iktisadi büyümenin tarihi ve tarih boyunca iktisadi büyüme

advertisement
İKTİSADİ BÜYÜMENİN
TARİHİ VE TARİH BOYUNCA
İKTİSADİ BÜYÜME (Erinç
Yeldan)
İktisatçıların En iyi Korunan Sırrı
Ekonomist Dergisi’nin 31 Aralık 1999 tarihli Milenyum
özel sayısına göre ‘’Ekonomik büyüme, ekonomistlerin
en iyi sırrıdır’’. İlk bakışta fazlasıyla iddialı gibi görünen
bu sav yine de büyük oranda gerçeklik içeriyor.
İktisatçılar sürekli olarak, ekonomik büyümeyi
yöneten hareket kurallarını açıklamaya çalışan alternatif
ve karmakarışık modeller oluşturdular. Ama her
seferinde, tarihteki deneyimlerin zenginliliği bu
girişimlerini boşa çıkarttı. En iyi durumlarında iktisatçılar,
büyümeyi tarih içinde gözlendiği ve belgelendiği şekliyle,
geçmişe dönük olarak açıklayabilen modeller
geliştirmişlerdir.
Dahası, analitik modelleme girişimlerinin çoğunda
iktisadi büyümenin kaynakları (verimlilik artışı ya da
teknolojik gelişme) ‘’dışsal’’ faktörler olarak ele alınmış ve
açıklanmadan bırakılmıştır. ’Bilgisizliğimizin bir ölçüsü’
erken neoklasik modelleyicilerin teknik değişikliklere karşı
tutumlarını gösteren geleneksel ifadeydi.
Ekonomi mesleği, 1776’ da Adam Smith’ in yazdığı
‘’Ulusların Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir
İnceleme’’ adlı kitabında da görüldüğü gibi iktisadi
büyümenin nedenlerini sorgulamakla işe başlamıştır.
Ancak bu inceleme, 250 yıllık bir zaman dilimi içinde,
büyümenin nedenlerini açıklamada sınırlı başarıya ulaşan
bir dizi açıklanamayan (dışsal) faktörlere
dönüştürülmüştür. Zalim ve kırıcı bir saptama olabilir ama
bu saptamanın sağlam temelleri bulunmaktadır. Birisi 18.
Yüzyılın yarısından başlayan sanayi devriminin başından bu
yana yaşanan çok çeşitli büyüme deneyimleridir. Dünyayı
sıklıkla ‘zengin’, ‘orta gelirli’ ve ‘yoksul’ (bazen de ‘çok
yoksul’) şeklinde bölümlere ayırıyoruz, bazen de zengin
‘Kuzey’ ve yoksul ‘Güney’ şeklinde coğrafi olarak
sınıflandırıyoruz. Bu türlü ifadeler ilgi çekici olabilir ve ‘’biz
niye bu kadar zenginiz; onlar niye bu kadar yoksul’’???
‘Tarihin Sonu’ nun Akıbetinden Çıkartılan Dersler
Sovyet sisteminin çöküşünden sonra 1990’lı yıllar
Ortodoks iktisatçıların kendilerinden emin bir şekilde,
büyümenin yalnızca ‘’doğru fiyatları ve doğru ulusal
politikaları uygulama’’ sorunu olduğu şeklindeki
propagandalarına tanık oldu.
Washington Mutabakatı şeklinde tanımlanan bu
tavırla, büyüme politikası bir dizi standart uygulamaya
indirgendi: ticareti serbestleştir; bütçe açığını yok et ve
devlet harcamalarını azalt; mali piyasaları serbestleştir ve
kaynakların dağılımında özel girişimin ve piyasaların
rolünü güçlendir.
Tanım ilk olarak John Williamson tarafından (1991),
hepsi de Washington kurumları olan Dünya Bankası,
Uluslar arası Para Fonu ve Amerikan Hazine Bakanlığı’ndaki iktisatçıların sunduğu makroekonomik önerileri
tanımlamak için kullanılmıştır.
Sonuçta 1980’ler ‘kayıp’ on yıl olarak tanımlanırken
1990’lar daha açık ekonomi piyasa ekonomilerine geçişi
sağlayan, azalan devlet harcamaları, ticaret üzerindeki ve
sermaye akışı üzerindeki tarifelerin kaldırılması, iyi
eğitilmiş teknokratlara sahip küçük ve etkili bir
bürokrasiyi içeren düzenlemelerle birlikte gerçek bir
büyük patlamaya sahne oldu.
Bu küresel deneyde içerilen yapısal dönüşüm o kadar
genişti ki , on yılın sonunda, daha önceden ‘gelişmekte
olan ekonomiler’ olarak anılan ülkeler artık ‘gelişmekte
olan piyasalar’ haline geldikçe gelişme politikaları
kavramının yerine de yapısal reform ve ‘doğru’ politikalar
kavramı geldi.
Gerçekleştirilen reformlar bu gelişen piyasaları düşük
büyüme tuzağından ve onları İkinci Dünya Savaşı sonrasında engelleyip duran yüksek enflasyondan kurtulmalarını sağlayacaktı. Ama beklenilen sonuçlar hiçte öyle
olmadı. Standart reçetenin bire bir izlenmediği Çin ve
Hindistan gibi ülkelerde başarılı büyüme dönemleri
yaşandı.
Başka yerlerde yüksek sosyal maliyetler ve 1994’de
Meksika’da , 1997’ de Doğu Asya’da 1999’da Brezilya’da,
2001’de Türkiye’de ve yine 2001’de Arjantin’de olduğu gibi
mali krizler yaşandı.
Toplamda gözlemlediğimiz resim, bazı ülkelerin yalnızca
‘ılımlı’ bir dizi reformla hızlı ve sür-dürülebilir bir
büyümeyi yakaladığı; ama diğer bazılarının tutulu bir dizi
reformdan sonra çok derin bir kaos ve durgunluğu
sürüklendiği şeklindeydi.
Büyümenin Kurumsallaştırılmasındaki
Daha Başka Zorluklar
Analitik araçlarımızı belirlemedeki bir başka önemli
zorluk ölçmeyle ilgilidir. Büyüme ekonomisine ilişki analiz
birimi gayri safi yurt içi hasıladır.
Uluslararası karşılaştırmalar yaparken önemli
zorluklarla karşılaşılmaktadır. Birincisi ülkenin para
birimini diğer paralara çevirirken piyasa fiyatlarındaki
sistematik dalgalanmalar sorun oluşturmaktadır. Bu
sorunun önemli bir kısmı ülke içinde üretilen tüm
ürünlerin uluslar arası alınıp satılmamasında yatmaktadır.
İktisatçılar bu sorunu çözmek için standart mal ve
hizmetlerden oluşan bir sepetin fiyat indeksini yansıtan
bir dizi analitik döviz kuru oluşturmuş ve bunu satın
alma gücü paritesi olarak adlandırmışlardır. SAP indeksi
hem ticareti yapılan hem de yapılmayan varlıkları ülkeler
arasında standartlaşmış bir şekilde hesaba katar ve zaman
içinde ulusların zenginliğinin daha güvenilir bir ölçütünü
sağlar.
Büyüme ekonomisi önce yükselen sonraysa
standartlaşan bir konu oldu.1950-1973 yılları arasında
altın çağını yaşarken iki petrol şokunu izleyen durgunlukla
beraber büyüme ekonomisi durdu. 1980 sonrası iletişim
teknolojisi ve hizmet ağırlıklı büyümeyle birlikte tekrar
öne çıktı.
Ama bu sefer dışsal kabul edilmiş teknolojik değişiklikler beşeri sermaye ve bilgiye yapılan yatırım gibi yeni
kavramları vurgulayarak ‘’yeni büyüme kuramı’’ dediğimiz
kuramın öğelerini oluşturdu.
Klasik düşünürlere göre bölüşüm ve büyüme sorunları
birbirleriyle yakından bağlantılı olarak görülüyor ve
birisinin anlaşılması için her ikisinin de incelenmesi
gerektiği düşünülüyordu. Daha sonraki dönemlerde statik
verimlilik kurallarına uyması gerektiği ve bir kez optimal
kaynak dağılımına ulaşınca büyümenin kendiliğinden ortaya
çıkacağı genel olarak kabul edilmiştir.
BÜYÜME OLDUKÇA YENİ BİR
OLGUDUR
Milattan önce 20000 yıllarında, son buz çağı
zirvesindeyken homo sapiens türü, homo ergas-ter’ın
soyundan gelenleri yok edip gezegende kalan tek
insansı tür oldu.
Milattan önce 5000’e kadar yeni bir hayvan ve bitki
takımı ortaya çıkmış ve bunların önemli bir bölümü
evcilleştirilmişti. İlk tarım devrimi , avcı-toplayıcıları, aile
topluluklarına dönüştürdü; insanlar kalıcı olarak,
birbirlerine ticaret ve bazen de savaş yollarıyla bağlı köy
ve kasabalarda yaşamaya başladılar.
Ama maddesel hayatta süregelen büyüme çok yeni bir
olgudur ve başlangıcı 18.Yüzyılın sonuna ancak gider.
İnsan toplulukları 1750’lere değin binlerce yıl boyunca
ancak yok olmama eşiğinde yaşadı. O tarihten sonra
iktisatçılar kişi başı gelirin büyüme oranında anlamlı
artışlar gözlediler. Önceki zamanlarda tabii ki her
toplumda kişi başı gelir düzeylerinde büyük farklılıklar
vardı.
Sonra, 18.Yüzyılın ortalarına doğru değişikliğin
işaretleri görülmeye başlandı.İktisat tarihçisi Bairoch’un
(1988 ve 1993) bildirdiği gibi, son 250 yıl boyunca kişi başı
gelir artmaya başladı.
Birinci olarak, ülkelerin yalnızca ekonomik faaliyet
düzeyi genişlemekle kalmamış, bu dönem boyunca nüfusta
artmıştır. İkinci olarak, 1820’ den sonra hem nüfusun hem
de kişi başı GSYH’nin büyüme oranlarında ki artış
hızlanmıştır. Son olarak ticaret bu dönemin ayrılmaz bir
parçası durumundadır.
Kuşkusuz, insanlık tarihinde büyümeye ilişkin
sıçramalar daha önceleri de gerçekleşmişti; milattan önce
8000 yıllarında gerçekleşen tarım devrimi ve 15 ile 16.
Yüzyıllarda yeni dünyanın keşfi ile Amerikan kolonizasyonu
dönemlerinde olduğu gibi. Ama yine de , kökeni önce
feodal dinamiklere sonra da 13.Yüzyıl boyunca gerçekleşen
ticaret dönemine giden endüstri devrimi başlayana kadar,
insanlık tarihinin büyük bölümünde insanlar ancak geçimlik
koşullarda yaşadılar.
1820’den bu yana hasıla ve nüfusta büyüme olağanüstü
hızlı olmuştur. 1820’den 1992’ye kadar dünya GSYH’sı 40
kat, nüfus 5 kat, kişi başı gelir 8 kat ve devletler arası
ticaret 540 kat artmıştır.Hızlı büyümenin yanı sıra istihdam
ve hasılanın yapısında da önemli bir kayma gözlenmektedir.
Uzun ,yirminci yüzyıl boyunca ‘Batı’nın önde gelen devletleri
önce tarıma dayanan bir yapıdan endüstriye dayanan bir
yapıya , sonra da endüstriye dayanan bir yapıdan ileri
teknoloji hizmetler merkezli bir yapıya dönüşmüştür
(1960’dan günümüze) . Birincil tarım alanında istihdam
edilen iş gücü oranı ,büyük batı üretim merkezlerinin
hepsinde 1820’lerden bu yana düşmüş durumdadır;
endüstride istihdam edilen işgücü oranı da 1960’lara kadar
düzenli olarak artmış, bu tarihten sonra,ise azalmaya
başlamıştır.
Hizmet sektöründe ki istihdamın artması ise hemen
hemen otomatik olarak gerçekleşmiştir.
Büyüme hızı hep aynı olmamıştır. Küresel kapitalizmin
sanayi devrimi sonrası tarihi, genişleme-durgunluk-kriz
şeklinde şiddetli döngülere sahip beş ayrı döneme tanık
olmuştur.
1820-1870 kişi başı GSYH yükselmeye ve batı yavruları ile
birlikte dünya piyasasına egemen olmaya başlamıştır.
 1870-1913 19.yy küreselleşmesinin doruk yaptığı bir
dönem dünya savaşının çıkmasıyla kesintiye uğramıştır.
 1913-1950 dünya haritasının sınırları yeniden çizilmiş,
sermaye yeniden üretilmiş ve egemenliğini ilan etmiştir.
 1950-1973 dünyada eşi görülmeyen bir refah artışına tanık
olmuşlar. Ülkeler arası ticaret yılda %7 oranında artarken,
dünya GSYH’si yılda %2.9 oranında artmıştır . Altın çağ
olarak adlandırılmıştır.
 1973ten günümüze altın çağın ileri gelen endüstrileri
olgunlaştıkça karlılık düşmeye başlamıştır. 1980lerin borç
krizinden sonra ciddi krizler patlamıştır.

Sanayileşmeden kaçış dünyanın finansallaştırılması ile aynı
zamana denk düşmüş ve bu durum 20.Yy.ın küreselleşmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
NİÇİN AVRUPADA? NİÇİN 18.YY’IN
SONLARINDA?
Avrupa 16.yy da başlayan Rönesans’ı izleyen dönemlerdeki önemli icatlardan yararlanabilme gibi bir avantaja
sahipti. Avrupa bilimi anahtar dönemdeki icatlara atılım
yaptı. Örneğin; Galilleo uzaydaki cisimleri gözlemek için
aletler tasarladı; bir matematikçi ve fizikçi olan Huggens
atmosfer basınından etkilenmeyen bir sarkaç saat icat etti.
Bu yolla da bilimsel araştırma ve bilimsel yöntemi
temellendirmişlerdir.Yinede Avrupa merkezli “ bilimsel
bilgi endüstriyel devrimine yol açtı”. İkincisi bu hipotez
Çin’in bilim ve teknoloji alanda açık ara önde olduğunu 4
yada 5. yy.2da ne için bir endüstri devrimine tanık
olmadığımız konusunda bütünüyle sessiz kalıyor. Çinliler
Avrupa’dan bin yıl öne kağıdı icat ettiler. Çinli çiftçiler
karmaşık tarım aletler kullanıyor gemileri gelişmiş hidrolik
enerji tekniklerinden yararlanarak gemilerde yüzüyordu.
Örneğim M.S. 1200 li yıllara kadar Avrupa da
kullanılmayan el arabası M.S. 200‘lü yıllarda Çin’de
kullanılıyordu. Araplarda ilk bin yıl civarında bilimde ve
bilgide önde gidiyorlardı.
İleri oldukları alanlar cebir ve astronomiydi. Babil’ler
“sıfır rakamını M.Ö. 350 gibi erken bir tarihte kullanmaya
başlamışlar ve ondalık düzene giden yolu açmışlardır. İlk
Avrupalılar için çok büyük rakamları örneğin 22 ile 34 ü
toparlamak büyük bir karabasandı. Ama 1187 civarında
Selehattin’in yönetiminin en görkemli zamanında 3. Haçlı
seferinin yenilgiye uğratılıp Kudüs’ün tekrar alınmasından
sonra İslami toplumların bilgi önderliği ansızın durmuştur.
Çinlilerin bilimsel gelişimi de 1400e kadar hızını kaybetmiştir. Avrupa da ise bilimsel araştırma ve akılı bir düşüne
sistemi için çoğulu bir ortam oluşturmaya başlanmıştı.
Akılı düşünenin bağımsızlığının yerleşmiş olmasında 3 ana
etken ortaya çıkmaktadır;



Akılı düşünenin bağımsızlığının yerleşmiş olması, bilimsel
araştırmada kılavuz olarak bilimsel yöntem olarak hiçbir
şey olarak kabul etmemektedir.
Endüstriyel girişimiler için olağan üstü ödüller üretme
yeteneğine sahip bir ödüllendirme sistemi
Emperyal zihniyete sahip bir sınıf tarafından yönetilen ve
büyük oranda tekelleşmiş küresel bir ticaret piyasası
Avrupa da özellikle 1750nin İngiltere’sinde yukarıdaki
koşullar gökyüzündeki varlıklara hizmet etmek için değil
kar etmek için parasal sonuçlar için bilgi ve bilimin
içindeki düşüncelerden yararlanmayı sağlayacak bir
ortamda bir araya getirilebilirdi.
Kral ile baronların, dükleri ve Fieflerin arasındaki şiddetli
kavgalara son veren Magna Carta imzalanmıştır.
Özünde özel mülkiyet haklarının ve yeni boy
göstermekte olan tüccar sınıfın haklarını koruma anlamı
taşıyordu. Bunu Hollanda ve saksonyada yatırımcıların
ürünleri üzerindeki haklarını koruyan uygulamaları izlendi.
Kralın siyasi yönetiminin etki alanı üretim ve ticaret
gittikçe ekonomi alanında kısıtlanmaya başladı. Öte yandan
Asya ve İslam ülkelerinde sultan yada imparatorun
yönetimi altında keyfi vergiler servetlerin hesabı
verilmeden el koymalar ve her an sultanın görev çağrısıyla
karşılaşabilmekti. Bu sıradaysa Avrupalı tüccarlar kanuna
dayalı vergiler ve şirket yapılarından yararlanıyordu.
Bu erken kapitalist birikim uygun bir değiş tokuş
ortamı ve değer birikimi niteliği taşıyan yaygın olarak
kabul görmüş bir para biçimi olmadan gerçekleşemezdi.
Tarihin bu dönemi boyuna ticaret büyük bir değişim
geçirdi ve ticari piyasanın hızlı şekilde genişlemesine tanık
olundu. Tüm bu anlı ticari etkinlik büyük miktarda nakit
para talebini yaratıyordu. Buda 1960lara kadar önemli bir
kısıt oluşturuyordu. Ortaçağ Avrupa’sının büyük bir
bölümü “ küçük ”madeni para sıkıntısı çekmekteydi.
Nakit para yetersiz olduğunda işlemleri zamanında ve
sorunsuz bir biçimde yapabilmek çok zor olmalıydı. 15.
Yy.da yeni gümüş yataklarının kullanıma açılmasıyla
birdenbire ortadan kalktı.
‘’Bilim teknolojiyi geliştirir, o da büyümeyi saplar ‘’
şeklindeki doğrusal düşünceyi uygulamanın Avrupa’daki
endüstriyel kalkışın koşullarlını açıklamakta başarısız
kaldığına dikkat etmek gerekir. Hatta 1750-1850
arasındaki icatların hiçbiri bilim dünyasından çıkmamıştır.
Yeni şeyler icat edenler esnaflardı.
Avrupa’nın büyümesinin soyut bilimsel bilginin
endüstriyel uygulamalara dönüşmesinden kaynaklandığı
şeklindeki iddianın eksikliği, 18.Yüzyılın başlarında tam da
endüstriyel kalkıştan önce , Britanya’da görülebilir.
Politika ve yönetim kar mantığına göre düzenleniyordu;
hem İngilizler hem de yönetici sınıfları ‘’ para yalnızca
kullanılan değil yöneten bir şey de olmalıdır’’ şeklindeki
düşünceyi çoktan kabul etmişlerdi.
İlk planda, özel girişimcilerin risk almalarının ödüllerini
toplayabilmelerini sağlayan da yönetici sınıfının yükselişi
ve onların mali harcamaları oldu.
İngiltere’de 18.Yüzyılın sonlarında endüstriyel bir
toplumun işlevleri çoktan oluşturulmuş durumdaydı;
birincisi, kapitalist koşullar altında özel girişimlere yüksek
karlar sağlayabilen bir ekonomi ; ikincisi , bu kapitalist
sınıfın çıkarlarını yalnızca ülke içinde değil, küresel olarak
da saldırgan bir şekilde koruyan devlet aygıtı.
Kolonizasyon, büyümeyle ilgilenen ekonomistlerin
kendilerini pek de rahat hissetmedikleri bir konudur.
1892-96 yılların arasında seçili Avrupa ülkelerinde toplam
ticaret içinde koloniyal ticaretin paylarına baktığımızda
İngiltere en geniş sömürge alanına sahiptir.
Fransa ve Almanya onu izlemektedir.Sömürgelerden
yapılan ithalat yalnızca hızla endüstrileşen Avrupa
ekonomileri için gerekli maddelerin sürekli olarak ithal
edilmesini sağlamadı, aynı zamanda bu ekonomilerin
genişleyen endüstriyel ürünleri için bir ihracat pazarı
olarak da hizmet etti.Koloniyal artı değerin endüstriyel
ürünlerin dünya çapında dolaşımı ile mali işlemler
arasındaki toplam dengeyi sağlamada büyük önem taşıyan
bir işlevi vardır.
1914’de, İngiltere’nin yurtdışı yatırımları 18.3 milyar
doları, Fransa’nınkiler 8.6 milyar doları ve Almanya’nınkiler 5.6 milyar doları bulmuştu .Bu nedenler doğrudan
yabancı yatırımların genişlemesi yurt içindeki toplam artı
değeri değerlendirmek için çok önemliydi.
Son olarak, küresel likidite sisteminin iyi işlemesi
hegemonik lider ülke olan İngiltere’nin dünya ürün
piyasalarına gereken nakit akışını sürdürmesini
garantiliyordu.
Tarihin acı sayfalarından bildiğimiz gibi, 1914 yılına
kadar sömürgeleştirmeler coğrafi sınırlarına ulaşmıştı.
Afrika’nın yüzde 80’i sömürgeleştirilmişti. Kapitalist
yayılmacılık belki de var oluşundan beri ilk kez sınırlara
toslamıştı. Kolonilerin sınırlarının yeniden çizileceği bir
savaş kaçılmazdı. Kapitalizm 20.Yüzyılın sonlarına da yine
bu şekilde erişmiş durumdaydı .
Download