plevra hastalıkları

advertisement
PLEVRA HASTALIKLARI
Muzaffer Metintaş
PLEVRA’NIN ANATOMİ VE HİSTOLOJİSİ
Plevra, akciğerler, mediasten, perikard ve göğüs duvarını kaplayan, yarı geçirgen görünümde seröz bir
membrandır. Akciğer parankimini örten parça “visseral plevra”, hemitoraksı iç yüzden örten (yani kostal duvar,
mediasten ve diafram üzerine gelen) parça da, “paryetal plevra” olarak adlandırılır. Paryetal ve visseral plevra
akciğer hilusunda birleşir. Hemitoraksın iç yüzden paryetal plevra ile, akciğerin de visseral plevra ile tamamen
örtülmesi sonucu, ikisinin arasında oluşan boşluğa “plevral boşluk” adı verilir. Plevral boşluk içinde, akciğer
loblarının karşılıklı geldiği yerde iki visseral plevral yüzey temas ederek “fissür” leri oluşturur. Diafram ve
göğüs duvarının birleştiği yerde diafragmatik ve kostal paryetal plevra kostofrenik sinüs’ü, diafram ile kalbin
(perikard) birleştiği yerde de diafragmatik ve mediastinal paryetal plevra karşı karşıya gelerek kardiofrenik
sinüs’ü yapar.
Plevra, histolojik olarak bir mezotel hücre tabakası (mezotelyum) ve hemen bu tabakanın altındaki
kollojen ve elastin liflerden zengin gevşek bir bağ dokusu (subplevral konnektif doku)’ ndan oluşur. Bağ
dokusunda kan damarları, kapillerler ve lenfatikler yer alır. Genel olarak insanlarda visseral plevra’nın altındaki
bağ dokusu, paryetal altındaki bağ dokusu’ndan 2 – 3 misli daha kalındır. Visseral plevra bağ dokusu akciğer
parankimine ait intertisyuma uzanır ve karışır. Paryetal plevra altında endotorasik fasia vardır. Paryetal plevra bu
fasia aracılığıyla göğüs duvarıyla gevşek bir ilişki kurar.
Visseral plevra’ya ait mikrovasküler dolaşım kanı bronşial arterlerden alır, pulmoner venlere verir.
Paryetal plevra dolaşımı ise kanı interkostal arterlerden alır, sistemik venlere verir. Böylece, visseral plevra
dolaşımındaki hidrostatik basınç paryetal plevra’daki dolaşıma göre daha düşüktür. Her iki plevranın lenfatik
drenajı da farklıdır. Visseral plevra’da, mezotelyal örtü altında, bağ dokusunda çok zengin bir lenfatik ağ vardır,
bu ağ akciğer lenf dolaşımı ile birleşir. Visseral lenfatikler plevral boşluk ile doğrudan ilişki kurmaz. Halbuki
paryetal plevra’da, submezotelyal alandaki lenf kanalları mezotel hücreleri arasından ağızlarla (stoma) plevral
boşluğa açılırlar (Şekil 1). Bu ağızlar plevra’nın alt kısımlarında çok yoğunlaşır, sayıları cm2 de 8000’ e kadar
ulaşır; plevral boşluk bu sayede doğrudan lenfatik akımla ilişki kurmuş olur.
Şekil 1. Plevral Yüzey Mezotel Hücre Örtüsü.
(A) Mezotel hücresi, (A1) Mezotel hücresi
yüzeyinedeki uzantılar (villi), (B) Stoma,
(C) Plevral lenfatik.
Mezotel hücreleri 6-12 µm çapında, küboidal yapıda, boşluğa bakan yüzeylerinde çok sayıda küçük
yapısal uzantılar (villi) olan çok fonksiyonlu hücrelerdir (Şekil 1).
Normal şartlarda karşı karşıya gelen iki plevral yüzeyin mezotelyal hücre tabakaları arasında çok ince,
10-15 µm civarında, bir sıvı katmanı oluşur. Böylece plevral boşluk normal fizyolojik şartlarda “potansiyel bir
boşluk” özelliği kazanır (Şekil 2).
Şekil 2. Plevra şematik
anatomisi ve sıvı dinamiği:
(C) Ekstraplevral intertisyum,
(D) Lenf kanalları,
(E) Pulmoner intertisyum,
(F) Pulmoner lenfatik,
(G) Alveol,
(H) Plevral boşluk-sıvı.
PLEVRAL ARALIK’DA SIVI BİRİKİMİ
Plevral sıvı dinamiği:
Plevral boşlukda her an 0.1 - 0.3 mL/kg civarında bir “plevral sıvı” bulunur; yani 70 Kg’lık bir insanda
her an bir hemitoraksda 10-20 mL civarında sıvı vardır. Plevral sıvı serumun ultrafiltratıdır; hipoonkotikdir;
seruma göre çok daha az konsantrasyonda protein, makromolekül ve hücre içerir. Sıvı döngüsü yaklaşık 0.1 –
0.02 mL/Kg/saat civarında ölçülmüştür. Ancak bu dönüşüm günde 1000 mL’ye kadar çıkabilir.
Deneysel çalışmalar, plevral sıvı’nın, normal şartlarda, paryetal plevral seviyedeki sistemik basınca
sahip mikrovasküler dolaşımdan, ekstraplevral intertisyuma geçtiğini, oradan da düşük bir basınç farkı ile plevral
boşluğa geçiş yaptığını göstermektedir (Şekil 2). Visseral plevra’da mikrovasküler alan ile pulmoner intertisyum
arasında basınç farkı oluşmadığından normal fizyolojik şartlarda sıvı geçişi olmadığı kabul edilebilir.
Plevral boşluğa gelen sıvı, esas olarak, normal fizyolojik şartlarda, paryetal plevra’dan drene edilir.
Paryetal plevra’daki lenfatik kanallara açılan ağızlar (stoma) büyük moleküllerin emilimini sağlar, bu moleküller
eşliğinde sıvı da emilir; plevral sıvı drenajının % 75’i bu yolla olur (Şekil 1). Subplevral lenfatiklerde sıvı akımı
ile intraplevral negatif basınç sağlanmış olur. Lenfatik akımı, bir yandan solunum hareketlerinin sağladığı
ekstrensek osilasyonlar (pompa etki), bir yandan da lenfatiklerin duvarındaki düz kasların internsek aktiviteleri
oluşturur. Bu aktiviteler, lenfatiklerdeki kapaklar sayesinde pulsatil bir sıvı akımını oluşturmuş olur; böylece
sıvı, basıncın negatif olduğu plevral boşlukdan, daha pozitif bir ortama doğru drene olur. İnsanlarda günlük
plevral lenf akımı 34 mL olarak hesaplanmıştır. Ancak bu akım 20 misli kadar artabilir; günde 700 mL’ye kadar
ulaşabilir. Bu sayede oluşan sıvı miktarı normalin 10 misli artarsa, plevral aralıkda toplanan sıvı miktarı
normalin ancak % 15 fazlası olur.
Visseral plevra’da submezotelyal bağ dokusu kalın olduğundan düşük solute ve su geçirgenliği vardır.
Büyük moleküllü maddelerin geçişi mümkün olmadığından, normal fizyolojik şartlarda, visseral plevra’nın
plevral sıvı drenajına katkısı ihmal edilebilir.
Potansiyel bir boşluk özelliği taşıyan ve içinde 20 mL civarında sıvı bulunduran plevral aralığın üç
önemli işlevi vardır: Torasik organların hacimlerinin belirlenmesine katkıda bulunur; akciğerin kollobe olmaya
eğilimi ile göğüs duvarının dışa doğru çekilme eğilimi plevral aralığın negatif basıncı ile dengelenir. Plevral
aralıkta az miktarda bulunan plevral sıvı sayesinde, karşı karşıya gelmiş durumda olan mezotel hücrelerinin
yapısal çıkıntıları, solunum hareketleri sırasında, göğüs duvarı ile akciğer arasında kaymayı sağlar. Plevral
boşluk parankime gelen fazla sıvının drenaj alanını oluşturur.
Plevral aralık’da sıvı birikimi nedenleri:
Plevral boşlukta, normalin ötesinde sıvı birikiminin iki temel nedeni vardır: “Artmış sıvı oluşumu” yada
“azalmış sıvı emilimi”.
Artmış plevral sıvının patogenetik nedenleri şunlardır: Akciğerin intertisyel alanında artmış sıvı, plevral
intravasküler hidrostatik basınçta artma, plevral aralıkda artmış protein konsantrasyonu, intraplevral basınç
negatifliğinde artma, peritoneal kavitede fazla sıvı (asit) birikimi yada duktus torasikus’un açılması. Plevral sıvı
emiliminde azalma ise plevral lenfatik drenajın azalması-lenfatik akım obstrüksiyonu yada sistemik vasküler
basınçda artma nedeniyle oluşur. Dolayısıyla plevral aralıkda fazla sıvı toplanması plevra, akciğer veya
lenfatikler sağlamken, sadece hidrostatik ve ve/veya onkotik basınç değişikliklerine bağlı olarak serumdan fazla
ultrafiltrasyon nedeniyle oluşabileceği gibi, doğrudan plevra, akciğerler yada lenfatik akımda patolojik
değişiklikler sonucu da oluşabilir. Birinci grupda toplanan sıvı serumun bir ultrafiltradır; yani, normal fizyolojik
plevral sıvı ile aynı protein ve hücre özelliklerini taşır; bu tip sıvılara “transüda niteliğinde plevral sıvı” diyoruz.
İkinci durumda, yani plevra, akciğerler veya lenfatiklerin patolojik değişikliğe uğradığı durumda, plevral sıvı,
normal fizyolojik plevral sıvıya göre daha yüksek konsantrasyonda protein, hücre ve bazı diğer elemanları içerir;
bu tip sıvılara da “eksüda nitelikli plevral sıvı” diyoruz.
Şimdiye değin aktarılanlardan anlaşılacağı üzere plevral sıvı bir komplikasyondur; başka sistemlere
veya toraks’ın içerisinde yer alan yapılara ait birincil bir patolojinin-bir hastalığın oluşturduğu komplikasyondur.
Pek çok hastalık bu komplikasyona neden olabilir. Tablo 1’de transüda nitelikli ve eksüda nitelikli sıvıların
neden dağılımı yer almaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) verilerine göre, bu ülkede yılda yaklaşık 1,400 000 plevral sıvılı
olgu tanı almakta, plevral sıvı saptama hızı yılda 4/1000 kişi olarak verilmektedir. Neden olan hastalıkların ilk üç
sırasını “kalp yetmezliği nedenli plevral sıvı”, “parapnömonik plörezi” ve “malign plevral sıvı”lar oluşturur.
Bunların toplam plevral sıvı nedenlerinin % 70’inden fazlasınından sorumlu olduğu saptanmıştır (Tablo 2).
Ülkemizde böyle nedensel bir dağılımı sağlıklı olarak saptamak, serileri veren yayınlarda transüdatif
sıvıların yayın kapsamına yeterince girmemesi ve bir serinin sadece bir servis veya bir hastanenin kısıtlı sayıdaki
olgusunu içermesi dolayısıyla mümkün değildir. Ancak yayınlanan serilerin özellikleri esas alınarak yapılan
çeşitli projeksiyonlarla, ülkemizde de yılda yaklaşık 250,000’den fazla olgu olması gerektiği, nedensel
sıralamada ise “tüberküloz plörezi” nin mutlaka daha üst sırada yer alması, çok güvenilir olmamakla birlikte
“mezotelyoma” nın da biraz daha üst sıraya çıkması gerektiği kabul edilebilir.
Tablo 1. Transüda ve Eksüda Nitelikli Plevral Sıvı Nedenleri
Transüda yapan nedenler
Konjestif kalp yetmezliği
Siroz
Nefrotik sendrom
Süperior vena kava obstrüksiyonu
Fontan prosedürü
Ürinotoraks
Periton dializi
Glomerülonefrit
Miksödem
Pulmoner emboli*
Sarkoidoz*
Eksüda yapan nedenler
Enfeksiyon hastalıkları
Malign hastalıklar
Metastatik patolojiler
Mezotelyoma
Pulmoner emboli
Gastrointestinal sistem hastalıkları
Panreatit
Özefagus perforasyonu
Subdiafragmatik abse
İntrahepatik abse
İntrasplenik abse
Diafram hernileri
Abdominal cerrahi sonrası
Kollojen doku hastalıkları
Romatoid artrit
Sistemik lupus eritematozis
İlaç nedenli lupus
Sjögren sendromu
Churg- Straus sendromu
Vegener granülomatozis
Ailesel Akdeniz ateşi
İlaç nedenli plevral sıvı
Nitrofurantoin
Dantrolene
Methysergide
Bromocriptin
Amiodarone
Procarbazin
Methotrexate
Hemotoraks
Şilotoraks
Diğer nedenler
Asbest teması nedenli benign plevral sıvı
Dressler sendromu
Koroner by-pass cerrahisi sonrası plevral sıvı
Perikardial hastalıklar
Üremi
Meig sendromu
Overyan hipersitimülasyon sendromu
Sarkoidozis
Akciğer transplantasyonu sonrası plevral sıvı
Fetal plevral sıvı
Radyasyon tedavisi sonrası plevral sıvı
Postpartum plevral sıvı
Amiloidozis
Elektrik yanması
* Her iki hastalık hem transüda, hem eksüda nitelikli sıvı nedeni olabilir.
Tablo 2. ABD’ de Plevral Sıvı Neden Sıklığı*
500,000
Konjestif kalp yetmezliği
300,000
Parapnömonik plörezi
200,000
Malign plevral sıvı
60,000
Akciğer
50,000
Meme
40,000
Lenfoma
50,000
Diğer malign nedenler
150,000
Pulmoner emboli
100,000
Viral hastalık
50,000
Siroz
25,000
Gastrointestinal hastalık
6,000
Kollojen vasküler hastalık
2,500
Tüberküloz
2,000
Asbest teması
1,500
Mezotelyoma
* Light RW.Pleural Diseases, Williams&Wilkins, Baltimore,
1995, p.76.
PLEVRAL SIVILI HASTADA KLİNİK VE RADYOLOJİK DEĞERLENDİRME
Klinik:
Plevral sıvıyı klinikte, miktarına göre, genel olarak üç kategoride niteliyoruz: Az miktarda sıvı; sinüs’ü
kapatan plevral sıvı. Orta miktarda sıvı; hilus’a kadar uzanan plevral sıvı. Çok miktarda plevral sıvı; plevral sıvı
seviyesi eğer hilus’u geçiyorsa (masif plevral sıvı).
Plevra sıvısı, birincil bir hastalığın komplikasyonu olduğundan, semptom ve muayene bulgularının bu
birincil hastalığın semptom ve muayene bulguları ile birliktelik, bazen de karışıklık gösterebileceğini dikkatten
kaçırmamalıyız. Ancak, yalnızca plevral sıvının sorumluluğunda olan semptomları belirtmek gerekirse, en önde
gelen, yani en sık saptanabilecek olan “nefes darlığı” dır; sıvı orta miktarda veya daha fazla ise restriktif tipde
solunum fonksiyon kaybı yaparak nefes darlığı yakınmasına yol açabilir. Plevral sıvılı hastalarda, eğer paryetal
plevral irritasyon varsa, göğüs üzerinde duyulan “ağrı” olabilir. Ağrı, eğer paryetal plevra’da irritasyon nedenli
ise, nefes alıp vermeyle artar ve ince, batıcı tarzdadır; bu tip batıcı ağrılara “plöretik ağrı” adı verilir. Ancak
plevral sıvıyı oluşturan hastalık göğüs duvarını invazyona uğratan, örneğin malign bir patoloji ise ağrı sürekli ve
künt olabilir. Plevral sıvı’nın baskısı ile kollobe olan akciğer segmentlerinde öksürük reseptörlerinin uyarılması
ile “öksürük” de plevral sıvılı hastalardan alınabilecek bir başka yakınmadır.
Fizik muayene bulgularının çeşitliliği plevral sıvı miktarına göre değişir. Az miktarda sıvı sadece “sinüs
kapalılığı” ve plevral yapraklarda inflamasyon varsa sürtünme yoluyla “frotman” nedeni olabilir. Orta miktarda
plevral sıvı’da, sıvılı tarafın solunuma az katıldığı, sıvı seviyesine kadar olan alanda vibrasyon torasik’in
alınamadığı, perküzyonda matite olduğu ve yine sıvı seviyesine kadar olan alanda solunum seslerinin
oskültasyonda alınamadığı saptanır. Bazı olgularda sıvı, tam sıvı seviyesinin bitip solunum seslerinin geldiği
yerde, sıvının üst seviyesi adeta konsolide akciğer gibi bronş duvarındaki titreşimi arttırarak bronşial ses benzeri
bir ses alınmasına neden olabilir, buna “plöretik sufl” adı verilir. Çok miktarda plevra sıvısı olan bir hasta,
belirgin dispneikdir, sıvılı tarafını aşağıya alarak, böylece sıvının mediasten ve diğer akciğere baskısını azaltacak
şekilde oturur. Sıvılı hemitoraks solunuma katılmaz ama daha bombedir. Mediastinal yapılar sağlam tarafa doğru
itilmiştir. Yine palpasyonla sıvılı tarafda vibrasyon torasik alınmaz, perküzyonla matite vardır. Oskültasyonda
solunum sesleri alınmaz.
Konvansiyonel radyoloji:
Standart akciğer grafilerinde plevral sıvı, ışın geçişine izin vermediğinden radyoopak görüntü özelliği
verir. “Tipik plevral sıvı görünümleri”ni sıvı miktarına göre üç gruba ayırırız (Şekil 3 A,B,C).
Şekil 3. Plevra sıvılı bir hastada standart akciğer grafileri. (A) Az miktarda, (B) Orta miktarda,
(C) Çok miktarda (masif) plevral sıvı görünümleri.
Az miktarda sıvı: Sadece sinüs kapanmıştır veya diafram hattı düzleşmiştir.
Orta miktarda sıvı: Hilus civarına kadar alt alanda komşu yapıların kenarlarını silen homojen bir
radyoopasite vardır. Sıvının üst ve dış kenarı, genellikle, yüzey gerilimi üst ve dışa doğru gidildikçe
artacağından, dışa ve yukarı doğru bir parabol çizer; açıklığı yukarı bakan bu parabole “domosyo hattı” diyoruz;
sıvı için özgün bir bulgudur.
Çok miktarda sıvı: Bütün bir hemitoraksda radyoopasite vardır ve hemitoraks genişlemiştir; mediastinal
yapılar sağlam tarafa doğru itilmiştir.
Bazı radyolojik bulguları da “atipik plevral sıvı görünümü” olarak adlandırıyoruz: Fissür’de sıvı
toplanması, fissür seyrine göre, arka–ön grafilerde kitle gibi görüntü verir; fantom tümör görüntüsü. Plevral
aralık’da yer yer yapışıklıklar olduğu zaman plevral sıvı boşluğa serbest dağılamayacağından bazen plevral
tabanlı büyük bir kitle görünümü verebilir; ankiste plevral sıvı. Plevral sıvı bazen domosyo hattı yapmayabilir; o
zaman sıvı diafram kubbesine parelel yerleşir, böylece sanki sinüs açıkmış gibi görülebilir, tek bulgu diafram
yüksekliğidir; subdiafragmatik plevral sıvı.
PLEVRAL SIVILI BİR HASTADA TANI YAKLAŞIMI
Muayene ve radyoloji ile plevral sıvı olduğu belirlenen bir hastada ilk yapılacak tanı işlemi “sıvıdan
örnekleme yapmaya gerek var mı (torosentez yapılsın mı)” kararını vermektir. Plevral sıvılı bir hastada iki
durumda torosentez ile örnekleme yapmaya gerek yoktur: Birincisi sıvının çok az olduğu durum; az miktarda
sıvılı bir hastada lateral dekubitus grafide yere parelel olarak göğüs duvarına yayılan sıvı yüksekliği 10 mm’den
az ise sıvı önemsiz miktardadır; hasta gözlenebilir. İkinci durum ise sıvının kesinlikle kalp yetmezliğine ait
olduğuna dair klinik ve radyolojik kanaat varlığıdır. Örneğin tipik klinik tabloda bilateral plevral sıvı, kalp
büyüklüğü ve damarsal görünümlerde belirginleşme plevral sıvının kalp yetmezliğinden kaynaklandığının yeterli
kanıtlarıdır.
Plevral sıvı ve kalp yetmezliğinin belirgin klinik verdiği olgularda üç durumda torosentez yapmak
gerekebilir: Bu durumlardan ilki hastada yan ağrısı, ikincisi ateş olmasıdır. Üçüncüsü ise bilateral sıvının
asimetrik seviye verdiği görünümdür. Bu üç durumda kalp yetmezliğinin yanısıra ikincil bir patoloji de eksüdatif
bir plevral sıvı’ya neden oluyor olabilir; torosentez yapılması gerekir.
Plevral sıvının eksüda / transüda ayırımı:
Yukarıda belirtilen iki durum hariç plevral sıvılı her hastaya torosentez yapmalı ve alınan örnekden
sıvının “transüda mı, eksüda mı olduğu” ayırt edilmeldir. Çünkü, eğer sıvı eksüda ise, sıvıyı yapan hastalığın
tanısı için eksüdatif sıvıdan yola çıkarak bir tanı süreci başlatmak ve yine eksüdatif sıvılarda, sıvıya yönelik
tedavi işlemi yapmak gerekebilir. Halbuki, sıvı transüda niteliğinde ise neden sistemiktir, sıvıdan yola çıkarak
yapılacak ek tanı çabasına gerek yoktur. Bu hastalarda tedavi de sistemik nedene yoğunlaştırılmalıdır, sıvıya
yönelik tedavi genel olarak gerekmez.
Transüda / eksüda ayırımı için halen kabul edilen ölçüt “Light kriterleri” olarak adlandırılan ve
neredeyse 25 yıldır kullanılan üç kiriterdir. Bu kiriterlerin birincisi “plevral sıvı proteini / serum proteini > 0.5”
olması, ikincisi “plevral sıvı LDH / serum LDH > 0.6” olması, üçüncüsü “plevral sıvı LDH’sı o laboratuarın üst
sınırının 2/3’ünü geçiyor olması” dır. Eğer bu üç kriterden biri veya fazlası varsa sıvı eksüda niteliğindedir. Üçü
de yoksa sıvı transüda niteliğindedir. Ancak kalp yetmezliğine bağlı plevral sıvılı hastalarda, önceden diüretik
kullanılmışsa, sıvının su kısmı azalmış olacağından göreceli olarak protein miktarı artmış olabilir ve sıvı Light
kriterleri’ ne göre yanlış eksüda olarak sonuç verebilir. Bu durumda önerilen bir ek kriter “serum - plevral sıvı
albümin farkı” dır; bu fark 1.2 den fazla ise sıvı transüda olarak kabul edilmelidir.
Light kriterleri’nin duyarlılığı oldukça yüksek, tama yakın, özgüllüğü ise kısmen daha düşük, yaklaşık
% 75-80 civarındadır. Yani transüdalı olguların yaklaşık % 20-25’i yanlışlıkla eksüda tanısı alabilir. Bu nedenle
zaman zaman olgunun kliniği çok önem kazanabilir ve daha ileri tetkiklere gerek olup olmadığı kararına esas
oluşturabilir.
Plevral sıvının eksüda niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılırsa, bu aşamadan sonra yapılması gereken,
eksüdatif nitelikli plevral sıvıda etyolojik nedeninin saptanmasına yönelik tanı sürecinin başlatılmasıdır.
Eksüdatif nitelikli plevral sıvılarda tanı çalışmaları:
Eksüda nitelikli sıvısı olan bir hastada, etyolojik neden için, Tablo 2’ de görüleceği gibi, çok sayıda
ihtimal vardır. Ancak sıvıdan yola çıkarak nedeni yakalama şansımız vardır. Bu amaçla plevra sıvısı ve o
lokalizasyona yönelik bir çok tetkik yapabiliriz. Bu tetkik spektrumu basit invaziv işlemlerden, karmaşık
mikrobiyolojik yöntemlere, pahalı nükleer tıp çalışmalarına ve nihayet belli morbidite ve hatta mortalite şansı
taşıyan ileri invaziv işlemlere kadar uzanabilir. Plevral sıvı neden sıklığı hatırlanırsa, bu çalışmaların hepsini
aynı hastada yürütmek gereksizdir. Dolayısıyla başlangıçta yapılacak bazı basit sıvı değerlendirmesi ve
laboratuar çalışmaları ile genel bir yaklaşım yaparak sıvının etyolojisine doğru daha iyi yönlenebilir ve sadece
gerekli işlemleri endike hale getirebiliriz. İşte bu ilk işlemlere “plevral sıvının ön değerlendirmesi” diyebiliriz.
Bu değerlendirmede sıvının görünümü, kokusu, hücresel içeriği ve sıvıda bazı parametrelerin seviyesi yer alır.
Plevral sıvının görünümü:
Torosentezi hemen takiben alınan sıvının görünümü bize neden hakkında önemli fikir verebilir. Plevral
sıvı renk görünümünü dört başlıkta tanımlıyoruz. Sıvı berrak – çok açık renk ve saydam ise seröz, saydam ancak
hafif sarıya kaçan renkte ise serosanginöz, kanlı görünümde ise hemorajik, saydam olmayan, mat – koyu
görünümde ise bulanık görünümde sıvı diyoruz.
Transüdalar genel olarak seröz görünüm verir. Serosanginöz görünümün fazla bir tanı anlamı yoktur.
Hemorajik görünümdeki bir sıvının içinde fazla miktarda eritrosit var demektir. Plevral sıvının kanlı
görünümü üç durumda olabilir. Torosentez sırasında enjektörün iğnesine yumuşak dokudan kan karışmış
olabilir, bu yalancı hemorajik sıvıdır, tanı anlamı taşımaz. İkinci durum plevral sıvının doğrudan kan olması,
yani “hemotoraks” varlığıdır. Bu önemli bir durumdur, hemen kan’ın oradan drenajı gerekir. Üçüncü durum ise
–gerçek- hemorajik sıvı olarak tanımlayacağımız durumdur, üç nedenle oluşur; malign plevral patoloji, pulmoner
tromboembolizm, travma. Üçü arasında ayrımı şöyle yaparız: Plevral sıvı’nın hematokritine bakarız; eğer
hematokrit % 1’in altında ise torosentez’de kan bulaşmış demektir. Hematokrit serum hematokriti’nin %
50’sinden fazla ise hemotoraks var demektir. Eğer hematokrit % 1’den fazla ise, ama serum hematokriti’nin
yarısından az ise bu –gerçek- bir hemorajik sıvıdır ve yukarıda verildiği gibi üç nedenden kaynaklanmış olabilir.
Plevral sıvı görünümü bulanık ise üç neden muhtemeldir: Ampiyem, şilotoraks, yalancı şilotoraks
(psödoşilotoraks). Ampiyem’de sıvıya bulanık görünümü veren sıvı içinde yer alan çok sayıdaki polimorf nüveli
lökosit (PMNL)’ lerdir. Diğerlerinde bulanıklığın nedeni ise, sıvıdaki miktarı çok artmış olan trigliserid veya
kolesterol. Bu durumda sıvıyı santrifüj ederiz. Eğer dipte çöküntü olur ve sıvının üst kısmı açılırsa bu sıvının
nedeni ampiyem demektir. Bu arada koku da yardımcı olabilir; kötü-pütrif kokulu bulanık sıvı –anaerob etken
şansı yüksek – ampiyem’ dir. Santrifüj sonrası sıvı rengi açılmazsa, o zaman sıvının kolesterol ve trigliserid
içeriği yardımcı olur; trigliserid yüksekliği (110 mg/dL üstü) “şilotoraks” tanısını getirir. Trigliserid
yükselmemiş ancak kolesterol yüksek ise (bu değer genellikle 200 mg/dL’ye ulaşabilir veya aşabilir) bu da, uzun
süre plevral boşlukta beklemiş, stabil, sorun oluşturmayan ve içindeki hücrelerin dejenere olduğu “yalancı
şilotoraks” tanısını getirir. Karar verilemeyen durumlarda sıvının lipid elektroforezi yapılabilir.
Plevral sıvı hücre içeriği:
Plevral sıvı hücre içeriği esas olarak kan hücrelerinden ve mezotel hücrelerinden oluşur. Bu
hücrelerin sayı artışı ve oransal dağılım özellikleri tanı sürecinde yararlı olabilir.
Eğer plevral sıvı’da sayılan hücrelerin % 70’ inden fazlası PMNL ise, bu görünüm sıvı seyrinin ve nedeninin
akut bir patolojiye ait olacağını düşündürmelidir; parapnömonik plörezi, tromboemboli, akut viral plöritis,
kollojen doku hastalığı, gastrointestinal hastalık. Erken dönem plörezi tüberküloz’da da sıvı hücre özelliği
PMNL artışı şeklinde olabilir.
Eğer plevral sıvı’da sayılan hücrelerin % 50’ sinden fazlası lenfosit ise, lenfosit artışı var demektir. Bu
durum, plevral sıvı yapan nedenin kronik seyirli olduğuna işaret eder; tüberküloz plörezi, malign plevral sıvı,
çözülmeye başlamış bir tromboemboli veya viral plöritis nedenli sıvı. Lenfosit hakim bir sıvıda, eğer çok
miktarda mezotel hücresi görülür ve bunlar kümeler halinde, yer yer mitoz gösteren ve özellikle atipi kriterleri
taşıyan hücreler ise, söz konusu sıvının malign sıvı olma şansı yüksek demektir (Şekil 4)
Şekil 4. Plevra sıvısı
direkt yaymaWright boyası: (A)
Mezotel hücre
kümesi (cell-ball) ve
(B) Mitoz gösteren
mezotel hücrelerinin
yakından görünümü.
Plevral sıvı’da hücre içeriğinin % 10’undan fazlası eozinofil ise, o zaman ilk olarak plevral aralık’da
kan veya hava varlığı olabilir mi bunu düşünmeliyiz. Bu durumda, o sıvının hangi torosentez’de alındığı
önemlidir. Eğer sıvı ilk torosentez ile alınmış ise, sıvıda henüz hava ve kan olamayacağından bu eozinofil artışını
başka nedenlerle açıklamalıyız; asbest teması nedenli benign plevral sıvı, ilaca bağlı plöritis, Churg-Strauss
sendromu, paragonimiazis. Bir sıvıda eozinofil artışı, sıvının “tüberküloz veya malign olmama” şansını
arttırmaz.
Plevral sıvı glukoz seviyesi:
Plevral sıvı glukoz seviyesi normalde serum seviyesinin 2/3’ ü olmalıdır; yani normal bir şahısda 60
mg/dL. Düşük plevral sıvı glukoz seviyesi, o sıvının dört patolojiden kaynaklanabileceğine işaret eder: Malign
plevral sıvı, tüberküloz plörezi, romatoid artrit’e bağlı plevral sıvı yada komplike hale gelmiş parapnömonik
plörezi.
Plevral sıvı amilaz seviyesi:
Plevral sıvılı bir hastada sıvı amilaz seviyesi yüksek ise, bu yükseklik plevral sıvı nedeni olarak üç
patolojiye işaret eder: Özefagus perforasyonu, pankreatit, malign plevral sıvı. Malign plevral sıvılarda yüksek
amilaz düzeyi olguların yaklaşık % 10’unda olur; sık rastlanan bir bulgu değildir. Özefagus perforasyonu yada
pankreatit nedenli plevral sıvılarda amilaz düzeyi çok yüksek seviyelere, normal değerin 10–20 katına çıkabilir.
Yüksek amilaz, eğer tükrük kaynaklı ise, tanı konulmuş olur; özefagus perforasyonu; bu sorun bilindiği gibi
erken cerrahi müdahale olmadığı takdirde çok yüksek mortalite taşır. Hem akut pankreatit hem de kronik
pankreatit, yüksek amilaz seviyeli, plevral sıvı yapabilir.
Plevral sıvı adenozin deaminaz (ADA) seviyesi:
Bu enzim özellikle tüberküloz plörezi’de yüksek seviyelere ulaşır. Yapılan çalışmalar, plevral sıvı ADA
düzeyinin 70 U/mL üstüne çıkmasının, o sıvının nedeni olarak tüberkülozu kabul etmemiz için yeterli olduğunu,
ADA düzeyinin 40’ın altında olmasının ise bunu reddettirebileceğini önermektedir. Ancak romatoid plörezi ve
parapnömonik plörezi’de de ADA düzeyleri 40’ın üstüne çıkabilir, fakat her iki patolojinin klinik tabloları
tüberküloz’dan ayırımda fazla zorluk çıkarmaz.
Plevral sıvı’da bazı immünolojik tetkikler:
Plevral sıvı’da, kuşku duyulduğunda, romatoid faktör, antinükleer antikor, kompleman düzeyleri tayin
edilebilir. Bunların niceliksel önemine yeri geldikçe değinilecektir.
Plevral sıvı’da tümör belirteçleri:
Tümör belirteçleri’nin malign plevral sıvılardaki yeri konusunda yapılmış az sayıda yayın vardır.
Ancak, mevcut bilgi birikimine göre, tümör belirteçleri, malign sıvılarda benignlere göre daha yüksek
seviyelerde saptanmaktadır. Ancak tanı veya ayırıcı tanı sürecinde, yüksek duyarlılık ve özgüllük verecek ayırım
(cut-off) değerleri belirlenebilmiş değildir. Henüz sıvı nedenine özgün belirteçler de tanımlanamamıştır.
Plevral sıvı’da genetik analizler:
Plevral sıvıdan edinilen hücrelerde kromozom analizi ve “flow cytometry” yöntemi ile DNA kantitatif
analizi yapılabilir. Kısmen zor ve pahalı olan bu yöntemler halen olağan işlevde kullanılmamaktadır;
yararlılıkları sınırlıdır. Genel olarak malign sıvılarda kromozom anomalileri tayin edilebilirken, benign sıvılarda
anomali tayin edilmesi beklenmez; ancak malign sıvılarda saptanan anomalilerin nedene özgün bir özelliği
yoktıur.
DNA analizinde, malign sıvılarda anormal DNA içeriği saptanabilir. Plevral tutum yapan lenfomalarda,
bu yöntemle lenfositler işaretlenerek, hücrelerin lenfoma kökenleri gösterilebilinir.
Bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT):
Bu ileri radyolojik yöntemin burada konu edilmesi, yöntemin gerekli yada gereksiz, artık ülkemizde
oldukça yaygın kullanılmaya başlanmasındandır. Gerçekte BTT, plevral sıvı nedeninin ayırt edilmesi sürecine
önemli katkılar da sağlayailir. Çünkü standart akciğer grafilerinde sıvı örtüsü bir perde gibi alttaki plevra,
akciğer yada mediasten’de neler olabileceğinin gözlenmesine izin vermez. Halbuki BTT, görüntüye aksiyal
kesitlerle üçüncü boyutu sokabilmesi ve kontrast madde desteği ile incelenecek yapıların niteliksel analiz ve
yorumlanmasına izin verebilmesi sayesinde toraks değerlendirmesinde oldukça yaralı bir tanı yöntemi özelliği
kazanır. Nitekim, malign ve benign sıvılarda, alttaki patolojiyi öneren kısmen özgün bulgular tanımlanabilmiştir.
Bunlar, hastalıklar işlendikçe konu edilecektir.
Yukarıda sıralanan ve uygulanması hem ucuz, hem kolay, hem de bir çok merkezde rahatça yapılabilen
laboratuar analizleri, çoğunlukla, plevral sıvının gerçek nedeni hakkında kuvvetli bir “öngörü” yapmamıza
imkan verir. Böylece daha ileri tanı çalışmaları için yönlenebilmiş oluruz. Bu, bize, gerçek tanıya ulaşmada
sağlayacağı kolaylığın yanısıra, hem hastaya gereksiz işlem yapılmasını engelleme, hem masrafı azaltma, hem
de tanı için geçen sürenin kısalması avantajlarını sağlar. Yukarıda konu edilen analizler sonucu hastada
enfeksiyoz nedenli bir plevral sıvı öngörürsek, bundan sonraki tetkiklerimizi mikrobiyolojik çalışmalara, malign
nedenli sıvı öngörürsek morbidite ve hatta mortalite değeri taşıyan ileri invaziv işlemlere doğru yönlendirebiliriz.
Yukarıdaki tetkikler ender durumlarda tanı için yeterli de olabilir; hemotoraks, özefagus perforasyonu, ampiyem
gibi.
Plevra sıvısı’nda mikrobiyolojik tetkikler:
Enfeksiyoz nedenli plevral sıvı düşünülüyorsa bakteriyel neden saptama için Gram boya ve standart
aerobik ve anaerobik kültürler yapılmalıdır. Bunların duyarlılığı etken ajana bağlı olarak değişir; anaerob
ajanlarda üreme oranı % 90’ın üstünde iken, pnömokoklarda bu oran genellikle % 10’un altındadır. Yatak
başında alınan örnekler kan kültür besi yerine ekilerek hem anaerobik hem aerobik analiz şansı doğar.
Tüberküloz etkeni için direkt yayma ile etken saptanması şansı çok düşüktür. Bu nedenle genellikle
kullanılmalarının bir değeri yoktur. L-J kültür besi yerine ve özellikle BACTEC kültür sistemi için ekim önerilir.
Plevra sıvısı’nda sitolojik analiz:
Malign plevral sıvı kaygısı olan bir hastada sitolojik inceleme kolay, çabuk ve ucuz bir analizdir; her
olguda yapılmalıdır; tanı için optimal örnek sayısı üçtür.
Sitolojik incelemede tanı şansı etyolojik nedene bağlı olarak % 40 ile % 85 arasında değişir. Hodgin
hastalığında, mezotelyoma’da, sarkomlarda ve akciğer kanseri’nin epidermoid tipi’nde sitoloji pozitifliği şansı
düşüktür. Yakın zamanlarda immünohistokimyasal boyaların desteği ile tanı ve tip tayini şansı artmıştır.
Histopatolojik inceleme için plevral doku örneklemesi:
Plevral doku’dan örnek almak için üç yöntem kullanılır: Kapalı plevra iğne biopsisi, torakoskopi,
torakotomi.
Kapalı plevra iğne biopsisi: Ramel veya Abrams iğneleri ile yapılır. Işlem kör yapıldığından ve alınan
örnekler küçük olduğundan tanı şansı % 50 civarındadır. Ancak komplikasyon oranı düşük, kolay ve çabuk
yapılabilen bir işlemdir. Sitolojik inceleme birlikteliğinde tanı şansı biraz artabilir. Geliştirdiğimiz bir yöntem
olan BTT eşliğinde (Şekil 5) yada ultrason eşliğinde yapılarak kör işlem özelliği azaltılıp, tanı oranı önemli
ölçüde arttırılabilir.
Şekil 5. BTT
rehberliğinde
plevra iğne
biopsisi. (A) ve
(B) İşaretleme,
(C) Lokal
anestezi ve iğne
yol belirlemesi,
(D) Biopsi
iğnesi doku
alırken.
Torakoskopi: Tanı amaçlı rijit torakoskopi, plevral boşluğun gözle muayenesinin yapılması, görerek çok
sayıda ve yeterli büyüklükte doku parçaları almaya imkan vermesi nedeniyle tanı şansı genellikle % 80’in
üstünde olan bir yöntemdir. Ekipmanı nispeten pahalı değildir. İşlem uygulaması kolay ve az zaman gerektirir;
plevral sıvı boşaltıldıktan sonra pnömotoraks yapılıp, torakoskop’un kollobe olmuş akciğerin bulunduğu plevral
boşluğa sokulması ile yapılır. Lokal anestezi yeterlidir. Ancak işlem yeterli bilgi ve deneyim gerektirir.
Komplikasyon oranı yeterli birikimi olan kişilerce yapıldığında düşüktür. Dezavantajı hastane yatma gerekliliği
ve işlem sonrası 1 veya 2 gün göğüs tüpü takılmasıdır. Plevral belirgin yapışıklık mevcudiyetinde
kontrendikedir.
Şekil 6.
Toraksokopide plevral
patoloji görünümleri:
(A) Paryetal plevra
üzerinde meme
kanserinden metastaz
yapmış odüller.
(B) Malign
mezotelyoma.
Torakotomi: Tanı konulamayan ve malign kaygının yüksek olduğu olgularda torakotomi’yi
uygulamadan çekinilmemelidir. Çünkü bütün çabalara rağmen tanı konulamayan “plevral sıvılı hasta” oranı
yaklaşık % 12 – 20 arasındadır ve bu hastaların uzun dönem takibinde, hastaların yaklaşık yarısında nedenin
malign olduğu gözlenmiştir. İşlem sırasında uygun ise cerrah tedavi amacına da dönebilir. Ancak tanı oranı
hiçbir zaman tam olmaz; örnek asbest nedenli benign plevral sıvı. İşlemin düşük de olsa belli bir morbidite ve
mortalite oranı taşıması, pahalı olması, torakoskopi’ye göre daha uzun bir süre, 7-10 gün, hastanede yatma
gerekliliği taşıması dezavantajlarını oluşturur.
PLEVRA’NIN SIK GÖRÜLEN PATOLOJİLERİ
Plevral sıvı saptanma (kaba) hızı 3-4 / 1000 kişi/yıl olarak kabul edilir. Tablo 2’de görüldüğü gibi
ABD’de yılda 1,400000 plevral sıvılı olgu saptanmakta, bunların yaklaşık 1,000 000’unu üç hastalık; kalp
yetmezliği, parapnömonik plörezi ve malign plevral sıvılar oluşturmaktadır. Ülkemizde yılda 250,000 plevral
sıvı gelişmiş olgu olmasını öngörüyoruz. Tablo 2’deki oransal dağılım, tüberküloz plörezi hariç tutulmak üzere,
yayınlanan seriler dikkatle incelendiğinde, en az ilk dört hastalık için, ülkemizde de geçerli olmalıdır. Ancak
tüberküloz plörezi’yi, ülkemizde tüberküloz enfeksiyon havuzunun geniş olması ve son yıllarda sorunun daha da
belirginleşmesi nedeniyle, biraz daha yukarı, viral hastalıklar civarına çekmeliyiz. Ayrıca, mezotelyoma
ülkemizin belirli yöreleri için çok ciddi bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmakta, hatta ilgili kliniklerin
plevral sıvılı hastalarının önemli kısmını oluşturabilmektedir. Ancak bunu ülkemizin geneline mal ettiğimizde,
mezotelyoma’nın plevral sıvı nedeni olma sıklığındaki yerinin fazla değişmeyeceğini söyleyebiliriz.
Bu yazı kapsamında en sık görülen, yani en sık sorun oluşturan, parapnömonik plörezi, malign plevral
sıvılar, tübereküloz plörezi ve bu kitabın okuyucu ilgi alanı dikkate alınarak, ana başlıkları ile bazı kollojen doku
hastalıklarına bağlı plevral sıvılar, bazı gastrointestinal sistem hastalıklarına bağlı plevral sıvılar, şilotoraks,
Dressler sendromu, üremik plevral sıvı, ilaca bağlı plevral sıvılar, pnömotoraks ve ülkemiz için önemi dikkate
alınarak mezotelyoma işenecektir.
MALİGN PLEVRAL SIVI
Etyoloji ve patogenez:
Malign plevral sıvı, tanım olarak malign bir hastalığın doğrudan yada dolaylı olarak plevra yada plevral
sıvı döngüsünü etkilemesi sonucu oluşan plevral sıvılara verilen addır.
Eğer plevral sıvı tümörün doğrudan tutum yada etkisi ile oluşmuşsa bunu “malign plevral sıvı”,
tümörün ikincil etkileri ile örneğin, kaşeksi, atelektezi gibi bir değişiklik sonucu oluşmuş ise, sıvının özelliği
transüda olacağından, bu sıvıları “paramalign plevral sıvı” olarak adlandırma eğilimi vardır. Ancak biz bu yazı
kapsamında “malign plevral sıvı” tanımını, patogenetik işlev nasıl olursa olsun, literatürde yaygın olarak
kullanıldığı gibi, plevra dışı bir malign tümör-hastalığın etkisi ile oluşan tüm sıvıları kapsayacak şekilde
kullanacağız. Mezotelyoma bu başlık kapsamına girmeyecektir.
Malign plevral sıvı, eksüdatif plevral sıvılar içinde en sık saptanan ikinci nedeni oluşturur; serilere göre
saptanma sıklığı % 24 – 42 arasıdır; tüm plevral sıvıların en az 1/6’ sı malign olarak beklenir. Ülkemizden
yayınlanan serilerde de en sık yada ikinci sıklıkdaki neden olarak verilmiştir. Plevral sıvılı hasta saptama hızı
4/1000 olarak alınır, bunların 1/6’sı malign olarak beklenirse, ülkemizde yılda en az 40,000 malign plevral sıvılı
hasta oluşuyor demektir; bu önemli bir rakamdır.
Malign bir patolojide plevral sıvı oluşma mekanizmaları şöyledir:
1. Plevra’nın doğrudan tutumu; böylece, kan damarlarının tümöral etkilenimi ile geçirgenliklerinin
artışı.
2. Plevrayı tutan tümör dokusunun salgısı.
3. Plevranın yüzeyinin tutumu yada lenfatik drenaj alanının tutulumu ile lenfatik drenajın
engellenmesi-zorlaşması.
4. Şilotoraks.
5. Bronşial tutum ve tıkanma yada visseral plevra’nın yaygın tutulumu nedeni ile akciğerin kollobe
olması, böylece artan intraplevral negatiflik sonucu plevral aralıkta sıvı birikmesi (transüda).
6. Perikardial tutulum veya vena kava süperior tutulumu sonucu geriye doğru artan damar içi
hidrostatik basınç nedeni ile plevra’ya gelen sıvının artması (transüda).
7.
Malign hastalığa eşlik eden pulmoner emboli, radyasyon tedavisi, kemoterapi de plevral sıvı
oluşmasına neden olabilir.
Literatürde verildiğine göre (Tablo 2), malign sıvıların % 75-80 ’inden sorumlu olan üç malign hastalık
vardır: Akciğer kanseri, meme kanseri, lenfoma. Malign olduğu gösterilen plevral sıvıların en az % 6-15’inde
ise, tüm tetkiklere rağmen birincil malign kaynak bulunamaz. Yukarıdaki neden dağılımı ülkemiz için de
doğru olmalıdır. Ancak, yayınlanmış göğüs hastalıkları serilerine baktığımız zaman, akciğer kanseri,
mezotelyoma ve primeri bilinmeyen tümörleri daha sık verilmiş olarak görüyoruz. Bunun nedeni, kanaatime
göre, yayınlarda sadece kendi kliniğimizin yada bölümümüzün verilerini kullanmamızdır; göğüs hastalıkları,
iç hastalıkları, onkoloji ve genel cerrahi kliniklerinin havuz oluşturularak ortak verileri alınsa, yukarıda
verilen oranın, mezotelyoma biraz daha sık olmak üzere, bizim ülkemiz serilerinde de oluştuğunu
saptamamız gerekir.
Akciğer kanserlerinin % 25-50’ sinde plevral sıvı gelişir. Sıvı yukarıda konu edilen mekanizmaların herhangi
biri ile gelişebilir. Bu nedenle malign hücre gösterilemeyen ve hemorajik olmayan plevral sıvı akciğer
kanseri evrelemesinde dikkate alınmaz.
Meme kanserli olguların seyrinde malign plevral sıvı gelişme oranı % 50’dir; sıvı oluşmasının 20 yılı
bulduğu olgular vardır. Daha çok lenfatik drenaj engellenmesi ile sıvı oluşur.
Lenfomalarda sıvı, başvuruda daha sıklıkla non-hodgin lenfomada olur, ancak seyirde her iki tipde de plevral
sıvı gelişme oranı % 30’un üstüne çıkar. Şilotoraks nedeni olarak da lenfomalar % 75’lik bir oranı
oluştururlar. Hodgin lenfoma’da sıvı mediastinal lenfatik drenaj tıkanması, Non-Hodgin lenfoma’da ise daha
çok plevral yüzeylerin tutulması nedeni ile olur.
Tanı:
Klinik:
Malign plevral sıvılı olguların yaklaşık % 25’ i ilk değerlendirmede “asemptomatik” dir.
Semptomatik olgularda solunum sistemi ile ilgili en sık yakınma “nefes darlığı” %50, göğüsde rahatsızlıkdolgunluk” % 30’dur. Bu olgularda birincil malign hastalığın oluşturabileceği klinik tablo ve her malign
hastada alınabilecek yapısal yakınmalar gözden kaçırılmamalıdır. Fizik muayenede plevral sıvı muayene
bulguları alınır; sıvı miktarı genellikle orta veya çok (masif) miktardadır; genel olarak masif plevral sıvılı
olguların % 70’i malign kaynaklıdır.
Radyoloji:
Standart akciğer grafisi: Olguların % 70’inde orta miktarda plevral sıvı görünümü, % 10’unda
mediasten ve hemitoraksın sağlam tarafa itilmesine (Şekil 3C) kaymasına neden olan çok miktarda sıvı
görünümü alınır. Kalan % 20 olguda ise en fazla atelektazi, parankimde kitle, nodül, nodüler görünüm,
plevral tabanlı nodüler genişlemle görünümleri alınabilir. Bilateral plevral sıvısı olan bir hastada kalp gölgesi
normal ise, bu sıvının malign plevral sıvı olma şansı yüksektir.
BTT: Malign plevral sıvı kaygısı alınan her hastada elde edilmelidir. Daha önce sıralanan avantajları
sayesinde malign ve benign sıvılarda, ayırıma yarayacak kadar yararlı özgün bulgular gösterebilir.
Saptandığında malign sıvıyı öneren bulgular şunlardır: Bir hemitoraks’a ait tüm plevranın halka tarzında
çepeçevre lezyonla tutulması veya kalınlaşması (Şekil 7A,B,C), Plevrada nodüler kalınlaşma (Şekil 7A),
plevrada yaygın ve 1 cm’den daha fazla kalınlaşma (Şekil 7B), mediastinal plevranın lezyonlarla tutulmuş
olması (Şekil 7C). Ayrıca göğüs duvarı, mediasten yumuşak dokusu, perikard, diafragma, karaciğer, dalak
gibi komşu yapıların doğrudan invazyonu (Şekil 7D), benign nitelikli sıvılarda olmayacağından, o plevral
sıvının malign sıvı olduğunu doğrudan önerir.
Şekil 7. Malign plevral
patolojilerde BTT bulgu
özellikleri: (A,B,C)
Plevranın halka tarzında
çepeçevre lezyonla
tutulması-rind. (A) Plevrada
nodüler çepeçevre
kalınlaşma,
(B) 1 cm’den daha kalın
plevral kalınlaşma, (C)
Plevrada nodüler lezyonlar
ve mediastinal plevral
tutulum,
(D) Karaciğerin lokal
yayılan tümör ile invazyonu.
Ancak unutulmamalıdır ki, malign bir sıvının tanısı, alınan doku örneklerinin histopatolojik
değerlendirmesini gerektirir. BTT, bir tanı yaklaşımıdır; invaziv işlemlerin endikasyonunu ve yönlendirmesini
yapabilir, hastalığın yaygınlığı hakkında değerlendirme yapma şansı verir; ancak, invaziv işlemlere durumu
uygun olmayan az sayıdaki düşkün hastada, tanı için yeter kabul edilebilir.
Plevra sıvısı laboratuarı:
Plevra sıvısı laboratuarında neler sapatanabileceği daha önce de belirtilmişti; olguların yaklaşık
yarısında sıvı hemorajik görünümdedir; yaymada lenfosit hakimiyeti ve bol mezotel hücreleri gözlenir,
yüksek oranda olmamakla beraber, sıvıda glukoz düzeyi düşük, amilaz düzeyi hafif yüksek olabilir; bazı
tümör belirteçi seviyeleri artma gösterebilir.
Histopatolojik tanı:
Malign plevral sıvılı bir hastada, klinik ve diğer laboratuar değerlendirmeleri takiben hem plevradaki
tutulumun malign olduğunu göstermek gerekir, hem de birincil kaynağın bulunması gerekir. Birincil
kaynağın bulunması akciğer dışında, bu yazının konusu değildir. Plevral sıvının malign olduğunu göstermek
için, daha önce de belirtildiği üzere, sitolojik inceleme, kör veya BTT eşliğinde kapalı plevra iğne biopsisi
(Şekil 3, 4), torakoskopi yöntemleri uygulanabilir. Tanı alamayan ve diğer sistemlerde birincil hastalık
saptanamamış olanlarda bronkoskopi yapılmalıdır. Yine kaynak gösterilemezse tanı amaçlı torakotomi
endikasyonu doğar. Malign plevral sıvı düşünülen bir hastada bunu doğrulamak veya yadsımak için bütün
çaba gösterilmelidir. Çünkü prognoz malign sıvılı bir hastada iyi değildir, yapılacak tedavi girişimleri hastaya
zarar verebilir ve bu tümörlerde hastaya zamanında yapılacak işlemlerle sürvey uzatılabilinir.
Prognoz ve tedavi:
Malign plevral sıvı oluşumu, daima kötü prognoza işeret eder. Genel olarak böyle bir hastadan
beklenen ortalama yaşama süresi 3-4 aydır; 1 aylık mortalite oranı % 54, 1 yıllık mortalite oranı ise %
84’dür. Tümör tipine göre ortalama yaşama süresi değişebilir; bu süre akciğer kanseri’nde 2-4 ay, meme
kanseri’nde 7-15 ay, GİS kanserlerinde 5 ay, over kanseri’nde ise 9 aydır. Plevral sıvı’nın pH değerinin
prognozla ilişkili olduğu, düşük pH değerinin kötü prognoza işaret ettiği konusunda uzun süre yaygın bir
anlayış olsa da, son yıllarda yapılan çalışmalarda, pH düşüklüğü olanlarda yaşam süresinin diğerlerine göre
kısa olabileceği, bu beklenti için uygun pH değerinin 7.28 olduğu, ancak bu beklentiyi kullanmanın hasta
öngörüsü için doğru olmadığı, kötü prognoz ile sadece klinik performans indeksi (Karnofsky veya ECOG)’
nin ilişkili olduğu belirlenmiştir.
Malign plevral sıvılı bir hastada, sıvı varlığı genellikle terminal döneme işaret ettiğinden, tedavi esas
itibarı ile semptomatik amaçlıdır; sıvı nedeni ile “nefes darlığı” yakınması olan hasta tedavi edilmelidir.
Asemptomatik hastayı sadece izlemek yeterlidir. Tedavi seçeneklerini şöyle sıralayabiliriz:
Torosentez: Semptomatik hastada sıvı boşaltılır. Ancak sıvıyı sık boşaltma gerekiyorsa, hasta morali
ve artan komplikasyon şansı nedeni ile bu işlemin devamlı tekrarı uygun değildir.
Kemoterapi: Meme kanseri, küçük hücreli akciğer kanseri veya lenfoma’da, hastaların % 50’sinde
plevral sıvı oluşumu kemoterapi ile yavaşlatılabilir veya engellenebilir. Birincil tümörü belirlenemeyen
hastalarda da uygulanmalıdır. Kemoterapi öncesi, rezerv olıuşturmaması amacıyla, plevral sıvı
boşaltılmalıdır.
Radyoterapi: Lenfoma veya küçük hücreli akciğer kanseri olan hastalarda mediastinal
lenfadenopatiler varsa ve özellikle şilotoraks’da mediastinal radyoterapi önerilir.
Tüp drenajı: Standart göğüs tüpü ve su altı drenajı tek başına yapılmamalıdır. İnce drenler ve kalıcı
şişeler içeren düzeneklerin kullanılması önerilmiş olsa da bu işlemler uzun dönemler için etkin ve konforlu
değildir.
Plörodezis: Malign plevral sıvısı olan hastalarda en sık başvurulan tedavi yöntemidir. Bu yöntemde,
plevral aralığa irritasyon ve fibrozis yapacak bir madde verilerek, plevral aralığın oblitere edilmesi amaçlanır.
Plörodezis yapılacak hastalarda önce sıvı bir miktar boşaltılır; eğer hasta rahatlıyor ve her iki plevral yaprak
karşı karşıya gelebiliyorsa, yani akciğer kollobe kalmıyorsa işlemin yapılmasına karar verilir. Önce ince veya
normal göğüs tüpü takılarak plevral sıvının tam drenajı sağlanır, akciğer açılıp plevral yapraklar karşı karşıya
geldiğinde ve günlük sıvı drenajı 150-200 mL altına indiğinde tüp içinden plörodezis yapacak ajan verilir.
Bütün dünyada genel olarak tercih edilen ajan talk veya tetrasiklin’dir. Ajan sonrası göğüs tüpü 2-3 saat
kapalı kalır. Tüp açıldıktan sonra sıvı drenajı günlük 150 – 200 mL altına indiğinde tüp çekilir. Bu işlem ile
plevral aralığın oblitere edilmesi, yani sıvıyı durdurma başarı oranı % 80’ in üstündedir.
Plörektomi: Nispeten uzun sürvey beklenen, genç ve kısmen sağlıklı hastalarda önerilebilir. Torakoskopi
veya torakotomi yoluyla yapılır. Bir kısım paryetal plevra çıkarılır.
Plöroperitoneal şant: Plevral aralık ile peritoneal aralık cilt altına yerleştirilen bir kateterle bağlanır; iki
aralık arasında tek taraflı çalışan bir pompa haznesi vardır. Hazne plevradan gelen sıvı ile dolduğunda hasta
buna parmağı ile basar; sıvı peritona geçer. Bu yöntem plörodezis yapılamayan son dönem hastalarında
önerilir.
Son zamanlarda intraplevral immünoterapi, kemoterapi çalışmaları vardır, ancak henüz umut verici
sonuçlar alınamamıştır.
MEZOTELYOMA
Etyoloji ve patogenez:
Mezotel hücrelerinden köken alan plevranın primer tümörüdür, diffüz yerleşim ve yayım özelliği
nedeniyle diffüz malign mezotelyoma (DMM) olarak adlandırılır. DMM etyolojisinde kesin bilinen en
önemli neden asbest (ülkemizi için ayrıca erionit) temasıdır. Tanı alan olguların anamnezinden, % 60 –
90’ında asbest teması olduğu öğrenilir. Genel insidansı 1-2.2/1,000 000/yıl’dır. Sanayileşmiş ülkelerde daha
sıktır, örneğin İsveç’de 0.3-2.2/100,000/yıl. İnsidans asbest temaslı iş yerlerinde 88/100,000/yıl, çevresel
asbest temaslı köylülerin erkeklerinde 114.8/100,000/yıl, kadınlarında 159.8/100,000/yıl, erionite temaslı
köylülerin erkeklerinde 298.1/100,000/yıl, kadınlarında 400.9/100,000/yıl olarak belirlenmiştir.
Tanı:
Klinik:
Klinik tabloda en çok yan ağrısı ve nefes darlığı yakınmaları vardır. Ayrıca iştahsızlık, halsizlik, kilo
kaybı, terleme gibi yakınmalar da olabilir. Tümör ilerledikçe, tutum yerlerine-toraks içi yapıların
etlilenmelerine bağlı diğer klinik özellikler oluşur. Fizik muayenede esas olarak plevral sıvı muayene
bulguları vardır. Ancak, tümör’ün plevral yüzeyleri çepeçevre sarması nedeniyle etkilenen hemitoraks çöker
ve solunumda hareketsiz görülürken, mediastinal plevra’nın tümöral tutulumu nedeniyle mediasten yapıları
yerlerinde sabit kalır.
Radyoloji:
Standart akciğer grafisi: Grafilerde çoğunlukla plevral sıvı veya sıvı +/- plevrada düzensiz
kalınlaşma görünümü alınır.
BTT: BTT’ nde, en sık saptanan plevral değişiklikler düzensiz veya nodüler plevral kalınlaşma, plevral
patoloji’nin tüm plevral yüzeyleri bir halka gibi sarması–plevral rind ve mediastinal plevral tutulum
bulgularıdır (Şekil 7).
Plevral sıvı laboratuarı:
Özgün bir laboratuar bulgusu yoktur.
Histopatolojik tanı:
Sıvıda stolojik inceleme ile tanı oranı % 10’un altındadır. Kapalı iğne biopsisi ile tanı oranı da, %
40’ın altında, rapor edilmektedir. Ancak BTT rehberliği ile bu oran arttırılabilinir. Eğer plevral arlıkta sıvı ve
yeterli boşluk varsa torakoskopi yararlı bir yöntemdir. Fakat DMM, torakoskopi’nin tanı oranının düşük
olduğu patolojilerden biridir; tanı oranı % 70 civarındadır. Kuşkulu olgularda torakotomi mutlaka
uygulanmalıdır. Histopatolojik olarak tümör üç tip gösterir: Epitelyal, Miks ve sarkomatöz.
Prognoz ve tedavi:
Prognoz ile ilgili parametrelerin yüksek Karnofsky performans indeksi, epitelyal hücre tipi, evre I
hastalar olduğu konusunda gittikçe yaygınlaşan bir kanaat vardır. Tedavi seçenekleri bugün itibari ile kesin
belirlenmiş değildir. Genç, epitelyal tip ve genel olarak erken evre hastalarda radikal bir cerrahi uygulama
(plöropnömonektomi), takiben radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarının sürveyi tedavi edilmeyenlere göre
uzattığı belirlenmiştir. DMM olgu serilerinde, bugüne değin, standart hale gelmiş etkin kemoterapotik ajanlar
yoktur. Kemoterapi objektif cevap oranları, güvenilir yayınlarda, % 20-30 civarındadır ve cevap verenlerde
yaşama süresi kemoterapi almayanlara göre anlamlı ölçüde uzun çıkmaktadır. Radyoterapi tümör’ün lokal
yayım özelliği nedeni ile cerrahi işlem yapılan yerlere proflaktik olarak verilir. Bu hastaların takibinde ağrı
kontrolü en önemli sorun olmaktadır.
PLEVRA TÜBERKÜLOZU (TÜBERKÜLOZ PLÖREZİ)
Patogenez:
Plevra’nın tüberkülozu, genel olarak tüberküloz’da olduğu gibi, dünyanın belli bölgelerinde, etkenle
temas etme şansı daha fazla olduğundan daha sık olarak gelişir, klinik tablosu ve seyri farklılıklar gösterir, o
toplum için de daha fazla önem taşır. Son 10 yılda tüberküloz tanısı alan olguların % 95’i gelişmekte olan
ülkelerden köken almıştır.
Tüberküloz plörezi, primer enfeksiyonun komplikasyonu olarak gelişebilir, nadiren de reenfeksiyon
tüberkülozu. Tüberküloz havuzunun geniş olduğu ülkelerde, yani gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde,
sorun primer enfeksiyonun komplikasyonu olarak görülür. Primer enfeksiyondan 6 – 12 hafta sonra, hemen
plevra altındaki akciğer parankiminde yer alan kazeöz bir odağın plevraya açılması sonucu mikobakteriyel
antijenlerin plevral aralıkta daha önce duyarlı hale gelmiş T-lenfositler ile etkileşimi sonucu “gecikmiş tip
hipersensitivite reaksiyonu” gelişir; plevral enflamasyon olur. Bu seyir boyunca serum proteinlerine ve eşliğinde
sıvıya kapiller geçirgenlik artar; plevral aralıkta artan osmotik basınç sıvı gelişini artırır, plevral yüzeydeki
yaygın etkilenim nedeniyle azalan lenfatik dranaj da sıvı birikimine katkıda bulunur. Bu işlev plevra’da bir
“tüberküloz enfeksiyonu” değil, bir “aşırı duyarlılık reaksiyonu” dur. Yukarıda konu edilen bu seyir, doğal
olarak, hastalığın daha genç yaşlarda, 20 yaş civarında oluşmasını sağlar. Bizim ülkemizde de tüberküloz plörezi
çoğunlukla bir genç yaş hastalığıdır. Tüberküloz’un ender olduğu gelişmiş ülkelerde ise sorun, patogenezdeki
farklılık, yani olayın bir renefeksiyon şeklinde oluşması nedeniyle, daha ileri yaşlarda, 50 yaş civarında görülür.
Tanı:
Klinik:
Tüberküloz plörezi, enfeksiyonun sık olduğu ülkelerde tanı için fazla zorluk çekilmeyen bir plevral sıvı
nedenidir. Bu ülkelerde hastalık, çoğunlukla, genç yaşlarda görülür. Genel olarak, 1-2 haftaya yayılan silik bir
klinik tablosu vardır. Halsizlik, iştahsızlık, terleme, orta derecede yükselen ateş, nadiren nefes darlığı ve yan
ağrısı temel klinik tabloyu oluşturur. Fizik muayenede etkilenen tarafda plevral sıvı muayene bulguları vardır.
Sıvı genellikle orta miktardadır. Geciken olgularda plevral yapışıklıklar olabileceği için sıvı alımında zorluk
çıkabilir. Tanı zorluğu, esas olarak, gelişmiş ülkelerde-ileri yaşda sıvı gelişen hastalarda olur, çünkü benzer
tabloyu yapabilecek bir çok eksüda nitelikli sıvı nedeni vardır.
Radyoloji:
Tüberküloz plörezi’li hastaların standart akciğer grafilerinde “plevral sıvı görünümü” dışında bir
bulgu yoktur. Sıvı çoğunlukla orta miktardadır. Sıvı örtüsü nedeniyle alttaki parankim genellikle görülmez,
bu nedenle sorun oluşturan parankim lezyonu görülmeyebilir. BTT’nde, düzgün yüzeyli ve genellikle 1 cm
den daha az kalınlaşmış plevral yüzeyler arasında plevral sıvı görünümü vardır. Olguların % 10-20’sinde
parankimdeki odak saptanabilir. Gecikmiş olgularda, plevral aralıkta oluşabilecek yapışıklıklar ve
kalınlaşmalar nedeniyle, yer yer ankiste sıvı, düzensiz kalınlaşmış plevra görünümleri alınabilir (fibrotoraks).
Plevra sıvısı laboratuarı
Plevra sıvısı, çoğunlukla serosanginöz görünümdedir ve eksüda niteliğindedir. Çok erken dönemde
sıvıda PMNL hakimiyeti olsa da, takiben hakim hücreler lenfosit’e döner, mezotel hücreleri yok veya azdır
(% 5 altı). Sıvı glukoz düzeyi düşük olabilir. Patogenez özelliği nedeniyle yaymalarda basil görülmesi
beklenmez, yani Z-N boyası ile hazırlanan direkt yaymaların tanı değeri yoktur. Plevral sıvı’nın L-J
kültürlerinde etken üreme oranı % 30 civarındadır. BACTEC besi ortamı basil üreme şansını fazla arttırmaz
ama, üreme olacaksa, süresini kısaltır. Tüberküloz plörezili olguların balgam kültürlerinde etken saptama
oranı da % 5’in altındadır.
PPD:
PPD deri testi, tüberküloz plörezili olguların en az % 30’unda negatifdir. HIV pozitiflerde bu oran %
60’dır. Negatif bir PPD tanıyı reddettirmez, yani PPD bir tanı parametresi olarak kullanılamaz. Ancak
tüberküloz’un sık görüldüğü ülkelerde, uygun klinik ve sıvı laboratuarına sahip olguların yorumlanmasına,
aşağıda tekrar değinileceği gibi, katkıda bulunabilir.
Histopatolojik tanı:
Plevra’daki yaygın etkilenim ve lezyonun tipik “kazeifikasyon gösteren granülomatöz enflamasyon”
olması nedeniyle, plevra’dan alınan doku örneklerinin dikkate alınması gereken yükseklikte tanı şansı vardır.
Kapalı plevra iğne biopsisi’nin tanı oranı % 50 – 70 arasında, torakoskopi’nin tanı oranı % 95 civarındadır.
Kapalı iğne biopsisi’nde alınan örnek, mikobakteri yönünden, hem histopatolojik hem de mikrobiyolojik
incelemeye tabi tutulursa tanı şansı % 80’in üstüne çıkar.
Adenozin deaminaz (ADA):
Plevra sıvısı adenozin deaminaz (ADA) seviyesi, son yıllarda çok çalışılan, artık tanıda belli
konuma gelmiş bir parametredir. Plevral sıvıda bu enzim seviyesinin 45 U/L’nin üstüne iki hastalıkta çıktığı
saptanmıştır: Tüberküloz plörezi ve ampiyem. Genel olarak 70 IU/L’ nin tüberküloz plörezi’ye işaret ettiğini
kabul edebiliriz. Dolayısıyla ADA seviyesi son derece yararlı bir parametre haline gelmiştir. Bugün bir
prensip olarak şunu belirtebiliriz. Genç bir hastada, klinik ve sıvı laboratuarı uygunsa, PPD pozitif ise, ADA
plevral sıvı düzeyi 47 U/L üstünde ise ve sıvı ampiyem’ e uymuyorsa “tüberküloz plörezi” tanısını koyup,
tedaviye başlayabiliriz. Daha ileri yaştaki bir hastada, bu tabloya ek olarak histopatolojik tanı çalışması ile
tanıyı doğrulamamız gerekir, ancak söz konusu tablo, geç kalmamak için, tedaviyi başlatma kararına yeter.
ADA düzeyi ülkemizde ticari laboratuarlarda bakılabilmektedir, sosyal güvence sistemine de dahil bir testdir.
ADA’ya benzer tanı yararlılığı olan bir başka parmetre de plevral sıvı interferon gama düzeyidir. Ancak
hem pahalı hem de olağan kullanımda yoktur.
Polimeraz zincir reaksiyonu (PCR):
Tüberküloz tanısında, başlangıçta, çok umut bağlanan bir yöntem. Ancak zaman içinde duyarlılığın
ve özgüllüğün kullanılan DNA elde edim yöntemlerine bağlı olarak etkilenebileceği gösterildi. Çalışmalarda,
plörezi tüberkülozda, plevral sıvıda PCR ile etken tayin etme oranı (duyarlılık) % 20 – 85 arasında,
özgüllüğü ise genel olarak % 70-100 arasında değişmiş, kullanılan DNA-prob özelliği kadar, plevral sıvıdaki
basil sayısının da bu oranlarda etkili olduğu saptanmıştır. Standart tüberküloz kültürü pozitif olanlarda PCR
pozitifliği % 100, negatif olanlarda % 60 civarındadır. PCR’ın, tüberküloz plörezi tanısındaki yerinin
belirlenmesi, daha fazla sayıdaki çalışmaya ihtiyaç göstermektedir.
Tedavi:
Tüberküloz plörezi, geç tip aşırı duyarlılık reaksiyonu seyri nedeniyle, tedavi verilmese de
kendiliğinden düzelme yoluna girebilir. Ancak, antitüberküloz tedavi verilmeyen hastaların % 65’inde, 5 yıl
içinde akciğer tüberkülozu geliştiği belirlenmiştir. Ayrıca antitüberküloz tedavi almayan olgularda plevral
sekel kalma şansının daha yüksek olduğu da öne sürülmektedir. Bu nedenle tüberküloz plörezi tanısı alan
hastada antitüberküloz tedavi kuraldır. Tedavi için genel olarak altı aylık rejim önerilir. Ülkemizde direnç
oranı yüksek olduğu için ilk iki ayda dörtlü (INH, rifampisin, etambutol, pirazinamid), takip eden sonraki 4
ayda (INH, rifampisin) ikili rejim uygundur.
Hastaların yaklaşık % 50’sinde plevral kalınlaşma bir sekel olarak kalır, hatta çok az sayıdaki hastada
bu nedenle dekortikasyon gerekebilir. Hangi hastalarda sekel kaldığı konusunda ön bilgimiz yoktur. Plevral
sıvı’nın drenajı sekel kalma şansını azaltmaz. Kendi klinik tecrübemiz plevral sıvı’nın tam boşaltıldığı
hastalarda sekel kalma şansının, boşaltılmayanlara göre daha fazla olduğudur; bu, belki, inflamasyonlu
plevral yaprakların erken karşı karşıya gelmesi nedeniyledir. Sıvı drenajı, plevral sıvı nedeniyle nefes darlığı
olan hastalarda, bu yakınmayı azaltmak için, örneğin 1000 ml civarında sıvı alarak, yapılabilir.
Kortikosteroid kullanımının da sekel kalma üzerine etkisinin olmadığı, aksi görüşler olsa da yaygın
kanaatdir. Ancak yüksek ateşli, semptomları uzun süren ve ağır olgularda steroid tedaviye eklenebilir. Tercih,
40 mg prednisolon ile başlayıp, haftalık dozlarla inip, bunu 1 ay kadar devam ettirmektir.
Tüberküloz ampiyemi:
Nadir görülen bir tüberküloz komplikasyonudur. Parankim tüberkülozu geçiren bir hastada basilinenfeksiyonun plevraya da yayılması ile oluşur. Plevral aralıkta püy vardır, püy basilden çok zengindir. Son
zamanlarda pek rastlanılmayan bu şekil tüberküloz, eskiden tüberküloz nedeniyle yapay pnömotoraks
yapılanlarda veya torakoskopi’ye girenlerde beklenmesi gereken bir komplikasyondu. Bu tip eski hastalarda,
genellikle plevral aralıkda kolesterolden zengin- koyu renkte sıvı, iki plevral yaprakta da belirgin kalınlaşma
ve visseral plevra’da dağınık kalsifikasyonlar saptanır. Tedavide antitüberküloz tedavinin yanısıra
tekraralayaın torsentezler ile püy’ün alınması gerekir. Ayrıca bu hastalarda bazen enfeksiyonu durdurabilmek
için ekstraplevral pnömonektomi de gerekebilir.
PARAPNÖMONİK PLÖREZİ
Tanım:
Bir akciğer enfeksiyonu geçirirken (pnömoni, abse, bronşektazi) aynı tarafta eksüda niteliğinde plevral
sıvı toplanmasına parapnömonik plörezi (PPP) adını veriyoruz. PPP, tüm plevral sıvıların yaklaşık üçte birini
oluşturur. Ülkemizde yılda yaklaşık 50-60,000 olgu bekleriz. Bu yüksek bir rakamdır ve aynı önemde sosyal ve
ekonomik boyut taşır. Pnömoni olgularının yaklaşık % 40’ında PPP gelişir; oran pnömoni ajanına bağlıdır.
Plevral aralık’daki sıvıda bakteri var ve bakteriyel işlev aktif ise, plevral aralık’da yapışıklıklar gelişmesine
eğilim doğar, buna “komplike PPP” adını veririz. Plevral aralık’da doğrudan görünüm olarak yoğun lökosit
birikimine bağlı “püy” varsa, bu sıvı da “ampiyem” olarak adlandırılır. Yani ampiyem, PPP’nin seyrine bağlı
gelişebilir, ama ampiyem başka nedenlerle de, örneğin septik embolizm, hiatrojenik, pnömotoraks’a ikincil gibi
akciğer enfeksiyonu dışı nedenlerle de gelişebilir; PPP, tüm ampiyemlerin yaklaşık % 50’ sinden sorumludur.
Etkenler ve patogenez:
Bakteriyel etkenlerin sorumluluk sıklığı zaman boyunca değişiklik göstermiştir. Son yıllarda olguların
yaklaşık % 60-65’inde aerobik etkenler tek başına sorumlu saptanmış, anaerobiklerin tek başına sorumluluk
oranı % 10-15, miks enfeksiyonlar ise % 15-20 olarak belirlenmiştir.
PPP gelişim seyri şöyledir: Akciğer parankimindeki enflamatuar süreç visseral plevraya uzar ve burada
“lokal plöretik reaksiyon”a yol açar. Bu reaksiyon komşuluktaki paryetal plevra’da da etkilenime yol açar,
böylece plevral yüzeydeki kalınlaşmalar nedeniyle plevral sürtünme olur; hasta plöretik ağrı hisseder,
oskültasyonda frotman alınır. Bu inflamatuar işlev sırasında bölgesel kapillerlerin ve lokal dokunun mediatörler
etkisiyle geçirgenliği artar ve plevral aralıkta steril bir sıvı toplanmaya başlar. Sıvıda hücresel çoğunluk
PMNL’dir, pH ve glukoz düzeyi normal, LDH düzeyi 1000 IU altındadır; PPP gelişimindeki bu aşamaya
eksüdatif dönem diyoruz. Eğer seyir bu aşamada kontrol edilememişse; yani hasta antibiyotiksiz ise yada
inefektif antibiyoterapi alıyorsa, bakteriyel işlev plevral yüzeylerde de başlar, böylece hasta fibropürülan dönem’
e girer; plevral aralıkta hücre sayısı çok artar, fibrin gelişir, plevral sıvıda fibrin parçacıkları toplanmaya başlar;
sıvı glukozu düşer, pH’sı düşer (genellikle 7.2 altına), LDH 1000 IU üstüne ulaşabilir; sıvıda hücresel olarak
tamamen PMNL hakimiyeti vardır, hücrelerin yoğunluğundan dolayı sıvı bulanık görülebilir (püy); sıvıda
mikrobiyolojik yöntemlerle bakteri gösterilebilir. Yani bu aşamada sıvı ampiyem karakterine sahip olabilir. Bu
aşamada da hala tedavi ugun değilse hasta organizasyon dönemi’ne girer; plevral yüzeylerdeki ve sıvıdaki yoğun
fibrin aktivitesi yer yer plevral yaprakların yapışmasına yol açar, plevral aralık’da çokca yapışıklığın oluşturduğu
“enfeksiyon poşları”; yani bir başka deyişle çok sayıda plevral abseler oluşur. Bu aşamaya “komplike olmuş
PPP” ’de diyebiliriz. Bu seyirden anlaşıldığı üzere, PPP, basit ve kendiliğinden çözünen bir sıvı olmaktan çıkıp,
eğer zamanında ve isabetli tedavi verilmez ise ciddi bir patolojik soruna dönüşebilmektedir.
Tanı:
Klinik:
PPP gelişmesi, eas olarak pnömoni klinik tablosunu çok fazla değiştirmez. Pnömoni tablosuna, sadece
plevral sıvı varlığı’nın katkıları olabilir; erken dönemde plöretik ağrı, daha sonra o taraf göğüste sıkıntı, baskı,
sıvı fazla ise nefes darlığı. Fizik muayene bulgusu olarak da, yine plevral sıvı muayene bulgularını alabiliriz.
Anaerobik etkenlerle gelişmiş akciğer enfeksiyonları ve PPP’ nin ardında genellikle anaerobik
enfeksiyonların bilinen kolaylaştırıcı faktörleri vardır: Ağız hijyeni bozukluğu, ağır alkol alımı, ilaç alımı veya
diğer bilinç bozukluğuna yol açan durumlar, özefagus – trakea perforasyonları gibi.
Radyoloji:
PPP, standart grafilerde eğer parankim infiltarsyonu varsa, klinikte tipik toksik tabloyla kolayca akla
gelebilir. Ancak parankimin gözlenemediği olgularda tek bulgu plevral sıvı görünümüdür. Eğer sıvı
görünümüne rağmen torsentez ile sıvı alınamıyorsa, plevral yapraklar arasında yapışıklıklar gelişmiş olabilir;
dekubitus ve diğer grafilerde sıvının dinamik olmaması, yani şekil ve konum değiştirmemesi yapışıklıklar
geliştiğine işarettir.
BTT de ampiyem’de yararlı görünümler verebilir. Normal seyirde hafif ama düzgün kalınlaşmış
plevral yüzeyler arasında sıvı toplanması, kalın bir tabakanın ikiye ayrılıp tekrar birleşmesi ve arada sıvı
görünümü (split işareti), subplevral yumuşak dokuda hipertrofi, plevral sıvıda hava tanecikleri PPP’ye iaşeret
eden bulgulardır. BTT’inde sıvı perdesi bir örtü olmaktan kalktığı için parankimdeki infiltrasyon görülebilir.
Ayrıca, eğer varsa, plevral yapışıklıklar, yani plevral poşlar da görülebilir. Gecikmiş, tam tedavi olmamış
olgularda, plevral aralıkta oluşan yapışıklıklar ve kalınlaşmalar nedeniyle, yer yer ankiste sıvı, düzensiz
kalınlaşmış plevra görünümleri alınabilir (fibrotoraks-pakiplörit).
Ultrasonografi de, PPP’de yararlı bilgiler verebilir; dens-yoğunluğu yüksek bir sıvı görünümünün
yanısıra, plevral sıvıda yüzen fibrin kümeleri, plevral yapışıklıklar, poşlar gösterilerek sıvının PPP karakteri
elde edilebilir.
BTT ve ultrasonografi’nin bir başka yararı da, ponksiyonlar için yada göğüs tüpü yerleştirmek için
plevral lokalizasyon yapmalarıdır.
Plevra sıvısı laboratuarı
Plevra sıvısı eksüda niteliğindedir. Genel olarak başlangıç döneminde serosanginöz bir görüntü
verir. Ancak sorun ilerliyorsa çok miktardaki PMNL’ler nedeni ile sıvı görünümü bulanıklaşır. Hakim hücre
tamamen ve sayıca da artmış olan PMNL’dir. Sıvı glukoz ve pH içeriği, PPP seyrine göre düşer. LDH daima
yüksektir.
Sıvının mikrobiyolojik analizi; özellikle Gram boya ve kültür çalışmaları yapılmalıdır. Etken üretme
şansı ajana göre değişir (Tablo 3).
Tedavi:
Antibiyotik: Tedavinin temelidir. Enfeksiyon düşüncesi doğduğu anda, ilk mikrobiyolojik
örneklemelerin hemen ardından, pnömoni tedavi ilkelerine uyularak amprik seçimle antibiyotik
uygulanmasına başlanmalıdır. Uygun olmayan yada gecikmiş antibiyotik tedavisi PPP seyrindeki kötü
gelişimin en belirleyici sorumlusudur. Sıvı gelişmiş pnömoni “komplike pnömoni” kavramına girdiğinden
tedavi parenteral olmalıdır. Kitabın “pnömoni” konusunun işlendiği kısmında antibiyotik tedavisi
detaylarıyla verildiğinden, antibiyotik tedavi ilkeleri burada konu edilmeyecektir. Ancak bir dip not olarak,
aminoglikozidlerin plevral aralığa penetrasyonlarının düşük olması nedeniyle, PPP gelişmiş akciğer
enfeksiyonu tedavisinde tercih edilmediklerini belirtmeliyiz.
Sıvı drenajı: Sıvının çok erken döneminde drenaj gerekmeyebilir, ancak ilerleyen dönemlerde drenaj
uygulama zamanı ve şekli morbidite-mortalite için önem kazanabilir. Uygun ve yerinde müdahaleler aynı
zamanda hem hasta, hem de çevre için çök önemli sosyo-ekonomik kayıpları da engelleyecektir. PPP’ de
sıvıya yönelik tedavi ilkeleri Şekil 8’deki şemadadır.
.
Şekil 8. Parapnömonik plörezi’de sıvıya yönelik tedavi algoritmi
Plevral aralık’da yapışıklıklar var ve drenaj yeterince olmuyorsa, fibrinolitik ajanlar intraplevral
verilebilir. Streptokinaz ve ürokinaz bu amaçla kullanılabilir. Kullanılacak doz ve süre hakkında kesinleşmiş
kabuller yoktur. Bizim uygulamamız, streptokinaz 250,000 U intraplevral aralığa, 100 ml serum fizyolojik
içinden göğüs tüpü yoluyla 12 saatte bir verilme şeklindedir (günde bir kez öneren yazılar da vardır).
Uygulama süresi konusunda da kesinleşmiş bilgi yoktur. Biz, drenaj artmasına koşut olarak radyolojik
düzelme oluşuyorsa yada belirgin şekilde yapışıklıklar açılıyorsa, streptokinaz uygulamasına devam
ediyoruz. Uygulamanın kesilmesi için radyolojik değişimin durmasını bekliyoruz. Streptokinaz’ın kesilmesi
için drenajın azalması beklenmemelidir. Çünkü yakın tarihli bir yayında streptokinaz’ın kendiğliğinden sıvı
oluşumunu arttırdığı gösterilmiştir.
Tedavi amaçlı torakoskopi: Komplike PPP tüp drenajına ve fibrinolitik tedaviye cevap vermiyorsa,
torakoskop ile plevral aralığa girilerek yapışıklıklar forseps ile açılabilir, böylece plevral aralık tekrar
oluşturulur, tüp drenajı etkili hale gelir. Özellikle çocuklarda, bu endikasyonla, torakoskopi kullanımı
konusunda artan bir eğilim vardır.
Torakotomi ve dekortikasyon: Başarısız, ancak uzamış göğüs tüpü drenajı, bir yandan kendi başına sorun
oluşturma şansı kazanırken (ikincil enfeksiyon, fistül, açık drenaj dönüşümü gibi), bir yandan da alttaki
sorunun daha da yaygınlaşmasına neden olabilir. Bu nedenle tüp drenajı, fibrinolitik tedavi ve
torakoskopi’den yarar görmeyen hastalarda, sistemik enfeksiyon bulgularının bastırılmasını takiben, fazla
beklenmeden, torakotomi-dekortikasyon yapılması görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu girişimin amacı
plevral yapışıklık ve kalınlık kalmasını engellemek değil, enfeksiyonu durdurmak-enfeksiyon alanının
temizlenmesine katkıda bulunmaktır. Süre ve endikasyonlar hakkında kesinleşmiş kurallar yoktur. İyi bir
antibiyotik baskısı yapılabilmiş ise, işlemin başarı oranı % 95, mortalitesi kabul edilebilir düzeydedir.
Açık drenaj: Torakoskopi veya torakotomi endikasyonu doğmuş, ancak bunlara uygun olmayan; yaşlı, birden
fazla sorunu olan hastalarda uygulanabilecek yöntemdir. Önemli husus açık drenaj başlatıldıktan sonra
pnömotoraks gelişmemesidir. Bunun için işlemden önce göğüs tüpü atmosfere açılarak panömotoraks
olmadığı gösterilmelidir. Açık drenaj başlatıldığında, bunun, aylarca süreceği unutulmamalı, hasta ve
yakınları bu konuda yeterince aydınlatılmalıdır.
DİĞER NEDENLERE BAĞLI PLEVRA SIVILARI
ŞİLOTORAKS
Şilotoraks, duktus torasikus’ un zarar görmesi sonucu plevral aralık’da, ‘chylus (lenf)’
toplanmasıdır. Toplanan sıvı bulanık görünümdedir; santrifüj ile açılmaz. Sıvıda trigliserid miktarı yüksek,
110 mg/dL üzerindedir. Tanı için bu bulgular yeterlidir. Bazı olgularda trigliserid 50 - 110 mg/dL arasında
kalabilir. Bu durumda, sıvıda, lipid elektroforezi ile şilomikronları göstermek gerekebilir. Trigliserid
seviyesi, şilotoraks’da 50 mg/dL’ nin altında beklenmez. Böyle bir durumda sıvı kolesterol seviyesi yüksekse
(genellikle 200 mg/dL’ yi aşar) bu sıvı yalancı şilotortaks, diğer adıyla kolesterol plevral sıvı olarak
tanımlanır.
Yalancı şilotoraks, plevral aralıkta uzun süre bekleyen benign nitelikli sıvılarda hücerelerin dejenere
olması ve hücre membranındaki kolesterolün açığa çıkması ile oluşur. Sıvı kalın fibröz plevral yapraklarla
sarılıdır. Kronik romatoid plörezi, tüberküloz plörezi ve terapotik pnömotoraks yalancı şilotoraksların en sık
üç nedenidir. Bu tip sıvı az miktarda ise bir müdahale gerekmez. Orta veya çok miktardaki sıvılarda
oluşabilecek komplikasyonlar (tüberküloz aktivasyonu, fistüller, restriktif tipde solunum fonksiyon kaybı
gibi...) nedeniyle dikkatli torosentezler gerekebilir.
Tanı çalışmaları için bilgisayarlı toraks ve batın tomografisi yapılmalıdır. Ayrıca lenfografi ile blokaj
veya kaçak yeri de saptanabilir. Tanı konulamayan olgularda, lenfanjioleiomyomatozis kaygısı nedeni ile,
akciğer biopsisini de içerecek olan torakotomi gerekir.
Sıvı semptom verecek düzeyde ise torosentez ile alınmalıdır. Ancak tekrarlayan torosentezler
protein kaybına neden olur. Altta yatan hastalığa yönelik enerjik tedavi şilotoraks sorununu önemli ölçüde
rahatlatabilir; örneğin kalp yetmezelikleri, lenfoma, sarkoidozis gibi. Travmatik şilotorakslarda da
kendiliğinden iyileşme olguların % 50’sinde beklenir. Plörodezis, özellikle malign nedenli şilotorakslarda
tercih edilir. Ancak malign plevral sıvılar kadar başarılı sonuç beklenmemelidir. Bu hastaların tümünde
tedavi boyunca alınacak diyet de önemlidir.
ROMATOİD ARTRİT
Plevral, sıvı romatoid artrit (RA)’ li hastalarda sık olarak gelişmez; erkeklerde % 8-15, kadınlarda %
1-2 civarında görülür. Esas olarak 35 yaş üstü ve subkütan nodülleri olan hastalarda beklenir, olguların % 80’
i erkekdir. Sıvı genellikle artrit gelişiminden uzun süre sonra ortaya çıkar. Olguların yaklaşık % 75’ inde tek
taraflıdır. Sıvı çoğunluka orta miktardadır. Klinikte en sık görülen yakınma nefes darlığı ve göğüs ağrısıdır;
hastaların % 30-50’sinde semptom yoktur.
Patolojik olarak visseral plevrada inflamatuar değişiklikler gözlenir, paryetal plevrada ise yaygın halde,
0.5 cm civarında vezikül ve granüller vardır.
Tanı genel olarak kolaydır; romatoid artritli ve nodülleri olan orta yaş veya üstü, çoğunlukla erkek
hastada plevral sıvı. Sıvıda glukoz seviyesi 40 mg/dL altında, pH 7.20’nin altında ve LDH 700 IU üstünde,
romatoid faktör titresi 1:320 üstündedir, kompleman seviyesi düşüktür. Plevral sıvı kolesterol seviyesi
yüksek olabilir ve sıvı yaymasında kolesterol kristalleri de saptanabilir. Bunların saptandığı hasta oranı % 25
civarındadır. Ama esas olarak, plevra sıvısının sitolojisi veya plevral dokunun histopatolojik incelemesi tanı
için son derece yararlı yöntemlerdir.
Sitolojik incelemede nekrotik debrisli bir yayma zemininde yuvarlak veya silendirik multinükleer
makrofajlar ve yaygın PMNL’lerin görülmesi tipikdir. Sık olmamakla birlikte “ragosit” adı verilen “romatoid
artrit hücreleri” görülebilir Bunlar içinde küçük, sferik inklüzyon cisimcikleri içeren nötrofil lökositlerdir.
Plevral doku biopsisi yukarıdaki tipik özellikleri içeren hastalarda gerekli olmaz, ama özellikle
nodülü olmayan hastalarda önerilir. Torakoskopik değerlendirme ve görerek biopside normal mezotelyal
hücre örtüsü yerine, yer yer multinükleer dev hücrelerin adalar oluşturduğu yalancı çok katlı epiteloid hücre
tabakası ve tipik romatoid nodüller kolaylıkla tayin edilir. Kapalı biopsilerde alınan örnek nodül üstüne
düşmezse tipik tanı bulgusu oluşmayabilir.
Tedavi için belirlenen tipik öneriler yoktur, çünkü tedavi seçeneklerinin tatmin edici düzeyde
değerlendirildiği geniş seriler yoktur. Normal tedavi altındaki nodüllü, artritli hastalarda ek tedavi genellikle
gerekmez. Sıvı stabil kalıyorsa rezolüsyona uğraması beklenebilir. Eğer nefes darlığı varsa sıvı bir miktar
boşaltılabilir. Sıvı artıyorsa boşaltılıp intraplevral steroid verilebilir; yararlı olduğuna veya yararsız olduğuna
dair olgu raporları vardır. İlerleyen ve semptomatik olgularda steroid sistemik olarak da denenebilir. Ender
olarak, plevral kalınlaşma artarak torakotomi-dekortikasyon gerektirebilir.
Romatoid artrit nedenli plevral sıvısı olan hastalarda komplike parapnömonik plörezi gelişme oranı
yüksektir. Bu, nedeni bilinmeyen ancak dikkatte kalması gereken bir eğilimdir.
SİSTEMİK LUPUS ERİTEMATOZİS
Sistemik lupus eritematozis (SLE)’ de plevral tutulum-etkilenim sıklığı yüksektir. Hastalığın seyri
boyunca plevral tutulum bulguları olan hasta oranı, serilere göre, % 16 – 50 arasında değişmektedir.
Plevral sıvı gelişen SLE’li hastaların çoğu kadındır. Sıvı az miktarda veya orta miktarda olabilir,
olguların % 50’sinde iki taraflıdır. Plevral sıvıyla birlikte parankim tutulumu da olabilir. Sıvılı hastalarda
plevral tutulumla ilgili yakınma, eğer varsa, genellikle hafif plöretik ağrıdır. Ateş ikinci sıklıkta saptanabilen
bir bulgu olabilir.
Plevradaki patolojik değişiklik çoğunlukla akut fibrinöz plöritis’dir, daha az olmak üzere kronik
enflamasyon, fibrozis ve plevral kalınlaşma da saptanabilir.
Plevral sıvı sarı-serosanginöz görünümdedir. Hücresel olarak PMNL hakimiyeti vardır. RA nedenli
plevral sıvıdan farklı olarak, çoğunlukla, LDH seviyesi 700 IU altında, glukoz seviyesi normal, pH 7.20
üstünde ve kolesterol seviyesi normaldir. Sıvı ANA titesi 1:320 üstünde ise sıvı nedeni olarak SLE tanısı
doğrulanmış olur. SLE’li olguların % 25’inde plevral sıvıda LE hücreleri görülebilir.
Tanı için plevral doku örneğinin histopatolojik inecelemesi, eğer immünofloresan mikroskop da
kullanılacaksa oldukça yararlıdır. “İlaç nedenli SLE” li hastalarda özgün boyanan hücreler tanıyı
kesinleştirebilir.
Bazı ilaçlar “lupus benzer sendom” oluştururlar, bu tablo içinde plevral sıvı ortaya çıkabilir. Böyle bir
sorunu oluşturduğu kesin gösterilen ilaçlar hydralazine, procainamide, isoniazid, phenytoin ve
chlorpromazine’ dir. İlaç nedenli SLE sıvısında ANA titresi, normal SLE’ deki kadar yükselmez, olgularda
renal tutulum oranı düşüktür ve ilaç kesildiğinde sorun hızla geriler. Ayrıca SLE’li hastalarda nefrotik
sendrom, üremi, kalp yetmezliği, pulmoner emboli sık karşılaşılan ek hastalıklardır ve bunların da doğrudan
plevral sıvı yapabileceği unutulmamalıdır.
Tedavide, kendiliğinden iyileşmeler görülse de, esas olan sistemik steroid uygulamasıdır. Genellikle 1
mg/kg perdnisolon veya 80 mg gün aşırı prednisolon şekinde başlanır ve azaltılarak devam edilir. Sıvının
steroid’e cevap vermediği olgularda plörodezis veya dekortikasyon önerilir.
ÖZEFAGUS HASTALIKLARI
Özefagus perforasyonu plevra sıvılarının ayırıcı tanısında mutlaka akılda tutulmalıdır. Çünkü
tedavisi acildir ve geciken tedavide mortalite % 100’ dür. Özefagus perforasyonlarının en sık nedeni
gastroözefagoskopi uygulamasıdır; serilere göre değişmekle birlikte, endoskopi olguların % 70’inde
nedendir. Tüm endoksopilerin de % 1’ine yakınında özefagus perforasyonu bir komplikasyon olarak gelişir.
İkinci sıklıkta özefagus perforasyon nedeni de, özefagus varisleri için yerleştirilen “Blakemore tüpü”
uygulamalarıdır. Diğer görülebilen nedenler ise çoğunlukla özefagus karsinomaları, göğüs operasyonları,
yabancı cisimler, şiddetli kusma ve bulantı ataklarıdır.
Perforasyon hemen mediastinal enfeksiyona, mediastinitis’e neden olur; ardından, mediastinal
plevral rüptür gelişirse plevral sıvı toplanır (% 60); bunların yaklaşık yarısında da pnömotoraks (% 25)
vardır. Gastroözefagoskopi sırasında endoskopist çoğu zaman rüptür oluştuğunun farkına varmaz. Bu tür
hastalarda, bir kaç saat sonra, göğüs ön kısmında ağrı ve yanma başlar, bir kısmında da, özellikle sternum
üzerinde, cilt altı anfizemi gelişir. Sıvı çoğunlukla sol tarafdadır ama sağda yada bilateral alanda da sıvı
olabilir
Radyolojik olarak plevral sıvı ve pnömotoraksın yanısıra, genişlemiş bir mediasten ve mediasten’de
hava görünümü ile karşılaşabiliriz.
Özefagus rüptürü genel olarak % 60 üstü mortalite taşır. Tanı erken dönemde konulamaz ise, gelişen
plevral sıvı’da yüksek özefagus kökenli amilaz, düşük pH, skuamoz epitel hücreleri saptanabilir. Az sayıdaki
olgunun plevral sıvısında da, tipik olarak, yemek kalıntıları vardır. Kuşkulu olgularda özefagografi ile tanı
kesinleştirilir. BTT’den de yararlanılabilinir.
Tedavi cerrahi olarak rüptür tamiri, mediasten ve plevranın drenajı, ardından tüp drenajı devamı ve
uygun antibiyotik’dir. Mediastinal cerrahi açılma mutlaka erkenden yapılmalıdır. İlk 48 saatten sonra rüptür
yeri-hasarlı alan cerrahi dikiş tutmaz. Cerrahiye alınamayan olgularda antibiyotik, drenaj ve nazogastrik tüp
yada T – tüp ile takip yapılır.
PANKREATİTLER
Akut pankreatit, yalancı kistli kronik pankreatit ve pankreatik asit plevral sıvı nedeni olabilen üç
benign pankreas hastalığıdır.
Akut pankreatitli hastaların yaklaşık % 20 sinde, yalancı pankreatik kistli hastaların % 5’inde plevral
sıvı geliştiği bildirilmiştir. Asitli hastalarda da diafragmadan plevral aralığa sıvı geçişi olabilir. Bu olgularda
sıvının karakteristik bulgusu oldukça yüksek amilaz içeriğidir; bu bulgu tanı koydurur.
Akut pankreatit’de plevral sıvı, akut enflamasyondan köken alan sıvının trans-diafragamatik yolla
plevral aralığa gelmesi ile oluşur. Olguların yarısında sıvı sol plevral aralıktadır. Sıvı varsa, akut pankreatit’in
klinik tablosuna nefes darlığı ve plöretik ağrı yakınmaları ve plevral sıvı muayene bulguları eklenir. Standart
grafilerde plevral sıvı görünümünün yanısıra, bazal akciğer alanlarında infiltrasyon ve yükselmiş-hareketsiz
diafram bulgusu alınabilir. Bu nedenle tanı sürecinde pnömoni ve pulmoner embolizm ayrıcı tanısı dikkate
alınmalıdır. Pankreatit tedavisi sırasında sıvı da kendiliğinden emilir. İki haftadan fazla süren sıvılarda
pankreatik abse veya pankreatik yalancı kist gelişmiş olabilir.
Pankreatik yalancı kistli hastalarda plevral sıvı, plevral aralık ile pankreas arasında doğrudan bir fistül
oluşması nedeniyle gelişir. Daha çok alkolik erkek hastalarda görülür (% 95). Plevral sıvı miktarı genellikle
yüksektir ve hastalar öncelikle nefes darlığından yakınırlar. Sıvı, olguların en az yarısında sol tarafdadır. Sıvı,
drenajı takiben aynı gün, hızla tekrar eder. Bu olgularda plevral sıvı yakınmaları ön planda olduğundan klinik
ilk değerlendirmede pankreas sorunu arka planda kalabilir. Ancak uzun süredir hasta ve düşkün, abdominal
yakınmaları olan, pankreatik anamnezi olan hastalarda plevral sıvı varlığı, sıvının kaynağının pankreas
olabileceği düşüncesine yönelmemizi sağlar. Sıvının yüksek amilaz seviyesi tanı koydurucudur, ayırıcı tanıda
yaş ve klinik tablo benzerliği nedeniyle malign hastalıklar önem kazanır, malign plevral sıvıların % 10’unda
da amilaz düzeyi yüksek çıkabilir. Ancak malign hastalarda amilaz düzeyi normalin bir miktar üstünde iken,
pankreatit’li hastalarda 8-10 kat yükselir. Bu nedenle esasen tanı, sıvı amilazı bakılan hastalarda zor değildir.
Bilgisayarlı toraks ve batın tomografisi pankreatik yalancı kisti ve sinüs traktını gösterir. Ayrıca endoskopik
retrograd koloanjiopankreatografi ile sinüs ilişkisi çok rahat gösterilebilir.
Pankreatik yalancı kistli hastaların tedavisinde ilk aşama, pankreatik sekresyonun azaltılmasıdır.
Böylece sinüs kapanması beklenebilir. Hastaya nazogastrik tüp yerleştirilip, intrvenöz hiperalimantasyon
yapılır, pankreatik sekresyonları azaltmak için somostatin veya analogları verilebilir. Bu arada, plevral sıvıya
yönelik olarak da torosentez veya kapalı su altı drenajı yapan merkezler vardır, ancak sıvı boşaltımı genel
kabul görmemiştir. İki haftalık bir konservatif tedaviden sonra düzelme olmazsa cerrahi ile sinüs tamiri
endike hale gelir. Yaklaşık % 50 olguda cerrahi gerektiği belirtilmektedir. Son zamanlarda bilgisayarlı
tomografi rehberliğinde katater yerleştirilerek kist boşaltımı da yapılmaktadır. Kronik pankreatit’li bu
hastalarda yavaş ilerleyen plevral kalınlaşma ve fibrozis beklenebilir. Bu olgular genellikle ilk tedaviden 6 –
7 ay sonra plevral dekortikasyon gerektirirler. Ancak genel anlamda kronik pankreatit nedenli plevral sıvıda
tedavilere cevap oranı iyi, mortalite % 5 altındadır.
DRESSLER SENDROMU (POST KARDİAK HASAR SENDROMU)
Bu sendrom kalp veya perikard’da bir hasar sonrası; myokard infarktüsü, kalp cerrahisi, göğüs
travmaları, pace-maker takılması, anjioplasti sonrası gelişebilir. Çoğunlukla infarktüsden sonraki ikinci,
cerrahiden sonraki 3. haftada geliştiği saptanmıştır. Ateş, plörit - perikardit ve akciğer parankim infiltrasyonu
(pnömonitis) ile karakterize olur. Perikardial tutum ve sıvı, plevraya göre daha belirgin ve klinik olarak da
daha öndedir. Laboratuar olarak serum beyaz küreleri PMNL lehine artar, sedimantasyon hızı yükselir.
Dressler sendromu’nun myokard infarktüsü sonrası gelişme oranı % 3, kardiak cerrahi sonrası gelişme
oranı % 10-15 civarındadır. Sendromun perikardial travmadan sonra bir immün reaksiyon olarak geliştiğine
dair kanaat vardır. Ayrıca hastalığın mevsimsel bir ilişki gösterdiği, viral enfeksiyonların yaygınlaştığı
dönemde sıklaştığı, bu nedenle viral ajanlarla immün değişikliklerin etyolojik ilişkide olabileceği
düşünülmektedir.
Ayırıcı tanıda en önemli sorun pulmoner embolizasyon’dur. Çünkü hemoperikardium riski nedeniyle
Dressler sendromu’nda antikoagülan kullanımı risklidir.
Tedavide antienflamautar ilaçlar, tercihen aspirin, önerilir. Ciddi klinik tabloda steroid kullanılabilir.
Prednisolon 30–40 mg eşdeğeri ile başlanıp 5 mg’lık düşme ile devam edilir. Koroner arter cerrahisi sonrası
gelişirse greft oklüzyonu olabileceği dikkate alınmalıdır.
KORONER ARTER BY-PASS CERRAHİSİ SONRASI GELİŞEN PLEVRAL SIVI
Koroner arter by-pass greft cerrahisi sonrası ilk bir ay içinde, olguların % 50 – 80’ inde, sol plevral
aralık çoğunluk olmak üzere, cerrahi sırasındaki plevral travmaya bağlı olarak oluştuğu düşünülen plevral
sıvı gelişebilir. Sıvı çoğunlukla az veya orta miktardadır, genellikle ilk günlerde beklenir. Sıvı ilk hafta
sonrası gelişirse tanı amaçlı torosentez yapmalıyız, çünkü pulmoner emboli, Dressler sendromu, kalp
yetmezliği ayırıcı tanısı dikkatle yapılmalıdır. Cerrahi’den birkaç ay sonra da gelişebildiğine dair literatürde
yayınlanmış az sayıda olgu raporu vardır. Sıvı miktarına bağlı olarak nefes darlığı, ateş ve hafif şiddette bir
göğüs ağrısı olabilir. Plevral sıvıya yönelik özgün bir tedavi çabasına gerek yoktur.
ÜREMİK PLEVRAL SIVI
Renal yetmezlikli hastaların % 3’ ünde gelişen plevral sıvı’dır. Aslında üremi nedeniyle ölen
hastaların otopsilerinde fibrinöz bir plörit olguların % 20’sinde saptanmıştır. Hastalığın gelişme şansı ile
üremi şiddeti arasında ilişki yoktur. Patogenez bilinmiyor. Hastaların yarısı asemptomatikdir. Kalan yarısında
ateş, göğüs ağrısı, öksürük ve dispne saptanabilecek bulgulardır. Sıvı orta veya çok miktarda olabilir. Sıvı
çoğu olguda serosanginöz görünümdedir, ama hemorajik de olabilir. Tanı için, esas olarak, renal yetmezlikli
bir hastada pulmoner emboli, plevral enfeksiyon, fazla sıvı yüklenmesi ve malign hastalığın ekarte edilmesi
gerekir. Sıvının biyokimyasal veya diğer bir özelliği yoktur. Tedavide temel seçenek diyalizdir. Olguların %
75’inde diyaliz ile iki – üç haftada sıvı kaybolur. Sıvı artan hastalarda plörodezis veya plöroperitoneal şant
uygulanabilir. Az sayıdaki hastada plevral kalınlaşma olur ve ilerler. Bu hastalarda eğer fizyolojik kayıp da
varsa dekortikasyon gerekir. Dekortikasyon bu hastalarda komplikasyon oranı yüksek bir işlem olmamıştır.
İLACA BAĞLI PLEVRA SIVILARI
İlaca bağlı plevral sıvılar, olduğundan daha ender saptanır, çünkü ilaç kesilir kesilmez emilir ve
kaybolurlar. Bu nedenle plevral sıvı oluşan ve ilk değerlendirmede tipik bir yönlenim yapılmayan hastalarda
ilaç anamnezini mutlaka öğrenmeliyiz. Lupus benzeri sendrom yapan ilaçlar da, oluşturdukları tablo içinde
plevral sıvı yapabilirlerdi. Tablo 1’de, iyi kanıtlanmış plevral sıvı nedeni olabilen ilaçlar yer almaktadır. Bu
ilaçların yapabileceği plevral sıvılar genel olarak serosanginöz görünümde, eksüda niteliğinde, hücresel
analizde eosinofili gösterebilen sıvılardır. Tanı, ilaç anamnezi alındıktan sonra, muhtemel diğer nedenlerin
elimine edilmesi ile öngörülür, ilaç kesilince bulguların kaybolması ve ilaç almadığı zaman tekrar etmemesi
ile de tanı konulmuş olur.
Nitrofurantoin, son zamanlarda kullanımı azalmış, üriner sistem enfeksiyonlarına karşı yaygın
kullanılan bir ilaçdı. Ateş, pnömonik infiltrasyon ve plevral sıvı tablosu ile akut bir enfeksiyona neden
olabileceği gibi, kısmen yavaş seyirde, gittikçe artan bir dispne’nin hakim olduğu bir tablo da oluşturabilir.
İlaç kesildikten sonra, akut formda bir- iki gün içinde, kronik formda biraz daha yavaş olarak pulmoner
bulgular kaybolur.
Amiadorone, son yıllarda sunulan bir antiaritmiktir. Atrium fibrilasyonu’ndaki iyi etkinliği nedeniyle,
kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Ancak kullanan hastaların % 5-10’unda pulmoner toksisite geliştiği, bu
hastaların da % 5-10’unun akciğer fibrozisi nedeniyle kaybedildiği rapor edilmiştir. Pulmoner toksisite akut
gelişir, nefes darlığı, kuru öksürük, ateş, kilo kaybı ile ortaya çıkar, radyolojik olarak interstisyel paternde
pnömonik infiltrasyon vardır. Bu gelişim, esas olarak, ilacı günde 400 mg’dan yüksek miktarda alanlarda
beklenir. Bu tablo tipik amiadorone nedenli pulmoner toksisitedir. Ancak parankim infiltrasyonu ile birlikte
plevral sıvı gelişen olgular da rapor edilmiştir. Sıvı’da eozinofil hakimiyeti yoktur, lenfositler daha sıktır.
Parankim anomalisi olmadan da sıvı rapor edilen olgu vardır. İlaç kesildikten sonra kısa sürede olgulardaki
sıvı kaybolmuştur. Ancak amiadorone pulmoner toksisitesi çoğu zaman daha enerjik, steroid kullanılan, bir
tedavi gerektirebilir.
Kliniğimizde yalnız “epdantoin” kullanılmasına bağlı olduğu saptanan ve ilacın kesilmesi ile kaybolan
iki plevral sıvı olgusu vardır. Biri 47 yaşında epilepsi nedeniyle ilacı almakta iken, diğeri 19 yaşında trafik
kazası’na bağlı kafa travması sonucu oluşan konvülsiyonlar nedeniyle söz konusu ilacı kullanmakta idi. Sıvı
her iki olguda da orta miktarda idi ve ilaç kesilince başka bir tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden
kayboldu. Bu olgular şimdi uzun dönem gözlem altındalar.
Son yıllarda asbest temaslı kişilerde “ergo alkoloidleri” kullanımına bağlı plevral sıvı da rapor
edilmiştir.
PNÖMOTORAKS
Plevral boşlukda hava olmasına pnömotoraks diyoruz. Pnömotoraks; spontan, travmatik, hiatrojenik,
katamenial, erken bebeklik olarak sınıflandırılabilinir.
Spontan-kendiliğinden gelişen pnömotoraks, kişide altta yatan bir hastalığın olması veya
olmamasına göre iki gruba ayrılır. Eğer altta hiçbir hastalık yok ise buna “primer spontan pnömotoraks”, eğer
altta bir başka akciğer hastalığı varsa, örneğin KOAH, kistik fibrozis, eosinofilik granülom, silikozis, akciğer
kanseri gibi, buna da “sekonder spontan pnömotoraks” adını veririz.
Primer spontan pnömotoraks erkeklerde yılda 7.4/100,000, bayanlarda 1.2/100,000 olarak rapor
edilmiştir. Ülkemizde yılda 2,500 civarında olgu beklemeliyiz. Olguların hemen tamamı genç, 20 yaş civarı,
kişilerdir. Çoğunluğu sigara içicisidir. Ani gelişen göğüs ağrısı ve nefes darlığı tablosu ile başvururlar.
Muayenede pnömotoraks bulguları; o tarafda solunuma az katılma, vibrasyon torasik alınamama,
perküzyonda hipersonarite ve seslerin azalması veya alınamaması ile karakterizedir. Akciğer filmi tanı
koydurur.
İleri tetkikde, örneğin BTT’nde bunların büyük kısmında, akciğer filminde görülmeyen, parankimde
daha çok periferik yerleşmiş hava kistleri, büllöz değişiklikler saptanabilir. Tedavide, eğer plevral boşlukdaki
hava tüm hemitoraksın % 20’sinden az ise istirahat ve oksijen inhalasyonu önerilir. Eğer hava daha fazla ise
torosentez ile hava boşaltılabilir. Kaçağın devam ettiği veya akciğerin büyük kısmının kollobe olduğu, kan
gazlarının bozulduğu olgularda ise göğüs tüpü - su altı drenajı uygulanır. Pnömotoraks olguların yarısında
tekrar eder. İnatçı olgularda plörodezis veya torakoskopi/torakotomi gerekir.
Sekonder spontan pnömotoraks, daha önce akciğer sorunu olan hastalarda, bu sorunun kolaylaştırması
ile, ama kendiliğinden, pnömotoraks gelişmesine verilen addır. Görülme sıklığı primer spontan pnömotoraks
sıklığına benzer; benzer sayıda yıllık olgu bekleriz. Ancak bunların yaşı daha ileridir. Tablo bazen alttaki
hastalığın kliniği ile örtülebilir. En sık neden olan hastalık KOAH’dır ve olguların önemli bir kısmı KOAH
ekzesarbasyonunda zannedilir; atak tedavisine cevap vermeyen yada başlangıçta ağır olan olgularda
pnömotoraks mutlaka akla getirilmelidir. Çünkü, zaten alttaki hastalık nedeniyle patofizyolojik kayıp vardır,
pnömotoraks bu hastalarda yaşam riski oluşturabilir. Fizik muayenede alttaki hastalık bulguları da tabloda
vardır. Ancak bulgulardaki asimetri bizi ikaz edebilir. Örneğin KOAH’da tek taraflı ronküs olması diğer
akciğer alanında seslerin alınamaması; fibrotik akciğerde bir tarafda selefon raller varken diğer tarafda
seslerin çok derinden gelmesi gibi. Akciğer filmi tanı koydurucudur. Tedavide göğüs tüpü-su altı dranajı
sıklıkla tercih edilir. Ancak pnömotoraks’ın bu hastalarda tekrar etme şansı yüksektir. Ayrıca hava kaçağı bu
hastalarda daha ciddi ve uzun süreli olabilir; dolayısıyla tedavide daha sık plörodezis, torakoskopi veya
torakotomi gerekebilir.
Travmatik pnömotoraks, travma sonucu göğüs duvarından plevral aralığın atmosfere açılmasıdır.
Plevral basınç normalde negatif olduğundan, plevral boşluğa, her nefes alış verişde hava dolar, akciğer
kollobe olur. Eğer akciğer de yaralanmışsa sorun çok daha ciddi demektir. Bu hastalarda dış delikler
kapatılırsa, akciğerdeki kaçağın devam etmesi sonucu yaşam riski kolaylıkla oluşabilir. Hemotoraks da
dikkate alınmak üzere, başlangıçtaki ilk tedavi seçeneği, eğer acil torakotomi yapılmayacaksa, göğüs tüpü-su
altı drenajıdır.
Hiatrojenik pnömotoraks, bizim ülkemizde en fazla “subklavian arter girişimleri” sırasında oluşur,
ikinci sırada torosentezler, üçüncü sırada kapalı plevra biopsileri gelmektedir. Bu olgularda, özellikle
subklavian girişimlerde cilt altı anfizemi de gelişmektedir. Bir diğer hiatrojenik pnömotoraks nedeni de,
ülkemizde son yıllarda artan kullanımına koşut olarak rastladığımız ventilatör barotravması nedenli
pnömotorakslardır. Bu hastalarda genellikle bilinç sorunu nedeni ile klinik yakınma alınması pek beklenmez.
Hastada vital bulguların bozulması, özellikle oksijen satürasyonunun düşmesi, kalp hızının artması,
muyenede bir önceki muayeneye göre tek tarafda sonorite artışı olması ve solunum sesinin rahat
alınamaması, radyolojik olarak tek tarafda havalanma artışı, yani radyolüsensi artışı ve eğer hava fazla ise
mediastenin karşıya kayması pnömotoraksı düşündüren bulgular olmalıdır. Eğer mediastinal hava kaçağı
varsa cilt altı anfizemi de gelişir. Ventilatör pnömotoraksları “tansiyon pnömotoraks” riskine gidiş nedeniyle
çok önemlidir.
Tansiyon pnömotoraks, ekspirasyonda ve inspirasyonda intraplevral basıncın atmosferik basıncı
geçtiği durumdur. Bu bir nevi inspirasyonda açılan, ekspirasyonda kapanan tek yönlü kapak (valve) gibi
işleyen mekanizmadır. En sık ventilatördeki hastalarda ve canlandırma-rezüsitasyon yapılan hastalarda
gelişir. Patofizyolojik olarak hastada kardiak atım hacmi (out put) azalır ve belirgin hipoksemi oluşur.
Klinikde hasta, pnömotoraks bulgularının yanısıra, siyanoz, takipne, bilinç sorunları gibi solunum yetmezliği
tablosu gösterebilir, ayrıca hipotansif ve belirgin taşikardili olabilir. Akciğer grafisinde büyük bir
pnömotoraks’a karşın aynı taraf hemitoraks’da hacim artışı-genişleme, medaistinal itilme, diafram basılması
gözlenebilir. Acil bir durumdur, hiç beklemeden müdahale gerektirir. Hemen yüksek dozda oksijene başlarız,
ardından tanıdan emin olmak için önce geniş bir iğne ile göğüs ön üst kısımdan, tercihen 2. interkostal
aralıkdan ponksiyon yaparız; hava varlığı kolayca doğrulanabilir, ponksiyon iğnesi yeterince geniş ise oradan
uygun bir katater ile plevral boşluk atmosferle ilişkilendirilir, değilse iğne dururken başka bir yerden hemen
göğüs tüpü yerleştirilir. Bu arada re-ekpansiyon pulmoner ödem gelişmemesi için dikkatli olmalıyız, yüksek
hızda oksijen inhalasyonu bu komplikasyon riskini azaltır.
KAYNAKLAR
1.
Barış YI. Asbestos and erionite related chest diseases. Ankara: Semih Ofset Co; 1987: 8-33.
2.
Leung AN, Müller NL, Miller RR. CT in differential diagnosis of diffuse pleural disease. AJR
1990; 154: 487-492.
3.
Gelder Van T, Damhuis RAM, Hoogsteden HC. Prognostic factors and survival in malignant
pleural mesothelioma. Eur Respir J 1994; 7: 1035-38.
4.
Metintaş M, Özdemir N, Solak M, Artan S, Özdemir N, Başaran N, Ekici M, Erginel S :
Chromosome analysis in pleural effusions. Respiration 1994; 61: 330 - 35.
5.
Metintaş M, Özdemir N, Işiksoy S, et al. CT-guided pleural needle biopsy in the diagnosis of
malignant mesothelioma. J Comput Assist Tomog 1995 19: 370-4.
6.
Light RW. Pleural diseases. Baltimore:Williams&Wilkins;1995.
7.
Hillerdal G. Pleural malignancies including mesothelioma. Curr Opin Pulm Med 1995; 1: 339-43.
8.
Sugarbaker DJ, Jaklitsch MT, Liptay MJ. Mesothelioma and radical multimodality therapy: who
benefits ? Chest 1995; 107(suppl): 345S -350S.
9.
Şenyiğit A, Işık FB, Coşkunsel N, ve ark. 305 plevral efüzyonlu vakanın incelenmesi. Solunum
Hastalıkları 1996; 7: 395-04.
10. Metintaş M, Alataş Ö, Alataş F, et al. Comparative analysis of biochemical parameters for
differentiation of pleural exudates from transudates Light’s criteria, cholesterol, bilirubin, albumin
gradient, alkaline phosphatase, creatine kinase, and uric acid. Clinica Chimica Acta 1997; 264: 149162.
11. Miserocchi G. Phsiology and pathophysiology of pleural fluid turnover. Eur Respir J 1997;10: 21925.
12. Light RW. Diagnostic principles in pleural disease. Eur Respir J 1997;10: 476-81.
13. Hillerdal G. Chylothorax and pseudochylothorax. Eur Respir J 1997;10:1157-62.
14. Hamm H, Light RW. Parapneumonic effusion and empyema. Eur Respir J 1997;10:1150-56.
15. Ferrer J. Pleural tuberculosis. Eur Respir J 1997;10:942-7.
16. Heffner JE, Brown LK, Barbieri CA. Diagnostic value of tests that discriminate between exudative
and transudative pleural effusions. Chest 1997;111:970-80.
17. Bilaceroglu S, Cagirici U, Kerim K, Ozacar R. Conyobacterium parvum pleurodesis and survival is
not significantly influenced by pleural pH and glycose level. Monaldi Arch Chest Dis 1998; 53: 1422.
18. Gazguez I, Porcel JM, Vives M, et al. Comparative analysis of Light’s criteria and other
biochemical parameters for distinguishing transudates from exudates. Respir Med 1998;92:762-5.
19. Arbak P, Karacan Ö, Erden F, ve ark. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları
Kliniği’nde 1990-1994 yılları arasında izlenen plevral sıvılı olguların analizi. Tüberküloz ve Toraks
1998;46:256-63.
20. Kart L, Gülmez İ, Kiraz K, ve ark. Plörezilerde etyolojik faktörler. Solunum Hastalıkları
1998;9:619-626.
21. Metintaş M, Hillerdal G, Metintaş S. Malignant mesothelioma due to environmental exposure to
erionite: follow-up of a Turkish emigrant cohort. Eur Respir J 1999; 13: 523-6.
22. Metintaş M, Özdemir N, Hillerdal G, et al. Environmental asbestos exposure and malignant pleural
mesothelioma. Respir Med 1999; 93: 349-55.
23. Metintaş M, Özdemir N, Uçgun İ, et al. Cisplatin, mitomycin, and interferon-α2a combination
chemoimmunotherapy in the treatment of diffuse malignant pleural mesothelioma. Chest 1999;
116: 391-8.
24. Alataş F, Alataş Ö, Metintaş M, Çolak Ö. Diagnostic value of CEA, CA 15-3, CA 19-9, Cyfra 21-1,
NSE and TSA assay in pleural effusions. Lung Cancer 2000;31:9-16.
Download