapmaya gerek yok. Biyo dayandırma yöntemleri kullanılabilir. … Daha zararsız başka
usuller kullanılarak gıdaların raf ömrünün uzatılması, vitamin ve minerallerinin
arttırılması yoluna gidilebilir.” şeklinde savunmuştur.
Soru5: Tüketici olarak, GDO’lı gıdalar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Endişeleriniz var mı? Tüketmenin riskli olup olmadığı hakkındaki görüşleriniz
nelerdir?
Çalışmaya katılan 10 akademisyenden 8’i GDO’lu gıdaların tüketimi konusunda
risklerin olduğu görüşünde iken 2 akademisyenin diğerleri kadar endişe taşımadıkları ve
bu gıdaları riskli bulmadıkları görülmüştür. GDO’lu gıdaların tüketimini riskli bulan
akademisyenler, bazı koşulların sağlanması halinde risk algılarının azalacağı ile kesin bir
dille bu gıdaları oldukça riskli buldukları ve gıda ihtiyaçları için GDO’lu gıdalar yerine
daha az riskli buldukları ürünleri tercih edeceklerini belirtenlerden olmuştur. Bu
bağlamda, 10 akademisyenin konu ile ilgili fikirlerine aşağıda kısaca yer verilmiştir.
GDO’lu gıdalar hakkında endişesi olan ve bu gıdaları riskli bulan
akademisyenler:
Biyokimya: “Kesinlikle tüketmeyi düşünmem. Hatta aç insanlara bile verirken
biraz tereddütlü… Hani, belki oralara gıda yetiştirmek amacıyla yapılır mı? Onda bile
tereddüt ederim. …İyice kesinleşsin, araştırılsın ondan sonra kullanılsın.”
Biyoetik: “Her şeyden evvel, etiketlenmesini isterim. Tüketeceksem de ne
olduğunu bilerek tüketmek isterim. Doğal olmayan her şeyde olduğu gibi görüyorum. …
Adı bana antipatik geliyor. “Genetiği ile oynanmış gıda”, bana çok itici geliyor bu söz.
Kullanmak istemem, tüketmek istemem bilerek.”
Tarım ekonomisi: “Sonuçta doğal bir yapıyla oynanıyor bu GDO dediğimizde.
Genle oynanıyor. Yaratacağı sonuçlarda, daha doğrusu, yaratacağı etkilerde henüz ortada
96
yok. Böyle bir belirsizlik ortamında, ben çok ciddi anlamda endişe duyarım. … Tüketimini
riskli bulduğumu söyledim ama şu an ki belirsizlikte, şuan ki bulgularla.”
Gıda mühendisliği: “Ben şimdi hiçbir şey bilmiyor tüketici olarak hiçbir şey bu
konuda bilmiyorum. Kimse beni aydınlatmadı. Ama ben bilinçli olarak ne yapıyorum?
Etiket bilgisi maalesef eksik. İstekli olarak tüketmem. İspatlanmadığı sürece ve etiket bilgisi
olarak benim seçim hakkımı sağlamadıkları sürece tüketmem. Etiketli olsa da tüketmem.”
Bitki koruma: “Riskli buluyorum, endişelerim var. GDO’lu tüketmememiz gerekir.
Devlet bunun için de önlemini almıştır aslında. Binde 9 demek serbest değil, yasaktır
demek. … Büyük riskler görüyorum, çevre ve insan sağlığı odaklı”.
Farmakoloji: “…başta insan olmak üzere çeşitli canlılar üzerindeki etkileri ve
ekolojik denge açısından güvenilirliği kanıtlanmadan ve gerekli yasal düzenlemeler yapılıp
gerektiği gibi uygulanmadan, tüketilmelerinin sakıncalı olduğuna inanıyorum.”
Tıbbi biyoloji: “ GDO’lu gıda hakkında bana bilgi verilmiş olsa hiçbir kaygı
duymam. En azından tehlikeli ise kullanmam tehlikesiz ise kullanırım… Bilgilendirilmeyi
isterim. … Bilgi yoksa o zaman kuşku oluyor faydalı olsa bile yaklaşmam.”
Çevre Mühendisliği: “ İnsanoğlunun tabiatında şu var: bilmediği, yani hakkında
yeterli bilgiye sahip olmadığı konular üzerinde muhakkak olumsuz tepki gösterirler, büyük
çoğunlukla. Ben de bir bilim adamı olarak değil de bir birey olarak düşündüğümde, ben de
GDO hakkında çok fazla bilgiye ki, bu konuda yani şöyle söyleyeyim Türkiye ortalamasının
üzerinde bilgiye sahibimdir. Yurtdışında altı sene yaşamış olmamın bir avantajla da. Çok
GDO’lu ürün tükettik.”
GDO’lu gıdalar hakkındaki belirlisizlik, GDO’lu gıdaların tüketiminin riskli
bulunmasına sebebiyet veren en önemli unsurdan bir tanesi olarak görülmektedir. Bu
bağlamda, GDO’lu gıdaları riskli bulan akademisyenler, belirsizliği öne çıkararak: bu
gıdalar hakkındaki bilimsel bilgilerin yetersizliğini ve bu gıdaların, fayda ve zarar
konusunda henüz kesin sonuçlara ulaşılmadığını vurgulamıştır.
GDO’lu gıdalara yönelik fazla endişe taşımayan ve bu gıdaları riskli
bulmayan akademisyenler:
Bahçe bitkileri çocuğu için GDO’lu gıdaları yedirmeyi : “Düşünürüm.
Kanıtlanmış herhangi bir risk görülmediği sürece yedirmekte bir sakınca olmadığını
düşünüyorum. Etiketli olduktan sonra hiçbir problem olduğunu düşünmüyorum. …en az
ilaç kullanılmış. Öyle baktığımda GDO’lu gıdalar benim için en az ilaç kullanılmış
ürünler grubuna gidiyor. … Riskini görmediğim sürece, ben, çocuğuma herhangi bir
97
şekilde insektisit yedirmektense insektisitsiz olduğuna inandığım GDO’luyu yedirmeyi
tercih ederim,.”
Tarla bitkileri: “GDO’lu ürünler kullanılabilir. Türkiye’deki problem sadece ne:
etiketlenmemesiydi. Benim için problemdi. … GDO’lu ürünleri, bir canavar olarak
görmüyorum. Günlük hayatımda kullanırım, eve de getiririm. Ailem yer mi yemez mi, bu
onların seçimi. Ama ben rahatlıkla tüketirim. Rahatlıkla alıp yiyebilirim.”
Bu akademisyenlerin GDO’lu gıdalar konusunda endişe taşımadıkları, bu gıdaları
riskli bulmadıkları ve satın almaya hazır oldukları anlaşılmıştır. Ancak, her iki
akademisyenin de etiketleme konusuna dikkat çektikleri görülmüştür.
Soru 6: Etiketli olduğu varsayımı altında, GDO’lu gıdaları satın almak ister
misiniz? Üstün özellikler (vitamin, ilaç…) taşıması halinde satın almak ister misiniz?
Görüşme sonuçlarına göre; GDO’lu gıdaları, etiketli olması halinde satın alıp
almayacakları hususunda akademisyenlerin birbirlerinden farklı eğilimlerde taşıdıkları
belirlenmiştir. Bu gıdaları, akademisyenlerden; 6’sı kesin bir dile satın almayacaklarını,
2’si belirli koşullar altında satın alabileceklerini ve 2’si de satın alacaklarını belirtmiştir.
Görüşmelerde, akademisyenlerin çoğunun (6 akadmisyen) kesin biçimde GDO’lu
gıdaları satın almayacaklarını dile getirdikleri görülmüştür. Bu akademisyenler; Biyoetik,
Biyokimya,
Tarım
ekonomisi,
Gıda
mühendisliği,
Bitki
koruma
ve
Çevre
Mühendisliği’dir. Doğal ürün tercih edeceklerini belirtilen bu akademisyenler, aynı
zamanda, GDO’lu gıdaların sunacağı ekstra özellikleri bile satın almak için bir neden
olarak görmedikleri belirtmiştir. Biyoetik ve Tarım ekonomisi, GDO’lu gıdaların
sunacağı ekstra özellikleri bu gıdalardan almak yerine, doğal olan başka gıdalardan
sağlama yoluna gideceklerini dile getirmiştir. Bunun yanı sıra, Bitki koruma kendi
ürünlerini kendisinin ürettiğini ve Çevre mühendisliği ise üretmek istediğini ifade
etmiştir.
GDO’lu gıdaları satın alabilmelerini bazı koşullara bağlayan akademisyenler;
Farmakoloji ve Tıbbi biyoloji’dir. Farmakoloji, GDO’lu gıdaları, insanlar ve diğer canlılar
üzerindeki etkilerinin ve ekolojik denge açısından güvenilirliğinin kanıtlanması ve gerekli
yasal düzenlemelerin yapılıp gerektiği gibi uygulanmasından sonra tercih etmeyi
düşüneceğini ifade etmiştir. Tıbbi biyoloji, GDO’lu gıdaların etiketini ve etiketteki
bilgileri görmek istediğini eğer ikna edici bulursa satın alabileceğini ifade etmiştir. İkna
edicilikte de bazı bilgilerin verilmesini şart koşmuştur. “…bilirsem ne yapıldığını:
98
DNA’da nasıl bir oynama yapıldı, hangi genler aktarıldı, ne ile aktarıldı, bu genler ne
zaman kendini atıyor oradan? Bilmem lazım.” Ayrıca, Tıbbi biyoloji, bu bilgilerin
verilmesi ve ikna edici olması halinde zenginleştirilmiş GDO’lu gıdaları satın
alabileceğini de açıklamıştır.
GDO’lu gıdaları satın alabileceklerini Bahçe bitkileri ve Tarla bitkileri
belirtmiştir. Bahçe bitkileri, GDO’lu gıdaları, diğer gıdalar (konvensiyonel, organik)
yerine, ekstra bir değer sunması (örneğin vitamin yönünden zenginlik) ve ilaç kullanımını
azaltması halinde özellikle tercih edeceğini belirtmiştir. Tarla bitkileri, bu gıdaları
etiketlendikten sonra rahatlıkla satın alacağını ve tüketebileceğini ifade etmiştir.
4.2. Nicel Bulgular
4.2.1. Tanımlayıcı Bilgiler
Bu alt bölümde, öncelikle demografik özellikler sunulmuş olup sonrasında
cevaplayıcıların GDO’lu gıdalara yönelik bilgi kaynaklarına duydukları güven düzeyi,
bilgi kaynaklarına göre GDO’lu gıda satın alma istekliliğine ait ortalamalara, en
güvenilen bilgi kaynakları derecesine göre algılanan risk türleri ortalamalarına yer
verilmiştir.
4.2.1.1. Demografik Özellikler
Yüz yüze anket yöntemi gerçekleştirilen 614 cevaplayıcıya yönelik demografik
özellikler Tablo 7’de sunulmuştur.
99
Tablo 7
Cevaplayıcılara Ait Demografik Özellikler
Demografik
Frekans
Oran (%)
Demografik
özellikler
özellikler
Cinsiyet
Medeni durum
Frekans
Oran (%)
Kadın
269
43,8
Bekar
266
43,3
Erkek
345
56,2
Evli
348
56,7
Yaş
Gelir
20-24
100
16,3
1000TL’ den az
134
21,8
25-29
111
18,1
1000-1500 TL
141
23,0
30-34
94
15,3
1501-2000 TL
84
13,7
35-39
113
18,4
2001-2500 TL
75
12,2
40-44
66
10,7
2501-3000 TL
48
7,8
45-49
48
7,8
3001-3500 TL
30
4,9
50-54
36
5,9
3501-4000 TL
24
3,9
55-59
23
3,7
4001-5000 TL
31
5,0
60 ve üstü
23
3,7
5000 TL üstü
47
7,7
Okur yazar
4
0,7
İlkokul
48
7,8
Ortaokul
33
5,4
Lise
185
30,1
Önlisans
37
6,0
Üniversite
270
44,0
Yüksek lisans
29
4,7
Doktora
8
1,3
Eğitim
Tablo 7’de görüldüğü üzere cevaplayıcıların %46’sını kadınlar ve %54’ünü
erkekler oluşturmaktadır. Cevaplayıcıların %43,3 bekar iken evliler %56,7 oranındadır.
Eğitim durumu açısından cevaplayıcılar arasında %44 ile en büyük payı üniversite
mezunları ikinci büyük kısmı ise %30,1 lise mezunları almıştır. Yaş dağılımına
bakıldığında cevaplayıcıların %18,4’nün 35-39, %18,1’nin 25-29 ve %16,3’nün 20-24
yaş aralığında olduğu görülmüştür. Cevaplayıcılar eğitim ve yaş açısından
değerlendirildiğinde göreceli olarak cevaplayıcıların daha çok gençlerden ve
eğitimlilerden oluştuğu görülmüştür. Bu durum, gençlerin ve eğitimlilerin ankete
100
katılmaya daha istekli ve GDO’lu gıda konusunda daha duyarlı olmalarından
kaynaklanmıştır. Gelir dağılımı açısından cevaplayıcıların %23,2’ü 1000-1500 TL,
%21,8’ nin 1000TL’den az ve %13,7’si 1501-2000TL arasında aylık gelire sahiptir.
4.2.1.2. Bilgi Kaynaklarına Yönelik Tanımlayıcı Bilgiler
Tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusunda bilgi edindikleri kaynaklara duydukları
güven düzeyleri farklılık gösterebilmektedir. Bu bağlamda, cevaplayıcıların bilgi
kaynaklarına duydukları güven düzeyine Tablo 8’de yer verilmiştir.
Tablo 8
Bilgi Edinme Kaynaklarına Göre Güven Düzeyleri
Bilgi Edinme Kaynakları
Güven düzeyi (%)
6
5
4
3
2
1
Mühendisler (gıda, ziraat, çevre…)
44,3
28,7
15,5
6,5
3,5
1,5
Doktor/sağlık mensupları
36,0
44,0
13,0
3,0
2,9
1,1
Medya
1,1
3,6
13,5
19,4
43,2
19,2
Sivil Toplum Örgütleri
3,1
8,0
23,8
37,6
14,3
13,2
Akademisyenler
13,5
14,2
29,7
22,4
10,4
9,8
Aile, arkadaş, komşu
2,0
1,5
4,5
11,1
25,7
55,2
6: en güvenilir, 1: en güvensiz
Cevaplayıcıların en güvenilir buldukları bilgi kaynağının mühendisler (%44,3)
olduğu belirlenmiştir. Cevaplayıcılara; mühendisler grubu içinde gıda, çevre ve ziraat
mühendisleri olduğu belirtilmiştir. Dolayısı ile cevaplayıcıların, GDO konusunda teknik
bilgi sahibi ve uygulamada yer alan kişileri en güvenilir buldukları söylenebilmektedir.
İkinci en güvenilir grupta doktorlar ve sağlık mensupları (%36) yer almaktadır.
Cevaplayıcıların GDO’lu gıdalar konusundaki sağlık hassasiyetleri bu grubun tercih
edildiğini düşündürebilmektedir. Üçüncü en güvenilir grupta akademisyenler (%13,5),
dördüncü en güvenilir grupta sivil toplum örgütleri (%3,1) ve beşinci en güvenilir
grupta aile, arkadaş, komşu (%2,0) ve en son en güvenilir grupta ise medya (%1,1) yer
almıştır. Cevaplayıcıların en düşük güvenilir bulduğu bilgi edinme kaynağı açısından
bakıldığında ise aile, arkadaş ve komşuyu (%55,2) ilk sırada yer alarak en az güvenilir
grup olduğu görülmüştür.
101
Bilgi kaynaklarına göre GDO’lu gıda satın alma istekliliğine ait ortalamalara
Tablo 9’da yer verilmiştir. Tablodan görüldüğü üzere tüm bilgi kaynakları ve bunlara
duyulan her güven düzeyinde cevaplayıcıların GDO’lu gıda satın alma istekliliğine ait
ortalamalarının düşük olduğu görülmüştür. Başka bir deyişle, tüm bilgi kaynakları ve
bunlara duyulan güven düzeyinde GDO’lu gıda satın alma istenmemektedir.
Tablo 9
Bilgi Kaynakları Türüne Göre Satın Alma İstekliliği Ortalamaları
Mühendis
Güven
Kişi
Sırası
(n)
1
4
2
Ortalama
Doktor/sağlık mensupları
Güven
Kişi
Sırası
(n)
1,250
1
7
22
1,393
2
3
40
1,533
4
96
5
6
Güven
Kişi
Sırası
(n)
1,809
1
118
1,452
18
1,370
2
265
1,374
3
18
1,537
3
119
1,392
1,381
4
80
1,270
4
83
1,353
176
1,437
5
270
1,356
5
22
1,303
276
1,351
6
221
1,460
6
7
1,904
Sivil Toplum Örgütleri
Güven
Kişi
Sırası
(n)
1
81
2
Ortalama
Ortalama
Medya
Akademisyenler
Güven
Kişi
Sırası
(n)
1,514
1
60
88
1,371
2
3
231
1,339
4
146
5
6
Ortalama
Ortalama
Aile, arkadaş, komşu
Güven
Kişi
Ortalama
Sırası
(n)
1,388
1
336
1,343
64
1,416
2
160
1,435
3
137
1,384
3
68
1,485
1,433
4
182
1,408
4
28
1,583
49
1,421
5
87
1,417
5
9
1,555
19
1,263
6
83
1,341
6
12
1,166
Güven düzeyi için; 6: en güvenilir, 1: en güvensiz
Ortalama için; 1: kesinlikle katılmıyorum, 2: katılmıyorum, 3: kararsızım, 4: katılıyorum, 5:
kesinlikle katılıyorum
Ek olarak, GDO’lu gıdaların etiketlenmesinin gerekli olup olmadığı sorusuna,
cevaplayıcıların %98,4’ünün GDO’lu gıdaların etiketlenmesi gerektiği belirtikleri tespit
edilmiştir.
102
4.2.2. Geçerlilik ve Güvenirlik Analizi
Geçerlilik, araştırmanın amaçlarını gerçekleştirilebilmesi için bir araştırmada
kullanılan veri toplama yönteminin uygun ve yeterli olup olmadığı ile alakalıdır. Kullanılan
ölçeğin ölçülmek istenen şeyi ölçmek için uygunluğu, ölçmenin doğru araç ve biçimde
yapılıp yapılmadığı geçerlilik ile görülmektedir (Tekin, 2007, s.26). Geçerlilik ölçümlerinde
genellikle istatistiksel olmayan yöntemlerden yararlanılmaktadır (Gegez, 2010, s.185).
Geçerlilikle ilgili olarak esas ölçütlerden birisi, ölçekten ankete aktarılan ifadelerin tarafsız,
açık ve doğru biçimde sunularak ölçeği temsil edebilmesidir (Bulut, 2010, s.93).
Geçerliliğin incelenmesinde istatistiksel olmayan farklı alternatifler söz
konusudur. Kullanılan ölçeklerin önceki çalışmalarda kullanılmış olması (Sıddıquı,
2011, s.478; Nakıboğlu, 2008, s.118), ön testin yapılması (Sıddıquı, 2011, s.478) ve
konunun uzmanı kişilerce ölçeklerin incelenmesi ve düzenlenmesi (Bulut, 2010, s.93;
Nakıboğlu, 2008, s.118; Nakip, 2003, s.124) bu alternatifler arasında yer almaktadır. Bu
çalışmada da geçerliliği sağlamak üzere belirtilen bu alternatiflerden faydalanılmıştır.
Kullanılan ölçekler, öneceki çalışmalarda kullanılan ölçeklerden hazırlanmıştır.
Dolayısı ile önceden geçerliliği ve güvenilirliliği kanıtlanmış ölçekler çalışmada
değişkenleri ölçmek üzere kullanılmıştır. İkinci olarak, ölçekler konunun uzmanı dört
kişi tarafından incelenmiş ve getirilen öneriler doğrultusunda gerekli düzeltmelerde
bulunulmuştur. Son olarak, ön test ile ölçekten ankete aktarılan ifadelerin tarafsız, açık
ve doğru biçimde sunulması amaçlanmıştır. Bu bağlamda gerçekleştirilen ön testin,
gerçerliliğin sağlanmasına katkı sağladığı düşünülmektedir.
Güvenilirlik, cevaplayıcıların tutarlı cevaplar verdiklerinin başka bir deyişle
sorulara gelişi güzel cevap vermediklerini göstermektedir (Gegez, 2010, s.184).
Çalışmada kullanılan ölçeklerin güvenilirliklerini test etmek üzere Likert tipi ölçeklerde
sıklıkla kullanılan (Alpar, 2003, s.380) Cronbach’s Alfa katsayısından yararlanılmıştır.
Cronbach alfa katsayısı ölçekteki maddelerin türdeş bir yapıyı açıklamak için bir bütün
oluşturup oluşturmadığını görmeyi sağlamaktadır. Güvenilirlikten bahsedilebilmesi için
Cronbach alfa katsayısının 0,6’dan yüksek olması gerekli görülmüştür (Malhotra,2004,
s. 268). Bununla birlikte güvenirlik için Cronbach alfa katsayısı için 0.60 ile 0.70
arasındaki bir değerin alt limit kabul edilmekle birlikte 0.70’in üzerinde bir değer alması
beklenmektedir (Hair, Anderson, Tahtmam ve Black, 1998, s. 88/118). Ölçeklere ait
Cronbach α katsayıları Tablo 10’da sunulmuştur.
103
Tablo 10
Güvenilirlik Analizi Sonuçları
Ölçek adı
Cronbach α
Fiziksel risk
0,814
Performans riski
0,703
Finansal risk
0,888
Psikolojik risk
0,824
Risk türlerinin bütünü için
0,878
Kulaktan kulağa iletişim
0,709
Satın alma istekliliği
0,929
Kayış (2006) ve Alpar (2003), alfa katsayısının; 0.60≤ α < 0.80 değer aldığında
ölçeğin oldukça güvenilir iken 0.80≤ α < 1.00 değer aldığında ise ölçeğin yüksek
derecede güvenilir olduğunu belirtmiştir. Tablo 10’dan görüldüğü üzere, performans
riski ve kulaktan kulağa iletişim ölçekleri oldukça güvenilir olmakla birlikte fiziksel
riske, finansal riske, psikolojik riske ve satın alma istekliliğine ait ölçekler yüksek
derecede güvenilir bulunmuştur.
4.2.3. Değişkenlere Ait Ortalama
Çalışmada fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik risk olmak üzere
4 algılanan riski türü, kulaktan kulağa iletişim ve GDO’lu gıda satın alma istekliliği olmak
üzere toplam 6 değişken kullanılmıştır. Bu değişkenlere ait ortalamalara Tablo 11’de
değinilmiştir.
104
Tablo 11
Değişkenlere ait Ortalama
Değişkenler
Ortalama
Standart
Minimum
Maksimum
Sapma
Değer
Değer
Fiziksel risk
4,6265
0,58112
2,00
5,00
Performans riski
4,4110
0,64871
2,00
5,00
Finansal risk
4,1596
0,89641
1,00
5,00
Psikolojik risk
3,8893
1,00301
1,00
5,00
Kulaktan kulağa iletişim
2,9425
1,03164
1,00
5,00
Satın alma istekliliği
1,3936
0,65804
1,00
4,00
(1: kesinlikle katılmıyorum, 2: katılmıyorum, 3: kararsızım, 4: katılıyorum, 5: kesinlikle katılıyorum)
Algılanan risk türleri arasında fiziksel riske ait ortalamanın (4,6265) en yüksek
düzeyde olduğu belirlenmiştir. Dolayısıyla cevaplayıcıların en yüksek düzeyde
algıladıkları riskin içinde çevre ve insan sağlığına dair riski kapsayan fiziksel risk olarak
tespit edilmiştir. Fiziksel riskten sonra en çok algılanan risk türleri arasında ikinci risk;
performans riski, üçüncü; finansal risk ve son olarak psikolojik risk olmuştur.
Cevaplayıcılar, GDO’lu gıdalarla ilgili fiziksel risk, performans riski ve finansal risk
hakkındaki ifadelere kesinlikle katılmakla katılmak arasında oldukları psikolojik risk
açısından ise kararsızlıkla katılma arasında ancak daha çok katılmaya yakın oldukları
anlaşılmıştır.
Kulaktan kulağa iletişim değişkenine ait ortalamanın (2,9425) katılmıyorum ile
kararsızım arasında kaldığı ancak daha çok kararsızıma yakın oldukları görülmüştür.
Cevaplayıcıların GDO’lu gıdalarla ilgili olarak kulaktan kulağa iletişim ile bilgi edinme
konusunda kararsız oldukları söylenebilmektedir. GDO’lu gıdaları satın alma
istekliliğine ait ortalama (1,3936), kesinlikle katılmıyorum ile katılmıyorum arasında
yer almıştır. GDO’lu gıda satın alma istekliliği açısından cevaplayıcıların GDO’lu
gıdaları alma açısından açık biçimde isteksiz oldukları görülmüştür.
4.2.4. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği ve Kulaktan
Kulağa İletişim İle İlişki
Algılanan risk türlerinin, GDO’lu gıdaları satın alma istekliliği ve kulak kulaktan
kulağa
iletişimle
olan
ilişkilerini
ölçebilmek
için
korelasyon
analizinden
105
yararlanılmıştır. Bu bağlamda, korelasyon analizi sonuçlarına göre ilgili hipotezlerin
desteklenip desteklenilmedikleri anlaşılmaya çalışılmıştır.
Korelasyon, bir ilişkinin olup olmadığı ile birlikte bunun büyüklüğü ve yönünün
belirlenmesi ile ilgilidir (Ho, 2006, s.183; Kurtuluş, 2004, s.329). İki değişken arasında
ilişkinin olup olmadığının belirlenmesinde Pearson korelasyon katsayısından (r)
faydalanabilmektedir (Ho, 2006, s.183; Büyüköztürk, 2006, s.31). Pearson korelasyon
katsayısı -1 ile +1 arasında değer almakta olup r değerinin; negatif olması halinde, bir
değişken artarken diğerinin azaldığını ve pozif olması halinde ise bir değişkenin
artarken diğerinin de arttığını göstermektedir. Bununla birlikte değişkenler arasındaki r
değeri; 0,00 – 0,25 olduğunda çok zayıf, 0,26 – 0,49 olduğunda zayıf, 0,50 – 0,69
olduğunda orta, 0,70 – 0,89 olduğunda yüksek, 0,90 – 1,00 olduğunda çok yüksek bir
ilişki söz konusu olmaktadır (Sungur, 2006, s.116).
Algılanan risk türlerinin satın alma istekliliği ve kulaktan kulağa iletişim ile
ilişkisine yönelik korelasyon analizi sonuçlarına Tablo 12’de yer verilmiştir.
Tablo 12
Algılanan Risk Türlerinin Satın Alma İstekliliği ve Kulaktan Kulağa İletişim İle İlişkine
Yönelik Korelasyon Analizi Sonuçları
Satın Alma İstekliliği
Algılanan Risk Türleri
Kulaktan Kulağa İletişim
Fiziksel Risk
Pearson Korelasyon Katsayısı (r) -0,375
Önem (p)
0,000
N 614
0,081
0,045
614
Performans Riski
Pearson Korelasyon Katsayısı (r) -0,397
Önem (p)
0,000
N 614
0,107
0,008
614
Finansal Risk
Pearson Korelasyon Katsayısı (r) -0,451
Önem (p)
0,000
N 614
0,047
0,240
614
Psikolojik Risk
Pearson Korelasyon Katsayısı (r) -0,310
Önem (p)
0,000
N 614
0,105
0,009
614
106
Fiziksel Risk: Fiziksel risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında, p
değeri 0,000 (p<0,05) ve Pearson korelason katsayısı r = - 0,375 olarak bulunmuştur. Bu
durumda, fiziksel risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı negatif
doğrusal bir ilişki olduğu, fiziksel riskin artması ile GDO’lu gıda satın alma
istekliliğinin azalacağı görülmüştür. Bu ilişkiye ait r katsayısına bakıldığında ilişkinin
zayıf olduğu sonucuna varılmaktadır (0,26<r<0,49). Böylece, GDO’lu gıdalara yönelik
algılanan fiziksel risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki
olduğunu belirten H1a desteklenmiştir. Bununla birlikte, fiziksel risk ile kulaktan
kulağa iletişim arasındaki ilişkiye yönelik yapılan korelasyon analizi sonucuna göre
p=0,45 (p<0,05) ve r= 0,081’dir. Bu koşullarda, fiziksel risk ile kulaktan kulağa iletişim
arasında pozitif ancak çok zayıf (0,00<r<0,25) bir ilişki olup kulaktan kulağa iletişimin
artması ile fiziksel riskin de artacağı belirlenmiştir. Kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu
gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk arasında anlamlı bir ilişki olduğunu iddia eden H5a
desteklenmiştir.
Performans Riski: Performans riski ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği
arasında p= 0,000 (p<0,05) ve r=-0,397 olduğundan negatif doğrusal bir ilişki olduğu
belirlenmiştir. Bu ilişkinin zayıf bir ilişki olduğu görülmüştür (0,26<r<0,49). Bu
durumda, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski artıkça GDO’lu gıda satın
alma istekliliği azalacaktır. GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski ile
GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişkinin varlığını belirten H2a
desteklenmiştir. Ek olarak, performans riski ile kulaktan kulağa iletişim arasındaki
ilişkide p=0,008 ve r= 0,107 olarak tespit edilmiştir. Bu koşullarda, performans riski ile
kulaktan kulağa iletişim arasındaki pozitif doğrusal ancak çok zayıf (0,00<r<0,25) bir
ilişki söz konusudur. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişim arttıkça GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan performans riski artacaktır. Böylece, kulaktan kulağa iletişim ile
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski arasında anlamlı bir ilişki olduğunu
iddia eden H6a desteklenmiştir.
Finansal Risk: Finansal risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında p
değeri 0,000 (p<0,05) ve r=-0,451 olduğundan negatif doğrusal bir ilişki belirlenmiştir.
Bu ilişki zayıf bir ilişki olarak değerlendirilmiştir (0,26<r<0,49). Bu durumda, GDO’lu
gıdalara yönelik algılanan finansal risk arttıkça GDO’lu gıda satın alma istekliliği
azalacaktır. GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk ile GDO’lu gıda satın alma
107
istekliliği arasında anlamlı bir ilişkiyi belirten H3a desteklenmiştir. Öte yandan,
kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk arasında
ilişki için p değeri 0,240 (p >0,05) olarak tespit edilmiş olup anlamlı bir ilişkinin söz
konusu olmadığı görülmüştür. Bu nedenle, kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan finansal risk arasında anlamlı bir ilişkiyi ifade eden H7a
desteklenememiştir.
Psikolojik Risk: Psikolojik risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında,
p değeri 0,000 (p<0,05) ve Pearson korelason katsayısı r = - 0,310 olarak tespit
edilmiştir. Psikolojik risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı negatif
doğrusal bir ilişki olduğu görülmüştür. Bu ilişkiye ait r katsayısına bakıldığında ilişkinin
zayıf olduğu sonucuna varılmaktadır (0,26<r<0,49). GDO’lu gıdalara yönelik algılanan
psikolojik risk artarken GDO’lu gıda satın alma istekliliği azalacaktır. GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan psikolojik risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı
bir ilişki olduğunu belirten H4a desteklenmiştir. Ayrıca, psikolojik risk ile kulaktan
kulağa iletişim arasındaki ilişkiye yönelik yapılan korelasyon analizinde p=0,009
(p<0,05) ve r= 0,105 olarak bulunmuştur. Bu koşullarda, psikolojik risk ile kulaktan
kulağa iletişim arasındaki pozitif ancak çok zayıf (0,00<r<0,25) bir ilişki olup kulaktan
kulağa iletişimin artması ile psikolojik riskin de artacağı belirlenmiştir. Sonuç olarak,
kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk arasında
anlamlı bir ilişki olduğunu iddia eden H8a desteklenmiştir.
Algılanan risk türleri ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasındaki ilişkiyi
gösteren Pearson korelasyon katsayıları incelendiğinde en büyük katsayı değerinin
finansal risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasındaki ilişkiye (r= -0,451) ait
olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda, finansal risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği
arasındaki ilişkinin en büyük ilişki olduğu görülmüştür. İkinci olarak en büyük ilişki
performans riski ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği (r= -0,397), üçüncü büyük ilişki
olarak fiziksel risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği (r= -0,375) ve en küçük
ilişkinin ise psikolojik risk ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği (r= -0,310) arasında
tespit edilmiştir. Bununla birlikte, kulaktan kulağa iletişim ile algılanan risk türleri
arasındaki ilişkiyi gösteren Pearson korelasyon katsayısına bakıldığında kulaktan kulağa
iletişim ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans risk arasındaki ilişkinin(r=
0,107) en büyük ilişki olduğu tespit edilmiştir. İkinci olarak, kulaktan kulağa iletişim ile
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk arasındaki ilişkinin(r= 0,105) en
108
büyük ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. iki risk türü incelendiğinde aslında Pearson
korelasyon katsayıları arasında fazla bir farkın olmadığı görülmektedir. En küçük ilişki
ise kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk
arasındaki ilişki (r= 0,081) için tespit edilmiştir.
4.2.5. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliğine Etkisi
Algılanan risk türlerinin, GDO’lu gıdaları satın alma istekliliği üzerindeki
etkisini ölçebilmek için basit regresyon analizinden faydalanılmıştır. Algılanan risk
türlerinin birlikte, GDO’lu gıdaları satın alma istekliliği üzerindeki etkisi ölçebilmek
içinse çoklu regresyon analizinden yararlanılmıştır. Bu bağlamda, regresyon analizi
sonuçlarına göre ilgili hipotezlerin desteklenip desteklenilmedikleri anlaşılmaya
çalışılmıştır.
Regresyon analizi ekonomi, finans, işletme, hukuk, psikoloji ve sosyoloji gibi
pek çok bilim dalında uygulama alanı olan çok geniş kullanımlı istatistiksel araçlardan
bir tanesidir. Bu geniş kullanım, regresyon analizinin değişkenler arasında bir
fonksiyonel
ilişkinin
kurulmasını
sağlamak
için
basit
metotlar
sağlamasına
bağlanmaktadır (Chatterjee, 2000, s.2-3). Regresyon analizi, aralarında ilişki olan iki ya
da daha fazla değişken için birinin bağımlı diğerinin de bağımsız değişken olarak ayrımı
ile aralarındaki ilişkiyi matematiksel eşitlikle açıklayan analizdir. Bir bağımlı değişken
bir bağımsız değişken olması halinde basit, bir bağımlı değişken birden fazla bağımsız
değişken olması halinde çoklu regresyon analizi söz konusudur (Büyüköztürk, 2006,
s.91). Regresyon analizi aşağıdaki durumların tespitinde kullanılmaktadır:
•
Bağımsız değişkenin bağımlı değişkendeki önemli bir değişimi açıklayıp
açıklayamadığını tanımlayabilme: (eğer bir ilişki mevcutsa) (Malhotra: 2004,
s.503),
•
Bağımlı değişkendeki değişim bağımsız değişken tarafından ne kadar
açıklanabileceği: ilişkinin gücü (Malhotra: 2004, s.503),
•
İlişkinin yapısının ya da şeklinin tanımlanması(Malhotra: 2004, s.503),
•
Bağımlı değişkenin değerinin tahmini(Malhotra: 2004, s.503),
109
•
Spesifik değişken ya da değişkenler setinin katkısının değerlendirilmesi
durumunda diğer bağımsız değişkenlerin kontrol edilmesi (Malhotra, 2004,
s.503),
•
Bağımsız değişken ya da değişkenlerin bağımlı değişkeni anlamlı biçimde
yordamalarını ve birden fazla bağımsız değişken durumunda bunların bağımlı
değişken üzerinde göreli önemlerinin belirlenmesi (Büyüköztürk, 2006, s.92).
Çalışma amaçları ve hipotezleri doğrultusunda, kullanım alanları ve kolaylıkları
göz önüne alınılarak ilgili hipotezlerin test edilebilmesi için regresyon analizinin
kullanımına karar verilmiştir. Bu bağlamda, algılanan risk türlerinin tek başlarına
GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerindeki etkisi belirlemek üzere gerçekleştirilen
regresyon analizlerinin sonuçlarına Tablo 13’de yer verilmiştir.
Tablo 13
Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisine
Yönelik Regresyon Analizi Sonuçları
Beta tahmini
Standart hata
p değeri
r =0,141
Sabit terim
3,359
0,198
0,000
Fiziksel risk (bağımsız değişken)
- 0,425
0,042
0,000
Sabit terim
3,170
0,168
0,000
Performans riski (bağımsız değişken)
-0,403
0,038
0,000
Sabit terim
2,770
0,113
0,000
Finansal risk (bağımsız değişken)
-0,331
0,026
0,000
Sabit terim
2,185
0,101
0,000
Psikolojik risk (bağımsız değişken)
-0,203
0,025
0,000
Satın alma istekliliği (bağımlı değişken)
2
Satın alma istekliliği (bağımlı değişken)
2
r =0,158
Satın alma istekliliği (bağımlı değişken)
2
r = 0,203
Satın alma istekliliği (bağımlı değişken)
2
r =0,104
110
Tablo 13’de görülen sonuçlardan hareketle tüm algılanan risk türlerinin GDO’lu
gıda satın alma istekliliği üzerinde etkisi olduğu görülmüştür.
Fiziksel Risk: Fiziksel riskin, satın alma istekliliğine etkisine yönelik regresyon
analizi sonucunda fiziksel riske ait tahmini beta katsayısı - 0,425 ve p değeri 0,000 (p<0,05)
olarak belirlenmiştir. Bu durumda, fiziksel riskin satın alma istekliliği üzerinde anlamlı ve
negatif yönde etkisinin olduğu görülmektedir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalara ilişkin fiziksel
risk
algıları arttıkça bu gıdaları satın alma istekliliğinde azalma görüleceği
söylenebilmektedir. Bundan dolayı, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel riskin,
GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisi olduğunu iddia eden H1b kabul
edilmiştir.
Performans Riski: Performans riskinin, satın alma istekliliğine etkisine yönelik
regresyon analizi sonucunda performans riskine ait tahmini beta katsayısı - 0,403 ve p
değeri 0,000’tir (p<0,05). Fiziksel riskin satın alma istekliliği üzerinde anlamlı ve
negatif yönde etkisinin olduğu söylenebilmektedir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalara
ilişkin performans riski algıları arttıkça bu gıdaları satın alma istekliliğinde azalma
görülecektir. Bundan dolayı, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riskinin,
GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisinin varlığını iddia eden H2b
kabul edilmiştir.
Finansal Risk: Finansal riskin, satın alma istekliliğine etkisinin incelendiği
regresyon analizi ile performans riskine ait tahmini beta katsayısı - 0,331 ve p değeri
0,000 (p<0,05) olarak bulunmuştur. Bu durumda, finansal riskin satın alma istekliliği
üzerinde anlamlı ve negatif yönde etkisinin olduğu görülmüştür. Tüketicilerin GDO’lu
gıdalara ilişkin finansal risk algıları arttıkça bu gıdaları satın alma istekliliğinde azalma
görülecektir. Bundan dolayı, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal riskin, GDO’lu
gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisinin varlığını iddia eden H3b kabul
edilmiştir.
Psikolojik Risk: Psikolojik riskinin, satın alma istekliliği üzerindeki etkisine
yönelik regresyon analizi sonucuna göre performans riskine ait tahmini beta katsayısı 0,203 ve p değeri 0,000 (p<0,05) bulunmuştur. Psikolojik riskin satın alma istekliliği
üzerinde anlamlı ve negatif yönde etkisi olduğu görülmüştür. Tüketicilerin GDO’lu
111
gıdalara ilişkin psikolojik risk algıları arttıkça bu gıdaları satın alma istekliliğinde
azalma görülecektir. Bundan dolayı, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik
riskin, GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisi olduğunu iddia eden
H4b kabul edilmiştir.
Algılanan tüm risk türlerinin birlikte GDO’lu gıdaları satın alma istekliliği
üzerindeki etkisi:
Algılanan tüm risk türlerinin birlikte GDO’lu gıdaları satın alma istekliliği
üzerindeki etkisini gösteren çoklu regresyon analizi sonuçlarına Tablo 14’de yer verilmiştir.
Tablo 14
Algılanan Risk Türlerinin Satın Alma İstekliliğine Etkisine Yönelik Çoklu Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,254
Sabit terim
3,689
0,190
0,000
Fiziksel risk
-0,120
0,056
0,032
Performans riski
-0,141
0,052
0,006
Finansal risk
-0,216
0,031
0,000
Psikolojik risk
-0,056
0,027
0,037
Algılanan risk türlerinin satın alma istekliliğine etkisine yönelik çoklu regresyon
analizi sonuçları; algılanan risk türlerinin birlikteki etkisi açısından; fiziksel riskin,
performans riskin, finansal riskin ve psikolojik riskin satın alma istekliliği üzerinde
anlamlı ve negatif yönde etkisinin olduğunu göstermiştir. Dolayısı ile algılanan risk
türlerinin etkisi artarken GDO’lu gıda satın alma istekliliğini azalacaktır. Bununla
birlikte GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde en çok finansal riskin etkili olduğu
tespit edilmiştir. Diğer algılanan risk türleri incelendiğinde sırası ile performans
riskinin, fiziksel riskin ve psikolojik riskin etkili olduğu görülmüştür.
112
4.2.6. Kulaktan Kulağa İletişimin Etkisi
Kulaktan kulağa iletişimin, algılanan risk türleri ve satın alma istekliliği
üzerindeki etkisini belirleyebilmek için regresyon analizleri kullanılmıştır. Regresyon
analizi sonuçlarına göre ilgili hipotezlerin desteklenip desteklenilmedikleri anlaşılmaya
çalışılmıştır.
4.2.6.1. Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türlerine Etkisi
Kulaktan kulağa iletişimin GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türleri
üzerinde etkisini saptamak üzere regresyon analizi gerçekleştirilmiştir. Tablo 15’de bu
regresyon analizi sonuçlarına yer verilmiştir.
Tablo 15
Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türlerine Etkisine Yönelik Regresyon Analizi
Sonuçları
Beta tahmini
Standart hata
p değeri
2
r = 0,007
Sabit terim
4,493
0,071
0,000
Kulaktan kulağa iletişim (bağımsız değişken)
0,045
0,023
0,045
Sabit terim
4,214
0,079
0,000
Kulaktan kulağa iletişim (bağımsız değişken)
0,067
0,025
0,008
Sabit terim
4,039
0,109
0,000
Kulaktan kulağa iletişim (bağımsız değişken)
0,041
0,035
0,240
Sabit terim
3,590
0,122
0,000
Kulaktan kulağa iletişim (bağımsız değişken)
0,102
0,039
0,009
Fiziksel risk (bağımlı değişken)
Performans riski (bağımlı değişken)
2
r
= 0,011
Finansal risk (bağımlı değişken)
2
r
= 0,002
Psikolojik risk (bağımlı değişken)
2
r
= 0,011
113
Fiziksel Risk: Kulaktan kulağa iletişimin fiziksel riske etkisine yönelik
regresyon analizi sonucunda kulaktan kulağa iletişime ait tahmini beta katsayısı 0,045
ve p değeri 0,045 (p<0,05) olarak belirlenmiştir. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişimin
fiziksel risk üzerinde anlamlı ve pozitif yönde etkisinin olduğu görülmektedir.
Tüketicilerin kulaktan kulağa iletişimleri arttıkça algılanan fiziksel risk düzeyinde de
artış görülecektir. Kulaktan kulağa iletişimin, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan
fiziksel risk üzerinde pozitif etkisinin olduğunu belirten H5b desteklenmiştir.
Performans Riski: Kulaktan kulağa iletişimin performans riski üzerindeki
etkisinin incelendiği regresyon analizi sonucuna göre; kulaktan kulağa iletişime ait beta
tahmini katsayısı 0,067 ve p değeri 0,008’dir (p<0,05). Kulaktan kulağa iletişimin
performans riski üzerinde anlamlı ve pozitif yönde etkisinin olduğu sonucuna varılmaktadır.
Kulaktan kulağa iletişim arttıkça performans riski artış gösterecektir. Bu nedenle, kulaktan
kulağa iletişimin, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski üzerinde pozitif
etkisinin olduğuna yönelik H6b kabul edilmiştir.
Finansal Risk: Kulaktan kulağa iletişimin, finansal riske etkisinin incelendiği
regresyon analizi sonucuna göre; kulaktan kulağa iletişime ait beta tahmini katsayısı 0,041
ve p değeri 0,240 (p>0,05) tespit edilmiştir. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişimin finansal
risk üzerindeki pozitif yönde etkisinin olduğu ancak bu etkinin, istatistiksel olarak anlamsız
olduğu bulunmuştur. Bundan dolayı, kulaktan kulağa iletişimin arttıkça finansal riskin de
artacağına dair H7b reddedilmiştir.
Psikolojik Risk: Kulaktan kulağa iletişimin, finansal riske etkisinin incelendiği
regresyon analizi sonucuna göre; kulaktan kulağa iletişime ait beta tahmini katsayısı 0,102
ve p değeri 0,009’dur (p<0,05). Kulaktan kulağa iletişimin psikolojik risk üzerinde pozitif
ve anlamlı bir etkisinden söz edebilmek söz konusudur. Bu durumda, kulaktan kulağa
iletişim arttıkça psikolojik riskte de artış görülecektir. Kulaktan kulağa iletişim, GDO’lu
gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk üzerinde pozitif etkisinin varlığını belirten H8b
kabul edilmiştir
Yapılan regresyon analiz sonuçları, algılanan risk türleri arasında kulaktan kulağa
iletişimin en çok psikolojik riski etkilediğini ortaya çıkarmıştır. Diğer risk türleri
incelendiğinde kulaktan kulağa iletişimin; zayıf da olsa fiziksel riski ve performans riski
114
etkileyebilme gücü var olmasına rağmen, finansal riski etkileyebilme gücünün olmadığı
görülmüştür.
4.2.6.2. Kulaktan Kulağa İletişim ile GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği İlişkisi
Kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasındaki
ilişkinin belirlenmesi için korelasyon analizi yapılmıştır. Korelasyon analizi sonuçlarına
Tablo 16’da yer verilmiştir.
Tablo 16
Kulaktan Kulağa İletişim ile GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği İlişkisi
Kulaktan kulağa iletişim
Satın alma istekliği
Pearson Korelasyon Katsayısı (r) 0,079
Önem (p) 0,052
N 614
Analiz sonucuna göre kulaktan kulağa iletişimle ile GDO’lu gıda satın alma
istekliliği arasında bir ilişki için p değeri 0,052 bulunmuştur (p>0,05). Bu durumda,
kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki
olduğunu belirten H9a reddedilmiştir.
Kulaktan kulağa iletişimin GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerindeki
etkisinin belirlenebilmesi için regresyon analizi yapılmıştır. Analiz sonuçları Tablo
17’de gösterilmiştir.
Tablo 17
Kulaktan Kulağa İletişimin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliğine Yönelik Etkisi
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,006
Sabit terim
1,246
0,080
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,050
0,026
0,052
Regresyon analizi sonucuna göre kulaktan kulağa iletişim için beta katsayısı 0,050
ve p değeri ise 0,052 (p>0,05) olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, kulaktan kulağa
iletişimin satın alma istekliliği üzerinde herhangi bir etkisinden bahsedilebilmek mümkün
değildir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusunda arkadaş, aile, komşu gibi yakınları ile
115
yaptıkları sohbetlerin GDO’lu gıda satın alma istekliği üzerinde istatistiksel açıdan
anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Bu koşullar altında, kulaktan kulağa
iletişimin,
GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisini belirten H9b
reddedilmiştir.
4.2.7. Algılanan Risk Türleri İçin Ara Değişkenlik Analizi
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türlerinin (performans, fiziksel, finansal
ve psikolojik risk), kulaktan kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği
ilişkisinde ara değişken olup olmadığını belirlenmek üzere gerçekleştirilen analizlerde
Baron ve Kenny’nin (1986) ara değişkenliğin tespiti için önerdiği yaklaşımdan
faydalanılmıştır. Psikoloji alanında 2002 yılında yayınlanan bir makalede; psikoloji
alanında bağımlı değişken ile bağımsız değişkenin aracılığın ölçümünde önemli bir
araştırma alanı olduğu vurgulanılmakla birlikte Baron ve Kenny’nin makalesinin önemli
bir istatistiksel yaklaşım olarak kabul edilmesi ile Social Science Citation Index’de
2000’nin üzerinde atıf aldığı iddia edilmiştir (MacKinnon, Lackwood, Hoffman, West
ve Shetts, 2002, s.83).
Bu bölümde, Baron ve Kenny’nin ara değişkenlik yaklaşımından bahsedildikten
sonra ara değişkenlikle ilgili hipotezlerin testi için gerçekleştirilen analiz sonuçlarına
yer verilmiştir.
4.2.7.1. Baron ve Kenny’nin Ara Değişkenin Belirlenmesine Yönelik Yaklaşımı
Baron ve Kenny (1986), ara değişkene sahip modellerde üç temel ilişki
olduğunu iddia etmiştir. Bu ilişkiler; bağımsız değişenin ara değişkeni doğrudan
etkilemesi, ara değişkenin bağımlı değişkeni doğrudan etkilemesi ve bağımsız
değişkenin bağımlı değişkeni doğrudan etkilediği ilişkilerdir. Bu ilişkilerin şekilsel
gösterimine Şekil 3’de yer verilmiştir.
116
Ara değişken
a
b
Bağımsız
değişken
Bağımlı
değişken
c
Şekil 3. Ara değişken içeren model
Kaynak: Baron ve Kenny (1986), “The Moderator- Mediator Variable Distinction in Social
Psychological Research: Conceptual, Strategic, and Statsitical Considerations”, Journal of
Personality and Social Psychology, 51(6), s. 1173-1182.
Baron ve Kenny (1986), bir değişkenin ara değişken olabilmesi için aşağıdaki
koşulların karşılanması gerektiğini belirtmiştir:
•
Bağımsız değişken düzeyindeki değişimin, anlamlı olarak ara olarak kabul
edilen değişkenin değişimine sebep olması (a yolu),
•
Ara değişkendeki değişimin, anlamlı olarak bağımlı değişkendeki değişime
sebep olması (b yolu),
•
Bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi, ara değişkenin de
bağımsız değişken olarak dahil edilmesi ile ortadan kalkmalı yada azalmadır.
Ara değişkenlik analizinde önemli bir konu da ara değişkenin tam ara değişken
ya da kısmı ara değişken olmasıdır. Sosyal bilimlerde ara değişkenin tam ara değişken
olması durumu zor olması ile birlikte kısmi ara değişkenliği ortaya çıkarılmasının
önemli olduğu belirtilmektedir (Demircan, 2003, s.85). Ara değişkenin bağımsız
değişken olarak dahil edilmesiyle;
•
Bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisinin tamamen
ortadan kalkması durumunda (c yolunun kalkması) ara değişkenin “tam
ara değişken”,
•
Bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisinin tamamen
ortadan kalkmadığı ancak bu etkinin azalması durumda, ara değişkenin
117
“kısmı ara değişken” olduğu kabul edilmektedir (Baron ve Kenny, 1986;
James ve Brett,1984).
Ara değişkenlik analizi 4 aşamada gerçekleştirilmekte olup bir dizi regresyon
analizini içermektedir. Baron ve Kenny’nin yaklaşımına göre bu aşamalara aşağıda yer
verilmiştir (Demircan, 2003; Baron ve Kenny, 1986):
1. aşama: bağımsız değişkenin ara değişken üzerindeki etkine yönelik bir regresyon
analizi,
2. aşama: ara değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkine yönelik bir regresyon
analizi,
3. aşama: bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkine yönelik bir
regresyon analizi,
4. aşama: ara değişkenin bağımsız değişken olarak eklenmesiyle, bağımsız ve ara
değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkine yönelik bir regresyon analizi.
Bu aşamalar gerçekleştirildikten sonra, 3. aşama ve 4.aşamada gerçekleştirilen
regresyon analizleri sonuçları incelenerek; bağımsız değişkenin bağımlı değişken
üzerindeki etkisi, ara değişkenin bağımsız değişken olarak eklenmesi ile azalıp
azalmadığına ya da ortadan kalkıp kalkmadığına bakılmaktadır. Etkinin azalması
durumda kısmı ara değişkenlik, ortadan kalkması durumunda ise tam ara değişkenlik
söz konusu olmaktadır (Baron ve Kenny,1986).
4.2.7.2. Ara Değişkenlik Analizleri
Bu bölümde kulaktan kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde,
algılanan risk türlerinin (fiziksel, performans, finansal ve psikolojik) ara değişken olup
olmadığını belirlenmek üzere gerçekleştirilen analizlere ve analiz sonuçlarına göre
hipotezlerin desteklenip desteklenmediklerine yer verilmiştir. Bu kapsamda Baron ve
Kenny (1986) ara değişkenlik için önerdiği aşamalar gerçekleştirilmiştir.
118
4.2.7.2.1. Fiziksel Riskin Ara Değişkenlik Analizi
1.aşama: (bağımsız değişkenin ara değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin fiziksel riski üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi
sonuçları incelenmektedir.
Tablo 18
Kulaktan Kulağa İletişimin Fiziksel Riski Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon Analizi
Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,006
Sabit terim
4,494
0,071
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,045
0,023
0, 047
Tablo 18’de belirtildiği üzere kulaktan kulağa iletişime ait beta katsayısı tahmini
0,045 olup p değeri 0,047 (p<0,05) olarak bulunmuştur. Kulaktan kulağa iletişimin
fiziksel risk üzerinde etkisinin olduğu görülmektedir. Böylece, Baron ve Kenny’nin
(1986) ara değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkendeki değişimin
bağlı değişkende değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
2.aşama: (ara değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada, fiziksel
riskin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi sonuçları
araştırılmıştır.
Tablo 19
Fiziksel Riskin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon Analizi
Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,141
Sabit terim
3,359
0,198
0,000
Fiziksel risk
-0,425
0,042
0,000
Tablo 19’dan fiziksel riskine ait beta katsayısı tahmini -0.425 olup p değeri
0,000 (p<0,05) olarak tespit edilmiştir. Fiziksel riskin satın alma istekliliği üzerinde
etkili olduğu görülmektedir. Dolayısı ile Baron ve Kenny’nin (1986) ara değişkenin
varlığı için önerdiği koşul olan, ara değişkendeki değişimin bağımlı değişken üzerinde
değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
119
3. aşama: (bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren regresyon
analizi sonuçları incelenmektedir.
Tablo 20
Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,006
Sabit terim
1,246
0,080
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,050
0,026
0,052
Tablo 20’ye göre kulaktan kulağa iletişim için beta katsayısı 0,050 ve p değeri ise
0,052 olarak belirlenmiştir. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği
üzerinde etkisinden bahsedilebilmek mümkün değildir. Baron ve Kenny’nin (1986) ara
değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkenin bağımlı değişken
üzerindeki etkisinin olması koşulu sağlanamamıştır. Bu koşullar altında Baron ve
Kenny’nin ara değişkenlik için önerdiği yaklaşıma göre; fiziksel risk, kulaktan kulağa
iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişken değildir. Dolayısı ile fiziksel riskin,
kulaktan kulağa iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişken olduğunu ifade
eden H10 reddedilmiştir.
4.2.7.2.2. Performans Riskinin Ara Değişkenlik Analizi
1.aşama: (bağımsız değişkenin ara değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin performans riski üzerindeki etkisini gösteren regresyon
analizi sonuçları araştırılmıştır.
Tablo 21
Kulaktan Kulağa İletişimin Performans Riski Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,010
Sabit terim
4,216
0,079
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,066
0,025
0,009
120
Tablo 21’de belirtildiği üzere kulaktan kulağa iletişime ait beta katsayısı tahmini
0,066 olup, p değeri 0,009 olarak bulunmuştur. Kulaktan kulağa iletişimin performans
riski üzerindeki etkisinin olduğu görülmektedir. Böylece, Baron ve Kenny’nin (1986)
ara değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkendeki değişimin bağlı
değişkende değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
2.aşama: (ara değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
performans riskinin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi
sonuçları incelenmiştir.
Tablo 22
Performans Riskinin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon Analizi
Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,158
Sabit terim
3,170
0,168
0.000
Performans riski
-0,403
0,038
0.000
Tablo 22’de performans riskine ait beta katsayısı tahmini -0.403 olup, p değeri
0,000 olarak tespit edilmiştir. Performans riskinin satın alma istekliliği üzerinde etkisi
olduğu söylenebilmektedir. Böylece, Baron ve Kenny’nin (1986) ara değişkenin varlığı
için önerdiği koşul olan, ara değişkendeki değişimin bağımlı değişken üzerinde
değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
3. aşama: (bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren regresyon
analizi sonuçları araştırılmıştır.
Tablo 23
Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini Gösteren
Regresyon Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,006
Sabit terim
1,246
0,080
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,050
0,026
0,052
Kulaktan kulağa iletişim için beta katsayısı 0,050 ve p değeri ise 0,052 olarak
belirlenmiştir. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği üzerinde
121
etkisinden bahsedilebilmek mümkün değildir. Baron ve Kenny’nin (1986) ara
değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkenin bağımlı değişken
üzerindeki etkisinin olması koşulu sağlanamamıştır. Bu koşullar altında Baron ve
Kenny’nin ara değişkenlik için önerdiği yaklaşıma göre; performans riski, kulaktan
kulağa iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişken değildir. Dolayısı ile
performans riskinin, kulaktan kulağa iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara
değişken olduğunu ifade eden H11 reddedilmiştir.
4.2.7.2.3. Finansal Riskin Ara Değişkenlik Analizi
1.aşama: (bağımsız değişkenin ara değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin finansal risk üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi
sonuçları araştırılmıştır.
Tablo 24
Kulaktan Kulağa İletişimin Finansal Risk Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,002
Sabit terim
4,042
0,109
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,040
0.035
0,254
Tablo 24’de belirtildiği üzere kulaktan kulağa iletişime ait beta katsayısı tahmini
0,040 olup, p değeri 0,254 (p>0,05) olarak bulunmuştur. Kulaktan kulağa iletişimin
finansal risk üzerinde etkisinin olmadığı görülmektedir. Bu durumda, Baron ve
Kenny’nin (1986) ara değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız
değişkendeki
değişimin
bağlı
değişkende
değişime
neden
olması
koşulu
sağlanamamıştır. Birinci koşulun sağlanamaması nedeni ile diğer koşulları inceleme
gereği ortadan kalkmış ve finansal riskin, kulaktan kulağa iletişim- satın alma istekliliği
ilişkisinde ara değişken olduğunu ifade eden H12 reddedilmiştir.
122
4.2.7.2.4. Psikolojik Riskin Ara Değişkenlik Analizi
1.aşama: (bağımsız değişkenin ara değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
kulaktan kulağa iletişimin psikolojik risk üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi
sonuçları araştırılmıştır.
Tablo 25
Kulaktan Kulağa İletişimin Psikolojik Risk Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,011
Sabit terim
3,593
0,122
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,101
0,039
0,010
Tablo 25’de belirtildiği üzere kulaktan kulağa iletişime ait beta katsayısı tahmini
0,101 olup p değeri 0,010 (p<0,05) olarak bulunmuştur. Kulaktan kulağa iletişimin
psikolojik riski üzerinde etkisinin olduğu görülmektedir. Böylece, Baron ve Kenny’nin
(1986) ara değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkendeki değişimin
bağlı değişkende değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
2.aşama: (ara değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi) bu aşamada,
psikolojik riskin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren regresyon analizi
sonuçları incelenmiştir.
Tablo 26
Psikolojik Riskin Satın Alma İstekliliği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon Analizi
Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,096
Sabit terim
2,185
0,101
0,000
Psikolojik risk
-0,203
0,025
0,000
Tablo 26’d performans riskine ait beta katsayısı tahmini -0,203 olup p değeri
0,000 (p<0,05) olarak tespit edilmiştir. Psikolojik riskin satın alma istekliliği üzerinde
etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Baron ve Kenny’nin (1986) ara değişkenin
varlığı için önerdiği koşul olan, ara değişkendeki değişimin bağımlı değişken üzerinde
değişime neden olması koşulu sağlanmıştır.
123
3. aşama: (bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi)
bu
aşamada, kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği üzerindeki etkisini gösteren
regresyon analizi sonuçları incelenmiştir
Tablo 27
Kulaktan Kulağa İletişimin Satın Alma İsteği Üzerindeki Etkisini Gösteren Regresyon
Analizi Sonuçları
2
Beta
Standart hata
p değeri
r =0,006
Sabit terim
1,246
0,080
0,000
Kulaktan kulağa iletişim
0,050
0,026
0,052
Kulaktan kulağa iletişim için beta katsayısı 0,050 ve p değeri ise 0,052 olarak
belirlenmiştir. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişimin satın alma istekliliği üzerinde
etkisinden bahsedilebilmek mümkün değildir. Baron ve Kenny’nin (1986) ara
değişkenin varlığı için önerdiği koşul olan, bağımsız değişkenin bağımlı değişken
üzerindeki etkisinin olması koşulu sağlanamamıştır. Bu koşullar altında, Baron ve
Kenny’nin ara değişkenlik için önerdiği yaklaşıma göre; psikolojik risk, kulaktan kulağa
iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişken değildir. Dolayısı ile psikolojik
riskin, kulaktan kulağa iletişim- satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişken olduğunu
ifade eden H13 reddedilmiştir.
4.2.8. Algılanan Risk Türleri İçin Demografik Gruplar Arasındaki Farklılığın
Tespiti
Algılanan risk türleri için demografik gruplar arasındaki farklılığı belirlemek üzere
cinsiyet ve medeni durum için bağımsız örneklem t testinden, yaş, eğitim ve gelir için
Welch testinden yararlanılmış ve ilgili hipotezlerin desteklenip desteklenmediklerine
karar verilmiştir.
4.2.8.1. Cinsiyet
Cinsiyet grupları arasında, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türleri için
farklılık olup olmadığını belirlemek üzere gerçekleştirilen bağımsız örneklem t testi
sonuçlarına Tablo 28’de yer verilmiştir.
124
Tablo 28
Algılanan Risk Türleri İçin Cinsiyet Grupları Arasında Farklılığı Gösteren Bağımsız
Örneklem t Testi Sonuçları
Değişkenler
n
Ortalama
Standart
Levene
sapma
Önem düzeyi
Fiziksel risk
Kadın 269
4,7138
0,50807
Erkek 345
4,5585
0,62455
Performans riski
t
Önem
düzeyi
0,000
3,312
0,001
0,022
3,001
0,003
0,021
4,745
0,000
0,015
3,474
0,001
Kadın
Erkek 269
4,4994
0,59268
345
4,3420
0,68218
Finansal risk
Kadın 269
4,3507
0,80506
Erkek 345
4,0106
0,93604
Psikolojik risk
Kadın 269
4,0471
0,95865
Erkek 345
3,7662
1,02082
Bağımsız örneklem t testi sonuçlarına göre; tüm algılanan risk türleri için cinsiyet
grupları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın olduğu görülmektedir. Kadın ve
erkeklerin ortalamaları dikkate alındığında tüm algılanan riskleri açısından kadınların
daha fazla risk algıladıkları görülmektedir. Dolayısıyla kadınların GDO’lu gıdalarla
ilgili algıladıkları fiziksel risk, performans riski, finansal riski ve psikolojik risk
erkeklere göre daha büyüktür. Bu durumda, algılanan risk türleri (fiziksel, performans,
finansal, psikolojik) açısından cinsiyet grupları arasında farklılık olduğunu belirten H14
kabul edilmiştir.
4.2.8.2. Medeni Durum
Medeni durum grupları arasında, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türleri
için farklılık olup olmadığını belirlemek üzere gerçekleştirilen bağımsız örneklem t testi
sonuçlarına Tablo 29’da yer verilmiştir
125
Tablo 29
Algılanan Risk Türleri İçin Medeni Durum Grupları Arasında Farklılığı Gösteren
Bağımsız Örneklem t Testi Sonuçları
Değişkenler
N
Ortalama
Standart
Levene
sapma
Önem düzeyi
Fiziksel risk
Bekar
266
4,5376
0,62348
Evli
348
4,6944
0,53760
Performans riski
Bekar
266
4,2644
0,69549
Evli
348
4,5230
,58734
Finansal risk
Bekar
266
4,0175
0,97285
Evli
348
4,2682
0,81820
Psikolojik risk
Bekar
266
3,6942
1,04894
Evli
348
4,0383
0,94101
t
Önem
düzeyi
0,001
-3,341
0,001
0,019
-4,989
0,000
0,012
-3,464
0,001
0,005
-4,271
0,001
Bağımsız örneklem t testi sonuçlarına gösteren Tablo 29’a göre; tüm algılanan
risk türleri için medeni durum grupları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın
olduğu görülmektedir. Bekarların ve evlilerin ortalamaları dikkate alındığında tüm
algılanan riskler açısından evlilerin daha fazla risk algıladıkları belirlenmiştir.
Dolayısıyla evlilerin GDO’lu gıdalarla ilgili algıladıkları fiziksel risk, performans riski,
finansal riski ve psikolojik risk bekarlardan daha büyüktür. Bu koşullarda, algılanan risk
türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından medeni duruma göre
farklılık olduğunu belirten H15 kabul edilmiştir.
4.2.8.3. Yaş
Yaş grupları arasındaki fark olup olmadığı belirlemek üzere analizler
gerçekleştirilmeden önce yaş grupları “20-29”, “30-39”, “40-49”, “50 ve üstü” şeklinde
birleştirilerek dört gruba indirgenmiştir.
126
Fiziksel Risk: Algılanan fiziksel riske göre yaş grupları arsında fark olup
olmadığını belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmıştır. Analiz
sonucunda Levene İstatistiğine ait p değer 0,000 bulunmuş olup bu durumda grup
varyanslarının eşit olmadığı görülmüştür. Bu durumda ANOVA analizinin yapılması
mümkün olamayacağından alternatifi olarak önerilen Welch testi (Sipahi, Yurtkoru ve
Çinko, 2006, s.133) uygulanmıştır. Welch testi sonuçları Tablo 30’da verilmiştir.
Tablo 30
Yaş Grupları Açısından Fiziksel Riske Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
6,536
df1
df2
3
Önem düzeyi
257,844
0,000
Welch testine ait p değeri 0,005’den küçük olduğundan fiziksel risk açısından
yaş grupları arasında fark olduğu anlaşılmıştır. Farklılığın hangi yaş gruplarından
kaynaklandığını tespit etmek üzere Levene testinde varyansların eşitliğinin reddedilmesi
sebebi ile iki karşılaştırma testlerinden Tamhane’s T2 testi (Sipahi vd., 2006, s.133)
uygulanmıştır. Analiz sonuçlarına Tablo 31’de yer verilmiştir.
Tablo 31
Fiziksel Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2 Testi
Sonuçları
(I) yas
(J) yas
20-29
30-39
40-49
50 ve üstü
20-29
40-49
50 ve üstü
20-29
30-39
50 ve ustu
20-29
30-39
40-49
30-39
40-49
50 ve üstü
Ortalama farkları (IJ)
-,22695(*)
-,11664
-,25350(*)
,22695(*)
,11031
-,02655
,11664
-,11031
-,13686
,25350(*)
,02655
,13686
Standart hata
,05628
,07221
,07296
,05628
,06477
,06561
,07221
,06477
,07970
,07296
,06561
,07970
Önem düzeyi
,000
,495
,004
,000
,433
,999
,495
,433
,423
,004
,999
,423
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Analiz sonuçlarına göre “20-29” yaş grubu “40-49” yaş grubu hariç diğer yaş
gruplarından algılanan fiziksel risk açısından farklılık göstermektedir. Hangi grubun
127
daha fazla fiziksel risk algıladığını belirlemek için ortalamaların incelenmesi
gerekmektedir. Yaş gruplarına göre fiziksel risk ortalamaları Tablo 32’de verilmiştir.
Tablodan görüldüğü üzere 20-29 yaş grubuna ait fiziksel risk ortalaması en düşüktür.
Tablo 32
Yaş Gruplarına Göre Fiziksel Risk Ortalamaları
Yaş grupları
N
Ortalama
20-29
211
4,494
30-39
207
4,721
40-49
114
4,611
50 ve üstü
82
4,748
Performans Riski: Performans riskine göre yaş grupları arsında fark olup
olmadığını belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmıştır. Analiz
sonucunda Levene İstatistiğine ait p değer 0,004 bulunmuş olup bu durumda grup
varyanslarının eşit olmadığı görülmüştür. ANOVA analizinin yapılması mümkün
olamayacağından alternatifi olarak önerilen Welch testi (Sipahi vd., 2006, s.133)
gerçekleştirilmiştir. Welch testi sonuçları Tablo 33’de verilmiştir.
Tablo 33
Yaş Grupları Açısından Performans Riskine Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
12,927
df1
3
df2
267,002
Önem düzeyi
0,000
Welch testine ait p değeri 0,005’den küçük olduğundan performans riskine göre
yaş grupları arasında fark olduğu anlaşılmıştır. Farklılığın hangi yaş gruplarından
kaynaklandığını tespit etmek üzere Tamhane’s T2 testi uygulanmıştır. Analiz
sonuçlarına Tablo 34’de yer verilmiştir.
128
Tablo 34
Performans Riski İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2 Testi
Sonuçları
(I) yas
(J) yas
20-29
30-39
40-49
50 ve üstü
20-29
40-49
50 ve üstü
20-29
30-39
50 ve üstü
20-29
30-39
40-49
30-39
40-49
50 ve üstü
Ortalama farkları (I-J)
Standart hata
-,35948(*)
-,27265(*)
,35948(*)
,35948(*)
,08683
-,03541
,27265(*)
-,08683
-,12224
,39489(*)
,03541
,12224
,06352
,07568
,07692
,06352
,06934
,07069
,07568
,06934
,08179
,07692
,07069
,08179
Önem düzeyi
,000
,002
,000
,000
,760
,997
,002
,760
,586
,000
,997
,586
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Analiz sonuçlarına göre “20-29” yaş grubunun diğer yaş gruplarından algılanan
performans risk açısından farklılık göstermektedir. Hangi grubun daha fazla fiziksel risk
algıladığını belirlemek için ortalamaların incelenmesi gerekmektedir. Yaş gruplarına
göre performans riski ortalamaları Tablo 35’de verilmiştir. Tablodan görüldüğü üzere
20-29 yaş grubuna ait performans riski ortalaması en düşüktür.
Tablo 35
Yaş Gruplarına Göre Performans Riski Ortalamaları
Yaş grupları
N
Ortalama
20-29
211
4,186
30-39
207
4,545
40-49
114
4,459
50 ve üstü
82
4,481
Finansal Risk: Algılanan finansal riske yönelik yaş grupları arsında fark olup
olmadığını belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmıştır. Analiz
sonucunda Levene İstatistiğine ait p değer 0,001 bulunmuştur. Bu durumda Welch
testinin uygulanmıştır. Welch testi sonuçları Tablo 36’da yer verilmiştir.
129
Tablo 36
Yaş Grupları Açısından Finansal Riske Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
df1
14,017
3
df2
Önem düzeyi
273,721
0,000
Welch testine göre (p<0,05) finansal riskine göre yaş grupları arasında fark
olduğu anlaşılmış olup farklılığı belirlemek üzere Tamhane’s T2 testi uygulanmıştır.
Analiz sonuçlarına Tablo 37’de yer verilmiştir.
Tablo 37
Finansal Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2 Testi
Sonuçları
(I) yas
(J) yas
20-29
30-39
40-49
50 ve üstü
20-29
40-49
50 ve üstü
20-29
30-39
50 ve üstü
20-29
30-39
40-49
30-39
40-49
50 ve üstü
Ortalama farkları
(I-J)
-,38218(*)
-,45189(*)
-,64309(*)
,38218(*)
-,06971
-,26091
,45189(*)
,06971
-,19120
,64309(*)
,26091
,19120
Standart hata
,09032
,09675
,10541
,09032
,09108
,10022
,09675
,09108
,10606
,10541
,10022
,10606
Önem düzeyi
,000
,000
,000
,000
,971
,059
,000
,971
,366
,000
,059
,366
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Tamhane’s T2 analizi sonuçlarına göre “20-29” yaş grubunun diğer yaş
gruplarından algılanan finansal risk açısından farklıdır. Hangi grubun daha fazla
finansal risk algıladığını belirlemek için yaş gruplarına göre finansal risk ortalamaları
Tablo 38’de verilmiştir. Tablodan görüldüğü üzere 20-29 yaş grubuna ait performans
riski ortalaması en düşüktür.
Tablo 38
Yaş Gruplarına Göre Finansal Risk Ortalamaları
Yaş grupları
N
Ortalama
20-29
211
3,861
30-39
207
4,243
40-49
114
4,312
50 ve üstü
82
4,504
130
Psikolojik Risk: Psikolojik riske göre yaş grupları arsında fark olup olmadığını
belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmıştır. Analiz sonucunda Levene
İstatistiğine ait p değer 0,016 bulunmuş (p<0,05) olup bu durumda Welch testi
gerçekleştirilmiştir. Welch testi sonuçları Tablo 39’da verilmiştir.
Tablo 39
Yaş Grupları Açısından Psikolojik Riske Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
5,283
df1
3
df2
Önem düzeyi
268,584
0,001
Welch testine göre (p<0,05) psikolojik riskine göre yaş grupları arasında fark
vardır. Farklılığı belirlemek üzere Tamhane’s T2 testi uygulanmıştır. Analiz sonuçlarına
Tablo 40’da yer verilmiştir.
Tablo 40
Psikolojik Risk İçin Yaş Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2 Testi
Sonuçları
(I) yas
(J) yas
20-29
30-39
40-49
50 ve üstü
20-29
40-49
50 ve üstü
20-29
30-39
50 ve üstü
20-29
30-39
40-49
30-39
40-49
50 ve üstü
Ortalama farkları
(I-J)
-,19728
-,28483
-,45328(*)
,19728
-,08755
-,25600
,28483
,08755
-,16845
,45328(*)
,25600
,16845
Standart hata
,10015
,11660
,11790
,10015
,11505
,11637
,11660
,11505
,13080
,11790
,11637
,13080
Önem düzeyi
,263
,088
,001
,263
,972
,163
,088
,972
,737
,001
,163
,737
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Tamhane’s T2 analizi sonuçlarına göre “20-29” ile “50 ve üstü” yaş grubun
algılanan psikolojik risk açısından farklıdır. Hangi grubun daha fazla finansal risk
algıladığını belirlemek için yaş gruplarına göre finansal risk ortalamaları Tablo 41’de
verilmiştir. Tablodan görüldüğü üzere 20-29 yaş grubuna psikolojik risk ortalaması en
düşük iken 50 ve üstü yaş grubu en yüksek grup olmuştur.
131
Tablo 41
Yaş Gruplarına Göre Psikolojik Riski Ortalamaları
Yaş grupları
N
Ortalama
20-29
211
3,709
30-39
207
3,906
40-49
114
3,994
50 ve üstü
82
4,162
Analiz sonuçları tüm risk türleri için, yaş grupları arasında fark olduğu
göstermektedir. Böylece, algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik)
açısından yaş grupları arasında farklılık olduğunu belirten H16 desteklenmiştir.
4.2.8.4. Eğitim Durumu
Eğitim gruplarına ait gözlem sayıları arasında farkların büyük olması nedeni ile
başka bir çalışma (Lea, 2005) kullanılan yaklaşıma göre eğitim grupları üniversite
mezunu ve üniversite mezunu olmayan şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Eğitim
grupları arasında fark olup olmadığı tespit etmek üzere bağımsız örneklem t testinden
yararlanılmıştır. Analiz sonuçları Tablo 42’de sunulmuştur.
132
Tablo 42
Algılanan Risk Türleri İçin Eğitim Grupları Arasında Farklılığı Gösteren Bağımsız
Örneklem t Testi Sonuçları
Değişkenler
n
Ortalama
Standart
Levene
sapma
önem
t
Önem
düzeyi
düzeyi
Fiziksel risk
Üniv. mezunu değil 270
4,6432
0,55274
Üniv. mezunu 344
4,6134
0,60293
Performans riski
0,221
0,631
0,528
0,508
1,973
0,049
0,000
4,129
0,000
0,041
2,042
0,042
Üniv. mezunu değil
Üniv. mezunu 270
4,4691
0,61685
344
4,3653
0,67002
Finansal risk
Üniv. mezunu değil 270
4,3222
0,78364
Üniv. mezunu 344
4,0320
0,95778
Psikolojik risk
Üniv. mezunu değil 270
3,9815
0,95935
Üniv. mezunu 344
3,8169
1,03160
Bağımsız örneklem t testi sonuçlarında fiziksel riske ait p değeri hariç diğer risk
türleri için p değerleri 0,05’den küçük olarak tespit edilmiştir. Bu durumda, eğitim
grupları arasında fiziksel risk açısından bir fark olmadığı ancak performans riski,
finansal risk ve psikolojik risk açısından fark olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak,
algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) açısından eğitim
düzeyleri arasında farklılık olduğunu gösteren H17 kısmen desteklenmiştir. Farklar
incelendiğinde üniversite mezunu olmayan grubun, üniversite mezunu gruba göre
performans riski, finansal risk ve psikolojik risklerine ait ortalamalarının daha büyük
olduğu tespit edilmiştir.
4.2.8.5. Gelir
Gelir grupları arasında fark olup olmadığını belirlemek üzere gerçekleştirilen
analizlerden önce, gelir grupları “1.000 TL’den az”, “1000-1999 TL”, “2.000-2.999
TL”, “3.000 TL ve üstü” şeklinde birleştirilerek dört gruba indirgenmiştir.
133
Fiziksel Risk: Fiziksel riske göre gelir grupları arsında fark olup olmadığını
belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmış ancak analiz sonucunda Levene
İstatistiğine ait p değer 0,001 bulunmuştur. Bu durumda grup varyanslarının eşit olmadığı
görülmüştür. ANOVA analizinin yapılması mümkün olamayacağından alternatifi olarak
önerilen Welch testi (Sipahi vd., 2006, s.133) gerçekleştirilmiştir. Welch testi sonuçları Tablo
43’de verilmiştir.
Tablo 43
Gelir Grupları Açısından Fiziksel Riske Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
3,779
df1
3
df2
Önem düzeyi
301,173
0,011
Welch testine ait p değeri 0,005’den küçük olduğundan fiziksel risk açısından
gelir grupları arasında fark olduğu belirlenmiştir. Farklılığın hangi gelir gruplarından
kaynaklandığını tespit etmek üzere Tamhane’s T2 testi uygulanmıştır. Analiz
sonuçlarına Tablo 44’de yer verilmiştir.
Tablo 44
Fiziksel Risk İçin Gelir Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2 Testi
Sonuçları
(I) gelir
(J) gelir
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
2000-2999
3000 ve üstü
Ortalama farkları
(I-J)
,10479
,16361
,22607(*)
-,10479
,05883
,12128
Standart
hata
,05645
,06940
,07259
,05645
,06544
,06881
1000denaz
1000-1999
3000 ve üstü
1000denaz
1000-1999
2000-2999
-,16361
-,05883
,06245
-,22607(*)
-,12128
-,06245
,06940
,06544
,07978
,07259
,06881
,07978
Önem düzeyi
,329
,110
,012
,329
,937
,391
,110
,937
,967
,012
,391
,967
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Analiz sonuçlarına göre geliri 1000 TL’den az gelir grubu ile 3000TL ve üstü gelire
sahip cevaplayıcılar arasında algılanan fiziksel risk bakımından fark olduğu görülmektedir.
Hangi grubun daha fazla fiziksel risk aldığını belirlemek için ortalamalarına bakılmıştır.
134
Ortalamalar Tablo 45’de sunulmuş olup gelir düzeyi 1000TL’nin altında olan
cevaplayıcıların daha fazla fiziksel risk algıladıkları görülmüştür.
Tablo 45
Fiziksel Riske Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları
N
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
Total
Ortalama
134
225
123
132
614
Standart Sapma
4,7463
4,6415
4,5827
4,5202
4,6265
Standart Hata
0,49925
0,54632
0,60296
0,67080
0,58112
0,04313
0,03642
0,05437
0,05839
0,02345
Performans Riski: Algılanan performans riskine yönelik olarak gelir grupları
arsında fark olup olmadığını belirlemek üzere tek yönlü ANOVA analizi uygulanmış
ancak varyanslarının eşit olmadığı görülmüştür (Levene İstatistiğine ait p değer 0,014).
ANOVA analizinin yapılması mümkün olamayacağından alternatifi olarak önerilen
Welch testi (Sipahi vd., 2006, s.133) gerçekleştirilmiştir. Welch testi sonuçları Tablo
46’da verilmiştir.
Tablo 46
Gelir Grupları Açısından Performans Riskine Ait Welch Testi Sonuçları
İstatistik
Welch
df1
4,389
df2
3
298,390
Önem düzeyi
0,005
Welch testine ait p değeri 0,005’den küçük olduğundan performans riski
açısından gelir grupları arasında fark olduğu anlaşılmıştır. Farklılığın hangi gelir
gruplarından kaynaklandığını tespit etmek üzere Tamhane’s T2 testi uygulanmıştır.
Analiz sonuçlarına Tablo 47’de yer verilmiştir.
135
Tablo 47
Performans Riski İçin Gelir Grupları Arasındaki Farklılığı Gösteren Tamhane’s T2
Testi Sonuçları
(I) gelir
(J) gelir
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
1000-1999
3000 ve üstü
1000denaz
1000-1999
2000-2999
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
Ortalama farkı
(I-J)
,06218
,18319
,26474(*)
-,06218
,12101
,20256(*)
-,18319
-,12101
,08155
-,26474(*)
-,20256(*)
-,08155
Standart hata
,06489
,08013
,08190
,06489
,07288
,07483
,08013
,07288
,08837
,08190
,07483
,08837
Önem
düzeyi
,916
,131
,008
,916
,462
,043
,131
,462
,929
,008
,043
,929
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Tamhane’s T2 analiz sonuçlarına göre geliri 1000 TL’den az gelir grubu ile
3000TL ve üstü gelire sahip cevaplayıcılar arasında algılanan performans riski
bakımından fark olduğu görülmektedir. Hangi grubun daha fazla performans riskini
aldığını belirlemek için ortalamalar incelenmiştir. Ortalamalar Tablo 48’de sunulmuş
olup gelir düzeyi 1000TL’nin altında olan cevaplayıcıların daha fazla performans risk
algıladıkları anlaşılmıştır.
Tablo 48
Performans Riskine Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları
N
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
Total
Ortalama
134
225
123
132
614
4,5274
4,4652
4,3442
4,2626
4,4110
Finansal Risk: Finansal riske yönelik olarak gelir grupları arasında fark olup
olmadığının belirlenmesi için tek yönlü ANOVA analizi gerçekleştirilmiştir (Levene
İstatistiğine ait p değeri 0,111 (p>0,05) bulunmuştur. Tek yönlü varyans analizi
sonucuna Tablo 49’da yer verilmiştir.
136
Tablo 49
Gelir Grupları İçin Finansal Riske Ait ANOVA Analizi Sonucu
Kareler
df
toplamı
Ortalama
f
Önem Düzeyi
4,445
0,004
karesi
Gruplar arası
10,538
3
3,513
Gruplar içinde
482,042
610
0,790
Toplam
492,581
613
Tablo 46’dan görüldüğü üzere p değeri 0,004 bulunmuş olup 0,05’ten küçüktür.
Bu durumda, finansal risk açısından gelir grupları arasında fark olduğu anlaşılmıştır.
Hangi grupların farklılık gösterdiğini belirmek üzere, her bir grubun gözlem sayısı
farklı olduğundan ikili karşılaştırma testlerinden Scheffe testinden yararlanılmıştır.
Scheffe testi sonuçlarına Tablo 50’de yer verilmiştir.
Tablo 50
Finansal Riske Yönelik Gelir Grupları Karşılaştırması Scheffe Testi Sonuçları
(I) gelir
(J) gelir
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
2000-2999
3000 ve üstü
1000denaz
1000-1999
2000-2999
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
Ortalama farkı
(I-J)
,19980
,29454
,37818(*)
-,19980
,09474
,17838
-,29454
-,09474
,08364
-,37818(*)
-,17838
-,08364
Standart hata
,09700
,11100
,10901
,09700
,09968
,09746
,11100
,09968
,11141
,10901
,09746
,11141
Önem düzeyi
,238
,072
,008
,238
,825
,342
,072
,825
,905
,008
,342
,905
* Ortalama farkları 0.05’de anlamlı.
Tablodan geliri 1000 TL’den az gelir grubu ile 3000TL ve üstü gelire sahip
cevaplayıcılar arasında algılanan finansal risk bakımından fark olduğu görülmektedir.
Hangi grubun daha fazla finansal risk aldığını belirlemek için ortalamalarına
bakılmıştır. Ortalamalar Tablo 51’de sunulmuş olup gelir düzeyi 1000 TL’nin altında
olan cevaplayıcıların daha fazla finansal risk algıladıkları görülmüştür.
137
Tablo 51
Finansal Riske Yönelik Gelir Grupları Ortalamaları
N
1000denaz
1000-1999
2000-2999
3000 ve üstü
Total
Ortalama
134
225
123
132
614
Standart Sapma
4,3731
4,1733
4,0786
3,9949
4,1596
Standart Hata
,80625
,85396
,91245
,99871
,89641
,06965
,05693
,08227
,08693
,03618
Psikolojik Risk: Psikolojik risk açısından gelir grupları arasında fark olup
olmadığının belirlenmesi için tek yönlü ANOVA analizi gerçekleştirilmiştir (Levene
İstatistiğine ait p değeri 0,375 (p>0,05) bulunmuştur). Tek yönlü varyans analizi
sonucuna Tablo 52’de yer verilmiştir.
Tablo 52
Gelir Grupları İçin Psikolojik Riske Ait ANOVA Analizi Sonucu
Kareler
df
toplamı
Ortalama
f
Önem Düzeyi
1,787
0,148
karesi
Gruplar arası
5,374
3
1,791
Gruplar içinde
611,317
610
1,002
Toplam
616,691
613
Tablo 52’den görüldüğü üzere p değeri 0,05’ten büyük bulunmuştur. Bu
durumda psikolojik risk düzeyleri bakımından gelir grupları arasında istatistiksel açıdan
anlamlı bir farklılık olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır.
Tüm analiz sonuçları incelendiğinde, algılanan risk türleri (fiziksel, performans,
finansal, psikolojik) açısından gelir grupları arasında farklılık olduğunu iddia eden H18
reddedildiği görülmüştür.
138
BÖLÜM V
TARTIŞMA VE YORUMLAR
5.1. Nitel Çalışma İçin Yorumlar
Farklı bilim dallarından on akademisyen ile gerçekleştirilen görüşmelerde,
GDO’lu gıdalar hakkında akademisyenlerin bilimsel uzmanlık alanlarına bağlı olarak
bilgi edinilmeye çalışılmıştır. Buna ek olarak, akademisyenlerin tüketici rolleri de
olduğu göz önüne alınılarak, akademisyenlerin bir tüketici olarak kendilerinin GDO’lu
gıdalar hakkındaki mevcut eğilimleri öğrenilmeye çalışılmıştır.
Görüşmelerde ortaya çıkan bilimsel bilgiler aşağıdaki gibi özetlenebilir:
•
GDO’lu gıdalar; açlık sorununu çözmek, verimde artış sağlamak, zirai
mücadelede ve sağlık amaçlı kullanılmak üzere ortaya çıkarılmıştır.
•
GDO’lu gıdalar hakkında belirsizlikler söz konusudur. Söz konusu
belirsizlikler içeren alanlar: insan sağlığı, çevre ve uzun vadede etkileri
hakkındadır. Bununla birlikte belirsizliklerin bilimsel çalışmaların yeterli
sayıda olmaması ve kesin bilimsel sonuçlara henüz ulaşılamamış olması
görüldüğü vurgulanmıştır.
•
GDO’lu gıdaların doğurabileceği olumsuz (ters) sonuç/sonuçların; insan
sağlığı, çevre, ekonomi ve etik alanda ortaya çıkabileceği öngörülmüştür.
•
GDO’lu gıdaların olası faydaların; insan sağlığı ve çevre alanların
görüleceği düşünülmektedir.
GDO’lu gıdalar hakkındaki belirsizliğin görüldüğü, olumsuz sonuç ve faydaların
ortak görülebileceği alanların insan sağlığı ve çevre olduğu tespit edilmiştir. Algılanan
risk için durum ele alındığında, belirsizlik ve olumsuz sonuçların yine insan sağlığı ve
çevre açısından öne çıktığı görülmektedir. Dolayısı ile tüketicilerde, insan sağlığı ve
çevre konusunda risk algılamalarının olabileceği daha da spesifik olarak fiziksel riskin
algılanabileceği öngörü yapılabilmesi mümkün olmuştur. Öte yandan, diğer sorulara
göre fayda soruna verilen cevapların kısa olduğu görülmektedir. Bu durum,
139
akademisyenlerin fayda ile ilgili görüşlerini kısa tutmalarından ve olası riskler üzerinde
daha çok durmalarından kaynaklanmaktadır.
Görüşmeye katılan akademisyenlerin birer tüketici de oldukları düşünüldüğünde,
akademisyenlere yöneltilen tüketici kimlikleri odaklı verdikleri cevapların tüketiciler
hakkında önemli ipuçları vermesi söz konusu olmuştur. Görüşmeye katılan
akademisyenlerin sekizi (8) GDO’lu gıdalar konusunda endişe duydukları ve bu
gıdaların tüketimlerini riskli buldukları görülmüştür. GDO’lu gıdalar hakkında endişe
duymayan ve tüketimini riskli bulmayan akademisyenlerin ikisi (2) ise diğerlerine göre
daha azdır. Bunun yanı sıra akademisyenlerin, GDO’lu gıdaların etiketli olduğu
varsayımı altında, bu gıdaları satın alıp almayacakları konusunda farklı görüşlerde
oldukları görülmüştür. Görüşmeye katılan akademisyenlerin altısı (6), GDO’lu gıdaların
kesinlikle almayacaklarını dile getirmiştir. Bu akademisyenler, doğal gıdaları satın
almayı tercih ettiklerini belirtmiştir. İki akademisyen de bazı koşulların sağlanması
halinde tercih edeceklerini belirtmiştir. Hem satın almayı istemeyen hem de koşullu
isteyen akademisyenlerin bu gıdalar hakkında belirsizlik ve endişe taşımalarının,
GDO’lu gıdaları satın almalarına engel olacağı ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte,
GDO’lu gıdaları satın alacaklarını söyleyen akademisyenler, aynı zamanda, GDO’lu
gıdaları diğerleri kadar riskli bulmayan ve endişelenmeyen akademisyenlerdir. Ayrıca,
bu akademisyenlerin birbirleri ile ortak ve diğerlerinden ayrılan en önemli özellikleri,
ülkemizde GDO konusunda bizzat bilimsel çalışmalar yürütmeleri ve bu konuda zengin
bir akademik bilgi birikimine sahip olmalarıdır. Dolayısı ile bu akademisyenlerdeki
belirsizlik algısı oldukça düşüktür. Bu durum, bu akademisyenlerin algılanan risk
düzeylerinin düşük olması nedeni ile satın almaya hazır olduklarının bir göstergesi
olarak değerlendirilebilmektedir.
Yukarıda belirtilen belirsizlikler ve olası olumsuz sonuçlarla birlikte, GDO’lu
gıdalar konusundaki bilgi düzeylerinin, toplumundaki genel bilgi düzeyinden daha fazla
olan akademisyenlerin çoğunun bile, GDO’lu gıdalar konusunda endişeli olmaları ve bu
gıdaların tüketimini riskli bulmaları toplum geneli hakkında da bazı çıkarsamalarda
bulunmaya imkan verebilmektedir. Bu bağlamda, toplumda genelinde de GDO’lu gıdalar
konusunda belirsizlik ve endişenin mevcut olabileceği yorumuna varılabilmektedir.
Çalışmada ortaya çıkan sonuçların yorumlanması ve tartışılmasında, çalışmanın
Türkiye’de gerçekleştirildiğinin zihinlerde tutulması gereklidir. Zira çalışmayı
gerçekleştirildiği koşullarda ele almak daha sağlıklı yorumların yapılmasına katkı
sağlayacaktır. Bu bağlamda, bazı özel durumların olduğunu söylemek mümkündür.
140
Türkiye’de tüketiciler GDO’lu kavramını yaygın olarak son birkaç yıldır
duymuştur. GDO’lu gıdalar piyasalara henüz girmemiştir ve bu nedenle tüketicilerin
GDO’lu gıdalara yönelik satın alma, tüketim ve tüketim sonrasına yönelik deneyimleri
yoktur. Medyada verilen bilgiler sıklıkla GDO’lu gıdaların, sağlık sorunlarına yol
açacağı yönde ve korku öğeleri içeren unsurlar içermektedir. Üstelik GDO’lu gıdalar
sürekli gündemde tutulan bir konu değildir. Dolayısı ile tüketicilerin bilgi düzeyleri ve
farkındalıkları oldukça düşüktür. Bu koşullar altında, çalışma, tüketicilerin henüz somut
olarak tanışmadığı ve sadece zihninde canlandırabildiği bir ürün olan GDO’lu gıdaya
yönelik risk algılarını değerlendirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, çalışmanın soyut
kavramlar ve varsayımlar üzerine kurulu olduğu söylenebilmektedir.
Çalışma sonuçlarının değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gerekli bir husus da
önceki çalışmalardır. Önceki çalışmalar ve bulguları, çalışma sonuçlarının tartışılması
ve yorumlanmalarında rehberlik ve kıstaslık görevi görebilmeleri açısından önemlidir.
Bununla birlikte çalışma konusunda kısıtlı sayıda çalışma mevcuttur hatta çalışmanın,
algılanan risk türlerini, satın alma istekliği ve kulaktan kulağa iletişimle ilişkisini direkt
olarak inceleyen çalışmalara rastlanamamıştır. Bu durum çalışmanın hem lehinde hem
de aleyhindedir. Çalışma konusunda kısıtlı sayıda çalışmanın olması önceki çalışmalarla
yapılabilecek kıyaslamaları ve buna bağlı yorumları sınırlandırmıştır. Öte yandan bu
durum çalışmanın özgünlüğünü ortaya çıkarmaktadır.
5.2. Algılanan Risk Türlerinin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki
Etkisine Yönelik Yorumlar
GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risklerin GDO’lu gıdaları satın almaya
istekliliğini azaltığı pek çok çalışmada tespit edilmiştir (Onyango vd., 2004; Brown ve
O’Cass, 2005; Brown ve O’Cass, 2004). Önceki çalışmalarda özellikle tüketicilerin
GDO’lu gıdalara yönelik olarak sağlık ve çevre riski algıladıkları görülmüştür
(Tsakiridou vd., 2007; Saba vd., 2000). Sağlık (Tsakiridou vd., 2007) ve çevre (Teisl
vd., 2008; Tsakiridou vd., 2007; Ekstrom ve Askegaard, 2000) konusundaki algılanan
risklerin, satın almayı olumsuz yönde etkilediği ve GDO’lu gıda satın almanın
reddedilmesine sebep oldukları anlaşılmıştır.
Önceki çalışmaların sonuçları ile tutarlı olarak, çalışma sonuçları tüketicilerin
GDO’lu gıdalar konusunda risk algıladıklarını ortaya çıkarmıştır. Algılanan risk türleri
açısından GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan riski ölçmeyi amaçlayan bu çalışmada,
141
algılanan risk türlerinden fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik risk
ele alınmıştır. Gerçekleştirilen saha çalışması sonucunda ele alınan dört risk türünün
GDO’lu gıdalar için algılanıldığı tespit edilmiştir. GDO’lu gıdalara yönelik algılanan
risk türleri ile GDO’lu gıda satın alma istekliği arasında istatistiksel açıdan anlamlı ve
negatif bir ilişki bulunmuştur. Bununla birlikte, bu algılanan risk türlerinin hem ayrı ayrı
olarak hem de birlikte GDO’lu gıdaları satın alma istekliliğini negatif yönde etkilediği
bulunmuştur.
Algılanan risk türleri ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasındaki ilişkilerin
negatif ancak zayıf oldukları belirlenmiştir. Tüketiciler için GDO’lu gıdalar, henüz
piyasaya sunulmaması ve medyadaki günceliğinde zayıflama olması nedeni ile henüz
önemli bir satın alma kararına konu olmamıştır. GDO’lu gıda, tüketiciler için hakkında
bilgisinin az olduğu ve muğlak bir üründür. Dolayısı ile algılanan risk türleri ile
GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında zayıf bir ilişkinin çıkması şaşırtıcı bir sonuç
değildir. GDO’lu gıdaların pazara girmeleri halinde tüketicilerin algılanan risklerin ve
satın alma istekliliğinin yeniden ölçülmesi ve ilişkilerinin incelenmesi gereklidir. Ancak
çalışma sonuçlarına göre çıkan negatif ilişki ve etkinin gelecekte de devam edebileceği
öngörüsü yapılabilmektedir. GDO’lu gıdalar konusunda olası risklerin görülmesi negatif
ilişkiyi ve etkiyi sürdürebilecektir. Öte yandan, faydaların görülmesi ve vurgulanması
risk algısını azaltabilir ve satın alma istekliliğini arttırabilir, ek olarak da algılanan risk
ile satın alma istekliliği arasındaki ilişkiyi zayıf tutabilme ihtimali söz konusudur.
Algılanan fiziksel risk GDO’lu gıdalarla ilgili olarak, tüketicinin; kendisi, ailesi
ve bütün insanların sağlığına ve çevreye olan olası tehditlere, zararlara bağlı olarak
konuyla ilgili belirsizliğe bağlı duyduğu endişe, huzurluk ve kaygı hislerini temsil
etmektedir. Bilindiği üzere, son zamanlarda tüketicilerin insan sağlığına ve çevreye
yönelik endişeleri artış göstermiştir. Bu endişelerin temelinde; artan refah seviyesi, uzun
ve kaliteli yaşama istekliliği, kanser gibi ölümcül sonuçları olan hastalıkların artış
göstermesi, sağlık ve çevre konularında bilinç düzeyinin artması ile artan çevre
sorunları
ve
bunların
sonuçlarının
yaşanır
hale
gelmesi
gibi
nedenler
düşünülebilmektedir. Medya ve diğer iletişim kaynaklarından, Türkiye için oldukça
yeni bir gıda olan GDO’lu gıdalar hakkında, sıklıkla insan sağlığı ve çevre üzerindeki
olumsuz etkilerin olduğu vurgusu yapılmaktadır. Bu bağlamda, GDO’lu gıdalarla ilgili
belirtilen olası olumsuzluklar ve belirsizlikler tüketicilerin bu gıdalar hakkındaki
algılanan fiziksel risk düzeylerini etkiyebilmektedir.
142
Çalışmanın literatür kısmında da belirtildiği üzere tüketiciler satın almaları ile
fayda elde etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle satın almaya bağlı olası olumsuzluklar
istenen bir durum değildir. Tüketiciler yedikleri gıdalardan, günlük besinlerini almalarının
yanı sıra sağlıklarını koruyan hatta daha sağlıklı olmalarını sağlayacak faydayı vererek
yaşam kalitelerini arttırmasını bekleyebilmektedir. GDO’lu gıdalar hakkında ileri sürülen
olası sağlığa olumsuz etkiler ve belirsizlikler, tüketicilerin belirtilen fayda beklentilerine
ters düşmektedir. Özellikle belirtilen olası olumsuzluklar arasında, ölümcül sonuçlar
doğuran ve ölümcül sonuçlarının pek çok kişi tarafından şahit olunulan kanserin yer
alması, tüketiciler için korku ve endişenin oluşmasına sebep olmaktadır. Çalışmada,
algılanan fiziksel riski ölçmek için kullanılan ölçekte kanser hastalığının yer alması ve
analiz sonuçlarına göre algılanan risk türleri içinde fiziksel riske ait ortalamanın en
yüksek ortalamaya sahip olması birlikte düşünüldüğünde, çalışmaya katılan cevaplayıcılar
için de aynı durumun söz konusu olduğu söylenebilmektedir.
Fiziksel risk içinde ele alınan konulardan birisi de çevredir. Çevre felaketlerinin
yaşandığı günümüzde çevreye olası olumsuz etkiler tüketicileri endişelendirmekte ve
korkuya sebep olmaktadır. Nitekim GDO’lu gıdalara yönelik korkuyu inceleyen bir
çalışmada, çevre konusundaki endişenin tüketicilerin GDO’lu gıdalara karşı korku
taşımalarının bir nedeni olduğu tespit edilmiştir (Laros ve Steenkamp, 2004, s.903).
Buna bağlı olarak, tüketiciler satın alımları ile bu olumsuzluklara yol açmaya ortaklık
etmeye karşı çıkmaktadır. Bu bağlamda tüketicilerin, insan sağlığı ve çevre üzerinde
olası olumsuzluklara yol açabileceği iddia edilen GDO’lu gıdalara yönelik satın alma
istekliliklerinin fiziksel risk tarafından etkilenmesi ve fiziksel riskin artması ile GDO’lu
gıdaları satın alma istekliliklerinin azalış göstermesi söz konusu olmaktadır.
Gıdayla ilgili olarak algılanan performans riski; gıdanın yeterince lezzetli olmaması,
besinsel içeriğinin zayıf olması, çabuk bozulması daha geniş bir ifade ile vaat edilen faydayı
verecek performansı gösterememesi ihtimalinin doğurduğu kaygı ve gerilim olarak
düşünülebilmektedir. GDO’lu gıdalar hakkındaki bilgi eksikliği ve deneyimsizlik,
tüketicilerin bu gıdaların performansına ait bilgisini kısıtlamaktadır.
Bilindiği üzere
tüketiciler, hakkında bilgisinin ve deneyiminin az olduğu ürünler için risk algılamaktadır.
Tüketiciler, gıda ürünlerine yönelik satın alma kararlarını verirken şekil, görünüm
ve koku, o meyve ve sebzenin kalitesi hakkında önemli ipuçları olarak kabul
edilmektedir. Son 50 yıldan bu yana tüketicilerin gıda satın alımlarında sağlığa artan bir
önem verdikleri bilinmekle birlikte gıda kalite algılarında gıdaya dayalı algısal özellikleri
sağlığa denk tuttukları iddia edilmektedir. Bu algısal özellikler arasında ise tat, görünüm
143
ve koku gibi unsurlar yer almaktadır (Lodorfos ve Dennis, 2008, s.19). Kültürün de etkisi
ile belki, meyve ve sebzenin tadına bakarak ve dokunarak satın alma sıkça rastlanan bir
durumdur. Öte yandan tüketicilerde, henüz ne tadını bildiği ne de görüp dokunduğu
GDO’lu gıda hakkında performans riskinin oluşması beklenen bir durumdur.
Son zamanlarda tüketiciler arasında, tarımda kullanılan yeni yöntemlerin sebze ve
meyvelerin tatlarını bozduğu ve geleneksel yöntemlerle üretilen meyve ve sebzelerin
koku, tat, görünüm ve besinsel değer açısından daha iyi olduğu inancı vardır. GDO’lu
gıdaların da, tat ve besinsel değer açısından geleneksel yöntemler kullanılarak üretilen
gıdalardan daha iyi olmayacağı düşünülmektedir. Organik gıdaların tüketiciler tarafından
rağbet görmesi de tüketicilerin geleneksel yöntemleri tercih ettiklerinin bir göstergesi
olarak değerlendirilebilmektedir. Tüm bu nedenler ele alındığında tüketicilerde, GDO’lu
gıdalara yönelik algılanan performans riskinin oluşmasına yol açtığı yorumu
yapılabilmektedir. Algılanan performans riskinin de bu gıdaları almaya yönelik satın alma
istekliliğini azaltması, satın alımlarının sonucunda gerilim değil de fayda elde etmeyi
isteyen tüketiciler için beklenen bir durumdur.
Algılanan finansal risk, satın almaya bağlı parasal bir kaybın yaşanma ihtimali
olarak görülmekle birlikte ürünün başarısızlıkları ve/veya ürünün yeterince performans
gösterememesine bağlı olarak fazla para ödendiği ya da gereksiz bir harcamanın
yapıldığına dair bir algının oluşmasında ortaya çıkmaktadır. Gıda harcamaları, günlük
yaşamını sürdürmek için beslenmek zorunda olan tüketiciler için önemli harcama
kalemi olup en sık yapılan harcamalar arasında ön sıralarda yer alabilmektedir.
Özellikle düşük gelir grubundaki ailelerin en çok para harcadıkları ürün grubudur.
Bilindiği üzere, tüketiciler bir üründen sağlamayı düşündüğü faydayı yükseltmek
için, daha çok ya ürününe tam karşılık gelen fiyatı ya da daha düşük bir fiyatı ödemek
isteyebilmektedir. Bu bağlamda tüketiciler, önemli bir harcama kalemi olan ve sağlığı
ile direkt olarak etkileşim içinde olan gıda için de akıllıca bir harcama yapmak
isteyecektir. Tüketiciler, hakkında kuşkuların ve olumsuz sonuçların olabileceğine
inandığı bir gıda için harcama yapmayı, parasını kaybetme ya da parasını boş yere
harcama olarak değerlendirebilecektir. Bu bağlamda, parasını mantıklı harcayarak
faydasını maksimize etme çabası içinde olan tüketicilerde, GDO’lu gıdalar hakkında
olumsuz imaj ve fayda yerine zararın öne çıkması risk algısının oluşmasına yol
açabilmektedir. Çalışma sonuçlarına göre cevaplayıcılar, GDO’lu gıdalara para
harcamanın akılsız olduğunu düşünmüş ve finansal risk algılamışlardır. Yukarıda
belirtilen nedenlere ek olarak cevaplayıcılar arasında düşük gelir grubunda yer alan
144
tüketicilerin sayısı da önemli görülmektedir. Düşük gelir grubunda yer alan tüketicilerin
gıda harcamalarında daha fayda yanlısı tutum içinde olmaları doğal bir durumdur.
GDO’lu gıdaların fiyatları hakkında kesin bir bilgi olmaması da dikkate alınması
gerekli önemli bir faktördür. GDO’lu gıdaların daha ucuz gıda olacağı iddiaları söz
konusudur. Ancak besin değeri yüksek, ilaç ve vitamin ekli ikinci nesil GDO’lu
gıdaların bu özellikleri itibari ile diğer gıdalardan daha pahalı olabileceği beklentisi de
mevcuttur. Bununla birlikte, ileri teknoloji kullanımının maliyetinin yüksek olabileceği
ve bunun fiyatlara yansımayabileceği de düşünülmektedir.
GDO’lu gıdaların fiyatlarının göreceli olarak makul olabileceği düşünülse bile
hakkında insan sağlığına zararlarının olabileceğine yönelik iddiaların olması, olası
finansal kayıplar için birlikte düşünülmesi gereken bir durum sergilemektedir. GDO’lu
gıdaların insan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlarının gerçekleşmesi halinde
tüketicilerin, bu olumsuzlukların tespiti ve tedavisi için harcamada bulunması
gerekmektedir. Bu harcamanın ise ne kadar olabileceği şu anda tüketiciler için
belirsizlik içeren bir durumdur.
Psikolojik risk satın alma davranışına bağlı olarak gelişen zihinsel stres, endişe,
kaygı ve huzursuzluk olarak nitelendirilebilmektedir. İnsan, çevre, ekonomi ve gelecek
nesiller açısından olumsuz sonuçlarının olabileceği iddiası GDO’lu gıdalar hakkında
tüketicilerin endişe duymalarına ve zihinsel bir stres yaşamalarına neden olmaktadır.
Bilindiği üzere korku ve bir şeylerin yolunda gitmesine yönelik endişe algılanan
psikolojik riskler arasındadır (Simpson ve Siguaw, 2008, s.177). Tüketicilerin GDO’lu
gıdalara karşı korku taşıdıkları çalışmalarda ortaya çıkmıştır (Laros ve Steenkamp,2004;
Townsend ve Campbell, 2004). Tüketicilerin en önemli bilgi edinme kaynakları
arasında yer alan medyada daha çok bu gıdalarla ilgili olumsuzlukların dile getirilmesi
hatta bu gıdalar için “Frenkeştayn” adlandırması yapılması, internet ve görsel medyada
korku ve huzursuzluk unsuru oluşturacak öğelerin ve çizimlerin bulunması, tüketicilerin
psikolojilerini etkilemektedir. GDO’lu gıdalarla ilgili olarak “kanser riski”, “felaket”,
“risk”, “ölüm” gibi terimlerinin kullanılması GDO’lu gıdalara yönelik korku
oluşturabilmektedir (Laros ve Steenkamp, 2004, s.800).
Ek olarak, doğal olandan uzaklaşma fikri kaygı duygularını tetikleyebilecek
güce sahiptir. Önceki bir çalışmada da tüketicilerin, GDO’lu gıdaları yapay buldukları
ve bu yönü ile eleştirdikleri bulunmuştur (Lea, 2005). GDO’lu gıdalar, genetik değişim
sonucunda meydana geldiğinden “genlerle oynama/değiştirme” ifadesi tüketicilerde
huzursuzluk oluşturabilmektedir.
145
Bilinmeyen, insanları korkutma gücüne sahip olabilmektedir. Bilim insanları,
uzmanlar arasındaki söylem farklılıkları tüketiciler arasındaki belirsizliği arttırmaktadır.
GDO’lu gıdaların gelecekte nasıl sonuçlara
yol açabileceği henüz kesinlik
kazanmadığından belirsizlik sürmekte ve tüketiciler, şu an edindikleri bilgiye bağlığı
olarak korku ve endişe verici söylemleri dikkate almaktadır. GDO’lu gıdalar ile ilgili
faydalar dile getirilse bile, kaybetme ihtimali tüketicilerde daha ağır basmaktadır.
Tüketiciler satın alımları sonucunda kaybetmektense kazanmayı tercih etmektedir.
Bununla birlikte kaybedilen, sağlık ve çevre gibi tüketiciler için çok önemli olan
değerler olduğundan kaybetmenin bedeli büyük olarak algılanabilmektedir. GDO’lu
gıdalara yönelik tüketicilerde oluşan kaygı, huzursuzluk ve gerilim tüketicilerin bu
gıdalara yönelik algılanan psikolojik risklerini doğurmakta ve tüketicilerin GDO’lu
gıdalara ilişkin satın alma istekliliğini azalta bilmektedir.
Algılanan risk türlerinin GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerindeki toplu
etkisini ve hangi risk türünün en etkili olduğunu belirlemek üzere yapılan çoklu
regresyon analizinde tüm risk türlerinin etkili olduğu ve finansal riskin en etkili risk türü
olduğu belirlenmiştir. Finansal riskin en etkili risk olması sebebini üç nedene
bağlanabilmektedir. Birincisi, tüketicilerin bu gıdalara yönelik olarak insan sağlığı ve
çevre üzerindeki olumsuzluklarına bağlı olarak paralarını zarar verecek bir şeye
harcamayı mantıksız bulmaları ikincisi, cevaplayıcılar arasında geliri düşük grubun
çoğunlukta olması ve üçüncüsü, şimdi satın alımından memnun olduğundan parasal bir
kaybı göze almamasıdır.
Cevaplayıcıların kararlarında kısa vadeli düşündükleri de söylenebilmektedir.
Zira sonuçları nispeten zaman alacak olan sağlık ve çevre ile ilgili olumsuzlukları içeren
fiziksel risk finansal risk ve performans riskinden sonra gelmiştir. Sonuçlarını bizzat
yaşayıp yaşamayacağından emin olmama tüketicileri kısa vadeli düşünmeye sevk etmiş
olması ihtimal dahilindedir. Bunun yanı sıra, gıda ile ilgili yaşanan olumsuz olaylar
(deli dana, kuş gribi, hijenik olmayan ortamlarda üretim) ve yiyeceklerin bir kısmının
kanserojen etkisinin olması, tüketicilerde gıdaların sağlıklı olup olmadığını dikkat
etmez hatta “hangi değimiz iyi ki” dedirtir hale getirmiştir. Bununla birlikte, alkol ve
fast-food gibi yiyecek ve içecekler sağlığa zararı kesinleşmiş olması dolaysı ile de
fiziksel risk algılamasına yol açmasına rağmen tüketilmek ve satın alınmak
istenmektedir.
146
5.3. Kulaktan Kulağa İletişimin Algılanan Risk Türleri Üzerindeki Etkisine
Yönelik Yorumlar
Literatürde, algılanan risk türleri açısından kulaktan kulağa iletişimin
incelenmesine yönelik çalışmaların azlığı eleştiri konusu olmuştur (Ling ve Fang, 2006,
s.1209; Ha, 2002). GDO’lu gıdalar için, algılanan riski (genel olarak) ele alıp kulaktan
kulağa iletişimi inceleyen çalışmaların sayısı kısıtlıdır. Bu çalışmalara göre, kulaktan
kulağa iletişim GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk düzeyini arttırmaktadır (Ergin
vd., 2008; Curtis ve Molter, 2007). Bununla birlikte çalışma kapsamında yürütülen
literatür taramalarında, GDO’lu gıdalar için algılanan risk türleri açısından kulaktan
kulağa iletişimi inceleyen araştırmalara rastlanamamıştır. Bu bakımdan çalışma,
kulaktan kulağa iletişimle GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türlerinin incelemesi
konusundaki boşluğun doldurulmasına katkı sağlayabilecektir.
Çalışmada, GDO’lu gıdalara yönelik tüketiciler tarafından algılanan risk
türlerinden fiziksel risk (çok zayıf), performans riski (çok zayıf) ve psikolojik risk (çok
zayıf) ile kulaktan kulağa iletişim arasında istatistiksel açıdan anlamlı pozitif bir ilişki
olduğu ve bu algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişimden etkilendiği tespit
edilmiştir. Böylece çalışma sonuçlarının, algılanan risk ile kulaktan kulağa iletişimi
inceleyen çalışmaların bulguları ile kısmen örtüştüğü değerlendirmesi yapılabilmektedir.
Zira algılanan risk türlerinden finansal risk ile kulaktan kulağa iletişim arasında
istatistiksel açıdan anlamlı ilişki olmadığı ve finansal riskin, kulaktan kulağa iletişimden
etkilenmediği tespit edilmiştir.
Kulaktan kulağa iletişim ile ilişkili ve kulaktan kulağa iletişimden etkilenen
algılanan riskler türler açısından incelendiğinde; fiziksel riskin, performans riskinin ve
psikolojik riskin ilişki olduğu ve kulaktan kulağa iletişim arttığında fiziksel riskin,
performans riskinin ve psikolojik riskin de artacağı belirlenmiştir. Tüketicilerin,
arkadaşları ve aile bireyleri ile GDO’lu gıdalara yönelik fiziksel, performans ve
psikolojik risk oluşturacak sohbetler gerçekleştirdikleri söylenebilmektedir.
Cevaplayıcıların, aileleri ve arkadaşları ile GDO’lu gıdaların insan sağlığı ve
çevre üzerindeki olası olumsuz etkilerinin sohbet konusu olması muhtemeldir. Zira bilgi
kaynaklarında, GDO’lu gıdalarla ilgili olarak daha çok bu gıdaların olası sağlık
problemleri oluşturacağı sıkça vurgulanmaktadır. Özellikle sağlık endişesi taşıyan,
sağlıklı beslenme hassasiyeti gösteren ve bazı hastalıkları olan tüketicilerin, gıdaların
147
fayda ve zararları hakkında birbirlerini bilgilendirdikleri ve tavsiyede bulundukları
tahminlerden uzak değildir.
Son
zamanlarda
meyve
ve
sebzelerin,
görünüm
ve
tat
itibari
ile
memnuniyetsizliğe yol açması, antibiyotik ve hormon kullanımının huzursuzluk
oluşturması söz konusudur. Buna bağlı olarak tüketicilerin, özellikle misafirlik ve
birlikte yenilen yemeklerde gıdaların bu özelliklerini konuştukları da sıkça rastlanan bir
durumdur. Tüketiciler arasında GDO’lu gıdaların, tadının hoş olmayacağı düşünülmekte
hatta tadı beğenilmeyen gıdalar için “hormonlu” ya da “GDO’lu” denildiği
gözlemlenmektedir. Bu bağlamda, bu tarz konuşmaların tüketicilerde GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan fiziksel risk ve performans riskini tetiklemesi ve arttırması
muhtemeldir. Bununla birlikte, olası risklerin ve iletişim mecralarında kullanılan korku
öğelerinin tüketiciler üzerinde oluşturabileceği gerilim ve endişe hali de psikolojik
riskin oluşmasına ve artmasına sebep olabilecektir.
Kulaktan kulağa iletişim ile fiziksel riskin, performans riskinin ve psikolojik
riskin ilişkili ancak zayıf ilişkili olduğu belirlenmiştir. Dolayısı ile incelenmesi gerekli
bir konu da zayıf ilişkidir. Tüketicilerin GDO’lu gıdalar konusunda bilgi kaynağı olarak
kulaktan kulağa iletişimi az kullanmaları, teknik ve karmaşık bir konuda uzman
kişilerin görüşlerini daha gerçekçi ve doğru bulmaları, tüketicilerin henüz GDO’lu
gıdaya yönelik deneyim sahibi olmamaları, tüketicilerin kısıtlı bilgiye sahip olmaları
gibi nedenler algılanan risk türleri (fiziksel risk, performans riski ve psiklojik risk) ile
kulaktan
kulağa
iletişim
arasındaki
ilişkinin
zayıflığının
nedenleri
olarak
değerlendirebilmektedir. Finansal risk ile kulaktan kulağa iletişim arasındaki ilişkinin
olmayışı da yine tüketicilerin bu konudaki kısıtlı ya da hiç bilgi sahibi olmayışına ve
deneyimsizliğine bağlanabilmektedir.
5.4. Kulaktan Kulağa İletişimin GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği Üzerindeki
Etkisine Yönelik Yorumlar
Çalışmada, kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği
arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra,
kulaktan kulağa iletişimin GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerindeki etkisinin
olmadığı da görülmüştür. Bu sonuçlar üç nedene bağlanabilmektedir. Birincisi, henüz
tüketiciler GDO’lu gıdalar konusunda deneyim sahibi değildir ve oldukça teknik bir
konu olan GDO’lu gıda konusundaki bilgileri yetersizdir. Bu nedenle de güvenilir
148
düşük bir bilgi kaynağı olduklarından satın alma istekliliği üzerinde de etkili değildirler.
Çalışmada da aile, arkadaş ve komşudan edilen bilgiye duyan güven düzeyinin diğer
bilgi kaynakları türlerine (medya hariç) göre düşük bulunulması da buna bir kanıt
niteliğindedir. İkincisi, GDO’lu gıdaların oldukça yeni olması, medyada güncelliğinin
azalması ve henüz tüketicilerle karşılaşması gerçekleşmediğinden sohbetlere fazla konu
edinilmemektedir. Üçüncüsü, tüketiciler arasında GDO’lu gıdaların fayda ve zararının
henüz görülmemesidir.
GDO’lu gıdaların piyasaya girmesi ile birilikte, GDO’lu gıdalara yönelik olarak
tüketicilerin kulaktan kulağa iletişim sürecine daha fazla girecekleri düşünülmektedir.
Günlük sohbetlerde alış veriş deneyimlerinden bahseden, yemek tariflerini birbirine
veren, sağlıklı yaşam için önerilerde bulunan ve yeniliği takip eden tüketiciler arasında
GDO’lu gıdaların konuşulması kaçınılmaz olarak değerlendirilmektedir. Öte yandan
medyada GDO’lu gıdaların popülerlik kazanması söz konusu olacağından birbirleri ile
günlük haberleri yorumlayan tüketiciler arasında da bu gıdalara yönelik sohbetlerin
olacağı düşülmektedir. Bu ürünlerin piyasaya girmesi diğer iletişim kanallarını da
canlandıracağından kulaktan kulağa iletişimi de canlandıracaktır. Dolayısı ile kulaktan
kulağa iletişimin satın alma istekliliği ile olan ilişkisi ve etkisi konusu GDO’lu gıdaların
piyasaya girmesi durumunda yeniden incelenmelidir.
5.5. Kulaktan Kulağa İletişim- GDO’lu Gıda Satın Alma İstekliliği İlişkisinde Ara
Değişken Olarak Algılanan Risk Türlerinin Yorumu
Çalışmada algılanan risk türleri, kulaktan kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın
alma istekliliği ilişkisinde ara değişken olarak tespit edilememiştir. Bunun nedeni,
kulaktan kulağa iletişimin GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde etkili
olmamasıdır. Bu durumda, algılanan risk türleri ara değişken olarak kulaktan kulağa
iletişimin, GDO’lu gıda satın alma istekliliğini nasıl veya neden tahmin ettiğini ya da
yol açtığını açıklamada kullanılamamaktadır.
GDO’lu gıdaların piyasaya girmesi ile kulaktan kulağa iletişim süreci
canlanacağından GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde etkisinin oluşabileceği
düşünülmektedir. Dolayısı ile kulaktan kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın alma
istekliliği ilişkisinde, algılanan risk türleri ara değişkenliği konusu yeniden
incelenmelidir. Önceki çalışmalar tüketicilerin arkadaş ve ailelerinden edindikleri
bilgilerin algılanan risklerini etkilediğini göstermiştir. Arkadaş ve ailenin GDO’lu
149
gıdalar hakkındaki söylemlerinin satın alma istekliliğini etkilemesi durumunda
algılanan risk türleri de dahil edilerek inceleme yapılmalıdır.
5.6. Demografik Özelliklere Göre Farklılıklara Ait Yorumlar
GDO’lu gıdalar hakkındaki tüketici davranışları çalışmalarında algılanan riskin,
demografik özelliklere yönelik olarak belirlenen gruplar açısından çok az çalışmaya
konu edinildiği, algılanan riskin genel olarak ele alındığı ve bu çalışmaların karma
sonuçlara ulaştıkları görülmüştür. Bu çalışmada algılanan risk, türler açısından ele
alınmış olup demografik özelliklere göre belirlenen gruplar arasındaki farklılıklar bu
türler açısından incelenerek literatüre katkı sağlanması umulmuştur.
Çalışmada, algılanan risk türlerine yönelik olarak cinsiyet grupları arasında fark
olduğu ve kadın cevaplayıcıların tüm algılanan riskleri açısından daha fazla risk
algıladıkları belirlenmiştir. Çalışma sonuçları önceki çalışma sonuçları ile benzerlik
göstermektedir (Costa- Front ve Mossialos, 2007, s.179; Wachenheim, 2006, s.36;
Subrahmanyan ve Cheng, 2000). Kadınsal özelliklerin özellikle de korumacılığın,
duygusallığın, başkalarını düşünmenin ve sağlık endişesinin kadınların, GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan risklerini etkilediği ve erkeklere göre daha fazla risk algılamalarına
neden oldukları düşünülmektedir. Medeni durum açısından, GDO’lu gıdalara yönelik
algılanan risk türlerinin evlilerde daha yüksek düzeyde olduğu belirlenmiştir. Bu durum
başkalarını düşünme özelliğinin evlilikle beraber artmasına bağlanabilmektedir.
Yaş grupları arasında tüm algılanan risk türleri için istatistiksel açıdan anlamlı
bir farkın olduğu ve “20-29 yaş” grubundakilerin tüm türler açısından en düşük
algılanan risk düzeylerine sahip oldukları tespit edilmiştir. Bu sonuç gençlerin,
yeniliklere daha açık ve genel olarak risk üstlenmeye daha fazla hazır olmaları başka bir
deyişle de maceracı olmaları ile açılanabilmektedir. Eğitim seviyesine göre belirlenen
gruplar arasında performans riski, finansal risk ve psikolojik açısından fark olduğu
belirlenmiştir. Üniversite mezunu olmayan grubun, bu risk türlerine ait algılanan
risklerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bu sonucun, Lea (2005) tarafından
gerçekleştirilen çalışma ile tutarlı olduğu görülmüştür. Öte yandan, fiziksel risk
açısından eğitim grupları arasında fark olmadığı belirlenmiştir. Nitel çalışmaya katılan
eğitim düzeyleri yüksek olan akademisyen görüşmecilerin de sağlık ve çevre hakkında
risk algıladıkları düşünüldüğünde çıkan sonucun şaşırtıcı olmadığı düşünülmektedir.
Gelir grupları arasındaki farklılık incelemeleri sonucunda ise fiziksel risk, performans
150
riski ve finansal risk açısından gruplar arasında fark olduğu tespit edilmiştir. Fiziksel
risk, performans riski ve finansal risk açısından 1000TL’den az geliri olan grubun daha
yüksek algılanan riske sahip oldukları görülmüştür. Bu grubun harcamalarında önemli
bir yer tutan gıda konusunda daha şüpheci ve endişeli olmaları, paralarının tam
karşılığını ya da daha fazlasını almayı istemeleri beklenen bir durum olmuştur. Öte
yandan tüm gelir grupları için GDO’lu gıdalar psikolojik olarak bir rahatsızlık, gelirim
ve kaygı uyandırdığı söylenebilmektedir.
151
BÖLÜM VI
SONUÇ VE ÖNERİLER
GDO’lu gıdaların faydaları ve zararları hem bilimsel alanda hem de kamuoyunda
tartışmalı bir konudur. GDO’lu gıdaların fayda ve zararları hakkında kesin bulgulara
henüz ulaşılamamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) (2009) göre; farklı GDO’lar,
farklı yollarla ilave edilmiş farklı genleri içermektedir. Bu nedenle, bireysel olarak
GDO’lu gıdalar ve bunların güvenilirliliği durum bazında değerlendirilmelidir. Dolayısı
ile Dünya Sağlık Örgütü, tüm GDO’lu gıdaların güvenilirliği hakkında genel bir ifade
kullanmayı mümkün görmemektedir. Paralel olarak, Gıda ve Tarım Örgütü/ Dünya Sağlık
Örgütü de (FAO/WHO) (2003) genetiği değiştirilmiş hayvan gıdaları ve bunların türevleri
için risk nitelendirmenin durum bazında belirlenmesini tavsiye etmiştir.
Tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk türlerini ve bunların satın
alma istekliliği ve kulaktan kulağa iletişim ile olan ilişkilerini belirlemek çalışmanın
temel amacını oluşturmuştur. Çalışmanın amaçları doğrultusunda, nitel ve nicel olmak
üzere iki türlü araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu bölümde; ilk olarak araştırma ile elde
edilen sonuçlara ve ikinci olarak, sonuçlardan yola çıkılarak geliştirilen uygulamaya ve
gelecek çalışmalara yönelik önerilere yer verilmiştir.
6.1. Sonuç
Nitel çalışma kapsamında fen bilimlerinin ve sağlık bilimlerinin farklı bilim
dallarından 10 akademisyen ile yüz yüze mülakat tekniği ve yarı yapılandırılmış görüşme
formu kullanılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda görüşmecilere GDO’lu
gıdaların çıkış nedenleri, olası fayda ve zararları, GDO’lu gıdalara ilişkin belirsizlik olup
olmadığı ve varsa hangi konuları kapsadığı sorulmuştur. Görüşmecilerin bir tüketici de
olduklarından hareketle, GDO’lu gıda satın alma isteklilikleri ve verdikleri cevapların
nedenleri de sorulmuştur. Görüşmeler betimsel analiz kullanılarak incelenmiştir.
Çalışmanın güvenilirliğini sağlamak için betimsel analiz sonuçları görüşmeciler ile
paylaşılmış ve böylece kendi düşüncelerinin doğru biçimde yansıtılıp yansıtılmadığı
belirlenmiştir. Gerekli düzenlemelerden sonra analiz sonuçları son halini almıştır.
152
Görüşmelerde ortaya çıkan bilimsel bilgilere göre insan sağlığı, çevre, ekonomi
bakımından GDO’lu gıdaların olası fayda ve zararları söz konusudur. Bununla birlikte
yine bu alanlarda belirsizlikler mevcuttur. Mevcut belirsizliklerin, bilimsel çalışmaların
yeterli sayıda olmaması ve kesin bilimsel sonuçlara henüz ulaşılamamış olmasından
kaynaklandığı vurgulanmıştır. Görüşmecilerin 8’i GDO’lu gıdalar hakkında risk
algıladıklarını ve yüksek düzeyde endişe taşıdıklarını belirtmiştir. Görüşmecilerin 6’sı
kesinlikle GDO’lu gıda satın almak istemez iken 2’si belirli koşulların sağlanması
halinde satın almak isteyebileceklerini belirtmiştir. GDO’lu gıda satın alma istekliliği
olan görüşmeci sayısı ise 2’dir. GDO’lu gıdaları satın almayı kesinlikle istemeyen
görüşmecilerin sağlık ve çevreye yönelik olumsuzlukları ve belirsizlikleri vurguladıkları
tespit edilmiştir. GDO’lu gıdaları satın almayı isteyen görüşmeciler de sağlık ve çevreye
yönelik faydaları dile getirmiştir.
Nicel çalışma için veriler, literatür ve nitel çalışmadan faydalanılarak hazırlanan
anket formu vasıtasıyla Adana’nın en büyük alışveriş merkezi müşterileri ile yüz yüze
anket yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Örnekleme, alışveriş merkezinde örnekleme
türünde gerçekleştirilmiştir. GDO’lu gıdalar hakkında bilgisi düşük olan müşterileri
bilgilendirme ve bilgi düzeyi göreceli olarak yüksek olanlar içinse bir hatırlatmada
bulunarak ankete katılımı sağlamak ve sağlıklı veri toplamak amacıyla literatür ve nitel
çalışmadan hareketle bir ön metin hazırlanmış ve değişkenleri ölçen ifadelerden önce
cevaplayıcılara bu ön metin okunmuştur. Değişkenleri ölçemeye yönelik kullanılan
ifadeler önceki çalışmalardan ve nitel çalışma sonuçlarında hareketle düzenlenmiştir.
Çalışmanın amaçları doğrultusunda gerçekleştirilen analizler 614 anket formu
üzerinden gerçekleştirilmiştir. Cevaplayıcıların % 56,2’sini erkekler oluşurken evlilerin
oranı % 56,7’dir. Diğer demografik özelliklere göre en yüksek oran; eğitim durumuna
göre % 44 ile üniversite mezunları, yaş aralığına göre %18,6 ile 36–40 yaş aralığındaki ve
gelir için % 23 ile 1000–1500 TL arasında gelir için tespit edilmiştir. Cevaplayıcıların
%98,4 ü GDO’lu gıdaların etiketlenmesi gerektiğini bildirilmiştir.
Çalışmada, cevaplayıcıların GDO’lu gıdalar konusunda bilgi edindikleri
kaynaklara duydukları güven düzeyi incelenmiş mühendislerin (çevre, ziraat, gıda, …)
en güvenilir bulunduğu tespit edilmiştir. Diğer güvenilir bulunan bilgi kaynakları sırası
ile doktor/sağlık mensupları, akademisyenler, sivil toplum örgütleri, aile, arkadaş,
komşu ve en son güvenilir grup ise medya olarak belirlenmiştir. Bilgi kaynaklarına
duyulan güven algılanan risk türleri için incelendiğinde; fiziksel riske ait ortalama,
akademisyenleri en güvenilir bulan cevaplayıcılar için en yüksek düzeyde iken
153
performans riskine, finansal riske ve psikolojik riske ait ortalamanın arkadaş ve
komşuları en güvenilir bulan cevaplayıcılar için en yüksek düzeyde olduğu görülmüştür.
Ayrıca, cevaplayıcıların tüm bilgi kaynakları ve bunlara duyulan güven düzeyinde
GDO’lu gıda satın alma istedikleri görülmüştür.
Önceki GDO’lu gıdalara yönelik tüketici davranışları çalışmaları bulguları ile
tutarlı olarak GDO’lu gıdalara yönelik risklerin algılanıldığı ortaya çıkmıştır. Çalışmada
ele alınan dört algılanan risk türü olan fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve
psikolojik riskin GDO’lu gıdalara yönelik olarak algılanıldığı belirlenmiştir. Algılanan
risk türleri ortalamaları incelendiğinde sağlık ve çevre ile ilgili riskleri kapsayan fiziksel
riske ait ortalamanın en yüksek olduğu tespit edilmiştir. Diğer algılanan risklere ait
ortalamalara göre en yüksek ortalamada ikinci sırada performans riski, üçüncü sırada
finansal risk ve dördüncü sırada psikolojik risk yer almıştır.
Literatüre göre GDO’lu gıdaların kabulünde ve satın alma davranışlarının
şekillenmesinde ve dolayısı ile satın alma istekliliği konusunda, algılanan riskin etkili
olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda, algılanan risk türleri ile GDO’lu gıda satın alma
istekliliği arasındaki ilişki incelenmiş ve bu ilişkilerin incelenmesine yönelik olarak
korelasyon analizi gerçekleştirilmiştir. Analiz sonuçlarına göre algılanan risk türleri ile
GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında negatif doğrusal bir ilişki belirlenmiştir.
Algılanan risk türlerinin, GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerindeki etkisini
belirlemek için regresyon analizi kullanılmış ve algılanan risk türlerinin negatif etkiye
sahip olduğu görülmüştür. Başka bir deyişle analiz sonuçları; fiziksel risk, performans
riski, finansal risk ve psikolojik risk arttıkça GDO’lu gıda satın alma istekliliğinin
azaldığını göstermiştir. Böylece, algılanan risk türleri ile GDO’lu gıda satın alma
istekliliği arasında negatif ilişki olduğu (H1a,H2a,H3a ve H4a) ve algılanan risk
türlerindeki artışla birlikte GDO’lu gıda satın alma istekliliğinin azalacağı (H1b, H2b,
H3b ve H4b) yönünde kurulan tüm hipotezler desteklenmiştir. Bu yönü ile çalışma,
algılanan riski genel olarak ele alan çalışmaların algılanan risk arttıkça satın alma
istekliliğinin azaldığı yönündeki bulguları ile örtüşmektedir.
Önceki çalışmalarda, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan riskin aile ve arkadaş
çevresinden edinilen bilgilerle yani kulaktan kulağa iletişimle arttığı belirlenmiştir. Bu
çalışmada ise kulaktan kulağa iletişim algılanan risk türleri açısından ele alınılarak
olabilecek ilişki ve etkilenme durumu incelenmiştir. Yapılan korelasyon analizlerinde
kulaktan kulağa iletişim ile fiziksel risk, performans riski ve psikolojik risk arasında
pozitif anlamlı bir ilişki olduğu ve finansal risk ile ilişkili olmadığı görülmüştür.
154
Regresyon analizi sonuçları da kulaktan kulağa iletişimin; fiziksel riskin, performans
riskinin ve psikolojik riskin etkilendiğini ancak finansal riski etkilemediğini ortaya
çıkarmıştır. Bu durumda, kulaktan kulağa iletişim arttıkça fiziksel riskin, performans
riskinin ve psikolojik riskin de artacağı sonucuna varılmıştır. Böylece, kulaktan kulağa
işleştim ile algılanan risk türlerinin pozitif ilişkili olduğunu (H5a,H6a ve H8a) ve
kulaktan kulağa iletişim arttıkça finansal risk hariç algılanan risk türleri artacağını (H5b,
H6b ve H8b) belirten hipotezler desteklenmiştir. Dolayısı ile genel olarak algılanan
riskin kulaktan kulağa iletişimle arttığı belirleyen çalışmalar ile benzer sonuçlara
ulaşıldığı görülmüştür.
Öte yandan, kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği
arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişkinin olmadığı ve GDO’lu gıda satın alma
istekliliğinin kulaktan kulağa iletişimden etkilenmediği belirlenmiştir. Bu durumda,
kulaktan kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında negatif bir ilişki
olduğunu (H9a) ve kulaktan kulağa iletişim arttıkça GDO’lu gıda satın alma istekliliği
azalacağı (H9b) yönündeki hipotezler desteklenmemiştir.
Kulaktan kulağa iletişimin algılanan risk türlerini ve algılanan risk türlerinin de
GDO’lu gıda satın alma istekliliğini etkileyebileceği öngörüsünden hareketle algılanan
risk türlerinin ara değişken olabileceği düşünülmüş ve çalışmanın amaçlarına uygun
olarak hipotezler geliştirilmiştir. Hipotezleri test edebilmek için özellikle psikoloji
alanında sıkça kullanılan ve bir dizi regresyon analizini içeren Baron ve Kenny’nin
(1986) ara değişkenlik için geliştirdikleri yaklaşımlarından yararlanılmıştır. Analiz
sonuçlarından algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın
alma istekliliği ilişkisinde ara değişken olmadığı görülmüştür. Bu durum ise kulaktan
kulağa iletişim ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında istatistiksel açıdan
anlamlı bir ilişkinin olmayışından kaynaklanmıştır. Dolayısı ile ara değişkenlik için
geliştirilen ilgili hipotezler (H10, H11, H12 ve H13) desteklenememiştir.
Literatür incelemelerinde,
genel olarak algılanan riske yönelik demografik
özellikler açısından karma sonuçlara ulaşıldığı ve algılanan risk türleri açısından
demografik özelliklerin detaylı biçimde incelenmediği görülmüştür. Bu bağlamda
çalışma kapsamında, algılanan risk türleri bakımından demografik gruplar arasında fark
olup olmadığı incelenmiştir. Bu kapsamda bağımsız örneklem t testi, ANOVA analizi,
Scheffe ve Welch testlerinden yararlanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre cinsiyet, medeni
durum ve yaş grupları arasındaki farklılığı belirten hipotezler (H14, H15 ve H16)
155
desteklenirken eğitim ve gelir grupları arasındaki farklılığı belirten hipotezler kısmen
desteklenmiştir. Yapılan analiz sonuçlarına göre;
•
Tüm algılanan risk türleri için cinsiyet grupları arasında istatistiksel
açıdan anlamlı bir farkın olduğu ve tüm algılanan riskleri açısından
kadınların daha fazla risk algıladıkları belirlenmiştir.
•
Medeni durum grupları arasında da tüm algılanan risk türleri için
istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın olduğu ve tüm algılanan riskler
açısından evlilerin daha fazla risk algıladıkları görülmüştür.
•
Yaş grupları arasında tüm algılanan risk türleri için istatistiksel açıdan
anlamlı bir farkın olduğu tespit edilmiştir. Fiziksel risk, performans riski
ve finansal risk için “20-29 yaş” grubu diğer yaş gruplarından farklılık
göstermekle birlikte bu gruba ait algılanan risklerin diğer gruplardan
daha düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Psikolojik risk içinse “20-29 yaş” ile
“50 ve üstü yaş” grubu arasında fark belirlenmiş olup önceki algılanan
risk düzeylerine bağlı olarak “20-29 yaş” grubunun daha düşük düzeyde
psikolojik risk algıladıkları belirlenmiştir.
•
Eğitim grupları arasında fiziksel risk açısından bir fark olmadığı ancak
performans riski, finansal risk ve psikolojik açısından fark olduğu tespit
edilmiştir. Üniversite mezunu olmayan grubun; performans, finansal risk
ve psikolojik risklerine ait ortalamalarının daha büyük olduğu tespit
edilmiştir.
•
Gelir grupları arasında psikolojik risk açısından bir fark olmadığı ancak
fiziksel risk, performans riski ve finansal risk açısından fark olduğu tespit
edilmiştir. Fiziksel risk, performans riski ve finansal risk açısından “1000
TL’den az” ile “3000 TL ve üstü” gelire sahip olanlar arasında fark
olduğu ve “1000 TL’den az” gelire sahip grubun daha yüksek fiziksel
risk, performans riski ve finansal risk algıladıkları belirlenmiştir.
Araştırma kapsamında test edilen hipotezlere ait sonuçlara Tablo 53’de yer
verilmiştir.
156
Tablo 53
Hipotez Sonuçları
Hipotezler
Durum
H1: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk,
H1a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Desteklenmiştir
H1b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
Desteklenmiştir
H2: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski,
H2a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Desteklenmiştir
H2b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
Desteklenmiştir
H3: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk,
H3a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Desteklenmiştir.
H3b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
Desteklenmiştir.
H4: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk,
H4a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Desteklenmiştir
H4b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif yönde etkilidir.
Desteklenmiştir
H5: Kulaktan kulağa iletişim,
H5a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk arasında anlamlı bir
Desteklenmiştir
ilişki vardır.
H5b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk üzerinde pozitif yönde
Desteklenmiştir
etkilidir.
H6: Kulaktan kulağa iletişim,
H6a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski arasında anlamlı
Desteklenmiştir
bir ilişki vardır.
H6b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski üzerinde pozitif
Desteklenmiştir
yönde etkilidir.
H7: Kulaktan kulağa iletişim,
H7a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk arasında anlamlı bir
Desteklenmemiştir
ilişki vardır.
H7b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk üzerinde pozitif yönde
Desteklenmemiştir
etkilidir.
H8: Kulaktan kulağa iletişim,
H8a: ile GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk arasında anlamlı bir
ilişki vardır.
Desteklenmiştir
157
(Tablo 53’ün Devamı)
H8b: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk üzerinde pozitif yönde Desteklenmiştir.
etkilidir.
H9: Kulaktan kulağa iletişim,
H9a: ile GDO’lu gıda satın alma istekliliği arasında negatif bir ilişki vardır.
Desteklenmemiştir
H9b: GDO’lu gıda satın alma istekliliği üzerinde negatif etkisi yönde etkilidir.
Desteklenmemiştir
H10: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan fiziksel risk, kulaktan kulağa Desteklenmemiştir
iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
H11: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan performans riski, kulaktan Desteklenmemiştir
kulağa iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara
değişkendir.
H12: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan finansal risk, kulaktan kulağa
Desteklenmemiştir
iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
H13: GDO’lu gıdalara yönelik algılanan psikolojik risk, kulaktan kulağa
Desteklenmemiştir
iletişim- GDO’lu gıda satın alma istekliliği ilişkisinde ara değişkendir.
H14: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) Desteklenmiştir
açısından cinsiyet grupları arasında farklılık vardır.
H15: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) Desteklenmiştir
açısından medeni durum bakımından farklılık vardır.
H16: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) Desteklenmiştir
açısından yaş grupları arasında farklılık vardır.
H17: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik) Kısmen
açısından eğitim düzeyleri arasında farklılık vardır.
Desteklenmiştir
H18: Algılanan risk türleri (fiziksel, performans, finansal, psikolojik)
Kısmen
açısından gelir grupları arasında farklılık vardır.
Desteklenmiştir
6.2. Öneriler
Çalışmada işletmeler, yasal düzenlemeler, sivil toplum örgütleri ve gelecekteki
akademik çalışmalar için ışık tutabilecek bulgulara ulaşıldığı düşünülmektedir. Bu
bağlamda geliştirilen önerilere aşağıdaki başlıklarda yer verilmiştir.
158
6.2.1. Uygulamaya Yönelik Öneriler
Son yirmi yıl içinde tarım endüstrisinin iki temel eğilim tarafından
yönlendirildiği ve bunların; gıda kaynaklı hastalıkların (deli dana, kuş gribi gibi) ve
GDO’lu gıdalar kullanımın artması olduğu belirtilmektedir (Essoussi ve Zahaf, 2008,
s.95). Belirtilen eğilimlerin paralelinde tüketicilerde de gıda konusunda hassasiyetlerin
olduğu gözlenmektedir. GDO’lu gıdalara yönelik olarak tüketicilerin risk algıladıkları
da bilinmektedir. Bu çalışma sonuçları da tüketicilerde, algılanan risklerin olduğunu
ortaya çıkarmakla birlikte türler açısından fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve
psikolojik risklerin algılanıldığını göstermiştir. Bu bağlamda, üretici ve perakendeci
işletmelerin tüketicilerde ortaya çıkan bu risk türlerini dikkate almaları gerekmektedir.
GDO’lu gıdalara yönelik bir pazardan söz edilebilmesi için bu gıdaların
tüketiciler tarafından kabul görülmesi lüzumlu görülmektedir. Literatür (Chen ve Li,
2007) ve bu çalışmanın da öngörüsüne göre, GDO’lu gıdaların başarılı olabilmesi için
tüketiciler tarafından kabulü oldukça önemlidir. Literatürde algılanan riskin,
tüketicilerin GDO’lu gıdaya yönelik davranışlarını etkilediği vurgulanılmıştır.
Tüketicilerin GDO’lu gıdaları kabulü (Lusk ve Coble, 2005; Hossian ve Onyango,
2004; Hossain vd, 2003) ve satın alma davranışlarının şekillenmesi (Han ve Harisson,
2007) konularında algılanan riskin etkili olduğu belirtilmiştir. Bu çalışma sonuçları da
algılanan risk türlerinin satın alma istekliliğini etkilediğini bularak önceki çalışma
bulgularını desteklemiştir.
Önceki çalışmalardan farklı olarak bu çalışmada, algılanan risk türleri ele
alınmış olup algılanan risk türlerinin satın alma istekliliği ile aralarında negatif ilişkili
olduğunu tespit etmiştir. Bu bağlamda işletmelerin, tüketicilerin GDO’lu gıda
konusundaki algılanan risklerini azaltmaları önerilmektedir. İşletmelerin, GDO’lu
gıdaların tüketicilerde oluşturduğu; sağlık, çevre ve para kaybı konusundaki endişelerini
gidermeleri gereklidir. Buna bağlı olarak da psikolojik gerilimlerin azalacağı öngörüsü
yapılabilmektedir. GDO’lu gıdalara yönelik performans riskini azaltmak için örnek ürün
dağıtımı ya da lezzet testleri düzenlenme yolu tercih edilebilecektir. Bununla birlikte
finansal riski için GDO’lu gıdaların fiyatlarının alternatiflerinden daha yüksek
olmaması önerilmektedir. Ancak aşırı ucuz olması halinde de güven sorunu
yaşanabileceğine dikkat edilmelidir.
Gerçekleştirilecek tanıtım kampanyaları ile tüketicilerin GDO’lu gıdalar
konusundaki bilgi düzeyi arttırılmalı ve faydalarından mutlaka söz edilmelidir. Açlığa
159
çözüm getirebileceği, tedavi ve koruyucu maksatlı kullanılabileceği, çevre kirliliğinin
giderilmesinde kullanılabileceği gibi olumlu yanları vurgulanmalıdır. Özellikle, ikinci
nesil GDO’lu gıdaların; mühendislerin, doktorların, akademisyenlerin GDO’lu gıda
konusunda daha aydınlatıcı ve tüketicilerin anlayabilecekleri tarzda açıklamalarda
bulunması ve bu açıklamaların tüketicilerin sık takip ettikleri televizyon, gazete ve
internet gibi medyumlarda gerçekleştirilmesi tavsiye edilmektedir.
GDO’lu gıdaların pazarlama açısından başarılı olabilmesi için şu anki olumsuz
imajını olumluya dönüştürmesi ve tüketicilerin güveninin kazanılması gerekmektedir.
Medyada yer alan algılanan riski doğuran ve arttıran söylemlerin yerini GDO’lu gıdaları
tanıtan ve faydalarını anlatan söylemler yer almalıdır. Bu bağlamda medyada tanıtım
filmleri, belgeseller ve GDO’lu gıdaların lehindeki tüketicilerin katıldığı programlar ve
reklam kampanyaları düzenlenmesi önerilmektedir. Özellikle sağlık ve çevre konusundaki
endişeleri giderici bununla birlikte faydayı vurgulayan mesajlar kullanılmalıdır. GDO’lu
gıda tüketen ülkeler ve bu ülkelerdeki tüketiciler emsal gösterilmelidir.
Tüketiciler tarafından, GDO’lu gıdaların piyasalara girmesi durumunda etiketli
olması istenmektedir. Çalışmaya katılan cevaplayıcıların %98,4’ü GDO’lu gıdaların
etiketlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Aynı zamanda yasal bir zorunluluk olan
etiketlemenin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Ek olarak, GDO’lu gıdaların piyasaya
sunulmadan önce analizlerden geçirildiği ve bu analiz sonuçlarına göre insan sağlığını
tehdit eden bir durum olmadığında sunulduğu vurgulanmalıdır. Etiketlemenin ve bu tarz
söylemlerin tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik güvenlerini kazanmada etkili
olabileceği düşünülmektedir.
Önceki çalışmalarda, GDO’lu gıdalar için bir niş pazarın olabileceği (Larue vd.,
2004; Bernard, Gifford, Santro ve Daria, 2009) ve bu niş pazarın ise GDO’lu gıdaların
besinsel zenginliğinden etkilendiği (Bernard vd., 2009) iddia edilmiştir. Başka bir
kaynakta, GDO’lu pirincin A vitamini yönünden zenginleştirilmesi ile Çinli
tüketicilerin bu gıdaları satın alma istekliliğini arttığı belirlenmiştir (Curtis ve Moeltner,
2006). Bu bilgiler ışığında Türkiye için de bir niş pazarın olup olmayacağının
araştırılması, potansiyelin olması durumunda tüketici profilinin belirlenmesi ve besinsel
zenginliğin vurgulanıldığı reklam kapmayanlarının yürütülmesi tavsiye edilmektedir.
Çalışmada kulaktan kulağa iletişim ile satın alma istekliliği arasında anlamlı bir
ilişki tespit edilmemiştir. Bu durum, GDO’lu gıdaların şu anda piyasada olmamasının
bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Dolayısı ile GDO’lu gıdaların pazara girmesi ile
birlikte tüketiciler arasında GDO’lu gıdalara yönelik sohbetlerin canlanacağı
160
düşülmektedir. Bununla birlikte fiziksel risk, performans riski ve psikolojik riskin
kulaktan kulağa iletişim ile pozitif yönde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda
tüketicilerin sayılan algılanan risk türlerini tetikleyecek konuşmalar yapması muhtemel
görünmektedir. Tüketicilerin en çok bilgi edindikleri medyanın da GDO’lu gıda
konusunda daha çok olası tehditlerine vurgu yaptıkları düşünüldüğünde sohbetlerin
algılanan riskleri arttırıcı etkisinin olabileceği beklenmektedir. Ancak bu konuda kesin
bir yargı geliştirmek için erken olduğuna da dikkat edilmelidir.
GDO’lu gıdaların piyasaya girmesi ile birlikte güncelliğini tazeleyeceği ve
deneyim sahibi tüketicilerin olacağı düşünüldüğünde, kulaktan kulağa iletişimin
tüketicilerin GDO’lu gıdaları satın alma davranışlarını etkileyebileceği umulmaktadır.
Önceki bir çalışmada, kulaktan kulağa iletişimin, GDO’lu gıdaların tüketiciler arasında
anlaşılabilmesi ve kabul görmesine katkı sağlayabileceği belirtilmiştir (D’Souza vd.,
2008). Bu bağlamda, kulaktan kulağa iletişimlerin algılanan riski azaltacak ve
GDO’ların anlaşılmasını kolaylaştıracak tarzda gerçekleştirilmesi için tüketicilerin
teşvik edilmesi ve yönlendirilmesi gerekmektedir.
Çalışma sonuçları yasal düzenlemelerde bulunan ilgililer için bazı önerilerde
bulunmaya imkan tanımaktadır. Tüketicilerin lehine sonuçların oluşması için
tüketicilerin konu ile durumlarının bilinmesi ve bu doğrultuda düzenlemelerin yapılması
önerilmektedir. Tüketicilerin GDO’lu gıda konusunda sağlığa ve çevreye yönelik olarak
fiziksel risk taşıdıkları ve bunların satın alma istekliliği ile ilişkili olduğu belirlenmiştir.
Yasal düzenlemelerde bulunan kişilerin, tüketicilerdeki algılanan riskleri dikkate alarak
düzenlemelerde bulunması ve yasal düzenlemeler hakkında tüketicilere bilinç
kazandırılması tavsiye edilmektedir. GDO’lu gıdaların analizlerden geçirilip sağlığa
zararının olmadığının tespit edilmesi durumunda piyasaya sunuldukları ve etiketlemenin
yapılması gerekliliği konuları tüketicilere anlatılmalıdır. Böylece tüketicilerde ortaya
çıkan risk algılarının indirgenmesi söz konusu olabilecektir.
Çalışma, tüketicilerin faydasını gözeten sivil toplum örgütlerinin, tüketicilere
GDO’lu gıdalar hakkında gerekli bilincin kazandırılması, olası risk ve faydaların
anlatılması
gibi
yürütecekleri
faaliyetlerinde
tüketicilerdeki
mevcut
durumu
görebilmeleri fırsatı sağlamaktadır. GDO’lu gıdaların olası zararları ve faydaları
hakkında kesinliğin olmayışı ve bilgi eksiklikleri tüketicilerin algılanan risk düzeyini
etkilemektedir. GDO’lu gıdaların henüz pazarda yer almamasından dolayı bu gıdalar,
tüketiciler için şu anki satın alımları açısından önemli bir satın alma konusu olarak
değerlendirilmemektedir. Ancak çalışmada, tüketicilerde fiziksel risk, performans riski,
161
finansal risk ve psikolojik risk algılanıldığı ve bunların satın alma istekliliği ile negatif
ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda tüketicilerin, algılanan riski yüksek iken
satın alma istekliliğinin az olacağı söylenebilmektedir. GDO’lu gıdaların pazara girmesi
muhtemel olduğundan tüketicilerin bilinçlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu
bağlamda sivil toplum örgütlerinin, sağlık ve çevre başta olmak üzere olası etkilerinin
neler olabileceğini objektif biçimde tüketiciye anlatmaları gerekmektedir. GDO’lu
gıdaların bilimsel olarak zarar ve faydaları konusunda tartışmaların sürmesi dolayısı ile
tüketicilerin hangi tarafa yönlendirebileceği de tartışmalı bir konudur. Bu bakımdan,
sosyal pazarlama ve sürdürülebilir pazarlama çabalarını kapsayacak biçimde yapılacak
çalışmaların tüketicilere tarafsız biçimde sunulmasına ve tüketicilerin şu anda risk
algıladıklarına dikkat edilmelidir.
Bilim dünyasında GDO’lu gıda konusundaki belirsizlik ve farklı görüşler,
tüketicilerin GDO’lu gıda konusundaki belirsizlik algılarını etkilemektedir. Bilimsel
belirsizliklerin kamuoyunda bilime, bilim insanlarına, bilimsel kuruluşlara duyulan
güveni zedelediği düşünülmektedir (Frewer vd., 2003a, s.82). Bu bağlamda, genetik,
tıp, ziraat, çevre… vs bilim alanlarından bilim insanlarından oluşan bir komisyonun
belirsizlikler ve yanlış bilinen gerçekler hakkında tüketicileri aydınlatmaları
önerilmektedir.
6.2.2. Gelecekteki Akademik Çalışmalara Öneriler
Algılanan risk türlerinin, kulaktan kulağa iletişim ve satın alma istekliliği ile
olan ilişkisini GDO’lu gıdalar açısından ele alan bu çalışmada, algılanan risk türlerinden
fiziksel risk, performans riski, finansal risk ve psikolojik riske yer verilmiştir. Bu
bakımdan zaman ve sosyal riskin çalışılması önerisi getirilmektedir. Buna ek olarak
çalışmada bilgi kaynağı türlerinden kulaktan kulağa iletişim incelenmiş olup diğer bilgi
kaynağı türlerinin gelecek çalışmalarda yapılması önerilmektedir. Çalışmada GDO’lu
gıdaların piyasaya girmemeleri nedeni ile satın alma istekliliği konusu ele alınmıştır.
GDO’lu gıdaların etiketli olarak piyasaya girmesi durumda satın alma eğilimi ve gerçek
satın alma konuları da incelenmelidir.
GDO’lu gıdaların etiketlenmesi konusu, tüketicilerin algılanan riski ile
ilişkilendirilebilecek bir konudur. Etiketlemenin yapılmamasının tüketicilerin bu
gıdalara yönelik tutumlarını ve algılanan risk düzeylerini etkileyip etkilemediği
inceleme konusu yapılabilir bulunmaktadır. GDO’lu gıdaların etiketlenmesi halinde,
162
tüketicilerde bu gıdalara yönelik güven düzeyinde artış olup olmadığı, diğer gıdalarla
olan ilişkisi, pazarlama çabalarının etkinliği daha doğru biçimde ölçülebilecektir.
Çalışmanın, tüm tüketicileri genelleyebilme özelliği kısıtlıdır. Bu nedenle hem
Adana hem de başka illerde yapılacak çalışmalar ve bunlarda kullanılacak olan
örnekleme yöntemini dikkate alınılarak genelleme fırsatını arttıracak çalışmaların
yapılması önerilmektedir. Bununla birlikte, tüketicilerle birlikte yapılabilecek nitel
çalışmaların anket çalışmalarının detaylı ve derinlemesine bilgi alamama ve esnek
olmayışı özelliklerini gidereceği düşünülmektedir. Öte yandan, nitel çalışmaların,
zaman ve maliyeti kısıtı yanın da sonuçlarının genelleştirilemeyişi gibi zayıf yanlarını
giderebilmek için nitel ve nicel çalışmaların birbirini tamamlayacağı bir çalışmanın
yapılması önerilmektedir.
Bu çalışma, GDO’lu gıdaların henüz piyasada yer almadığı zamanda
gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan araştırmanın kısıtları bölümünde belirtilen kısıtları
taşımaktadır (Bkz Bölüm:1.4. Sınırlılıklar). GDO’lu gıdaların piyasaya girmesi
durumunda tüketicilerin bilinç düzeyinde artış ve deneyim kazanması beklenmektedir.
Buna bağlı olarak tüketiciler için şu an soyut bir kavram olarak kalan GDO’lu gıdalara
yönelik daha kesin fikirleri ve algıları olacağı düşünülmektedir. Ek olarak, tüketicilerin,
daha fazla bilgi arayışına girmesi ve satın alma kararı vermesi söz konusu olabilecektir.
Bu bağlamda, algılanan risk, kulaktan kulağa iletişim ve satın alma istekliliği
konusunun GDO’lu gıdaların etiketli olarak piyasaya girmesi halinde yeniden
incelenmesi tavsiye edilmektedir.
Sağlık ve çevre endişesinin, tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik taşıdıkları
endişelerin başında geldiği görülmektedir. Ancak, GDO’lu gıdaların insan sağlığı ve
çevre açısından faydalar sağlayacağına yönelik iddialar da söz konusudur. Bu bağlamda
tüketiciler için, sağlık ve çevre konusunda faydanın mı yoksa riskin mi ağır bastığı
tespit edilerek tutum ve satın alma davranışları ile olan ilişkileri inceleme konusu
yapılabilecektir. Bu tarz çalışmalar, GDO’lu gıdaların tüketiciler tarafından neden satın
alınmak istendiğinin ya da alınmak istenmediğinin anlaşılmasında önemli ipuçları
sağlayabilecektir.
GDO’lu gıdaları hem sağlık hem de çevre açısından olası risklerine bakarak
gelecek nesiller için bir tehdit olarak kabul eden tüketiciler söz konusudur. Öte yandan
hastalıkların tedavisi ve engellenmesi, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ve çevre
sorunlarının çözümü için GDO’lu gıdaların tavsiye edildiği de görülmektedir. Bu nedenle
tüketiciler açısından, GDO’lu gıdaların sürdürülebilirliğe katkısı olup olmayacağı,
163
sürdürülebilirliğin GDO’lu gıdalara yönelik algılanan riski ve satın alma davranışlarını
nasıl etkilediği araştırma konusu yapılabilir olarak görülmektedir. Ayrıca etik ve sosyal
sorumluluk, GDO’lu gıdalara yönelik algılanan risk açısından ele alınması ve satın alma
davranışları üzerindeki etkileri ve ilişkilerinin incelenmesi önerilmektedir.
GDO’lu gıdalar biyoteknolojik yeni bir üründür. Teknoloji ve yenilik içermesi
itibari ile GDO’lu gıdaları, tüketicilerin teknolojiyi ve yeniliği kabul düzeyleri açısından
ele alarak incelenmesi öneriler arasındadır. Risk üstlenmeyi seven ve yenilikçi tüketiciler
diğer tüketicilere göre daha cesur satın alma kararları verebilmektedir. Dolayısı ile
algılanan riskin kişilik ile birlikte inceleneceği çalışmalar hem GDO’lu gıdalar için bir niş
pazarın olup olmayacağını hem de tüketicilerin GDO’lu gıdalara yönelik satın alma karar
süreçlerini etkileyen bireysel faktörleri anlamayı sağlayabilecektir.
GDO’lu gıdaların yeni olmasına bağlanarak tüketicilerin, GDO’lu gıdaların
avantajlarının fazla bilmediği düşünülmektedir. Önceki bölümlerde de belirtildiği üzere,
GDO’lu gıdaların, özellikle ikinci nesil GDO’lu gıdaların, hem insan sağlığı hem de
çevre açısından faydalarından söz edilmektedir. Yapılacak çalışmalara tüketicilerin,
GDO’lu gıdalarla ilgili faydalar ve riskler konusundaki bilinç düzeyi ve bu düzeye bağlı
algılanan risk, tutum ve satın alma davranışlarının belirlenmesi önerilmektedir.
GDO’lu gıdalar, açlık sorunun giderilmesinde önemli bir çözüm aracı olarak
görülmektedir. Özellikle Afrika’daki açlığın dünya gündemine oturduğu ve açlık sorunu
ile ilgili çözüm arayışlarının hızlandığı bugünlerde, tüketicilerin GDO’lu gıdaların bu
yönlerine bakarak olumsuz tutumlarını yumuşatabilmesi muhtemel gibi görünmektedir.
Dolayısı ile olası riskleri yanında faydaları konusunda da tüketicilerin bilgilendirilmesi ve
buna bağlı olarak tekrar olası fayda ve risk algısının ölçülmesi tavsiye edilmektedir. Bu
konuda yapılacak çalışmalar hem nitel hem de nicel çalışmalar olarak düşünülebilecektir.
Önceki çalışmalarda GDO’lu gıdalar için bir niş pazarı potansiyelinin var olduğu
(Larue vd., 2004; Bernard vd., 2009) iddia edilmiştir. Türkiye için de bir niş pazar
olabileceği düşünülebilmektedir. Bu bağlamda, niş pazarın olup olmayacağı, niş pazarı
kapsayan tüketicilerin; profili, algılanan risk düzeyleri, tutumları, kişilik özellikleri,
demografik özelliklerini belirleyecek çalışmalar GDO’lu gıdaları tercih eden tüketicileri
ve davranışlarını anlamayı sağlayacaktır.
GDO’lu gıda konusundaki farklı ülkelerde yapılan araştırmalarda farklı sonuçlar
elde edildiği görülmüştür. Bununla birlikte kültürün satın alma davranışları üzerinde
etkisinin olduğu da bilinmektedir. Bu bağlamda, GDO’lu gıda konusunda yapılacak
algılanan risk çalışmalarında kültürün de ele alınması önerilmektedir. Kültür
164
boyutlarının (bireysellik ve kollektivistlik, yüksek -düşük güç mesafesi, erillik ve
dişilik, zayıf-güçlü belirsizlikten kaçınma, zaman yönelimlilik); GDO’lu gıdalara
yönelik algılanan risk, tutum, satın alma istekliliği, satın alma eğilimi, korku, kulaktan
kulağa iletişim üzerindeki etkisi, kültür boyutları açısından toplumlar arasında fark olup
olmadığı araştırma konusu olarak tercih edilebilecektir. GDO’lu gıdalar, yaratılışa ve
doğaya müdahale olarak da görülebildiğinde, kültürün bir unsuru olan dinsel etkiler
açısından GDO’lu gıdaların incelenmesi önerilen konular arasındadır. Bu tarz
çalışmalar, yeni ve güncelliğini sürdüreceği düşünüldüğünde GDO’lu gıdalar
konusunda, tüketici karar verme süreçlerini, satın alma kararlarını, bireysel ve toplumsal
faktörleri daha iyi anlamaya ve önermeler geliştirmeye imkan tanıyacaktır.
Medyada
ve
sosyal
medyada
çoğunlukla,
GDO’lu
gıdaların
olası
olumsuzluklarına bağlı olarak risklerinden söz edilmektedir. Bu mecralarda verilen
mesajlarda korku duygusunu tetikleyecek ve teşvik edecek unsurların yer aldığı
görülmektedir. Domatese batırılan bir şırınga görüntüsünden canavar figürlerine ve
frenkeştayn adlandırmasına kadar pek çok yazılı ve görsel öğe GDO’lu gıdaların olası
zararlarını vurgulamak için kullanılmaktadır. Bu bağlamda, medyada yer alan GDO ile
ilgili haberler için yapılacak bir içerik analizi ile hangi uyaranların ve mesajların
kullanıldığı belirlenerek bunların tüketiciler üzerindeki etkileri araştırılabilecektir.
Tüketiciler üzerindeki etkiler; tutum, algılanan risk, satın alma istekliliği, satın alma
niyeti, gerçek satın alma… vs gibi konuları içerebilmektedir.
165
KAYNAKÇA
AGCJ 404 (207). Communicating agricultural information to the public.fact sheet
assignment, “Public awareness and genetically modified foods: What is their
relationship?”. http://agcj.tamu.edu/404/port/BurbulesFS.pdf, (Erişim Tarihi: 16
Kasım 2010).
Akbaş, F. (2009). Genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığı ve çevre üzerine
etkileri. 1. Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer (KBRN) Kongresi, Bildiri
Kitabı 1. Basım, s:129–134.
Alpar, R. (2003). Uygulamalı çok değişkenli istatistiksel yöntemlere giriş 1. 2. Baskı,
Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Altunışık, R., Coşkun R., Yıldırım E. ve Bayraktaroğlu, S. (2002). Sosyal bilimlerde
araştırma yöntemleri. Genişletilmiş 2. Baskı, Sakarya Kitabevi, Sakarya.
Arndt, J. (1967a). “Perceived risk and Word of mouth advertising”, risk taking and
ınformation handling in consumer behavior. Edited by Donald Cox, Division of
Research Graduate Scholl of Business Administration Harvard University,
Boston.
Arndt, J. (1967b). The role of product related conversation in the diffusion of a new
product, Journal of Marketing Research, 4 (August), 291-295.
Arnould, E., Price L., Zinkhan, G. (2004). Consumers. McGraw-Hill, 2nd International
Editions.
Arora, H. (2007). Word of mouth in the world of marketing. The Icfai Journal of
Marketing Management, 6(4), 51-65.
Asian Food Information Centre (AFIC) (2008), “Executive summary Food
Biotechnology: Consumer perceptions of food biotechnology in Asia”,
http://www.whybiotech.com/resources/tps/AsiaConsumerPerceptions.pdf,
(Erişim tarihi: 16 Kasım 2010).
Atsan, T. ve Kaya, T. E. (2008). Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) tarım ve
insan sağlığı üzerine etkileri. U. Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, 22, 1-6.
Aqueveque, C. (2006), Extrinsic cues and perceived risk: The influence of consumption
situation. Journal of Consumer Marketing, 23(5), 237–247.
Baron, R. M. ve Kenny, D. A. (1986). The moderator– mediator variable distinction in
social
psychological
research:
Conceptual,
strategic
and
statistical
considerations. Journal of Personality and Social Psychology, 51,1173–1182.
166
Baş, T. (2006). Anket. Seçkin Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara.
Benfey, T. J. (tsiz). Environmental impacts of genetically modified animals.
ftp://ftp.fao.org/es/esn/food/GMtopic5.pdf , (Erişim Tarihi: 31 Mayıs 2011).
Bernard, J. C., Gifford K., Santora K., Daria, J. B. (2009), Willingness to pay for foods
with varying production traits and levels of genetically modified content.
Journal of Food Distribution Research, 40(2), 1- 11.
Bertea, P. E. (2010). Perceived risk and consumer protection strategies. Revista
Tinerilor Economisti (The Young Economists Journal), 1 (14), 43–54.
Bettman, J. R. (1973). Perceived risk and its components: A model and emprical test.
Journal of Marketing Research, 10, 184–190.
Bhumiratana, S.,
Kongsawat C.
(2008). Food production and the ethical use of
genetically modified organisms. Asian Journal of Food and Agro-Industry, 1(1),
24–28.
Blackwell, R. D., Miniard P. W. & Engel, J.F. (2006). Consumer behavior. Thomson
South-Western, 10th Edition.
Bredahl, L. (2001). Determinants of consumer attitudes and purchase ıntentions with
regard to genetically modified foods- results of a cross-national survey. Journal
of Consumer Policy, 24, 23-61.
Brooker, G.(1984). An assessment of an expanded measure of perceived risk. Advances
in Consumer Research, 11 (1), 439–441.
Brown, U. S., O’Cass A. (2004). The effect of consumer risk perceptions and
ınformation search on willingness to buy gm food products: a cross cultural
analysis. ANZMAC.
Brown, U. S., O’Cass A. (2005). Willingness To Buy GM Food Products: The Role of
Uncertainty Orientation, Consumer Risk Perceptions And Information Search in
Consumers From Australia. ANZMAC 2005 Conference: Consumer Behaviour.
Brunel, O., Pichon P. E. (2004). Food-related risk-reduction strategies: Purchasing and
consumption processes. Journal of Consumer Behaviour, 3 (4), 360–374.
Bulut, Y. (2010). Bilimsel araştırmalar ile ilgili temel kavramlar. Bilimsel Araştırma
Yöntemleri, ED: Erdinç Tutar ve Cafer Gariper, Lisans Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul.
Burns, A. C. ve Bush, R. F.
Edition.
(2006). Marketing Research. Pearson Education, 5.
167
Buttle, F. A. (1998). Word of mouth: understanding and managing referral marketing.
Journal of Strategic Marketing, 6, 241-254.
Büyüközer,
H.
K.
(2005).
Genetik
yapısı
değiştirilmiş
ürünler
(GDO).
http://www.gidaraporu.com/genetik-yapisi-degistirilmis-urunler-gdo_g.htm,
(Erişim Tarihi: 16 Kasım2010).
Büyüköztürk, Ş. (2006). Sosyal bilimler için veri analizi el kitabı istatistik, araştırma
deseni, SPSS uygulamaları ve yorum. Pegem Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara.
Canavari, M., Nayga, R. M. (2009). On consumers’ willigness to purchase nutritionally
enhanced genetically modified food. Applied Economics, 41, 125–137.
Carpenter J. M. (2003). An Examination of the relationships between consumer benefits,
satisfaction, and loyalty ın the purchase of retail store branded products.
Doktora tezi, University of Tennessee.
Chakrabarti, S., Baisya, R.
(2009). Purchase of organic food: Role of consumer
ınnovativeness and personal ınfluence related constructs. IIMB Management
Review, March 2009, 18–29.
Chan, H., Wan, L. C. (2008). Consumer responses to services failures: A resource
preference model of cultural ınfluences. Journal of International Marketing,
16(1), 72-97.
Chan, H. (2000). Adaptive word-of-mouth Behavior: a conceptual framework and
empirical tests. Doktora tezi, University of Wisconsin-Madison.
Chatterjee, S., Hadi A. S. ve Price, B. (2000). Regression analysis. Wiley-Interscience
Publication John Wiley&Sons Inc.
Chaudhuri, A. (1997). Consumption emotion and perceived risk: A macro-analytic
approach. Journal of Business Research, 39, 81–92.
Chelminski, P. (2003). The effects of culture on consumer complaining behavior.
Doktora Tezi, University of Connecticut.
Chen, M.- F., Li, H.-L. (2007). The consumer’s attitude toward genetically modified
foods in Taiwan. Food Quality and Preference, 18, 662–674.
Chernatony, L. de (1989). Understanding consumers’ perceptions of competitive tirescan perceived risk help?. Journal of Marketing Management, 4(3), 288–299.
Cheung, M. S., Anitsal, M. M., Anıtsal, İ. (2007). Revisiting word-of-mouth
communications: a cross-national exploration. Journal of Marketing Theory and
Practice, 15 (3), 235-249 .
168
Cho, J., Jinkook, L. (2006). An integrated model of risk and risk-reducing strategies.
Journal of Business Research, 59, 112 – 120.
Christiansen,T., Tax, S. S. (2000). Measuring word of mouth: The questions of who and
when?”. Journal of Marketing Communications, 6(3),185-199.
Chung, C. M. Y. (2000). How positively do they talk? An investigations on how selfpromotion motive induces consumers to give positive word-of-mouth. Doktora
Tezi, The University of British Columbia.
Chunningham, S. M. (1967). “The major dimensions of perceived risk” in risk taking
and ınformation handling in consumer behavior. Edited by: Donald F. Cox,
Harvard University Press, USA.
Cook, A.J., Kerr, G.N. ve More, K. (2002). Attitudes and intentions toward puchasing
GM foods. Journal of Economic Psychology, 23, 557-572.
Costa-Font, Montserrat, Jose M. Gil (2009). Structural equation modelling of consumer
acceptance of genetically modified (GM) food in the Mediterranean Europe: A
cross country study. Food Quality and Preference, 20, 399–409.
Costa-Font, M. (2009). Consumer acceptance, choice and attitudes toward genetically
modified (gm) food. Doktora tezi, Universitat Politecnica de Catalunya,
Catellfedels.
Costa-Font, J. ve Mossialos, E. (2007). Are Perceptions of Risk and Benefits of
Genetically Modified Food Independent?". Food Quality and Preference, 18(2),
173-182.
Cox, D. F. (1967). Risk handling in consumer behavior-an intensive study of two cases.
Risk Taking and Information Handling in Consumer Behavior, Editor: Donald F.
Cox, Harvard University Press, USA.
Curtis, K. R., Moeltner, K. (2007). The effect of consumer risk perceptions on the
propensity to purchase genetically modified foods in romania. Agribusiness,
23(2), 263–278.
Curtis, K. R., Moeltner, K. (2006). Genetically modified food market participation and
consumer risk perceptions: a cross-country comparison. Canadian Journal of
Agricultural Economics, 54, 289–310.
Çakar, T. (2010). Genetiği değiştirilmiş organizmalar ve tüketici hakları”, farklı
boyutlarıyla genetiği değiştirilmiş organizmalar. Yayına Hazırlayanlar: Dilek
Aslan ve Meltem Şengelen, Ankara Tabip Odası, Ankara.
169
Çelik, V. ve Balık, D. T. (2007). Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO). Erciyes
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 23(1-2),13 – 23.
Çepni, S. (2010). Araştırma ve proje çalışmalarına giriş, geliştirilmiş. 5. Baskı, ISBN:
975-417-000-2.
Dannenberg, A. (2009). The dispersion and development of consumer preferences for
genetically modified food — A meta-analysis. Ecological Economics, 68, 2182–
2192.
Deakin University - School of Exercise and Nutrition Sciences (2005). “Genetically
modified foods” Fact Sheet, www. betterhealth.vic.gov.au. ERt:16.10.2010.
Dean, M., Shepherd R. (2007). Effects of information from sources in conflict and in
consensus on perceptions of genetically modified food. Food Quality and
Preference, 18, 460–469.
Demircan, N. (2003). Örgütsel güvenin bir ara değişken olarak örgütsel bağlılık
üzerindeki etkisi: Eğitim sektöründe bir uygulama, Doktora tezi, Gebze İleri
Teknoloji, Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gebze.
Dennis, C., Newman A, Michon, R. Brakus, J.J. ve Wright, L. T. (2010). The mediating
effects of perception and emotion: Digital signage in mall atmospherics. Journal of
Retailing and Consumer Services, 17, 205–215 .
Derbaix, C. (1983). Perceived risk and risk relievers: An empirical investigation. Journal
of Economic Psychology, 3(1),19–38.
Dholokia, U. M. (1997). An Investigation of The Relationship Between Perceived Risk
and Product Involvement. Advances in Consumer Research, 24, 159–167.
Dowling, G. R., Staelin, R. (1994). A model of perceived risk and ıntended risk
handling activity. Journal of Consumer Research, 21, 119-134.
Dowling, G. R. (1986). Perceived risk: The concept and ıts measurement. Psychology
and Marketing, 3 (Fall), 193–210.
D'Souza, C., Rugimbana, R., Quazi, A. ve Nanere, M. (2008). Investigating in consumer
confidence through genetically modified labelling: an evaluation of compliance
options and their marketing challenges for Australian Firms. Journal of
Marketing Management, 24, 621-635.
Dunn, M. G., Murphy, P. E., Skelly, G. U. (1986). Research note: The influence of
perceived risk on brand preference for supermarket products. Journal of
Retailing, 62 (2), 204-216.
170
Ekanem, E., Mafuyai-Ekanem, M., Tegegne, F. ve Singh, S. (2008). Trust in FoodSafety information sources: Examining differences in respondents’ opinions
from a three-state survey. Journal of Food Distribution Research, 39(1), 51–56.
Ekanem, E., Muhammad, F., Singh, T. (2004). Consumer biotechnology food and
nutrition information sources: The trust factor. Journal of Food Distribution
Research, 35(1), 71-77.
Ekstrom, K. M., Askegaard, S. (2000), Daiiy Consumption in risk society: The case of
geneticaiiy modified food. Advances in Consumer Research, 27,237-243.
Engel, J.F., Kegerreis, R. J., Blackwell, R. D. (1969). Word-of-mouth communication
by the innovator. Journal of Marketing, 33.
Ergin I., Gürsoy Ş. T., Öcek Z. A., Çiçeklioğlu, M. (2008). Sağlık meslek yüksek okulu
öğrencilerinin genetiği değiştirilmiş organizmalara dair bilgi tutum ve
davranışları. TAF Prev Med Bull, 7, 503-508.
Erbaş, H. (2008). Türkiye’de biyoteknoloji ve toplumsal kesimler: Profesyoneller,
kentsel tüketiciler ve köylüler. Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü
Yayınları No: 4.
Essoussi, L. H. ve Zahaf, M. (2008). Decision making process of community organic
food consumers: An exploratory study. Journal of Consumer Marketing, 25(2),
95-104.
European Commission: Framework 6 (2008). Do European consumers buy GM foods?
‘consumer choice. http://www.kcl.ac.uk/consumerchoice, ert:16.09.2010.
Falk, M.C., Chassy, B.M., Harlender, S.K., Hoban, T.J. McGloughlin, M.N., Aklaghi,
A.R. (2002). Food biotechnology: benefits and concerns. Journal of Nutrition,
132, 1384-1390.
FAO/WHO (2003). FAO/WHO Expert consultation on the safety assessment of foods
derived from genetically modified animals, including fish. Rapor, 17–21
November 2003, Rome.
Fill, C. (1995). Marketing Communications frameworks, theories and applications.
Prentice Hall.
Finucane, M. L., Holup, J. L. (2005). Psychosocial and cultural factors affecting the
perceived risk of genetically modified food: an overview of the literatüre. Social
Science & Medicine, 60, 1603–1612.
171
Frazier, P. A., Tix, A. P. ve Baron, K. E. (2004). Testing moderator and mediator effects in
counseling psychology research. Journal of Counseling Psychology, 51( 1), 115–
134.
Frewer, L., Hunt, S., Brennan, M., Kuznesof, S., Ness, M. & Ritson, C. (2003a). The
views of scientific experts on how the public conceptualize uncertainty. Journal
of Risk Research, 6(1),75–85.
Frewer, L. J., Scholderer, J., Bredahl, L. (2003b). Communicating about the risks and
benefits of genetically modified foods: The mediating role of trust. Risk
Analysis, 23(6), 1117–1133.
Frewer,L., Howard, C., Shepherd, R. (1998). The influence of initial attitudes on
responses to communication about genetic engineering in food production.
Agriculture and Human Values, 15, 15-30.
Gao, G., Veeman, M., Adamowicz, W. (2005). Consumers’ search behaviour for GM
food information. Journal of Public Affairs, 5, 217–225.
Gegez, A. E. (2010). Pazarlama araştırmaları. Beta Yayıncılık, Genişletilmiş 3. Baskı,
İstanbul.
Gershoff, A. D., Bronıarczyk, S. M.,
West, P. M. (2001). Recommendation or
evaluation? Task sensitivity in ınformation source selection. Journal of
Consumer Research, 28, 418-438.
Garber, L. L. J., Hyatt, E. M., Starr Jr. R. G. (2003). Measuring consumer response to
food products. Food Quality and Preference, 14 (1), 3-15.
Gildin, S. Z. (2002). Understanding the power of Word-of–Mouth. Revista de
Admininstraçao Mackenzie, 4, 1.
Grantham, K. D. (2001). Updating of consumer beliefs:
the Influence of
Majorıty/Minority Status on Consumers’ Use of Word-of-Mouth Information.
Doktora tezi, Duke University.
Greenpeace (t.siz), Say no to genetic engineering, What's wrong with genetic
engineering (GE).
http://www.greenpeace.org/international/en/campaigns/agriculture/problem/gene
tic-engineering/. (Erişim Tarihi: 16 Kasım 2010).
Grewal, D., Gotlieb, J., Marmorstein, H. (1994). The Moderating Effects of Message
Framing and Source Credibility on The Price-Perceived Risk Relationship”,
Journal of Consumer Research, 21, 145–153.
172
Gronhaug, K.(1972). Risk indicators, perceived risk and consumer’s choice of
information sources. Swedish Journal of Economics, 2, 246- 262.
Grunert, K. G. (2002). Current issues in the understanding of consumer food choice.
Trends in Food Science & Technology, 13, 275–285.
Güler, E. Ö. (2010). Bilimsel araştırma yöntemleri. Editörler: Erdinç Tutar, Cafer
Gariper, Lisans Yayıncılık, İstanbul.
Ha, H. Y. (2002). The effects of consumer risk perception on pre-purchase ınformation
in online auctions: brand, word-of-mouth and customized ınformation. Journal
of Computer-Mediated Communication, 8(1), 0–0.
Hair, J. F., Bush, R. P. ve Ortinau, D. J. (2000). Marketing research a practical
approach for the new millenium. McGraw Hill, International Edition.
Hair, J.F., Anderson, R.E., Tahtam, R.L. & Black, W.C. (1998). Multivariate data
analysis. International Fifth Edition, Prentice-Hall International, Inc., USA.
Halford, N. G., Shewry, P. R. (2000). Genetically modified crops: methodology,
benefits, regulation and public concerns. British Medical Bulletin, 56 (1), 62-73.
Han, J. H., Harrison, R. W. (2005). The Effects of Urban consumer perceptions on
attitudes for labelling of genetically modified foods. Journal of Food
Distribution Research, 36(2), 29–38.
Han, J. H., Harrison, R. W. (2007). Factors influencing urban consumers’ acceptance of
genetically modified food. Review of Agricultural Economics, 29(4), 700–719.
Hansen, H., Singh, S. (2009). Word of mouth and consumer brand choice behavior:
more on message and dispatcher effects. Advances in Consumer Research, 8,
171–174.
Haukenes, A. (2004). Perceived health risks and perceptions of expert consensus in
modern food society. Journal of Risk Research, 7 (7–8), 759–774.
Haywood, K. M. (1989). Managing word of mouth communications. The Journal of
Services Marketing, 3(2), 55–67.
Heiman, A., Just, D. R., Zilberman, D. (2000). The Role of Socioeconomic Factors and
Lifestyle Variables in Attitude and the Demand for Genetically Modified Food.
Journal of Agribusiness, 18(3), 249–260.
Herr, P. M., Kardes, F. R. ve Kim, J. (1991). Effects of Word-of-Mouth and ProductAttribute
Information
on
Persuasion:
An
Perspective. Journal of Consumer Research, 17.
Accessibility-Diagnosticity
173
Ho, R. (2006). Handbook of univariate and multivariate data analysis and
ınterpretation with SPSS. Chapman & Hall/CRC Taylor &Francis Group.
Honkanen, P. & Verplanken, B. (2004). Understanding attitudes towards genetically
modified food: the role of values and attitudes strength. Journal of Consumer
Policy, 27, 401–420.
Hossain, F., Onyango, B., Adelaja, A., Schilling, B., Hallman, W. (2003). Consumer
acceptance of food biotechnology: Willingness to buy genetically modified food
products. Journal of International Food & Agribusiness Marketing, 15(1/2), 53–
76.
Hossain, F., Onyango, B. (2004). Product attributes and consumer acceptance of
nutritionally enhanced genetically modified foods. International Journal of
Consumer Studies, 28(3), 255–267.
Hu, W., Hünnemeyer, A., Veeman, M., Adamowicz, W. ve Srivastava, L. (2004).
Trading off health, environmental and genetic modification attributes in food.
European Rewiev of Agricultural Economics, 31(3), 389-408.
Huffaman, W. E., Rousu, M., Shogren, J. F., Tegene, A. (2007). The effects of prior
beliefs and learning on consumers’ acceptance of genetically modified foods.
Journal of Economic Behavior & Organization, 63, 193–206.
Hwang, Y. J., Roe, B., Teisl, M. F. (2005). An Empirical Analysis of United States
Consumers’ Concerns
About
Eight
Food Production and
Processing
Technologies. AgBioForum, 8(1), 40-49.
IUFoST (2005). IUFoST scientific bulletin on biotechnology and food. IUFoST
Scientific Information Bulletin.
http://www.worldfoodscience.org/pdf/IUFBiotechnologyFood.pdf,
(Erişim
Tarihi: 16 Kasım 2010).
Jacoby, J. and Kaplan, L. B. (1972). The components of perceived risk. M. Venkatesan,
ed. in Proceedings, Third Annual Conference of the Association for Consumer
Research, College Park, MD: Association for Consumer Research, 382–93.
James, L. R. Ve Brett, J. M. (1984). Mediators, moderators and tests for mediation.
Journal of Applied Psychology, 69 (2), 307–321.
Jang, D. (2007). Effects of Word-Of-Mouth communication on purchasing decisıons in
restarrants: a path analytic study. Doktora Tezi, University of Nevada.
174
Jonge, J. de, Kleef, E. Van., Frewer, L., Renn, O. (2007). Perceptions of risk, benefit
and trust associated with consumer food choice. Understanding Consumers of
Food Products, Woodhead Publishing Limited.
Karagöz, A. (2010). Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların Bitkisel Biyolojik Çeşitlilik
Üzerine Olası Etkileri, Farklı Boyutlarıyla Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.
Yayına Hazırlayanlar: Dilek Aslan ve Meltem Şengelen, Ankara Tabip Odası,
Ankara.
Kaye-Blake, W.H. (2006). Demand for genetically modified food: theory and empirical
findings. Doktora tezi, Lincoln University.
Kayış, A. (2006). Güvenilirlik analizi, SPSS uygulamalı çok değişkenli istatistik
teknikleri. Editör: Şeref Kalaycı, 2. Baskı, Asil Yayın Dağıtım.
Keh, H. T. ve Sun, J. (2008). The Complexities of Perceived Risk in Cross-Cultural
Services Marketing. Journal of International Marketing, 16 (1),120–46.
Kesercioğlu, G. (2010). Genetiği değiştirilmiş ürünlerin çevresel sorun bağlamında
incelenmesi. farklı boyutlarıyla genetiği değiştirilmiş organizmalar. Yayına
Hazırlayanlar: Dilek Aslan ve Meltem Şengelen, Ankara Tabip Odası, Ankara.
Kepmen, E.L., Scholtz, S. C., Jerling, J. C.
(2003). Consumer perspectives on
genetically modified foods and food products contaınıng genetically modified
material in south africa. Research report, prepared by the Consumer Sciences
section in collaboration with the section Nutrition of the Potchefstroom
University for Christian Higher Education, Potchefstroom, South Africa.
Kim, L. H., Qu, H., Kim, D. J. (2009). A study of perceived risk and risk reduction of
purchasing air-tickets online. Journal of Travel & Tourism Marketing, 26, 203–
224.
Kim, R., Boyd, M. (2006). Japanese consumers’ acceptance of genetically modified
(gm) food: an ordered probit analysis. Journal of Food Products Marketing,
12(3), 45–57.
Kimenju, S. C., Hugo De Groote, H. (2008).
Consumer willingness to pay for
genetically modified food in Kenya. Agricultural Economics, 38 (1), 35–46.
Kleijnen, M., Lee, N., Martin Wetzels (2009). An exploration of consumer resistance to
innovation and its antecedents. Journal of Economic Psychology, 30, 344–357.
175
Klerck, D., Sweeney. J. C. (2007). The Effect of Knowledge Types on ConsumerPerceived Risk and Adoption of Genetically Modified Foods. Psychology &
Marketing, 24(2), 171–193.
Knight, J., Paradkar, A. (2008). Acceptance of genetically modified food in India:
perspectives of gatekeepers. British Food Journal, 110, No:10, 1019–1033.
Knight, J. G., Mather, D. W. ve Holdsworth, D. K. (2005). Consumer benefits and
acceptance of genetically modified food. Journal of Public Affairs, 5(3-4), 226235.
Kulaç, İ., Ağırdil, Y. ve Yakın M. (2006). Sofralarımızdaki tatlı dert, genetiği
değiştirilmiş organizmalar ve halk sağlığına etkileri. Türk Biyokimya Dergisi,
31(3),151–155.
Kurtuluş, K. (2004). Pazarlama araştırmaları, Literatür Yayınları, Genişletilmiş 7.
Basım, İstanbul.
Lam, D. ve Mizerski, D. (2005). The effects of locus of control on word-of-mouth
communication. Journal of Marketing Communications,11(3),215-228.
Lambraki, I. A. (2002). An exploratory qualitative and quantative study on consumers’
attitudes toward genetically modified foods. Yüksek lisans tezi, University of
Guelph, Kanada.
Laros, F. J, M., Benedict, J., Steenkamp, E. M. (2004). Importance of fear in the case of
genetically modified food. Psychology & Marketing, 21(11), 889–908.
Larue, B., West, G. E., Gendron, C.,
Lambert, R. (2004). Consumer response to
functional foods produced by conventional, organic or genetic modified.
Agribusiness, 20(2), 155–166.
Lea, E. (2005). Beliefs about genetically modified food: a qualitative and quantitative
exploration. Ecology of Food and Nutrition, 44, 437- 454.
Lee, K., Khan M. A., Ko, J.Y. (2008). A cross-national comparison of consumer
perceptions of services recovery. Journal of Travel & Tourism Marketing, 24,
Is:1.
Lim, N. (2003). Consumers’ perceived risk: sources versus consequences. Electronic
Commerce Research and Applications, 2, 216–228.
Ling, T. M. Y., Fang, C. H. (2006). The effects of perceived risk on the word-of-mouth
communication dyad. Social Behavior and Personality, 34(10), 1207-1216.
Lodorfos, G. N. ve Dennis, J. (2008). Consumers' intent: In the organic food market.
Journal of Food Products Marketing, 14(2),17-38.
176
Loureiro, M. L., Bugbee, M. (2005). Enhanced GM foods: Are cosnumers ready to pay
for the potential benefits of biotechnology?. The Journal of Consumer Affairs,
39 (1), 52–70.
Lutz, R. J., Reilly, P. J. (1974). An exploration of the effcets of perceived social and
performance risk on consumer ınformation acquisition. Advances in Consumer
Research, 1, 393-405.
Lusk, J. L., ve Coble K. H. (2005). Risk perceptions, risk preference and acceptance of
risky food. American Journal of Agricultural Economics, 87(2), 393-405.
MacKinnon, D. P., Fairchild, A. J. ve Fritz, M. S. (2007). Mediation Analysis, Annu Rev
Psychol, 58, 593-615.
MacKinnon, D. P., Lockwood, C.M., Hoffman, J. M., West, S. G. ve Sheets, V. (2002). A
comparison of methods to test mediation and other ıntervening variable effects,
Psychol Methods. March; 7(1), 83-104.
Mackinnon, D.P. (2001). Mediating variable. International Encyclopedia of the Social &
Behavioral Sciences, 9503-9507.
Magnusson, M. K.(2004). Consumer perception of organic and genetically modified
foods Health and environmental considerations. Doktora tezi, Uppsala
Universitet, İsveç.
Magnusson, M. K., Koivisto Hursti, U. K. (2002). Consumer attitudes towards
genetically modified foods. Appetite, 39, 9-24.
Mai, L. W.(2001). Effective risk relievers for dimensional perceived risks on mail-order
purchase: a case study on specialty foods in the UK. Journal of Food Products
Marketing, 7(1/2), 35–52.
Malhotra, N. K. (2004). Marketing research an applied orientation. Pearson Prentice
Hall, International 4th Edition.
Mangold,W.G., Miller, F. ve Brockway, G. R. (1999). Word of mouth communication
in the services marketplace. The Journal of Services Marketing, 13, No:1,73-89.
Marra, M. C., Pardey, P. G., Alston, J. M. (2002). The payoffs to transgenic field crops:
An assessment of the evidence. AgBioForum, 5(2), 43-50.
Marre, K. N. Le, Witte, C. L., Burkink, T. J., Grünhagen, M., Wells, G. J. (2007). A
second generation of genetically modified food: american versus french
perspectives. Journal of Food Products Marketing, 13(1),81–100.
177
Matos, C. A. de, Rossi, C. A. V., Botelho, D. (2006). Consumer attitudes toward
genetically modified foods in the brazilian market: Which benefits can reduce
the negativism?. Latin American Advances in Consumer Research, 1, 162–168.
McCarthy, M., Henson, S. (2005). Perceived risk and risk reduction strategies in the
choice of beef by Irish consumers. Food Quality and Preference, 16, 435–445.
McDaniel, C. Jr. ve Gates, R. (2007). Marketing research. John Wiley&Sons Inc. 7th
Edition.
Mil, B. (2007). Nitel araştırma: Neden, Nasıl, Niçin?, Editörler: Atila Yüksel, Burak Mil,
Yasin Bilim, 1. Baskı, Detay Yayıncılık, Ankara.
Miles, S., Hafner, C.,
Bolhaar, S., Gonza´ Lez Mancebo, E.,
Ferna´Ndez-Rıvas,
Andre´ Knulst, M., Hoffmann-Sommergruber, K. (2006). Attitudes towards
genetically modified food with a specific consumer benefit in food allergic
consumers and non-food allergic consumers. Journal of Risk Research, 9, 7,
801–813.
Miles, S., Frewer, L.J. (2003). Public perception of scientific uncertainty in relation to
food hazards. Journal of Risk Research, 6 (3),267–283.
Mitchell, V. W. (1999). Consumer perceived risk: conceptualisations and models.
European Journal of Marketing, 33 (1/2), 163–195.
Mitchell, V. W. (1998). A role for consumer risk perceptions in grocery retailing.
British Food Journal, 100(4), 171-183.
Mitchell, V. W., McGoldrick, P. (1996). ‘Consumers’ risk-reduction strategies: A
review and synthesis’, International Review of Retail Distribution and
Consumer Research, 6(1), 1–33.
Mohr, P., Harrison, A., Wilson, Baghurst, C. K. I., Syrette, J. (2007). Attitudes, values,
and socio-demographic characteristics that predict acceptance of genetic
engineering and applications of new technology in Australia. Biotechnology
Journal, 2, 1169–1178.
Moses, V. (1999). Biotechnology products and European consumers. Biotechnology
Advances, 17, 647–678.
Moven, J. C., Minor, M. (1998). Consumer behavior. Prentice-Hall, 5th Edition.
Murray, K. B. (1991). A test of services marketing theory: Consumer information
acquisition activities. Journal of Marketing, 55, 10-25.
178
Müftüoğlu, D. (2004). Ekonomik kriz dönemlerinde anlık alış-veriş yapan tüketicileri
planlı alışveriş yapan tüketicilerden ayıran özellikleri belirlemeye yönelik bir
uygulama. Yüksek lisans tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Adana.
Nakip, Mahir (2003). Pazarlama araştırmaları. Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Nakıboğlu,
M.
A.
B.
(2008).
Hizmet
işletmelerindeki
ilişkisel
pazarlama
uygulamalarının müşteri bağlılığı üzerindeki etkileri. Doktora tezi, Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Nardalı, S. ve Ay, C. (2008). Değer Tabanlı Bölümlendirme Kapsamında Organik ürün
tüketicilerini motive eden kişisel değerlerin belirlenmesi. Öneri, 8, 29, 13-21.
Nganje, W., Wachenhiem, C. ve Lesch, W. (2009). A Comparison between perception
of risk and willingness to serve genetically modifi ed foods. Journal of Food
Distribution Research, 40(2), 57-71.
Odabaşı, Y., Barış, G. (2003). Tüketici davranışı. Medicat Kitapları, Kapital Medya
Yayın A.Ş., İstanbul.
O’Fallon, M. J., Gursoy, D. ve Swanger, N. (2007). To buy or not buy: Impact of
labelling on purchasing intentions of genetically modified food. Hospitality
Management, 26, 117-130.
Olhan, E. (2010). Modern biyoteknolojinin tarımda kullanımının politik ve ekonomik
yönden
değerlendirilmesi.
farklı
boyutlarıyla
genetiği
değiştirilmiş
organizmalar. Yayına Hazırlayanlar: Dilek Aslan ve Meltem Şengelen, Ankara
Tabip Odası, Ankara.
Onyango, B., Nayga, R. M. Jr., Schilling, B. (2004). Role of product benefits and
potential risks in consumer acceptance of genetically modified foods.
AgBioForum, 7(4), 202-211.
Özcan, K. (2004). Consumer-to-Consumer ınteractions in a networked society: Wordof-mouth theory, consumer experiences and network dynamics. Doktora Tezi,
Univerity of Michigan.
Patton, M. Q. (2002). Qualitative Research&Evaluation methods. 3th Edition, Sage
Publication.
Peter, P. J., Tarpey, L. X. Sr. (1975). A comparative analysis of three consumer
decision strategies. Journal of Consumer Research, 2, (1), 29–37.
179
Perry, M., Hamm, B. C. (1969). Canonical analysis of relations between socioeconomic
risk and personal ınfluence in purchase decisions. Journal of Marketing
Research, 6, 351–354.
Peter, Paul J., Micheal J. Ryan (1976). An Investigation of Perceived Risk at the Brand
Level. Journal of Marketing Research, 13, 184-188.
Peterson, R. A. (1989). Some limits on the potency of word of mouth ınformation.
Advances in Consumer Research, 16.
Prasad, A., Strijnev, A., Zhang, Q. (2008). What can grocery basket data tell us about
health consciousness?. International Journal of Research in Marketing, 25,
301–309.
Podoshen, J. S. (2008). The African American consumer revisited: brand loyalty, word of
mouth and the effects of the black experience. Journal of Consumer Marketing,
24(4), 211-222.
Poortinga, W., Pidgeon, N. F. (2006). Exploring the structure of attitudes toward
genetically modified food. Risk Analysis, 26(6), 1707–1719.
Popielarz, D. T. (1967). An Exploration of perceived risk and willingness to try new
Products. Journal of Marketing Research, 4, 368–372.
Poveda, A. M., Brugarolas Molla-Bauza, M., del Campo Gomis, F. J., Martinez, L. ve
Martinez, C. (2009). Consumer-perceived risk model for the introduction of
genetically modified food in Spain. Food Policy, 34, 519–528.
Qaim, M. (2009). The economics of genetically modified crops. Annu. Rev. Resour.
Econ., 1, 665-694.
Qin W., J. B. (2008). Factors explaining male/female differences in attitudes and
purchase intention towards genetically engineered salmony. Journal of
Consumer Behaviour, 7, 127-145.
Richins, M. (1983). Negative Word-of-Mouth by dissatisfied consumers: A pilot study.
Journal of Marketing, 47(1) Winter, 68-78.
Rimal, A., Moon, W., Balasubramanian, S. (2007). Labelling genetically modified food
products: consumers’ concern in the United Kingdom. International Journal of
Consumer Studies, 31, 436–442.
Rimal, A., Moon, W.,
Balasubramanian, S. (2006). Perceived risks of agro-
biotechnology and organic food purchase in the united states. Journal of Food
Distribution Research, 37(2), 70–79.
180
Rosati, S., Saba, A. (2004). The perception of risks associated with food-related hazards
and the perceived reliability of sources of information. International Journal of
Food Science and Technology, 39, 491–500.
Roselius, T. (1971). Consumer rankings of risk reduction methods. Journal of
Marketing, 35 (January), 56–61.
Ross, Ivan (1975). Perceived risk and consumer behavior: A critical review. Advances
in Consumer Research, 2, 1–20.
Rowe, G. (2004). How can genetically modified foods be made publicly acceptable?.
Trends in Biotechnology, 22(3), 107-109.
Saba, A., Rosalti, S., Vassallo, M. (2000). Biotechnology in agriculture perceived risks,
benefits and attitudes in Italy. British Food Journal, 102(2), 114- 122.
Saher, M., Lindeman, M., Koivisto Hursti, U. K. (2006). Attitudes towards genetically
modified and organic foods. Appetite, 46, 324–331.
Saltık, A. (2010). Genetiği değiştirilmiş gıdalar ve halk sağlığı. farklı boyutlarıyla
genetiği değiştirilmiş organizmalar. Yayına Hazırlayanlar: Dilek Aslan ve
Meltem Şengelen, Ankara Tabip Odası, Ankara.
Schaninger, C. M. (1976). Perceived risk and personality. Journal of Consumer
Research, 3 (September), 95–100.
Sheth, J. N., Gardner, D. M. ve Dennis E. Garrett (1988). Marketing theory: Evolution
and evaluation. John Wily&Sons.
Sheth, J. N., Venkatesan, M. (1968). Risk-Reduction processes in repetitive consumer
behavior. Journal of Marketing Research, 5, 307-310.
Shiffman, L. G., Kanuk, L. L. (2004). Consumer behavior. Pearson Prentice Hall, 8th
Edition.
Siddiqui, K. (2011). Individual differences in consumer behaviour. ınterdisciplinary.
Journal of Contemporary Research in Business, 2(11), 475-485.
Silverman, George (tsiz). The power of word of mouth. New Book Selection.
Simpson, P. M., Siguaw, J. A. (2008). perceived travel risks: the traveller perspective
and manageability. International Journal of Tourism Research, 10, 315–327.
Sipahi, B., Yurtkoru E. S. ve Çinko, M. (2010). Sosyal bilimlerde SPSS ile veri analizi.
Beta Yayıncılık.
Spence, A., Townsend, E. (2006). Examining consumer behavior toward genetically
modified (GM) food in britain. Risk Analysis, 26,3, 657–670.
181
Spence, H. E., Engel, J. .F., Blackwell, R. D. (1970). Perceived Risk in Mail-Order and
Retail Store Buying. Journal of Marketing Research, 7 (August), 364–36.
Sonbahar, A. (2010). Genetik modifiye besinler. farklı boyutlarıyla genetiği
değiştirilmiş organizmalar. Yayına Hazırlayanlar: Dilek Aslan ve Meltem
Şengelen, Ankara Tabip Odası, Ankara.
Stone, R.N., Gronhaug, K. (1993). Perceived risk: Further considerations for the
marketing discipline. European Journal of Marketing, 27 (3), 39-50.
Stewart, D. W. ve Kamins, M. A. (2003). Marketing communications. Handbook of
Marketing (Edited by Weitz and Wensley), Sage Publications.
Subrahmanyan, P.S. C. (2000). Perceptions and attitudes of singaporeans towards
genetically modified food. Journal of Consumer Affairs, 34 (2), 269–290.
Sundaram, D. S., Mitra, K., Webster, C. (1998). Word-of mouth communications: a
motivational analysis. Advances in Consumer Research, 25.
Sungur, O. (2006). Korelasyon analizi. Editör: Şeref Kalaycı, SPSS Uygulamalı Çok
Değişkenli İstatistik Teknikleri, 2. Baskı, Asil Yayın Dağıtım.
Taylor, J. W. (1974). The role of risk in consumer behavior. Journal of Marketing, 38,
54–60.
Tekin, V. N. (2007). SPSS uygulamalı bilimsel pazarlama araştırmaları. Seçkin Yayıncılık.
Teisl, M. F., Radas, S., Roe, B. (2008). Struggles in optimal labelling: How different
consumers react to various labels for genetically modified foods. International
Journal of Consumer Studies, 32, 447–456.
Traill, W. B., Yee, W. M. S., Lusk, J. L., Jaeger, S. R., House, L. O., Morrow JR, J.
L.,
Valli, C., Moore, M. (2006). Perceptions of the risks and benefits of
Genetically-Modified foods and their ınfluence on willingness to consume. Food
Economics _ Acta Agricult Scand C, 3, 12–19.
Tokol, T. (2006). Pazarlama araştırması. Nobel Yayın Dağıtım, 12. Baskı, Ankara.
Townsend, E., Campbell, S. (2004). Psychological determinations of willigness to taste
and purchase genetically modified food. Risk Analysis, 24 (5), 1385–1393.
Tsakiridou, E., Tsioumanis, A., Papastefanou, G., Mattas, K. (2007). Consumers’
acceptance and willingness to buy GM food. Journal of Food Products
Marketing, 13(2), 69–81.
182
Turhan, A. (2008). Soya ve mısırda genetiği değiştirilmiş ürünlerin belirlenmesi
biyoteknoloji. Yüksek lisans tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Adana.
Tuu, H. H. ve Olsen, S. O. (2009). Food risk and knowledge in the satisfaction–
repurchase loyalty relationship. Asia Pacific Journal of Marketing and Logistics,
21(4), 521–536.
Tüysüzoğlu, B. B., Gülsaçan, M. (2004). Türkiye’de GDO. Bilim ve Teknik, 443, 36–
43.
Usunier, J. C. ve Lee, J. A. (2005). Marketing across cultures. Prentice Hall.
Ünal, A. (2009) .Genetiği değiştirilmiş organizmalar ve biyogüvenlik yasa tasarısı.
ekonomi ve sosyal araştırmalar derneği. www.ekopolitik.org, (Erişim Tarihi: 28
Şubat 2010).
Vann, J. W. (1983). A Multi-Distrbutional, conceptual framework for the study of
perceived risk. Advances in Consumer Research, 11, 442–446.
Varey, R. J. (2002). Marketing communication principles and practice. Routledge.
Verdurme, A. ve Viaene, J. (2001). Consumer attitudes towards GM food: Literature
review and recommendations for effective communication. Journal of
International Food&Agribusiness Marketing, 13(2/3), 77-98.
Vilella-Vila, M., Costa-Font, J. (2008). Press media reporting effects on risk perceptions
and attitudes towards genetically modified (GM) food. The Journal of SocioEconomics, 37, 2095–2106.
Wachenheim, C.J. (2006). Changing consumer perceptions about genetically modified
foods. Journal of Food Products Marketing, 12(1), 31-43.
Walker, L. Jean Harrison (2001). The measurement of Word-of-mouth communication
and an ınvestigation of service quality and customer commitment as potential
antecedents. Journal of Services Research, 4(1), 60-75.
Wells, W. D., Prensky, D. (1996). Consumer behavior. John Wiley&Sons Inc.
Whitman, D. B. (2000). Genetically Modified Foods: Harmful or Helpful?. CSA
Discovery
Guides,
http://www.csa.com/discoveryguides/discoveryguides-
main.php. (Erişim Tarihi: 16 Kasım 2010).
Wilson, C. , Evans, G., Leppard, P., Syrette, J. (2004). Reactions to genetically
modified food crops and how perception of risks and benefits ınfluences
consumers' ınformation gathering. Risk Analysis, 24(5), 1311-1321.
183
Wirtz, E. M., Miller, K. E. (1977). The effects of postpurchase communications on
consumer satisfaction and on consumer recommendation of the retailer. Journal
of Retailing, 53, N:2, 39-46.
Woodside, A. G., Delozier, M. W. (1976). Effects of word of mouth advertising on
consumer risk taking. Journal of Advertising, 5(4), 12-19.
Woodside, A. G. (1974). Is there a generalized risky shift phenomenon in consumer
behavior. Journal of Marketing Research, 11, 225–226.
Wu, F. (2004). Explaining public resistance to genetically modified corn: An analysis of
the distribution of benefits and risks. Risk Analysis, 24(3), 715–726.
Yardımcı, H. (2011). BiyogüvenlikKurulu çalışmalarının kanatlı sektörü üzerine
etkileri. http://www.ancnutrition.com/tr/PROF_DR_HAKAN_YARDIMCI.pdf,
(Erişim Tarihi: 30 Ağustos2011).
Yeung, R. M.W., Morris, J. (2006). An empirical study of the impact of consumer
perceived risk on purchase likelihood: a modelling approach. International
Journal of Consumer Studies, 30(3), 294–305.
Yeung, R. M.W., Yee, W. M.S. (2002). Multi-dimensional analysis of consumer
perceived risk in chicken meat. Nutirition&Food Science, 32(6), 219-226.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2006). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri.
Güncelleştirilmiş Genişletilmiş 5. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Yılmaz, E., Oraman, Y., İnan, İ.H. (2009). Gıda ürünlerine ilişkin tüketici davranışı
dinamiklerinin belirlenmesi, Trakya Örneği. Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi,
6(1), 1-10.
Your World (tsiz). Genetically modified food crops. 10, Is:1, 1–16.
WHO (Dünya Sağlık Örgütü) (2009). 20 questıons on genetically modifıed (GM) foods.
http://www.who.int/foodsafety/publications/biotech/20questions/en/, Erişim Tarihi:
07 Eylül 2010.
184
EK 1. GÖRÜŞME FORMU
Görüşülen:
Tarih:
1
GDO’lu gıdaların ortaya çıkarılmasındaki
neden/nedenler nelerdir?
2
GDO’lu gıdalar ile ilgili belirsizlik var mıdır?
Belirisizlik içeren konular sizce nelerdir?
3
GDO’lu gıdaların doğurabileceği ters (olumsuz)
sonuçlar sizce var mıdır? Varsa nelerdir?
4
GDO’lu gıdaların faydalı olabileceğini
düşünüyor musunuz? Varsa nelerdir?
5
Tüketici olarak GDO’lı gıdalar hakkında neler
düşünüyorsunuz? - Endişeleriniz var mı?
- Tüketmenin riskli olduğunu düşünüyor
musunuz?
6
Etiketli olduğu varsayımı altında GDO’lu
gıdaları tercih eder misiniz?
185
EK 2. ANKET FORMU
Değerli Cevaplayıcı;
GDO’lu gıdalarla ilgili algılanan riskler hakkında Çukurova
Üniversitesi’nde hazırlanan bir doktora tez çalışmasında kullanılacaktır. Ankete
Bu anket,
vereceğiniz doğru ve sizi yansıtan cevaplar, sadece akademik amaçlarla kullanılacak ve
verilen bilgiler kesinlikle gizli tutulacaktır.
Önemli not: soruların doğru ya da yanlış cevapları yoktur.
Gösterdiğiniz İlgiye Teşekkür Ederiz.
1. “Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) ” kavramını daha önce duydunuz mu?
a) evet
b) hayır
2. Aşağıda GDO’lu gıda hakkında bilgi elde edilebilecek bazı kaynaklar yer verilmiştir.
Sizin için en güvenilir olana 6, en az güvenilir olana 1 vererek sıralayınız.
(
) mühendisler (gıda,ziraat, çevre…)
(
) doktorlar/sağlıkçılar
(
) sivil toplum örgütleri (odalar, tüketici
grupları….)
(
) akademisyenler
( ) medya yorumcuları (gazete yazarları, haber (
sunucuları, program yapımcıları…)
) aile, arkadaş, komşu
3. Sizce, GDO gıdalar etiketlenmeli midir?
a) evet
b) hayır
ÖN METİN
Genetiği değiştirilmiş gıdalar (GDO’lu gıdalar), biyoteknolojik bir gıda ürünüdür. GDO’lu
gıdalar, genetiği değiştirilmiş bitki ya da hayvanlardan elde edilen gıdalar olarak
adlandırılmaktadır. Bu gıdalar bünyesinde yapay olarak yerleştirilen genler içerir. Ürünün
bünyesine yerleştirilen gen; aynı türdeki bitkiden, başka bir bitkiden, hayvandan veya bakteri
gibi diğer organizmalardan elde edilebilir.
GDO’lu gıdalar hakkında olası bazı fayda ve riskler söz konusudur.
Bilinen ve tahmin edilen bazı faydaları:
• Verimlilikte artış sağlayabilme (daha az araziden daha fazla miktarda ürün alınması,
daha kısa zamanlarda daha iyi sonuçlara ulaşma),
• Açlık sorununa çözüm getirebilme,
• Zirai mücadeleyi kolaylaştırma (hastalık ve zararlılara dayanıklılık sağlama),
• Tarımda kimyasal kullanımını azaltma,
• Kimyasal kullanımının azalması sonucunda çevre kirliliğinde azalma.
Gelecekte, GDO’lu gıdaların şu olası faydaları sunması bekleniyor:
• Kötü beslenmesinin azaltılmasına yardımcı olacak yüksek besin değeri içerme,
• Tedaviye yönelik aşı ve ilaç içerme,
• Uzun süre taze kalabilme.
GDO’lu gıdalarla ilgili olası risklerin bazıları:
• Alerji, kanser, antibiyotiklere dayanıklılık, çocukların hormonlarını olumsuz
etkileyebilme,
186
•
•
•
•
•
•
•
Tarımda zararlı böceklerin ve bitkilerin daha da güçlenebilmesi (zararlı böcekler ve
bitkiler, GDO’lu ürünler için üretilen böcek ve bitki ilaçlarına karşı dayanıklılık
kazanabilir.),
Tarımda yabancı firmaların üstünlük kazanması,
İnsanların doğal dengeye müdahale etmesi ve çiftçiye haksız rekabet gibi nedenler
açısından sosyal risk oluşturabilme,
Gelecekte görülebilecek faydaların ve zararların henüz bilimsel olarak
kesinleşmemesi,
Kesin sonuçlara ulaşmaya yönelik bilimsel çalışmaların uzun zaman gerektirmesi,
Bilim adamlarının fayda ve zarar konusunda fikir birliği içinde olmamaları,
Gen merkezi konumunda olunan ürünlerin (Türkiye için buğday gibi) yabani
türlerine GDO içeren genlerin kaçabilmesi/geçebilmesidir (genetik çeşitliliğin zarar
görebilmesi).
GDO’lu gıdalar, piyasaya sunulmadan önce analizlerden geçirilmekte ve analiz sonuçlarına göre
piyasaya sunulmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’ da birçok GDO’lu gıda
üretilmekte ve tüketilmektedir. Çin ve Hindistan gibi bazı gelişmekte olan ülkeler de bu
teknolojiyi edindi. Avrupa Birliği ülkelerinden sadece İspanya’da üretim yapılırken, 6 AB
ülkesinde (Avusturya, Fransa, Yunanistan, Macaristan, Almanya ve Lüksemburg) üretim tamamen
yasaktır. Türkiye’de ise üretim yasak olup ithalat belirli oranlarda serbesttir. Dünya’da en çok
yetiştirilen GDO’lu gıdalar; soya fasulyesi, mısır ve pirinçtir.
Aşağıda GDO’lu gıdalarla ilgili algılayabileceğiniz riskleri belirlemek için bazı
ifadeler verilmiştir. Lütfen, bu ifadelere katılım derecenizi belirtiniz.
Kesinlikle
Katılıyorum
5
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
Katılıyorum
4
Kararsızım
Katılmıyorum
3
2
Hiç
Katılmıyorum
1
GDO’lu gıda satın alacak olsam, alerji, kanser, antibiyotik direnci ve
benzeri gibi hastalıklardan endişelenirdim.
GDO’lu gıda satın alacak olsam, ailemde, başkalarında ve kendimde uzun
vadede çıkacak sağlık sorunlarından endişelenirdim.
GDO’lu gıda satın alacak olsam, uzun vadede çevreye vereceği zarardan
endişe duyardım.
GDO’lu gıda satın alacak olsam, lezzetli olup olmayacağından
endişelenirdim.
GDO’lu gıdaların sebep olacağı zarardan endişe duyarım.
GDO’lu gıda satın alacak olsam, yanlış birşeylerin olacağından
endişelenirim.
GDO’lu gıdaya para harcamak yanlış bir harcama olur.
GDO’lu gıdalara yapacağım harcamanın mantıksızlığından endişe ederim.
GDO’lu gıda satın alırsam, harcadığım paraya değmeyeceğine endişe
ederim.
GDO’lu gıdaları satın almak bana saygınlık kazandırmaz.
Bazı arkadaşlarım, GDO’lu gıda satın almamın gösteriş yapmak olduğunu
düşünebilir.
Görüşlerine önem verdiğim kişiler, GDO’lu gıdaları almamın akılsızca
olduğunu düşünebilir.(GDO’ların riskleri olabileceğinden)
GDO’lu gıdalar, ahlaki açıdan (ekonomi, din, çevre…) zararlıdır.
17 GDO’lu gıdalarla ilgili bilgi edinmek çok zamanımı alacaktır.
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
5 4 3 2 1
187
Aşağıdaki ifadelere katılım derecenizi belirtiniz
Kesinlikle
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç
Katılıyorum
Katılmıyorum
5
4
3
2
1
18 GDO’lu gıdaların doğuracağı bilimsel sonuçları görmek için uzun zaman 5 4 3 2 1
gereklidir.
19 Benim, GDO’lu gıdaların riskli olup olmadığını anlamam için uzun
zamana ihtiyacım var.
5 4 3 2 1
20 GDO’lu gıda satın alma düşüncesi, beni psikolojik olarak rahatsız eder.
5 4 3 2 1
21 GDO’lu gıda satın alma düşüncesi, gereksiz bir gerginlik yaşamama sebep
olur.
5 4 3 2 1
22 GDO’lu gıda satın alma düşüncesi, bana kaygı hissi verir.
5 4 3 2 1
GDO’lu gıda satın almaya karar verdiğimde, ailemden, arkadaşlarımdan
veya komşularımdan tavsiye alırım.
24 Söz konusu GDO’lu ürün olduğunda, medyadan edindiğim bilgilere
oranla ailemden, arkadaşlarımdan ve komşularımdan aldığım bilgilere
daha fazla güvenirim.
25 GDO’lu gıdalar konusunda, genellikle, ailemi, arkadaşlarımı ve
komşularımı iyi bir tavsiye kaynağı olarak dikkate alırım.
26 GDO’lu gıdaları, yemeğe istek duyarım.
5
4
3
2
1
5
4
3
2
1
5
4
3
2
1
5
4
3
2
1
27
GDO’lu gıdaları, satın almaya istekliyim.
5
4
3
2
1
28
GDO’lu gıdaları, aileme sunmaya istekliliğim var.
5
4
3
2
1
23
29. Cinsiyetiniz: ( ) kadın
( ) erkek
30. Medeniz durumunuz: ( ) bekar
( ) evli
31. Yaşınız:
( ) 20 – 24
( ) 35 – 39
( ) 25 – 29
( ) 40 – 44
( ) 30 – 34
( ) 45 – 49
32. Aylık net hane geliriniz:
( ) 1000 TL’den az
( ) 2001- 2500 TL
( ) 1000- 1500 TL
( ) 2501- 3000 TL
( ) 1501- 2000 TL
( ) 3001- 3500 TL
33. Eğitim durumunuz:
( ) Okur-Yazar değil
( ) Okur – Yazar
( ) İlkokul
( ) Ortaokul
( ) Lise
( ) Ön Lisans
( ) 50 – 54
( ) 55 - 59
( ) 60 ve üzeri
( ) 3501- 4000 TL
( ) 4001- 5000 TL
( ) 5000 TL üzeri
( ) Üniversite
( ) Yüksek Lisans
( ) Doktora
ANKETİMİZ SONA ERMİŞTİR. ANKETE KATILDIGINIZ İÇİN TESEKKÜR EDERİZ.
188
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı: Ceyda KELEŞ
E mail: [email protected]
Öğrenim Durumu:
Derece
Alan
Üniversite
Yıl
Ortalama
Lisans
İşletme
Çukurova Üniversitesi
2005
3.63/4.00
Yüksek Lisans
İşletme
Çukurova Üniversitesi
2007
3.75/4.00
Doktora
İşletme
Çukurova Üniversitesi
2011
3.95/4.00
Uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan makaleler
Serap Çabuk, Ceyda Keleş (2011), Satış Yönetiminde Cinsiyet ve İş Tatmini. e-Journal
of New World Sciences Academy, 6(1), 18-33.
Serap Çabuk, Burak Nakıboğlu, Ceyda Keleş (2008), Tüketicilerin Yeşil (Ürün) Satın
Alma Davranışlarının Sosyo-Demografik Değişkenler Açısından İncelenmesi.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17 (1), 85-102.
Uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında (Proceedings)
basılan bildiriler
Serap Çabuk, Ceyda Keleş (2010), Satış Gücünde Kadınlar:
Kadın Satışçıların
Karşılaştıkları Kolaylıklar ve Zorluklar. Toplumsal Gelişmede Türk ve Japon
Kadınının Eğitimi Sempozyumu, Çanakkale.
Kemal Can Kılıç, Ceyda Keleş (2009), The Business Challenges of Enterpreneurship in
Transitional Economies. 2nd Interational Conference on European Studies, 293318, Albania.
Ulusal bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında basılan bildiriler
Burak Nakıboğlu, Ceyda Keleş (2008), Çevreci Satın Alma ve Cinsiyet Farklılıkları.
13. Ulusal Pazarlama Kongresi, Adana.
189
Diğer Yayınlar
Orhan Büyükalaca, Aykut Gül, Murat Türk, İ. Efe Efeoğlu, Bülent Öz, Mehmet
Cihangir, Emre Yakut, Esengül İplik, Bahadır Ergün, Ceyda Keleş (2011),
Osmaniye İli Stratejik Yönelim Analizi, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi
Yayınları II, ISBN: 978-60561237-1-9.
Orhan Büyükalaca, Aykut Gül, Efe Efeoğlu, Bahadır Ergün, Ceyda Keleş, Emre Yakut,
Aslı Sezgin (2009), Osmaniye İli SWOT Analizi, Osmaniye Korkut Ata
Üniversitesi Yayınları I, ISBN: 978-60561237-0-2.
Download