A n k a r a 'd a k i » o n re s im v e h e y k e l ■ ergisi h a k k ın d a Muhtelif san’at teşekküllerinin birleşerek her yıl devlet merkezinde açtık­ ları resim ve heykel sergilerinin sonun­ cusu hakkındaki intihalarımı samimiyet­ le, büyük iddialara vo lâyuhti olmak hülyalarına kapılmadan söyleyeceğim. Elbetteki, metier bakımından bir ressam salâhiyetine asla malik değilim. I.âkin, en küçük yaşından itibaren resme hay­ ran olmuş, b'rkaç yıl Louvre, Vatikan ve saire gibi pekçok mühim müzeleri uzun uzun ve doya doya seyretmiş bir adam sıfatile bu sahadaki hislerimi, sa­ dece hislerimi söylersem çok mudur? Re­ simden ve ressamlardan bahsederken âdet edindiğim bu küçücük mukaddi­ meden sonra güzel sanatlar birliğine tahsis edilmiş ve General II a 1 i I, Ş e vk et D ağ re Ç a l l ı gibi en kıdemli ressamlarımızın eserlerini ihtiva eden ilk kısımdan itibaren bazı intihalarımı nakledeceğim. General H a l i l ’ in büyük annesi sergideki en güzel ve kuvvetli eserler­ den biridir. Patiska perdelerden fevka­ lade güzel ve ölçülü bir ışık alan bir odada ihıiyar bir kadın, iskemleye otur­ muş, torununun bir çorabını tamir edi­ yor. Ve küçük bir kız çocuğu biraz irice ve yere biraz yapışmamış ayak­ larının biri çoraplı biri çıplak, tamirin sonuna muntazır. İhtiyar kadının k ır­ mızı entarisindeki eskiliğe k-îdar her şeyin harikulade bir vuzuh ve sadakatla gösterildiği bu levha, muhterem pirin tek eseri de olsa kendisine pek değerli bir ressam sıfatını verebilirdi. Çok genç ve ışıklı bir eser oa n İnekleri ııstad son zamanlarda yapmış dediler K öy sokağı tablosu da gayet canlı ve kuvvetli. Uzaktan eski Ankara’yı ve ka­ leyi gösteren tabloya gelince, hakikate mutabakat noktasından çok itirazlara uğrasa yeridir. Ş e v k e t D a ğ’ m yedi eserin­ den en güzelleri çinileri yer yer harap olmuş bir medresenin iç ve dışına ait tablolardır. Ustad iki dane de Boğaz’a ait peyisaj yapmış. Denizinin çiniyi ve onun yeşilini hatırlatışı belki de hafıza­ mıza ait olan bir şeydir. Manolya ve Leylakları da nefis olan ve Dolmabahçe tablosunda, sara­ yın büyüklüğünü anlatmak için mini mini bir kayık koymağa nedense lüzum gören Çallının, Ada’ va ait te iki resmi var. Bunların Büyükada’dan Heybeli’yi göstereni serginin en güzel üç dört res­ minden biridir. Bir yaz günü adanın baş döndürücü sıcağı ve mest renkle­ ri bu tabloda yaşamakta ve yanmakta. Sade Heybeyli’nin nefis tepeleri bana leziz bir rehavet ve İlâhî bir tenasüp içinde uzanamayor gibi, biraz sıkışmış gibi geldi. H i k m e t O n a t , Celâl Bayar’m büyük bir portresini yapmış. Yüz iyi benzetilmiş, fakat Ba^vekil’in vücudun­ daki mevzun tabiîlik, vaziyetlerdeki ha­ kim ahe k ve rahatlık bu resimde mevcut değil. Ressamın yine Cihangir taraflarından ve tabiî çok sevdiği ve alıştığı kurbagalı dereden resimleri var. F e y h a m a n’ ın iki eseri. Güzel çiçekleriyle bir geııç kadın portresi. Bu portrede birbirine kavuşan el ve kollar pek iyi olmasa bile yüz cidden canlı ve muvaffak. Vecihi’nin sadık kaldığı Moda ve Ada sahillerine ait resimleri ve zengin bir şalın önünde olgun meyveleri. A y e t u l l a h S ü m e r’in m ü­ teaddit ve birkaçı büyük tablolarından biraz yana dönmüş üryan uzanan Habeş odalığının teni ve eti, leziz ve koyu renk erikleri hatırlatıyor. Natür mortuııda da çok güzel koyu renkler var. Genç kızı ferah ve taze. Ahmed D o ğ u e r ’ in birkaç resmi arasında K öy düğünü modelle yapılsa daha güzel olurdu. Ressamın bulunduğu Kütahya için örf ve kıyafet bakımından bir vesika mahiyetindedir. Topkapısarayı’nın ressamı olan A b d u l ­ l a h Ç i z g e n oradan mülhem resimler yapmış. Bağdatköşkü’nün içini göste­ reni önünde bilhassa durdum ve her ziyaretimde bütün Luikenzosez ve saire eşyasından ve âleminden kaçıp iltica etmek ve dinlenmek, dinlenmek arzuları veren o nefis yerin ferahını bu resimde bulamadım. Â l i H a l i l’in birkaç eseri içinde Çamlıca sırtı cidden güzel, munis. Yeşillerinde Zekâi Paşa’yı çok hatırlatan bir temizlik var. C e v a d G ö k t e m i z’in Salacık’a ait güzel bir akvarelini, H a y r i Ç i z e 1in Kan­ dilliden Boğaz’mı, M u z a f f e r S o y e r i n Yeşil deniz, Z a h i d e’nin Vaniköyünden adlı bir levhasını da zikre­ deceğim. S a m i’nin sevgili Bursa’ mın güzel dağlanın ve emsalsiz yeşillerini canlan­ dıran iki tablosu önünde de bilhassa durdum . F i k r e t M u a l l a’nın tek bir tablosu var. Gayetle çirkin ve hele memeleri bilhassa gizlenmeğe lâyık bir çıplak kadııı küçücük bir iskemle üs­ tünde oturmuş. Kuvvetli bir eser. Daha bir çok resini ve ressam kalmışken ye­ rin müsaadesizliği beni artık müstakil ressamlar tarafına götürüyor. Burada yirmi iki ressamla bir heykeltraş var. Heykeltraş, aynı zamanda eyi bir res­ sam olan ve bu sene resim vermeyen N u s r e t S u m a n’dır. Üç eser ver­ miş ki çıplak kadınla tayyareciler röliyef’i. Bu röliyefte üç tayyareci bağı, çok virile adeta çelik kesilmiş, fakat çok zaif adeta bir deri bir kemik yüzle­ riyle biraz da maveraî bir ifade taşı­ yorlar. Oturan çıplak kadın da vücut ne kadar hakim ve ııimhayvanî bir muvazene içinde müsterih. Müstakil ressamlar arasında N ureddin Erguven, Refik E p i k m a n ve, S e y f i Toray, Ankara’da yerleşmiş olan ve eserlerini daima gördüğümüz ve çalışmalarına şahit bulunduğumuz sanatkârlardır. S e y f i T o r a y ’ın gayet ince, hisli, muvaffak, fakat mevzuları, renkleri, duyuş şekli ve duyuruş vasıtaları biraz yeknesak eserleri var. Ankara’nın eski evlerini kışın gösteriyor ve yiyecek içe­ cek bazı şeyler arzediyor. Bunların mönüsüne bu sefer bir porsiyon baba tatlısı ilâve etmiş. S e y f i T o r a y’m ince, marazı ve adeta ürkek tonlarına mukabil Nu­ rettin’in gürültülü, mübalağalı, taşan renkleri, tarzı var. Çok güzel iki peyi zajla pürihtiras çıplak kadınlar teşhir ediyor. R e f i k E p i k m a’nın bil­ hassa Çubukbaraj’ında güzel renk­ leri ve bir güzel natürmortu. Haşan Ali Yücel’in portresinde ten solgun, yüz abus ve dudaklar muhayyel bir buse karşısında uzanmış gibi. Ş e r e f A k d ı’nın bilhassa Bursa’ya ait güzel peyisajları, Bursa’iı Ş ef i k ’iıı bozkır renklerinden ve manzara­ sından başka şeyler göstermek arzusile yapılmış eserleri var. Velud bir sanat­ kâr olan S ı r r ı Ö z b a y’ın yaşa­ dığı Balıkesir’e ait olduğunu zannettiğim bir sokak manzarasile ayvaları güzel eserler. Fakat en müfrit resim cereyan­ larını seVen bu ressamın bu tarzda eserlerde göndermesi, tenevvü ve her tarzda eser arzı bakımından sergi için belki de şayanı temenni idi. M e l â h a t E k i n e i’rıiıı kad tu canlılığı şayanı dikkat bir tip arzediyor. H a k k ı’nın, biri bayan Sabilıa Gökçen olmak üzere üç kadın portresi ve A r i f B e d i i’nin müteaddit peyizajları var. Süleymaniye camiini gösteren eseri resimlerinin belki en güzeli. E d i p K ö s e o ğ 1 u nun m angal başı eseri de bu iyi ressamın önünde en fazla durduğum tablosu oldu. Müstakil ressamlardan D grubuna geçersek T u r g u t Z a i m’in bu grup­ tan ayrıldığını ve E 1 i f N a c i’nin eser vermediğini görüyoruz. Buna mukabil Bedri Rahmi Eyüpoğlu bize E r e n E y y ü p o ğ l u’nu getirmiş. Duyuşları ve bildirişleri kocasınıııkiııe hemaıı heman eş bir ressam. İkisi de B-ğaziçin’den şüphesiz ki güzel, fakat Boğaziçi’le münasebetleri adeta itibarî eserler vermişler. Eren Eyyiiboğlu altı ve B e d r i sekiz eserle iştirak edi­ yorlar. Velûdiyet Bu grup ressamları arasında N ur u 11 a h Berki en kuvvetlileri saymak mümkündür. Dört güzel eseri var ve dördünde de onun öteki eserle­ rindeki renkleri ve edayı hatırlıyoruz. İlk defa olarak bir de erkek başı adlı büst arzeden Cemal Tullu’nun gü­ zel peyisojları, göz okşayıcı yeşilleri var. Z e k i F a i k’ııı tuvaletinde bir kadının çıplak ve diğerinin giyimli olması, pek büyük bir resim üstadının biri üryan ve biri giyimli iki kadını niçin yanyaııa koymuş o ’duğu halikın­ daki haledilmemiş suali 1938 tarihinde kendisi için tekrar ettiriyor. İstanbul limanı da B e d r i R a h m i ilo zev­ cesinin tasvir ettik1eri Boğaziçi kadar san’atkârın mahsulü tasavvuru olmakla beraber denizin yeşili cidden leziz. Heyk*dtraş Z ü h t ı i Mürido ğ 1u nun iki güzel eseri dö bu gruba ait kısımdadır. Artık serbest ressamlar kısmına geliyoruz. Burada 15 ressamla üç heykeltraş var ve r onlar arasında ken­ disinden klâsik vadisinde en fazla ümid beklediğin < S a b r i F e 11 ah ın tek resmini, çizgisini görmüyoruz. Buna duyduğum esefi kaydettikten sonra bu kısımda en kuvvet,! iki eser olarak IH a m i d G ö r e l’iıı kotraları ile H a l i l - D i k m e n’in m illî mücadele esnattnda köylü leri irşad eden Atatürk levhası önünde duracağım. Her iki ressam da bu iki eserden başka birşey verme­ mişler, fakat verdikleri güzel, eb’at itibarile de mühim. H a l i l D i k m e n’in tablosun­ da, ön safta ve bir kısmı çö.melnıiş bir kısmı ayakta duran köylüler ortasında A t a t ü r k ’ü oturmuş ve konuşuyor görü­ yoruz. Arkadaki yeşil tabiat kısmında eski İtalyan ressamlarının, öndeki ışık­ lanmış gurupta Felemenk ekolunun te­ sirleri bariz. İnsanlarda açık kahverengi ve yüzlerde birbirine müşabehet var. Ve resmin bir tarafındaki kulube de, grup ta,ilk Hıristiyanlar’ın bir toplanışla­ rını insana fazla hatırlatıyor. Edilebile­ cek bu kabil itirazlara rağmen bir eser karşısında olduğunu insan teslim edi­ yor. H a m i d N e c d e t’ in üç kot­ rası şimal denizlerinde ve hatta Okya­ nusta görülecek kadar siyalıımtrak bir yeşil denizde ve gayet canlı ve ışıklı parçalara malik olarak görünmektedir. Kusur olarak bir profane’ın da fark ede­ ceği birşeyi ressamın nasıl görmediği­ ne hayret ettim. Fazla büyük ve sapsarı yelkenler üzerinde kotraların taşıdıkla­ rı numaralar nasıl oluyor da rüzgârla hiç, lıiç kıvrım yapmamışlar? Bu numa­ ralar gûyaki duvar üstüne yazılmışlar. Ahmed Ziya A k b u l u t ’un Çeşmesi gayet çok teferruatlı ve pek sabırlı bir çalışma gösteren bir eser. M e l e k C e l â l ’ ın güzel bir genç kız portresi var. E e f e t B a ş O k ç u ’ ııun eserleri ucuz bir lokanta­ nın kahvaltı ve akşamcılık meşheri gibi. S a m i K a r a b a t ı ’ nın iyi bir Bo­ ğaziçi ve Ş e r i f R e n k G ö r ü r ’ün içli An­ kara peyizajları var. M a 1 i k A k s e 1, çi­ çeğe ve çıplağa kadar her nevide olarak biraz solgun renkli on iki eser vermiş. Köylü çocuklarını, örf ve âdet manzara­ larını, folkloru seven ve gürbüz ve gü­ zel şeyler tersiminden bilhassa içtinap eden bu sanatkârın en şayanı dikkat resmi kendisini atölyesinde tasvir eden eseri. S a d ı k G ö k t ü n a’ nın küçük ve güzel eşerler! ve T u r g u t Z a i m ’in büyük bir levhası var. Çini işleyen kız. Vücudunun nisbetleri pek kabili tenkit olmakla beraber ne nazik ve güzel bir baş, işinin üstüne eğilmiş profili Ve açık pençeredeıı görülen manzara, nefis bir minyatür. Okadarki, ilk önce bir başka levha sanıp köylü kızını zevk için bu işi gören ve sarayı nefis eser­ lerle malî bir şark prensesi sandım. A l i H a d i ’ nin kuvvetli etütleri ve K e n a n Y o n t u ıı ç’ un eyi bir büstü var: Büyücek burunlu, zaif ve asabı bir erkek başı. Umumiyet itibarile dikkate layık bir sergi. İçinde bir tarih olacak, bir dönüm noktası teşkil edecek, fevkalâde uzuıı çalışmalar neticesinde vücude getirilmiş bir eser gösterilmese ve ayrılmasa bile. Fakat böyle bir eser vücut bulabilir, böyle bir eser henüz beklene­ bilir mi? Bunun münakaşasına asla gi­ rişmeyerek keyfiyeti sadece kaydediyor ve bu küçük yazıyı gelecek seneler için daha çok, daha titiz ve d ha muvaffak eserler beklediğimizi söyleyerek ııihayetlendiriyorum. İntilıab edilen mevzu­ larda fazla yeknasaklık ve birçok eser­ de biraz ihmal ve istical bulunduğu muhakkak, ve memleket davalarını ele alan resimlerde muvnffakiyet asla mu­ hakkak değil. Meselâ şömendiferle kağ­ nıyı mukayese eden büyük tablo, iske­ lete giydi ilmiş eski uııüformanın tom­ bul tombul köylüyü sarışını gösteren levha, iki genci zararsız olan tarih der­ sinde bir üçüncü çocuğun omuzundaki o feci el, güneş karşısında secde eden askerin anatomisi ve saire. Fakat devam etmeyeyim. Yazımı bitirmiş olduğumu daha evvel söylemiş değil miydim. . . Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi