• . \af .. • • · . DI EGITIMI ARAŞTIRMALARI • • DERGISI CEHALET ve TEZAHÜRLERİNE KARŞI DİN EGİTİMİNİN HEDEFLERİ Yrd. Doç. Dr. Ahmet KOÇ Karadeniz Teknik Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Birtakım düşüncelerin, inanışların veya eylemlerin nedeni olarak genellikle cehalet gösterilir. Kıyınet hükümleri ve yaşama biçimleri deği­ şik olanlar, birbirlerini ceMietle itharn ederken, bu kavrama değişik anlamlar yüklenir. özellikle de din eğitiminin nihai hedeflerinden birisi, hiç ceMieti ortadan kaldırmaya çalışmak ve bunun yollarını göstermektir. Bunu yaparken, ceMietin kaynaklarına inmek, tezahür ettiği alanları tanımak, bunlarla mücadele etmek gerekmektedir. Bu noktada ceMietin mahiyeti problem olarak gözükmektedir. Cehalet, sadece "bilgisizlik" midir? Bilgili insan, celıfılet ve onun tezalıürlerinden kurtul. mu§ sayılır mı? Bu sorulara isabetli cevaplar verebilmek için öncelikle, ceMietin anlam ve kaynakları üzerinde durmak gerekir. . Eğitimin, şüphesiz I. CEHALET'İN ANLAM ve VE KAYNAKLARI; Cehalet "c-/ı-l" kökünden türemiş bir masdar olup, isim olarak da ve kullanıldığı yere göre, farklı anlamlar kazanan Arapça bir kelimedir: Kaynaklar incelendiğinde, cehalet kavramının. kullanılışı şu başlıklar altında toplanabilir: kullanılan A. İLMİN ZIDDI OLARAK "CEHALET" l.Bilgisizlik, bilmemek, CeMietin taşıdığı tanımamak: anlamlardan birisi, ilmin karşıtı olarak bilgisizlik, 100 DİN EÖiTIMt ARAŞTIRMALARI bilgisizce bir iş yapmaktır. "Bilmedi, tanımadı" " ·~1 k " ve ".ı-ı k " şeklindedir 1 . anlamındaki kullanılışı Ragıb el-Isfahani'ye (v. 425h.) göre cehaletin üç anlamı vardır. Bunlardan birincisi, "ilimden yoksun olmaktır" ki, kelimenin asıl anlamı budul ve bu anlamda cehalet, ilmin karşıtıdır. Cahil, çoğunlukla birisini yerrnek amacıyla kullanılmakla beraber, bu anlamda kullanılmadığı da olur. Mesela şu ayetteki kullanılışı böyledir: "(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. (Onların durumlarını) bilmeyen, onları zengin zanneder. Çünkü, onlar iffetlerinden dolayı isternekten çekinirler .." (Bakara, 2/273). Burada, "bilmeyenler" için, bir yerıne söz konusu değildir3 • "Bilmeyen herkes mutlak olarak cahil değildir. Gerçekte cahil, bir şeyi araştırmadan, olması gerekenin dışında yapan kimsedir. Eğer böyle olmasaydı, onun cehtlleti kınamnaz ve kötülenmezdi" 4 • İbn Manzor (v. 711h.) da burada "cahil"i, "akıl"ın değil, "hıbra"nın (durumunu iyice bilmek, haberdar olmak) karşıtı olarak açıklar ve ceMietin "tanımamak" anlamına işaret eder5 . "Bilme" ve "tanıma" ile ilgisinden dolayı sınır, yol işareti, dikili taş, vs. gibi insana kılavuzluk edecek bir alanıeti olmayan yer için mechel, bu niteliklerde olan bölgeleri ifade etmek için de arz-ı mechel veya arz-ı mechale kullanılır. Kimse tarafından sağılmayan veya damgası olmayan ve sahibi bilinmeyen deveye ise yine aynı kökten türeyen meclıflle denir 6 • dağ Cahiliyye şiirlerinde yüklenir ise de, "bilmemek, tur: "ce/ıl" e, genellikle "h ilm "in karşıtı tanımamak" anlamında kullanıldığı bir anlam da olmuş­ l.el-Halfl b. Ahmed el-Ferahidi' (v.175h.),' Kitilbu'l-Ayn, thk. Mehdi el Mahzfirni-İbrahirn es-Sarnerral, Beyrfit 1988, III,390; Carullah Ebu'I-Kasım ez-Zernahşerl (v. 538h.), Esilsu'l-Belilga, Beyrfit 1989, s.107; Ragıb e1-1sfahfuli (v. 425h.), Miifrediltu Eljilzı'l­ Kur'tin, thk. Safffuı Adnan Davfidi', Beyrfit 1997, s.580; İbn Manzfir (v. 711h.), Lisilnu'l-Arab, Beyrfit 1996, II;402; Ahmed b Yusuf el-Halebl (v. 756h.), Umdetü'lHuffilz, thk. Muhammed Altunc!, Beyrfit 1993, 1,407; Butrus el-Bustanl, Mulıftu'l­ Mulıft, Lübnan 1987, s.133; Nafiz Danışman, "Cahiliyye Kelimesinin M ana ve Menşe'i" A.ü.f.F.D., sy.1-4, (1956), Ankara 1958, s.193. 2.Ragıb el-1sfahanl'ye göre cehlin diğer anlarnlan: a. Gerçeğin aksine inanmak b. Gerek iyi gerekse kötü niyetle olsun, yapılması gerekenin tersini yapmaktır; namazı kasten terketrnek gibi (bk. el-1sfahfin1, age, s.209. 3.el-1sfahanf, age., s.209; aynca bk. Asım Efendi, Kilmus Tercemesi, İstanbul 1305, III, 1224; el-Halebl, age, 1,408. 4.el-Halebl, age, s.409 (dipnot). 5.İbn Manzfir, age, II,402. 6.Ebı1 Bekr Muhammed b. Hasan b. Düreyd (v. 361h.), Cemlıeretü'l-Lüga, thk. Rernzi Münir Baalbeki, Beyrfit 1987, 1,494; el-1sfahanl, age, s.209; ez-Zernahşerl (v. 538h.), age, s.107; İbn Manzfir, age, Il,402-403; Asım Efendi, age, III,1224. CEHAIEr ve 1EZAHüRLER.tNE KARŞI DİN EG1TIMININ HEDEFLERİ ~~'j ~;;._.ıç.~~ ~t:, ~~ 2 C.~~~ Z& ı;j:i- "Günler yakında sana bilmediklerini gösterir ve kendisine yol haberler getirir" 1• azığı vennediğin ;,:ı_~:;~ C;~~~! .~c.~ç~ı:=Jt. )G. "Ey 2 Bilmiyorsan bile, bilmediğini atlıZara sonnadın nıı?" • +.r~ ~_:, 411) ı.?.") vardır ki, orada hem kimse sana Malik'in .ti~ lA.JO}~ "Birbirini kimseler/e dolu nice meclisler 3 zenınıedilmekten çekinilir " . 1Ol kızıl tanınıayan atıyye unıulur, hem de · Cehl, burada tanımamak anlamında kullanılmıştır. Araplar'ın tanı­ madıkları, bilmedikleri bir şeyi ifade etmek için "·~1 ~" dedikleri de bilinmektedir4 . Kelamcılar cehaleti iki kısma ayırır. Cürcani (v. 816h.) cehalet'i, hakikatİn aksine birşeye inanmak diye tanımladıktan sonra: "Cehalet, yokluktur, olmayan bir şeydir, denilebilirse de, o zihinde varolan bir şeydir" diyerek, bilinmesi gereken bir şey hususunda bilgi olmamasını, cehl-i basit; gerçeğin zıddı olan şeye kesin olarak inanmaya ise, cehl-i nıürekkeb demektedir5 • Basit cehalet, mutlak manada bilgisizlik olmayıp, kişinin bilmesi gerekli olan şeyi bilmemesidir. Bu anlamda basit cehalet, bilginin karşıtı olmayıp sehv, gaflet ve zuhUl (dalgınlıkla unutma) anlamlarına yakındır6 . !.Hüseyin b. Ahmed ez-Zevzenl (v. 486h.), Şerhu'l-Mu 'allakat, thk.Yilsuf Ali Bedlvi', Beyriit 1989, Tarafe, beyit: 102, s.ll7. 2.ez-Zevzeni', age, Antere, beyit: 43, s.l38. 3.ez-Zevzeni', age, Lebi'd, beyit: 70, s.260; burada Arap meliklerinden Nu'man b. Münzir'in sarayında yapılan münazara meclislerinden bahsedilmektedir. 4.İbn Manzilr, age, 1,402. ·5.Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali el-Cürcan1 (v. 816h.), et-Ta'rifat, İstanbul 1937, s. 71. 6.Ebu'l-Beka Ey yu b b. Musa el-Huseyn1 (v. ı 094h.), el-Külliyyat, 2. basım, Beyrilt 1993, s.350; Muhammed Ali b. Ali et-Tehanevi' (v. 1158h.), Keşşafu lstılahfıtı'l Funfin, İstanbul 1984, 1,253; Butrus el-Bustaru, Dfıiretü'l-Me 'arif, Beyriit ts., VI,575. Ebu'l-Beka, mürekkeb ceh1ileti, "Gerçeğin aksine bir şeye kesin inançtan ibarettir" dedikten sonra, "cehalet"le "gayy" arasındaki ayınını şöyle belirtir: "Ceh1ilet, itikatla; gayy ise fiillerle ilgilidir. Ceh1iletin ortadan kaldınlması bilgiyle, gayyin ortadan kaldmlması ise rüşd iledir. Bu nedenle, isabet eden kimse için "raşede" (doğru yolu buldu); hata eden için "gava" (sapıttı) denir. Bundan sonra itikatla alakah olduğunu söylediği ceh1ileti, derecelerine göre gruplara ayınr; !.Mazeret kabul edilmeyen batı! cehalP.t ki; a. Allah'ın sıfatlan ve hükümlerini inkar eden kimsenin ve azgınlann cehli; b. İtikadında Kitap ve Sünnet'in hükümlerine muhalefet eden kimsenin cehli. (Kasıt olmaksızın yapılan ictihad böyle değildir, burada özür kabul edilir, zira burada tereddütten kaynaklanan bir yanılgı vardır. Heva sahiplerinin ahirete müteallık hükümlerle ilgili eelıli böyledir. Bu, inkar eden kimsenin ceMieti gibi değildir, ama mazereti de kabul edilmez. Çünkü bu konularda Kitap, Sünnet ve aklın koyduğu deliliere muhalefet vardır). 2. Mazeret sayılabilecek ceh1ilet DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 102 Mürekkeb cehlin sahibi ise, hem cahildir, hem de değildir 1 cahilliğinin farkında • Yukarıda bahsedilen hususların daha iyi açıklanması için "bilgi" ile "ilim" sözcükleri üzerinde kısaca durmak gerekir. Bilgi, çok genel bir ? tanımla, "Bir kimsenin bir şey hakkında bildiği şeydir"-. Bu "şey"ler, gerek doğal süreçle (gözlem ve deneyimler), gerekse yapay süreçle (eğitim) elde edilmiş olsun farketmez. Yani zihnimizde varolan herşey; genel tecrübeler, inançlar, varsayımlar, kuramlar, görüşler, anlayışlar, fikirler, ön3 yargılar vs. hepsi bilgimizin bir parçasıdır • Bu bilginin, mutlak doğru olması şart değildir. Böyle bir bilginin, İslam anlayışındaki "ilm "i bütün muhtevasıyla 4 karşıladığı söylenemez. Çünkiiilirrı, "Bir şeyi hakikatiyle idrCik etnıektir" • Bilgi edinmenin fizik! yolları her zaman sağlam olabilir ve hatta geniş ölçüde gelişebilir. Fakat idrakin merkezi ve haklk:ati bulmanın bir aleti olan kalp körleşebilil. . Dilbilimi açısından ilim terimi, İslam'da rühl, zihn!, d1n1, kültürel, ferd! ve sosyal bakımdan hayatın tümünü kuşatmakla, evrensel bir karakter çizer ve tüm insanlığı kurtuluşa götürmek için gerekli olanı ifade 5 eder . Ve ilim, bilginin güvenilir kısmıdır; sağlamlığı, objektif bir şeyle ga7 ranti edilmiştir • Burada temel problem, bilginin kaynakları ve mahiyeti hususudur ki, bilginin bütünlüğünü, doğruluğunu, zaman karşısında dayanıklılığını ve geçerliliğini belirleyecek olan da bunlardır. Bu konudaki görüşleri tartış­ mak konumuzun dışındadır. Ancak cehalet, "bilgisizliktir" derken" aniatılmak istenen, mutlak manada hiçbir şey bilmernek değil, belki bir şeyi bilinmesi gereken şekliyle, hakkıyla bilmemek, doğru bilgiden yoksun olmaktır ki, bu anlam İslam terminolojisindeki ilmin karşıtı olmakla, kastedilen şeye uygun düşmektedir. Şu ayette de, bir şeyi hakkıyla bilmemenin cehalet alameti olduğu ifade edilmektedir: "(Rabbi): 'Ey Nuh, ki, Daru'l-Harp'te bulunup da kendisine diıiin hükümleri ulaşmadığı için yapması gereken şeyleri bilmeyen müslümanın cehli veya ihtisası gerektiren bazı konularda bilgisi olmayan kimsenin cehli böyledir (Ebu'I-Beka, age, s.350). l.el-Halebl, age, 1,408. 2.Toshihiko Izutsu, Kur'{m'da Allalı ve Insan Çev. Süleyman Ateş, Ankara ts., s.55. 3.Aiparslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, İstanbul 1992, s.196. 4.el-Isfahanl, age, s.580. 5.Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur'an, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara 1996, s.l16. 6.Muhammed Naklb ei-Attas, "Bilginin Tabiatı ve Eğitimin Tanımı ve Amaçları Üzerine Ön Düşünceler"; el-Attas, fslfımf Eğitim, İstanbul 1991 içinde, s.66. · 7.Izutsu, age, s.55. CEHALET ve TEZAHüRLERiNE KARŞI DİN EÖiTiM:tNIN HEDEFLERİ 103 dedi, o senin ailenden değildir. O, yaramaz iş yaptı. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim! "(Hud, 11146) . İnsanın doğru düşünebilmesinin ilk şartı, doğru bir kavram sistemi üzerine oturmuş, güvenilir, sağlam, birbiriyle bağlantılı ve tutarlı bilgiye sahip olmasıdır. Nitekim "ilm" ve "akletme", Kur'an'da birbiriyle son derece yakından. ilgilidir. "işte biz bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler ( alimun) düşünüp aniayabilirler (ya 'kılun) "(Ankebut, 29/43). Aslıab-ı Kiram, "Gerçeğe aykırı olduğunu bilse bile, kötü amel işle­ yen herkes cahildir" 1 demişlerdir. Cahildir, çünkü kalpte yerleşen hakiki bilgi (ilim), sahibinin söz ve davranışlarında haklkate ters düşmesine engel olmalıdır. Olmuyorsa, kalp gaflette ve o kişi yaniışiara karşı koyacak gü•çten mahrum demektir ki, bu durumlar gerçek bilginin (ilm) sonuçları değildir. Öyleyse, bilgisi olsa da bu kişi cahildir. Bundan dolayıdır ki Allah, bilgisi de olsa, akletmeyen ve itaat etmeyenleri, "ölü, kör, dilsiz, 2 sağır, sapık ve cahil" olarak nitelendirmiş; buna karşı itaat eden hidayet sahiplerini, "ulü'l-elbab" (heva, vehim, ve vesvese'nin karışmadığı akıl 3 sahipleri , "ulü'n-nüha" ve "ulü'l-ilm" 4 (ilim sahipleri) olarak vasıf­ landırmıştır. Bu çerçevede, insanın doğru bilgiye ulaşmasına ya da ulaştığı halde bu bilgiyi etkin bir biçimde kullanmasına engel olan birtakım olumsuz güçler vardır. Bunlardan birisi "zan "dır. "Cahiliyye" anlayışında ilim, 5 "Kişisel veya kabfle tecriibesiyle elde edilmiş bilgi demektir" . Kendilerince sağlam kabul edilen bu bilgiler, Kur'an'da "zan" olarak ifade edilmektedir: "Onların çoğu zmıdaiı başka bir şeye uymaz. Oysa zan, hiçbir şekilde hakkın yerini tııtamaz" (Yunus, 10/36) ve "Zan hakfkat bakımından bir şey ifade etmez." (Necm, 53/28{ Cehalet, insanı sadece zanna dayalı bilginin tutarsızlığına terketmekle kalmaz, aynı zamanda iyi-kötü, güzel-çirkin konusunda hüküm verecek mümeyyiz aklın işlevini devre dışı bırakarak "h eva "nın esiri de yapar: "Onlar, ancak zanna ve nefislerinin arzıısuna uyuyorlar" (Necm, 53/23) " ... Zulmedenler, ilimsizce kendi lıevalarına uydular" (Rum, !.Ebu Cafer Muhammed b. Cerfr et-Taberf (v. 310h.), Ciimi'u'l-Beyiin an Te'vfl-i Ayi'lKur'iin, BeyrGt 1988, XI,34; Ebu'! Fida İsmail b. Kesfr (v. 774h.), Tefsfru'l-Kur'iini'lAzfm, Daru'l-İhya'i'l-Kütüb ts., 1,463. 2.8k. A'raf, 71179. 3.Ebü Hayyan el-Endelüsf (v. 754h.), el-Balıru'l-Mulıft, BeyrGt 1990, 1,497; Burhanuddfn el-Bikilf (v. 885h.), Navnu'd-Diirer, Haydarabad 1972, IV,96. 4.Muhammed Şükri el-Alüsf (v. 1342h.), Bii!Uğu'l-Ereb fi Ma'rifeti Alıviili'l-Arab, BeyrGt ts. 1,15-16. 5Jzutsu, age, s.55. 6.Ayrıca bk. En'am, 6/148; Casiye, 45124 vd. 104 DİN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI 30129/. Buni.daki "bi-gayr-i ilm" ifadesi, basit bir bilgisizlik değil, yukarıda da izah edildiği gibi, sağlam ve güvenilir kaynaktan alınan bilgiden yoksun olmaktır. "Şayet sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, seni Allalı'a karşı koruyacak ne bir dost, ne de bir savunucu bulabilirsin" (Ra 'd, 13/37) ayetinde heva, ilmi perdeleyen bir hastalık olarak görünmektedir. Yine, "Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, keyiflerine (heva) uyuyor/ar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan (bi-gayr-i hüden), yalnız kendi keyfine (heva) uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi doğru yola i/etmez" (Kasas, 28/50) ayetiyle kendilerine rehberlik edecek bir "doğru yol bilgisi" olmaksızın, sadece geçici heveslerine, bencil ve çıkarcı isteklerine tutsak olan insanlar sapık ve zalim olarak nitelendirilmektedir. Takltd ve sorgulama yetersizliği, insanın doğru bilgiye (ilm) ulaş­ engelleyen bir başka husfistur. İnsan, davranış ve tavırları için tutunulacak bir dal olan İlahi bağı kaybedince, ya kendi subjektif arzularına tapmaya başlar (heva): "Sen lıeva ve hevesini kendisine tanrı edineni 2 gördün mü? ... " (Furkan, 25/43) veya kendi arzularını genelleştirip nesnel hale getirir ve toplumun kendini yansıtması olan "toplumsallaştırılmış 3 arzulara" tapmaya başlar . . masını Nitekim, bu konuda Kur'an insanlan çok açık bir şekilde uyarıyor, taklld ve zanni bir arada zikrederek, bunları haktan uzaklaştıran olumsuzluklar olarak açıklıyor: "Yeryüzünde bulunanların çağuna uysan, seni Allah 'ın ya lımdan saptırırlar. Onlar sadece zannediyorlar ve saçmalıyor­ lar" (En'am, 6/116). "(İbrahim onlara) dedi ki, 'Siz, Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Tek sebep kendinize (ve atalarınıza) karşı duyduğunuz sevgiye esir olmanızdı. Ama sonra Kıyamet Günü birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lanet yağdıracaksınız .... " (Ankebut, 29/25). "Onlara: 'Allah 'ın indirdiğine uyun!' dense, 'Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!' derler. Peki ama, ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar?)" (Bakara, 2/170t . LAynca bk. En'am, 6/119; Casiye, 45/24; Muhammed, 47114,16. 2.Bk. Ayrıca Casiye, 45/23; Kehf, 18/28; A 'iaf, 71176; Kas as, 28/50. 3.Fazlur Rahman, age, s.73. 4.Bk. ayrıca Maide, 51104; A'raf, 728; Yunus, 10178; Hild, 11/109; Lokman, 31/21; Saffat, 37170; Zuhruf, 43/22. CEHALET ve TEZAHÜRLERİNE KARŞI DİN EGiTiMiNiN HEDEFLERi 105 İnsanı, haldki bilgiye ulaşmaktan alıkoyan bir başka olumsuzluk ise, "taassup"tur. Kur'an'da, "hamiyyetü'l-cahiliyye" olarak ifade edilen (Fetih, 48/26) bu özelliği Beydavi, "insanı hakkı kabul etmekten alıkoyan 1 şeydir" şeklinde açıklar. İfk Hadisesi'ni anlatan hadiste, Sa'd b. Ubade hakkında: "(Bu zat, Hazrec Kabllesi'nin reisi ve iyi bir adamdı) Lakin 2 hamiyyet kendisini cahilleştirdi" "Wl ~ı~_, " ifadesinde, (her türlü taassub), gurur ve öfkenin insanı cehalete düşüren sebepler olduğuna işaret edilmiştil. "Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendilerine konuşsaydı ve getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı; fakat çokları cahillik ederler" (En'am, 61111) ayetinde, cahildeki mağrfir ve isyankar tavnn ifadesi olan taassub, insanın düşünce­ sini donduran, gerçeği görmesine engel olan bir olumsuzluk olarak dikkıit çekmektedir. herşeyi toplayıp karşılarına B. HİLMİN ZIDDI OLARAK "CEHALET" Cehalet'in zihinsel boyutu yanında, insanın tavır ve hareket tarzıyla ilgili sapma ve taşkınlığı ifade· eden ahlak: boyutu daha bir önem arzetmektedir. Cehalet, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan önemli bir fikir ağının merkezidir. İnsanın kudretine böbürlenmesi, sınırsız biçimde kendine güvenmesi, kendini yeterli görmesi, hiçbir otorite önünde eğilmemesi, keskin bir şeref duygusu, kendisinden aşağılarına karşı uyguladığı aldatıcı tekebbüro vs. hepsi bu kavramının çevresindetoplanan huylardır4 . Cehalet kavramı içerisinde ele alınabilecek bu olumsuz tavırlan şöyle sıralayabiliriz: 1. Hafife almak, küçümsemek, alay etmek Cehl'den türeyen kelimelerden birisi de "isteche le" dir. İstechele, hareket ettirmek, sallamale anlamına geldiği gibi, istihfaf (hafife alma) 5 ve istihkar ( aşağılarnal manası da taşımaktadır. Nitekim "~ı ili ~ıL. J5 "7 ifadesi de, bu anlamı düşündürmektedir. "Seni hafife alan herşey seni istichfıl etmiş, yani önemsememiş, küçümsemiş, alaya almıştır". l.Kadı Nasıruddln el-Beydavl (v. 79lh.), Envfıru't-Tenzfl ve Esrfıru't-Te'vfl, Dersa'adet ts., II,412. 2.Müslim, Tevbe, 56. 3.İbnu'l-Eslr, en-Nilıfıye fi Gar'ibi'l-Had'is ve'l-Eser, Beyrfit ts. 1,322; İbn Manzfir, age, II,402. 4.1zutsu, age, s.204. 5.İbn Düreyd, age, 1,494; ez-Zemahşerl age, s.I07; İsmail b. Hammad el-Cevherl (v. 398h.), es-SılıQiı, thk. Ahmed Abdulgaffir Attar, 2. basım, Beyrfit 1956, IV,l663. 6.A.sım Efendi, age, III,l224. 7.İbn Manzilr, age, II, 403; aynca bk. İbn Dureyd, age, 1,494. DiN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI 106 Araplar bu fiilden, michel ve michele, yahut ceyhel ve ceyhele gibi a.let isimleri çıkarmışlardır ki "külleme aleti", yahut "ateş karıştırma çu1 buğu (maşa)" için kullanılan ve tahrtk etmek, kımıldatmakla ilgili olan bu kelimelerin, bilgisizlikle ilgisi yoktur. "~lcı_)l~l " 2 , "Rüzgar dalı salladı" ifadesinde ise, anlam her ne kadar kımıldatmak, hareket ettirmek olsa da, "Hak ve ilim çizgisin3 den çıkaran bir hareket" olmasından dolayı cehalet, basit bir etki karşı­ sında sallanan, hak çizgisinden sapan bir insanın karakterini gösterir. İmam Birgivi (v. 929h.) de: "Rüzgar ağaçları saHadığı zaman, "ö_r....i)l e;_)l ~ " denir, demek suretiyle sefihe'yi, "hafiflik" anlamında 4 istechele yerinde kullanmıştır . Diğer taraftan burada rüzgarın gücü, yaprağın ise güçsüzlüğü dikkat çekmektedir. Güçlü olan rüzgar, güçsüz olan yaprağı hafife almakta, önemsememekte, ona istediği gibi hükmetmekte ve adeta onunla alay etmektedir. "J:-G ;. '_\ıG ~:,:Jı ~C::ıJ ~ :ı; w ı ;.ı'-lO.'J::.G J~ı ~~-.:ı" ifadesinde de yine bu anlamı görmek mümkündür; "Aşk seni çağırdı, (aşk) ortamı, menzilleri ise seni hafife aldı, seninle alay etti. Yaşlılığa bürünen kimse, nasıl çocuklaşıri (sevdaya kapılır)" 5 • Genellikle, genç ve delikanlıların bir özelliği olan sevdaya tutulma, yaşını başını almış bir insan için garip karşılanmakta, sevdanın yansımaları böyle bir insan için hoş görülmemektedir. Bunun için de aşk ortamı, bu insanı alaya almaktadır. 2. Hak tanımamak, zorbalık etmek Cehl'in, ".ı:b. ;;'"'JJ ~ " şeklinde kullanılışı, "hakkını tanımamak" anlamina gelmektedir. Hakkın tanınmaması, ya karşı tarafı hafife almaktan veya bilmernekten kaynaklanır. Fakat her iki durumun, bir zulüm ve adaletsizliğe sebep olacağı açıktır. Hakkı tanımamakta, başkalarının hakkına tecavüz ve saldırı vardır. Zalimler, zayıf gördüklerini ezecekler, sürekli güçlülerin haklı olduğu ·bir toplum ve hukuk düzeni, yani "Cahiliyye Zihniyeti" ortaya çıkacaktır7 • Bir Cahiliyye dönemi şiirinde; "Bir kimse kendi oymağını si(ahıyla miidafaa etmezse, zillete ıığratılır ve 6 !.İbn 2.İbn Düreyd, age, 1,494; İbn Manzur, age, 11,403; Nafiz Danışman, agnı, s.196-197. Düreyd. age, 1,494: İbn Manzur. age, Il,403 ve diğeri. 3.el-Bikal (v. 885h.), age. IV ,96. 4.İmiim Birgivl, Tefsfr. vr:22b'den naklen Yaşar Düzenli, İmam Birgivi ve Tefsfrdeki Metodu. (basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1987, s.l45. S.ez-Zemahşerl, age, s.l 07; bu beyit Cahiliyye dönemi şairlerinden Nabigatü'zZübyiinf'ye aittir; bk. İbn Manzur, age, II,403. 6.el-Ferahidl, age, III,390; İbn Manzı1r, age, 1,332, II,402 vd. ?.Murat Sarı cık, "Sel m ve Cehl Kelimeleri Üzerine", H. O.iliilıiyiit Fakültesi Dergisi,- sy. 3, Şanlıurfa 1997, s.86-87. CEHALET ve 'TEZAHüRLERiNE KARŞI DİN EGİTİMİNİN HEDEFLERİ ı 07 insanlara zulmelineyen zulme maruz kalır" 1 denirken, hak tanımayan bir iktidar (güç) ortaya konmaktadır. Hadislerde haklı-haksız, zalim-mazlum olup olmadığına bakmaksı­ yerine kaba kuvvete dayanan hak arayışını öngören, "Ey filan oğulları y~tişiniz!" diye kablle mensuplarından yardım isternek "Cahiliyye Da 'vas ı " 2 olarak nitelendirilmiş; "Cahiliyye da 'vasıyla hak iddia eden bizden değildir" 3 , "Cahiliyye da 'vasını bırakınız! O ne kötü zın, ad~l.Iet birşeydir" 4 buyrulmuştur. Cehl'in bir başka kullanılışı "~ ~ " şeklindedir ki, "sefihe" manasında, zorbalık ve hakkı tanımamak anlamlarına gelmektedif. L:...lı.wl ı·.:_ --· ~ 'ı-.:...:; - . ı,./'t"":'ı.J_,.,~ a:i:. ::ı.;.ı·. 1'.': ''J '11 ~ "Kimse bize zorbalık etmeye (bağy; zulüm, isyan, haddi aşma) 6 kalkışmasın, o zaman biz bütün zorbalardan daha zorba oluruz" 7 . Bu beyitteki cehl kelimesinin; zorbalık taslamak, övünmek, kibirlenmek anlamına geldiğini bundan sonraki beyitler de te'yld etmektedir: "Ey Hind oğlu Amrf.Bizim, sizin hükümdar (dediğiniz) kişinin emri altına girmemizi nasıl isteyebiliyorsun? 1 Sen bizim hakkımızdaki dedikodulam kulak ası­ yor ve bizi küçük görüyorsun. Bu ne boş hayaldir! ... " Görülüyor ki, bu kullanış biçiminde de cehaletin, bilgisizlikle bir ilgisi yoktur ve cehalet, insanın tamamen hareket tarzıyla, tavırlarıyla alakalıdır. Bir başka önemli husus ise, cahiliyye insanının, zorbalığı bir övünç sebebi saymasıdır. Arap dilinde "aslan" için "el-cahil" kelimesi de kullanılır8 • Aslanın davranış ve hareket tarzında göze çarpan hususlar; kabadayılik, haddi aşma, tehevvür, tahammülsüzlük, hiçbir gücü takmama, otoriteye boyun eğmeme, kendi güç ve üstünlüğüne güvenme, haşinlik ve tedivüzkar olmaktır9 ki, bu vasıfların sahibinde, zorbalık, saldırganlık ve hak tanımazlık doğal bir sonuç olarak tezahür edecektir. Bu anlamda aslan, kontrolsüz bir gücün sembolü olmuştur. Nitekim Cahiliyye'nin, kin, intikam, kan davası ve zulüm üzerine kurulu düzenini, gayet açık bir şekilde ortaya koyan, mu 'allaka şairlerinden Zübeyr, öldürülen kardeşinin intikamını almadan başını yıkamayacağına yemin eden birisini, bir kahraman olarak l.ez-Zevzeni, age, Züheyr, bey it: 56, s. ı 78. 2.Buharl, Menak:ıb, 8; Cenaiz, 38-39. 3.Buhari, Cenaiz, 38-39. 4.Buhari, Menak:ıb, 8; Müslim, Iman, ı65. 5.ez-Zemahşerl, age, s. ı 07; Danışman, agm, s.I 92. 6.Butrus eı-Bustani, Muhft.. , s.133. 7.ez-Zevzeni, age, Amr b. Külsiim, beyit: 53, s.ı95-ı96. 8.Mecduddin Muhammed b. Ya'kiib el-Firiizabadi (v. 8ı7h.) ı99l, III,5ı8; el-Bustanl, Mulılt .. , s.ı33. 9.Sarıcık, agm, s.90. el-Kamfısıı'l-Mulıft, Beyriit DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 108 tavslf edip överken, şöyle demektedir: "O yelesi keçeleşmiş ve tırnakları ve etleri tıkızlaşmış pürsilah bir aslandır. O, cesurdur. Zulme uğratılacak olursa, hemen zulümle karşılık verir. Zulme uğratılmayacak olursa, kendisi zulme başlar" 1 • kesilmemiş 3. Hafifmeşreblik, taşkınlık Cehl, İslam'dan önce ve İslam'ın ilk dönemlerinde, ilmin zıddı olmaktan ziyade, bilmin zıddı olarak anlaşılmakta ve hilmle birlikte kullanılmaktadır. Özellikle Cahiliyye şiirlerinde bu açıkça görülmektedir: tfJı :ç)ı ~:ili ~') ~ :r.) ~ı ;>ı Öyle sanıyorum ki, kavmim benden hilim sahibi olmarnı istiyor. Ama bazen halfm adam bile cahil olmak (itidalini kaybedip öfkesine kapılmak) zorunda kalabili/. :..GJı ~·-~ı ı ~ t.h.'. ~u ı.), ~·.: -Ju 'JJ • ~~~u ı.), -''-P.' f' :... C-ıı.L :-·ıı~r.J .rtr'1~ı....U·'.<:-1 ,_,_...---' ~ ..r ~ ~..,$'! -.. .J -·.. ~ • • - :: y4 ~ ~. )Ç.Jı;:,.. - - ~Ç..l1 ~ ~JJ':l~ "Amir (Amir b. et-Tufeyl), cehlen bir şey söylediyse mazurdur. Zira gençlik cehlin hamilidir (binek hayvanı). Sen pederin ve arncan Ebu Bera' gibi ol ki, hükumet de hakfkat de sana yakışsın. Kibir ve gururun yolsuz taşkınlığı, akıl ve şuurımu alıp götürnıesin " 3• ;~ ~':l pı ;tL ;:,_r, ~cr...ıı ~~ı 0G "iktiyarın sefaheti( azgınlığı)nden sonra hilm yoktur (onun azgın­ ölüm paklar); fakat gencin sefahet (cahillik, azgınlık) devri geçer, halfm ve vakur olur4 "Yaşlılık döneminde sefahet, kötü akıbete deltilet eder. Zira ondan sonra halini düzeltmek ihtimal dışıdır. Sefahet, gençlik döneminin özelliklerindendir. Ondan sonra salah ve sükun devri gelir" 5 . lığını "Cehalet, aslında h ilmin zıddıdır" tesbftinin Goldziher'e ait olduğu söylenmekle beraber6 , bazı kaynaklarda da, cehalete hilm karşıtı bir anlam l.ez-Zevzenf, age, Züheyr, beyit: 37-38, s.173. öncesi şairlerinden Kays b. Züheyr'e aittir (bk. el-Hamase, CXLVII,4'ten naklen Izutsu, age, s.197) 3.Mehmed Fehmf, Tarilı-i Edebiyyiit-ı Arabiyye ( Ciilıiliyye Devri), İstanbul 1335h., !,863-864. Bu şiiri Nabigatü'z-Zübyanl (ö.604 m.) kendisini hicveden Amir b. Tufeyl'i bi'l-mukabele hicvederken söylenmiştir. 4.Zevzenl, age, Züheyr, beyit: 61, s.l78. 5.Mehmet Fehml, age, s.734. 6.Izutsu, age, s.192; Cevad Ali, el-Mufassal fi Tfirflıi'l-Arab Kab le 'l-fslfim, 2. basım, yy. 1993, s.38-40. 2.İsHim CEHALET ve 'I'EZAHüR:LERiN KARŞI DiN EÖİTİMİNİN HEDEFLERİ I 09 verildiğine rastlamak mümkündür 1 • Taberi (v. 310h.), "Rahman 'ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevazt olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa 'selam' derler" (Furkan, 25/63) ayetinin tefslrinde "Onlar, kendilerine cahillik edenlere karşı, cahillik etmez, hilm ile hareket ederler" derken, "cehalet"i, "hilm"in karşıtı bir anlamda kullanmaktadır. Mü'minlerin, cahillere karşı tavnnı ise, vakfir, mütevazl, sakin, sabırlı, ağırbaşlı, afif ve mu 'tedil; fesat, zorbalık ve hafif meşreplikten uzak olarak nitelendirerek, hallmin tarifini verir gibidir2 • Fahruddln er-Razi (v. 604 h.) de aynı ayetin tefslrinde şöyle diyor: kullan, cahillere karşı sekinet, vakar ve tevazı1 ile güven ve huzur yayarak yürürler, taşkınlık ve şımanklık yapmazlar. Zorba, mağrı1r, kaba ve haşin diğildirler. Cahiller kendilerine sataştığı zaman, onlara çatmaya tenezzül etmezler, tahammül gösterirler. Buradaki "selam" asıl anlamında (tahiyyat) değil, İbrahim'in (a.s.) babasına söylediği "Selamun 3 aleyk" ifadesinde olduğu gibi, vedalaşma, terketme anlamındadır. Bundan maksat, selamet ve sükUnet isternek ve cebalete, hilmle mukabele etmektir" 4 • Ralıman'ın Oruçlunun kendisine sataşanlara karşı takınacağı tavnn nasıl olacağını izah eden hadislerdeki5 "La yechel!" (cahillik etmesin!) ibaresi de, bu manada kullanılmıştır. Onlann, cahilleri güzellikle savmalan, zayıflıklann­ dan değil, yüceliklerinden; acizliklerinden değil, üstünlüklerinden, şerefli ve kerim olduklarındandır6 • Zemahşeıi naması "nın, (v. 538h.) de, Arap dilinde, "Kazanın fokur fokur kay"cehile" ile kullanıldığına dikkat çekmektedir; (4-il..:ll ~1 = ..JJ.AJI ~) Burada cehile, kullanılmıştır. Aynı anlamda kullanılışma lıalume'nin zıddı anlamında dair verdiği bir başka örnek ise şöyledir: l.el-Ferahidl, age, III,390. Burada rnuhakkik, dipnotta Kitabu'l-Ayn'ın es-Seyyid Hasan es-Sadr'ın h. I 054'te yazdığı nüshasında ve İbn Muhammed Yusuf Murtaza'nın h.l 087'de yazdığı Tahran nüshasında eelıle "lıilnı" anlamı verildiğini belirtmektedir; bk. age, I,3 I -32; İbn Düreyd, age, 1,494. 2.et-Taberl, age, XI,34. 3.Bk. Meryem I 9/47; aynca, cehlin aynı manada kullanılışı için bk. Kas as, 28/55. 4.Fahruddln er-Razi, et-Tejsfru'l-Kebfr(Mefotllıu'l-Gayb), Tahran ts., XXIII,107-108; aynca bk. Elrnalılı M. Harndi Yazır, Hak Dfni Kur'an Dili, İstanbul 1979, V,3611. 5.Buhan, Savrn, 2; Müslirn, Sıyarn, 160. 6.Seyyid Kutub, Ff Zılali'l-Kur'an, Kahire 1992, V,2578. ll o DiN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI "Cariyelerimizin avladığı büyük kazanlar bir kere cahil oldu mu (kaynamaya başladı mı), bir daha haltın olmaz (sükılnet bulmaz" 1• Burada da cehl ile hilm, karşıt iki kavram olarak kullanılmıştır. Cahiliyye'deki avcılık, zenginlik ve misafire ikramın bolluğuna da Ayrıca işaret vardır. Bu anlamda Cahiliyye Arapları'nın fazilet ideali, "mürüvvet" mertlik) ve "şeref'te (izzet-i nefs) toplanmıştır. Bunların ta2 mamlayıcı, terk!b edici unsurları, cesaret ve cömertliktir • Kişinin cesareti, çatışmalarda öldürdüğü insan sayısıyla ölçülür. Cömertlik ise, misafire yaptığı ikramla belli olur. Buradaki ikram, başka kabllelere karşı övünme ve şeref vesllesi yapılmaktadır. (yiğitlik, Zemahşer!, "Affı al, iyiliği emret, cahillere aldırış etme" (A 'raf, 7/199) ayetinde dlliili, sefih (taşkınlık yapan) anlamında tefs!r etmekte ve şöyle demektedir: "Burada istenen hıısıls, onların taşkınlığına benzer karşılık verilmemesi, onlarla mücadeleye girişilmemesi ve hilimle mukabele edilmesidir". Şu Kudsi Had!s'i de buna örnek göstermektedir: "Fazfletlerin en yükseği seninle ilişkisini kes eni, senin arayıp sorınan; seni mahrılın bırakana, senin ihsanda bulunman ve sana zulmedeni, se• ,.(+, d" ,J nın a;;etmen ır . Cehalet, hilmin karşıtı olduğunda, en ufak bir kızgınlık anında iradesini kaybedip parlayan, kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılıp sonucu düşünmeden hemen körükörühe atılan, delikanlı, ateşli, sabırsız kişinin; duygularına, hırsiarına hakim olamayan aşırı bir insanın sorumsuz davranışıdır. Bu insan, doğruyu yaniışı düşünme ölçüsünü yırtıp, kendisini öfkenin pençesine düşürür. Cehl veya cehalet, aslında böyle aklı ve düşünceyi bürüyüp, düdengesini bozan, doğruyu yaniışı ayırdedemez duruma getirip, şaş­ kına çeviren zaptedilmez hafiflikteki duygusallıktır ve bir hareket tarzıdır4 • Kısaca cehalet, sadece bilgisizlik değil, akıllı ve olgun bir insana yakışma­ yacak şeyin yapılması ile sefahete düşmek manasma gelmektedir5 . şünce Halk arasında da "cahil" denince, çabuk öfkelenen, işin derinliğine inemeyen, yüzeysel düşünen, duygularına kapılarak hareket eden, genç delikanlı kastedilir. "0 cahildir, kusuruna bakma" SÖZÜ, "0 de /i kan[ ının l.ez-Zemahşeri, Esasu'l...,. s.l07. Bu beyit önceden dl.hili iken sonradan isHl.m'ı kabul eden Amr ibn Ahhar el-Bahili'ye ait olduğu bildiriliyor (el-Hamase, DCCLXII,l 'den naklen Izutsu, age, s.l94). 2.Philip K. Hitti, Siyasi ve Kiiltiirel Islam Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, I, 143 3.Zemahşeri, el-Keşşiif, Daru'l-Fikr, ts., II,l38. 4.İzutsu, age, s. 193. 5.MahmGd el-A!Gsl (v. 1270h.), Rıllııı'l-Meiinf, Daru'I-Fikr ts., IY,238. CEHALEf ve TEZAHÜRLERiNE KARŞI DİN EGiTiMİNİN HEDEFLERi lll kusuruna bakma, düşünmeden böyle yapmıştır" anlamına gelir 1•. Olgun bir insanın ağzından çıkmayacak, örfe ve edebe aykırı sözler söyleyen, dinin ve toplumun değerlerini dikkate almayan, hamakat ve setalıete düşmüş insanlar için de "cahil" tabiri kullanılır. Bu kişilerin, okumayazma bilmez veya bilgisiz kimseler olması şart değildir2 • Böylece, basit olaylar karşısında bile öfkelenen ve cehalete saplanan ve düşünme melekesi işlev dışı kaldığından, davranışlarını kontrol edemez, verdiği kararlarda hataya düşer. Çünkü akıl ve bilgi, böyle bir durumda devre dışıdır. "(Yusuf) 'Sizler cahil iken Yılsufa ve kardeşine neler yaptığınızı bildiniz mi?'dedi" (Yusuf, 12/89) ayetinde bu mana sezilebilir. insanın aklı Ceh1Uet, kabaran şehvetin ve öfkenin aklı örterek, hilmi girlerınesi ve hakkı unutturmasıdır. Bu durum, insanda fıtrat-ı selimeyi ifsad eder3 . • Bu kontrolsüzlük ve hissllik devamlı olursa, cehalet insanı kuşatan ve körlük haline gelir. Böyle bir insan, eşya ve olayların derinliğine nüfUz edebilecek bir perspektif ve ufuk yakalayamaz. bir karanlık Hilm ise, ayartıcı arzu ve tutkularını yenen ve öfke karşısında kendine hakim olup itidalini muhafaza edebilen, sakin kalabilen insanın .halini ifade eder. Hilm, pasif bir özellik değil, aksine ruhun son derece aktif ve olumlu bir gücüdür ki, insan onunla, kendisini şaşkına çevirecek olan ihtiras ve öfkesine gem vurup onu dindirir. Hilm, üstün bir akıl gücünün işaretidir4 . Böylece hilm, zayıflık ve acziyet değil, kudret ve kuvvetin sonucudur, ama bu yukarıda belirtilen hak tanımazlığa götüren zorbalığın tam tersine, tavırlardaki asaletin sembolü olan vakar ve ağırbaşlılıktır. İnsan, iradesini ve kendine hakimiyetini kaybederse, o zaman cahil olur. Fakat moral hayatın daha yüksek düzeyinde cehl kavramı, "kişisel şeref' kavramıyla bağlantı kurarak özel bir renk alır. Bu durumda cehl, şerefinin incindiğini, lekelendiğini duymaktan ileri gelen bir çeşit kırgm­ lık ve öfkedir (hamiyyetü'l-cahiliyye) 5 . Bu terim (hamiyyetü'l-cahiliyye) Kur'an'da, Cahiliyye'nin taassup ve barbarlığına, müşrik toplumun haya6 tına hakim olan şiddet, kin ve nefrete işaret etmekte ve şöyle geçmektedir: "O zaman inkar edenler, kalbierine öfke ve gayreti, o Cahiliyye (çağının) öfke ve gayretini koymuş/ardı, Allah da elçisine ve mü' miniere huzur ve güvenini indirdi; onları takva kelimesine (sebô.ta ve ahde ve!.Süleyman Ateş, Kur'an-ı Kerim Tejsfri, İstanbul 1988, Il,579. 2.Cevad Ali, age, 1,40. 3.Muhammed Reşld Rıza, Tefslru'l-Kur'{ilıi'l-Hakfm (Menlır), Daru'l-Fikr ts., IV,440. 4.Izutsu, age, s.l95. 5.Izutsu, age, s.l98 6.Mustafa Fayda, "Ciihiliye", DlA, İstanbul 1993, VII,17. DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 112 faya) bağladı. Zaten onlar, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi bi1 lendir" (Fetih, 48/26). Rivayetlere göre bu ayet , Hudeybiye Barış Anlaşması'nın metni hazırlanırken, müşriklerin temsilcisi Süheyl b. Amr'ın kibir, öfke ve taassub içinde yaptığı bazı itirazlara, inananların sükUnet ve olgunluk ile karşılık verdikleri olayla ilgilidir. Böylece cehaletin birinci anlamı, zihinsel duroluk ve aydınlığın olve daha çok inanç alanıyla ilgilidir; bu başlıklar altında incel~­ diğimiz ikinci anlamı ise, zihin körlüğünün bir uzantısı şeklinde ahlak alanıyla ilgilidir, denilebilir. mamasıdır c. CAHİLİYYE ve İSLAM Bir kavram olarak Cahiliyye'nin, İslam'ın zuhfirundan ve Medeni sürelerde geçtiği için de Hicret'ten sonra ortaya çıktığı söylenmektedir2• Cahiliyye kelimesi, şekil bakımından ism-i mensub veya yapma mensub olarak, "efihile ait, efihile özgü, cahilce" gibi manalara gelen "cahilt" ve bunun müennesi olan "cahiliyye "' sıfat tamlamaları için kullanılır" 3 • masdardır. İsm-i Bu kelime, birçokları tarafından, ilmin karşıtı veya ilme uymamak, okuma yazma bilmemek, anlamında algılanmış, bu nedenle de, "Cahiliyye Çağı", "Bilgisizlik Çağı" (The Time of lgnorance) diye tercüme edilmiştir. Bu tanımlama, en azından eksiktir. Zira Cahiliyye Arapları, kendi dönemlerinde bilinen astronomi, tıp vb. ilim dallarından haberdar oldukları gibi, medeniyetten de .tamamen mahrum değildiler. Bunun için, "Cahiliyye Çağı" terimi, esasında, Araplar'ın din ve toplum hayatının, bazı bozuk adet ve geleneklerini ifade etmek için kullanılmıştır4 • "Cahiliyye" kelimesini icad eden Devr-i Saadet müslümanları da, müslüman olmayan soydaşları gibi anlıyorlardı. Binaenaleyh, Cahiliyye kelimesiyle İslam'dan önceki devri kastederken, o devrin mensuplarının pek çok eski medeniyetlerden haberdar olduklarını elbette biliyorlardı. Ve eğer, o medeni devirlerin mensuplarına toptan Cahiliyye adını vermişlerse, "İslam" denilen yeni nizamın ahlaki ve hukuki telakkı­ lerine aykırı kanaat beslemelerinden dolayı onlara bu ismi layık görmüş­ lerdir. Zira İslamiyet'ten önceki devrin göze çarpan en kabarık çizgisi, zorbalık ve zorbalığın muhtelif şekilleridir. Zulüm, ahde vefasızlık, çocukArapça'yı !.Konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Elmalılı, age, VI,4433. 2.Bk. Al-i imran, 31154; Maide, 5/50; Ahzab, 33123; Fetih, 48126. Cevad Ali, age, s.3840; Fayda, qgm, s.l7. 3.Şükri ei-Aifisl, age, I,l6; Fayda, agm, s.l7. 4.Ömer Ferrfih, Tfırflıu'l-Edebi'l-Arab, 6. basım, Beyrfit 1992, I,73; Muhammed Kutub, Cfılıiliyyetü'l-Karni'l-lşrfn, Mektebetu Vehbe 1964, s.9; Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1971, s.99. CEHALET ve 'I'EZAHüRLERiNE KARŞI DlN EÖİTİMiNİN HEDEFLERİ 1 13 Ian diri diri toprağa gömmek, kuvvet ve kudreti başkalarına duyuracak çılgınlıklar yapmak, para ve satvetin yettiği kadar kadın ve dost edinmek, alabildiğine zina, keyf ve işret alemleriyle sihhati harcamak, Cahiliyye devrinin bellibaşlı özellikleridir. İlk Müslümanlar'ın "Cahiliyye" kelimesinden anladıkları şey budur 1• Nitekim Ca 'fer b. Eb! Tali b, ilk Müslümanlar Habeşistan'a hicret ettiğinde, Habeş Kralı Necaş!'ye şöyle diyordu: "Biz Cahiliyye devri insanları putlara tapar, ölü eti yer, fuhşiy- . yata dalar, ailelerimizi terkeder ve kuvvetlilerle bir olmak suretiyle zayıf­ ları ezer, karşılıklı himaye (eman) hususunda verdiğimiz sözlerden cayardık"2 Sonraları, cehile fiilinin, zorbalık anlamında kullanılması terkedilerek, onun yerine, "bilmezlik, tanımazlık" manası yaygınlaştı. Bu tabirin yerine kaim olmak üzere zulm, fisk, gurur, ceberut, tuğyan, fücur gibi kelimeler kullanılmaya başlandı. Bununla beraber, cehile fiilini, "zorbalaştı" manasma kullanmaya devam edenler de oldu. Nitekim h.3. asırda, büyük İslam filozofu Farab!, "el-Medfnetii'l-Fadıla" adlı eserinde, zorbalığın hükümran olduğu eski zaman sitelerine "zorba site" anlamına gelen "el-Medfnetii 'l-Cahile" adını vermişti?. Cahiliyye, ilmin zıddı olan cehlden değil, sefahet (taşkınlık, ahmak(hafiflik), gadab (öfkelenmek, hiddetlenmek) enefe, (kibirlilik) ve hamiyyet (taassup) anlamındaki cehldendir. Bu manaıann karşıtı, nefs sükuneti, tevazu ve arnel-i salihe önem vermektir ki, bunların hepsi "selam "dan kaynaklanır4 . lık), lıiffet İslam kelimesinin kökü olan "s-1-m", sulh ve barış anlamında, harp ve düşmanlığın zıddıdır. Ve yine Hz. Peygamber'in getirdiği dinin adı "islam", ondan önceki dönemin adı "Cahiliyye" diye isimlendirilmiştir. Aslında bunlar, cehaletten kastedilen manayı izah etmektedir. Furkan Suresi 25. ayette, cahillerin sataşmasına karşı mü'minlerin "selam" demesi de bu anlamı kuvvetlendirmektedir5 . Bu çerçevede Cahiliyye, İslam'ın tam karşıtı olmaktadır. Çünkü İslam'da, tevh!d inancı, tek ve mutlak hakim olan Allah'a teslimiyet ve itaat, O'nun emirlerini yerine getirmek, tadarru', !.Danışman, yumuşak huyluluk, sü- agm, s.l95. Muhammed Abdulmelik İbn Hişam, es-Sfretii'n-Nebeviyye, Beyrı1t 1995, 1,250251. 3.Danışman, agm, s.l96. 4.Ahmed Emin, Fecru'l-fslam, Daru'l-Kütüb 1975, s.69; Goldziher'e göre de, cehlin "bilgisizlik" anlamı, ikinci derecedir ve asıl manası, "sert, kaba, pek Jıoyrat ve nobran olmak"tır. Bu sebeple o, Cahiliyye'yi "barbar/ık" diye tercüme etmiştir; bk. T.H.Weir "Cahiliyye", lA, İstanbul 1963, III, I ı. 5.Krş. A. Emin, age, s.69-70 . 2.Ebı1 114 DiN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI kU.net, metanet, hak ve hukuka riayet, sulh, barış ve esenlik, en temel yöiken, Cahiliyye'de şirk; otorite tanımama, isyan, öfke, gurur, sınır­ sız benlik, hafifmeşreplik, taşkınlık, zorbalık ve hak tanımazlık bunların · tam karşısında yer almaktadır. nelişler Cahiliyye, iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayan, yaptıklan fenalık için asla pişmanlık duymayan, hayra sağır, gerçeğe dilsiz ve İlahi rehberliğe kör olanlan tanımlayan, şiddetli bir saplantıdır. Cahiliyye esası üzerine kurulmuş bütün cemiyetler, tüm imkanlarıyla ahiakl değerleri yıkmak, insan ruhundaki doğal ilkeleri bozup, yerine nefs! arzulan yerleştirmek ve bunları çekici hale getirmek hususunda birbirleriyle yardımlaşırlar. Çeşitli vasıtalarla, cinsel motifleri ön plana ~ı­ kararak, aile bağlannı koparmaya ve sosyal değerleri sarsmaya çalışırlar . , Cahiliyye, kolaylıkla şehvetine yenik düşen bir insan tipi de çizer: "Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yak/aşıyorsunuz? Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz" (Nemi, 27/55) ve "(Yusuf): 'Rabbim dedi, bana göre zindan, bu (kadın)ların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum!" (Yusuf, 12/33) ayetlerinde cahil, bu anlamda kullanılmıştır. Kadınların, iffet ve vakarlarını kaybetmesi, açılıp saçılarak sokağa dökülmesi (teberrücü'l-cahiliyye) de, cehaletten sayılmıştır (Ahzab, 33/33). Cahiliy.ye, iki peygamber arasındaki fetret günleri midir? İslam'ın zuhurundan önceki belli bir devri kapsayan küfür dönemi midir? Yoksa devamlı varolan bir süreç midir? Bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür2 • l.S. Kutub, age, s.602. göre ,Cahiliyye, sadece İslam'dan kısa bir süre önceyi içine alan küfür dönemidir. Hz. Ömer'in: "Ciilıiliyye döneminde bir gece itikiifa girmeyi nezretmiştim" ve Hz. Aişe'nin "Ciilıiliyye döneminde dört çeşit nikii/ı vardı ... " ifadelerinde kastedilen bu dönemdir. Cahiliyye'nin belli bir zamanla mukayyed olmayıp, bir tarz ve tavır olduğunu ileri sürenler de vardır. Hz. Peygamber'in Ebu Zerr'e: "Sen içinde Cahiliyye ahlakı olan biri imişsin" ifadesinde Cahiliyye, belli bir dönemin adı olarak kullanılmakla beraber, tezahürlerinin her zaman var olduğuna işaret etmektedir. Ahzab, 33/33. ayetinde geçen ciilıiliyyetü'l-Ulii ifadesi de farklı yorumlanmıştır. Bazılanna göre bu dönem, Hz. İbrahim'in doğduğu zamandır ki, bu zamanda kadınlar sokak ortasında kendilerini erkeklere sunacak kadar ahlaksızlığın yaygın olduğu bir dönemdir. İbn Uteybe'ye göre, Hz. Adem ile Nuh (a.s.) arasındaki 800 yıllık bir dönemdir. İbn Abbas'a göre, Nuh ile İdris (a.s.) arasındaki dönemdir. el-Kelbi'ye göre, Nuh-İbrahim (a.s.) arasıdır. Bir kıs­ mına göre Musa-isa (a.s.) arasıdır, Sa'lebi'ye göre, isa-Muhammed (a.s.) arasıdır. Ebu'I-Aliye'ye göre Davud-Süleyman (a.s.) arasıdır. Beydavi, cahiliyyetü'l-kadime: Adem-Nuh (a.s.); cahiliyyetül-uhra: Isa-Muhammed (a.s.), arasıdır diye bir tasnffin yanısıra; cahiliyyetü'I-ı11a: İslam'dan önceki küfür cahiliyyeti; cahiliyyetül-uhdi: islam dönemindeki fısk cahiliyyeti şeklinde bir ayınma da yer vermektedir; bk. el-Beydavi, age, Il,245. Bu konudaki görüşler hakkında toplu bilgi için bk. Şükri el-Alusf, age, 2.Bazılanna CEHALET ve TEZAHüRLERiNE KARŞI DiN EGiTiMİNİN HEDEFLERi 115 Cahiliyye, husus! anlamda belli bir zamana ad olmuşsa da, onun tezahürleri her zaman için vardır. Daha saadet günlerinde bile bu girdaba kapılanlar olJTluştur. Bilal-i Habeş!'yi, annesinin siyah! olmasından dolayı ayıplayan EbU Zerr, Hz. Peygamber tarafından uyarılmıştıi: "Sen, içinde hfila cahiliyye ahlakı kalmış bir kimsesini " 1 Ciihiliyye, sadece tarihsel bir devri değil, esas olarak kişisel bir sıfatı ifade eder. O, sadece İslam'dan önceki devri ifade etmez; pozitif bir şeydir ve pozitif olarak "İslam1" olana aykındır2 • Cahiliyye, bir daha geri gelmernek üzere giden belirli bir tarihi döaksine, coğrafi bölge, zaman, mekan ve şartlara göre değişik şekiller alan belli bir "cevher"i ifade eder. Yine o, ilim, bilgi, medeniyet, üretim alanında ilerleme, fikri, sosyal, politik ve insani erdemler diye adlandınlan şeylerin karşıtı değil, Allah'ı tanıma, O'nun hidayet yoluna girme ~e O'nun indirdiği hükümlere riayet etmenin karşıtıdıl, körlüğü hidayete tercih etmektir (Fussılet, 41117). nemi değil; Cahiliyye'nin gerçek manası "Yoksa Cahiliyye hükmünü mü arıyor­ lar? Iyi bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" (Mfüde, 5/50) ve "De ki: 'Allalı'tan başkasına kulluketmemimi bana emrediyorsunuz ey cahiller?" (Zümer, 39/64) ayetlerinde biraz daha açıklık kazanmakta ve Cahiliyye ruhunun temel problemine işaret edilmektedir: "Cahiliyye, insanın insana hükmetmesidir. Çünkü o, Allah'ın kulluğundan uzaklaşıp, kullara kulluk etmektir. Cahiliyye, muayyen bir zamana mahsus değildir, o bir tavırdır, bir vaziyettir. Bu durum dün olduğu gibi, bugün de, yarın da olur. Ciihiliyye hükmünün arandığı yerde Allah'ın hükmü aranmaz. İlahi dinin terkedildiği yerde, Cahiliyye hüküm sürer ve yaşanan hayat da Cahiliyye hayatı olur" 4 • Hz. Ömer de, "islam döneminde, Cahiliyye'yi bilmeyenler türeyince, islam'ın 5 halkaları birer birer kopar" derken, Cahiliyye'nin özel anlamda bir dönemi ifade etse de, esiisen bir zihniyet olduğuna işaret etmiştir. 1,15-18; Cevad Ali, age, s.41-42; Ramazan Altıntaş, Bütün Yönleriyle Calıiliyye, Konya ts., s.8-16. l.Buhari, Iman, 22; ayrıca şu hadisler de bu mahiyettedir: "Ummetimde, Calıiliyye adetlerinden dört şey vardır ki, onları terkedenıez/er: l.Asateti ile övünmek, 2.Nesepleri ta 'n etme (Başkalarmm soyıma dil uzatmak) , 3.Yıldızlarla yağmur isteme, 4.Niyalıa (ölünün arkasmdan yüksek sesle ağlamak, yas tutmak)" (Müslim, C en aiz, 29) "Insanlar madenler gibidir. Onlarm Cahiliyye'de iyi olanları, dini emirleri aniayıp amel ettikçe Islam'da da iyidir... "(Buhar!, Menakıb, 1); benzer kullanışlar için (da've'lcahiliyye) bk. Buhar!, Cenaiz, 38-39, Menakıb, 8 ; Müslim, Iman, 165. 2.Izutsu, age, s.l90,193. 3.M. Kutub, age, s.9. 4.S. Kutub, age, TI,904. 5.Muhammed Sıddık Hasan, ed-Dfnu'l-Halis, Kiihire ts., IV,94. DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 116 Cahiliyye, zihin ve ruhlarda, düşünce ve hayat tarzında, içinde bulunulan vehametin kanıksanmış olması halidir. Cahiliyye insanı, yaptığı işlerin yanlışlığını kabul etmediği gibi, doğru olduğu zehabına bile kapılır. (A'raf, 7/30; Kehf, 103-104). Bunun için de: "Kasten olsun veya olmasın, isyana vesfle olan herşey celıalettir, Rabbine isyan eden herkes günahından vazgeçineeye kadar cahildir" 1 denmiştir. Buna göre, insanların gerçek bilgiden (ilim) yoksun olarak, sorgubir taklid ve taasuba saplandıkları, heva ve heveslerinin esiri oldukları, hiçbir hak ve hukuk tanımadan, zulüm ve sömürü ile varlıklarını devam ettirdikleri, kısaca Allah'ın çağrısına tabi olmayı reddettikleri her zaman ve mekanda, Cahiliyye varlığını sürdürmektedir. lamasız ll. CEHALET'İN TEZAHÜR ALANLARI ve DiN EGİTİMİ İnsan, varlık aleminde kendi yerini ararken, görev ve sorumluluklabelirlemek için birtakım sorulara cevaplar bulmaya çalışır: Kimim? Neyim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Ölüm ve ötesi? .... vs. İnsan, bu soruların en anlamlı cevaplannı dinde bulur. Din, insanı çok geniş bir alana, ölümsüzlük ve sonsuzluk alanına yerleştirir. Varlığı, bu alemle sınır­ lamayıp ötelere taşırken, zaman ve mekanı kuşatan ve insanla ilgili herşeyi içine alan bir hedef belirler. Dine göre bu hedef, insana vahyedilir, bundan dolayı da bu hedefler göreceli değil, mutlaktır, değişmez normlara bağlanmıştır. Varlığın ve varoluşun sımnı çözecek bilgiyi din verir. Dinin mesajı sürekli canlİ ve yenidir. · nnı İslam, değerler lirlemiş "tevhid" anlayışı içerisinde, çağnsını tüm insanlığa yaparken, normunun bütün insanlık ve çağlar boyunca aynı olduğunu beolur. Şimdi, cehalet'in yansımalannı da dikkate alarak, insanın çağlar boyunca değişmeyen ve değişmeyecek olan ilişkilerini, İslam eğitimi zaviyesinden belirlemeye çalışalım. A. İNSAN - ALLAH İLİŞKİSİ İnsanlık tarihi incelendiğinde, tezahürleri bakımından cehaletin en fazla inanç alanında yoğunlaştığı görülmektedir. Hiç şüphesiz insanın evrendeki yerini ve varolma nedenini belirleyen asıl yap.ılanma bu alanın içindedir. Bu, sadece kalbin derinliklerine gömülü bir vicdandan ibaret olmayıp, hayatın ve ona bağlı herşeyin üzerinde kurulduğu temeldir. İnsanın, kainat ve onun içindeki tüm varlıklarla kuracağı ilişkilerin odağı­ dır. Duygular, düşünceler, eşya ve olaylar karşısındaki tutum ve davranışl.Taberi, age, III,298-299, Taberi, bu ifadeyi Mücahid'den rivayet etmektedir; aynca bk. Fahruddi:n er-Razi:, age, X,4; Abdurrahman Celil.lüddin es-Süyfitl (v. 9llh.), ed-Diirrü'[: Mensur, Dil.ru'I-Fikr Beyrfit 1993, II,459. CEHALET ve TEZAHüRLER1NE KARŞI DİN EGİTİMİNİN HEDEFLERİ ı ı7 lar, gayeler hep bu alanda belirlenir. Bu alanın insana açacağı ufukların niteliği, o alanda kabul veya reddedilen değerlere ve tercihlere bağlıdır. Hidayet veya dalalet üzere olmak, bu alanın ana kaynağı olan Allah inancında şekillenir. Cahiliyye insanı, Allah'ı tanır, varlığına inanır ve ona yönelirdi. "Andolsun ki onlara, 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka 'Allah' derler. De ki: '(Öyleyse) övgü de yalnız ona mahsustur, ama on1 ların çoğu bilmezler" (Lokman, 31125) • Ancak, Cahiliyye insanının, 2 Allah hakkındaki bilgi ve yönelişleri bozuk ve yanlıştı • Bunun için de, "Allah 'ın kadrini ona layık olacak şekilde takdfr edemiyorlardı "(En' am, 6/91). Kur' an, bazı münafıkların Allah hakkındaki düşüncelerini "zann-ı cahiliyye" cAl-i İmran, 31154) olarak ifade etmektedir. , O'na inanınakla beraber, başka ilahiara da tapıyor olmakla (Yusuf, 12/106) ve O'nun hakkında, bilmedikleri şeyler isnad etmekle3 , işin vicdanı boyutunda; sadece dara düştüklerinde hatırlayıp, diğer zamanlarda hayatlarından çıkarmış olmakla da (Ankebut, 29/65; Lokman, 31/32), eylem boyutunda bocaladılar. Bu nedenledir ki, ceMieti ortadan kaldırmak için gönderilmiş olan en temel prensibi, tevhid inancı olmuştur. İslam, tüm insanlığı bu inançta birleşmeye davet etmiştir: "(Resulüm) de ki: 'Ey ehl-i kitap! sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah 'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın ... " (Al-i İmran, 3/64). İslam'ın Kelime-i Tevhid, Allah'ın yerine ikame edilen tüm tanrıların reddiyle başlayıp, hemen peşinden mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'ın ka,. bulü ile insana yeni bir ufuk açmıştır (Al-i İmran, 3/18). "Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegane kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O'nu, ne de uyku. Yeryüzünde ve ~öklerde ne varsa O'nundur. O'nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek olan kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan . gizli tutanı da bilir, O dilemedikçe insanlar O 'nun ilminden hiçbir şey edinenıez, hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun sonsuz kudreti ve egemenliği, gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O'na zor gelmez. Gerçekten yüce ve büyük olan yalnızca O'dur" (Bakara, 2/255). · İnsanlar, kabul ve tasdik edilecek bir "Kitap" ve "Evrensel/nsan" olarak sözleri, davranışları, hareketleri ve tüm hayat tarzı model alınacak l.Benzer ayetler için b k. En 'arn, 6/109 ,ı 36; Zuhruf, 43/87; Yunus, 10/3 ı; Ankebfit, 29/6ı; Enbiya, 2ı126 vd. 2.Bk. Yunus, 10/68; Zürner, 39/64; Maide, 5/50; A'raf, 7/28 vd. 3.Bk. En'arn, 61136; Yunus, 10/68; Necrn, 53/19-20; Sa'd, 38/5 DiN EGİTİMl ARAŞTIRMALARI 118 bir rehber tanımadan, sadece kendi görüş ve düşünceleri etrafında, haki1 kate ulaşamazlar (Hac, 22/8; Lokman, 31/20). "Cahiliyye terimi, esasında Yanınada'da İlahi kanunların, Allah'tan vahiy alan bir peygamberin ve vahye dayanan bir kitabın bulunmadığı devre manasma kullanılmakta­ dır"2. İdrak sahipleri ve ilirnde derinleşmiş olanlardan başkası vahyin mesajını kavrayamaz (Al-i İrnran, 317-8; En'am, 6/105; Hac, 22/54). Gerçek bilginin (ilm) yokluğu, insanları Allah'ı inkara (En'am, 6/108), hakkında yalan uydurmaya ve ona ortak koşmaya (Hac, 22171) götürür. Bu noktada din eğitimi, ciddi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Din eğitimiyle verilecek olan en önemli husus, insanı doğru bir Allah inanc·ına ulaştırmak ve Rabbiyle ilişkilerini sağlam temeller üzerine kurarak, ruhun bağlanma ihtiyacını gerçek merciine sevketmektir. İnsan, bu bağlanma ile yeni bir güç kazanır, kendini güvende hisseder ki, bu durumda Allah, ona şah damlarından daha yakındır (Kaf, 50/16). Ve o artık bilir ki; Allah'ın kendisine açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz ve O'nun kapattığını kimse açamaz. Çünkü O, kudret ve hikmet sahibidir (Hitır, 35/2). Diğer yönelişlerin tümü, bu merkezi güç etrafında örülecektir. Bu sağlam ve doğru inanç, hayata anlam kazandırarak (Mü'minun, 23/115), insanı düşünce ve eylemlerinde şahsi menfaatlerden sıyrılıp, O'nun rızasını temin etmeye sevkedecektir (En'am, 6/162-163). İnsanın yaratık olma vasfı, esasında onun yaratanı ile ilişkiye geçmesini zorunlu k}.lar. Ancak insan, bu vasfını unutmaktadır. Kur' an, yaratılmış olma özelliğini unutan insanı uyararak, onun bu özelliğini önemle vurgular (Yasin, 36/77-78). Cehaletin bir anlamının da, insanın sadece etrafındaki varlıkları yüzeyden bilmesi, onların derinine inernemesi anlamında olmayıp; insanın kendi kendini görememesi, kendi değerini idrilk edememesi manasma da geldiği hatırıanacak olursa, onun önce kendi kapasitesinin, bilgisinin sınırını, çoğu qlaylar karşısında çaresizliğini idrak etmesi gerekmektedir. Allah'ı hatırlama ve huzur, hayatın anlam ve gayesi ise; Allah'ın insan şuurundan kaldırılması da,. insan hayatındaki anlam ve gayenin yok edilmesi demektir: "Allah 'ı un uttukları için onlara kendileri de wıuttııru­ lan kimselerden olmayın. Onlar, doğru yoldan sapanlardır" (Haşr, · 59119). Bu, ferdi hayat için doğru olduğu kadar, toplumsal hayat için de doğrudur. Allah'ı "hatırlama", insan faaliyetlerinin herbirinin uygun bir şe­ kilde biraraya geldiği ve bütünleştiği şahsiyetin sağlarnlaşmasını sağlar. Allah'ı "unutma" ise parçalanmış varlık, "dinden uzak" (secular) yaşantı, 1.Attas, age, s.69. 2.Hitti, age, I, 131. CEHALEr ve TEZA.liüRLERiNE KARŞI DiN EGiTiMİNİN HEDEFLERİ tamamlanmamış ı ı9 ve nihayet dağılmı~ şahsiyet ve bütünü kaybetme pahademektir . sına ayrıntılarda boğulmak Allah, insana ihtiyacı olan bilgiyi öğretti, doğru ve yaniışı ona gösterdi, akıl ve irade ile tercih yapabilecek şekilde donanmış olarak yarat2 makla birlikte , kendisine rehberlik edecek peygamberler ve kitaplar gönderdi, göklerde ve yerde olanlan onun buyruğu altına verdi (Casiye, 45/13); onu yeryüzünde kendisine halife tayin etti (Bakara, 2/30), insan "Emanet"i yüklendi (Ahzab, 33/72) ve bunlar bir "Sözleşme"ye bağlandı (A 'raf, 7/172). İslam eğitiminin temeli, Rabbiyle yaptığı bu sözleşmenin izlerini içinde taşıyan insanın fıtratına yönelmek, onun gereklerine uymak ve tezalıürüne engel olan olumsuzluklan kontrol ve ıslah etmek suretiyle, yüklendiği emaneti hatırlatmaktır. • İnsanın görevi, Allah'a kulluk etmektir (Zariyat, 51156; Hicr, 15/99) . Davranışa yansımayan sözde ımanın veya gerekleri yerine getirilmeyen kuru bilginin, din nazannda bir önemi yoktur. Çünkü insan, çift yönlü ve her iki tarafında da bunun izlerini taşıyan bir potansiyel taşımaktadır: "Doğrusu biz insanı en güzel bir biçimde ( alısen-i takvfm) yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i safilfn) indirdik. Fakat fmfın edip sfılilı 3 amel işleyenler için eksilnıeyen devamlı bir ecir vardır" (Tin, 95/4-5) • İşte kulluk, bilginin ve inancın aksiyona dönmesini sağlayan fonksiyonel sonuçtur ki, insanın sadece Allah'a karşı yapmış olduğu ibadetleri değil, hayatın tüm yönlerini ve insanın bütün ilişkilerini kuşatır (En 'am, 61162; Zümer, 39111). İnsanın iyilik ve güzellik adına yaptığı her iş, her hareket, her eylem ibadet olduğu gibi, terkedilen her yasak da ibadettir, kulluğun ifadesidir. İnsan, gönlünde temiz duygulan yaşatmaya çalışırken de, kötü duygular- kulluk, insanı devamlı yaratıcısıyla bağlantılı kılan, ımanı canlı tutan aktif bir güçtür. Yapılan bütün iyi ve kötü ey lemlerin değerlendirileceği inancı ve bunların "H es ab Günü "ne bağlanması, bu ilişkilerdeki otokontrol sistemidir. Ahiret ve hesab inancı, insanın amaç ve ideallerini kısa dünya hayatının dar çerçevesinden çıkanp, sonsuz ufuklara taşıyan en etkin güçtür. dan sıyrılmaya çalışırken de ibadet halindedir. Dolayısıyla insana doğru ve sağlam bir Allah inancı ana hedefi, onu kulluk bilincine ulaştırmakla devam eder. Bu anlamda kulluk, sorumluluğun, duyarlılığın, nimet ve bolluk karşısında şuurlu hareket etmenin (şükür), acılar ve zorluklar karşısında Böylece din eğitiminin, aşılamakla başlayan ı .Faz! ur Rahman, age, s.64-65 2.Konuyla ilgili ayetler için bk. Bakara, 2/3 ı; 'Alak, 96/3-5; insan, 76/3; Bel ed, 90/810; Kehf, 18/28-29. 3.Bk. Şems, 9117-10. DlN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 120 dayanıklılığın (sabır), kısaca şahsiyetin en temel dinamiği istikamet üzere olur. yaşamanın öncüsü halinde, B. FERT -TOPLUM İLİŞKİSİ Cehaletin hüküm sürdüğü toplumlarda ortaya çıkan sapmalardan · ikincisi, ahlak alanıdır; bir başka ifadeyle insanın kendisi ve çevresiyle ilişkileridir. Daha önce işaret edildiği gibi, Cahiliyye, tutarsız tanrı inancıyla, şehevı arzularına ve hayvanı içgüdülerine tutsak olmuş, sefahet alemine dalmış, şiddet ve saldırganlık yanlısı, hak hukUk tanımayan, kabı­ leeilik ve kan davası güden, kibir ve taasuba saplanmış, vahşı ve bencil insanlardan oluşan, güçlülerin zayıflan ezip sömürdüğü, zulüm ve taşkınlı­ ğın, çatışma ve kavgaların sosyal hayata hakim olduğu, bir manzara arzeder. Sosyal statüyü belirleyen unsurlar, soy, zenginlik, mevki ve kaba kuvvettir. Töreler ise sosyal hayatın vazgeçilmez yapı taşlandır. Cahiliyye insanı, başkalarının en doğal hak ve hürriyetlerine aldırmazken, kendi behlmı özgürlüğünden asla taviz vermez ve bunu sınırlandırmak isteyenlerle de sonuna kadar savaşır. İslam, barış ve esenliktir. İnsanların haklar bakımından müsav1 olduğunu belirterek, birbirlerine karşı hürmet göstermelerini, iyilik hususunda yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmalarını ister, haksızlık ve zulümlere izin vermez (Maide, 5/2). Hz. Peygamber'in sosyal hayatta yapmak istediği ilk önemli işleri, Ca'fer b. Ebi Talib'in şu sözlerinde görmek mümkündür. Ca'fer, Habeşistan'a yapılan hicrette, Kral Necaşi'ye, Cahiliyye dönemlerindeki 1 yaşayışiarını anlattıktan sonra , sözlerini şöyle sürdürmektedir: " ... Biz bu halde iken Allah bize, içimizden soyunu, sadô.katini, dürüstlüğünü bildiğimiz güvenilir bir Elçi gönderdi. O da bizi tek Allah'a inanıp ona kulluk etmeye, O'nun dışında pizim ve atalarımızın taptıkları bütün tanrıları terketmeye çağırdı. Bize doğru söylemeyi, emô.neti yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, iyi komşu/uğu, haramlardan ve kan dökmekten vazgeçmeyi emretti. Bizi fuhşiyyô.ttan, yalan söylemekten, yetim malı ye2 mekten, namuslu kadınlara iftira atmaktan men etti" • Din nazarında insan, bir taraftan ferdiyetini, diğer taraftan toplumun öteki üyeleriyle birarada olma ve onlarla ~irlikte yaşama duygusunu hisseder. Fert ve toplum arasında çatışma ve hakimiyet kavgası yoktur. Toplum, ferdin temayüllerini yok sayamayacağı gibi, fert de toplumdan bağımsız değildir. Çünkü o, kimliğini büyük ölçüde toplum içerisinde ve l.Bu kısım, bu makalenin "Cahiliyye ve İslam" başlığı altında verildiği için tekrar edilmemiştir. . 2.Bundan sonra İslam'ın diğer emirlerini saydı. Müşriklerin zulmünü ve kendisine sığın­ malannın sebeplerini anlattı; bk. İbn Hişam, qge, I,251. CEHALET ve TEZAHüRLER.1NE KARŞI DİN EÖ1TİMİNİN HEDEFLERİ 121 toplumsal gelişme sonunda kazanır ve sürdürür. Bu, ferdin toplumla birlikte ortak değerler üretmesi sonucuna götürür ve değerler, fertle toplum arasında nizarn ve ahengi sağlayan ölçütler olur. Bu husus, ferdin toplumda hazır bulduğu bütün değerleri kayıtsız şartsız kabulü ve taklidi anlamına gelmez. Nitekim böyle bir teslimiyet, toplumun dinamizmine ve gelişmesine engel olduğu gibi, bazan öncekilerin yanlışlarını tekrar etmek suretiyle koyu bir taassubu da getirebilir. İnsanın sadece kendi subjektif arzularına göre hareket etmesi (heva)·, kendisi ve toplum için bir anarşi sebebi olurken, sorgulamasız bir şekilde toplumun kabUlleri ve istekleri doğrultusunda hareket etmesi de, donukluğa neden olabilecektir. Cabiliyye'nin önemli sapmalarından birisi de zaten bu noktada ortaya çıkmaktadır. Cehalet, bir taraftan aşırı dere1 cede benlik, gurur, heva ve hevese tabi olmak (Furkan, 25/43) suretiyle, ferdiyeti; diğer taraftan atalardan gördüklerini olduğu gibi benimsernek 2 suretiyle, toplumsal olanı kutsallaştırmaya (Bakara, 2/170) neden olmaktadır. Halbuki, çoğunluğa uymak, her zaman doğru yolda olmak anlamına gelmez (En'am, 6/116). İnsanın eğitimine, bu noktada din yardımcı olmaktadır. İnsanların tercih lerini, en üst noktada belirleyecek bir değer olarak din, temel ilkeler· verir ve bu ilkelere uygun her türlü gelişme, yenilenme ve ilerlemeye ışık tutar. Bu ilkeler, insan gücünün sınırları içerisinde ve hayatın gerçeklerine uygun olduğu gibi, istenen normlara ulaşılmadığında, insanın tüm emeklerini yok sayıp, umutsuzluğa düşürecek şekilde katı kalıplar içerisine sı­ kıştırılmış da değildir. Allah, insanın aklını hoyratça heder etmesine, zararlı işlerde kullanengel olmak ve istikamette tutmak için, onu akidenin kontrolüne vermiş, ona bir hedef tayin etmiştir. İnsan aklı, akidenin kontrolünden sıyrılıp kaçtığında, zorluklar karşısında direnemez, hevanın esiri olur. İnsanların sağlam bir akideden mahrum olarak yaşadıkları cahiliyye cemiyetlerinde, medeniyet hangi seviyeye ulaşmış olursa olsun insana huzur getirmeyecek ve çözülecektir. Çünkü insan, medeniyetin en temel taşıdır. 3 İnsan ezildiği takdirde, medeniyet, teknoloji ile ayakta duramaz • masına İnsanın, kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkilerinde etkin güç sevgidir. Sevgi duygusunu ve ihtiyacını doğuran sebep, temelde herşeyin yaratıcısının Allah olduğu fikridir. Madem ki, insanların hepsinin yaratılışı aynı kaynaktandır; başlangıçta tek bir ümmet iken sonradan ayrılığa düşen inl.Bk. aynca Ciisiye, 45/23; Kehf, 18/28; A 'riif, 71176; Kasas, 28/50. 2.Bk. aynca Ankebut, 29/25; Miiide, 51104; A'riif, 7128; Yunus, 10178; Hud, 111109; Lokmiin, 31/21; Saffiit, 37170; Zuhruf, 43/22. 3.S. Kutub, age, !,601-602. DiN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 122 sanların (Yunus, 10/19) dönüşleri de Allah'a olacaktır, öyleyse aslında, tüm insanlığın bir kader birliği vardır. Bu anlamda İslam'ın çağrısı da zaten dil, renk, ırk, statü ayırmadan tüm insanlığadır (tevhid). Dolayısıyla din, çatışma, ayrılığa düşme ve parçalanmayı ortadan kaldırmayı en önemli 1 hedef sayar (Şura, 42/13, 15) • Bu durumda, öncelikle kendisinden so2 rumlu olan her fert , aynı zamanda yakın çevresinden başlayarak genişle­ 3 yen bir yelpazede topluma ve hatta tüm insanlığa karşı da sorumludur. İslam eğitiminde, nefsin çeşitli yönleri bir arada değerlendirilerek, gayreti vardır. Bu, herhangi bir konuda iç çatışmaya veya psiko-sosyal bir ikileme düşmeyen ve ruhsal bir rahatsızlığa da maruz kalmayan, sağlam şahsiyettir. Nefsin isteklerinin reddi değil, temeldeki Allah inancıyla uyumlu bir şekilde, sapkınlık ve azgınlığa düşmeden karşılanınası istenir. Maddi ve manevi ihtiyaçlar arasında devamlı denge aranır. kişide sağlam bir şahsiyet oluşturma Cahiliyye zihniyetinin, otoriteye boyun eğmez saldırgan ve bozguncu tavrı (Al-i İmran, 3/154; En'am, 6/35) yerine din, "Mutlak Otorite"ye itaatı ön şart olarak ileri sürmekle, kargaşaya son verir ve insana yeni bir misyon yükler. insanda egemen güçler teker teker bir gayeye yönelir. Artık cahildeki öfke, şecaate; şehvet, iffete; kibir, tevazuya; hafifmeşreplik, vakara; kin, bağışlamaya; ihanet, sadakate; inat, sebata; zulüm, adalet ve merhamete; nankörlük, şüküre; tamah, infaka; haset, gıptaya; intikaın, hak aramaya; savurganlık, cömertliğe; isyan, sabıra; taklit, tahkike; acele, gayrete ve korku, sevgiye... döner. Her türlü yapay güç ve üstünlük kaldınlarak, insanların hiçbir ayırım gözetmeksizin eşit olduğu esası gelir. Bu eşitliği lehte bozacak haslet ise, yalnızca takvadır (Hucurat, 49113), yani insanın Allah'la olan ilişkisinin niteliğidir. Kur'an'a baştan sona hilm ruhu hakimdir. İnsanlar arası tüm ilişki­ lerde ihsan ile, adaletle hareket etmek, zulümden kaçınmak, şehvet ve ihtiraslarına gem vurmak, kibir ve gururdan sakınmak, hilm ruhunun belirtileridir. Hilm, arzu ve ihtiraslarını yenmesini, olaylar karşısında sükunetini korumasını becerebilen insanın vasfıdır ki, o başkaları tarafından idare edilen pasif insan değil, başkalarını idare eden güçlü ve vakur insandır. İnsanın sabır ve teenni ile karar verebilmesi için mutlaka hallm olması ge4 rekir. Akıl, ancak hilm ile beraber çalışırsa, normal görevini yapabilir . Dolayısıyla İslam eğitimi, ferdi ve toplumsal ilişkilerinde "hallın" insanı yetiştirmeyi hedefler. Bu, insanın sadece kendisine veya kendisi gibi inaLAynca bk. AI-i İrnran, 3/84; Mü'rninfin, 23/52; Şura, 42/13,15. 2.Bk. isra, 17115; Bakara, 2/48; Fatır, 35/18; Müddessir, 74/38; Zilzal, 99/8-9. 3.Bk. Enfilr, 8/25; Buhaıi, ilim, 28. 4.lzutsu, age, s.l95-204. • CEHALET ve TEZAHDRLERiNE KARŞI DiN EGiTiMiNiN HEDEFLERİ 123 nan ve yaşayanlara değil, tüm insanlara (A'raf, 71199; Furkan, 25/63) ve hatta evrene karşı tavrıdır. c. İNSAN - EVREN İLİŞKİSİ Cehaletin tezahürlerinin ortaya çıktığı üçüncü alan ise, evrenin görünen veya görünmeyen (aşkın) parçalarıdır. İnsan, çağlar boyunca evrenle olan ilişkisinde farklı tavırlar almıştır. Güçsüzlük ve çaresizliğini gördüğünde, sığınma ihtiyacı duyarak tabiattaki bazı varlıklara (güneşe, aya, yıldıza, ateşe ... ) taptığı gibi, uğradığı bazı felaket ve acılardan dolayı onlara savaş açtığı da olmuştur. Bilgi ve bilimi, tabiatı ve toplumu denetim altına alma aracı olarak görenlere karşı İslam, insan ruhunun yücelmesi, şahsiyetinin pekişmesi, kainattaki dengenin korunması ve Rabbiyle barışık yaşayabilmesinin aracı 1 görmüştür. "Doğrusu bazı bilgiler vardır ki, celıalettir" ve "Favdasız 1 ilimden Allalı'a sığınırını ,_ ifadeleri, bilgi ve bilimin amacını belirlemektedir. Yani insanın temel ihtiyacı ve görevi olan hususları bir kenara atıp, ihtiyacı olmayan, hatta kendisini bedenen ve rı1hen tahrib eden şeylerin bilgisi, faydasız sayılmıştır. İslam'a göre kainat, Allah'ın en büyük ayetidir. Onun içerisinde herbiri başlıbaşına bir mı1cizedir. Fakat alışkanlıklar ve herşeyi hazır bulma sebebiyle insan, kainata her zaman ibret nazarıyla bakmıyor. Gezip gördüğü, duyup işittiği şeylere karşı adeta aptallaşıyor, duygusuz ve düşüncesiz bir şekilde bakıp geçiyor. Bu alışkanlıklar ve hazır bulmadır ki, ruhun tüm yönelimlerini tesiri altına alarak, bilinci perdeliyor, insanı hissizleştirip, donuklaştırıyor. O kadar ki, insan senelerce içinde yaşadığı şehrin bile birçok yerini bilmiyor, tarih! bir eserden, doğal bir güzellikten habersiz oluyor. olup biten şeylerin Halbuki, insanoğlu dünyaya ilk geldiği zaman ne kadar da duyarRuh, henüz hayatın bitip tükenmeyen ihtiyaçları içinde solmamıştır, taze ve diridir. Zamanla alışkanlıkların, günlük telaşların ve tekdüze hayatın örselediği ruhun, diriliğine dönmesi için sık sık açılma ve uyanmalara ihtiyaç vardır. İslam eğitiminde kainat ve onun içindeki gizemler, bu açı­ lım ve uyanmaya etki edecek en önemli malzemedir. Bunlar karşısında lıdır. l.Ebil Davud, Edeb, 4359. İbnu'l-Esl'r bu hadisi açıklarken: "Insan asıl ihtiyacı olan Kur'an ve Sünnet ilmini terkedip, flm-i Niicılm ve U!amu'l-Evail gibi, ihtiyacı olmayan şeyleri öğrenirse, bu ce/ıalettir veya lıakkmda bilgisi olmayan bir konuda söz söylemeye katkışan bir alimin, bu sözünün kendisini ce/ıalete sevketmesidir" diyor; bk. İbnu'l-Esl'r, age, 1,322. 2.Müslim, Zikir, 73; aynca insanın kendisinden sonra hayn devam edecek işler sayılır­ ken, "faydalanılacak ilim" ifadesi kullanılmıştır; Müslim, Vasıyyet, 14. DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI 124 "hayrete düşmek", tefekkür etmek ve insan-evren ilişkisinin temeli olmalıdır. varoluşun sırlarını araştırmak, "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değiş­ mesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Alla.h'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri diriiterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde, elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır" (Bakara, 2/164). Gezegenler, gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar, şimşek, bulut, rüzgar, yeryüzü, denizler, dağlar, kayalar, vadiler, nehirler, yağmur, toprak, tohum, bitkiler alemi, hayvanlar alemi ve daha nice bilinen ya da bilinerneyen alemler ... ı. İnsan sadece kendi iç dünyasını ve içinde yaşadığı dünyayı değil, aynı zamanda dışındaki dünyayı, tüm evreni de incelemek durumundadır. Çünkü evrendeki herşey birbiriyle, bağlantılı, dengeli ve uyumlu bir biçimde yaratılmıştır (sünnetullah) (Fatır, 35/41,43). İnsanın görevi ve sorumluluğu, evrendeki her bir varlığın içine yaratıcı tarafından belirlenip yerleştirilen fıtrat yasalarına uyması ve tüm yeteneklerini bu yasalar etrafında şekillendirmesi ve geliştirmesidir. Bunun aksi, ifsad ve tahrib demektir (Rum, 30/41). Bunun içindir ki evren, İslam eğitiminde okunacak bir kitap, incelenecek bir ibret levhasıdır. Her bir .fiziki olgunun iç derinliğine nüfUz etmekle insan, ·sırları çözmeye çalışacaktır. Sırlar çözülüp, bilgi arttıkça (ilm), insan Allah'a yaklaşacak ve kulları arasında kendisine "derin bir saygıyla bağlananlar" ancak alimler olacaktır (Fatır, 28). Çünkü, entelektüel ve fiziksel yeteneklerini gerçekten kullanabilenler, hakiki ilim sahibi alirnlerdir. Kur'an, tabiatı ve onun güzelliklerini, beşer kalbi ile Allah arasında bir bağ, ruhun içinde ve hayat gerÇeğinde doğru yolun bir rehberi kılar2 • "O'nun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara dış dünyada, hem de kendi içlerinde göstereceğiz" (Fussılet, 53). Yükselişlerin veya çöküşlerin sessiz dili olan tarihi eserleri, uygarlık ürünlerini, tapınakları, dikili ve gömülü anıtlan incelerken de aynı perspektif vardır. "Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de. yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın" (Al-i İrnran, 3/137{ İnsan, bu gözlemleri yaparken kalp gözünü açmazsa, ibret nazarıyla bakmazsa, daha önce yaşanmış olayların bilgisi de ona pek fayda sağlal.En'am, 6/95-96,99; A'riif, 7/54; Hicr, 15/22; Nahl, 16/5-6,10-17,65-69,78-81; Hac, 22/5; Yasin, 36/40; Tarık, 86/5-10 vd. 2.M. Kutub, İslam Terbiye Metodu ve Alıfak Sistemi, çev. Ali Özek, İstanbul 1977, s.76. 3.Bk. Fatır, 35/44; En'iim, 6/6. CEHA.ı.Er ve TEZAHüRLER1NE KARŞI DİN EGiTiMİNİN HEDEFLERİ 125 · mayacaktır. "Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler" (Rum, 30/7). İnsan, evrene yönelirken, kendisiyle onda yaşayan diğer varlıklar veya cisimler arasındaki alakay ı kurmaya çalışır. Evrenin "makrokozmos (büyük alem)", insanın ise evrende varôlan herşeyin özünün ( zübde-i alem) kendisinde toplandığı "mikrokozmos (küçük alem)" sayılması ve insanın, evrenin gözbebeği (dtde-i ekvan) olması anlayışı, insanla evren arasındaki ilişkinin boyutunu göstermektedir. Evrende varolan herşey, insanın hizmetine sunulmuştur (Casiye, 45/13). İnsan bu ilişkileri kurduğunda, kendisine hizmet için yaratılmış tüm varlıklara sevgiyle yönelir. Özellikle içiçe yaşadığı ve temas halinde olduğu doğal çevreye ve canlı varlıklara karşı sevgiyi daha yakından hissed~r. Bu sevgi, talimatlarla, yaptınmlarla değil, düşünerek, yaşayarak kazanılır ve herşeye gösterilecek sevgi, yaratılış amacına uygun şekilde gelişir, ölçülüdür. Sınırsız sevgi, sadece Allah'a karşıdır. İnsan bu noktaya ulaşınca, artık tabiatla savaşan ve onu kendisine rakib gören biri olamaz. Tabiatla giriştiği savaşın kendi lehine sonuçlanması gayretiyle geliştirdiği bilim ve teknoloji dünyasında, bugün kendisini ga!ip zanneden insan ve insanlık, aslında umduğu huzur ve güvene ulaşmış değildir. Aksine her gün daha da bozulan bir doğal dengenin varlığı herkes tarafından görülmektedir. "insanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Bu şekilde (Allah), belki dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü)sonuçlaruıı onlara tattıracaktır" (Rum, 30/41). Bunun nedeni insanın yaratılış gayesini unutmasıdır. Asıl gaye unutulmadan, kendi emrine müsabhar kılınmış evrende (Bakara, 2/29) her imkanı değerlendirmek suretiyle insanlığa hizmet etmek, medeniyet kurmak, varoluşun esrarını çözmeye çalışmak, zaten insandan beklenen görevdir. "(Derin kavrayış sahipleri) ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden ineeye düşünürler. Rabbimiz! Sen bunları(n hiçbirini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsız­ 1 sm! Bizi ateşin azabından koru!" (AI-i İmran, 31191) • Eğitimde, insanın esas merkezi olan kalbin ihmal edilmesi, onu sı­ nırlı duyu algılamalarımıza, dünyadaki varlığımıza hapsetmeye ve nihayet aklımıza ve fıtratımıza uygun olmayan alanlara sıkıştırmamıza ·sebep olacaktır2. l.Bk. Duhan, 44/38-39. 2.Hadi Şerifi, "Modem lsltımf Eğitim, İstanbul İslam Felsefesi 1991, s.124. Karşısında islam Felsefesi", Naklb el-Attas, 126 DiN EGİ.TİMİ ARAŞTIRMALARI Bu husus, insani bütün hasletlerin kendisinde gizlendiği cevherin gelir: " ... Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur" (Hac, 22/46). körleşmesi anlamına CeMietin bir anlamının da, eşya ve olayların derinliğine nüfUz edemeyip, yüzeyde kalmak olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki tefekkür, din eğitiminde temel kavramlardan biri olmuştur. SONUÇ Cehalet, kaynaklarda "ilm"in ve "hilm"in karşıtı olmak üzere iki anlamda ele alınmaktadır. Cehalet, dini terminolojideki "ilm"in karşıtı olduğunda, "hiçbir şey bilmemek" anlamında değil, birşeyi bilinmesi gereken biçimde idrilk edememek, doğruluğu objektif olarak belirlenmiş bilgiden yoksun olmak" anlamında anlaşılmaktadır. İnsanın bu ilme ulaşmasına engel olan birtakım olumsuzluklar varBunlardan birisi "zan"dır. Zan, mümeyyiz aklın işlevini devre dışı bı­ rakan "heva"nın kapısını da aralamakadır. "Taklid" ve "taassup" ise gerçek bilgiye (ilm) ulaşmanın diğer engelleridir. "İnsanı hakkı kabul etmekten alıkoyan herşey"in taassup olarak açıklanması, bu engellerin dır. sayısını arttırmaktadır. Cehalet'in "hilm" karşıtı anlamı ise, daha çok aklı ve düşünceyi bürüyüp, düşünce dengesini bozan, doğruyu yaniışı ayırdedemez duruma getirip, şaşkına ·çeviren zaptedilmez hafiflikteki duygusallıktır ve bir davranış biçimidir. Bu anlamda cehalet, sadece okuma-yazma bilmeyen veya bilgisiz olanlara has bir sıfat değildir. Cehl kökünden türeyen "Cahiliyye" kelimesinin, İslam'ın zuhürundan sonra ortaya çıktığı söylenmektedir. "Cahiliyye Çağı" tabiri, birçokları tarafından "Bilgisizlik Çağı" diye tercüme edilmiş ise de, bu algı­ lama biçimi doğru değildir. "CahiÜyye Çağı" terimi, daha çok Araplar'ın her türlü ilişkilerindeki taşkınlıkları ifade etmek için kullanılmış, bu nedenle "Cahiliyye"yi, "barbarlık" diye tercüme edenler de olmuştur. Cahiliyye, belirli bir dönemi mi ifade eder? Yoksa devamlı var olan bir süreç midir? konusu, tartışmalıdır. Özel anlamda belli bir dönemi ifade etse bile, onun tezahürleri Devr-i Saadet de dahil, İlisanlık tarihi boyunca · hep var olagelmiştir. Çünkü Cahiliyye, esas olarak tarihsel bir devirden ziyade, kişisel bir sıfatı belirtmek için kullanılır ve şartlara göre değişik şe­ killere bürünen bir "cevher"i ifade eder. İnsanın yaratıcısı ile olan ilişki­ sinden başlayarak tüm ilişkilerinde kendini gösteren "Cahiliyye", öz olarak "İslam"ın karşıtı sayılmıştır. CEHALET ve TEZAHüRLERiNE KARŞI DİN EGİTİMİNİN HEDEFLERi I 27 Cehalet, en fazla inanç alanında ortaya çıkmaktadır. Bu alanın odaveya onun yerine ikame edilen tanrılar vardır. Bu nedenle din eğitiminin temel meselesi, insana doğru ve sağlam bir Allah inancı vermektir. Çünkü, diğer tüm yönelimler ve etkinlikler bu inanç etrafında biçimlenmektedir. Bu inanç sayesinde Rabbiyle sağlıklı bir iletişim kuracak olan insan,· aynı zamanda ruhun bağlanma ve sığınma ihtiyacını doğru bir hedefe yönlendirerek, kendini güvende hissedecek ve aktif bir güç ğında Allalı kazanacaktır. İnsandan istenen kulluk, ilmin ve inancın aksiyon halidir ki, insanın sadece Allalı'a karşı olan görevlerini değil, hayatın tüm yönlerini ve insanın bütün ilişkilerini kuşatır. Böylece din, kamil iman ile salih arnelden oluşan bütünü ifade eder. , "Tanrı" inancında, insanı birtakım olumsuzluklara ve sapmalara sürükleyen ceMietin etkileri, insanın kendisiyle ve sosyal çevresiyle ilişki­ lerinde de ortaya çıkmaktadır. İnsan bir taraftan nefsine, diğer taraftan hemcinslerine karşı zulüm ve taşkınlık yapmaktadır. İslam, tevhid anlayışı içerisinde insanları yaratılış bakımından ortak bir kader çizgisinde toplayarak, ilişkilerde ad1Het ilkesini barış ve huzurun teminatı saymaktadır. Din, sosyal değişmeyi, toplumsal hayatın dinamik yapısının kaçınıl­ maz sonucu sayarken, insanların tercihlerini, en üst· noktada belirleyen bir değer olarak temel ilkeler sunmakta ve bu ilkelere uygun her türlü gelişme, yenilenme ve ilerlemeye ışık tutmaktadır. Cehalet, insanın evrenle olan ilişkilerinde de, ya evrendeki bazı varkutsal sayarak onlara tapması veya rakip sayarak tahrib etmesi sonucunu doğurmaktadır. lıkları İslam, evreni Allah'ın bir ayeti olarak görür. Evreni ve onun içindeki sırları, ruhun açılırnma ve uyanmasına etki edecek en önemli malzeme sayarak, bunlar üzerinde tefekkür etmeyi, eşya ve olayların arkasın­ daki İlahi iradeyi görmeyi ve varoluşun sırlarını araştırmayı, insan-evren ilişkisinin temeli sayar. bir bütünlük ve ilişki bulunduiçine, yaratıcı tarafından yerleştirilen fıtrat yasalarını keşfetmek ve tüm yeteneklerini bu yasalar etrafında şekillen­ dirmek, insandan beklenen görevdir. Bütün bunlardan sonra denilebilir ki din eğitiminin hedefi, yaratlcısından başlayarak, kendisiyle ve içinde yaşadığı sosyal ve fiziki çevre ile barışık, tüm varlıkların hak ve hürriyetlerine saygılı, ruh ve ğunu Evrendeki tüm görmek, her bir varlıklar arasında varlığın 128 DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI bedenen dengeli bir şahsiyeti oluşturmak, dolayısıyla bireyleri bu dengeye ulaşan toplumda huzur ve ahengi temin etmektir.