GÜNÜMÜZ TÜRKİYE-ALMANYA EKONOMİK

advertisement
GÜNÜMÜZ TÜRKİYE-ALMANYA
EKONOMİK VE TİCARİ İLİŞKİLERİNİN ANALİZİ
ve
GELECEĞE DAİR DEĞERLENDİRME
Giriş
I – Tarihsel değerlendirme
II – İkili Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Bugünü
a. Doğrudan Yatırımlar
aa. Türkiye’nin Almanya’daki Yatırımları
ab. Almanya’nın Türkiye’deki Yatırımları
b. Dış Ticaret
ba. Türkiye’nin Almanya’ya İhracatı
bb. Almanya’nın Türkiye’ye İhracatı
III – Ekonomik ve Ticari İlişkilerin SWOT Formatında Analizi
IV – Öneriler
Giriş
Türkiye-Almanya ilişkileri, tarih boyunca iki ülke hükümetleri ve vatandaşları
açısından, her yönüyle yüksek değere sahip olmuştur. Bu gerçek, siyasi ve askeri ilişkilerde
olduğu gibi, ekonomik ve ticari ilişkilerde de yadsınamaz bir olgudur.
İlgi düzeyleri ne olursa olsun, Türklerin zihninde bir “Almanya ve Alman”;
Almanların zihninde de bir “Türkiye ve Türk” imajı, düşüncesi veya portresi muhakkak
vardır.
Yaşımız itibariyle çok gerilere gidememekle beraber, şahsımızdaki Almanya resmi,
Freiburg’a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden olan rahmetli babamın 1954
yılında görevli olarak gitmesiyle olgunlaşmaya başlamıştır. Hoş, o yıllardaki anımız ve
deneyimlerimiz Dreisam’da boğulma tehlikesi geçirmenin ötesinde değildir!
Daha sonraları, 1975 yılında Heidelberg’te lisan öğrencisi olarak, 1980’li yıllarda da
görevli olarak dört sene Hamburg’taki ikametimiz, Almanya’yı ülkeyi yakından tanımamıza
imkan vermiş ve özellikle “çalışkanlık”, “zamanın kıymeti” ve “disiplin ve düzen”
konularında şahsi plan ve programlarımıza, tüm yaşamımızı yönlendirecek katkılarda
bulunmuştur.
İşte şahsımızda oluşan ve olgunlaşan “çalışkanlık-zamanın kıymeti-disiplin ve düzen”
eksenindeki bu Almanya resmi, Türk insanının çoğunda yer etmiş bir resimdir.
1
Almanlarda da, olumlu yönleri ağır basan bir “Türkiye ve Türk resmi” olduğuna
şüphem olmamakla beraber, bu bağlamdaki değerlendirmeleri Alman dostlarımızın yapması
çok daha doğru olacaktır.
Konumuzun Türkiye-Almanya ticari ilişkileri olduğunu unutmadan, biraz da
duygusallık içeren bu giriş cümlelerimizi burada sona erdirmekte yarar görmekteyiz.
I - Tarihsel Değerlendirme
Dünyada, sınırdaş ülke olmayıp da, çok güçlü ekonomik ve ticari bağlara sahip ender
ortaklıklarından biri de Türkiye-Almanya Ortaklığı’dır.
Konumuz “günümüzün analizi” olmakla beraber, her iki ülkenin ekonomik ve ticari
geçmişine kısa bir bakış, günümüze ilişkin değerlendirmelerin daha sağlıklı algılanmasını
mümkün kılacaktır.
Çok köklü bir ticaret tarihine ve ticaret kültürüne sahip olan Almanya, Çin’in hızla
yükselen performansına rağmen bugün dünyanın en önemli “Dışticaret Ülkesi”dir.
Almanya’nın bugünkü dünya liderliğinin temellerinin 1300’lü yıllarda Lübeck
kentinde “Hansa Birliği” (Türkçe’de daha ziyade “Hansa” olarak anılan kelimenin Almanca
aslı “Hanse”dir.) adıyla atıldığını hatırlamak lazımdır. Lübeck’te kurulan ve zaman içinde,
kıyı şeridinde, kuzeydoğuda Reval (bugünkü Tallinn) ve Riga’dan, batıda Gröningen ve
Deventer’e uzanan; güneyde ise Köln-Breslav-Krakov ekseninde sınırlayabileceğimiz Hansa
Birliği, zaman içinde 200’ü aşkın şehir devletini kapsayan bir yapıya ulaşmıştır. Hatta bu
ticari birlik, Londra’dan Novograd’a uzanan bir yelpazede birçok kentte “Kontor” adıyla
anılan şubeleşme sistemiyle de farklı bir boyut kazanmıştır.
Dünya ticaretine bir tarafta İpek Yolu vasıtasıyla Çin’in, deniz ticareti yoluyla
Venedik ve Cenova şehir devletlerinin hükmettiği dönemlerle eş zamanlı olarak, Hansa
Birliği de bir diğer hakim aktör olarak sahnede rol almıştır.
Ekonomi tarihçisi olmamakla beraber biz şahsen, Almanya’nın dünya ekonomik ve
ticari yaşamındaki lider konumunun miladını Hansa Birliği’nin kuruluşu olarak kabul etmenin
doğru bir yaklaşım olacağını düşünüyoruz. Bu bakımdan, 2. Dünya Savaşı ertesinde,
Almanya’nın Avrupa Birliği’nin kuruluşuna da öncülük eden ülkelerden biri olmasını, tarihin
tekerrürü bağlamında yadırgamamak gerekmektedir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Almanya yaklaşık 700 yıldır dünya ticaretinin
merkezindedir, hatta, daha doğru bir söylemle, dünya ticaretinin merkezidir.
Türkiye’ye gelince:
Kuzey Avrupa’nın Lübeck kentinde Hansa Birliği’nin kurulduğu yıllarda,
Anadolu’nun Söğüt’ünde de, 624 yıl dünya siyasetinin baş aktörlerinden biri olacak Osmanlı
İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştır. Osmanlılar, dünya sahnesinde askeri ve siyasi alanda,
özellikle 15.,16. ve 17.yüzyıllarda “büyük güç” olarak yer almış; Avrupa, Asya ve Afrika
haritasını değiştiren bir işlevi olmuştur. Buna karşın uluslararası ticaret alanında, diğer bazı
ülkelerle karşılaştırıldığında önemli bir ağırlıktan söz etmek mümkün değildir. Ancak, hemen
belirtmek gerekir ki, Osmanlı dönemindeki en önemli yapılanmalardan “Ahilik” müthiş bir
2
esnaf ve sanatkar örgütlenmesi örneği oluşturmuştur. Selçuklular zamanında kurulan ve
Osmanlılar döneminde büyük gelişme gösteren Ahilik kurumu, her şeyin üzerinde “ticarette
etik” veya “ticaret etiği” kavramının belki de dünyadaki ilk örneklerinden birini teşkil
etmiştir.
Ahilik Teşkilatı, Selçuklular döneminde ekonomik ve ticari faaliyetlerinin yanı sıra,
askeri ve siyasi faaliyetlerde de bulunmuş, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve
güçlenmesinde etkin rol oynamıştır. Aşıkpaşazade, Osmanlı'nın kurulmasında etkin olan 4
unsur arasında Ahiliği de belirtmiştir. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğu Ahi
Teşkilatı'na mensup şeyhler olduğu da, tarihçiler tarafından belirtilmektedir.
Ahilik yapısı içindeki işletmeleri bugünün KOBİ’leri olarak gördüğümüzde, onların da
aynen KOBİ’ler gibi “dışa açılma sorunları” olmuş; lüle taşı pipo gibi bazı otantik ürünler
dışında tüm yaşam alanları iç ticarete münhasır kalmıştır.
Cumhuriyetin kurulmasıyla, İzmir İktisat Kongresi ve ilk yıllarda karma ekonomik
düzene yöneliş, takiben, 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra kamu ağırlıklı ekonomik yapı
hakim olmuştur. 1980’e kadar aşırı korumacı, rekabete kapalı “ithal ikamesi sistemi”
uygulanmış ve nihayet 24 Ocak 1980 kararlarıyla liberal ekonomik dönem başlamıştır. Aralık
1983’te iktidara gelen hükümet “ihracata dayalı kalkınma modeli”ni benimsemiş ve Türkiye
artık gerçek anlamda ihracat odaklı bir süreç içine girmiştir. Bugün gelinen noktada Türkiye,
dünya ticaretinde ilk yirmibeş ülke arasında yer almaktadır. Bunun, kısa sürede sağlanan bir
başarı olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Yukarıda, Almanya ile ilgili bölümün sonundakine benzer bir ifadeyle, Türkiye için de
şöyle söyleyebiliriz: Türkiye yaklaşık 30 yıldır uluslararası ticaretin gerçek anlamda içindedir.
Evet, Türkiye-Almanya ortaklığı 700 yıllık bir deneyimle, 30 yıllık genç bir dış ticaret
ülkesinin ortaklığıdır. Bu pencereden bakıldığında iki ülke arasındaki yoğun ekonomik
ilişkiler ve bunun yanında 30 milyar dolarlık ticaret hacmi, alınan mesafenin büyüklüğünün
ve ortaklığın kıymetinin somut bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
II – İkili Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Bugünü
“İkili Ekonomik İlişki” denildiğinde, üstelik söz konusu da Türkiye-Almanya ilişkileri
olduğunda, doğal olarak onlarca başlık akla gelmektedir. Ancak, makro bir değerlendirme
yapabilmek açısından iki ana başlığı esas almayı yeğledik:
- Doğrudan yatırımlar ve
- Dış ticaret.
a. Doğrudan Yatırımlar
“Doğrudan Yatırım” aslında iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin temelinin
ne kadar sağlam olduğunun göstergesidir. Zira, doğrudan yatırımda, muhatap ülkenin
bugününe ve geleceğine güven unsuru ön plandadır. Yatırım, uzun vadeli bir düşüncenin
unsurudur. Bir sonraki konuda işleyeceğimiz “ticari ilişkiler” kavramı, aynı şekilde
yorumlanmayabilir. Örneğin, bir ülkede yatırım yapıyorsanız, milyonlarca, hatta bazen
milyarlarca euro veya dolarlık bir fedakarlıkta bulunmak; yüzlerce kişiye istihdam yaratmak
3
ve ekmek kapısı açmak; her ülkede kutsal sayılan vergi mükellefi olmak gibi çok önemli
değerlere hizmet ediyorsunuz demektir.
Ticaretin de kutsal değerleri olmakla beraber, bugün sattığınız ürünü yarın da
satacaksınız diye bir garanti bulunmamaktadır. Başka bir değişle ticaret yaşamı dalgalanmayı
peşinen kabul eder.
Bu bakımdan, iki ülke ilişkisinin, ticari boyutu muhakkak ki çok önemlidir, ama
yatırım boyutu, ticari ilişkileri de destekleyecek ve tetikleyecek kalıcı bir boyut olma özelliği
ile ön planda değerlendirilmelidir.
Bu şahsi görüşümüzü ifade ettikten sonra, doğrudan yatırımlar konusundaki saptama
ve değerlendirmelerimize geçebiliriz.
aa. Türkiye’nin Almanya’daki Doğrudan Yatırımları
Türkiye, ekonomik konumu ve geçmiş yıllardaki genel sermaye yapısı itibariyle, yurt
dışına yatırım yapmaktan ziyade, ülke içine yatırım çekmeyi ön planda tutan bir pozisyon
almıştır. Bu bağlamda UNCTAD verileriyle, 2009 yılında 1,6 milyar dolarlık bir doğrudan
yatırım çıkışı bulunmaktadır.
Bu paralelde Türkiye’nin Almanya’daki doğrudan yatırımları da sınırlı olmuş ve
Deutsche Bundesbank verilerine göre 2006, 2007, 2008 ve 2009’da Türkiye Almanya’da
sırasıyla 13, 40, 54 ve 32 milyon Euro seviyesinde doğrudan yatırım yapmıştır. 2008
senesindeki nisbi artışın da tek işlemden (BEKO’nun Grundig hisselerinin tamamını 2007
sonlarında satın alması) kaynaklandığını düşünmek yanlış olmayacaktır.
Konuya, teknik açıdan, bir ülkenin başka bir ülkede yaptığı “doğrudan yatırımlar”
olarak baktığımızda, yukarıdaki istatistikten de görüleceği üzere, Türk firmalarının
Almanya’daki doğrudan yatırımları 2009 yılında 32 milyon Euro seviyesinde gerçekleşmiştir.
Bu rakam Almanya’ya aynı yıl giren 25,6 milyar Euro düzeyindeki toplam doğrudan
yatırımlar içinde yüzde hesabına bile girememekte, oransal payın, binde birin biraz üzerinde
olduğu görülmektedir.
Denilebilir ki, Türkiye’nin Almanya’daki yatırımları, neredeyse “yok” seviyesindedir!
Acaba böyle bir yorum, gerçekten yapılabilir mi?
Bu noktada hikaye ve ortaya çıkan resim oldukça farklıdır.
Öykü, döner büfeleri ve Münih-İstanbul otobüs bileti satış bürolarından, büyük üretim
tesislerine ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Grundig’in satın alınmasına kadar uzanan bir seyir
takip etmektedir. Burada, bu öyküyü uzun uzadıya anlatacak değiliz. Zira konumuz,
münhasıran bu değil. Ancak, Türkiye’nin Almanya’daki doğrudan yatırımlarını anlatırken,
konunun bu tarihsel yelpazede algılanması ve değerlendirilmesi gerektiği düşüncesinde
olduğumuzu ifade etmek durumundayız.
İşte “hikayenin farklı yönü” de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır.
4
Almanya’ya yatırımlar konusunda Türkiye ve Türk varlığının Almanya penceresinden
farklı bir yaklaşımla değerlendirilmesinde, sağlıklı sonuçlar ve yorumlar yapabilmek
bakımından, deyim yerindeyse, zorunluluk vardır. Zira, Türk veya Türk kökenli Alman
vatandaşları tarafından kurulan Almanya’da yerleşik firmaların sayıları Türk Alman Eğitim
ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK) tarafından yapılan bir araştırmaya göre 2008
yılında 72.00 işletme olarak saptanmıştır. Bu işletmelerin yıllık ciroları 33 milyar Euro olarak
hesaplanmaktadır. Bu araştırmada konumuzu ilgilendiren “yatırımlar” başlığı altında şu
çarpıcı saptama da yer almaktadır: 2008 yılı itibariyle kümülatif “Almanya’da yerleşik
Türklerin bu ülkede yaptığı yatırım” rakamı 7,9 milyar Euro seviyesindedir.
Bir sonraki bölümde Almanya’nın Türkiye’deki yatırımları açısından gösterge
olabilecek bazı gazete haberlerine değineceğiz. Burada da Türkiye’nin Almanya’daki
doğrudan yatırımları konusunda da bir haber aktaralım (Mart 2011):
- Türkiye’nin önemli otomotiv yan sanayi firmalarından Bayraktar Holding, Alman
Odelo (kuruluş tarihi 1935) firmasını satın almıştır.
Bu haber, Türkiye’nin ve Türk firmalarının Almanya açısından pozisyonlarını
göstermek açısından önemli olmakla beraber; doğrudan yatırımlar açısından Türkiye’nin
Almanya piyasasında alacağı çok yol olduğunu belirtmek ve itiraf etmekte yarar
bulunmaktadır.
ab. Almanya’nın Türkiye’deki Doğrudan Yatırımları
Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar 2007 yılında tarihi bir rekora ulaşmış ve toplam
yatırım tutarı 2,1 trilyon dolar olmuştur. Bu rakam, 2008’in Eylül ayının ortasında Lehman
Brothers’ın iflasıyla patlak veren global krizin etkisiyle 2008 yılında 1,8 ve 2009 yılında 1,1
trilyon dolara inmiştir.
Doğrudan yatırımlarla ilgili dünya istatistiklerinde sermaye girişi veya sermaye çeken
ülkeler itibariyle Türkiye, 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla 22,0; 18,1 ve 7,6 milyar
dolarla yer alırken; Almanya 118,7; 91,9 ve 45,3 milyar dolarla, önlerde bulunmaktadır.
2009 yılında 45,3 milyar dolar yatırım çeken Almanya’nın, aynı yıl 25,6 milyar
dolarla ülke dışında yatırım yaptığını da burada vurgulamak gerekmektedir. Deutsche
Bundesbank verilerine göre bu rakamın 514 milyon Euro’luk (yaklaşık 700 milyon dolar)
bölümü Türkiye’deki yatırımlar için çıkışlardır.
Almanya’nın Türkiye’de “greenfield” yatırımlar konusunda öncü rol oynadığını
belirtmekte fayda görmekteyiz. Aşağıda örneklerini vereceğimiz ve 1960 yıllarda başlayan
Alman yatırımları, Türkiye’deki çeşitli içsel ve dışsal siyasi ve ekonomik çalkantılara rağmen
düzenli ve istikrarlı bir çizgi izlemiştir. Bu hususu burada açıklıkla ve samimiyetle kaydetmek
gerekmektedir.
Almanya’nın Türkiye’deki yatırımlarda “hacim” bakımından ilk sırada olması
yanında, “öncü” konumda olduğunu da burada tekrar belirtmek gerekmektedir. “Türkiye’nin
önemli bir üretim ve ihracat üssü olacağını ‘futurist’ bir ticari yaklaşımla Almanya
görebilmiştir” yorumunu yapmak hiç de yanlış olmayacaktır. Zira Almanya’nın en büyük
5
firmaları 1960’larda, ithal ikameci politikaların en yoğun şekliyle uygulandığı Türkiye’de
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına girişmişlerdir.
Hafızamızı tazelemek bakımından bir göz atalım:
Yıl 1958: 1847’de kurulan Siemens A.G. 1800’lerin ikinci yarısında Türkiye’de ilk
projesini gerçekleştirir ve İstanbul Telgraf Merkezi’ni kurar. 1958 yılında Koç ortaklığı ile
Simko A.Ş. kurulur. 1961'de Simko'nun ilk fabrikası üretimine başlar. Gerçek anlamda ilk
yatırım 1964 yılında kurulan kablo fabrikasıdır. İlerleyen yıllarda yatırım, üretim ve ihracat
sürekli olarak büyür.
Yıl 1966: 1758 yılında Almanya’nın Oberhausen kentinde kurulan M.A.N., 1912
yılında inşa ettiği “Galata Köprüsü”nü bir tarafa bırakırsak Türkiye’ye yatırıma 1966 yılında
gelir. Otobüs ve kamyon üretim ve ihracatıyla Türk ekonomisine büyük katkılarda bulunur.
Yıl 1967: İlk otomobili 1900 yılında üreten Daimler-Benz A.G.’nin % 36 hisselik
ortaklığıyla Otomarsan kurulur. 1968 yılında efsanevi 0 302 otobüsler üretilmeye başlanır.
1970’de, bu defa ihracat başlar. 1986’da Aksaray’daki kamyon fabrikası kurulur. Şirketin
ticari unvanı 1990’da Mercedes-Benz Türk A.Ş.olur.
Takip eden yıllarda Türkiye’deki Alman yatırımları devam eder ve Alman sermayeli
firmalar, Türkiye’de 1983 yılında başlayan ihracata dayalı kalkınma modeli içinde de
yerlerini alırlar. İhracata vurgu yaptığımız bu noktada, 1992 yılında Bosch-Siemens ortak
kuruluşu olan BSH Ev Aletleri Ticaret A.Ş.’nin de kurulmasına da değinmek gerekmektedir.
Bu firmayla birlikte, 2000’li yıllardaki Türkiye ihracatındaki önemli Alman sermayeli aktörler
de ortaya çıkmış olmaktadır.
Türkiye’de “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” (DTSŞ) statüsüne sahip, sayıları yıldan
yıla değişiklik göstermekle beraber, yaklaşık elli firma, ülke ihracatının % 40 seviyesindeki
bir bölümünü gerçekleştirmektedir. Bu firmalar arasında Bosch Sanayi ve Ticaret A.Ş.; BSH
A.Ş.; M.A.N. Türkiye A.Ş.; Mercedes-Benz Türk A.Ş. gibi Alman yatırımlarının da
bulunması, Türk dış ticareti açısından önemle değerlendirlmelidir.
Yatırım konusunda, Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin internet sitesinde de yer
alan, Adana/Yumurtalık'ta, STEAG firmasının 1,5 milyar Euro yatırımla, Türkiye'nin 2004
yılı itibariyle en büyük termik santralinin açılışına da değinmek gerekmektedir.
Almanya’nın Türkiye’deki yatırımlar açısından pozisyonunu, sadece, bu yazıyı kaleme
aldığımız Şubat 2011’de Türk medyasında yer alan haberlerden anlamak mümkündür:
- BSH Grubu Global CEO Kurt-Ludwig Gutberlet “Türkiye bizim için çok önemli bir
ülke ve güzel bir geleceği olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de 300 milyon Euro’luk daha yatırım
yapacağız” demiş ve Çerkezköy’de 2011’de 8 milyon Euroluk Ar-Ge Merkezi kurulacağını
duyurmuştur.
- Alman Ekonomi Bakanlığı Türkiye Temsilcisi Sayın Markus Knupp, Bakanlık
olarak Alman yatırımcılarını Anadolu kentlerine yönlendireceklerini beyan etmiştir.
6
Bunun dışında Bild am Sonntag’ın “Saklı Türkiye” ekinde, diğer tanıtım başlıkları
arasında “Grundig de onların” ifadesinin yeralması, Türkiye algısı açısından olumlu anlamda
dikkat çekicidir.
Bu firmaların “Türkiye’de yatırım bilincini” vurgulayan en önemli söylem belki de
Siemens Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin web sitesindeki tümcedir:
“Türkiye'nin geleceğine yatırım yapmaya devam ediyoruz...”
Burada, tarihsel gelişimi içinde, kronolojik sıraya da sadık kalarak, öncülerle ilgili kısa
bir sunum yapmaya çalıştık. Adını anamadığımız yüzlerce firmanın hoşgörüsüne sığınıyoruz.
b. Dış Ticaret
Ülkeler arasındaki ikili ekonomik ilişkilerin bir diğer önemli göstergesi, birbirlerine ne
kadar mal sattıklarıdır. Ülkelerin bu bağlamda ön planda tuttukları husus da dış ticarette
fazlaya sahip olmalarıdır. Başka bir değişle ülkelerin ikili ilişkilerdeki gayreti dış ticaret
fazlası verme, yani ithalattan çok ihracat yapma yönündedir. En kötü ihtimalle, ihracat ve
ithalatı dengede tutmak genel prensiptir.
Türkiye-Almanya dış ticaretinde, tarihsel süreç, dengenin devamlı olarak Türkiye
aleyhine ve Almanya lehine bir tablo sergilemektedir. Dış ticaret jargonuyla söylemek
gerekirse, ikili ticarette Türkiye “net ithalatçı”, Almanya ise “net ihracatçı” konumundadır.
Türkiye’nin ve Almanya’nın genel ürün ve üretim kompozisyonu ve buna bağlı olarak
dış ticaret yapılarına bakıldığında bu durumun normal ve kabul edilebilir karşılanması
gerekmektedir. Türkiye’nin, son yıllarda ihracatta yakaladığı istikrarlı büyüme süreci, ithalata
dayalı olsa bile, ihracattaki bu gelişme trendi Türkiye-Almanya dış ticaretinde, ihracat-ithalat
terazisini dengeye getirecektir diye ümit etmemiz mümkün görülmelidir.
Almanya ve Türkiye’nin dünya sıralamasındaki durumuna da bir göz atmakta,
değerlendirme ve yorumlarımız açısından katkısı olacaktır.
Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organisation – WTO) verilerine göre 2009 yılı
sıralaması şöyledir (Bu yazıyı tamamladığımız, Eylül 2011 itibariyle WTO 2010 verilerini
açıklamamıştır):
Dünya ihracatı
Toplam
12,5 trilyon $
1. Çin
1,2 trilyon $
2. Almanya
1,1 trilyon $
3. ABD
1,1 trilyon $
33. Türkiye
0,1 trilyon $*
(* Sırasıyla 102 milyar $ ve 141 milyar $)
Toplam
1. ABD
2. Çin
3. Almanya
23. Türkiye
Dünya ithalatı
12,7 trilyon $
1,6 trilyon $
1,0 trilyon $
0,9 trilyon $
0,1 trilyon $*
Bu genel bilgilerden sonra, okuyucuyu rakamlarla daha fazla sıkmadan, karşılıklı
ticarete, farklı bir boyutta göz atıyoruz.
ba. Türkiye’nin Almanya’ya İhracatı
7
Türkiye-Almanya arasındaki ticarete gelince, söylenecek ilk şey, herkesin bildiği bir
olgu, yani Almanya’nın Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı olduğudur. Burada altını çizmek
istediğimiz husus, bu ortaklığın ideal dengelerde olmasa bile, “uyumlu” ölçülerde bir ortaklık
olduğudur.
Biraz daha açalım: Örneğin, Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki ticaret hacmi
2010 yılında 26 milyar dolar olmuş; ancak bunun 21,5 milyar doları Türkiye’nin ithalatı,
sadece 4,5 milyar doları da Türkiye’nin ihracatı şeklinde gerçekleşmiştir. Durum büyük
ölçüde Türkiye aleyhinedir. Bunun üstüne bir de Rusya’nın Türkiye’ye yaptığı ihracatın
büyük bölümünün “enerji” olduğu düşünüldüğünde, biraz önce ifade ettiğimiz “uyumlu” sıfatı
Türkiye-Rusya ticareti için söylenememektedir. 2010 rakamlarıyla, Türkiye’nin 2,3 milyar
dolar ihracat, 17,2 milyar dolar ithalat yaptığı Türkiye-Çin ticareti için de aşağı yukarı aynı
türden yorumlar yapılabilir.
Türkiye-Almanya ticaretindeki durum ise, kuşbakışı şu şekildedir:
Almanya yıllardır Türkiye’nin en büyük alıcısı ve tedarikçisidir. İki ülke arasında
gerçek anlamda bir mal ticareti yapılmaktadır. Tek bir ürün grubuna bağlılık (veya bağımlılık)
bulunmamaktadır. Karşılıklı olarak binlerce çeşit malın alınması ve satılması söz konusudur.
Denge, geleneksel olarak Almanya lehine ise de, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir
“uçurumdan” bahsetmek mümkün değildir. Türkiye Almanya’ya 2010 yılında 11,5 milyar
dolarlık mal satmış, 17,5 milyar dolarlık mal almıştır.
Türkiye’nin Almanya’ya ihraç ettiği ürünler listesine bakıldığında, eskiden olduğu gibi
iki sektöre (tekstil-konfeksiyon ve tarım ürünleri) bağımlı olunmadığı, otomotiv, kimyevi
maddeler, elektrik-elektronik, makine ve hatta demir-çelik sektörlerinin de dikkate değer
rakamlara ulaştığı görülmektedir.
Burada son olarak şunu söyleyelim: Türkiye’de gelecek gören Alman firmaları,
Türkiye’nin, 24 Ocak 1980’den itibaren başlayan ve 1983’ten itibaren güçlenen “ihracata
dayalı kalkınma modeli” stratejisinde de önlerde yer almışlardır. Daha önce de değindiğimiz
gibi bu firmalar Dış Ticaret Sermaye Şirketleri statüsü içinde Türk ihracatının birinci liginin
oyuncuları olmuşlar ve ihracatın “enleri” listelerinde ilk sıralarda yer almışlardır.
bb. Almanya’nın Türkiye’ye İhracatı
Almanya Türkiye için birincil önemi haiz bir partner ise de, Almanya penceresinden
ve salt istatistikler açısından baktığımızda, bunun aynısını Almanya açısından söylemek, yani
Türkiye’nin Almanya için birincil pazarlardan biri olduğunu ifade edebilmek güçtür.
Türkiye’nin Almanya’nın ihracat yaptığı ülkeler listesindeki yeri, 2010 verileriyle
15.’lik; ithalat listelerindeki yeri ise 21.’liktir. Eğilim yukarıya, yani ön sıralara doğrudur.
Dünya genelinde 200’ü aşkın ülkeyle ticaret yapan bir önemli dış ticaret gücünün ticaret
yaptığı ülkeler listesinin bu sıralarında yer almak önemlidir, öncelikle bunu vurgulayalım.
Ancak, Türkiye gibi son on yılda dış ticarette büyük gelişme gösteren bir ülkenin yerinin,
özellikle ithalat listesinde 4-5 basamak daha yüksek olması gerekmektedir.
8
Almanya’nın Türkiye’ye ihracatı, Almanya istatistiklerine göre, 2010 yılında 13,1
milyar dolar olmuştur. Buna mukabil Almanya’nın Türkiye’ye ithalatı 21,4 milyar dolar
olarak kayıtlara geçmiştir.
Aşağıdaki tablonun, dikkatli okuyucuların gözünden kaçmadığını düşünüyoruz:
Türkiye istatistiklerine göre (TÜİK)
Almanya istatistiklerine göre (DESTATIS)
Türkiye’nin ihracatı Türkiye’nin ithalatı
11,5 milyar $
17,5 milyar $
13,1 milyar $
21,4 milyar $
Bu tür karşılıklı dış ticaret istatistikleri değerlendirilirken, ihracat istatistiklerinin,
birkaç ülke dışında dünya genelinde FOB değerler, ithalat istatistiklerinin de CIF değerler
üzerinden tutulması, ilk olarak dikkate alınan husustur. Konuya bu noktadan baktığımızda
Türkiye’nin ihracatının TÜİK’e göre 11,5 milyar dolar iken, Almanya’nın Türkiye’den
ithalatının DESTATIS’e göre 13,1 milyar dolar olması normal karşılanmalıdır. Aradaki 1,6
milyar dolar, çok yüksek olmakla ve farkın tamamını tek başına açıklayamamakla beraber
“sigorta ve navlun” olarak izah edilebilir.
Ancak ithalattaki istatistikleri bu teknik açıklamayla izah etmek mümkün
görülmemektedir. Zira, DESTATIS’e göre 21,4 milyar dolar olan Türkiye’ye FOB değerli
ihracatın, TÜİK verilerine göre 17,5 milyar dolar tutarında Türkiye’nin CIF değerli ithalata
uyum göstermediği görülmektedir.
Bu çalışmamızı hiç ilgilendirmeyen bu teknik ayrıntıya girmemizin sebebi, dış
ticaretle ilgilenen, öğrenciler de dahil her kesimin, biraz fikir jimnastiği yapmalarını
sağlamaktır. Bu durum, “Aralık ihracat ve ithalatının Ocak ayı kayıtlarına kayması”; “3.
ülkelerden gelen malların, menşe ülkeye göre kayda alınması” gibi argümanlarla izah
edilebilirse de, özellikle resmi merciler tarafından açıklanmaya ihtiyacı olan verilerdir.
III – Ekonomik ve Ticari İlişkilerin SWOT Formatında Analizi
Bu analizin, bundan yaklaşık altı yıl önce yaptığımız Türkiye-Avusturya ekonomik ve
ticari ilişkilerinin analizini içeren çalışmayla örtüşen noktaları olacaktır. Bu durumun
yadırganmaması gerekmektedir. Zira, Almanya’nın ve Avusturya’nın Türkiye ile olan
ekonomik ve ticari ilişkilerinde benzerlikler ve örtüşmeler bulunmaktadır. Ayrıca, bu
ülkelerdeki Türk iş adamları varlığı analizimizi benzer yapan bir başka husustur.
Analizimize geçmeden önce altını çizmek istediğimiz şey, bu çalışmanın ülkelerin
kuvvet analizi değil, iki ülkenin ekonomik ve ticari ilişkilerinin bir analizi olduğudur.
Teorisyenler “ilişkilerin kuvvet analizi yapılamaz” diye bir itirazları olursa, bu durumda, bu
çalışmayı, bir kuvvet analizi olarak değil de, salt bir analiz, ilişkilerin bir fotoğrafı olarak
algılamak da mümkündür diye düşündüğümüzü ifade edelim.
Analizimizde yöntem şudur: Önce kuvvetli yönler, zayıf yönler, fırsatlar ve tehditler
saptanacak ve son bölümde de, bu analizden bir sonuç ve strateji üretilecektir.
Önemli not: Bu çalışma şahsi saptamalarımıza dayanan, dolayısıyla da şahsi
değerlendirmeleri içeren bir niteliktedir. İki önemli ortağın bu tür analizlerinin yapılması ve
stratejilerin üretilmesi, şahsıların değil, kurumların üstlenmesi gereken bir görev olmalıdır. Bu
takdirde yapılacak saptmalar çok daha kapsamlı olacak, yapılacak öneri ve üretilecek
9
stratejilerin yaşama geçirilme şansı da o denli güçlü olacaktır. Böyle baktığımızda da
Türkiye’deki Ekonomi Bakanlığı (eski Dış Ticaret Müsteşarlığı), Hazine Müsteşarlığı,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, TOBB’a bağlı olarak Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu;
Türkiye İhracatçılar Meclisi gibi kurum ve kuruluşların Almanya’daki eşdeğer kurumlarla
birlikte çalışmalar yapması ve stratejiler üretmesi, kaçınılmaz bir yaklaşım olarak ortaya
çıkmaktadır.
Kuvvetli Yönler
- Kurumsal Düzenlemeler
- Bankacılık ve Sermaye Yapısı
- Oturmuş İhracat Kredisi ve İhracat Sigortası Sistemi
- İkili Anlaşmalar
- İnşaat Sektöründeki Güçlü Firmalar
- Meslek Kuruluşları
- Modern Fuarcılık
- Dış Ticaret Teknikleri
- Ticaret Heyetleri
Zayıf Yönler
- Firmalar Arasında Kalıcı Ticari Ilişkiler Kurulamaması
- Bazı Anlaşma Hükümlerinin "Temenni" Olarak Kalması
- Medyasının İlgi Düzeyi
- Firmaların "Temsilcilik Verme" Yöntemine Mesafeli Durmaları
- İthalat ve Ihracat Ilişkilerinde "Konvansiyonel" Yöntemler Dışına Çıkılmaması
- Ortak Proje Azlığı
Fırsatlar
- Doğrudan Yatırım Ortamı
- Almanya’daki Türk Firmaları ve İş Adamları
- Etnik Ticaret
- Türkiye’deki Alman Firmaları ve Yatırımları
- Deneyim ve Bilgi Birikimi
- Coğrafi Yakınlık
- Coğrafi Konum
- Türkiye’ye Gelen Alman Turistler
- Almanya’daki Türk Nüfus
- Türkiye’nin AB Tam Üyelik Süreci
- KOBİ’ler
- Ticaret Müşavirlikleri
- Eğitim Kurumları
Tehditler
- Ekonomik krizler (İçsel ve Dışsal / Bölgesel ve Global)
- Türk Firmalarının Almanya’daki Yatırım Güçlükleri
- Vize Sorunu
- Karayolu Taşımacılığı
- AB’ye Tam Üyelik Sürecinde Almanya’nın Pozisyonu
Kuvvetli Yönler
10
Kurumsal düzenlemeler
Burada karşımıza, oldukça hareketli ve renkli bir tablo çıkmaktadır.
Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası:
Alman Sanayi ve Ticaret Odası (DIHK), ilk olarak 1984 yılında İstanbul’da, “Türkiye’de
Alman Ticaretinin Resmi Delegasyon Ofisi” adıyla örgütlenmiştir. İlişkilerin ciddi boyutlara
çıkmasıyla, 1994 yılında, bu yapı, Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Odası’na dönüştürülmüştür.
Bunu takiben, 2003 yılında Köln’de, Türk-Alman Sanayi ve Ticaret Odası (Almanca
kısaltılmışı “TD-IHK”, Türkçe kısaltılmışı “TATSO”) kurularak faaliyete geçmiştir.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB):
TOBB, 360 civarındaki Ticaret ve Sanayi Odasıyla Ticaret Borsaların çatı kuruluşu olarak
Türkiye içinde, ekonomik ve ticari yaşamın en önemli meslek örgütü konumundadır.
Almanya’daki TATSO’nun kuruluşunda ve yönetiminde yer almak ve ayrıca yönetimi
altındaki Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde Türk-Alman İş Konseyi
oluşturmak ve İş Konseyi toplantıları düzenlemek suretiyle önemli bir işlev üstlenmiştir.
Türkiye İhracatçılar Meclisi / İhracatçı Birlikleri:
Dünyada tek uygulaması Türkiye’de olan ve 1930’lu yılların başında Büyük Atatürk’ün
imzasıyla kurulan “İhracatçı Birlikleri” ve bunların çatı örgütü Türkiye İhracatçılar Meclisi
(TİM), Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine pozitif katkı getirecek
kuruluşlardandır.
Deutsche Gesellschaft für Technische Zusammenarbeit (GTZ):
Bu güçlü örgüt, Türkiye ile olan işbirliğini desteklemek amacıyla 1996’da Ankara’da büro
açmıştır. 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren de „Deutsche Gesellschaft für Internationale
Zusammenarbeit“ (GIZ) adını almıştır.
Kreditanstalt für Wiederaufbau (KfW):
Gelişen ülkelerde ekonomik ve sosyal kalkınma için finans desteği sağlayan Almanya’nın bu
önemli ve etkin kurumu, 1998’den itibaren Ankara’da, GTZ/GIZ ile aynı ofiste temsil
edilmektedir.
KfW IPEX-Bank GmbH:
Almanya’nın resmi ihracat kredi kurumudur. Yaklaşık 60 yıldır dünya genelinde faaliyet
göstermektedir. İstanbul’da temsilciliği bulunmaktadır.
Euler Hermes Kredit Versicherung AG:
Allianz Grubu içinde yer alan bu şirket, ihracat kredi sigortası kurumu olarak işlev
görmektedir. 100 yıla yakın bir deneyim ve uluslararası yelpazede yıllık yaklaşık 1,5 trilyon
dolar (2009 dünya ticaret hacmi 12,5 trilyon dolar) civarındaki ticari alacağı sigortalayan bir
kurum olması itibariyle, dünyanın bu alandaki en önemli kuruluşlarındandır. İstanbul’da da,
Euler Hermes Risk Yönetimi ve Danışmanlık Hizmetleri Limited Şirketi adıyla temsil
edilmektedir.
Türkiye Küçük ve Orta ölçekli işletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı
(TOSYÖV):
11
Merkezi Almanya’da olan Konrad Adenauer Vakfı, “Türkiye’deki KOBİ’lerin Desteklenmesi
Projesi” başlığı altında TOSYÖV’e yaklaşık 20 yıldır destek olmaktadır.
Almanya’daki Türk İşadamları Dernekleri:
Burada İngilizce bir tümce gerekmektedir: “Last but not least!”. Kurumsal tabloyu verirken,
Almanya’daki Türk İşadamları Derneklerine en son değinmemizin yadırganmaması ve
eleştirilmemesi için bu tümceyi uygun gördük. Gerçekten de “Dernekler”, daha önce
bahsettiğimiz kurumlardan daha önemsiz değildir. Çünkü, bunların arkasında tarihe not
düşülecek önemli hikayeler bulunmaktadır.
Almanya’daki Türk işadamlarının 80’li yılları takiben artık “organize olmaları” ihtiyacı
ortaya çıkmış ve daha önceleri münferit, küçük ve lokal dernek şeklindeki örgütlenme modeli
rağbetteyken, 1990’ların başından itibaren daha kapsamlı ve güçlü yapılanmalar başlamıştır.
Almanya’daki “Türk işadamları dernekleşmesi” bir dönem abartılmış ve adeta bir “dernek
enflasyonu” görüntüsü vermişse de, güçlü yapılar ön plana çıkmış ve önemli işler başarmışlar
ve başarmaya devam etmektedirler.
Bankacılık ve Sermaye Yapısı
Frankfurt merkezli Alman bankacılığının ve sermayesinin gücü bilinmektedir. Dünya sermaye
tarihine baktığımızda, Frankfurt, Rothschild Ailesi nedeniyle tarihsel süreçte de önemli bir
merkezdir.
Alman bankacılığının güçlü yapısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde inşa edilen
Bağdat Demiryolu’nun ve buna bağlı Anadolu demiryollarının finansmanı odaklı olarak başta
Deutsche Bank olmak üzere, Deutsche-Orient Bank’ın ve Deutsche-Palestina Bank’ın
Türkiye’de örgütlendiklerini burada zikretmek gerekmektedir.
Türkiye’nin de Almanya’daki banka örgütlenmesi, başta “Türklerin tasarruflarının ana vatana
aktarıldığı “Temsilciliklerden”, yanılmıyorsak 1980’lerin sonunda (muhtemelen 1988 yılında)
Hamburg’ta yerleşik Bank Kreiss AG’nin Türk sermayesi tarafından satın alınmasıyla
başlamış olup; bugün itibariyle, Alman Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş ve tüm bankacılık
işlemlerini yapan, Almanya’da şubeleşmeyle büyüyen Ziraat Bank International AG; Isbank
GmbH, Akbank AG gibi büyük kurumsallaşmalara uzanmıştır.
Bu güçlü yapı, bir önceki başlık altında isimlerini verdiğimiz kurumlarla birlikte, finans
alanında önemli bir “kuvvet” unsuru oluşturmakta ve ayrıca, dikkate değer bir “fırsat” tablosu
ortaya koymaktadır.
Oturmuş İhracat Kredisi ve İhracat Sigortası Sistemi
Günümüz uluslararası ticaret ortamında “riskin minimize edilmesi”, tüm gelişmiş ülkelerde
ihracat kredi sigortası uygulamalarıyla sağlanmaya çalışılmaktadır.
Bunu Türkiye’de Türk Eximbank; Almanya’da da, 90 yılı aşkın bir süredir kısaca “Hermes”
olarak anılan ve Allianz Grubu içinde yer alan Euler Hermes Kredit Versicherung AG
gerçekleştirmektedir. Türk Eximbank kredi sigorta kurumu olarak çalışması yanında, diğer
bankalarla birlikte, resmi organ olarak ihracat kredisi de vermektedir. Almanya’da da bu işi
KfW IPEX-Bank GmbH yapmaktadır.
Gerek Hermes’in gerekse KfW IPEX-Bank’ın Türkiye’de temsilcilikleri bulunmaktadır.
12
Türk Eximbank’ın, en önemli ve geleneksel partnerimiz olan Almanya’da, benzer bir
yaklaşımla temsilcilik açması, bu ülkedeki Türk işadamlarını da düşündüğümüzde rasyonel
bir yaklaşım olacaktır.
İkili anlaşmalar
Ticaret tarihinin ilk dönemlerinden beri firmalar arası ilişkilerde olduğu gibi ülkelerarası ilişkilerde de, anlaşmalar, ticari yakınlaşma açısından en önemli unsur olmuşlardır. Anlaşmalar
vasıtasıyla bir yandan sözleşmeye dayanan sağlam altyapılar oluşturulmakta, diğer yandan taraflar, kendilerini, mukavelevi ilişkilerin temelini oluşturan “ahde vefa" (pacta sunt servanda)
kuramı doğrultusunda, anlaşmaların icrası yönünde bir yaklaşım içinde olmaya mecbur hissetmektedirler.
Türkiye ile Almanya arasında çağdaş ekonomik ve ticari ilişkilerin “hemen hemen” tüm gereklerini karşılayacak bir “ikili anlaşma" düzeni bulunmaktadır.
Anlaşma Adı
İmza Tarihi İmza Yeri
Ticaret ve Ödeme Anlaşmaları
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması
Teknik İşbirliği Anlaşması
Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması
İşbirliği Konseyi 11. Dönem Protokolu
16.2.1952
20.6.1962
16.6.1970
16.4.1985
11.3.2005
Ankara
Ankara
Ankara
Bonn
Berlin
Bizce bu tablodaki en önemli eksiklik “Mahkeme Kararlarının Karşılıklı Olarak Tanınması ve
Tenfizi Anlaşması”dır. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde, Türkiye’deki Alman ve
Almanya’daki Türk vatandaşlarının varlığı nedeniyle, başta medeni hukuk alanında olmak
üzere, diğer bir çok alanda, mahkeme kararlarının tenfizi, yani karşılıklı olarak
“uygulanabilir”, “icra edilebilir”, “icraya konulabilir” olması önemlidir. Bu, dış ticaret
ilişkileri açısından da ,önemli bir konudur. 30 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi içinde,
küçük-büyük montanlı onbinlerce ilişki ve sözleşme olduğu muhakkaktır. Böyle bir ortamda
ticari uyuşmazlık ve anlaşmazlık çıkması da son derece normaldir.
Hal böyle olunca mahkeme kararlarının karşılıklı olarak icraya konulabilmesinin
kolaylaştırılması ve bunun için de bir anlaşma yapılması gerekmektedir. Yakın zamanda
böyle bir gelişme gerçekleştiği takdirde, bu, iki ülke arasındaki ilişkilerdeki en önemli
adımlardan birini oluşturacaktır.
Şunu da kaydedelim: Türkiye, bu yönde içtihadi açıdan kolaylaştırıcı bir yaklaşım içindedir.
Son olarak Almanya’da, Wuppertal Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ve
kesinleşen bir mahkeme kararının Türkiye’de tenfizi bağlamında Türk Yargıtayı’nın (11.
Hukuk Dairesi) yerel mahkemeleri bağlayıcı bir kararı bulunmaktadır.
İki ülke arasında, çok çeşitli alanlarda mevcut ilişkilerin yoğunluğu dikkate alınarak, geç
kalındığı düşünülen bu konuda iki ülkenin yetkili makamlarının gereğini yapması, ilişkilerde
çok önemli bir kurumsal düzenleme anlamına gelecektir.
Mahkeme karalarına değinmişken, tahkim kurumuna da değinmekte yarar bulunmaktadır.
13
Tahkim konusunda Türkiye’nin geç kaldığı bilinen bir vakıadır. Milletlerarası Tahkim
yasası’nın 2001’de yürürlüğe girmesini takiben Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İstanbul
Ticaret Odası nezdinde tahkim mercileri oluşturulmuş ve uluslararası ticaret açısından
Türkiye, deyim yerindeyse tahkim sistemine entegre olmuştur.
Türkiye-Almanya ticari ilişkilerinde bu durumun dikkate alınması suretiyle, özellikle Türk
menşeli mallar için, “Türk hakem mahkemelerinin yetkili kılınması” şeklinde gelenek
yaratılması, önümüzdeki dönemde, orta vadede hayata geçirilmesi önem arz eden konuların
başında geldiği yönündeki şahsi düşüncemizi de burada vurgulamakta yarar görmekteyiz.
Örneğin, dünya üretim ve ihracatının önemli bir bölümü Türkiye’nin elinde olan fındığın,
onlarca yıldır “Hamburg Waren-Verein şartlarıyla satılması” ve bunun bir sonucu olarak
uyuşmazlıkların da Waren-Verein tahkimine bağlanması, üzerinde durulması gereken bir
konudur. Eğer, borçlar hukuku, ticaret hukuku ve usul hukukunun genel prensipleri
çerçevesinde “ihtilaf halinde yetkili mahkeme, satıcının mukim olduğu yerin mahkemesidir”
şeklindeki bir kuralın geçerli olduğunu kabul ediyor isek, tahkimde de buna paralel bir tutum
içinde olunması gerekmektedir.
İnşaat Sektöründeki Güçlü Firmalar
Müteahhitlik firmaları, özellikle ülke dışındaki tecrübeleriyle her iki ülkenin de kuvvetli yönlerinin başında gelmektedir. Bu firmaların faaliyetleri bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, iki ülkenin müteahhitlik firmalarının dünyanın büyük bir bölümünde faal oldukları görülmektedir.
Bu sektördeki firmaların deneyimlerinin birleştirilmesi suretiyle, dünya ölçeğinde yaygınlaştırılacak bir “sinerji" yaratılması, önemli imkanları da beraberinde getirecektir.
2011 yılının ilk aylarında başlayan ve yıl ortasında önemli değişim işaretleri de veren “Arap
Baharı” bu sektördeki firmaların kısa-orta ve uzun vadede ortak çalışmalar ve projeler
üstlenmeleri için büyük imkanlar sunacak niteliktedir.
Meslek Kuruluşları
Yukarıda, “Kurumsal Düzenlemeler” başlığı altında, iki ülkedeki en büyük mesleki örgütler
konumunda bulunan Odalar Birliklerine, “kuvvetli yön” bağlamında vurgu yapmıştık.
Sivil toplum örgütleri, dünya ticaret tarihi süreci içindeki etkin konumlarını giderek güçlendirmişlerdir. Bugün gelinen noktada, iç ve dış ticaret politikalarının belirlenmesinde, özellikle
Ticaret ve Sanayi Odaları ve bunların üst kuruluşları, hemen hemen tüm ülkelerde belirleyici
ve aktif bir unsur konumundadırlar.
Konumuz Türkiye ve Almanya olduğunda ise, bu iki ülkenin Odalar Birliklerinin son derece
özel bir öneme sahip oldukları görülecektir. Her iki Birliğin gerek mevzuat alt yapıları, gerekse uygulamadaki ağırlıkları incelendiğinde, ekonomi içindeki etkin yapıları derhal göze çarpmaktadır.
Bu oluşum yanında, Türkiye’deki ve Almanya’daki “sektör dernekleri” de, temsil ettikleri
sektörleri yönlendiren etkin konumdadırlar. Örneğin; demir-çelik, otomotiv, beyaz eşya gibi
sektörlerde faaliyet gösteren dernekler, ülkelerinin üretim, ihracat ve ithalat politikalarında
söz sahibi önemli kuruluşlardır.
14
Modern Fuarcılık
Sergi, panayır ve benzeri süreçlerden sonra, özellikle II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda "Fuarcılık", ticaretin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Bazı kentler, o kentte yapılan fuarlarla özdeşleşmiş, adları fuarlarla anılır hale gelmiştir. Bu bağlamda Almanya’nın dünyadaki
lider ülkelerin başında geldiği tartışılmaz bir gerçektir. Frankfurt, Köln, Düsseldorf,
Hannover, Münih, Berlin, Leipzig gibi geleneksel fuar kentleri, dünya ticaretini yönlendiren
işlev üstlenmektedirler.
1980’lere kadar zayıf bir seyir izleyen Türkiye’nin fuarcılık anlayışı, özellikle son yirmi yılda
çok gelişmiş ve gerek yurt içinde yapılan sektörel uluslararası fuarlar, gerekse Türk
firmalarının yurt dışındaki fuarlara katılımı modern ticaret yaşamının gereklerine paralel bir
şekilde yürütülmeye başlanmıştır. Fuar organizasyonları ve yurt dışı fuarlara katılım, devlet
tarafından da “Devlet Yardımları” kapsamında, 1995 yılından bu yana önemli finans desteği
almaktadır.
Türkiye, elektronik ve bilişim sanayinin de içinde yer aldığı Hannover Sanayi Fuarı’na 1985
yılında “Partner Ülke” statüsünde katılmış, bu katılım daha sonra, aynı statüyle 2007’de
tekrarlanmıştır. Türkiye, 2011’de ise, bu defa CeBIT’e Partner Ülke olarak katılmıştır.
Bütün bunların, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler açısında çok önemli fırsatlar
olarak değerlendirilmesi ve bu alandaki işbirliklerinin geliştirilerek sürdürülmesi
gerekmektedir.
Dış Ticaret Teknikleri
24 Ocak 1980 liberal ekonomiye geçiş sürecini takip yıllarda Türkiye, modern ve çağdaş dış
ticaret teniklerine uyum sağlamış, 90’ların ilk yıllarında performansa dayalı ihracatı teşvik
sistemi sona erdirilerek “devlet yardımları” sistemi devreye sokulmuş, 1 Ocak 1996
tarihindeki Gümrük Birliği ile (AB 1/95 sayılı karar) tam rekabete açılmış, standart
uygulamalarında ve tüm bunların sonucunda, deyim yerindeyse “oyunu kurallarına göre
oynayan” ve genel kabul gören kurallarla “dış ticaret yapılabilen” bir aktör haline gelmiştir.
Nostalji olsun diye bir anekdot anlatalım. 1980 öncesi reeksport ancak malın “ayniyetinin
korunmuş olması” şartıyla mümkün olabiliyordu. İthal edilip de yurt içinde kullanılan ve bir
müddet sonra yurt dışına reeksport için alıcı bulunan malların ihracatına (reeksportuna)
“ayniyeti kalmamış” denilerek izin verilmiyordu. Zira yurt içinde birkaç ay kullanılmış bir
malın ayniyetinin devamı doğal olarak mümkün değildi. Çünkü bu mal, adı üzerinde
“kullanılmış mal” idi. Bu şekilde A.B.D. ye, Ankara ve İstanbul’da dolmuş olarak kullanılan
Amerikan otomobillerinin ihracına izin verilmediği, o yıllar Türk dış ticaretini bilenlerin
hatırlayacağı, çarpıcı bir örnektir.
Türk Parası Kıymetini Koruma mevzuatında son olarak 2008 yılının Şubat ayında yapılan
radikal bir değişiklikle “ihracat bedeli dövizlerin Türkiye’ye getirilmesi zorunluluğu”
kaldırılmış ve Türk dış ticaret sisteminde çok önemli bir hareket serbestisi de sağlanmıştır.
Tüm bu hususların “kuvvetli yön” veya “fırsat” olarak görülmesi gerekmektedir.
Ticaret Heyetleri
Dış ticarette gelişmiş ülkelerin uyguladığı ihracat stratejileri kapsamında “Ticaret Heyeti
Programları”nın özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Bu tür faaliyetler için Ekonomi
15
Bakanlığı tarafından finansman desteği sağlanmakta, ayrıca İhracatçı Birlikleri
organizasyonlarda aktif rol alarak, Ticaret heyeti Programlarının profesyonelce yapılmasını
mümkün kılmaktadırlar. Türkiye, bu alanda son 15 yıllık deneyimiyle önemli bir mesafe
kaydetmiştir.
Türkiye, bir yandan Ticaret Heyeti programlarını yeni hedef pazarlar odaklı yaparken; öte
yandan önemli ve geleneksel pazarlar ihmal edilmemelidir.
Zayıf Yönler
Firmalar Arasında Kalıcı Ticari İlişkilerin Kurulamaması
Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkilerde, bazı firmaların uzun yıllara dayanan gelenekselleşmiş beraberlikleri mevcut olmakla beraber, ilişkilerin tahminen yarıdan fazlasında
ise, konjönktürel gelişmelerin getirdiği belli bir dönemi kapsayan ve hatta bazen tek bir partiye inhisar eden ticari ilişki türü yaygındır. Bu kısa soluklu ticari beraberliklerin sürekli olabilmesini temin edecek projelerin geliştirilmesi, ticaret hacmindeki gelişmeye ek bir ivme kazandıracaktır.
Bazı Anlaşma Hükümlerinin "Temenni" Olarak Kalması
“Kuvvetli Yönler" başlığı altında da ifade edildiği üzere, iki ülkenin ticari ilişkilerinde en sağlam altyapı unsurlarından biri de ikili anlaşmalardır. Geriye doğru bakıldığında, bu anlaşmaların bazı hükümlerinin sadece bir “temenni" olarak kaldığı görülmektedir. “Ahde vefa" (pacta
sunt servanda) kuralı paralelinde, sözleşme hükümlerinin takibi ve hayata geçirilmesi, anlaşma hukuku açısından tarafların üzerinde durması gereken önemli noktalardan biridir.
Medyanın İlgi Düzeyi
Medyanın, kamu oyunun bilgilendirilmesinde ve genel anlamda motivasyon yaratmakta en etkili araç konumunda bulunduğu bir gerçektir. Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine iki ülke medyasının gösterdiği ilgi açısından bir değerlendirme yapıldığında Türk
medyasının ilgi düzeyinin oldukça yüksek seviyede bulunduğu görülmektedir. Ancak, Alman
medyası için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Alman medyası, çok öne çıkmış isimler ve
olaylar dışında iki ülke ilişkilerine sınırlı ilgi göstermektedir.
Medyanın, iki ülke ilişkilerine göstereceği alakanın arttırılması, ilgili kamu ve özel sektör kuruluşları açısından ek bir teşvik unsuru niteliği taşıyacak, bu suretle ayrıca, kamu oyuna da
önemli bilgi desteği sağlanmış olacaktır. Üst düzey ziyaretlerde politik söylemler medyanın
ilgisini de bu yöne kaydırmakta, önemli ticari gelişmeler atlanabilmektedir.
Firmaların "Temsilcilik Verme" Yöntemine Mesafeli Durmaları
İki ülke arasındaki ticaret ilişkileri sağlam bir alt yapıyla geliştirecek yaklaşımlardan biri de
"ticari temsilcilik" yöntemidir. Dünya ticaretinin kayda değer bir bölümü bu şekilde gerçekleştirilmektedir. Buradaki temel unsur, hiç şüphesiz ki "karşılıklı güven"dir.
Her iki ülkenin firmalarının, artık bu yöntemi de yoğun bir şekilde gündemlerine almaları, ticari ilişkilerin akılcı bir bazda, artarak ve südürülebilir bir boyutta devam etmesinde önemli
bir gelişme ve yenilik olacaktır.
Bu gelişmeye Almanya’daki Türk Ticaret Müşavirlikleri ve Türkiye’deki Alman Ticaret
Müşavirlikleri ile, başta her iki ülkenin Odalar Birlikleri olmak üzere tüm meslek kuruluşları,
16
her iki ülkenin işadamlarını yönlendireerk "temsilcilik esaslı eşleşmelere" büyük katkılar yapacaklarına da şahsen inanmaktayım.
İthalat ve İhracat Ilişkilerinde "Konvansiyonel" Yöntemler Dışına Çıkılmaması
Türkiye ile Almanya arasında uzun yıllardır artarak süren ithalat ve ihracat ilişkisi, büyük ölçüde alışılagelmiş yöntemlerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Başka bir değişle, akreditifli,
vesaik mukabili, az da olsa mal mukabili, yaş meyve ve sebzede konsinyasyon gibi yöntemler
iki ülke firmalarının hemen hemen % 95 oranında uyguladıkları yöntemdir. Ancak, bu dairenin dışına çıkılıp, özellikle, genel adı "karşılıklı ticaret" (counter trade) olan ve bünyesinde takastan off-set’e kadar birçok muamele tarzını barındıran yönteme de ilgi gösterilmesi; hatta,
transit ticarete ilgi gösterilmesi, ilişkilerin oldukça canlı bir ortama kavuşmasını sağlayacaktır.
Buna ulaşmak için, gerek Türk gerekse Alman işadamlarının, karşılıklı ilişkilerde bu bakış
açısını da dikkate almalarında fayda olduğunu düşünmekteyiz.
Ortak Proje Azlığı
İki ülkenin gerek Türkiye ve Almanya’daki, gerekse üçüncü ülkelerdeki ortak projelerinin
fazla olmaması “zayıf yön” başlığı altında ve fakat önemli bir boşluk, hatta “bakir alan”
olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye, bugün ulaştığı genel ekonomik düzey ve “çağdaş ekonomik faaliyet anlayışı”
yanında, güçlü, girişim heyecanı ve yatırım iştahı yüksek özel sektörüyle, büyük ölçekliler de
dahil, dünyanın her yerinde ve her sektörde, kol kola, yan yana, omuz omuza, projelere
girilecek olgunluktadır.
Bu “bakir alanın” doldurulmasında, özellikle Türkiye’dekikamu kurumları ile özel sektör
kuruluşlarına büyük sorumluluklar düşmektedir.
Fırsatlar
Doğrudan Yatırım Ortamı
Türkiye, 2001 yılında yaşadığı büyük ekonomik krizden sonra alınan önlemlerle kriz ortamından çıkma gayreti içinde olmuş, bunda da önemli başarılar kazanılmıştır. Bu çerçevede, doğrudan yabancı sermaye yatırımları konusunda bir dizi reform yapılmış, neticede "Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Programı" uygulanmaya başlanmış, yaşanan süreç içinde "doğrudan
yabancı sermaye yatırımları" Hükümetin en önemli gündem maddesi haline gelmiştir.
2006 Temmuz ayında yürürlüğe giren 5523 sayılı "Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı
Kurulması Hakkında Kanun" ile ülkenin ekonomik kalkınmasında gereksinim duyulan yatırımların attırılmasını özendirmeye yönelik destek ve tanıtım stratejilerinin belirlenmesi ve uygulanması yönünde yeni bir kurumsal düzenleme yapılmış, geleceğe doğru bir adım daha atılmıştır.
Türkiye’den beklenen, doğrudan yatırımları özendirmek bağlamında yasal ve bürokratik alt
yapının çağdaş normlara getirilme yönündeki çabaların, reel sektöre dünya piyasalarında rekabet gücü kazandıracak maliyet yapısının (elektrik ve hammadde maliyetleri gibi) sağlanması
suretiyle desteklenmesidir. Kanaatimiz odur ki, artık gelinen aşamada Türkiye’nin öncelikleri
17
arasında "üretim maliyetlerinin dünya piyasalarında rekabete imkan verecek düzeyde olması"
hususu ilk sırada yer almalıdır.
Dolayısıyla, Türkiye’deki yatırım ortamının giderek “ideal” şekline doğru ilerlediği
söylenebilir. Dünyanın en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülkelerinden biri olarak
Almanya açısından da farklı bir yorum yapmak söz konusu olmamakla beraber, vize
sıkıntısının, önemli bir “caydırıcı unsur” olduğunu burada da vurgulamak durumundayız.
Türkiye’de 2011 yılı Haziran ayında yapılan kamu reformuyla, yurt içi ve yurt dışı
yatırımlarla ilgili yetkilerin, yeni kurulan Ekonomi Bakanlığı’na verilmesi, yeni bir heyecan
yaratmıştır. Bu yeni idari düzenlemenin iç ve dış yatırımlara yeni bir ivme getirmesi 2011 ve
takip eden birkaç yıl açısından yeni bir fırsat olarak görülmelidir.
Almanya’daki Türk Firmaları ve İş Adamları
Bu başlık altında anlatılacaklar, kuşkusuz yüzlerce sayfayı bulabilir.
Almanya’da, önce perakende ticaretle iş hayatına başlayan Türk girişimciler, özellikle 80’li
yılların sonuna doğru ithalatçı, toptancı, üretici olarak "Türk İşadamları" kompozisyonunu genişletmişlerdir. Bugün gelinen noktada, Türk işadamlarının Almanya’nın iç ticaretinde olduğu
gibi, Almanya’nın başta Türkiye ile olmak üzere, çeşitli ülkelerle olan dış ticaretinde önemli
konumlara geldikleri görülmektedir. Yaptığımız şahsi saptamalara göre, Türkiye’nin
Almanya’ya yönelik ihracatının yaklaşık % 6-7 seviyesindeki bölümü Almanya’da faaliyet
gösteren Türk iş adamları vasıtasıyla olmaktadır.
İki ülke arasında sağlam bir "köprü" oluşturan Almanya’daki Türk işadamları topluluğunun
daha aktif, daha örgütlü ve iki ülke ticaret konseptine daha katılımcı olması yeni açılımlar ve
kazanımlar getirecektir.
Türkiye’de, 1990’lı yılların ortalarında yaşama geçirilen ve temel amacı “KOBİ’leri ihracata
yönlendirmek” olan Sektörel Dış Ticaret Şirketleri modeline farklı bir boyut getirilerek,
Almanya’daki Türk iş adamlarının da bu model içinde yer almaları yönünde projeler
geliştirilmesi, faydasız olmayacaktır.
Etnik Ticaret
Ticaret terminolojisinde “etnik ticaret” olarak anılan tarzın, Türkiye-Almanya hattında
geliştirilmesi, iki ülke arasındaki ticarete önemli bir ivme ve çeşitlilik getirecektir.
Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerinin “etnik ticaret” boyutunda
değerlendirildiğinde, hem Türkiye için hem de Almanya için bir fırsat unsuru ile karşı karşıya
olduğumuzda bir şüphe bulunmamaktadır.
Yaptığımız şahsi araştırmalardan, Türkiye’den Almanya’ya yönelik ihracatın % 6-7’lik bir
bölümü, Almanya’daki Türklerin kurduğu firmalar üzerinden olduğu sonucuna varmaktayız.
Dünya uygulaması açısından İtalyanların, Çinlilerin ve Musevi cemaatinin yüzlerce yıldır
yaptığı etnik ticareti, dünyanın dört bir yanında perakende ticaretten üretime kadar geniş bir
yelpazede yatırımları ve girişimleri bulunan Türklerin, giderek artan oranlarda yapmaması
için hiç bir neden bulunmamaktadır. Zira, Türk girişimciler artık dünyanın her yerinde ve
hemen hemen tüm sektörlerde, üretimde, ithalatta, ihracatta, toptan ve perakende ticarette,
hizmet sektöründe, velhasıl her boyutta varlardır.
18
Böyle bir potansiyelin “etnik ticaret” boyutunda değerlendirilememesi önemli bir “eksi”
durumdur. Bu potansiyelin aktive edilmesi temel amacıyla Türk Dışticaret Vakfı ve Dünya
Türk İşadamları Vakfı tarafından ilki 1996 yılında yapılan ve iki senede bir aksatılmadan
2006 yılına kadar altı defa organize edilen “Dünya Türk işadamları Kurultayları” bu yönde
atılmış çok sağlam bir temeldir.
Bu temelin sağlamlığının ayırdında olmak ve sürdürmek, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha
da güçlenmesine vesile olacaktır.
“Etnik ticaret” açısından yaptığımız bu değerlendirmeye eklenecek şey şudur: Almanya’daki
Türk girişimciler Türk dış ticaret, gümrük, yatırım ve benzeri konulardaki mevzuat ve
uygulama hakkında bilgilendirilmeli ve ciddi anlamda eğitilmelidirler.
Türkiye’deki Alman Firmaları ve Yatırımları
Almanya ekonomik alanda, Türkiye’de “yatırım-üretim” ve “ihracat-ithalat” eksenlerinde çok
güçlü bir şekilde temsil edilmektedir. Bu vakıa, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari
faaliyetler açısından çok önemli bir fırsat unsurudur.
İşte bu noktada, “zayıf yönler” başlığı altında vurguladığımız “ortak projeler” konusunun, bir
fırsat unsuru olan Türkiye’deki Alman firmaları varlığı üzerinden hareketlendirilmesi,
uygulama kaabiliyeti hiç de zor olmayan farklı ve yeni bir açılım niteliği taşıyacaktır.
Deneyim ve Bilgi Birikimi
Türkiye, rekabetsiz ekonomik ortamdan, tam rekabete doğru olan yoculuğuna 1980 yılında
çıkmışsa da, aradan geçen 30 yılda “dış ticaret, müteahhitlik, yurt içi ve dışı yatırımlar,
turizm” gibi konular başta olmak üzere uluslararası alanda çok önemli deneyimler kazanmış,
büyük bilgi birikimleri oluşmuştur. Bunlara, a-tipik ticaret tarzları olsa dahi, bavul ticaretini,
sınır ve kıyı ticaretini, siyasi iç krizler yaşayan ülkelerle olan ticareti ve benzerlerini
eklediğimizde, Türkiye’nin, “deneyim ve bilgi birikimi” bağlamında önemli bir noktada
olduğunu söyleyebiliriz.
Bu açıdan baktığımızda, Almanya için fazla birşey söylemeye gerek bulunmamaktadır.
Alman dostlarımıza şirin gözükmek için değil, ama bir gerçeği ifade etmek için kısaca
özetleyelim: Dünyaya modern ticareti Almanya öğretmiştir. Bu bakımdan Almanya’nın
deneyim ve bilgi birikiminden burada söz etmek, deyim yerindeyse abesle iştigal olacaktır.
İki ülkenin özel birikimleri, sağlam ortak projeler geliştirmeleri açısından yeterli olgunluğa ve
düzeye sahiptir. İşte bu noktada, “zayıf yönler” başlığı altında ifade ettiğimiz “ortak proje
azlığı” konusunun kolaylıkla aşılması gerekmektedir.
Önemli olan, kamu kuruluşları ve meslek örgütlerinin, ortak proje geliştirilmesi konusunda
heyecan göstermeleri ve cesur davranmalarıdır.
Coğrafi Yakınlık
19
"Ülkelerin coğrafi yakınlığı", ticaretin arttırılması bağlamında önemli bir unsur, hatta bir "ön
şart" mahiyetindedir. Dünya ticaretine bakıldığında, "komşu ülkelerle ticaretin" ülke istatistiklerinde en büyük paya sahip olan kalem niteliğinde bulunduğu görülecektir.
Türkiye ile Almanya sınırdaş olmamakla beraber, "mesafenin" sorun yaratmadığı bir coğrafi
yakınlık içindedir. Münih’teki bir iş adamı bürosundan çıktıktan yaklaşık 5 saat sonra İstanbul’daki partnerinin bürosunda "iş konuşuyor" olabilmektedir. Her iki ülke işadamlarının
"günübirlik" iş seyahatleri dahi yapabilmelerinin mümkün olması, önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
İleride “Tehditler” başlığı altında değineceğimiz “vize sorunu” ortadan kalktığında aynı
kolaylık Türk iş adamları için de söz konusu olacak ve coğrafi yakınlık, Türk tarafı için de bir
fırsat unsuru oluşturacaktır.
Coğrafi Konum
Ülkelerin dış ticaret ilişkilerinde genişleme ve gelişmelerinin en önemli unsurlarından biri de
komşu ve bulunulan bölge ülkeleriyle yaptıkları ticaretin yoğunluğudur. Bu bağlamda Türkiye’nin, dış ticaret stratejisi olarak, on yılı aşkın bir süredir “Komşu ve Çevre Ülkeler
Stratejisi” uygulamaktadır. Bu stratejinin somut sonuçları da alınmakta olup, Türkiye’nin
bahis konusu ülkelerle ticareti genel artış oranının üzerinde olmaktadır. Buna Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri de eklendiğinde, Türkiye’nin klasik gelişmiş pazarlar dışındaki ticari
hinterlandının geniş olduğu görülecektir.
Bu coğrafi konumun Almanya tarafından değerlendirilmesi ve adeta ikinci bir “Bağdat
Demiryolu” açılımı olacak şekilde, Almanya’nın, kurulacak Türk-Alman ortaklıklarıyla bu
ülkelerde boyut kazanması projelendirilmelidir.
Türkiye’ye Gelen Alman Turistler
İnsanların ülkeleri tanıması, şüphesiz ki ticaretin gelişmesine olumlu katkısı olan unsurlardan
birisidir. Almanya’dan her yıl Türkiye’ye turist olarak gelen ortalama 4,5 milyon kişi (2010
yılında toplam turist sayısı 29 milyon, Almanya’dan gelen turist sayısı 4,4 milyon) Türkiye’yi
doğal güzellikleriyle tanıdığı gibi, ülkenin genel ekonomik yapısını, sanayisinin görünümünü,
ürün yelpazesini vb. yakından görme ve gözlemleme imkanı bulmaktadır.
Bazıları her sene geliyor diye hesaplasak bile, düz bir mantıkla, 10 sene içinde 25 milyon
Alman vatandaşı bu gözlem ve buna dayanan değerlendirmeleri yapacak ve deyim yerindeyse
Türk ürünlerine yakınlaşabilecektir.
Bu durum, ticari ilişkiler ve özellikle Türkiye’nin tanıtımı açısından kayda değer bir fırsattır.
Bu paralelde Türk makamlarının, sadece Avusturya’dan gelen turistler için değil, tüm yabancı
ziyaretçiler için "ürün tanıtım programları" yapmaları ve bunu projelendirmeleri, ticari ilişkilere farklı bir boyut olarak yansıyabilecektir.
Almanya’daki Türk Nüfus
Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü, son elli yıldaki Türk-Alman ilişkilerinin en önemli ve
hassa konusunu oluşturmaktadır. 1960’lı yılların başında Almanya’ya çalışmaya gelen
20
Türkler, 1970’lerden itibaren girişimci ve hatta işveren statüsü kazanmaya başlamışlar;
1980’ler ve takip eden dönemde ise “sanayici” de olarak, Almanya’nın üretim olgusuna
doğrudan katkı vermeye başlamışlardır. Türkler, bugün Almanya’da, 700.000 civarındaki bir
bölümü Alman vatandaşı olan 3 milyona yakın bir topluluk oluşturmuşlardır.
Almanya’daki Türk toplumu iki ülke arasındaki ticarete normal tüketici olarak, dolaylı bir biçimde katkıda bulunmaktadırlar.
Türk toplumunu oluşturan fertlerin, zaman içinde eğitim altyapısı kuvvetlendirilmiş profesyoneller olarak da iki ülke ticari ve ekonomik ilişkilerine katkıda bulundukları, bu
yönelimlerinin gittikçe arrtığı görülmektedir. Alman firmalarının da “Türkiye ile yapılan işe
Türk kökenli istihdam” gibi, spontane bir personel politikası geliştirdikleri görülmektedir.
Almanya’ya yarım asır önce yerleşmeye başlayan ve gerçek anlamda öncüler olan 1. nesli,
şimdi 2. ve 3. nesiller takip etmekte ve aralarından, gerek her iki lisana hakimiyetleri, gerekse
sağlam eğitimsel alt yapılarıyla çok sayıda Türk genci Almanya’daki iş dünyası için önemli
bir "insan kaynağı" havuzu oluşturmaktadır.
Türkiye’nin AB Tam Üyelik Süreci
17 Aralık 2004 tarihinde başlayan süreç ile Türkiye AB’ye tam üyelik yoluna çıkmış bulunmaktadır. Bu süreçle eşzamanlı olarak ülkede sağlanan istikrar, hemen yabancı sermaye hareketlerine yansımış ve ileriye yönelik iyimser tablo, bir yandan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına, diğer yandan özelleştirmeye olan yabancı ilgisine yansımıştır. Kısaca ifade etmek
gerekirse, sadece Almanya değil, tüm AB üyesi ülkeler, Türkiye’nin üyeliğini bir "fırsat" olarak değerlendirmelidirler.
Türkiye’nin bugün ulaştığı sanayi üretim yelpazesi, üretimde yakaladığı kalite, ihracatının ve
ithalatının ülke ve ürün olarak kompozisyonu, turizm yatırımlarında ve hizmetlerinde ulaştığı
seviye, finans sektörünün giderek sağlam bir zemine oturması, işgücü teminindeki nitelik ve
nicelik yapısı, yasal düzenlemelerde alınan son derece önemli mesafe ve benzeri daha birçok
unsur birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin AB’ye uygunluk ve uyum açısından hızla "olgunlaştığı" hususunu görmezden gelmemek lazımdır. Bu, bizim açımızdan son derece net bir
biçimde görülebilen durum, belki de en önemli "fırsat unsuru" olarak değerlendirilmelidir.
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ’ler)
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, gelişmiş ekonomiler de dahil, ülkelerinin ekonomilerinde
sayısal büyüklük olarak yaklaşık % 95, ciro büyüklüğü olarak da ortalama % 75’lik pay sahibidirler.
Türkiye’de, başta Sanayi ve Ticaret Bakanlığı KOSGEB İdaresi Başkanlığı, Dışticaret Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı olmak üzere, TOBB ve çeşitli kurumlar yatırım ve ihracat teşvikleri yanında diğer teşvik mekanizmalarıyla KOBİ’leri iç ve dış piyasalarda tutundurma, bu
şirketlere kurumsal kimlik verme gayreti içindedirler.
KOBİ’lerin ihracata yönlenmeleri konusunda, 1990’ların ortalarında hayata geçirilen Sektörel
Dış Ticaret Şirketleri (SDŞ’ler) modeli -devlet yardımlarının bu firmalara öncelikli ve
ayrıcalıklı bir şekilde kullandırılmasına rağmen- kendinden beklenen faydayı tam olarak
sağlayamamıştır. SDŞ’lerin Türkiye’nin ihracatı içindeki payları % 1’ler civarındadır.
21
Almanya’daki, kamu kurumlarının, meslek örgütlerinin ve finans kuruluşlarının KOBİ’ler
(KMU) konusundaki bilinen yapıcı, yönlendirici, destekleyici ve girişimci yaklaşımlarından
Türkiye’nin bir know-how olarak faydalanması, Türk KOBİ’leri için önemlidir.
Bu bağlamda TOSYÖV’ün toplantı ve konferanslar yanında, inisiyatif alacak aktif girişimleri
önem arz edecektir.
Her iki ülkenin, Odalar Birlikleri öncülüğünde KOBİ’lerin akılcı düzenlemelerle "eşleştirilmesi" yönünde proje geliştirerek, yeni bir ekonomik potansiyelin ortaya çıkmasını, daha doğru bir deyişle, KOBİ potansiyelinin aktive edilmesini sağlamaları yeni bir açılım niteliği taşıyacaktır.
Ticaret Müşavirlikleri
“Ticaret Müşavirliği” konsepti, hemen hemen tüm ülkelerin Büyükelçilikleri nezdinde
örgütledikleri yapılanmalardır. Bazı ülkeler, ekonomi ve ticaret müşavirliklerini “bir kişilik
birimler” olarak oluştururlar. Buna karşın bazı ülkeler, bu birimleri geniş ve yetkin kadrolarla
donatırlar.
Bir ülkenin, ikili ticari ilişkiler bağlamında muhatap ülkelerinde Ticaret Müşaviri pozisyonunda eleman bulundurması, karşılıklı ekonomik ve ticari ilişkiler açısından olması gereken ve
fırsat olarak görülmesi icap eden bir durumdur. Ancak, Ticaret Müşavirliği Bürolarının, eleman açısından donatılış biçimi bu "fırsatın" ne ölçüde etkin kullanıldığının da bir göstergesi
olmaktadır.
Türkiye son yıllarda bu gerçeğin farkına güçlü bir şekilde varmıştır. Dış Ticaret
Müsteşarlığı’nın Ekonomi Bakanlığı’na dönüşmesinin hemen arifesinde, 2010 ve 2011
yıllarında, dünya genelinde yurt dışı birim ve kadro sayısı önemli ölçülerde arttırılmıştır. Bir
dönem 10’u geçmeyen Almanya’daki toplam kadro, mahalli elemanlar da dahil 20’yi geçmiş
ve örgütlenme Berlin, Hamburg ve Münih gibi konvansiyonel merkezler yanında, Düsseldorf,
Hannover ve Stuttgart’ın da eklenmesiyle altıya çıkarılmıştır.
Almanya’nın da, Türkiye’de, Ticaret Müşavirlikleri bağlamında, güçlü bir biçimde temsil
edildiği bilinmektedir.
Bu, iki taraflı, güçlü yapılanmalar ekonomik ve ticari ilişkilerin geleceğine yönelik önemli
unsurlardır ve faaliyetlerinde yapıcı ve yönlendirici olmalarının, ilişkilerin rasyonelliği ve
sağlığı açısından önemi büyüktür.
Eğitim Kurumları
Burada 1868 yılında İstanbul’da kurulan Alman Lisesi’nden özellikle bahsetmek
gerekmektedir. Ülkemizin önemli eğitim kurumlarından olan bu okulu bitirenlerden, yüksek
eğitimini yaptıktan sonra Almanya’ya gidip yerleşenler veya liseden sonra yüksek eğitimini
Almanya’da yapıp, yaşamını bu ülkede sürdürenlerin sayısı oldukça fazladır.
Almanya’daki ve Türkiye’deki “Alman Liselilerin” ekonomik ve ticari faaliyetlerde de iki
ülke arasında önemli bir köprü unsuru olmaları gerekmektedir. Her iki ülkenin firmalarında
çalışan Liseliler bunu muhakkak, münferiden yapıyarlarsa da, bu grubun daha etkin ve
22
yönlendirici bir şekilde çeşitli inisiyatifler alması, ikili ekonomik yaşama ayrı bir hareketlilik
getirecektir.
Başka bir değişle, analizimizde bir "fırsat unsuru" olarak değerlendirdiğimiz Alman Liselilerin, gerçek anlamda bir "fırsat unsuru" olabilmeleri için, bugünkünden daha aktif, örgütlü ve
"projeci" yaklaşımlarla, Avrupa Birliği’ne uzanan yolda Türkiye’ye önemli bir katkı oluşturacakları şüphesizdir.
„Almanya’da Türk okulu“ konusu da zaman zaman gündeme gelmekle beraber, henüz somut
bir gelişme bulunmamaktadır. Ekonomik ve ticari ilişkilerin, bir kademe daha büyümesi ve
güçlenmesiyle bu proje de muhtemelen gerçekleşecek ve eğitim kurumları, iki ülkenin sadece
siyasal yaşamlarında değil, aynı zamanda ve belki de daha fazla bir biçimde, ekonomik ve
ticari yaşamlarında birincil derecede rol oynayacaklardır.
Tehditler
Ekonomik krizler (İçsel ve dışsal / bölgesel ve global)
Ekonomik krizlerin, dünyanın en güçlü ülkeleri için dahi bir kabus olduğu muhakkaktır.
Bunun en yakın örneği „Lehman Brothers“ın patlattığı 2008-2009 global krizdir. Dünya genelinde veya bölgesel bazda yaşanan ekonomik krizler ülkelerin ikili ekonomik ve ticari ilişkilerine de doğrudan yansımakta, bu ilişkilerde durgunluk ve hatta gerileme meydana gelebilmektedir.
Bunun gibi “içsel“ krizler de aynı sonucu doğurmaktadır. Türkiye’nin yaşadığı 2001 krizi de
bunun en taze örneğidir.
İkili ilişkiler açısından çok önemli bir tehdit unsuru olan ekonomik krizlerden ve özellikle
son global krizden en az zararla çıkan ülkelerden ikisinin Türkiye ve Almanya olması,
dikkatle değerlendirilmesi gereken bir şanstır.
2008 krizinin „artçısı“ olarak değerlendirebilecek 2011 sarsıntısı ve buna bağlı olarak
dillendirilen „durgunluk“ değerlendirmeleri, 2012 için, ülkelerin büyüme hızlarında olumsuz
sinyaller vermektedir.
Burada sorulması gereken, iki ülkenin, güçlü ekonomik yapıları ve krizi ucuz atlatan
bünyeleriyle, tehdit unsurunu ne ölçüde fırsata çevirdikleridir. Bu sorunun cevabı uzun bir
çalışmanın konusu ise de, kısaca, „iki ülke ilişkilerindeki yatırımlara ve karşılıklı ticaretin
seyrine baktığımızda tehditin fırsata dönüştürüldüğü durumlara şahit olduğumuzu“
söyleyebiliriz.
Arzu edilmemekle beraber, gelecekteki muhtemel „krizli“ yıllar ve dönemler için de, her iki
ülkenin deneyimleri, teditleri fırsata çevirecek düzeydedir.
Türk Firmalarının Almanya’daki Yatırım Güçlükleri
Karşılıklı yatırım rakamlarına baktığımızda Türkiye’den sermaye transferiyle Almanya’da
yapılan yatırımların oldukça cılız bir düzeyde olduğu görülmektedir. Bunun da „greenfield“
yatırımdan ziyade, firma eviliği veya firma satın almalardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
23
Bu noktada, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli sorunun, vize konusundaki sıkıntıların
yarattığı caydırıcılık olduğu kabul edilmelidir.
Hükümetler düzeyindeki tüm temaslarda gündemin neredeyse hep birinci gündem maddesini
oluşturan bu sorunun çözümü, Türkiye’nin Almanya’daki yatırımlarındaki durağan tablo da
dahil, birçok ekonomik ve ticari konuda canlılık getirecek; Almanya çok hareketli, girişimci,
yenilikçi ve vizyon sahibi gerçek bir partner kazanacaktır.
Vize Sorunu
Bu soruna, bir önceki başlık altında değindik. Burada da özel bir “Vize Sorunu” başlığı
altında yineliyelim:
Uluslararası ticarette iş adamlarının "hareket kabiliyeti" son derece önemlidir. Bazen öyle gelişmeler olmaktadır ki, tarafların bir telefon görüşmesini takiben ya da faksla veya e-posta ile
karşılıklı iletişim kurmalarının hemen akabinde, belki de ertesi günü, bir araya gelerek yüzyüze görüşebilme imkanına sahip olabilmeleri, somut iş bağlantılarının kurulabilmesinde yaşamsal öneme sahiptir. Şahsi gözlemlerimiz, Türk işadamlarının "vize almak" konusunda sıkıntılarının olduğu ve bu durumun da, başta "caydırıcılık" olmak üzere birçok olumsuzluklar
yarattığı yönündedir.
Bundan, işadamlarımızın Almanya’daki partnerleri de şikayetçidirler ve şikayetçi
olmalıdırlar. Zira, ortada bir “ticari olumsuzluk” varsa, bu, ticaretin iki tarafını oluşturan
unsur için de eş değerde sıkıntıdır.
Karayolu Taşımacılığı
"Taşımacılık" mal ticaretinin en önemli unsurlarından biri, hatta olmazsa olmazıdır. Türkiye,
ihracatının yaklaşık % 40’ını, ithalatının da % 25’ini karayolundan yapmaktadır. Bu paralelde
de güçlü bir filoya sahiptir. Özellikle 1980’lerin başından itibaren bu sektörde Avrupa’nın en
büyük ve modern filolarından birini kurma yönünde önemli aşamalar kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada karayolu taşımacılığında yüzlerce firma, Avrupa’nın en geniş filosu ve yaklaşık
1,5 milyon seferle Türkiye’nin bu sektördeki önemi çok nettir. Ayrıca Türkiye, karayolu taşımacılığını ro-ro ve tren ile de kombine ederek, bu sektöre ayrı bir boyut kazandırmıştır.
Orta Doğu ile Yakın ve Orta Asya ülkelerine Alman mallarının "dönüş yükü" olarak Türk
araçlarıyla taşınması Türkiye-Almanya ticari ilişkilerine derinlik ve hacim kazandıracaktır.
İlgi duyacaklar açısında, burada bir kaç istatistik vermekte fayda görmekteyiz. 2010 yılı
Ocak-Kasım rakamları itibariyle Türkiye’den 1.141.253 ihracat taşıması yapılmıştır. Bu
miktarın 964.972 adedi Türk, 3.749 adedi Alman “taşıt bayrağı” ile yapılmıştır. Toplam
ithalat seferi de 385.397’dir. Bunun 262.872 adedi Türk, 5.109 adedi de Alman “taşıt bayrağı”
ile gerçekleştirilmiştir. Avrupadan Orta Doğu ve BDT ülkelerine Türkiye üzerinden transit
geçişte ise toplam rakam 42.266 (21.577 Türk, 1.535 Alman taşıt bayrağı) seviyesindedir.
Buradaki tehdit unsuru, Türkiye ile Almanya arasındaki, Bulgaristan, Avusturya gibi
ülkelerin, geçişlerde zaman zaman sıkıntı yaratmalarıdır. Türkiye tarafı bu sıkıntıları, son 20
yıl içinde “yeşil kamyon”, “tren geçişleri”, “Trieste’ye ro-ro uygulaması” gibi, takdire şayan
önemli düzenlemelerle aşıyor ise de, bu konu, bir potansiyel tehdit olarak daima kendisini
hissettirecektir.
24
AB’ye Tam Üyelik Sürecinde Almanya’nın Pozisyonu
Bu başlık altında fazla söz söylemeye gerek bulunmamaktadır. Ancak kısa ve öz olarak ifade
etmek gerekmektedir ki; iki ülkenin geleceğe yönelik ilişkilerinde, Türkiye’nin üzerine düşenleri zamanında ve eksiksiz olarak yapması ve Almanya’nın da bu önemli partnerinin geldiği
düzeyi görerek "imtiyazsız" ve “gerçek” bir ortaklık için yanında durması, arzu edilen yaklaşım tarzıdır.
4. Sonuç ve Önerier
Analiz tablosunda yer alan “kuvvetli yönler” ile “fırsatlar” sütunlarındaki başlıklar, “zayıf
yönler” ve “tehditler” sütunlarındaki başlıkların neredeyse iki misli olduğuna göre, düz bir
mantıkla “durumun iyi” olduğu, çalışmamızın özet sonucu olarak takdim edilebilir. İki önemli
ve geleneksel partner için sonucun bu şekilde çıkması da doğaldır. Önemli olan, ilişkilerin
daha ileri noktalara taşınabilmesi ve ilişkilere çeşitlilik getirebilmek, renk katabilmektir.
Bu amaçla kısıtlı da olsa bazı öneriler geliştirmeye gayret ettik. Burada dile getirmeye gayret
ettiğimiz önerilerin herhangi bir öncelik sırası bulunmamaktadır. Ancak okuyucunun, bir
öncelik sırası oluşturma, önerilerin bazısını veya tümünü çıkarma, öneri ekleme, yeni öneri
listesi oluşturma gibi konularda serbest olduğunu, açık yüreklilikle belirtmek istiyoruz.
Yapmaya çalıştığımız analizde yer alan saptamalardan yola çıkarak, yukarıda da
vurguladığımız üzere, daha birçok öneri getirebilme imkanı muhakkak mevcuttur. Bunları,
esasen analizimizin alt başlıkları içinde, kısmen ve çeşitli şekillerde, doğrudan veya dolaylı
biçimlerde ifade ettik. Daha ilginç önerileri de analizin genelinden çıkarımlar yapacak okuyucuya bırakıyoruz. Düşünemediğimiz, dikkatimizden kaçan konularda da, ilgili tüm tarafların
katkılarıyla bu çalışmanın farklı boyutlarda ve ayrıntılarda daha da geliştirilebileceğini,
tekraren ifade etmek isteriz.
Bu kısa açıklamadan sonra, önerilerimizi sıralamaya başlayalım:
Ekonomi Bakanlığı’nın Almanya Özelinde Projeler Geliştirmesi
Türkiye ve Almanya’nın ekonomik ve ticari alanlarda uzun yıllar süren ve giderek güçlenen
beraberlikleri, iki ülke arasındaki ticaret hacmini -2010 yılı rakamlarıyla- yaklaşık 30 milyar
dolarlık bir büyüklüğe taşımıştır. Almanya Türkiye’nin, teknik anlamda en büyük ticaret
partneri, Türkiye ise Almanya’nın 20. sıralarında yer alan bir ticaret ortağıdır.
Her iki ülkenin mevcut potansiyelinin ikili ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında boyut
kazanması yönündeki en önemli şans, hiç şüphesiz ki, ekonomik ve ticari ilişkilerin sağlam
bir temele sahip olmasıdır. Bu sağlam altyapı, ticari ilişkilerde ön şart olan "deneme ve güven
kazanma" gibi sıfatlarla nitelendirilebilecek ilk aşamanın geride bırakıldığının açık bir göstergesidir. Önümüzdeki dönem önemli ve büyük projeler dönemi olmalıdır.
25
Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı’nın “Almanya” özelinde çalışmalar
yaparak ilgili Alman kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, örneğin, beşer yıllık ekonomi ve ticari
ilişkiler stratejik planı hazırlanmasının, ilişkilerin sağlamlaştırılmasının da ötesinde bir anlamı
olacaktır.
Almanya’daki Türk İş Adamlarının Sektörel Dış Ticaret Şirketleri’ne Kombine
Edilmesinin Sağlanması
Bu konu, daha önce, bu satırların sahibi tarafından 2003 yılında, o zamanki adıyla Dış Ticaret
Müsteşarlığı’na, Viyana Ticaret başmüşaviri sıfatıyla bir öneri olarak sunulmuştur. Sistemin
basit bir kurgusu vardır ve yurt dışında yerleşik Türk İş Adamlarının, Türkiye’deki dış ticaret
sistemine entegrasyonunu sağlayacaktır. O tarihlerde Avusturya özelinde yapılan çalışmanın,
bu defa Almanya özelinde bir pilot proje olarak denenmesi, önemli bir potansiyelin aktive
edilmesi ve Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine yeni bir boyut getirebileceği
yönündeki şahsi görüşümüzü belirtelim.
Teknik ayrıntıya girmeden, bu konudaki projenin, Ekonomi Bakanlığı İhracat Genel
Müdürlüğü arşivinde bulunması gerektiğini ifadeyle yetinelim.
İhtisas Ticaret Heyetleri
Senede bir defa, dönüşümlü olarak, sektörel bazda "ihtisas ticaret heyeti" ziyaretleri düzenlenmelidir. Zira, ticaret heyeti ziyaretleri, genel ticaret heyetleri yerine, belli ihtisas alanlarına
özel olarak düzenlendiğinde daha etkili ve verimli olmakta, genel ticaret heyetleri düzenlemelerinde ise ilgi dağılabilmektedir.
Bu kapsamda düzenlenecek organizasyonların "yatırım" odaklı olmasına özen gösterilmelidir.
Hatta, yeni bir açılımla "Yatırım Heyeti" organizasyonları yapılmalıdır.
Türk Girişimciler İçin Kolaylıklar
Türk girişimciler artık yurt dışına açılmada, “girişimcilik” boyutunda, daha açık bir ifadeyle
girişim heyecanı, iştahı ve becerisi bağlamında her hangi bir sıkıntı içinde değildirler.
Dünyanın hemen hemen her ülkesinde Türk girişimcilerinin başarılı yatırımlarına ve
faaliyetlerine raslanmaktadır. Sorun “dolaşım” ve “o ülkenin iç mevzuatı” sorunudur.
Bu noktada, analizimizde de değindiğimiz “Vize” ve “Yatırım Güçlükleri” açısından
Almanya tarafı rasyonel yaklaşımlarla yeni açılımlar getirmelidir. Bu takdirde, görülecektir
ki, Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerinde son derece hareketli, canlı, renkli, verimli, uzun vadeli ve her iki ülkenin menfaatine gelişmeler yaşanacaktır.
Ticarette Yeni Yöntemler
Firmalar, geleneksel dış ticaret yöntemleri dışındaki uygulamalar (özellikle karşılıklı ticaret
uygulamaları) konusunda bilinçlendirilmeli ve ilgili kurumlar tarafından bu konuda eğitimler
verilmeli, bu suretle ticaret hacminin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
İş Konseyleri
İş Konseyinin Türkiye ve Almanya’daki üye sayılarının arttırılması ve üye kompozisyonunun
genişletilmesine gayret edilmeli, bu bağlamda bilhassa Türkiye’deki Alman firmaları ve
Almanya’daki Türk firmaları üyeliğe özendirilmelidir.
26
İş Konseyi’nin Türkiye ve Almanya tarafı yapacakları etkin ortak basın toplantılarıyla, iki
ülke arasındaki ilişkilere kamu oyunun dikkatini çekmeli ve konunun önemi hakkında ortak
bir bilinç yaratmalıdırlar.
Türkiye’ye Gelen Turistler İçin Özel Proje
Türkiye’ye gelen turistler için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla birlikte hazırlanacak genel bir
program çerçevesinde Türk ekonomisini ve yatırım olanaklarını tanıtıcı faaliyetler yapılmalıdır. Türkiye’ye gelen Alman turistlerin bir kısmının aynı zamanda, yatırım, ithalat ve ihracat
ile iştigal eden işadamları olduğu dikkate alındığında bu tür programlar daha da anlamlı olacaktır.
KOBİ’ler
Türkiye’deki KOBİ’lerin de, Türkiye-Almanya ticaretinde aktif rol alabilmesini teminen
Ticaret ve Sanayi Odaları, İhracatçı Birlikleri, Sektörel Dernekler gibi meslek kuruluşlarının,
DEİK Türkiye-Almanya İş Konseyi’nin ve bunlardan da önemlisi KOSGEB’in özellikle
Alman sanayinde önem arz eden sektörler dikkate alınarak, Alman heyetlerine yönelik olarak
yaptıkları faaliyetleri İstanbul dışında, Türkiye’nin hızla gelişen çeşitli merkezlerinde gerçekleştirmeleri yönünde çalışmalar yapmalarında fayda bulunmaktadır.
Orta Asya Cumhuriyetleri
Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerindeki etkinliği dikkate alınarak, Türk ve Alman
işadamlarından oluşacak heyetlerin bu bölgeye yönelik ortak ziyaretler gerçekleştirmeleri
önemli faydalar sağlayacak, yeni projelerin geliştirilmesi mümkün olabilecektir.
Son olarak şunu belirtmek istediğimiz husus şudur: Bu tür çalışmalar ancak tartışılmaları ve
uygulamaya geçirilmeleriyle hayatiyet kazanırlar. Aksi takdirde bunlar, kağıt üzerinde kalmış
bir fikir jimnastiğinden öteye geçemeyecektir.
Bu nedenle, önerilerin bir kısmının uygulamaya intikal ettiğini görmek, ayrı bir mutluluk kaynağı olacaktır.
27
Download