BÜTÜNLEŞME KAVRAMI 1.GİRİŞ Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemde yeni aktör ve arayışlar ortaya çıktı ve bu bağlamda uluslararası sisteme eklemlenme, daimi tarafsızlık, bölgeselleşme gibi farklı politikalar ortaya konmaya başlandı. Söz konusu eklemlenme süreçleri beraberinde entegrasyonu da getirmiştir. Diğer taraftan, bu entegrasyon süreçleri ilk başlarda bilhassa merkeziyetçi düşüncelerden ötürü sıkıntılı dönemlerden geçmiştir. Bu sıkıntılı süreçleri asgariye indirebilmek için 1950’lerden beri devam eden Avrupa bütünleşmesi referans alınarak teorik modellemeler öne sürülmüştür. Avrupa bütünleşmesi teorileri daha ziyade politik bütünleşmeler referans alınarak oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak uluslararası sistemde entegrasyonlardaki nihai amacın ülkelerin tehditleri azaltmak ve güvenliklerini arttırmak olduğu dikkate alındığında süreçlerin güvenlik teorileriyle de desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda en önemli gelişme Soğuk Savaş sonrası dönemde Barry Buzan ve Ole Weaver tarafından öne sürülen Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi’dir. Buna göre; “coğrafi yakınlık güvenlik potansiyelini arttıran bir karşılıklı bağımlılık yaratmaktadır, çünkü tehdidin uzak yerlerden değil yakın coğrafyadaki bir güçten gelmesi daha muhtemeldir ve bu analiz düzeyi Soğuk Savaş sonrası dönemi daha iyi açıklayan bir modeldir. (Erol, Şahin; 2013, s.112) Bütünleşme çabaları II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan AET, NATO, Varşova Paktı vb. örgütlerde görülmeye başlanmış ve sayıları her geçen gün artmıştır. Bölgesel düzeydeki bütünleşme örneklerinin en dikkati çekenleri ABD’nin öncülüğünde, Kanada ve Meksika’nın oluşturduğu NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi); başını Japonya’nın çektiği “Asya Kaplanları”nın oluşturduğu ASEAN (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği) ve en nihayet bugün itibariyle 28 üyeden oluşan Avrupa Birliği (AB)’dir. Bu bölgesel bütünleşme hareketlerinin en etkili ve gelişmiş olanı ise hiç şüphesiz AB’dir. Türkiye özellikle Aralık 1999 Helsinki Zirvesini müteakip AB’ye tam üye olma perspektifi aldıktan sonra, tam üyeliği ulusal bir dış politika hedefi haline getirmiştir. Hem Türkiye’nin tam üye olmak suretiyle bir parçası haline gelmeyi en öncelikli dış politika hedefi olarak belirlemiş olması açısından hem de günümüz dünyasında gözlemlenen bütünleşme hareketleri içerisinde en önemlisi ve en ileri bütünleşme düzeyine ulaşmış olması itibariyle AB, haklı bir ilgi odağı durumundadır. (Mor, 2010, s.501502) Bu çalışmada, bütünleşme kavramı üzerinde durulacak, dünyada bütünleşme stratejileri ve bütünleşme kavramına farklı yaklaşımlar değerlendirilecektir. 2.ENTEGRASYON (BÜTÜNLEŞME) KAVRAMI Entegrayon, ortak çıkarları için işbirliği yapan ulus devletlerin eylemlerini ve bunu yaparken kullandıkları yöntemleri, kurumları ifade eden bir kavramdır. Uluslararası ilişkilerde entegrasyon, aralarında karşılıklı bağımlılık bulunan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri bir araya gelip elde etme girişimidir. Deutsch’a göre entegrasyonun amaçları: Barışı korumak Daha büyük kapasitelere ulaşmak Belli spesifik görevler üstlenmek Yeni bir kimlik kazanmak olarak sınırlanmıştır. (Keçeci, 2012, s.4) Bütünleşme kavram olarak “birleşme, bir araya gelme, ortaklık kurma” anlamlarını içerse de birbirinden oldukça farklı boyutları bulunmaktadır. Bunlardan ekonomik boyutuyla bütünleşme, temelde iş bölümüne dayanan ve ileri aşamasında da malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbestçe dolaşımını içeren bir tek pazarın kurulması ve bu amaçla ekonomi politikalarının uyumlu ve daha sonra da ortak duruma getirilmesi anlamını taşımaktadır. Söz konusu tanım çerçevesinde, ekonomik bütünleşmenin derecesi, farklı yapıdaki bütünleşme şekillerine bağlı olup, bunlar başlıca; serbest ticaret bölgesi, gümrük birliği, ortak pazar ve ekonomik ve parasal birlik olarak ortaya çıkmaktadır. Siyasi boyutuyla bütünleşme ise genel olarak, ulusal konumdaki siyasi kurumların; bağlılıklarını, beklentilerini ve faaliyetlerini; mevcut ulus devletlerin üzerinde, hukuksal niteliğe sahip bir merkezde toplamalarını ifade etmektedir. (Sunay, 2006, s.146) 3.DÜNYADA BÜTÜNLEŞME STRATEJİLERİ Dünya üzerinde bütünleşme çabaları yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başlamıştır. Bu durum dünyanın en gelişmiş bölgelerinden en geri kalmış bölgelerine kadar her yerde farklı boyutlarda ve neticelerde de olsa gözlenmiştir. Ancak yine de bir ayrım yapmak gerekirse en kaba haliyle varabileceğimiz sonuç; küresel kuzey olarak tabir edilen bölgede bu bütünleşmeler serbest ticaret, gümrük birliği gibi ileri boyutlar da olurken küresel güneyde bu birliktelikler daha ziyade bilgi alışverişi, karşılıklı ticareti arttırma gibi daha basit tedbirler alma şeklinde gerçekleşmiştir. Bütünleşme stratejilerinin en başarılısının Avrupa bütünleşmesi olduğunu söylemek yanlış bir tez olmayacaktır. Söz konusu bütünleşme stratejisini inceleyen sosyal bilimciler bu bütünleşmeyi tanımlamak için yeni işlevselcilik ve intergovernmentalism olmak üzere iki farklı bütünleşme teorisi gerçekleştirmişlerdir. Söz konusu teorilerin henüz genel geçerliliği olmamasına rağmen yeryüzündeki en başarılı bütünleşme hareketi olması nedeniyle bu teoriler ve stratejiler diğer bölgelerdeki akademik çevreler ve devlet adamları tarafından incelenmeye alınmıştır. Gerçekten de “60’lı yılların başında AET’nin oluşma şeklini taklit etme biçiminde, gelişmekte olan ülkeler arasında bölgesel ittifakların oluşturulmasının ilk dalgaları yükselmiştir”. Avrupa bütünleşmesinin başarısını incelemek birden fazla çalışma konusu oluşturacak kadar geniş ve ayrıntılı bir konudur. Buna rağmen başlangıç noktasının geçmişte iki tane dünya savaşına yol açan kömür havzalarının ve çelik üretiminin paylaşımında iş birliğine gidilmesi olduğuna dikkat edilirse, diğer bölgelerin de benzer modelleri uygularken bu hususu göz önüne almaları fayda sağlayacaktır. Avrupa bütünleşmesi kadar başarılı olamasa da Amerika kıtasında da ekonomik bağlamda bütünleşmeyi sağlayan oluşumlar göze çarpmaktadır. Bunlardan en önemlisi şüphesiz Kuzey Amerika ülkeleri arasında serbest ticaret rejimini öngören NAFTA’dır. (North American Free Trade Agreement). Avrupa’da gerçekleşen bu ekonomik gelişmeye karşı kayıtsız kalmamak ve gerek ülke gerekse de kıta olarak rekabet edebilmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika’yı yanına alarak Avrupa Birliğinden daha geniş bir arazide serbest ticaret rejimi oluşturmuştur. Söz konusu birleşme, Meksika içinde sert muhalefetle tenkit edilmesine rağmen, kıtanın en büyük sorunlarından biri olan kaçak işçiler konusunda her iki ülkeyi de rahatlatacak düzenlemeler getirmiştir. Ekonomik gelişmenin yüksek olduğu küresel kuzeyin aksine, küresel güneydeki bütünleşme çabalarının aynı başarıya ulaşabildiğini söylemek güçtür. Bu coğrafyada kurulan örgütlerden ASEAN (Association of Southeast Asian Nations) bir kenara bırakılacak olursa gerek kurulan örgütlerin çalışma alanı gerekse söz konusu ülkelerin bu örgütleri oluşturma amacı gerekse de bütünleşme esnasında incelenen yanlış stratejiler bu örgütlerin birçoğunu işlevsiz hâle getirmiştir. Batı Afrika Ülkelerinin İktisadî Birliği (EKOVAS), Doğu Afrika Topluluğu (EAC) bunlara verilebilecek örneklerden sadece ikisidir. Özetle söylemek gerekirse, bölgesel bütünleşme çabaları dünyanın bütün bölgelerinde yirminci asrın ikinci yarısından itibaren ülkelerin gündemlerindeki en önemli konulardan biri olmuştur ve Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte hız kazanmıştır. İçeriği, boyutu ve gelinen noktalar farklılık arz etse de küreselleşme ile birlikte dünyadaki sorunlar da küreselleşmektedir ve önümüzdeki dönemde de bölgesel bütünleşme çalışmaları artarak devam edecektir. (Erol, Şahin; 2013, s.122) 4.BÜTÜNLEŞMENİN KAVRAMSAL ÖZELLİKLERİ A.Genel Özellikler Bütünleşme, iki ya da daha çok ekonominin birbirlerine gereksinme duymalarından kaynaklanan bir hareket olmakla birlikte, bu hareket içinde ekonomi ile siyaset birbirine karışmış durumdadır; ikisi de tek başına düşünülememektedir. Bütünleşme, ortaklık kurma, birleşme, birlik oluşturma, topluluk olma kavramlarını kullanarak açıklanmaktadır. Bütünleşme yolu ile bir araya gelen topluluklar, siyasal ve ekonomik olup, dini ve kültürel olmayan topluluklardır. Karl Deutsch, bütünleşmeyi bir toplumun bireyleri arasında barışçıl değişmenin bağımlı beklentilerini uzun bir süreyle güvence altına alacak kadar güçlü ve yaygın bir toplum, kurumlar ve uygulamalar bilincinin belli bir bölgede elde edilmesi olarak görmektedir. Fransız iktisatçı François Perroux’ya göre bütünleşme terimi, bir insan topluluğuna, ya da örneğin üretime, ticarete ve insanlara yararlı olan hizmetlere ilişkin faaliyetlerden herhangi birine ya da hepsine ortak bir bağlılık verme işlemini ve istemini gösterir. Perroux’ya göre siyasal ve ekonomik yönleri bir arada bulunan bütünleşme, bir bütünü oluşturmak için tüm ulusal kaynakların bir araya getirilmesi sürecidir. Bütünleşmenin farklı topluluklara göre sağlanabilme şeması, kabaca şu biçimde gösterilebilir: Düzeyler: yüksek Birimler: uluslararası örgütler orta uluslararası birlikler düşük imparatorluklar Yukarıdaki gösterim çerçevesindeki gibi bir ayrımda, bütünleşmenin konusu içine daha çok uluslararası birlikler ve imparatorluklar girmektedir. İmparatorluk düzeninin bütünleşme açısından en belirgin açmazı ise, bütünleşme sürecinin aslında toplumların iradelerine bağlı olması ile ilgilidir. Uluslararası birlik biçimindeki bütünleşmelerde ise… “sadece gerekli olduğu kadarı ile bağımsız devletlerin ortaklık kapasiteleri artırılmaz, aynı zamanda bu oluşumun hazırlanması için gerekli faktörler de artırılır. Bu süreç, ulus devletleri zayıflatmaktan çok güçlendirme eğilimindedir. (Dedeoğlu, 1996, s.2224) B.AYIRT EDICI ÖZELLIKLER Bütünü oluşturan tarafların birleşme eylemi anlamına gelen bütünleşme sürecinden, genel olarak iç ya da ulusal, dış ya da uluslararası alanlarda söz edilmektedir. Uluslararası alanda ise global ve bölgesel anlamlarda kullanılmaktadır. Ulusal alanda bütünleşme, kurulmuş bir bütünün kendi içindeki işbirliğini kurma ve geliştirme amacıyla girişilen eylem olarak değerlendirildiğinden, inceleme dışında tutulmuştur. Uluslararası bütünleşme alanlarından biri olan bölgesel bütünleşme, coğrafi alanla sınırlı bir uluslararası ilişki biçimidir. İster bölgesel ister global olsun uluslararası bütünleşmeyi, ulusal bütünleşmeden ayırt eden en önemli özellik, uluslararası bütünleşmenin yeni bir birim yaratma yönünün ağırlığıdır. Bütünleşme sürecinde ilişkilerin yoğunluğu iki temel düzeyde ele alınabilir. Bunlar: Birlikte var olma ve İşbirliği’dir. Birlikte var olma ilişkisi içerisine giren ülkeler, her birinin farklı davranış sınırlarını birlikte saptar, gelecekte farklılaşabilecek faaliyetlerinin çerçevesini birlikte tanımlar ve birbirlerinin maddi ve moral alanlarına karışmazlar. Bu tür ilişki biçimi, “devletlerin davranışlar konusundaki işbirliklerini gösterir ve ulusal otonomiyi dış ilişkiler açısından kurallaştırarak pekiştirir.” İkinci yoğunluk düzeyi olan işbirliği ise “ortak içerik” esasına dayanır. Ülkeler, işbirliği kurallarını ortaklaşa belirlerler ve bu ilişkilerin de bir öncesi ve sonrası söz konusudur. (Dedeoğlu, 1996, s.25-27) 5.BÜTÜNLEŞME KAVRAMINA FARKLI YAKLAŞIMLAR I. Kurumsal Yaklaşım Bu yaklaşıma göre bütünleşme, her biri farklı siyasal toplulukların kendi otonomilerini korudukları bir ilişki biçimidir. Friedrich, Henry ve Rougemant tarafından ileri sürülüp geliştirilen bu yaklaşıma göre bütünleşmede temel olan, ulusal otonomileri bozmayacak biçimde düzenlenmiş ortak ve yeni kurumların oluşturulmasıdır. Bölgesel alanda sürdürülen uluslararası işbirliği, Bruce M.Russet tarafından bir alt sistem olarak tanımlanmıştır. Russet’ye göre alt sistemlerde devletlerin kendiliğinden gelişen işbirlikleri söz konusu olmamakta, bu ancak oluşturulan uluslararası kurumlarla olanaklı kılınmaktadır. (Dedeoğlu, 1996, s.28) II. FONKSIYONEL YAKLAŞIM (İŞLEVSELCILIK) Bu yaklaşım, I.Dünya Savaşı sonrasında böyle yıkımların olmaması için uluslararası örgütlenmelerin önemine vurgu yapan idealist teoriden etkilenmiş David Mintrany’in çalışmaları ile ortaya çıkmış, çatışmaları ön plana çıkartan uluslar arası siyaset anlayışının yerine, işbirliği ön plana alan yaklaşımı benimsenmiştir. Bu teoriye göre, savaşların önlenmesi ile uluslararası siyasal kurumların oluşturulması arasındaki bağı önemlidir. Eğer bu işbirliği geliştirilebilirse, bütün uluslararası sisteme bu yayılacak ve bu yolla devletlerin ulusal egemenlikleri aşıldığından kalıcı bir barış sağlanabilecektir. Bu açıdan fonksiyonalizm, teknik sorunlara dikkat çekmekte ve bunların çözülmesi için yapıcı işbirliğini öngörmekle beraber egemenliklerin üst otoriteye devredilmesiyle bu sorunların siyasi kaygılardan uzak şekilde çözülebileceğini savunmaktadır. (Keçeci, 2012, s.4) III. NEO-FONKSIYONEL YAKLAŞIM (YENI İŞLEVSELCILIK) II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde ortaya atılan ve asıl gelişimi 1950’li yılların ikinci yarısı ile 1960’lı yıllarda etkili olan bölgesel bütünleşme teorisidir. Bu dönemler Avrupa entegrasyonunun da başlayıp geliştiği yıllar olduğu için bu akım Kıta’da yaşanan gelişimlerden etkilenmiş ve ilerleme göstermiştir. Neo-fonksiyonalizm hakkında Emst Haas’ın AKÇT üzerine 1958’de yazdığı ‘The Uniting of Europe (Avrupa’nın Birleştirilmesi)” adlı çalışma bu teorinin temelini oluşturmaktadır. Haas çalışmasında, AKÇT’yi inceleyerek Mitrany’nin fonksiyonalizm kuramında bazı değişikliğe giderek yeni işlevselciliği ortaya koymuştur. Belli başlı temsilcileri: Emst Haas, Philippe Schunitter, Leon Lindberg, Joseph Nye, Robert Kheohane ve Lawrence Scheineman, Amitai Etnoni’dir. Neo-Fonksiyonalizme göre, bir bütünleşme sürecinin ana aktörleri ulus devletin üstünde ve altındaki aktörlerin birleşimidir. Bu aktörler bütünleşmeyi teşvik eder, çıkar gruplarının gelişmesini sağlar ve her iki grubu da idare eder. Kısaca, devletler böyle bir yapılanmaya gitmeyi kendileri için zorunlu hisseder. Fonksiyonalizmden farkına gelince ise, işlevselliğe göre ekonomik ve sosyal sorunlar siyasi sorunlardan ayrı düşünülürken; yeni işlevselcilikte bu üç faktör arasında ayrım olmayacağı belirtilmiş, siyasi yönü güçlendirilmiştir. Diğer bir fark, neo-fonksiyonalizmin faydacı yaklaşımıdır. Buna göre, ortak çıkarlara inanç, bütünleşmenin olmazsa olmazı değil, devlet üstü durumlardır. İşlevselcilikte odaklanılan nokta uluslar arası işbirliği iken, yeni işlevselcilikte bölgesel işbirliğidir. (Keçeci, 2012, s.5) EKONOMIK BÜTÜNLEŞME Ülkelerin, aralarında ticareti serbestleştirmek için gümrük vergileri ve tarife dışı engelleri kaldırarak, ekonomi politikalarını yaklaştırmak suretiyle ileride parasal birliğe de varacak bir bütünlük oluşturmalarına ‘ekonomik bütünleşme’ denir. Ekonomistler tarafından ekonomik bütünleşmelerin tanımlamasında farklı açıklamalar olmakla birlikte üzerinde anlaşmaya varılan üç temel nokta şunlardır: 1. Ekonomik bütünleşme temelde iş bölümüne dayanır. 2. Bütünleşmenin ileri aşamasında malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbestçe dolaşımı öngörülmektedir. 3. Ekonomik bütünleşme, mal ve hizmetler ile üretim faktörlerinin kaynağı ve gideceği yere göre ayrıcalıklı olmayan uygulama görmesini içerir. İktisatçıların üzerinde görüş birliğine vardıkları diğer bir husus, ekonomik bütünleşmenin aşağıda belirtilen üç şekilde görülebileceğidir: 1.Bir ülke sınırları içindeki farklı bölgelerin bütünleşmesini amaçlayan “ulusal bütünleşme”, 2. Farklı ülkelerin bir bölge içinde birleşmesini amaçlayan “uluslararası ekonomik bütünleşme”, 3. Farklı bölgesel grupların birleşmesi ve tek bir ekonomik ve politik birim haline dönüşmesini amaçlayan “dünya bütünleşmesi”. Ekonomik Bütünleşmenin Nedenleri 1.Ülkeler ekonomik bakımdan verimliliği arttırmak ve bunun sonucunda toplumsal ferahı yükseltmek amacıyla bütünleşme yoluna gider. 2.Bölgesel olarak bir arada yaşamak durumunda olan komşu ülkelerin birbiri ile çatışmaları yerine güçlerini bir araya getirerek çıkar çatışmalarını önlemek. Ekonomik Bütünleşmenin Etkileri Durağan Etkiler A. Ticaret yaratıcı etki; entegrasyon dahilindeki ülkenin, ortaklık içindeki diğer bir ülkeden daha ucuza ithalat yapabilmesiyle ortaya çıkar. B. Ticaret saptırıcı etki; entegrasyon dışındaki ülkeden daha düşük maliyetle ithalat yapmak yerine, birlik üyesi bir ülkeden daha yüksek maliyetli ithalat yapma durumunda ortaya çıkar. Değişken Etkiler A. Rekabet artar. B. Pazarın genişlemesi sonucu ortaya çıkan ölçek ekonomilerinden faydalanma imkânı doğar. C. Rekabet ve genişleyen pazar, yatırımcılar için cazip hale gelir ve yatırımlar artar. D. Dışsal ekonomilerin oluşması. Üretim kapasitesi artan bir işletme dolaylı olarak diğer ekonomik birimler üzerinde olumlu veya olumsuz etki yapar. E. Üretim faktörlerinin serbest dolaşımı sonucu kaynak etkinliği sağlanır. F. Döviz tasarrufu yaratır EKONOMİK BÜTÜNLEŞME AŞAMALARI 1.Serbest ticaret bölgeleri 2.Gümrük birliği 3.Ortak pazar 4.Ekonomik birlik 5.Tam bütünleşme 1.Serbest Ticaret Bölgeleri Serbest ticaret bölgesi, üyeleri arasında mal mübadelesinde konan tarife ve kota gibi engelleri kaldırarak malların serbest dolaşımını sağlayan bir anlaşmaya dayanır. Üçüncü ülkelerle ticaretlerine tarife koymak veya kaldırmak ve yahut da değiştirmek hususunda bağımsız hareket edebilmektedirler 2. Gümrük Birliği Serbest ticaret bölgesinde olduğu gibi, sadece mal piyasalarında bütünleşme amaçlanmış ve bütünleşmeye katılan ülkeler arasındaki mal akımlarını kısıtlayan gümrük vergileri ve diğer dış ticaret kontrolleri kaldırılmıştır. Birinciden farklı olarak üçüncü ülkelere karşı uygulanan gümrük vergileri eşitlenmektedir. 3.Ortak Pazar Gümrük Birliğinin tüm unsurlarına ek olarak emek, sermaye, girişimci gibi üretim faktörlerinin üye ülkeler arasında serbest dolaşımını engelleyen bütün unsurların ortadan kaldırıldığı, üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesinin uygulandığı bir bütünleşme şeklidir. 4. EKONOMIK BIRLIK Ortak Pazar aşamasından sonra, sıra ulusal politikaların uyumlaştırılmasına gelir. Bu politikaların bir kısmı birliğe giren ülkelerin yapısal sorunlarını çözecek, bir kısmı makroekonomik politikaların uyumlaştırılmasını sağlayacak, bir kısmı da bütün birlik üyeleri tarafından alınması ve uygulanması gereken hususlarla ilgili olacaktır. 5. Tam Ekonomik Bütünleşme Bu aşamada bir ekonomik birlikten farklı olarak finansman piyasasında bütünleşme gerçekleştirilecek, maliye, para ve sosyal politikaların uyumu ile ilgili kararlar ve daha da ötesi istikrar işlevi ulusal düzeyin üstündeki kurumlarca alınacaktır. Ulusal ekonomik bağımsızlığın büyük ölçüde kaldırıldığı ve bir uluslarüstü otoritenin kurulduğu bu en son aşamada, ortak paraya geçilmesi, tek bir Merkez Bankası’nın kurulması gündeme gelir. Ekonomik Bütünleşme Şekilleri Ortalama Gümrük tarifesi Üretim Faktörlerinin Serbest Dolaşımı Ekonomik Politikalarında Uyum Serbest Ticaret VAR Bölgesi YOK YOK YOK Gümrük Birliği VAR VAR YOK YOK Ortak Pazar VAR VAR VAR YOK Ekonomik Birlik VAR VAR VAR YOK Tam Ekonomik VAR Bütünleşme VAR VAR VAR Üyeler Arası Serbest Ticaret PARASAL BÜTÜNLEŞME Parasal bütünleşme genel olarak; bir grup ülkenin ulusal paralarının değerini sabit kurlar üzerinden birbirine bağladıkları ve birlik dışındaki ülkelere karşı paralarını serbestçe dalgalandırdıkları sistemdir. Parasal birlik özellikle son 40-50 yılda adından söz ettiren bir kavram olmakla birlikte, düşünce bazında bundan 140 yıl önce J.S. Mill’in kitabında yerini bulmuştu. Belki biraz ütopikti ama Mill, uluslar arası ticarette her ulusun kendi parasını kullanmasını eleştirmekte, tek paranın kullanılmasını uygarlığın göstergesi kabul etmekteydi. Delors Raporu 28-29 Haziran 1988’de toplanan Hannover Zirvesi, Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Delors’un başkanlığında bir Çalışma Komitesi’nin görevlendirilmesini kararlaştırılmıştır. Delors Raporu; tek para aracılığıyla istikrarlı bir para sahası yaratabilmeyi üç temel koşula dayandırmıştır. Bunlar; ulusal paraların geri dönülemez biçimde konvertibilitesinin sağlanması; sermaye hareketlerinde tam liberalizasyonun sağlanması, banka ve finans sektörünün bütünleşmesine yönelik düzenlemelerin sağlanması, ulusal paralar arasındaki kurların sabitlenmesidir. Raporu göre birinci aşama üye devletler arasında sermayenin serbest dolaşımı, ekonomi politikalarının daha yakından koordinasyonu, Merkez Bankaları arasında daha yakından bir işbirliği sağlanmalıdır. İkinci Aşama, üye devletlerin para ve maliye politikaları uyumlaştırılacak, Avrupa Para Enstitüsü’nün oluşturulması gerçekleşecektir. Üçüncü Aşama ise 1 Ocak 1999’dan itibaren Avrupa Merkez Bankası’nın kurulması, kurların sabitleştirilmesi, tek paraya geçiş dönemidir. Parasal Bütünleşmenin Aşamaları Döviz Kuru Birliği Ortak Fon Mekanizmasının Oluşturulması Ekonomi Politikalarının Eşgüdümü Ortak Rezerv Yönetimi ve Tek Merkez Bankası Tek Para Döviz Kuru Birliği Ortak merkez bankası ve rezerv sisteminin bulunmadığı, belirli bir bölgede ulusal paraların giderek daralan ve sonunda ortadan kalkan bir marj içinde sabit bir pariteyle birbirlerine bağlandıkları sistemdir. Ortak Fon Mekanizmasının Oluşturulması Bu aşamada, birliğe üye ülkeler bir borç tasfiye sistemi ve kredi mekanizması oluşturarak ödemeler bilançosu dengesinde sorun yaşayan ülkelere yardımcı olurlar. Burada ödemeler bilançosu fazla veren ülkelerden fona aktarılan kaynaklarla bir fon oluşturulur. Ekonomi Politikaların Eşgüdümü Birliğe üye ülkeleri birbirlerine daha da yakınlaştıracak olan ekonomi politikalarında sağlanacak eşgüdüm, tek paraya geçişin de temel şartlarından biridir. Ortak Rezerv Yönetimi Ve Tek Merkez Bankası Ortak merkez bankası ve rezerv fonu oluşturulmasıyla beraber artık sözde döviz kuru birliğinden gerçek döviz kuru birliğine geçiş başlar. Ortak bir merkez bankası kurulması, para politikaları ile ilgili alınacak kararların hükümetlerden, bu kuruma devredilmesi anlamına geleceğinden ülkeler bağımsız para politikası uygulama yetkilerini kaybederler. Tek Para Ulusal paraların yerine ortak merkez bankasının dolaşıma sürdüğü ortak paranın kullanılmasıyla geçilen son aşamada, ortak ticaret politikası için fiyat birliği de sağlanmış olunur. Parasal Bütünleşmenin Faydaları İşlem maliyetlerinin azalması, Döviz kuru riskinin ortadan kalkması, Döviz kurundaki spekülasyonların önlenerek kaynak tahsisini bozucu etkilerin ortaya çıkmasının engellenmesi, Mali bütünleşmenin gelişmesine katkıda bulunması gibi birçok yararı beraberinde getirecektir. PARASAL BÜTÜNLEŞMENİN MALİYETLERİ Ülkenin bağımsız döviz kuru politikası izleyebilme yeteneğini kaybetmesi Parasal birliğin üye ülkeler arasında verimlilik farklılıklarına yol açması Maliyet etkisi; bazı ülkelerin birliğe geçiş aşamasında enflasyona bağlı olarak karşılaştıkları üretim ve istihdam kaybı biçiminde ortaya çıkar. SİYASAL BÜTÜNLEŞME Bütünleşme teorisi, farklı düzeylerde kurulan iki ya da daha çok siyasal topluluğun oluşturduğu bir birliğin siyasal topluluk formasyonunun incelenmesidir. Bütünleşme yolu ile bir araya gelen topluluklar, siyasal ve ekonomik olup, dini ve kültürel olmayan topluluklardır. • GÖNÜLLÜ OLARAK BIR ARAYA GELEREK YENI BIR SIYASAL TOPLULUK OLUŞTURULUR. Siyasal bütünleşme, genel olarak kavramsal/ideolojik fakat daha yüksek daha karmaşık bir varlık düzeyindeki simgeyle “gönüllü olarak özdeşleşmeyi” ifade eder. Bazı bütünleşme türlerinde birleşen birimler bağımsızlıklarını koruyarak bir işbirliği oluşturdukları takdirde bazıları da yeni tek bir birimin kurulmasıyla temel bazı yetki ve sorumluluklarını yeni birime geçirirler. Bu, bütünleşme sürecinde siyasal birlik aşamasını ifade eder. Bütünleşme hareketlerinin temel amacı olmasa bile siyasal yakınlaşma ekonomik bütünleşmenin çok önemli yönlerinden biridir. Ekonomik alanda etkin bir bütünleşmenin sağlanması, siyasal bütünleşmenin gerçekleşmesine de bağlıdır. SIYASAL BÜTÜNLEŞME KOŞULLARI Ortak siyasal ve hukuksal değerler ile uygulamaların varlığı. Kültürel göreli homojenite. İşbirliğinin basit bir düzeyden başlatılması. İleriye yönelik ortak bir amaç yoğunluğu. Ekonomik-parasal birlik koşullarını düzenleyen ortak yapılar ve ortaklığı harekete geçirici mekanizmalar. Gelişen işbirliği sürecinin çoğunluk yararına olduğuna, ortaklıktan sağlanan yararların eşit ve karşılıklı, sorumlulukların da orantılı olduğuna inanılması. Karşılıklı olarak tüm faaliyet, olgu ve olaylardan haberdar olunmasını sağlayacak mekanizmaların varlığı. Uluslararası ortamda ciddi ekonomik ve siyasal krizlerin bulunması. SİYASAL BÜTÜNLEŞME KAVRAMINA BAZI YAKLAŞIMLAR Fransız düşünür Abbé de Saint-Pierre Avrupa için siyasi bütünleşme, hatta açık bir konfederasyon önerisini Sonsuz Barış Projesi isimli eserinde dile getirmiştir. IMMANUEL KANT Bu düşünceye diğer bir önemli kuramsal katkıyı da Alman filozof Immanuel Kant “Ebedi Barış Üzerine Felsefi Denemesi” adlı eseriyle yapmıştır. Bu eserinde Kant’ın tanımıyla yurttaş katılımına ve ulusal bütünlüğe sahip devletler arasında anlaşma ile kurulacak bir yapı içinde hukukun üstünlüğünü tesis etmek sürekli barışında anahtarı olacaktır. KARL DEUTSCH siyasal bütünleşme, siyasal aktörlerin veya birimlerin başka türlü değişmeyecek olan davranışlarının değişmesine yol açan bir ilişki olarak görülebilir. ERNST HAAS Ernst Haas ise bütünleşmeyi siyasal aktörlerin bağlılıklarını, beklentilerini ve siyasal faaliyetlerini, kurumlar aracılığıyla üye devletler üzerinde yetki kullanabilecek yeni bir merkeze aktarma konusunda ikna edilmeleri süreci olarak ele almıştır.