güç kavramı ve ortadoğu`da değişen dengeler üzerinden

advertisement
GÜÇ KAVRAMI VE
ORTADOĞU’DA DEĞİŞEN
DENGELER ÜZERİNDEN
GÜÇ OKUMASI
ZELİHA SAĞLAM
Giriş
Uluslararası ilişkilerde bütün politikalar aslında
güç politikalarıdır ve gücü içerir. Bir devletin kendi
çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul
ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi
potansiyel olarak tanımlanan güç kavramı, devletler arası ilişkilerde oldukça önemli bir yer tutar. Bir
devlete ait coğrafya, tarih, kültür, o ülkenin gücünü
belirleyen unsurlardandır. Ekonomik gelişmişlik,
teknolojik yapılanma, askerî kapasitesi ve yetişmiş insan sayısı gibi faktörler de gücün potansiyel
unsurlarını oluşturur. Güç, engellerin üstesinden
gelme ve sonucu etkileyebilme yeteneğidir. Etki
genellikle zorlamayla gerçekleşmez, caydırıcılık da
bir güç göstergesidir.
Realistlere göre güç, aktörlerin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde araç olarak kullanılır. Realistler
potansiyel düşman olan bir devletin güçlenmesine
seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadır. Liberal ve idealistler
bireyin kendi çıkarları için çalışırken toplum çıkarları
için de çalışılması gerektiğini savunur.
Bu çalışma, uluslararası ilişkilerde çokça tartışılan
ve kavrama her geçen gün yeni anlamlar yüklenen
“güç”ü ele almakta, gücün çeşitlerini ve bileşenlerini
açıklamaktadır. Son olarak kısaca Ortadoğu tarihindeki gelişmelere ve bölgedeki güç çekişmelerine
değinmektedir.
1/8
Güç nedir?
“Bir okçu vuracağı hedef çok uzak olduğunda, oklarının menzilini bilmesiyle hedeflerinin daha üstüne
nişan alır. Amacı gerçek hedefi vurmaktır. Bununla
beraber, hükümdarların yaşamaya başladığı şehirlerde hükümdarlığının bekasını sağlamada sahip
olduğu kabiliyet, karşılaşacağı güçlüklerin derecesini
belirleyecektir.”1
Uluslararası ilişkilerde güç kavramı, tarafların eylemlerinin ve kabiliyetlerinin tanımlanması için ele
alınmaktadır. Tam anlamıyla tanımı yapılamayan ve
her geçen gün anlamı genişletilen kavram, yine de
uluslararası ilişkiler teorilerinde güç ve güç ilişkileri
bakımından belirleyici bir unsurdur. Güç unsuru sadece savaş ve barış için değil ekonomik amaçlar için
de kullanılan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kavramın bu derece yaygın kullanımına bakarak
uluslararası ilişkiler literatüründe güç kavramının anlamı konusunda herhangi bir açıklığın var olduğunu
söylemek ise çok zordur. Tam aksine, kavramın çok
yüzeysel bir şekilde tanımlandığını ve bunun bir
sonucu olarak güce yakın anlamları olan otorite,
baskı ve şiddet gibi kavramların güç kavramı yerine
kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. 2
Güç kavramının tanımlanmasına ilişkin iki temel
zorluktan söz edilebilir. Birincisi, güç kavramının
geniş kapsamı ve belirsiz niteliğinin tanımlamalarda çok sayıda unsurun dikkate alınmasını zorunlu
kılmasıyla ilgilidir. Gücün unsurları kendi içlerinde
ayrıntılandırıldığında bir ülkenin sahip olduğu nitelik
ve niceliğe ilişkin hemen her şey gücün tanımına
girmektedir. Üstelik eğitimin ve diplomasinin kalitesi gibi bazı unsurların güce nasıl dönüştüğünün
somut bir şekilde açıklanması da kolay değildir. Bu
da gücü daha belirsiz ve tanımlanması zor hale
getirmektedir. Tüm bunlara ek olarak gücün unsurlarının elde bulundurulmasının, güçlü olmak anlamına gelmeyeceğini ileri sürenler de vardır. Buna göre
bu unsurların yanında bir de siyasi irade olarak ifade
edilebilecek eldeki gücün kullanılma niyeti olmalıdır.
Kullanılma niyeti olmayan güç, uluslararası politika
analizlerinde bir anlam ifade etmez. Örneğin Amerikan gücünün uluslararası politikada anlam ifade
etmesi için sahip olduğu gücün gerektirdiği rolleri
üstlenme niyetinin 2. Dünya Savaşı’nın ardından
2/8
ortaya çıkması gerekmiştir.3 Zaman değiştikçe gücün
tanımı ve anlamı da değişmektedir. Her gün yeni
anlamlar yüklenen güç tanımı, aktörlerin çıkar ilişkilerindeki stratejileri farklılaştıkça yeni tanımlarla
karşımıza çıkmaya devam edecektir.
Peki, gücün uluslararası ilişkilerdeki yeri nedir? Güç,
bir devletin kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini
karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu
maddi ve manevi potansiyel olarak tanımlanabilir. Bir
devletin gücünü belirleyen değişik unsurlar vardır.
Coğrafyası, tarihi, kültürü o ülkenin gücünü etkileyen
sabit unsurları oluştururken; ekonomik gelişmişlik,
teknolojik yapı, askerî kapasitesi ve yetişmiş insan
sayısı gibi faktörler de gücün potansiyel unsurlarını
oluşturur. Devleti ve toplumu yönlendirme gücünü
elinde tutan aktör, iktidar; yetkiyi elinde bulunduran
organ, hükümettir. 4
Güç, engellerin üstesinden gelme ve sonucu etkileyebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Ulusal
yeteneklerin bütünü veya etkilerin uygulanma süreci
olarak da karşımıza çıkar. Etki genellikle zorlamayla
gerçekleşmez, caydırıcılık da bir güç göstergesidir.
Eğer bir aktörün etkileme potansiyeli varsa diğer
ülkelerin misillemede bulunması pek mümkün değildir.
Bütün kuramsal görüşler gücün önemini kabul etmektedir. Fakat realistlere göre güç, uluslararası ilişkilerde bir ülkenin değiştirme aracıdır. Uluslararası
aktörlerin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde
araç olarak kabul edilir. Bu sebeple en çok da realistlerin güce bakış açısı üzerinde durulur.5 Realizme
göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku,
kuşku, güvensizlik-güvenlik ikilemi, üne kavuşma,
prestij ve çıkar gibi unsurlardır. Kaldı ki realistler
diğer bir devletin, bu aynı zamanda potansiyel bir
düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu
önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadır.
Bunun en önemli örneği Thucydides’in çalışmasında
görülmektedir. Thucydides Atina’nın güçlenerek güç
dengesini bozma olasılığına karşı Sparta ve müttefiklerinin savaşa başvurmasını bir zorunluluk olarak
görmektedir. Machiavelli’de haklı ve haksız savaş
gibi kavramlar üzerinde durulmamaktadır. Eğer
bir savaş, ulusal çıkarın korunması için gerekliyse
yapılmalıdır.6 Ulusların çıkarı siyasi, askerî, ekonomik,
kültürel olarak gerçekleştirmek istediği hedeflerdir.
Bu çıkarlar için realistler gücü devlet hegemonyası
kurma ve uluslararası ilişkilere yön verme yetkisini
elinde tutma aracı olarak görmektedirler.
İdealistler ise politikanın ahlaki normlarla yapılmasını
savunurlar, bu yönüyle de gücün kullanımında realistlerden ayrılırlar. Liberal veya idealistler bireyin kendi
çıkarları için çalışırken toplum çıkarları için de çalışmış
olmasını savunurlar. İdealistler uluslararası ilişkilerde
devletlerin nasıl davranmaları gerektiği üzerinde
durur ve gücü felaketlerin yaşanmaması için politikalar üretmek, hukuksal ve kurumsal düzenlemeler
yapmak için kullanılmasını öncelerler. Öte yandan
öncesinde realist sonrasında Marksist olan İngiliz
tarihçi Edward Hallet Carr, liberal ve idealistlerin
kendi çıkarlarını gizlemek için “evrensel çıkar” adı
altında dünyayı etkilemeye çalıştıklarını vurgulamıştır.
Konstrüktivist yaklaşıma göre ise devletlerin
davranışlarını şekillendiren temel unsur, kanılar/
fikirler ve çıkarlardır. Burada çıkar kavramı somut ve
objektif bir kavram olarak ele alınmamaktadır. Çıkarı
maddi güçle (askerî ve ekonomik) özdeşleştiren
realizmin aksine konstrüktivizmde çıkarlar fikir ve
kanılarla ilişkilendirilir. Çıkarlar objektif olarak var
olamaz ve belirli fikirler ve algılamalar etrafında
şekillendirilir. Gücün maddi unsurları ise bu tanımlanan çıkarlar doğrultusunda bir anlam ifade eder. Belirli fikirler, ilişkiler, algılamalar ve tercihler etrafında
şekillenen çıkarlar doğrultusunda kullanılmaksızın
tek başına güç çok fazla anlam ifade etmez. Örneğin
üzerinde yaşanan coğrafyanın, sahip olunan doğal
kaynakların veya ordunun bir güç unsuru mu yoksa
bir zafiyet mi olduğu, o ülkeyi çevreleyen ülke ve
sorunların algılanışı ve onlara ilişkin kanılar, fikirler
ve ilişkiler bağlamında bir anlam ifade eder. Gücün
unsurları da tanımlanan çıkarların korunması ve
geliştirilmesine yönelik olarak belirlenen politika
bağlamında anlam kazanır. Devletlerin güce yaklaşımı, onu algılamaları ve kullanma niyetleri, fikirler, kanılar ve bu doğrultuda tanımlanan çıkarlar
çerçevesinde şekillenir.7
Uluslararası ilişkilerde bütün politikalar aslında güç
politikalarıdır ve gücü içerir.8 Bu politikalarda sadece
güçlü olan tarafın gücü zayıf üzerinde nasıl kullandığı
değil iki güçlü tarafın birbiriyle güç çekişmesi üzerinde durulur ve buna “güç yaklaşımı” denir. Uluslararası politikayı “güç”, devletlerarası ilişkileri de “güç
çekişmesi” ile açıklamaya çalışan bu yaklaşım ilk
defa Hans J. Morgenthau (1904-1980) tarafından
getirilmiştir. Bu yaklaşıma göre, uluslararası politika,
tüm politikalar gibi bir güç ve iktidar mücadelesidir.
Askerî güçle siyasi güç arasında ayırım yapan Morgenthau, siyasi gücü insanın diğer insanların düşünce ve
davranışları üzerindeki kontrolü olarak tanımlamış ve
bunun psikolojik bir ilişki türü olduğunu belirtmiştir.
Buna göre; sahip olunan psikolojik etki, taraflardan birinin diğeri üzerinde istediklerini yaptırabilmesine imkân sağlamaktadır. Fayda beklentisi, zarar korkusu ve
aktöre saygı gibi etkenler psikolojik ilişkide taraflardan
birinin diğerinin isteklerini yerine getirmesini sağlamak için gerekli koşullardır. Böyle bir psikolojik etki
yaratılabilmiş ve bu tür bir ilişki kurulabilmişse burada
bir güç ilişkisinden söz edilebilir. Bu durumda emir,
tehdit, karizma veya bunların bileşenleri kullanılarak
istenen sonuçlar elde edilebilir. Şiddet kullanılması
ise psikolojik ilişkiye son verilmesi ve istenenlerin zor
yoluyla elde edilmeye çalışılması anlamına gelmektedir.
Ancak taraflar arasında fiilen şiddet uygulanmaksızın
sadece şiddet uygulama olasılığı içeren bir psikolojik
etki metodu da geliştirilebilmektedir.
Aktörler bu etkiyi genellikle diplomasi üzerinden
gerçekleştirmektedir. Diplomasi, aktörlerin ilişkilerini kendi çıkarlarına uygun biçimde yürütmek için
kullandıkları ilişki biçimidir. Karar alıcılar arasındaki
anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözmeyi öngören bir dış
politika aracıdır. Müzakerelerle başlayan sorun çözmeye yönelik girişimlerde aktörlerin yerini temsilciler,
diplomatlar almaktadır. Diplomasinin beş ana işlevi;
çatışma yönetimi, problem çözümü, kültürler arası iletişim, müzakere ve pazarlık ve program yönetimi dış
politika kararlarında etkilidir. Müzakere iki adımı içerir:
İyi niyete dayalı bir anlaşmaya ve müzakere dışında
da çalışmalara devam etmek. Taraflar çatışmanın
çözümünü tehdit ve güç kullanımı üzerinden veya
pazarlıkla anlaşmaya varılması, üçüncü bir hakemin
çözüm üretmesi, aktörün hüküm vermesi yoluyla da
gerçekleştirebilir. Taraflar birbirlerini etkilemek için
ekonomik araçları -para yardımı, ambargo, ekonomik
ödül veya ceza- sıklıkla dolaylı olarak kullanmaktadır.
Diplomasinin beş ana işlevine göre müzakereci ve
caydırıcı girişimlerle takınılan tavır ya da yürütülen
siyaset değiştirilmeye çalışılmaktadır.
Thucydides, Machiavelli ve Hobbes, uluslararası
ilişkilerde güç tanımını en keskin yapan isimlerdir.
3/8
Thucydides, Sparda ve Atina arasında süren savaşın
analizini yapan çalışmasıyla askerî ve politik güç
hesaplaşmalarını ilk realist bakış açısıyla ortaya
koymaktadır. Hobbes insanın doğası gereği hayatta
kalma mücadelesi verdiğini bu sebeple toplumda
anarşinin var olduğunu vurgulamıştır.9 İnsan insanın
kurdudur, insan insanın düşmanıdır; bu sebeple
toplumsal sözleşmeyle insanların elindeki gücü
bir hükümdara devretmesi gerektiğini belirtmiştir.
Aksi halde insanlar arasında var olan kuşku, korku
ve şiddet kargaşaya sebep olacaktır. Machiavelli,
gücü elinde bulunduran hükümdarın, diğer hükümdarlar arası ilişkilerinde, amaca ulaşmak için her
türlü, iyi veya kötü, aracı kullanabileceğini söylemektedir. Bu düşünceden hareketle uluslararası
ilişkilerde gücün tanımının bileşenler üzerinden
yapıldığı ve amaca ulaşmak için her bir bileşenin
önemli olduğunu söylenebilir.
Güç Kavramının Bileşenleri
Robert Dahl The Concept of Power adlı eserinde,
bir aktörün (x) aksi takdirde yapamayacağı şeyi
başka bir aktöre (y) yaptırabilme kapasitesini güç
olarak tanımlamış; Steven Lukes ise, mevcut ilişkinin
güç odaklı gerçekleştiğini söylemek için x’in y’nin
davranışlarını, ikna yöntemi kullanmadan, kendi
çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde değiştirebilmesi gerektiğini belirtmiştir. Lukes, ikna yöntemini;
davranışı değişecek y aktörünün kendi lehine bir
durumu algılaması ve bundan dolayı davranışı sergilemesi ihtimali üzerine güç kullanımı ile bir tutmamıştır. Bu noktada, zarar verilmeden ve dirençle
karşılaşılmadan uygulanan güç kavramının; çatışma,
direniş ve şikâyetin olmadığı güç uygulamalarının en
etkin yöntem olduğu fikri karşımıza çıkmaktadır. 10
Peki güç uygulanırken hangi bileşenleri kullanır. Gücü
tanımlarken onu sadece bir yönüyle değil birçok
bileşeni ile açıklayabiliriz. Bir ulusun yetenekleri
somut elementlerle ölçülebilir. Bu elementler nüfus,
büyük kara parçası, demografi, doğal kaynaklar,
ekonomi ve askerî güçtür. Soyut elementler ise bir
ülkenin politik, sosyal, doğal kaynaklarının kullanımı
bakımından ekonomik gelişmişliktir. Aktörlerin kaynaklarıyla yeteneklerini kullanmaları da diğer aktörlerin diplomatik müzakereler ve pazarlıklarında
etkilidir. Bir devletin soyut yeteneklerinden elde
ettiği itibarı da güvenilirlik sağlar.
4/8
Aşağıda gücün en önemli bileşenleri şu şekilde
sıralanmıştır:
a) Gücün doğal kaynakları11
Coğrafya: Devletler her zaman büyüklüklerine
göre değerlendirilir. Bu devletler ister süper güç
olsun ister orta veya küçük, yine büyüklüklerine
göre ölçülürler. Uluslara ait büyük kara parçaları
devletlerin gücünü gösteren merkez elementlerdendir. Devletlerin yeteneklerinin ölçülebilmesinde
coğrafyası etkilidir. Büyük kara parçaları, hem verimli
doğal kaynakları hem de nüfus yoğunluğunu içinde
barındırır. Bu sebeple tarım ve endüstriyel verimlilik
de sağlanmış olur. Bir devletin büyük kara parçasına
sahip olması, onun başka bir devlet tarafından işgal
edilmesini zorlaştırır. Napolyon ve Hitler’in orduları
Moskova’ya ilerlediğinde bunu deneyimlemişlerdi.
Diğer taraftan 1990 yılında Kuveyt topraklarının
Irak saldırısına açık olması, sahip olduğu küçük kara
parçasıyla açıklanabilir.12
Doğal kaynaklar: Bir ülkenin petrol, kömür, doğal gaz
gibi enerji kaynakları endüstriyel güç için önemliyken
özellikle enerji için uranyum, kobalt ve çelik yapımı
için krom üretimi gelişmişlik için ciddi etkenlerdir.
Nüfus: İnsan kaynağına sahip olmak bir ülkenin coğrafyasının büyüklüğü kadar önemlidir. İnsan sayısı
kadar sahip olunan bireylerin yaşı, bölgeye göre dağılımı ve kalitesi de gücü etkiler. İnsanların yetenekleri
eğitim ve iyi bir sağlık hizmeti ile ülkenin ekonomik,
askerî ve kültürel gücünün gelişmesine katkı sağlar.
Bir ülkenin süper güç olması için nüfus ve coğrafya
her zaman gösterge değildir. Lüksemburg, Singapur,
Belçika ve Danimarka az nüfusa sahip olmalarına
rağmen varlıklı ülkeler arasındadır.
b) Maddi güç
Endüstriyel gelişme: Bir ülkenin ekonomisi dünya
politikasını etkilemede oldukça önemli bir faktördür.
Bir devletin ekonomik büyüklüğü ve performansı gayrisafi millî hasılasıyla ölçülür. Aynı zamanda
ekonomik büyüme ve sermayenin kullanımı doğal
kaynaklara ulaşılabilirlikle ilgilidir.
Askerî güç: Realistler için merkezî gösterge olan
askerî güç, devlet gücünün can alıcı bileşenidir. Bü-
yük orduya sahip olmak millî gücün hesaplanması
için önemlidir. Çin, Rusya ve ABD’nin silahlı ordu
nüfusu oldukça fazladır.
Tüm bu yumuşak güç unsurları, aktörler tarafından
dış politikada enstrüman olarak kullanılmaktadır.
Lakin “en büyü k orduya sahip olan devlet, dünyanın en güçlü devletidir” demek doğru değildir. Çok
büyük bir orduya sahip olmak, uluslararası alanda
istediklerini her zaman yaptırabilmek anlamına
gelmez. 1. ve 2. Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş
dönemi, çok güçlü ordulara sahip olmalarına rağmen, politikalarını başka ülkelere benimsetmekte
çok zorlanan ülke örnekleriyle doludur. Ama diğer
taraftan, askerî gücü tamamen dışarıda bırakarak
sadece GSMH, büyüme hızı ve dış ticaret hacmi gibi
ekonomik verilere bakılarak da güç hesaplaması
yapmak mümkün değildir… Bir devletin salt ekonomik gücünü öne çıkararak bölgesel ve küresel
hedeflerine ulaşmasına imkân yoktur.13
a) Sert güç: Askerî güç kullanmak, zor kullanmak ve
müdahale etmek sert gücü tanımlayan eylemlerdir.
Thomas Schelling sert gücü tehdit ve ikna olarak iki
ana kaynakla ifade eder. İkna için ödül ve hediyeler
tehditten daha hoş karşılansa da etkili olan yöntem tehdit olarak görülmektedir… Zorlayıcılık ve
ikna kiralamayı, sindirmeyi, satın almayı ve pazarlık
etmeyi içerir.15 Güç başlıca beş çeşit olarak sınıflandırılır; baskı, ikna, otorite, zorlama ve manipülasyon.
Gerçekte sadece zorlama ve manipülasyon gücün
tartışmasız unsurlarıdır.16
Machiavelli askerî gücü şöyle açıklar; her devletin
temel kurumlarının varlığı, iyi kanunlara ve güçlü
ordulara sahip olmasına bağlıdır. Hükümdar güçlü
ordulara sahip olmadan iyi kanunlara sahip olamaz.
İyi kanunlar, güçlü ordulardan sonra gelir.14
c) Soyut güç
Ulusal imaj: Bir devletin diğer devletlere verdiği
imajla ilgilidir. Kültürel zenginlik, ekonomik güç,
üretilenlerin kalitesi, kaliteli nüfus yoğunluğu, insan
hakları ve düşünce özgürlüğü karşısındaki tutum,
entelektüel kapasiteye sahip olma, bilim ve teknoloji
üretmeye yönelik çalışmalar, turizm sektörünün
aktifliği gibi unsurlar yumuşak gücün belirleyici
unsurlarındandır.
Bu unsurları bünyesinde barındıran ülkeler üniversiteleriyle, sinema ve TV filmleriyle reklamlarını
dışarıya taşıyabilmektedir.
Halk desteği: Bir ülkenin halk desteğine sahip olması o ülkenin dünyadaki imajını da etkilemektedir.
Liderlik: Karizmatik ve vizyon sahibi liderler gücü
etkileyen unsurlardan biridir. Hindistan’da Mohandas Gandhi, Fransa’da Charles de Gaulle, ABD’de
Franklin Roosevelt, Almanya’da Otto von Bismarck,
İngiltere’de Winston Churchill karizmatik liderlere
örnek verilir.
Gücün Çeşitleri
b) Yumuşak güç: Uluslararası alanda istediği hedeflere kaba güç kullanarak ulaşmak yerine diğer
aktörleri ikna yoluyla ulaşma anlayışı uygulayan aktörlerdir. Bir aktörün kendi çıkarını diğer aktörlerin
çıkarlarıyla örtüştürüp kabiliyetlerini de kullanarak
amaca ulaşmak için kullandığı yöntem olarak da
ifade edilebilir. Kavram ilk kez 1990 yılında Harvard
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Joseph Nye
tarafından Bound to Lead kitabıyla üzerinde konuşulmaya başlanmıştır. O günden bu yana yumuşak gücün tanımı geliştirilmektedir. Hollywood’un
ürettiği sinemaların dünyaya verdiği imaj, Amerika’da bulunan dünyanın en iyi 10 üniversitesinin
etkileri, Hindistan ve Malezya’nın bilgisayar parçası
üretimindeki bilinirliği, sadece turizmi ile kendisini
dünyaya tanıtan Maldivler, yumuşak güce örnek
olarak verilebilir.
c) Akıllı güç: Güç kullanımının modern zamanda
farklı şekilde uygulaması için yapılan tanımdır. Akıllı
gücü uygulayan aktör başarıya odaklanır, asıl hedef
için bazı küçük hedeflerden vazgeçebilir, diğer aktörlerle iyi ilişkiler kurar, korkutmaktan çok teşvik
ederek elindeki tüm imkânları sonuna kadar kullanır.
Bunları söylerken Machiavelli’nin hükümdarda bulunması gereken şu sözlerini vurgulamak gerekir:
“Hükümdar, hayvani bir şekilde nasıl davranması
gerektiğini öğrenmeye zorlandığında bu bilgiyi tilki
ve aslandan alır. Çünkü aslan tuzaklara karşı, tilki
ise kurtlara karşı savunmasızdır. Tuzakları ortaya
çıkarmak için tilki, kurtları korkutmak için de aslan
olmak gerekir.”17
5/8
Joseph S. Nye akıllı gücü ne sert ne de yumuşak, ikisinin
ustalıkla birleşimi olarak belirtmiş, ABD için hazırladığı
çalışmada da akıllı gücün anlamının sert ve yumuşak
gücü birleştirerek Amerikan hedeflerine ulaşacak
araçları kullanarak entegre olabilen bir strateji geliştirmek olduğu tespitinde bulunmuştur. Bu yaklaşım
güçlü bir askerî yapılanmaya ihtiyacı gösterirken aynı
zamanda güçlü ittifaklar, ortaklıklar ve kurumlar kurarak her düzeyde Amerikan etkisini genişletmeyi ve
eylemlerinin meşruiyetini sağlamayı hedefler.18
Akıllı güç aynı zamanda akıllı bir diplomasi demektir.
John Zogby’e göre akıllı bir diplomasi diğer ülkelere
karşı saygı göstermek ve istekli bir şekilde bölgesel
ihtiyaç ve sorunlarını anlamaktır.
Ortadoğu’ya Bakış
Ortadoğu19 olarak adlandırılan coğrafya; Türk İran
havzası (Türkiye, İran Afganistan), Arap Yarımadası
(Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar, Yemen), Bereketli Hilal
(Hilal-i Münbit) diye tabir edilen bölge (Irak, İsrail,
Ürdün, Lübnan, Suriye) ve Afrika kıtasındaki Mısır’dan oluşmaktadır. 20
Tarihte Ortadoğu’ya ilk ağır darbe Moğol İstilası’yla
vurulmuştur. Bu dış müdahale İslam dünyasında
sorunlara yol açmış ve sorunlu akımlar bu saldırılardan sonra ortaya çıkmıştır. Haçlı Seferleri ile
bölgeye yapılan saldırılarla durum ağırlaşmıştır.
Osmanlı dönemi bölgenin dinamikleriyle oluşmuş
bir yapıyı tarih sahnesine çıkarmıştır. Ortadoğu’da
400 yıl devam eden Osmanlı yönetiminin ardından
2. Dünya Savaşı sonunda bölgede Batılıların eliyle
parçalanma meydana gelmiştir. İsrail’in 1948 yılında
kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başlamış, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman
problemleri ağırlaştırmıştır.
parçalanması anlamına gelmektedir ve Ortadoğu ve
Kuzey Afrika’da bölgenin dinamiklerini bastırarak
oluşturulmuştur. Arap hareketleri, tam da yapılandırılmış olan bu düzeni bir açıdan altüst eden ve geriye
doğru değerlendirme ve sorgulamaya götürecek bir
olay olma özelliği taşımaktadır.
İngilizler ve Fransızlar, Akdeniz’den İran’a ve körfeze kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus
devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak
istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. Fakat
bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu
dayatmasına uygun değildi. Bu dayatmacı politikalar
sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı,
Araplar kendi aralarında da bölündü. İrili ufaklı on
altı devlet; aralarında Türkiye, İran gibi köklü devlet
geleneğine sahip olanların da bulunduğu ülkelerin
çoğu Irak, Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan, Lübnan,
Filistin ve Kuveyt 20. yüzyılın ilk yarısında, o döneme yön veren sömürgeci Avrupa devletlerinin
çizdiği suni sınırlarla kurulmuştu. Jeopolitik anlamda
Anadolu da Mezopotamya’dan ayrılmış ve bunun
sonucunda Türkler Araplardan uzaklaştırılmıştı.
Kürtler Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtleri olmak
üzere dörde ayrılmıştı. Yahudilerin Filistin’e göçünü
resmileştiren ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının ilk adımını oluşturan Balfour Deklarasyonu23
da bölgeye vurulan en bölücü darbe oldu.
Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan
halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin geriye dönüşü olarak da yorumlanmaktadır. Arap dünyasının
kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap
dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o
düzenin ürettiği düzenler Sykes-Picot Antlaşması21
sonrası oluşturulmuştur. 22
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi ulus devleti kuruldu. Arap-İsrail
ve Filistin sorunu bu şekilde üretildi. Osmanlı Devleti’nin bölünmesiyle oluşturulan bu suni ulus devletler kaçınılmaz olarak devletler içinde aşiretlerin,
mezheplerin, dinlerin, hanedanların Batı sistemiyle
irtibatını sağlamış, onun yönetimi altında bir düzen
oluşturulmuştu. İç düzenlerde totaliter ve otokratik
yapılar devletlerin başındaydı ve demokrasiden beslenen Batı tarafından desteklenmekteydi. Batı, sert
güç kullanımıyla yeni oluşturulan bu devletçikleri
kontrol atında tutuyor, demokrasi ve çoğulculuğun
ihlal edildiği azınlık yönetimlerinin ayakta kalabilmesi
için otokratik yapıları besliyordu. Soğuk Savaş’ın
ardından bazı Ortadoğu ülkelerinde de polis devletleri oluştu. Irak’ta Baas Partisi’nin yönetimi ve
Suriye rejimi bunun en tipik örnekleridir.
Bu antlaşma 400-500 yıl siyasi, iktisadi, idari ve
kültürel bütünlük arz eden bölgenin dış müdahaleyle
1900’lü yılların ortalarında Avrupalı ülkeler tarafından
sınırları çizilen Ortadoğu ülkeleri, tek tek bağımsız-
6/8
lıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir
sürece girdi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinin
ardından, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve
Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya
dönüştü. Bu kutuplaşma güçler dengesini (balance
of power) doğurmuş, büyük ve orta büyüklükteki
devletlerin hemen hepsi iki blok içinde toplanmıştır.
Taraf olan bu devletlerin aralarındaki anlaşmazlık ve
çatışmanın doğrudan silah kullanılmadan sürdüğü bu
dönem, Soğuk Savaş olarak adlandırılmış ve etkisini
tüm dünyada hissettirmiş, hissettirmeye de devam
etmektedir. Bu süreçte ilişkiler güç gösterisi üzerinden sürdürülmüştür. Dünya siyasetinde merkezî rol
oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde de gücü
elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına
sahne olmuştur. Temel enerji kaynağı olan petrolün
bölgede bol miktarda çıkması, Ortadoğu üzerinde
etki kurma mücadelesini körüklemiştir. Petrol, Ortadoğu’daki Amerikan-Sovyet mücadelesinin temel
sebeplerinden biri olmuştur. Sovyetler kendisine
yetecek miktarda rezerve sahip olmasına rağmen
Ortadoğu’daki petrolün Batı’ya akışını engellemeye çalışmış, ABD’de Ortadoğu petrolünün Sovyet
kontrolü altına girmemesi için mücadele etmiştir. Bu
mücadele hâlâ devam etmektedir. ABD ve şimdilerde
Rusya, kendi güçleri için Ortadoğu ülkeleri üzerinden
siyaset yürütmektedir.
Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Güç
Politikaları
Ortadoğu, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta yaşayan
26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin
eylemiyle sarsıldı. Bir polisin Buazizi’nin tezgâhını
dağıtması ve ona şiddet uygulaması, genç adamın
herkesin gözü önünde kendisini yakmasıyla sonuçlanmıştı. Geri dönüşü olmayan bu davranış, Ortadoğu’da Arap halk hareketlerinin24 başlangıcı oldu. Bu
hareket, Ortadoğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin sömürge
döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun
bölge ülkelerdeki hâkimiyetlerinin- de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda Ortadoğu’nun son yüzyılda
en karışık dönemden geçtiği söylenebilir.
Tunus’taki halk hareketinin başlamasından bir ay
sonra Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin
Ali Tunus’u terk etti ve halk hareketi, başladığı ilk
ülkede “yumuşak güç” kullanılarak başarıya ulaştı.
Tunus’tan sonra Mısır’da başlayan halk hareketleri
de kararlılıkla devam etti. 15 Ocak 2011’de başkent
Kahire’nin Tahrir Meydanı’nı dolduran kalabalıklar
15 gün boyunca oradan ayrılmadı, ardından Mısır’ı
yöneten Hüsnü Mübarek iktidarı bıraktı. Yemen’in
ardından Şubat 2011’de Libya’da başlayan hareketlenme ile Kaddafi aşırı güç kullanmış ve demokratikleşme talep eden halka sert bir şekilde karşılık
vermişti. 18 Mart 2011’de Fransız ve Amerikan uçakları Kaddafi’nin sert tutumunu kırarak -sözde halkı
desteklemek için- Libya’ya saldırdı. Libya’ya büyük
oranda zarar veren bu saldırılar sonucunda askerî ve
teknolojik altyapı yıkıldı. Diktatör Muammer Kaddafi
bu saldırılarda yaralandı ve kendi halkı tarafından
linç edilerek öldürüldü. 2011’in başında Suriye’deki
halk hareketleriyle başlayan iç savaş ise hâlâ devam
etmekte ve dışarıdan yapılan desteklerle daha da
derinleşmesi beklenmektedir. Ürdün’de Kasım 2012
itibarıyla bir karışıklık yaşanırken İsrail hükümeti de
yaklaşan seçimlerde avantaj sağlamak için Gazze’yi
bombalamakta.
Dışarıdaki güç dengelerinin Ortadoğu’daki halk
hareketini yönlendirmeye çalışması da bölgenin kendi
geleceğini tayin etme hakkını tehlikeye atmaktadır.
Yumuşak ve akıllı güç kullanarak bölgedeki hareketleri
kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek isteyen
ABD, Rusya, Çin ve Avrupa ülkeleri Soğuk Savaş
dönemindeki gibi kamplaşmalara sebep olmaktadır.
Binali’nin devrilmesinden önce Tunus’ta dramatik bir şekilde gelişen olaylar karşısında büyük
şaşkınlık yaşayan ABD’nin gelişmeler karşısında
net bir tutum geliştiremediği ve tereddüt ettiği
biliniyor. Ancak Binali’nin devrilmesiyle birlikte
ABD Başkanı Obama, Tunus halkını destekleyen
bir tutum sergileyerek halkı şaibesiz bir seçim
yapmaya ve demokratik bir rejim kurmaya davet etmekte gecikmedi. Bundan sonra ABD, geçici Tunus
hükümetinin oluşturulması sürecini yakından takip
etti ve Kurucu Ulusal Meclis seçimlerine büyük ilgi
gösterdi. Nitekim Binali’nin devrilmesinin üzerinden iki ay geçtikten sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı
bünyesinde bulunan Ortadoğu Ortaklık Girişimi
Ofisi, Tunus’un dönüşümünü desteklediğini bu
dönüşüme katkı sağlayacak 20 milyon dolar tahsis
ettiğini açıklayarak gösterdi. Ofis bu desteği medya,
sivil toplum, siyasi partiler ve diğer alanlar arasında
7/8
bölüştürdü. Girişim Ofisi, ABD’li sivil toplum kuruluşları ve yerel aktörlerle birlikte kararlaştırılan
bazı programları aşamalı olarak hayata geçirmek
için çalışmalara başladı. Ayrıca ABD, Binali’nin
devrilmesinden seçimlerin yapılmasına kadarki süre
zarfında, güvenlik alanı dışında kullanılmak üzere,
Tunus’a bu dönüşüm sürecine katkı sağlayacak
olan 55 milyon dolar yardımda bulundu. 25 ABD
sadece Tunus’ta değil halk hareketlerinin yaşandığı
diğer ülkelerde diplomasi çalışmalarıyla ekonomik
ve siyasi ilişkilerini çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır.
Bölgedeki iki önemli aktör; Türkiye ve İran da halk
hareketlenmelerini kendi çıkarları doğrultusunda
yönlendirmeye çalışmaktadır.
Prof. Dr. Peter Jones, İran’ın Arap isyan hareketlerine üç temel perspektif üzerinden yaklaşmaktadır.
Bunlardan birincisi dinî lider tarafından da paylaşılan Arap Baharı’nı gerçek anlamda bir İslami
uyanış olarak gören yaklaşımdır. İran Dışişleri
Bakanlığı ise Arap Baharı’nın Batılı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda Arap devrimlerini
manipüle ve provoke ettiğini öne süren ikinci
yaklaşıma yakın durmaktadır. Öte yandan daha
bağımsız analizcilerin benimsediği üçüncü yaklaşım; Arap isyan dalgasını yozlaşmış rejimlere
karşı gerçekleşen bir halk hareketi olarak görmektedir. İran’da bugün ilk iki yaklaşımın daha yaygın
olduğunu belirten Jones, ülkeden ülkeye bu yaklaşımların dış politikadaki ağırlığının arttığını ifade
etmektedir. Jones’a göre, İran’ın yumuşak gücü
bölgeyi etkisi altına alan isyan dalgasıyla birlikte
büyük zarar gördü. Özellikle Suriye krizinin İran’ın
bölgesel imajını olumsuz etkilediğini dile getiren
Jones, Arap Baharı’nın ardından İran’ın bölgedeki
etkisinin daha da azalacağı yorumunda bulundu.
Jones bu yorumunu destekleyecek iki unsur belirtti: “Öncelikle Arap Baharı’yla birlikte yükselişe
geçen İslami hareketler, artık İran’ın yaptırımlarla
daha da güç kaybeden ekonomik ve siyasi modelini
benimsememekte, kendi modellerini üretmektedir.” İkinci olarak Arap Baharı’yla birlikte bölgede
düşüşe geçen ABD etkisi, Jones’a göre, İran’a
fayda sağlamayacaktır. Zira Tunus ve Mısır’da
iktidara gelen İslami kökenli partiler, Filistin gibi
bölge meselelerini daha çok sahiplenerek, dış
politikada daha millî bir duruş sergileyeceklerdir.
8/8
Bu da İran’ın emperyalizm ve Amerikan karşıtı dış
politika retoriğinin tekelini kıracaktır. 26
İran, nükleer görüşmelere ve nükleer enerji çalışmalarına devam etmektedir. İsrail’in İran, İran’ın da
İsrail üzerinden güç gösterisi yapma yarışı birbirini
düşmanlık üzerinden besleyen bir politikaya dönüşmüş görünmektedir. Lübnan’da Hizbullah, kendi
meşruiyetinin de sorgulanmasına sebep olacak
şekilde Suriye rejimine destek vermektedir. Esad
giderse Hizbullah sadece çok önemli bir hâmisini
kaybetmiş olmayacak, aynı zamanda Lübnan siyasetinde de mevzi kaybedecek. İsrail’in bu fırsattan
yararlanmayı ihmal etmeyeceği açıktır. 27
2003 yılından sonra Türkiye’nin Orta Doğu politikası “komşularla sıfır sorun” üzerine kuruldu. Dört
tarafımız düşmanlarla çevrili anlayışından dört
tarafımızda partnerlerimiz var anlayışına geçiş
sürecinde, Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerde yeni bir
döneme girildi. Bir Güneydoğu Asya ülkesi olan
Malezya’nın Müslüman ülkeler arasındaki popülaritesini artırmak için 2000’li yıllarda cesurca yaptığı
çıkışlar -ki bu çıkışların önemlisi İsrail’in Ortadoğu bölgesindeki meşruiyetini sorgulatan Mahatir
Muhammed söylemleri- bir yumuşak güç aracı
olarak kullanılıyordu. Türkiye, bölgede yükselen
bir trend olma yolunda ilerlerken özellikle Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
2009 yılında Davos’ta İsrail Devlet Başkanı’na karşı
Filistinli insanların haklarını savunmak üzere yaptığı çıkışıyla Ortadoğu ülkelerinin ve Müslüman
ülkelerin takdirini topladı. Ayrıca Ortadoğu’nun
bir çok bölgesinde çalışma yapan Türkiyeli STK’lar
da Türkiye’nin yumuşak gücünü besleyen unsurlar arasında sayılabilmektedir. Özellikle 11 Eylül
sonrasında Afganistan, ABD işgalinin ardından
Irak, 1948’lerden bu yana sorunlu olan Filistin,
son yıllarda Tunus, Mısır, Libya, Suriye’de Türkiyeli
STK’lar tarafından gerçekleştirilen insani yardımlar
bunlara örnek verilebilmektedir. Bunun yanında son
yıllarda Türkiye’deki dizi ve filmlerin Ortadoğu’da
gösterime girmesi, Ortadoğu’daki Türkiye algısını
yönlendiren etkenler arasındadır.
31 Mayıs 2011 tarihinde İsrail’in Gazze’ye insani
yardım götüren Mavi Marmara gemisine yaptığı
saldırıda 9 insani yardım gönüllüsünü katletmesi ve
54 kişiyi yaralamasının ardından Türkiye’nin İsrail’e
sert tepki vermesi, bölgede Türkiye’ye olan güveni
arttırdı. Türkiye’ye 2003 yılında gelen Arap turist
sayısının 431.203’ten 2001 yılında 2.053.104’e yükselmesi algının iyi yönde geliştiğinin bir göstergesi
olarak görülmektedir. 28 Suriye’de başlayan halk
hareketleri ardından Türkiye ve İran’ın çıkarlarının
çatışması ve bölge üzerinde hâkimiyet kurma çabaları, Türkiye’de üretilen bölgede “sıfır sorun” politikasına zarar vermiştir. Yumuşak güç politikasıyla
Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirme yolunda
adımlar atan Türkiye, Suriye’de yaşanan iç savaşa
karışmakla suçlanmakta ve bölgeye yön vermek
isteyen Osmanlı mirası olarak yorumlanmaktadır.
Körfezdeki emirlikler, Suudi Arabistan’ın desteğiyle
iç hareketlenmeleri bastırırken Hürmüz Boğazı’nın
niteliği konusunda Suudi Arabistan’la İran arasında
gerilim gün geçtikçe artmaktadır. Suudi Arabistan
İran’a karşı silahlanmakta, Ortadoğu ülkeleri sert
güç kullanma yolunda adımlar atmaktadır.
9/8
Sonuç
Niccolo Machiavelli “The end justifies the means/
Amaç araçları mubah kılar” cümlesiyle uluslararası
ilişkilerdeki asıl hedefi ortaya koymuştur. Uluslararası ilişkilerde aktörler realizmin vurguladığı ulusların
çıkarlarına göre hareket etmektedir. Çıkarlar için
ahlaken yapılmaması gereken birçok şey, atılmaması
gereken birçok adım atılabilmektedir. Ortadoğu’nun,
İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı
devletler tarafından bölünmesi, parçalanması ve
bölgede yapay sınırlar oluşturulması buna örnektir.
1900’lü yılların ortalarında bağımsızlığını kazanmaya
başlayan bu ülkelerin Soğuk Savaş dalgasıyla ABD
ve Sovyetlerin güç çekişmelerinin arasında savrulmaları, 1917’deki Balfour Bildirisi’yle Ortadoğu’nun,
İsrail’in kurulmasına karar veren hegemonik güçlerin
dayatmalarına maruz kalması ve şizofren bir İsrail’in
tehditleriyle yaşamaları gibi.
Bölgede çıkan bol miktarda petrolün hesabını yapan
başta ABD ve Rusya da kendi güçlerini artırmak için
bölgeyi rahat bırakmayı hiç düşünmüyor. Amaçlarına
ulaşana dek bölgede hâkimiyet kurmak için her türlü
gücü kullanabiliyor.
Dışarıdan müdahalelerle kendi içlerinde ayrışmaya
giden Ortadoğu ülkeleri, şimdilerde yeni bir yol arayışına girdi. Arap halkı kendilerini sömüren ülkelerin
geride bıraktıkları totaliter rejimlere karşı bir başkal-
10/8
dırı gerçekleştiriyor. Arap Baharı olarak adlandırılan
bu yeni durum 2010 yılında Tunuslu bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başladı. Bölgede, özgürlük ve
adalet arayışı olarak ortaya çıkan bu halk hareketleri,
sonrasında Mısır’a, Yemen’e, Libya’ya ve Suriye’ye ve
son zamanlarda küçük ölçekli de olsa Ürdün’e sıçradı.
Tunus ve Mısır’da yumuşak güçle iktidar değişikliği
yaşandı, ülkeyi yönetenler halkın isteklerine boyun
eğmek zorunda kaldılar. Sert güç kullanılan Libya’da
iktidar Batı’nın “yardımı”yla devrildi, Suriye’de ise
iktidar-halk çatışması halen devam ediyor. Bölge son
yüzyılda en hareketli dönemini yaşıyor.
Ortadoğu’da Soğuk Savaş dönemi boyunca ve sonrasında devam eden ABD-Rusya arasındaki güç
çekişmeleri mevcudiyetlerini korumak için halk
isyanlarını teşvik eden veya bastıran stratejiler ve
siyaset güdüyor. Yine bu çekişmelerin bölgede
belirginleştirdiği diğer aktörler; İran, İsrail ve belki Türkiye, Ortadoğu siyasetinde güç dengelerini
(ABD-Rusya) farklı merkezlere yayacağa benziyor.
Kendi kaderini tayin etme hakları bu güç dengelerinin arasında hapsedilen Arap halkları, bundan
sonra nasıl bir yol izleyecek, halkın talepleri hangi
yönde yerine getirilecek ve yeni güç dengeleri nasıl
oluşacak bunu ilerleyen günlerde, Ortadoğu’daki bu
tarihî olayın şahitleri olarak, hep birlikte göreceğiz.
Sonnotlar
1
Niccolo Machiavelli, Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007, s. 43.
Ortadoğu (Middle East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın
kullanılmaya başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar
bu bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar.
Atilla Eralp, Devlet ve Ötesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s. 53.
2
Yrd. Doç. Dr. Haluk Özdemir, “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok
3
Ömer Turan, Tarihin başladığı nokta Ortadoğu, İstanbul: Step
20
Boyutlu Bir Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,
cilt 63, no. 3, 2008, s. 117.
Ajans, 2002, s. 15.
21
Ahmet Emin Dağ, Uluslararası ilişkiler ve Diplomasi Sözlüğü,
Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına
Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından
imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır.
Buna göre Fransa Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini;
İngiltere ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i eline geçirmekteydi.
Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir
rejim ve sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı.
Gerçekte, Sykes-Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha önce
Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte,
İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını göstermekte ve bölgede
bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı.
Çünkü İngiltere Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmalarını
sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi
yanına almayı tasarlamış ve bunun için de Mekke Şerifi Hüseyin
ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi
İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar
üzerinde, bir Arap krallığının kurulması yönünde bir antlaşma
imzalanmıştı. Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot
antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 ilkbaharında
açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkaracak
ve bir yanda Araplarla öte yanda diğer Batılı devletlerle arası
açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’E,
İstanbul: İmge Kitabevi, 2008, 17. Baskı, s. 382-383.
4
İstanbul: Anka Yayınları, 2004, s. 370. Karen A. Mingst, Essentials of Internatioanl Relations, New
York: London: Norton Company, Fourth Edition, 2008, s. 107.
5
Tayyar
Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, http://www.
kisiseldepresyonanlari.com/2010/12/09/uluslararasiiliskiler-teorileri-tayyar-ari-4/
6
Haluk Özdemir, Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir
Değerlendirme.
7
Walter
Carlsnaes, Thomas Risse & Beth A. Simmons
(ed.), Handbook of International Relations, London: Sage
Publications, 2005, s. 177.
8
Brian C. Schmidt, Competing Realist Conseptions of Power,
9
Millennium: Journal of International Studies, Vol. 33, no. 3,
2005, s. 527.
Bekir Aydoğan, Güç Kavramı ve Kamu Diplomasisi, Ekopolitik
10
Uluslararası İlişkiler Masası, Rapor no. 11-02, Haziran 2011, s. 11.
Cengiz Çandar, Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul
22
11
Karen A. Mingst, Essentials of Internatioanl Relations, New
Küresel Forumu, 13 Ekim 2012.
York: London, Norton Company, Fourth Edition, 2008, s. 109.
2
23
Russett, Starr, Kinsella, World Politics: The Menu for Choice,
12
2000, s. 94.
Çağrı Erhan, Dış Politikanın Yürütülmesinde Askerî Gücün Önemi,
13
15.08.22012 http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2756
14
Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Şule Yayınları, İstanbul, 2007, s. 70.
Joseph S. Nye, Jr., Soft Power, Hard Power and Leadership,
15
27.10.2006, http://www.hks.harvard.edu/netgov/files/talks/
docs/11_06_06_seminar_Nye_HP_SP_Leadership.pdf
16
Bu kavram; Arap Baharı, Arap Uyanışı, Arap İsyanı, Arap Devrimi
24
olarak da adlandırılmaktadır. Batı’da kullanılan mevsimsel
adlandırmanın politik olduğu ve bu hareketin yönünü değiştirerek
kış, yaz, sonbahar olarak Batı’nın çıkarları doğrultusunda
manipüle edilebileceği kanaatiyle kavramın bu çalışmada Arap
Hareketleri olarak kullanılması uygun görülmüştür.
Iain Mclean, Alistair Mcmillian, The Concise Oxford Dictionary
of Politics, United States, Oxford University Press, s. 433.
17
Niccolo Machiavelli, Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007, s. 93.
25
Richard L. Armitage & Joseph S. Nye, Jr., CSIS COMMISSION ON
26
18
SMART POWER: A smarter, more secure America, http://csis.
org/files/media/csis/pubs/071106_csissmartpowerreport.pdf
Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour
tarafından Siyonist lider Lord Rotschild’e gönderilmek üzere
kaleme alınmıştır. İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti
kurulması için tüm imkân ve çabalarını kullanacağını açıklayan
belgenin vaatleri; Filistin’de ulusal vatanın temini konusunda
İngiliz desteği, ve iş birliği, Filistin’de Yahudi olmayan bir
ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve statüye zarar
verecek herhangi bir şeyin yapılmaması yönündeydi.
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2787
h t t p :// w w w. s e t av. o r g /p u b l i c/ H a b e r D e t ay. a s px?Dil=tr&hid=132268&q=iran-arap-baharina-nasil-bakiyor
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2744
27
19
Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın
başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya başlanır. Yakın
Doğu kavramının (Near East -o dönem için Osmanlı Devleti’nin
kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını düşünen İngilizler, Osmanlı
Devleti’yle Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak
Cüneyt Mengü, “Türkiye - Arap Dünyası Turizm İlişkilerinde
28
Durum ve Beklentiler”, Ortadoğu Analiz, Haziran 2012, Cilt
4, Sayı 42, s. 106; http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/
Yazilar/Dosyalar/2012615_cuneytmengu.pdf
11/8
Kaynakça
Arı, Tayyar. Uluslararası İlişkiler Teorileri, http://www.
kisiseldepresyonanlari.com/2010/12/09/uluslararasi-iliskilerteorileri-tayyar-ari-4/
Armitage, Richard L. & Nye, Joseph S. CSIS COMMISSION ON
SMART POWER: A smarter, more secure America, http://csis.
org/files/media/csis/pubs/071106_csissmartpowerreport.pdf
Aydoğan, Bekir. Güç Kavramı ve Kamu Diplomasisi, Ekopolitik
Uluslararası İlişkiler Masası, rapor no. 11-02, Haziran, 2011.
Carlsnaes, Walter. Risse, Thomas. & Simmons, Beth A.
(eds.), Handbook of International Relations, London: Sage
Publications, 2005.
Çandar, Cengiz. “Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen”, İstanbul
Küresel Forumu, 13 Ekim 2012.
Dağ, Ahmet Emin. “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”,
İstanbul: Anka Yayınları, 2004.
Machiavelli, Niccolo. Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007.
Mclean, Iain, Mcmillian, Alistair. The Concise Oxford Dictionary
of Politics, United States: Oxford University Press.
Mengü, Cüneyt. “Türkiye - Arap Dünyası Turizm İlişkilerinde
Durum ve Beklentiler”, Ortadoğu Analiz, Sayı 42, Haziran
2012. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/
Dosyalar/2012615_cuneytmengu.pdf
Mingst, Karen A. Essentials of Internatioanl Relations, New
York: London, Norton Company, 2008.
Nye, Joseph S. Jr. Soft Power, “Hard Power and Leadership”,
27.10.2006. http://www.hks.harvard.edu/netgov/files/talks/
docs/11_06_06_seminar_Nye_HP_SP_Leadership.pdf
Özdemir, Haluk. “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir
Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 63, 2008.
Russett, Starr, Kinsella, World Politics: The Menu for Choice,
2000.
Eralp, Atilla. Devlet ve Ötesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge
Kitabevi, 2008.
Erhan, Çağrı. “Dış Politikanın Yürütülmesinde Askerî Gücün
Önemi”, 15.08.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2756
Schmidt, Brian C. “Competing Realist Conseptions of Power,
Millennium: Journal of International Studies”, Vol. 33, no. 3,
2005.
-------. Son Yüzyılın En Kanlı ve Karışık Orta Doğu’su,
02.08.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2744
Ferhavi, Fuad. “ABD’nin Tunus’a Artan İlgisi: Görünenler ve Nedenler”,
22.09.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2787
12/8
Seta Panel, İran Arap Baharına Nasıl Bakıyor?, 7
Kasım 2012. http://www.setav.org/public/HaberDetay.
aspx?Dil=tr&hid=132268&q=iran-arap-baharina-nasil-bakiyor
Turan, Ömer. Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step
Ajans, 2002.
Download