İndir

advertisement
KURUM
:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
SAYI
:
E. 2013/14-496
TARİH
İHLAL
EDİLEN
YASA
İHLAL
EDİLEN
HAK
KAVRAMLAR
:
:
ÖZET
:
:
:
K. 2014/97
T. 25.2.2014
TCK 103 (Çocukların cinsel istismarı)
TCK 109 (Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma)
ÇHS 19 (İhmal ve istismardan korunma)
ÇHS 34 (Cinsel sömürü)
Çocuğun cinsel istismarı
Vücuda organ sokulması
Yaş tespiti
Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma
Mağdurenin üzerine çıkarak cinsel organını mağdurenin cinsel
organına sokmaya çalışarak çocuğun cinsel istismarı eylemini
vücuda organ sokmak suretiyle gerçekleştirmek istediği
yönündeki iradesini fiili olarak ortaya koyduğu, canı acıyan
mağdurenin ağlamaya ve bağırmaya başlaması üzerine sanığın,
mağdurenin içeride uyuyan kardeşinin uyanabileceği ve babasının
her an gelebileceği korkusuyla eylemini tamamlayamadığı
hususlarının anlaşılması karşısında, sanığın çocuğun cinsel
istismarı eyleminin zora dayalı ve nitelikli cinsel istismar suçuna
teşebbüs mahiyetinde olduğunun ve ayrıca kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçununda sabit bulunduğunun kabulü
gerekmektedir.
DAVA : Sanık M. Y.'un çocuğun cinsel istismarı suçuna teşebbüsten 5237 sayılı
TCK'nun 103/2, 103/4, 35, 103/6 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise aynı kanunun 109/2, 109/3-f, 109/5 ve 62. maddeleri
uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen 05.03.2012 gün ve 437-59 sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi
üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 08.10.2012 gün ve 2012/9548-9558
sayı ile;
"... Sanığın, kendisinde bıçak olduğu tehdidi ile gerçekleştirdiği mağdureyi kolundan tutarak
odaya götürüp burada tutma eyleminin, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakarak tehditle cinsel
istismar suçlarını oluşturması, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anabilim Dalı
Başkanlığının 20.12.2011 tarihli usulüne uygun heyet raporu ile mağdurenin ruh sağlığının
bozulduğunun belirtilmesi ve 5271 sayılı CMK'nın 253/3. maddesine göre uzlaşmaya tâbi bir
suçun uzlaşma kapsamına girmeyen bir suçla birlikte işlenmesi halinde, uzlaştırma işlemi
uygulanma imkanının bulunmaması nedenleriyle tebliğnamedeki bu hususlarda bozma isteyen
düşüncelere iştirak edilmemiştir...",
Açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.04.2013 gün ve 21175 sayı ile;
"... A- Mağdurenin gerçek yaşı konusunda kuşku vardır, zira getirtilen mernis doğum tutanağı
ile Moldova Cumhuriyetince tanzim olunan ve dilimize çevrilen doğum belgesinde
29.09.1995 tarihinde doğan mağdurenin, doğumundan yaklaşık 13 yıl sonra 17.01.2008
tarihinde nüfusa tescil olunduğu, ancak doğumun sağlık personeli yardımıyla yapıldığına dair
bir kaydın da anılan belgelerde yer almadığı anlaşılmıştır. 07.12.2011 tarihi itibariyle
mağdurenin kemik yaşının 16 olduğunu bildiren ve Antalya Eğitim ve Araştırma
Hastanesince tanzim olunan raporda ise heyetin teşekkülünde radyoloji uzmanının yer
almaması nedeniyle hüküm kurmaya elverişli değildir. Keza Yargıtay Yüksek 14. Ceza
Dairesi birçok kararında yaş konusu ile ilgili raporlarda radyoloji uzmanının katılımını
zorunlu görmektedir. Oluşan bu duruma göre nüfus kaydına göre suç tarihinde 14 yıl 8 ay 2
günlük olan mağdurenin yaş tespitine esas olacak kemik grafileri çektirilerek, tam teşekküllü
bir hastanede, içinde radyoloji uzmanının da bulunduğu bir heyetten sağlık kurulu raporu
alınması, duraksama halinde Adli Tıp Kurumundan da görüş sorularak, mağdurenin gerçek
yaşının bilimsel biçimde saptanmasından sonra sanığın sanığın hukûki durumunun
değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
B- Kamu davasına konu olayda sanığın mağdureye organ sokma boyutuna varmayan cinsel
davranışlarda bulunduğunda kuşku yoktur. Ancak olayın rıza ile mi yoksa tehditle mi
gerçekleştirildiği konusunda sanık lehine yorumlanması gereken ciddi bir kuşku mevcuttur;
Mağdurenin daha önce hiç görmediği sanık ile suç tarihinden geriye doğru yaklaşık bir hafta
boyunca sohbet ettiği, evinin adresini yine kendisinin sanığa verdiği, olay gecesi bizzat
mağdurenin beyanına göre sanığın, 'Apartmanın dış kapısını açmazsan, benim kapıyı açmam
iki dakika sürer, seni apartmana rezil ederim' şeklindeki ve gerek dış kapısı, gerekse daire
kapısı kilitli olan evinde bulunan mağdure yönünden meydana gelen zararın nitelik ve niceliği
ile orantısız olan sözleri üzerine, babasına telefon açmak, ya da komşularından yardım
istemek yerine apartmanın dış kapısını sanığa açıp, daha sonra da itirazsız şekilde daire
kapısını açan mağdurenin, kardeşi salonda uyuduğu için sanıkla birlikte yatak odasına
geçmesi, yine mağdurenin kendi beyanına göre kendisinden soyunmasını isteyen ancak
reddetmesi üzerine sanığın, 'Yanımda bıçak var, sen çıkarmazsan ben bıçakla keserek
çıkartırım' sözleri üzerine, sanığın niyetini açıkça anladığı halde sebebi anlaşılamayan bir
şekilde bu kez yan odaya geçip üzerini değiştirip yeniden yatak odasına gelmesi, dosyanın
mevcut haliyle sanığın aksi ispatlanamayan savunmasına göre mağdure ile sanık arasında
rızayla cinsel konulara ilişkin konuşmaları içeren en az bir ses kaydının bulunması, ki-sanık
kolluk beyanında iki adet ses kaydından kısa olanının mağdure ile arasında geçtiğini, uzun ses
kaydının başka bir şahsa ilişkin olduğunu ifade ederken, duruşmada sorulunca uzun ya da kısa
ayrımı yapmaksızın ses kayıtlarının mağdure ile arasında geçen konuşmalara ilişkin olduğunu
beyan etmiş, bu husus mağdureden ise açıkça sorulmamakla birlikte, sanıkla aralarında
telefon görüşmelerinin olduğunu beyan etmiştir- olayın ortaya çıkış şekline ilişkin olarak,
mağdurenin olayı ilk kez halasına anlattığını, halasının da babasına naklettiğini beyan
etmesine rağmen, babası müştekinin beyanlarında, olay gecesi eve ulaştığında kızının
durgunluğundan şüphelenmesi üzerine sorduğu soru üzerine durumu kendisine anlattığını
beyan etmesi, babası ve kardeşiyle birlikte yaşayan ve olay sırasında kardeşi evde olduğu ve
mağdurece sanığa babasının her an eve gelebileceği beyan edildiği halde sanığın, mağdurenin
kendi egemenlik alanındaki evine zorla cinsel ilişkiye girme kastıyla gitmesinin hayatın
olağan akışına uygun düşmemesi hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın olayın
rıza ile olduğu konusundaki savunmasının aksinin dosya kapsamıyla ispatlanamadığı
anlaşılmaktadır.
C- Diğer yandan mağdurenin ağlaması üzerine sanığın mağdureyi bıraktığının kabul edilmesi
karşısında, ağlama eyleminin sanığı eyleminden döndürmeye yeterli ve ciddi bir engel neden
olmaması, bu hususun aşılabilir mukavemetin içinde kalan bir durum olması sebebiyle
eylemin organ sokmak sûretiyle nitelikli cinsel istismara teşebbüs değil, dairenin istikrarlı
kararlarında da vurgulandığı üzere basit cinsel istismar suçu kapsamında kaldığı sabittir.
D- Tüm dosya kapsamına göre sanığın mağdurenin rızasıyla gerçekleştirdiği eyleminde
mağdurenin kemik yaşının suç tarihi itibariyle 15 den büyük çıkması durumunda atılı cinsel
istismar eylemi reşit olmayanla cinsel ilişki suçu kapsamında değerlendirilecek, 15 den küçük
olduğunun tespiti halinde ise TCK 103/1-a maddesi uyarınca basit cinsel istismar suçu
kapsamında kalan eylemi ile ilgili olarak 103/4. maddesi uygulama alanı bulamayacaktır.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile ilgili olarak ise sanığı rızasıyla kendi evine alan
mağdurenin sanık tarafından evinden rızası dahilinde veya rızası dışında dışarıya götürülmesi
veya mağdure evden çıkmak isteyip de sanıkça engellenmesi şeklinde bir vakıa
bulunmadığına göre eylem, mağdurenin 15 yaşından küçük veya büyük olmasına
bakılmaksızın her iki durumda kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturmayacaktır.
Yine diğer yandan;
E- Mağdurenin ruh sağlığı ile ilgili olarak Akdeniz Üniversitesince tanzim olunan 20.12.2011
tarihli raporda iki adli tıp uzmanının bulunmayışı nedeniyle heyet ATK. 7 ve 23. maddelerine
uygun şekilde teşekkül etmemiştir.
Konuyla ilgili yasal mevzuatımız şöyledir:
2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu
Adli Tıp İhtisas Kurulları:
Madde 7- ( Değişik fıkra: 19.02.2003 - 4810 sayılı Kanunun 7. Md ) Adli Tıp Kurumunda altı
ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile; ...
f ) Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
- Kadın Hastalıkları ve Doğum,
- Radyoloji,
- Üroloji,
- Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
- Çocuk Psikiyatrisi,
- Adli Antropoloji,
- Çocuk Cerrahisi,
Uzmanlarından oluşur.
Adli Tıp Genel Kurulunun Ve İhtisas Kurullarının Çalışması:
Madde 23-A ) ( Değişik paragraf: 19.02.2003 - 4810 sayılı Kanunun 20. md ) Adli Tıp Genel
Kurulu, Adli Tıp Kurumu Başkanının başkanlığında adli tıp ihtisas kurulları başkan ve üyeleri
ile 6 ncı maddenin ikinci fıkrası uyarınca Genel Kurula katılması gereken adli tıp ihtisas
dairesi başkan veya vekilinin iştiraki ile toplanır.
Genel Kurula İhtisas Kurulları Başkan ve üyelerinin en az üçte ikisinin iştiraki zorunludur.
Kararlar çoğunlukla alınır. Başkanın yokluğunda Başkan Yardımcısı, onun da yokluğunda en
kıdemli İhtisas Kurulu Başkanı Genel Kurula Başkanlık eder.
İhtisas Kurullarından Genel Kurula havale edilmiş dosyalar hakkında raportör üyenin
raporunu okuyup gerekli açıklamayı yapmasından sonra, o işle ilgili bulunan Kurul Başkanı,
yok ise Kurul temsilcisi olan kıdemli üye, ya da Kurul Başkanının uygun göreceği diğer bir
üye Kurul görüşünü açıklar.
İkinci maddede sayılan yargı organlarınca gerekli görülen konuların Genel Kurulda
görüşülmesi hallerinde, konu Genel Kurul raportörleri tarafından hazırlanarak Kurula sunulur.
Kurul Başkanı izahat verdikten sonra konu hakkında tartışma açılır.
Konu İhtisas kurullarından hangisini ilgilendiriyor ise Başkan ve üyeleri o oturuma
çoğunlukla iştirak etmek zorundadır. İncelenecek konunun uzman üyesi bulunmadıkça bu
konuda müzakere açılamaz.
B ) Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması:
Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en az dört üye ile
toplanır ve oyçokluğu ile karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy
çokluğunu sağlamış sayılır.
Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye
ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça
müzakere edilemez.
Yüksek Yargıtay 14. Ceza Dairesi'nin 22.01.2013 gün, 2011/7670 esas ve 2013/370 karar
sayılı, 30.01.2013 gün, 2012/13766 esas ve 2013/820 karar sayılı, 16.01.2013 gün, 2011/7855
esas ve 2013/205 karar sayılı, 14.01.2013 gün, 2012/13461 esas ve 2013/62 karar sayılı
ilamları ile benzeri bir çok kararında iki adli tıp uzmanın heyetin teşekkülünde zorunlu olarak
bulunması gerektiğini vurgulamaktadır. Yüksek Daire her ne kadar 28.02.2013 tarih,
2012/15567 ve 2013/2040 sayılı, 19.03.2013 gün, 2012/15611 esas ve 2013/2944 sayılı ve
benzer nitelikte başka kararlarında heyete tek bir adli tıp uzmanının katılımını yeterli görmüş
ise de, bu husus dairenin önceki kararları ile çeliştiği gibi Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 7 ve
23. maddelerinin birlikte değerlendirilmesi gereğine uygun düşmemektedir. Zira, anılan
Kanun'un kurulun çalışma şeklini düzenleyen ve başkan dışındaki dört üyenin katılımını
yeterli gören 23. maddesi nazara alınarak ve 7. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi
gözetilmeden sadece buradan hareketle bir sonuca varılması gereği söz konusu ise, ruh sağlığı
bozukluğunun tespitine ilişkin heyetlerin oluşumunda olayın mağdurunun yaşına göre
psikiyatrist veya çocuk psikiyatristinin katılımından sonra kanunun 7-f maddesinde sayılan
uzmanlarından herhangi üçünün katılımı yeterli olacaktır, diğer bir anlatımla bu durumda tek
bir adli tıp uzmanının katılımı dahi gerekmeyecektir. Dolayısıyla Yüksek Dairenin son
kararlarında tek adli tıp uzmanının katılımını yeterli ve bununla birlikte gerekli gören
kabûlünün yasal dayanağının bulunmadığı düşünülmektedir.
Yüksek Daire'nin son kararlarındaki yorumun doğal ve zorunlu sonucu olarak; adli tıp
kurumu 6. İhtisas Kurulu'nun tek adli tıp uzmanının bulunmasının dahi gerekli olmadığı bir
kurulca sadece konunun uzmanı tek bir üyenin katılımı ile ancak diğer dört üyenin konunun
tamamen dışında olan üyelerin iştirakiyle sağlıklı ve bilimsel bir sonuca varılmasının
mümkün olmayacağı açıktır. Keza anılan kanunun amacı da bu değildir: Zira 2659 sayılı
Kanun'un7. maddesinin ikinci cümlesi, aynı kanunun 23/B maddesi ile birlikte nazara alınarak
yorumlandığında, başkanın da katılımı ile en az beş kişiden oluşan heyette konunun uzmanı
bir üyenin dışında en az iki adli tıp uzmanının katılımını da zorunlu görmekle, konuya vakıf
olan ve heyette çoğunluğu sağlayan en az üç uzmanın varlığını kararın verilmesinde etkin
kılmak istediği anlaşılmaktadır. Zira Adli tıp uzmanları, Kanun'un 7/f maddesinde sayılan
diğer uzmanlardan farklı olarak hukuk ve tıp uygulamalarının kesiştiği bir alanda eğitim
görüp bu alanda uzmanlaşmış olmakla bu konuda yetkinliğe sahip kişilerdir. Pskiyatri uzmanı
ve iki adli tıp uzmanınca yapılacak ortak çalışma ve değerlendirme ile adli tahkikat dosyasının
ve suçun hukûki unsurlarının kriminal bir bakış açısını içerir şekilde ve psikiyatri biliminin
gerekleri de yerine getirilmek sûretiyle harmanlanıp bunun sonucuna göre mağdurların ruh
sağlığının bozulup bozulmadığının tespitinde zorunluluk bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla
TCK'nun 102/5 ve 103/6. maddelerinde aranın ruh sağlığı bozukluklarının tespitinde beş
kişilik heyette konuya vakıf olan en az üç kişinin bulunması kanunun lafzı ile amacına uygun
düşmektedir.
Esasen, Yüksek 14. Ceza Dairesinin de yakın geçmişe kadar kararlarında isabetli olarak
vurguladığı şekilde heyetin teşekkülü için iki adet adli tıp uzmanı arayan görüşünden
vazgeçilmiş olmasının anılan kanunun 7 ve 23. maddelerine uygun düşmediği
değerlendirilmektedir...",
Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesinin
27.05.2013 gün ve 4634-6613 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : İnceleme, sanık hakkında çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçlarından kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Çocuğun cinsel istismarı eyleminin zora dayalı olup olmadığı,
2- Zora dayalı olduğunun kabulü halinde, eylemin gerçekleşen şekliyle nitelikli cinsel istismar
suçuna teşebbüsü mü, yoksa basit cinsel istismar suçunu mu oluşturduğu,
3-Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eyleminin sabit olup olmadığı,
4- Mağdurenin yaşı konusunda yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği,
5- Mağdurenin ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin raporu veren heyetin usul ve kanuna uygun
olarak teşekkül edip etmediği,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Adli Tıp Antalya Şube Müdürlüğünce düzenlenen 03.06.2010 günlü raporda, mağdurenin
bakire olduğunun belirtildiği,
Nüfus kaydına göre mağdurenin 29.09.1995 doğumlu olduğu ve 01.06.2010 olan suç tarihi
itibariyle 15 yaşını bitirmediği,
Mernis doğum formu ve Moldova Cumhuriyeti yetkililerince düzenlenen doğum belgesinde
mağdurenin 29.09.1995 tarihinde doğduğunun belirtildiği,
Mağdurenin mahkeme aşamasında şikayetçi olarak dinlenen annesinin, mağdureyi
Moldova'da bir sağlık kuruluşunda dünyaya getirdiğini ifade ettiği,
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 21.12.2011 günlü sağlık kurulu
raporunda, film çekilme tarihi olan 07.12.2011 günü itibariyle mağdurenin kemik yaşının on
altı olduğunun belirtildi,
Raporu veren heyetin, ortopedi ve travmatoloji, nöroloji, iç hastalıkları, psikiyatri, adli tıp,
göz hastalıkları, kulak burun boğaz hastalıkları ve genel cerrahi uzmanlarından oluştuğu,
Sanık müdafiinin 12.01.2012 günlü duruşmada mağdurenin yaşı konusunda düzenlenmiş olan
rapora bir itirazlarının olmadığı yönünde beyanda bulunduğu,
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen
20.12.2011 günlü raporda, mağdurenin cinsel istismar eylemi nedeniyle ruh sağlığının
bozulduğunun ifade edildiği ve raporu düzenleyen heyette iki adet çocuk psikiyatrisi uzmanı,
bir adet psikiyatri uzmanı, bir adet adli tıp uzmanı ve bir adet çocuk nörolojisi uzmanı olmak
üzere beş kişinin görev aldığı,
Sanığın olay günü cep telefonu ile çekerek telefonunda sakladığı, mağdurenin ağlamaklı ve
korkmuş bir halde bulunduğunu gösterir fotoğrafların çıktılarının dosya içerisinde bulunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Mağdure aşamalarda özetle; İlköğretim 5. sınıf öğrencisi olduğunu, 1 hafta kadar önce 0 541
784 9. .. numaralı cep telefonuna tanımadığı birisinden 0 544 ... ... numaralı telefondan
arkadaş olmayı teklif eden bir mesaj geldiğini, kimden geldiğini bilmediği için bu durumu
babasına söylediğini, babasının mesajdaki numarayı arayarak, "neden kızıma böyle bir mesaj
gönderiyorsun" diye sorduğunda, numara sahibinin yanlışlıkla gönderdiğini söyleyerek özür
dilediğini, bu şahsın daha sonra kendisine telefon ederek arkadaşlık kurmaya çalıştığını, bir
çok kez telefonla görüştüklerini, sonrasında bu kişiye güvendiği için evinin adresini verdiğini,
01.06.2010 günü gece saat 23.30 sıralarında sanığın telefonla aradığını, evde kimsenin olup
olmadığını sorduğunu, babasının evde olmadığını, kardeşi ile birlikte evde yalnız olduklarını
ve yatacağını söylediğini, yatamayacağını, şu an evin kapısında olduğunu, kapıyı açamadığı
takdirde kendisinin iki dakika içerisinde açacağını ve kendisini apartmandakilere rezil
edeceğini söylediğini, korktuğu için kapıyı açmak zorunda kaldığını, sanık içeri gelince
babasının geleceğini söylediğinde, sanığın babasının henüz gelmeyeceğini söylediğini, içeriye
girince hemen kendisine sarılıp öpmeye başladığını, istemediğini söyleyince bir şey olmaz
dediğini, zorla elinden tutarak yatak odasına götürdüğünü, üzerindeki elbiseleri zorla
çıkarmaya çalıştığını, direndiği için elbiseleri çıkaramayınca bu kez, "benim cebimde bıçak
var, üzerinde bulunan elbiseleri çıkarmazsan senin üzerinde bulunan kıyafetleri bıçakla
keserim, çırılçıplak yaparım" dediğini, bunun üzerine başka kıyafet giyeceğini söyleyince
sanığın kabul ettiğini, sanıktan korktuğu için diğer odaya gidip başka kıyafet giyerek tekrar
yatak odasına geldiğini, sanığın cep telefonu ile resimlerini çektiğini, birlikte çekilmeyi teklif
ettiğini ancak kabul etmediğini, daha sonra kendisine ait telefonu kontrol edip önceden
gönderdiği mesajları sildiğini, sonrasında kendisine tokat atıp elini sıktığını, saçlarını sıkıca
tutarak göğüslerini eliyle sıktığını, "beni sinir etmeye başlıyorsun" diyerek kendi üzerindeki
elbiseleri çıkarmaya başladığını, sonrasında da kendisinin elbiselerini iç çamaşırı da dahil
olmak üzere çıkarıp yere yatırdığını, sonra üzerine çıkıp cinsel organını cinsel organına
sokmaya başladığını, ancak canı acıyınca ağlamaya ve bağırmaya başladığını, cinsel organını
cinsel organına sokamadığını bunun üzerine kendisini bıraktığını, "bir daha ne zaman telefon
edersem telefonuma bakacaksın" dediğini, bu olayı kimseye anlatmamasını, yoksa kendisini
öldüreceğini söyleyerek evden ayrıldığını, ertesi gün olayı babasına anlattığını, babası ile
birlikte karakola gidip şikayetçi olduklarını, karakolda iken sanığın telefonla tekrar aradığını,
kolluk görevlilerinin yönlendirmesi ile sanığı eve çağırdığını, evin önüne gelen sanığın bir
şeylerden şüphelenip içeri girmediğini, evde kimsenin olmadığını söylediğini, apartman
kapısının camından içeri bakan sanığın içeride bekleyen kolluk görevlilerini görünce kaçmaya
başladığını ve kovalamaca sonucu yakalandığını belirtmiş,
Sanık aşamalarda özetle; suçlamaları kabul etmediğini, mağdureye yanlışlıkla mesaj
gönderdiğini, sonrasında telefonda tanıştıklarını, suç tarihinde telefonla görüştüklerinde
mağdurenin babasının evde olmadığını söyleyip eve gelmesini istediğini, teklifini kabul edip
eve gittiğini, eve girer girmez öpüşmeye başladıklarını, yaşını sorduğunda mağdurenin 19
olduğunu, çamaşır değiştirir gibi erkek değiştirdiğini söylediğini, sadece seviştiklerini,
mağdurenin bakire olmadığını ilişkiye girebileceklerini söylemesine rağmen ilişkiye
girmediğini, sadece cinsel organını mağdurenin cinsel organına sürttüğünü ve üzerine
boşaldığını ifade etmiştir.
5237 sayılı TCK'nun "Çocukların cinsel istismarı" başlıklı 103. maddesi; "1 ) Çocuğu cinsel
yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel
istismar deyiminden;
a ) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve
sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel
davranış,
b ) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene
dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.
2 ) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi
durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
3 ) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen,
vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü
bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki
fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
4 ) Cinsel istismarın, birinci fıkranın ( a ) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit
kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı
oranında artırılır.
5 ) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine
neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
6 ) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az
olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
7 ) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur" şeklinde düzenlenmiştir.
103. maddede çocuğun cinsel istismarı tanımlamış olup, birinci fıkraya göre cinsel istismar
deyiminden; onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî
anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her
türlü cinsel davranış ile diğer çocuklara karşı cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen bir
başka nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılmaktadır.
Maddenin ilk fıkrasında çocuğun cinsel istismarı suçunun temel şekli, ikinci fıkrasında ise
cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi,
suçun temel şekline nazaran daha ağır cezayı gerektiren nitelikli bir hal olarak yaptırıma
bağlanmıştır.
Bu suçun maddenin birinci fıkrasında düzenlenen basit hali, çocuğa karşı gerçekleştirilen
cinsel davranışın organ ya da sair bir cisim sokulmadan vücut dokunulmazlığının ihlali
şeklinde işlenmesi ve kastın da cinsel arzuları tatmin amacına yönelmesi bakımından ikinci
fıkrada hüküm altına alınan nitelikli halinden ayrılır. İkinci fıkradaki nitelikli halde maddi
unsur, vücuda organ ya da sair bir cisim sokulması olup, failin kastının da bu tür bir eylemin
gerçekleştirilmesine yönelik olması gerekmektedir.
Basit cinsel istismar suçunun oluşabilmesi için eylemin cinsel ilişki boyutuna ulaşmaması
gerekir. Eylem, vücuda organ veya sair bir cisim sokmaya yönelikse veya fiil de işlenmişse,
basit cinsel istismar değil, ikinci fıkrada düzenlenen nitelikli cinsel istismar suçu söz konusu
olacaktır. Bu ayırımın yapılabilmesi için failin kastının ve gerçekleştirdiği davranışların hangi
fiile yönelik olduğunun belirlenmesi gerekir. Failin amacı ve davranışları vücuda organ veya
sair bir cisim sokmak olmaksızın cinsel duyguları tatmine yönelik ise basit cinsel istismar,
amacı ve davranışları vücuda organ veya sair bir cisim sokmaya yönelik olmakla birlikte
eylemin elinde bulunmayan nedenlerle gerçekleştirilememesi halinde ise ikinci fıkrada
düzenlenen nitelikli cinsel istismar suçuna teşebbüs söz konusu olacaktır. Madde metninde
"sair bir cisim" ibaresine yer verilmesi karşısında suçun temel şeklinin aksine, ikinci fıkrada
tanımlanan nitelikli hâlinin oluşabilmesi için eylemin cinsel arzularının tatmini amacına
yönelik olması şart değildir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından suça teşebbüs
kavramı üzerinde de durulmalıdır.
5237 sayılı TCK'nun 35. maddesinin birinci fıkrasında; "Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu
elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle
tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur" şeklinde tanımlanan teşebbüsün
varlığından sözedilebilmesi için;
1- Kasıtlı bir suç işleme kararı olmalı,
2- Elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlanmalı,
3- Failin elinde bulunmayan nedenlerle suç tamamlanamamalı ya da amaçlanan sonuç
gerçekleşmemelidir.
Suça teşebbüste fail, suçu tamamlamak amacıyla hareket etmesine karşın, elinde olmayan
nedenlerden dolayı fiilini gerçekleştirememekte, bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla
daha az ceza verilmektedir.
Sanığın fiilinin çocuğun cinsel istismarı suçunu mu, yoksa nitelikli cinsel istismar suçuna
teşebbüsü mü oluşturacağının belirlenmesi açısından "elverişli hareketlerle suçun doğrudan
doğruya icrasına başlama" şartı da değerlendirilmelidir.
765 sayılı Kanunda icra hareketlerinin başlangıcı konusunda açık bir ifadeye yer verilmezken,
5237 sayılı Türk Ceza Kanununda doğrudan doğruya icraya başlama ölçütü kabul edilmiştir.
Ancak soyut olan bu kavramın nasıl anlaşılması gerektiği konusu açık olmayıp,
cezalandırılabilen davranışın ne zaman başladığını belirlemek her zaman kolay değildir.
Genel olarak suçun dış dünyada oluşmaya başladığı süreç, "hazırlık hareketleri" ve "icra
hareketleri" olmak üzere birbirinden farklı iki aşamaya ayrılmaktadır. Suçu işlemek için
kullanılacak âletlerin üretilmesi ya da temin edilmesi, eylem yerinin araştırılması veya
gözetlenmesi, eylemle ilgili çeşitli bilgiler toplanması, suç işlendikten sonra sorumlu
tutulmayı önleyici tedbirler alınması, suçtan elde edilecek eşyalar için güvenli bir yer
ayarlanması gibi fiiller hazırlık hareketleri olup, suç tipini oluşturan icra hareketlerinden önce
gerçekleştirilen ve cezalandırılmayan davranışlardır.
Teşebbüs ise, suçun tamamlanmasından önce, fakat hazırlık hareketleri aşamasından sonra
gelen, başlanmış ancak bitirilememiş bir eylemli aşamayı ifade eder. Bu kapsamda
cezalandırılabilir davranışların, yani suça teşebbüsün sınırlarının saptanması, diğer bir
ifadeyle suç yolunda ilerleyen sanıkla ilgili olarak hangi andan itibaren ceza hukukunun
devreye gireceği sorununun çözülmesi gerekmektedir.
Öğretide; 5237 sayılı TCK'nın 35. maddesinde teşebbüs açısından, "doğrudan doğruya icraya
başlama" ölçütünün kabul edilmesiyle "objektif teori"nin benimsendiği, suçun kanuni
tanımında unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde
icra hareketlerinin başladığının kabul edilmesi, örneğin öldürmek için silahını hasmına
doğrultarak nişan alınmasının icra hareketleri sayılması gerektiği, ancak öldürmek için silah
veya zehir satın alınmasının belirleyici bir niteliğe sahip bulunmaması nedeniyle hazırlık
hareketi sayılabileceği belirtilmiştir. ( Mahmut Koca–İlhan Üzülmez; Türk Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Baskı, 2013, s. 393 )
Özetle; bir kimsenin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılabilmesi için, yapılan hareketlerin
objektif olarak suçun kanuni tanımında öngörülen sonucu meydana getirmeye elverişli
olmasıyla birlikte, aracın fail tarafından bu sonucu gerçekleştirmeye uygun biçimde
kullanılması, ancak failin elinde olmayan nedenlerle icra hareketlerinin tamamlanamaması ya
da tamamlanmasına karşın, sonucun gerçekleşmemesi gerekir.
5237 sayılı TCK'nun "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" başlıklı 109. maddesinin bir ve
ikinci fıkraları; "Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak
hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur" şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun temel şekline yer
verilmiş ve eylem bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile yaptırıma bağlanmış, ikinci fıkrada
ise, suçun cebir, tehdit veya hile ile işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilerek, failin iki
yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı hükmüne yer verilmiştir.
Bu suç ile cezalandırılmak istenen husus, bireylerin hareket özgürlüğünün hukuka aykırı
biçimde kaldırılması ve sınırlanmasıdır. Nitekim bu husus madde gerekçesinde; "bu suç ile
korunan hukuki değer, kişilerin kendi arzusu ve iradesi çerçevesinde hareket edebilme
hürriyetidir" şeklinde belirtilmiştir. Suçun maddi unsuru, kişinin özgürlüğünden yoksun
bırakılmasıdır. Bu fiil, failin doğrudan doğruya veya dolaylı hareketleriyle ve çeşitli araçlar
kullanılarak gerçekleştirilebilir. Sonuç ise, mağdurun hareket etme ya da yer değiştirme
özgürlüğünün kaldırılması biçiminde kendini gösterir.
Bu bilgi ve belgeler ışığında çocuğun cinsel istismarı eyleminin zora dayalı olup olmadığına,
zora dayalı olduğunun kabulü halinde, eylemin gerçekleşen şekliyle nitelikli cinsel istismar
suçuna teşebbüsü mü, yoksa basit cinsel istismar suçunu mu oluşturduğu ve kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma eyleminin sabit olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık konularının
birlikte değerlendirilmesinde:
Olay tarihi itibariyle 23 yaşında olan sanığın, yanlış mesaj gönderme bahanesiyle mağdure ile
tanışıp arkadaşlık kurduğu, ilk öğretim beşinci sınıf öğrencisi olup, yaşı ve içerisinde
bulunduğu ergenlik dönemi nedeniyle tecrübesiz ve duygusallığı ön planda olan mağdurenin
sanığa güvenerek evlerinin adresini verdiği, olay günü gece saat 23.30 sıralarında mağdure ile
telefonla görüşen sanığın mağdurenin taksici olan babasının evde olmadığını, mağdurenin
kardeşi ile birlikte evde yalnız olduğunu öğrenmesi üzerine eve geldiği ve mağdureye karşı
çocuğun cinsel istismarı eylemini gerçekleştirdiği hususları dosya içeriği ile sabittir.
Görgü tanığı bulunmayan olayda uyuşmazlık konularının çözümü için mağdurenin anlatımları
ve sanığın savunmaları ile maddi delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mağdure tüm aşamalarda istikrarlı bir şekilde sanığı eve almak istemediğini, ancak sanığın,
kapıyı açmadığı takdirde iki dakika içerisinde açacağını ve kendisini apartmandakilere rezil
edeceğini söylemesi üzerine korktuğu için kapıyı açtığını, elinden tutup zorla yatak odasına
götüren sanığın bıçak tehdidi ile kendisiyle birlikte olmaya çalıştığını anlatmış olup, nitekim
olay sırasında sanık tarafından cep telefonu ile çekilmiş olan ve dosyada çıktıları bulunan
mağdureye ait fotoğraflar, mağdurenin korkmuş ve çaresiz halini göstermekte ve dolayısıyla
anlatımlarını doğrulamaktadır. Sanık ise mağdurenin çamaşır değiştirir gibi erkek
değiştirdiğini, bakire olmadığını ve ilişkiye girebileceklerini söylediğini belirtmişse de, Adli
Tıp Antalya Şube Müdürlüğünce düzenlenen 03.06.2010 günlü raporda mağdurenin bakire
olduğunun belirtilmiş olması karşısında, sanığın savunmasının doğru olmadığı ve eylemini
rızaya dayalı olarak gerçekleştirdiği kanaatini oluşturmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki
sanığın sadece cinsel organını mağdurenin cinsel organına sürttüğü ve üzerine boşaldığı
şeklindeki savunması da diğer deliller gözönüne alındığında dolaylı ikrar niteliğindedir.
Buna göre, mağdurenin yaşının küçük olması ve tecrübesizliğinden yararalanarak evinin
adresini alan sanığın, kapıyı açmak istemeyen mağdureyi, açmadığı takdirde iki dakika
içerisinde açacağı ve kendisini apartmandakilere rezil edeceği tehdidiyle korkutarak kapıyı
açtırıp eve girdiği, elinden tutarak zorla yatak odasına götürdüğü, mağdurenin karşı
koymasına rağmen mağdurenin ve kendisinin kıyafetlerini çıkarıp, yere yatırdığı mağdurenin
üzerine çıkarak cinsel organını mağdurenin cinsel organına sokmaya çalışarak çocuğun cinsel
istismarı eylemini vücuda organ sokmak suretiyle gerçekleştirmek istediği yönündeki
iradesini fiili olarak ortaya koyduğu, canı acıyan mağdurenin ağlamaya ve bağırmaya
başlaması üzerine sanığın, mağdurenin içeride uyuyan kardeşinin uyanabileceği ve babasının
her an gelebileceği korkusuyla eylemini tamamlayamadığı hususlarının anlaşılması
karşısında, sanığın çocuğun cinsel istismarı eyleminin zora dayalı ve nitelikli cinsel istismar
suçuna teşebbüs mahiyetinde olduğunun ve ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçununda sabit bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, itirazın bu üç uyuşmazlık konusu yönüyle de reddine karar verilmelidir.
Mağdurenin yaşı konusunda yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği:
Adli işlemlerde resmi bilirkişi olarak görevlendirilen Adli Tıp Kurumunun kuruluş ve çalışma
şeklinin düzenlendiği 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun "İhtisas kurullarının
görevleri" başlıklı 16. maddesinin ( f ) bendi; " Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu: Genel ahlak
ve aile düzeni aleyhine işlenen cürümler, nesep cürümleri, çocuk düşürme veya düşürtme
cürümleri, Türk Ceza Kanununun 53, 54, 55 ve 57 nci maddeleri ile 58 inci maddesinin
üçüncü fıkrasının dışındaki hususlar ve cinsel iktidar tespiti ile fiile karşı koyup
koyamayacağı hususlarının tespitine ve yaş belirlemesine ilişkin işlemler, hakkında bilimsel
ve teknik görüşlerini bildirmek.",
"Adli tıp ihtisas kurulları" başlıklı 7. maddesinin ( f ) bendi; " Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu
birer;
- Kadın Hastalıkları ve Doğum,
- Radyoloji,
- Üroloji,
- Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
- Çocuk Psikiyatrisi,
- Adli Antropoloji,
- Çocuk Cerrahisi,
Uzmanlarından oluşur.",
"Adli tıp genel kurulunun ve ihtisas kurullarının çalışması" başlıklı 23. maddesinin ( B ) bendi
ise; "Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması:
Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en az dört üye ile
toplanır ve oyçokluğu ile karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy
çokluğunu sağlamış sayılır.
Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye
ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça
müzakere edilemez." şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan maddeler birlikte değerlendirildiğinde, 2659 sayılı Kanunun 16. maddesinin ( f )
bendinde Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulunun görevleri düzenlenmiş, yaş belirlemesine ilişkin
işlemler hakkında görüş bildirmekte kurulunun görevleri arasında sayılmış, yedinci maddenin
( f ) bendinde Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulunun, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile
birer kadın hastalıkları ve doğum, radyoloji, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk
psikiyatrisi, adli antropoloji ve çocuk cerrahisi uzmanından oluşacağı belirtilmiş, 23.
maddenin ( B ) bendi uyarınca da ihtisas kurulunun başkan ve işin niteliğine göre, bu
uzmanlardan en az dört üyenin katılımıyla toplanacağı, ancak incelenecek konunun, ilgili
uzman üyenin hazır bulunmaması halinde görüşülemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Buna göre yaş belirlemesi konusunda Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu görevli olup,
uygulamada da kabul edildiği üzere bu konuda rapor düzenleyecek olan heyette radyoloji
uzmanının bulunması zorunludur.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
5271 sayılı CMK'nun "Bilirkişiliği kabul yükümlülüğü" başlıklı 65. maddesinin, "İncelemenin
yapılması için gerekli mesleği yapmaya resmen yetkili olanlar" şeklinde düzenlenmiş olan ( c
) bendi uyarınca rapor düzenleme konusunda yetkili ve görevli olan Antalya Eğitim ve
Araştırma Hastanesince mağdurenin yaşı konusunda, ortopedi ve travmatoloji, nöroloji, iç
hastalıkları, psikiyatri, adli tıp, göz hastalıkları, kulak burun boğaz hastalıkları ve genel
cerrahi uzmanlarından oluşan heyet tarafından verilen raporun, heyette radyoloji uzmanı
olmadığından bahisle hükme esas alınamayacağı ileri sürülebilir ise de, mernis doğum formu
ve Moldova Cumhuriyeti yetkililerince düzenlenen doğum belgesinde mağdurenin 29.09.1995
tarihinde doğduğunun belirtilmesi, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen
21.12.2011 günlü raporda mağdurenin yaşı konusunda açıklanan görüşün, mernis doğum
formu ve Moldova Cumhuriyeti yetkililerince düzenlenen doğum belgesi ile uyumlu olması,
mağdurenin mahkeme aşamasında şikayetçi olarak dinlenen annesinin, mağdureyi
Moldova'da bir sağlık kuruluşunda dünyaya getirdiğini ve nüfusa tescil edilen doğum
tarihinin doğru olduğunu ifade etmesi, ilköğretim beşinci sınıf öğrencisi olan mağdurenin
sanık tarafından olay günü cep telefonu ile çekilmiş olup, dosya içerisinde çıktıları bulunan
fotoğraflarına göre on beş yaşından küçük olduğunun gözlemlenmesi ve sanık müdafiinin
mağdurenin yaşı konusunda düzenlenmiş olan rapora bir itirazlarının olmadığı yönünde
beyanda bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, mağdurenin yaşı konusunda
yeniden rapor alınmasına gerek olmadığının kabulü zorunludur.
Kaldı ki suç tarihi itibariyle on beş yaşından küçük olan mağdurenin cinsel istismar eylemi
sonucunda ruh sağlığının bozulmuş bulunması ve yerel mahkemece 5237 sayılı
TCK'nun 103/6 maddesi uyarınca alt sınırdan uygulama yapılmış olması nedeniyle,
mağdurenin 15 yaşından büyük olduğu kabul edilse dahi her halükârda 5237 sayılı
TCK'nun 103/6. maddesi ile uygulama yapılacağından ve her iki durumda da sonuç cezalar
aynı olacağından, bu nedenle de mağdurenin yaşı konusunda yeniden rapor alınmasına gerek
bulunmamaktadır.
Bu itibarla, itirazın bu uyuşmazlık konusu yönüyle de reddine karar verilmelidir.
Mağdurenin ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin raporu veren heyetin usul ve kanuna uygun
olarak teşekkül edip etmediğine ilişkin uyuşmazlığa gelince;
Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 01.10.2013 gün ve 519-405 sayılı kararında yer verildiği
üzere, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 7. maddesinde adli tıp ihtisas kurullarının
nasıl teşekkül edeceği, hangi uzmanlardan oluşacağı, diğer bir ifadeyle, kurulların faaliyete
geçebilmesi için gerekli olan kadro ve uzmanlıkların alanı ortaya konulmuş olup buna göre;
İhtisas kurullarının faaliyete geçebilmesi için bir başkan, iki adli tıp uzmanı ve ilgili fıkrada
sayılan uzmanları bünyesinde bulundurması gerekmektedir ki maddenin ( f ) bendi uyarınca,
Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu, bir başkan, iki adli tıp uzmanı, birer kadın hastalıkları ve
doğum, radyoloji, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk psikiyatrisi, adli antropoloji ve
çocuk cerrahisi uzmanından oluşacaktır.
Kanunun 23. maddesinin ( B ) bendinde; adli tıp ihtisas kurullarının çalışma esasları
belirlenmiştir. Adli tıp ihtisas kurullarında oluşturulacak bilirkişi heyetleri kurulun başkanı ve
işin niteliğine göre en az dört üyenin katılımıyla teşekkül edecek, ancak bu şekilde
oluşturulacak bilirkişi heyetinde incelenecek konunun uzmanının bulunması gerekecektir.
Bilirkişi heyetinde üzerinde görüş bildirilecek konunun uzmanı hazır bulunmaksızın
müzakare yapılamayacak ve karar alınamayacaktır. Buna göre, ihtisas kurulu başkanı ile
konunun uzmanı üye dışında bilirkişi heyetinde katılımı zorunlu olan bir başka üye
bulunmamaktadır.
Bu zorunluluk yerine getirildikten sonra toplantı yeter sayısının diğer üyelerle sağlanması
mümkün olup, üyelerden bir veya birkaçının adli tıp uzmanı olması zorunlu değil ise de, adli
tıp uzmanlarının bilirkişi heyetlerine mümkün olan sayıda katılımının sağlanması da isabetli
bir uygulama olacaktır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
2659 sayılı Kanunun "Diğer adli ekspertiz kurumları" başlıklı 31. maddesinde yer alan;
"Yükseköğretim Kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında
ve diğer adli konularda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmi bilirkişi sayılır. Bu
birim ve kliniklerde tetkik edilecek adli tıp ile ilgili işler yönetmelikte belirlenir" şeklindeki
düzenlenme uyarınca rapor düzenlemekte yetkili olan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli
Tıp Anabilim Dalı Başkanlığının cinsel saldırı eylemi sonucunda mağdurenin ruh sağlığının
bozulduğu görüşüne yer verilen 20.12.2011 gün ve 1887 sayılı raporunu düzenleyen bilirkişi
heyetinde iki çocuk psikiyatrisi uzmanı, bir psikiyatri uzmanı, bir adli tıp uzmanı ve bir çocuk
nörolojisi uzmanı olmak üzere beş kişinin görev aldığı, üyelerden ikisinin incelenen konunun
uzmanı olan çocuk psikiyatrisi, birinin de adli tıp uzmanı olduğu, buna göre raporu
düzenleyen bilirkişi heyetinin kanuna uygun şekilde teşekkül ettiği anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, yerel mahkemece usul ve kanuna uygun şekilde oluşturulan bilirkişi heyetince
düzenlenen raporun hükme esas alınmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, itirazın bu uyuşmazlık konusu yönüyle de reddine karar verilmelidir.
Sonuç olarak; yerel mahkemece, mağdurenin suç tarihinde on beş yaşından küçük olduğu ve
cinsel saldırı eylemi sonucunda ruh sağlığının bozulduğu yönünde görüşler bildiren raporların
hükme esas alınarak, sanığın cinsel istismar eyleminin zora dayalı ve nitelikli cinsel istismar
suçuna teşebbüs mahiyetinde olduğu ve ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun da
sabit bulunduğu kabul edilerek hüküm kurulmasında ve Özel Dairecede yerel mahkeme
hükmünün onanmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamakta olup, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı itirazının tüm uyuşmazlık konuları yönünden reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının tüm uyuşmazlık konuları yönüyle ayrı ayrı
REDDİNE,
2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
25.02.2014 günü yapılan müzakerede tüm uyuşmazlıklar yönünden oybirliğiyle karar verildi.
Download