Dinlerde Engellilik - Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Akademik

advertisement
DİNLERİN ENGELLİLİĞE BAKIŞI
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Turan
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
[email protected]
XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren engellilik olgusunun sosyal, politik ve dini
boyutlarına yönelik ilginin dünya genelinde dikkate değer bir şekilde arttığı görülmektedir.
Engelliler, bir yandan yaşamın tüm yönlerine iştirak etmek, diğer yandan da onlar için tesis
edilen toplulukların gelişimine katkı sağlamak için mücadelelerini yoğun bir şekilde
sürdürmektedirler. Artık engelli bireylerin ekonomik, sosyal ve dini yaşamın ana çizgisinin
dışına itilmesi çeşitli tepki ve protestolara neden olmaktadır. Engellilikle ilgili konularda
farkındalık yaratmaya yönelik çalışmaların her yıl artarak devam ettiği söylenebilir.
2003 yılı Avrupa Özürlüler Yılı ilan edilerek yad edilmişti.
1992 yılından bu yana 3 Aralık günü, Uluslararası Engelliler Günü olarak kutlanmakta
ve dünya genelinde çeşitli organizasyonlar düzenlenmektedir
Bilindiği üzere antropolojik ve arkeolojik araştırmalar, insanoğlunun köklerini
yüzbinlerce yıl öncesine kadar geri götürmektedir. İnsan olmanın doğal bir parçası olması
hasebiyle, engelliliğe dönük ilginin köklerinin de insanlık tarihinin başlangıç dönemlerine
kadar geri gittiği söylenebilir.
İki öyküyle başlamak istiyorum.
Bu öykülerden ilki, “’Herkese Örnek Olsun’ Dedirtecek Bir Başarı Öyküsü” başlığıyla
haber sitelerinde de adından söz ettiren Oğuz Mucurluoğlu’na aitti. Haberde 1972 yılında
Ankara’da dünyaya gelen Mucurluoğlu’nun sarılık teşhisi ile götürüldüğü hastanede
doktorun, “Her çocuk sarılık geçirir.” diyerek savsaklaması neticesinde felçli hale geldiği;
Oğuz’un el ve ayaklarını kullanamadan hayatını devam ettireceğini öğrenen baba
Mucurluoğlu’nun ise “Alın bunu, kesip biçin inceleyin, onu tıbba hizmet için size
bırakıyorum.” diyerek doktorlardan oğlunu iğneyle öldürmelerini istediği ifade edilmekteydi.
Haberin devamında ise annenin mücadelesi ve yıllardır kullanamadığı el ve ayaklarının
yerine geçen dişleriyle, üç üniversite bitiren ve iki kitap yazan Oğuz’un azmi ve başarısından
söz edilmekteydi.
İkinci hikâyenin kahramanı ise Yale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun Edward
B. Bennett’ti. Bennett, geçirdiği iki farklı Noel’i ve kendi durumunu şu sözlerle dile
getirmekteydi: “1977 Noel’inde 18 yaşında iken Avusturalya’da bir koyun çiftliğinde çalışan
başına buyruk bir gençtim. İki yıl sonra ise Noel’i, vücudum bitkin bir şekilde hastanede
geçirdim. Çünkü İşçi Bayramı’ndaki bir dalış kazasında boynum kırıldı. Tanrı, bir yaşamda
bu iki farklı Noel’i bana nasıl yaşatabilir! İnancın gizemi, paradoksu, aykırılığı ve Tanrı’nın
farklı isteği beni hiçbir şey yapamaz hale getirdi.”
Farklı açılardan yorumlanabilecek bu ve benzeri hikayeler, temelde önemli bir gerçeğe
işaret etmektedir: İnsan, doğası itibarıyla zayıf yaratılan ve bu yüzden birtakım sınırlılıklara
ve engellere maruz kalması mukadder bir varlıktır. Bu bağlamda engellilik de insan olmanın
doğal bir parçasıdır. İnsanlar, doğuştan gelen çeşitli engellilik durumlarının yanı sıra,
örneklerde de görüldüğü üzere, genellikle bir hastalık, kaza ya da yaşanan bir savaşın sonucu
olarak yaşamları esnasında da engelli olabilmektedirler. Nitekim çevremize baktığımızda çok
sayıda insanın, karşı karşıya kaldığı bir anlık durumun neticesinde engelli hale geldiğini ve
yaşamını zihinsel, fiziksel, duygusal vb engellilik türlerinden biri ile geçirmek durumunda
kaldığını müşahade etmekteyiz. Bu noktaya dikkat çekmeye çalışan Fred Pelka, engelli
olmayan insanları “geçici olarak engelsiz” (temporarily able-bodied, TABs) olarak niteler.
Elizabeth Stuart da bir karşılaştırma yapılacaksa, bunun engelsiz ile engelli arasında değil;
aksine geçici olarak sağlıklı ile engelli arasında yapılması gerektiğini savunur.
KAVRAM VE TANIMLAR
Ülkemizde özürlüler hakkında hazırlanan ve 1 Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen 5378
sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un 3’üncü maddesinde engelli kimse, “doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle
bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi
nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri
olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan
kişi” şeklinde tanımlanır. Yine Türkiye tarafından da imzalanan BM Engelli Hakları
Sözleşmesi’nde engelli kişiler, “çeşitli engellerle karşılaşmaları halinde diğerleriyle eşit bir
şekilde topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen uzun süreli fiziksel, zihinsel,
ruhsal ve duyusal sakatlığı olan kişiler” olarak tarif edilir.
Türkçe’de “özürlülük” ve “sakatlık” kavramlarıyla atıfta bulunulan engellilik ve çeşitli
engellilik durumlarını ifade etmek için İngilizce’de “impairment”, “disability” ve “handicap”
gibi farklı kavramlar kullanılmaktadır.
İSTATİSTİKLER
 Birleşmiş Milletler Sekreterliği’ne bağlı Engelli Hakları Komitesi Sekreterliği
(Secretariat for the Convention on the Rights of Persons with Disabilities/SCRPD)’nin
resmi sitesi United Nations Enable’da ortaya konulan verilere göre Dünya nüfusunun
yaklaşık % 15’i, ya da tahminen 1 milyar insan çeşitli engellerle yaşamaktadır.
 Birleşmiş Milletler Gelişim Programı (UN Development Programme/UNDP)’na göre
engelli insanların % 80’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.
 Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization/WHO) nüfus artışı ve yaşlanma
süreci gibi unsurların engelli sayısını yukarı doğru çektiğine vurgu yapmakta ve 70 yaş
ve üzerindeki kişilerin hayatlarının sekiz yılı veya % 11,5’ini engelli bireylerle
sürdürdüklerine dikkat çekmektedir. WHO, 2020 yılında 60 yaş ve üzeri insan sayısının
dünya genelinde 1 milyarın üzerinde olacağını, Kuzey Amerika nüfusunun ise %23’nü
teşkil edeceğini öngörmektedir.
 Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organization for Economic Co-operation and
Development/OECD) Sekreterliği’nin ifade ettiğine göre OECD ülkelerinde engellilik
oranları daha düşük eğitimli gruplar arasında dikkate değer bir şekilde yüksektir. Az
eğitimli insanların ortalama % 19’nun engelli olduğu ifade edilmektedir.
 OECD ülkelerinin çoğunda kadınların engellilik ortaya çıkaran olaylarla/durumlarla
erkeklerden daha fazla karşılaştıkları rapor edilmektedir.
 Dünya Bankası (The World Bank), dünyanın en fakir insanlarının % 20’sinin çeşitli
engellere sahip olduklarını tahmin etmektedir.
 İstatistikler engelli kadın ve kız çocuklarının daha fazla saldırıya maruz kaldığını
göstermektedir. 2004 yılında Hindistan’ın Orissa ya da şimdiki adıyla Odisha
eyaletinde yapılan bir araştırma sonuçları engelli kadın ya da kızların büyük
çoğunluğunun evde şiddete maruz kaldıklarını, zihinsel engelli kadınların % 25’nin ise
tecavüze uğradıklarını ortaya koymuştur.
 Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNISEF’e göre sokak gençliğinin %
30’unun çeşitli engelleri bulunmaktadır.
 Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, gelişmekte olan ülkelerde
engelli çocukların % 90’nın okula gitmediklerini ifade etmektedir.
 Meseleye Türkiye açısından bakıldığında 2003 yılında yayınlanan istatistikî verilere
göre Türkiye nüfusunun yaklaşık olarak %12,29’unun, bir başka ifade ile 8,5 milyon
insanın engelliliğin değişik boyutlarına sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sayıya
engellilik probleminden doğrudan etkilenen aile fertlerini de eklediğimizde 30
milyondan fazla insanın bu durumdan etkilendiğini söylemek mümkündür.
Bu ve benzeri istatistikler, engellilik olgusuna sadece bugün dikkat edilmesi gerektiğini
değil, aynı zamanda gelecekteki ortaya çıkaracağı etkinin de hesaba katılma zorunluluğunu
göstermektedir.
FARKLI KÜLTÜR VE DİNSEL GELENEKLERDE DURUM
Çevremize baktığımızda, hayatının herhangi bir döneminde arzu etmediği olay ve
olgularla karşılaşmayan hiçbir insanın bulunmadığı bir vakıadır. Yaşanılan çeşitli acılar ve
sıkıntılar hemen her insana az çok tesir ettiği gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve
düşüncelere de sevketmektedir. Ayrıca karşılaşılan acı verici durumlar, insanları en azından
çözüm olarak görülen bir cevapla tatmin oluncaya kadar, “acaba neden” ya da “neden ben”
şeklinde bir soruyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu soruların en bariz şekilde ortaya çıktığı
alanlardan biri engellilik olgusudur. Zira düşünce tarihi incelendiğinde, insanların niçin
engelli olarak yaratıldığı ve engelliliğin insanoğlu için ne anlam ifade ettiği sorularına,
çoğunluğu teolojik temelli olmak üzere birtakım cevapların verildiğini görmekteyiz. Ancak
ortaya konulan cevaplar incelendiğinde, “Engellilik Tanrı’nın bir gizemidir.” ya da “Engelli
oluşum Tanrı’dan bir armağandır” şeklindeki pozitif bazı bakış açılarına karşın, “Böyle bir
felaketle karşılaşmamın nedeni, Tanrı’nın beni cezalandırıyor olmasıdır.”, “Bunun benim
başıma gelmesi için gerçekten kötü bir şey yapmış olmalıyım.”, “Tanrı beni unutmuş olmalı!”,
“Benim günahlarım yüzünden çocuğum engelli oldu.” gibi negatif açıklamaların çokluğu da
dikkat çekmektedir.
Engellilik konusunda ortaya konulan yorumlar ve engelli insanların maruz kaldığı
muamele ve uygulamalar incelendiğinde insanı mutlu eden bir tablo ile karşılaşıldığını
söylemek mümkün değildir. Birçok toplumda engelli insanlar, Tanrı tarafından lanetlenmiş,
işe yaramaz varlıklar olarak muamele görmüş; öldürülmüş ya da toplumdan dışlanarak
tımarhane ya da sığındıkları herhangi bir yerde ölüme terk edilmiştir. Bazı toplumlarda ise
engelli insanların öldürülmedikleri ancak kötü işlerde çalıştırıldıkları, örneğin değirmenlerde
ve su depolarında hayvanların yerine işe koşuldukları, fuhuşta ve dilencilikte kullanıldıkları
bilinmektedir.
ANTİK MISIR VE MEZOPOTAMYA
Antik Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerine ait sanat eserleri, hiyeroglifler ve diğer
yazıtlar, engellilik konusundaki dini anlayışlara dair en eski yazılı referanslar olup, konuya
ilişkin önemli veriler ortaya koymaktadırlar.
Mısır’da ilk hanedanlık döneminin başladığı MÖ 2800’lü yıllardan itibaren genellikle
engelli çocuklardan kurtulma yoluna gidildiği; engelliliklerin ve hastalıkların kötü ruhlara
bağlandığı ve bundan dolayı ruhsal ve fiziksel iyileşmeyi temin etmek için tılsım, muska ve
bazı bitkisel ilaçların kullanıldığı bilinmektedir.
Babil İmparatorluğu’nda ise engellilik su kanalına tükürmek, temiz olmayan bir suya
ayakları daldırmak ya da hasta birine lüzumsuz yere dokunmak gibi günah sayılan eylemlerin
bir sonucu olarak tanrılardan gelen bir ceza ya da kötü güçlerin etkisi altına girildiğinin bir
işareti olarak algılanmaktaydı. Bu algılamanın bir sonucu olarak, engelli doğan bebekler
tanrılara geri döndürülmek üzere evin dışına bırakılmakta ya da boğulmakta idi. Yine Babil
toplumundaki ilginç bir uygulama olarak geleceğe dair tahminlerde bulunmak için fetüslerin
kullanılmasına işaret edilebilir. Bu uygulama, Fetomancy yani “fetüs yoluyla kehanet” olarak
bilinmektedir. Buna göre bir bebeğin -ayağında altı parmak olması gibi- organlarından birinde
fazlalıkla dünyaya gelmesi bir felaketle karşılaşacağının işareti olarak yorumlanmıştır.
Mezopotamya yaratılış mitlerinde insanoğlunun tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı
anlatılır. İnsanlığın yaratılışından söz eden “Enki ve Ninmah” adlı Sümer miti bu doğrultuda
bilgiler ihtiva etmektedir.
Mitin ilk yarısı, insanların Tanrılara hizmet etmek için yaratılışı ve kaderlerinin
belirlenmesini anlatır. Konumuzla ilgili ikinci kısımda ise insanın yaratılışı şerefine verilen bir
şölen, bu şölende bütün tanrıların içki içerek sarhoş olmaları ve bunun sonucunda ana Tanrıça
Ninmah ya da diğer adıyla Ninhursag ile su, bilgelik ve yaratıcı Tanrı Enki arasında cereyan
eden bir karşılaşmadan söz edilir. Buna göre Ninmah, insanların bedeninin iyi ya da kötü
olabileceğini ve kendi iradesine göre onlar için iyi ya da kötü bir kader belirleyebileceğini
söyler. Bu meydan okuma karşısında Enki, Ninmah’ın yaratacağı insanların kaderini, iyi ya
da kötü o nasıl istiyorsa öyle yapacağını savunur. Ninmah, eline aldığı balçıktan altı kusurlu
insan yaratır.
ANTİK YUNAN VE ROMADAKİ ALGILAMALAR
Antik Yunan ve Roma’da engellilikler, genellikle bireyin zayıf tabiatının işaretleri olarak
algılanmıştır. Bu bağlamda örneğin, savaşçı ruh taşımayan ya da savaşmak için yeterli eğitimi
olmayan askerlerin savaşta bedensel yaralanmalara maruz kalmaya genellikle daha yatkın
olduğuna inanılırdı.
Öte yandan eksiklik ve sakatlıkların bir ceza ya da işaret olarak doğrudan Tanrılardan
kaynaklandığı inancı yaygındı. Örneğin ritüelleri doğru bir şekilde yerine getirmede başarısız
olan insanların bir hastalık ya da engellilikle cezalandırılacağı algısı hakimdi. Bu yüzden
engellilikler büyük oranda bireyin yetersizlikleri ya da günahının bir sonucu olarak
yorumlanmaktaydı
Engelli ya da sağlıklı bir şekilde dünyaya gelen bebeklerin ölüme terk edilmesi ya da
öldürülmesi Antik Yunan ve Roma’daki yaygın bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır.
Oniki Tablo Kanunu (Lat. Lex Duodecim Tabularum; İng. Law of the Twelve Tables) olarak
bilinen, MÖ V. yüzyıla ait Roma Kanunu’nun “Babaların Aileleri Üzerindeki Hakları” başlıklı
dördüncü maddesinde fiziksel bozuklukları çok fazla olan çocukların hemen öldürülmesi bir
zorunluluk olarak zikredilmektedir.
Fakat doğuştan birtakım engellere sahip bebeklerin öldürülmek yerine aileleri tarafından
büyütüldüğünü gösteren çeşitli deliller de bulunmaktadır. Engelli doğan İmparator Tiberius
Claudius (MÖ 10-MS 54) en meşhur örnek olarak nakledilmektedir. Öte yandan engelli
çocuğunu öldürmek yerine büyütmeyi tercih eden babalara mevcut kanuna riayet etmedikleri
için bir yaptırım uygulanıp uygulanmadığı konusunda ise herhangi bir bilgiye
rastlanmamaktadır.
Antik dünyada engelliliğin nasıl algılandığını bir başka açıdan özetlemeleri nedeniyle
yeri gelmişken iki engelli mitolojik figürün -Yunan mitolojisinde ateş tanrısı olarak bilinen
Hephaistos ile Everes’in oğlu Teiresias- öykülerini de okuyucunun dikkatine sunmak
istiyoruz.
Hephaistos, iki ayağı da topal bir Tanrı’dır. Homeros'un İlyada’sında bunun sebebi iki
şekilde açıklanır; Birinciye göre babası Zeus, Hera ile kavga ederken Hephaistos annesinin
tarafını tutmuş, buna kızan Zeus oğlunu Limni adasına fırlatmış ve Hephaistos bu yüzden
engelli kalmıştır. İkinci mitolojiye göre Hephaistos engelli doğmuş, bu durumdan utanan
annesi onu Olympos’tan aşağı fırlatmıştır. Annesi tarafından denize atılan Hephaistos, su
tanrıçası Thetis tarafından bulunmuş ve büyütülmüştür. Roma mitolojisindeki Tanrı Volkan
(Latince Volcānus ya da Vulcānus) ile ilişkilendirilen Hephaistos, Olimpos’un başlıca tanrıları
içerisindeki tek engelli Tanrı olarak nakledilir. Topal oluşundan dolayı alay konusu
edilmesine karşın, Hephaistos, İlyada’da Tanrıların en hünerlisi olarak karşımıza çıkar; Zeus
için asa, kendisini büyüten Thetis’e teşekkür olarak tanrıçanın oğlu Achilleus’a güzel silahlar,
Diomedes için zırh, Helios için güneş arabası, Athena için kalkan yaptığı aktarılır.
Hikâyesini hatırlatmak istediğimiz ikinci örnek olan Thebai’ili kör bir kahin olarak tasvir
edilen Teiresias, bir rivayete göre insanlardan saklı tutulması gereken şeyleri onlara söylediği;
diğer bir rivayete göre ise Athena’yı banyo yaparken çıplak gördüğü ya da Zeus ile Hera
arasındaki bir anlaşmazlıkta hakem olarak tanrıçayı kırdığı için kör kalmıştır. Öte yandan
görememesine karşın, Teiresias’ın her şeyin içyüzünü bilebilme yeteneğine sahip olduğuna
dikkat çekilmektedir.
Hephaistos’un hikâyesi, doğuştan engeli bulunanların sosyo-ekonomik durumu ve
engellilerin engelli olmayanlar tarafından nasıl eğlence konusu yapıldığına ilişkin ipuçları
sağlarken, Teiresias’ın hikâyesi antik Yunan’daki mevcut algıyı özetlercesine yapılmaması
gereken bazı eylemlerin yapılması sonucundan ortaya çıkan bir ceza olarak engellilik algısına
vurgu yapmaktadır. Antik Yunan ve Roma’da engellilere yönelik genel tutuma işaret eden
yukarıdaki bilgilerin yanı sıra tıbbın babası kabul edilen Hipokrat’ın yaklaşımı, Asklepios
Kültü ve sonraki dönemdeki ruh, beden ve engellilik algılarına etki eden Platon ve Aristo’nun
konuyla bağlantılı görüşlerine ayrı başlıklar altında işaret etmeye çalışacağız.
Hipokrat ve Engelliliğe Rasyonel Yaklaşım
“Tıbbın babası”, “tıbbî bilgeliğin simgesi” ve “ideal hekim” olarak şöhret bulmasına
karşın Hipokrat (MÖ 460-377)’ın hayatı hakkında kaynaklarda detaylı bilgiye
rastlanamamaktadır. Hipokrat’ın dini algılamalara yönelik bakış açısının düşmanca
olmamakla birlikte, vurgusunun rasyonalite üzerine olduğunu belirtir. Hipokrat, eserlerinde
tıbba hem rasyonel hem de empirik açıdan yaklaşmıştır: Rasyonel açıdan mitolojiye, batıl
inançlara, sihire ve büyüye kapısını kapatırken, empirik açıdan hastaların geçmişine dair
bilgiler toplayarak bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır.
Asklepios Kültü
Hipokrat’tan itibaren bir yandan rasyonel tıp anlayışı gelişme gösterirken, öte yandan
hastaların kendileri gibi beşer olan bir şifacıdan/hekimden ziyade, doğrudan Tanrı’dan şifa
bekledikleri dinsel ve büyüye dayalı tıp geleneği de varlığını devam ettirmiştir. Bu bağlamda
gerçek ya da hayali kahramanların mezarları ya da gömüldüklerine inanılan mekanlar
etrafında çok sayıda yerel kült ortaya çıkmıştır. Antik Yunan tarihinde ilk kez Homeros’un
İlyada adlı eserinde boy gösteren Asklepios (Asclepius)’tan hareketle oluşturulan “Asklepios
kültü” bu konudaki en etkileyici örneklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Asklepios, ışık, müzik, kehanet gibi pek çok alanın yanı sıra, sağlık ve salgın hastalıkların
tanrısı da olan Apollon’un oğlu olarak Yunan mitolojisine girmiştir. Hem tanrı hem de insan
olarak iki dünya arasında bir köprü görevi gören Asklepios adına kurulmuş olan ve sayısı
yüzlerle ifade edilen Asklepionlar (tapınaklar), “inkübasyon”, yani tapınak uykusu yöntemi
sayesinde MÖ V. yüzyıldan MS II. yüzyıla dek antik Helenistik dünyanın en gözde tedavi
merkezleri olmuştur. Tapınakların en kutsal kısmı olan abatonda geceyi geçiren hastalar bir
sedir üstünde yatarak Asklepios’un kendilerini iyileştirmesini ya da kendilerine tavsiyede
bulunacağı bir rüya veya vizyon görmeyi beklerler. Bu rüyalarda Asklepios’un hastalar
üzerinde ameliyat yaptığı ve tıbbî müdahalelerde bulunduğuna ya da kutsal bir yılan veya
köpeğin yaraları yaladığına inanılmaktaydı. Bazı kaynaklarda tapınağın rahip-hekimi olan
Asklepiad’ların gece boyunca Tanrı’nın elbisesini giyerek bazı ritüeller ya da işlemler
gerçekleştirmek için uykudaki hastanın ziyaretine geldiği de nakledilmektedir. Rivayetlere
göre ertesi sabah uyandıklarında hastalar ve engelliler, bazen kendilerini iyileşmiş
bulabilmekteydi. Diğer zamanlarda ise Asklepiad’lar, görülen rüyayı yorumlayarak hastalara
uygun tedavi ve terapiyi telkin etmekteydi. Ferngren, hekimler tarafından iyileştirilemeyen
hasta ve engelliler için Asklepios’tan iyileştirme beklemenin son bir ümit olarak görüldüğünü
dile getirmektedir. Kısaca Asklepios tapınakları her türlü hastalığa sahip bireylerin gelip şifa
aradığı mekanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
ANİMİST TOPLUMLARDA
Her şeyi gizemli güçlerle bağlantılandırma eğiliminde olan animist toplumlarda birtakım
güçlere sahip olduğuna inanılan din adamlarının, hastalıkları iyileştirmek için büyüsel güçler,
tılsımlar ve talih nesnelerinden yararlandığı bilinmektedir. Bunun ötesinde dikkat çekici
uygulamalar da söz konusudur. Konumuzla bağlantılı olması açısından, epilepsi ya da
herhangi bir hastalık nedeniyle zihinsel ve fiziksel sıkıntılar yaşayan insanları, içlerinde var
olduğu kabul edilen kötü ruhlardan arındırmak için kafatasının bir bölümünün testere gibi
çeşitli aletlerle kesilmesi bir örnek olarak zikredilebilir.
HİNT KÖKENLİ DİNLER
Hindistan yarımadasında, Hinduizm’in etkisiyle engellilik, karma yasasıyla açıklanmış
ve engelli bireyin, önceki yaşamının sonucunda bu hale geldiği kabul edilmiştir. Bir diğer
ifadeyle engellilik, geçmiş yaşamda işlenen hataların bir sonucu olarak yorumlanmıştır.
Karma yasası Vedik dönemde (MÖ 2000/1500-400) ortaya çıkmasına karşın, Vedaların
otoritesine karşı çıkan Budizm, Caynizm ve Sihizm gibi doğu dinlerinde aynı yasaya öyle ya
da böyle inanılmış ve aynı algı devam ettirilmiştir.
ÇİN ve AFRİKA
Çin’de geçmiş dönemlerde engelli çocuk ve yetişkinlerin nehirlere atıldığından
bahsedilmektedir. Afrika’nın ortadoğu bölgesinde yer alan Tanzanya’daki bazı kabilelerde
doğuştan beyaz saçlı olan (albino) bebeklerin öldürüldüğü, Afrika’nın bazı bölgelerinde
engellilerin, alay edilme ve toplumdan dışlanma korkusuyla yakınları ya da bakımlarını
üstlenen kişiler tarafından bir odaya kapatıldıkları, öte yandan aynı kıtanın bazı bölgelerinde
ise masum ve hatta kutsal telakki edilerek gereğinden fazla korundukları ya da tazim
gördükleri ifade edilmektedir.
JAPONYA
Japonya’da engellilik konusundaki düşünceleri etkileyen iki dinsel gelenek söz
konusudur. Şintoizm ve Budizm. Japon yaratılış mitleri, engellilik konusunda modern dönem
öncesinde Japonya’daki genel algıyı özetleyen bazı örnekler içermektedir. Bir örnek olarak İzanagi
ve İzanami’nin hikayesine atıfta bulunmak istiyoruz. Japonlar nezdinde büyük öneme sahip iki
kitaptan biri olan Kojiki’de anlatıldığına göre, evrenin yaratılış sürecinde gök kamileri, İzanagi ve
İzanami’ye yeryüzüne inmelerini ve burayı yaşanabilecek bir yer haline getirmelerini emrederler.
Onogoro adasına inen İzanagi ve İzanami burada birbirini eş olarak kabul ederler. Evlilik
gerçekleştikten sonra birbirlerine çeşitli iltifatlarda bulunurlar. Ancak bu süreçte İzanami,
İzanagi’den önce konuştuğu için İzanagi, İzanami’yi azarlar. Çiftin “Hiruko” adında bir türlü
büyümeyen ve hastalıklı bir çocukları dünyaya gelir. Hiruko’yu kabullenmeyen İzanagi ve
İzanami, onu kamıştan yapılan bir salın üzerine koyarak denize bırakırlar. Hiruko’dan sonra da
bir türlü istedikleri gibi bir çocuğa sahip olamayan İzanagi ve İzanami, gök kamilerinin yanına
çıkarak durumu anlatırlar. Gök kamileri bu duruma İzanami’nin İzanagi’den önce konuşmasının
neden olduğunu söylerler. Söz konusu hikaye iki noktayı öne çıkarmaktadır: Birincisi, çocuğun
dünyaya engelli olarak gelişi, annesi İzanami’nin yaptığı hataya bağlanmaktadır. İkincisi ise
engelli olarak doğan çocuk, diğer birçok toplumda olduğu gibi, ailesi tarafından ölüme
terkedilmektedir. Öte yandan Carolyn S. Stevens, hikayenin olumlu olan başka bir yönünden söz
eder. Stevens’ın belirttiğine göre denize bırakılan Hiruko, hayatta kalır ve deniz tanrısı Ebisu’ya
dönüşür. Japon mitolojisinde Ebisu, yedi mutluluk tanrısından biri olarak kabul edilir ve ona
hürmet gösterenlere iyi şans getirdiğine inanılır.
YAHUDİLİK
Yahudi kutsal kitabı Tanah incelendiğinde körlük, sağırlık ve topallık gibi olguların
gerçek ya da mecazi anlamlarda geçtiği çeşitli pasajlarla karşılaşılmaktadır.
A. İnsanoğlunun Tanrı’nın Suretinde Yaratılması
Bilindiği üzere, yaratılışın anlatıldığı Tekvin kitabının başında (1:26) ve diğer bazı
bölümlerinde (5:1, 9:6) insanoğlunun -erkek ve kadın- Tanrı’nın suretinde (Lat. imago Dei)
yaratıldığı ifade edilir. Bu durum “başlangıçta hiçbir engelliliğin olmadığı” şeklinde
yorumlanabilir. Öte yandan Levililer kitabında ise insanların, komşularını kendileri gibi
sevmeleri istenmektedir ki bu sevginin engellileri de kapsadığı muhakkaktır. Bu konuyla
bağlantılı olarak Talmud’da şöyle bir hikayeye yer verilir:
Bir zamanlar Rabbi Simon’un oğlu Rabbi Elazar, öğretmeninin evinden, Migdal
Gedor’dan dönüyordu. Nehir boyunca eşeğini sürüyordu ve Tora’yı çok çalıştığı
için büyük bir mutluluk içindeydi. Çok çirkin bir adam ona rastladı ve ona “selam,
Rabbi” dedi, Rabbi Elazar cevap vermedi. Rabbi Elazar şöyle dedi: “Beş para
etmez! Ne çirkin bir adam! Şehrinizdeki bütün insanlar senin gibi çirkin mi?”
Adam şöyle karşılık verdi: “Bilmem, ancak neden beni yapan sanatçıya ne kadar
çirkin bir şey yaptığını söylemiyorsun?” Yanlış yaptığını anlayan Rabbi Elazar,
eşeğinden indi, adamın önünde diz çöktü ve ondan kendisini affetmesini istedi…
Tekvin kitabındaki pasajlar ve alıntıladığımız hikaye, her insanın bir öz değer taşıdığına
ve bu değerin insan olarak yaratılmakla doğuştan kazanıldığına işaret etmektedir. Kadın ya
da erkek, çocuk ya da yaşlı, sağlıklı ya da engelli olmak insana fazladan bir değer
kazandırmayacağı gibi, şerefine de gölge düşürmez.
B. İtaatsizlik Sonucu Bir Cezalandırma Olarak Engellilik
Engellilik konusunda Tora’da karşımıza çıkan ana temalardan biri, hastalık ve
engelliliğin itaatsizliğe, yani potansiyelin doğru kullanılmamasına karşı Tanrı’nın bir cezası
olduğudur:
Rab sizi iyileşemeyeceğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla, uyuzla vuracak.
Rab sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak (Tesniye 28:27-28).
Rab dizlerinizi, bacaklarınızı tepeden tırnağa iyileşmeyen ağrılı çıbanlarla vuracak
(Tesniye 28:35).
Rab sizi ve soyunuzu korkunç belalarla, büyük ve sürekli belalarla, ağır, iyileşmez
hastalıklarla vuracak. Sizi ürküten Mısır'ın bütün hastalıklarını yeniden başınıza
getirecek; size yapışacaklar. Siz yok oluncaya dek Rab bu Yasa Kitabı'nda
yazılmamış her türlü hastalığı ve belayı da başınıza getirecek. Gökteki yıldızlar
kadar çok olan sizler, sayıca az bırakılacaksınız. Çünkü Tanrınız Rabbin sözüne
kulak vermediniz (Tesniye 28:59-62).
Hastalık ve çeşitli engellilik durumlarıyla cezalandırılma itaatsizliğin bir sonucu olmakla
birlikte, Tesniye 32:39’da geçen “Artık anlayın ki, Ben, evet Ben O'yum, Benden başka tanrı
yoktur! Öldüren de, yaşatan da, yaralayan da, iyileştiren de Benim. Kimse elimden
kurtaramaz” ifadeleri, açık bir şekilde bunların Tanrı’nın kontrolü altında gerçekleştiğini ve
bütün insanî yetilerin yegâne sağlayıcısının Tanrı olduğunu ortaya koymaktadır.
Sodom ve Gomara’nın yıkılışının anlatıldığı Tekvin kitabı 19. bölüm, bizlere cezalandırmaya
dair bir başka örnek sunmaktadır. Buna göre Lut, Sodom şehrinin kapısında otuturken iki melek
şehre geldi. Lut, misafir etmek üzere onları evine davet etti. İlk planda melekler “olmaz” dedilerse
de Lut’un ısrarı üzerine onunla evine gittiler. Bunu işiten Sodom’un genç ve yaşlı erkekleri Lut’un
kapısına dayandılar. Lut ile aralarında geçen birtakım konuşmalardan sonra kapıyı kırıp eve
girmeye yeltendiklerinde Lut’un evine saldıran erkekler, melekler tarafından kör edildiler. (Tekvin
19:1-11).
Aynı şekilde kendisine verilen mucizelerle birlikte Firavun’a gitmesi istenen Musa’nın
“Aman ya Rab!, Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi
bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim” ifadeleri karşısında Tanrı’nın “Kim ağız
verdi insana? İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim? Şimdi git!
Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim” (Çıkış 4:1012) ifadeleri aynı noktaya vurgu yapmaktadır.1
Tanrı’ya karşı işlenen itaatsizlik ve günahın cezası bazen bireysel bazen de daha geniş
ölçekli olabilmektedir. Nitekim II. Samuel kitabında Davut’un işlemiş olduğu günah
yüzünden Dan’dan Beer-Şeva’ya 70.000 kişinin salgın hastalıkla öldürüldüğünden söz
edilmektedir:
Rab, İsrail halkına yine öfkelendi. Davut'u onlara karşı kışkırtarak, “Git, İsrail ve
Yahuda halkını say” dedi. Kral, yanında bulunan ordu komutanı Yoav’a şu
buyruğu verdi: “Dan’dan Beer-Şeva’ya dek İsrail'in bütün oymaklarına gidip halkı
sayın ki, halkın sayısını bileyim.” Ama Yoav, "Rab Tanrın halkını yüz kat daha
çoğaltsın, efendim kralım da bunu görsün!” diye karşılık verdi, “Ancak, efendim
kralım neden bunu istiyor?” Gelgelelim kralın sözü Yoav'la birlik komutanlarının
sözünden baskın çıktı. Böylece kralın yanından ayrılıp İsrail'de sayım yapmaya
gittiler. Şeria Irmağı’ndan geçerek Aroer yakınında, vadinin ortasındaki kentin
güneyinde konakladılar. Oradan Gat'ı, Yazer'i, Gilat'ı, Tahtim-Hodşi topraklarını,
Dan-Yaan'ı geçip Sayda'ya vardılar. Sonra Sur Kalesi'ne, Hivliler'le Kenanlılar'ın
bütün kentlerine uğradılar. Sonunda Yahuda ülkesinin Negev bölgesindeki BeerŞeva'ya ulaştılar. Dokuz ay yirmi gün ülkeyi baştan başa dolaştıktan sonra
Yeruşalim'e döndüler. Yoav sayımın sonucunu krala bildirdi: İsrail'de kılıç
kuşanabilen sekiz yüz bin, Yahuda'daysa beş yüz bin kişi vardı. Davut sayım
yaptıktan sonra kendisini suçlu buldu ve Rab'be, “Bunu yapmakla büyük günah
işledim!” dedi, “Ya Rab, lütfen kulunun suçunu bağışla. Çünkü çok akılsızca
davrandım.” Ertesi sabah Davut uyandığında, Rab Davut'un bilicisi Peygamber
Gad'a şöyle dedi: “Gidip Davut'a de ki, 'RAB şöyle diyor: Önüne üç seçenek
koyuyorum. Bunlardan birini seç de sana onu yapayım.'” Gad, Davut'a gidip
durumu anlattı ve şöyle dedi: “Ülkende yedi yıl kıtlık mı olsun? Yoksa seni
kovalayan düşmanlarının önünden üç ay kaçmak mı istersin? Ya da ülkende üç
gün salgın hastalık mı olsun? Beni gönderene ne yanıt vereyim, şimdi iyice
düşün.” Davut, “Sıkıntım büyük” diye yanıtladı, “İnsan eline düşmektense,
Rab'bin eline düşelim. Çünkü O'nun acıması büyüktür.” Bunun üzerine Rab o
sabahtan belirlenen zamana dek İsrail ülkesine salgın hastalık gönderdi. Dan'dan
Beer-Şeva'ya dek halktan yetmiş bin kişi öldü… Davut orada Rab'be bir sunak
kurup yakmalık ve esenlik sunularını sundu. Rab de ülkeyle ilgili yakarıyı
yanıtladı ve salgın hastalık İsrail'den kaldırıldı (II. Samuel 24:1-25).
Yakup peygambere “İsrail” adının verilişinin anlatıldığı hikâye, engellilik ve günah
ilişkisi konusunda bizlere başka bir bakış açısı sunar.
Bu hikâyeye göre kardeşi Esav’la görüşmek için yola çıkan Yakup, Yabbuk Irmağı
kıyısında bir adamla karşılaşır ve ikisi gün ağarıncaya kadar güreşirler. Adam Yakup’u
yenemeyeceğini anlayınca onun uyluk kemiğinin başına çarpar ve Yakup’un uyluk kemiği
çıkar. Yakup adamın kendisini kutsamasını ister. Aralarında geçen konuşmalardan sonra
adam Yakup’a “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek. Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip
yendin” (Tekvin 32:28) şeklinde karşılık verir. Yakup oradan ayrılırken güneş doğmuştu ve o,
uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki
siniri yemezler. Çünkü adam, Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpmıştı (Tekvin
32:32).
Pasajdan açık bir şekilde anlaşılamamakla birlikte, Yahudi geleneğinde bu olaydan sonra
Yakup’un kalıcı bir şekilde engelli olduğu görüşü benimsenmiştir. Judith Abrams, Yakup’un
engelli hale gelişini ilk oğulluk kutsaması ile bağlantılı olarak yorumlar. Abrams’a göre
yaşlanan ve gözleri görmez hale gelen babası İsak’ın durumundan yararlanarak kardeşi
Esav’ın ilk oğulluk hakkını babasından alan (Tekvin 27:1-29) Yakup’un ahlakî durumu,
sonunda fiziksel durumuna yansımış ve Yakup, babası ve kardeşini kandırması karşısında
cezalandırılmıştır. Bir başka anlamda Yakup’un engelliliği, kardeşi Esav’la olan rekabetinin
bittiği anlamına da gelmektedir. Abrams’a göre günahının yükümlülüğünden kurtulan
Yakup, böylelikle yeni bir isim ve yeni bir rol üstlenmiştir. Abrams ile aynı doğrultuda
Michael S. Beates de Yakup’un Tanrı tarafından engelli hale getirilmesinin, ona manevî
bozukluğunu hatırlatmak mesajı taşıdığını ve bu yeni fiziksel durumu nedeniyle yaşamı
boyunca topallamak suretiyle artık ahlakî açıdan güçlü numarası yapamayacağını ileri
sürmüştür.
C. Din Görevlilerinin Nitelikleri ve Engellilik Olgusu
Tanah’ta engellilik konusunda en dikkat çekici noktalardan biri, Harun soyundan gelen
din adamlarıyla ilgili kuralların anlatıldığı Levililer kitabı 21. bölümde karşımıza çıkmaktadır:
Rab, Musa’ya şöyle dedi: “Harun’a de ki: Soyundan gelecek kuşaklar boyunca
kusurlu olan hiç kimse yiyecek sunusu sunmak üzere Tanrısına yaklaşmasın.
Kusurlu olan, sunağa yaklaşamaz: Kör, topal, yüzü arızalı, organlarından biri aşırı
büyümüş, kolu veya ayağı kırık, kambur, cüce, gözü özürlü, uyuz, yarası kabuk
bağlamış ya da hadım. Kâhin Harun’un soyundan bu kusurlara sahip hiç kimse
Rab için yakılan sunuyu sunmak üzere sunağa yaklaşmayacak. Çünkü
kusurludur. Tanrısına yiyecek sunusu sunmak üzere sunağa yaklaşamaz. Böyle
bir adam Tanrısına sunulan kutsal ve en kutsal yiyecekleri yiyebilir. Ancak
perdeye ve sunağa yaklaşmayacaktır. Çünkü kusurludur. Tapınağımı kirletmesin.
Onları kutsal kılan Rab benim.” (Levililer 21-16-23).
Pasajda görüldüğü üzere körlük, topallık, cücelik, kamburluk vb engeller bir kusur ve
kirlilik unsuru olarak değerlendirilerek Harun soyundan bu gibi kusurlara sahip din
adamlarına ritüellerle ilgili i) yiyecek sunusu sunmak üzere Tanrı’ya yaklaşmamak ve ii)
Yahve için yakılan sunuyu sunmak üzere sunağa yaklaşmamak şeklinde iki sınırlandırma
getirilmektedir.
Tapınağın kutsal kısmına girişin sınırlandırılması, kutsal alana gerekli şartları taşımayan
ve münasip bir şekilde yaklaşmayan insanların bir tehlikeyle karşılaşacağı inancına
dayanmaktadır. Bu tehlike, Harun’un oğulları Nadav’la Avihu’nun hikayesinde ortaya
konulmaktadır. Levililer 10:1-3’de anlatıldığına göre Nadav’la Avihu buhurdanlarını alıp
içlerine ateş, ateşin üstüne de buhur koymak suretiyle Tanrı’nın buyruğuna aykırı bir ateş
sunarlar. Bunun üzerine Tanrı da bir ateş göndererek onları yakıp yok eder. Bu olaydan sonra
Musa Harun’a Tanrı’ya hizmet edenlerin onun kutsallığına saygı duyması gerektiğini
hatırlatır.
Saflık/temizlik ve kirlilik nosyonlarıyla bağlantılı olarak yorumlanmak suretiyle
engellilik olgusunun karmaşık hâle geldiği söylenebilir.
Yukarıdaki iki pasajdan anlaşıldığı üzere, mükemmellik ve kusursuzluk şartı, tapınak
kültü ve din görevlilileri için aranan bir şarttır; bütün insanlara uygulanması söz konusu
değildir.
Sunak sunacak görevliler için bir kusur olarak değerlendirilen hususlar arasında sağırlık,
zekâ özürlülüğü ve ruhsal hastalıkların zikredilmemesi pasajda dikkat çekici noktalardan
birini oluşturmaktadır. Bazı araştırmacılar muhtemelen kolaylıkla fark edilebilen noksanlıklar
olmadıkları için bunların listenin dışında bırakıldıklarını savunmaktadır.
Kutsal alana yaklaşmama şeklindeki yasaklama sadece çeşitli engelleri bulunan din
adamlarını kapsıyor ve din adamlarında fiziksel açıdan mükemmel olma özelliği aranıyor
gözükmekle birlikte, çoğu zaman diğer bazı metinlere atıfla2 din adamları için geçerli
özelliklerin öteki insanları da kapsayacak şekilde genişletildiği görülmektedir.
MS 70 yılında mabedin yıkılmasıyla din adamlarının fonksiyon icra ettiği temel alanın
da ortadan kaybolduğu, ancak birtakım sınırlayıcı koşullarla birlikte onların görevlerini icra
etmeye devam ettikleri bilinmektedir. Tanah’ın tefsiri Mişna’da ellerinde her hangi bir kusur
ya da sakatlık bulunan bir hahamın insanları kutsamak için ellerini kaldıramayacağına dikkat
çekilir. Rabbi Yehuda buna ilaveten elleri mavi ya da kırmızı boya ile boyanan/lekelenen bir
kimsenin de insanların dik bakışlarına neden olacağı düşüncesiyle ellerini kaldıramayacağını
ifade eder. Ancak hemen ardından bu hahamın bulunduğu yerleşim yeri ile özdeşleşmiş ve
bu yüzden iyi tanınan biri olması halinde izin verilebileceği belirtilir.
D. Mecazi Kullanımlar
Tanah’ta körlük ve sağırlık gibi fiziksel engelliliklere zaman zaman mecaz olarak da atıfta
bulunulmaktadır. Bu bağlamda bazı metinlerde gözleri fiziksel olarak sağlam olduğu halde
gerçeği görmeyen, kulakları duyduğu halde işitmeyen İsrailoğulları’nın uyarıldığı, diğer bazı
metinlerde ise tüm İsrailoğulları’nın kurtarılacağı günde körlerin gözlerinin, sağırların
kulaklarının, dilsizlerin de dilinin açılacağı ve topalların geyik gibi sıçrayacağı müjdesine yer
verilmektedir. Örnek olarak aşağıdaki metinleri verebiliriz:
Ey sağırlar, işitin,
Ey körler, bakın da görün!
Kulum kadar kör olan var mı?
Gönderdiğim ulak kadar sağır olan var mı?
Benimle barışık olan kadar,
Rab'bin kulu kadar kör olan kim var?
Pek çok şey gördünüz, ama aldırmıyorsunuz,
Kulaklarınız açık, ama işitmiyorsunuz.
(İşaya 42:18-19. Ayrıca bkz. Yeremya 5:21; Mezmurlar 38:13-14, 115:5-8)
O zaman körlerin gözleri,
Sağırların kulakları açılacak;
Topallar geyik gibi sıçrayacak,
Sevinçle haykıracak dilsizlerin dili.
Çünkü çölde sular fışkıracak,
Irmaklar akacak bozkırda.
(İşaya 35:5-6; 29:18)
E. Engelliler İçin Hayatın Zorlaştırılmamasını İsteyen Pasajlar
Levililer, Tesniye ve II. Samuel kitaplarında İsrailoğulları’ndan toplum içindeki, sağlam
ya da engelli herkese eşit muamele etmeleri ve engelli insanlar için hayatı zorlaştırmamaları
istenmektedir:
Sağıra lanet etmeyecek, körün önüne engel koymayacaksın. Tanrı’ndan
korkacaksın. Rab benim (Levililer 19:14).
Kör olanı yoldan saptırana lanet olsun! Bütün halk, 'Amin!' diyecek (Tesniye
27:18).
Davut, “Saul’un ailesinden daha sağ kalan, Yonatan’ın hatırı için iyilik
edebileceğim kimse var mı?” diye sordu… “Tanrı'nın iyiliğini ona göstereyim.”
Siva, “Yonatan’ın iki ayağı sakat bir oğlu var” diye yanıtladı. Kral, “Nerede o?”
diye sordu. Siva, “Ammiel oğlu Makir’in Lo-Devar’daki evinde” diye karşılık
verdi… Saul oğlu Yonatan oğlu Mefiboşet, Davut’un yanına gelince, onun önünde
yere kapandı. Davut ona, “Korkma!” dedi, “Çünkü baban Yonatan’ın hatırı için,
sana kesinlikle iyilik edeceğim. Atan Saul’un bütün toprağını sana geri vereceğim.
Ve sen her zaman soframda yemek yiyeceksin…” (II. Samuel 9:1-13).
II. HIRİSTİYANLIK
A. Kanonik İnciller
Engellilik konusunda Tanah’ta ortaya konulan temel yaklaşımın Yeni Ahit’te de
sürdürüldüğü görülmekle birlikte, İsa’nın yaşam öyküsünün beden, bedenleşme ve engellilik
arasındaki ilişkiye yeni bir boyut kattığı söylenebilir.
1. Günah’ın Bir Cezası Olarak Engellilik Algısını Reddeden ya da Onaylayan Rivayetler
İncillerde engellilik olgusu ve çeşitli engellere sahip insanlara doğrudan atıfta bulunan
20’nin üzerinde temel pasaj ve rivayet karşımıza çıkmaktadır.
Bu pasajlardan hareketle işaret edilmesi gereken ilk nokta, kişinin ya kendisi ya da aile
fertlerinden birinin işlediği bir günahın cezası olarak engelli olduğuna yönelik inancın devam
ettirilmesidir.
Yuhanna İncili’nde yer verilen İsa’nın, havarileri ile yolda giderken kör bir dilenci ile
karşılaşmasının anlatıldığı hikâye mevcut inancı ve bu inanç karşısında İsa’nın tavrını açık bir
şekilde ortaya koymaktadır:
İsa yolda giderken doğuştan kör bir adam gördü. Öğrencileri İsa’ya, “Rabbî, kim
günah işledi de bu adam kör doğdu? Kendisi mi, yoksa annesi babası mı?” diye
sordular. İsa şu cevabı verdi: “Ne kendisi, ne de annesi babası günah işledi.
Tanrı’nın işleri onun yaşamında görülsün diye kör doğdu… Bu sözleri söyledikten
sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı ve çamuru adamın gözlerine sürdü.
Adama, “Git, Şiloha havuzunda yıkan” dedi. Şiloha, `gönderilmiş' anlamına gelir.
Adam gidip yıkandı, gözleri açılmış olarak döndü. Komşuları ve onu daha önce
dilenirken görenler, “Oturup dilenen adam değil mi bu?” dediler. Kimi, “Evet,
odur” dedi, kimi de “Hayır, ama ona benziyor” dedi. Kendisi ise, “Ben oyum”
dedi. “Öyleyse, gözlerin nasıl açıldı?” diye sordular. O da şöyle cevap verdi: “İsa
adındaki adam çamur yapıp gözlerime sürdü ve bana, `Şiloha'ya git, yıkan' dedi.
Ben de gidip yıkandım ve gözlerim açıldı.” Eskiden kör olan adamı Ferisilerin
yanına götürdüler. İsa’nın çamur yapıp adamın gözlerini açtığı gün Sept günüydü.
Bu nedenle Ferisiler de adama gözlerinin nasıl açıldığını sordular. O da, “İsa
gözlerime çamur sürdü, yıkandım ve şimdi görüyorum” dedi… (Yuhanna 9:1-34).
İsa, bu yaklaşımıyla engelliliğin, işlenen günahların bir cezası olduğu yönündeki inanca
karşı çıkıyor gözükmekle birlikte, İncillerdeki diğer bazı rivayetler böyle bir algılamaya
müsaade etmemekte ve tam tersi bir tavır yansıtmaktadır.
Örneğin Yuhanna 5. bölümde İsa’nın 38 yıldır kötürüm olduğu belirtilen bir adamla
karşılaşmasından söz edilir. Buna göre İsa, Yahudilerin bir bayramı nedeniyle Kudüs’e gider.
Kudüs’te Koyun Kapısı yanında, İbranicede Beytesta denilen beş eyvanlı bir havuz vardır. Bu
eyvanların altında kör, kötürüm, felçli hastalardan bir kalabalık yatardı. Orada otuz sekiz
yıldır hasta olan bir adam vardı. İsa hasta yatan bu adamı görünce ve onun uzun zamandır bu
durumda olduğunu anlayınca ona, “İyi olmak ister misin?” diye sorar. Hasta şöyle cevap verir:
“Efendim, su çalkandığı zaman beni havuza indirecek kimsem yok, tam gireceğim an benden
önce başkası giriyor.” İsa ona, “Kalk, döşeğini topla ve yürü” deyince adam o anda iyileşir,
döşeğini toplayıp yürümeye başlar… İyileşen adam İsa’nın kim olduğunu bilmiyordu. İsa,
daha sonra adamı tapınakta bulur ve ona şöyle der: “Bak, iyi oldun. Artık günah işleme de
başına daha kötü bir şey gelmesin” (Yuhanna 5:1-14).
İsa’nın tapınakta adama söylediği bu sözler, adamın işlediği bir günah nedeniyle o hale
geldiğini İsa’nın kabul ettiğini göstermekte ya da ima etmektedir.
Yine Luka İncili’nde İsa’nın, bir başka adam için aynı söylemde bulunduğunu
görmekteyiz. Buradaki anlatıya göre Celile ve Yahudiye’nin köylerinden gelen insanlara bir
evde ders veren İsa’nın önüne yatak üzerinde felçli bir adam getirilir. İsa, felçlinin etrafındaki
insanların imanını görünce ona “Ey adam, günahların bağışlandı” diye karşılık verir. Bunun
üzerine din bilginleriyle Ferisiler, “Tanrı’ya küfreden bu adam kim? Tanrı’dan başka kim
günahları bağışlayabilir?” diye düşünmeye başlarlar. Onların akıllarından geçeni anlayan İsa,
onlara “Aklınızdan neden böyle şeyler geçiriyorsunuz? Hangisi daha kolay, ‘Günahların
bağışlandı demek mi, yoksa ‘Kalk, yürü’ demek mi?..” cevabını verdikten sonra felçli adama
“Sana söylüyorum, kalk, yatağını toplayıp evine git!” der. Felçli adam onların gözü önünde
ayağa kalkar, üzerinde yattığı yatağı toplar ve evine gider (Luka 5:17-25).
Yukarıdaki hikâyelerde olduğu gibi hastalıklı, engelli ve toplum dışına itilmiş insanlarla
temas kuran, onlara dokunan ve onları iyileştiren İsa motifine dair İncillerde çok sayıda
rivayetle karşılaşmak mümkündür:
… Tam o sırada, on iki yıldır kanaması olan bir kadın İsa'nın arkasından yetişip
giysisinin eteğine dokundu. İçinden, “Giysisine bir dokunsam kurtulacağım”
diyordu. İsa arkasına dönüp onu görünce, “Cesur ol, kızım! İmanın seni kurtardı”
dedi. Ve kadın o anda iyileşti (Matta 9:20-22).
… Tam o sırada İsa, çeşitli hastalıklara, illetlere ve kötü ruhlara tutulmuş birçok
kişiyi iyileştirdi, kör olan birçok kişinin gözlerini açtı. Sonra Yahya’nın
öğrencilerine şöyle karşılık verdi: “Gidin, görüp işittiklerinizi Yahya’ya bildirin.
Körlerin gözleri açılıyor, kötürümler yürüyor, cüzzamlılar temiz kılınıyor, sağırlar
işitiyor, ölüler diriliyor ve Müjde yoksullara duyuruluyor (Luka 7:18-23; Matta
11:1-6).
İsa'ya cüzzamlı biri geldi, diz çöküp O'na şöyle yalvardı: “Eğer istersen beni temiz
kılabilirsin.” Yüreği sızlayan İsa, elini uzatıp adama dokundu, “İsterim, temiz ol!”
dedi. Adam hemen o anda cüzzamdan kurtulup tertemiz oldu (Markos 1:40-42).
İsa, öğrencileri ve büyük bir kalabalıkla birlikte Eriha'dan ayrılırken, Timay oğlu
Bartimay adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu. Nasıralı İsa'nın orada
olduğunu duyunca, “Ey Davut Oğlu İsa, halime acı!” diye bağırmaya başladı.
Birçok kimse onu azarlayarak susturmak istediyse de o, “Ey Davut Oğlu, halime
acı!” diyerek daha çok bağırdı. İsa durdu, “Çağırın onu” dedi. Kör adama
seslenerek, “Ne mutlu sana! Kalk, seni çağırıyor!” dediler. Adam abasını üstünden
atarak ayağa fırladı ve İsa'nın yanına geldi. İsa ona, “Senin için ne yapmamı
istiyorsun?” diye sordu. Kör adam, “Rabbuni, gözlerim görsün” dedi. İsa,
“Gidebilirsin, imanın seni kurtardı” dedi. Adam o anda yeniden görmeye başladı
ve yol boyunca İsa'nın ardından gitti (Matta 20:29-34; Markos 10:49; Luka 18:3543).3
2. Engellilik, Manevi Kirlilik ve Mabete Giriş
İncil rivayetlerinden anlaşıldığı kadarıyla Tanah’ta olduğu gibi İsa’nın zamanında da
herhangi bir kalıcı hastalık ve engeli bulunan insanlar ritsel ve ahlakî açıdan kirli kabul edilmiş
ve bu yüzden dinî törenlere katılmaları büyük oranda yasaklanmıştı. Fakat bu, hasta ve engelli
insanların dini mekanlardan bütünüyle dışlandıkları ve görmezden gelindikleri şeklinde
anlaşılmamalıdır. Örneğin Markos İncili’nde İsa’nın tapınakta eli sakat bir adamla
karşılaşmasından söz edilir. Rivayete göre İsa, tapınağa girdiğinde orada eli sakat bir adam
vardı. Bazıları İsa’yı suçlamak amacıyla “Şabat günü hastayı iyileştirecek mi?” diye onu
gözlüyorlardı. İsa, eli sakat olan adama, “Ayağa kalk, ortaya çık!” dedi. Sonra tapınaktakilere,
“Kutsal Yasa’ya göre Şabat günü iyilik yapmak mı doğru, kötülük yapmak mı? Can kurtarmak
mı doğru, öldürmek mi?” diye sordu. Onlardan ses çıkmadı. İsa, çevresindekilere öfkeyle
baktı. Yüreklerinin katılığı onu kederlendirmişti. Adama, “Elini uzat!” dedi. Adam elini uzattı,
eli eskisi gibi sağlam oluverdi (Markos 3:1-5). Luka İncili’nde yer verilen benzer bir rivayette
ise İsa’nın tapınakta bulunan hastalıklı bir kadını iyileştirmesi şu şekilde nakledilir:
Bir Şabat günü İsa, tapınaklardan birinde ders veriyordu. On sekiz yıldır içinde
hastalık ruhu bulunan bir kadın da oradaydı. İki büklüm olmuş, belini hiç
doğrultamıyordu. İsa onu görünce yanına çağırdı. “Kadın” dedi, “hastalığından
kurtuldun.” Ellerini kadının üzerine koydu, o da hemen doğruldu ve Tanrı’yı
yüceltmeye başladı. İsa’nın hastayı Şabat günü iyileştirmesine kızan tapınak
yöneticisi kalabalığa seslenerek, “çalışmak için altı gün vardır” dedi. “O günler
gelip iyileşin, Şabat günü değil.” Rab ona şu karşılığı verdi: “Sizi ikiyüzlüler! Her
biriniz Şabat günü kendi öküzünü ya da eşeğini yemlikten çözüp suya götürmez
mi? Buna göre, Şeytan’ın on sekiz yıldır bağlı tuttuğu, İbrahim’in bir kızı olan bu
kadının da Şabat günü bu bağdan çözülmesi gerekmez miydi?” İsa’nın bu sözleri,
kendisine karşı gelenlerin hepsini utandırdı. Bütün kalabalık ise onun yaptığı
görkemli işlerin tümünü sevinçle karşıladı (Luka 13:10-17).
Bu rivayetler, yukarıda da işaret edildiği üzere kalıcı herhangi bir hastalık ve engeli olan
insanların çeşitli nedenlerle dinî mekânlarda bulunabildiklerini göstermesi açısından önemli
kabul edilebilir. İsa tarafından iyileştirilme arzusu İncillerde bu sebeplerden biri olarak
nakledilmektedir. Örneğin Matta İncili’nde Kudüs’e geldikten sonra tapınaktayken İsa’nın
kendisine gelen kör ve kötürümleri iyileştirdiğinden bahsedilmektedir (Matta 21:14).
3. Engellililer ve İyileştirme Hikayeleri
İncil rivayetlerinden anlaşıldığı kadarıyla İsa, Celile bölgesindeki engelli herkesi
iyileştirmeye kalkışan biri olarak sunulmaz. İsa’nın, iyileştirilmek maksadıyla kendisine gelen
birçok kimseden bilinçli bir şekilde kendini uzak tuttuğuna dikkat çeken araştırmacılar,
iyileştirme hikâyelerinin, İsa’nın karşılaştığı insanlarla sınırlı olduğu izlenimi verdiğini
belirtmektedir.
İncillerde nakledilen
bilinmemektedir.
fiziksel
iyileştirme
hikâyelerinin
gerçek
olup
olmadığı
İsa’nın zayıflara, fakirlere ve engellilere yönelik söylemlerinin onun eskatolojik bir
peygamber oluşu bağlamında okunması ve değerlendirilmesi kanaatimizce daha yararlı
olabilir.
Bilindiği üzere bir figür olarak İsa’nın en temel karakteristik özelliği, İsrailoğullarının
restorasyonu için şeytanın idaresinin yıkılarak yerine Tanrı’nın iradesinin hâkim olduğu
Tanrı’nın Egemenliği’nin gelmesinin an meselesi olduğunu insanlara tebliğ ve ilan eden bir
peygamber olmasıdır.
Markos İncili’ndeki “Size doğruyu söyleyeyim, burada bulunanlar arasında, Tanrı’nın
egemenliğinin kudretle gerçekleştiğini görmeden ölümü tatmayacak olanlar var” (9:1) ifadesi
Tanrı’nın Egemenliği’nin halihazırdaki cemaatin yaşamında gerçekleşeceğine dair İsa’nın
beklentisini ortaya koymaktadır.
4. Mecazi Kullanımlar
Yukarıda verilen çeşitli örneklerde görüldüğü üzere, kanonik İncillerde körlük, sağırlık
ve topallık gibi çeşitli engelliliklere büyük oranda kelimelerin gerçek anlamıyla atıfta
bulunulmasına karşın, özellikle körlük olgusundan birçok yerde mecaz anlamda söz edildiği
görülmektedir.
Bu bağlamda İncillerde Ferisilere hitap ederken ya da onlardan söz ederken İsa’nın,
onların gerçeği görmeyen körler olduklarına yönelik vurgusu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Matta İncili’nde İsa, halka kirlilik konusunda vaaz ederken bu konudaki yaklaşımları
nedeniyle Ferisileri “körlerin kör kılavuzları” olarak niteler ve körün köre kılavuzluk etmesi
halinde ikisinin de çukura düşeceğini belirtir (15:10-14).
Matta 23. bölümde “Vay halinize kör kılavuzlar!”, “Ey körler!”, “Ey kör kılavuzlar!” ve
“Ey kör Ferisi!” gibi farklı tabirlerle Ferisilere yönelik kınamasını sürdürür.
Benzer kullanımlara Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinde de rastlamak mümkündür.4
Görüldüğü üzere bu ifadeler mecazî olmanın ötesinde hakaret de içermektedir. Bu
noktada önemli bir hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Ulaşabildiğimiz kaynaklarda
gördüğümüz kadarıyla engellilik konusunda çalışmalar yürüten modern teolog ve
araştırmacılar, İncillerin engelliler için olumlu ifadeler içerdiğini söyleyip bu ifadeleri sıklıkla
gündem yapmalarına karşın, İsa’nın hakaret etmek için kör, sağır gibi ifadeleri kullanmasına
ve dolayısıyla engellilikle ilgili olumsuz metinlere neredeyse hiç yer vermemektedir.
B. Elçilerin İşleri Kitabı ve Pavlus’un Mektupları
Elçilerin İşleri kitabı incelendiğinde Pavlus’un, kitabın ana figürü hâlini almaya başladığı
9. bölüme kadarki bölümde havarilerin, engellileri de kapsayan çeşitli iyileştirme olayları
gerçekleştirdiklerine dair bazı nakillerle karşılaşılmaktadır.
Bu doğrultuda belki de en dikkat çekici pasaj, Petrus ve Yuhanna ile doğuştan kötürüm
bir adamın karşılaşmasının anlatıldığı 3. bölümde karşımıza çıkmaktadır.
Burada anlatıldığına göre Petrus ve Yuhanna bir gün dua vakti olan saat üçte tapınağa
çıkıyorlardı. O sırada, doğuştan kötürüm olan bir adam ise tapınağın ‘Güzel Kapı’ diye
adlandırılan kapısına getiriliyordu. Kötürüm adam tapınağa girenlerden para dilenmesi için
her gün getirilip oraya bırakılırdı. Tapınağa girmek üzere olan Petrus’la Yuhanna’yı gören
adam onlardan sadaka isteyince Petrus, “Bize bak” diye karşılık verir. Adam, onlardan bir şey
alacağını umarak gözlerini onların üzerine diker. Petrus ona, “Bende gümüş ve altın yok, ama
bende olanı sana veriyorum, Nasıralı İsa Mesih'in adıyla, yürü!” der. Sonra adamı sağ elinden
tutup kaldırır. Adamın ayakları ve bilekleri o anda sapasağlam olur, sıçrayıp ayağa kalkar ve
yürümeye başlar. Yürüyüp sıçrayarak ve Tanrı’yı överek onlarla birlikte tapınağa girer. Halk,
onun tapınağın Güzel Kapısı’nda oturup para dilenen kişi olduğunu anlayınca ondaki
değişiklik karşısında büyük bir hayret ve şaşkınlığa düşer (Elç. İş. 3:1-10).
Elçilerin İşleri kitabının ilerleyen bölümlerinde Pavlus’la birlikte iyileştirme olaylarının
devam ettiği görülmektedir. Örneğin 14. bölümde Pavlus’un, birinci misyon yolculuğu
esnasında Listra’da iken doğuştan kötürüm olup ayakları tutmayan, hiç yürümemiş bir adamı
iyileştirmesinden söz edilir (14:8-10).
Elçilerin İşleri’nde Pavlus’la ilgili anlatılar içerisinde konumuzla ilgili olması açısından
en dikkat çekici pasaj, 13. bölümde karşımıza çıkmaktadır. Burada Pavlus’un kör, topal ya da
sakat birini iyileştirmesine değil, tam tersine faaliyetlerine engel olmaya çalışan Baryeşu
adında bir Yahudi’yi kör etmesine şu şekilde atıfta bulunulur:
Adayı baştan başa geçerek Baf'a geldiler. Orada, büyücü ve sahte peygamber olan
Baryeşu adında bir Yahudiyle karşılaştılar. Baryeşu, vali Sergiyus Pavlus'a yakın
biriydi. Akıllı bir kişi olan vali, Barnaba’yla Saul’u çağırtıp Tanrı sözünü dinlemek
istedi. Ne var ki Baryeşu- büyücü anlamına gelen diğer adıyla Elimas- onlara karşı
koyarak valiyi iman etmekten caydırmaya çalıştı. Ama Kutsal Ruh'la dolan Saul,
yani Pavlus, gözlerini Elimas’a dikerek, “Ey İblis’in oğlu!” dedi. “Yüreğin her türlü
hile ve sahtekârlıkla dolu; doğru olan her şeyin düşmanısın. Rab’bin düz yollarını
çarpıtmaktan vazgeçmeyecek misin? İşte şimdi Rab’bin eli sana karşı kalkmıştır.
Kör olacaksın, bir süre gün ışığını göremeyeceksin.” O anda adamın üzerine bir
sis, bir karanlık çöktü. Dört dönerek, elinden tutup kendisine yol gösterecek
birilerini aramaya başladı. Olanları gören vali, Rab’le ilgili öğretiyi hayranlıkla
karşıladı ve iman etti (Elçilerin İşleri 13:6-12).
Böyle biriyle övüneceğim. Ama kendimle ilgili olarak, güçsüzlüklerimden başka
bir şeyle övünmeyeceğim. Övünmek istesem bile akılsız olmayacağım. Çünkü
gerçeği söylemiş olacağım. Ama kimse beni, gördüğünden ya da işittiğinden daha
üstün görmesin diye övünmekten çekiniyorum. Aldığım vahiylerin üstünlüğüyle
gururlanmayayım diye bana bedende bir diken, beni yumruklamak için bir Şeytan
meleği verildi, gururlanmayayım diye. Bundan kurtulmak için Rab’be üç kez
yalvardım. Ama O bana “Lütfum sana yeter. Çünkü gücüm, güçsüzlükte
tamamlanır” dedi. İşte, Mesih'in gücü üzerimde bulunsun diye güçsüzlüklerimle
sevinerek daha çok övüneceğim. Bu nedenle Mesih uğruna güçsüzlükleri,
hakaretleri, zorlukları, zulümleri ve darlıkları sevinçle karşılıyorum. Çünkü ne
zaman güçsüzsem, o zaman güçlüyüm (II. Korintliler 12:5-10).
Pavlus’un Galatyalılara mektupta söz ettiği “bedensel hastalığın” ne olduğu ve
Korintlilere yazılan ikinci mektuptaki “bedendeki diken” ifadesi ile neyin kastedildiği
konusunda ilk dönemden günümüze çeşitli yorum ve açıklamalar yapılmıştır. Büyük
çoğunluk tarafından vurgulanan nokta, Pavlus’un hastalığının onda fonksiyon kaybına yol
açan bir engellilik durumu olduğudur.
Sonuç olarak üzerinde durulması gereken nokta, Pavlus’un rahatsızlığının ne olduğu
değil, engellilik araştırmacıları tarafından nasıl kullanıldığı ya da ona nasıl atıfta
bulunulduğudur. Çünkü bu pasaj üzerine yapılan yorumlarda, Pavlus’un hastalığını tespite
yönelik çabanın yanı sıra bir başka tutum dikkatleri çekmektedir.
Araştırmacılar, çeşitli engelliliklere ya da kronik hastalıklara sahip Hıristiyanların nasıl
bir tutum sergilemeleri gerektiği hususunda Pavlus’u bir rol model olarak sunmaktadırlar.
Ancak I. Korintlilere yazdığı mektupta muhatabını kazanmak için her yola başvurmayı meşru
gördüğünü ifade eden (9:19-22) Pavlus’un, bu konudaki rol modelliği de kanaatimizce ayrıca
tartışılmalıdır.
Avrupa’da da geçmişte engelli insanların büyük oranda işkence ve sıkıntılara maruz
kaldığı bilinmektedir. Örneğin Ortaçağ boyunca engelli bireyler, genellikle şeytanın etkisi
altındaki varlıklar olarak algılanmış ve çoğu engelli cadı ayinlerinde yakılmıştır. XIX. yüzyılda
Darvinizm’in etkisiyle bazı bilim adamları insan ırkını iyileştirme iddiasıyla engelli insanların
öldürülmesi gerektiğini savunmuştur. Hitler’in Nazi Almanya’sında ise onbinlerce engelli,
ötenazi programı kapsamında öldürülmüştür. Yine aynı dönemde zihinsel birtakım
rahatsızlıkları olan kadınlar, engelli çocuklar dünyaya getirmesinler diye, kendi rızaları
dışında kısırlaştırılmıştır. Bu kadınların sayısının yaklaşık 400.000 olduğu ifade edilmektedir.
Engelli doğma ihtimali bulunan ya da engelli doğmuş bebeklerin ölüme terkedilmesi
gerektiğine inanan, bunu savunan ve pratikte de uygulayan insanların günümüzde de var
olduğu bir vakıadır.
Hıristiyan geleneği aşağıdaki algılamalara işaret etmektedir:
Engellilik insan olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır.
Engellilik Tanrı’nın gücü ve merhametinin bir işaretidir.
Engellilik bir iman ve karakter sınavıdır.
Engellilik insan yaşamının bir gizemidir.
Engellilik insanı umutsuzluğa sevk etmemesi gereken varoluşsal bir gerçekliktir.
Engellilik kişinin kendisi ya da anne babası tarafından işlenen günah(lar)a yönelik bir
cezadır.
Engellilik kötülüğün bir boyutu ya da sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur.
Engelliler yeterli inanca sahip olmadıkları için engelli doğan ya da engelli olan insanlardır.
Engelliler masum, günahsız ve durumlarının erdemi sayesinde kurtulacak azizlerdir.
Engelli insanlar hasta; onların engelleri ise hastalıktır.
Engelliler yardıma ve merhamete muhtaç insanlardır.
Engelliler insanlık dışı, garip ve ucube varlıklardır.
Engelliler şeytanın ve kötü ruhların etkisi altındaki varlıklardır.
Engelliler hiç katkıda bulunmamalarına karşın, toplumun kaynaklarını tüketen birer
yüktür.
Engelliler öteki insanlar tarafından eğlendirici bulunan davranışlara maruz kalan alay
konusu varlıklardır.
Görüldüğü üzere Hıristiyan geleneğinde ortaya konulan düşüncelerin büyük
çoğunluğunu negatif algılamalar oluşturmaktadır. Bu yaklaşımların bir kısmı günümüzde de
sürdürülmekte, bir kısmı ise artık hakim olmasa bile, izleri varlığını devam ettirmektedir.
Öte yandan XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren engelli bireylerin yaşamın tüm
yönlerine katılımını temin etmek için sürdürülen çabalar, kiliseleri ve dini cemaatleri engelli
insanların varlığını dikkate almaya mecbur bırakmıştır. Bu doğrultuda hem Dünya Kiliseler
Birliği’ne üye kiliseler hem de Katolik Kilisesi tarafından çeşitli toplantılar organize edilerek
bazı dokümanlar ortaya konulmuş ve litürjiye katılım, kilise içinde ve dışındaki mimari
engellerin kaldırılması gibi, birtakım kucaklayıcı adımlar atılmıştır. Geçmişe kıyasla önemli
bir mesafe alındığı görülse de, tüm kiliselerin meseleye aynı hassasiyetle yaklaşmadıkları ve
atılan tüm adımları paylaşmadıkları ya da alınan kararları pratiğe aktar(a)madıkları dikkate
alındığında daha kat edilmesi gereken çok yolun olduğu söylenebilir.
III. İSLAM
Engelli veya sağlıklı her insan Allah’ın yeryüzünde en kıymetli ve değerli varlığıdır.
“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tîn 4)
“Allah katında en üstün olanınız en muttaki olanınızdır” (Hucurat 13)
Kur’an’da görme, işitme, konuşma ve zihinsel engellilerden söz edilmektedir. Konuya
ilişkin ayetlerin büyük çoğunluğu mecazi anlamdadır. Fiziksel anlamda engellilik ve hastalık
ile ilgili ayetlerin sayısı çok azdır.
Kur’an’ın manevi engelliliğe dikkat çekmesi ve engelliliğe böyle bir mana yüklemesi ile
yeni bir engellilik algısı meydana getirmiştir.
Sağır, dilsiz ve kör kavramlarını içeren ayetlerin hemen hepsinde vurgu fiziksel yeti
yitimine değil, gönül kulağı, dili ve gözde bulunan manevi engelliliğedir.
Hakiki anlamda körlük Kur’an’da 11 ayette, dilsizlik ve sağırlık ise birer ayette
geçmektedir.
Mecazi Kullanımlar fazla
“Sen körleri sapıklıklarından vazgeçirip yola getiremezsin” ( Neml 81; Rum 53)
“Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen
mi doğru yola ileteceksin” ( Zuhruf 40)
“(Münafıklar) sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar hakka dönmezler” (Bakara 18)
“Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüleri akıllarını
kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir” (Enfal 22)
Hz Peygamber de engellilik ve engelliler sorunu ile yakından ilgilenerek bu sorun
karşısında neler yapılması gerektiğine dair davranış örnekleri sergilemiştir.
Onlarla ilgilenmesi, ihtiyaç duydukları konularda yardımcı olması, ilgi ve kabiliyetlerine
göre kamusal görevler vermesi, topluma katılımlarının sağlanmasına çalışması engelli
bireylerin özgüvenlerini geliştirici ve sosyal kabul görmelerini sağlayıcı örnekler arasındadır.
Aynı zamanda Hz. Peygamber engellilere karşı toplumun bazı ahlâki davranış kuralları
geliştirmelerini de istemiştir. Onun görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize
söz anlatmayı sadaka olarak değerlendirmesi bunlar arasındadır.
KELAMİ YAKLAŞIMLAR
Bilindiği üzere İslam düşünce geleneğinde kulların fiilerinin yaratılmışlığı, ilahi irade,
kudret, adalet, hikmet ve imtihan gibi çeşitli olgularla bağlantılı olarak izah edilmeye çalışılan
engellilik konusunda, Müslümanlar arasındaki hâkim yaklaşım, engelliliğin bir imtihan
vesilesi olduğu şeklindedir. Bunun yanı sıra engelliliği insanların hata ve kusurlarına
bağlayan ya da bütünüyle çevresel ve tıbbî faktörlerle açıklamaya dönük yaklaşımlar da
dikkatleri çekmektedir.
Kelam ilmi bağlamında engellilik sorununa özellikle üç temel yaklaşım tarzı olduğu
görülmektedir.
Mutezili Gelenek
Mu‘tezile mezhebi soruna ilâhî adalet ilkesi bağlamında yaklaşmaktadır. Mutezile
açısından adalet-hikmet arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Adalet vasfını taşıyan her
şeyi bilen bir yaratıcının eylemleri hikmet ve faydalılık esası üzerine olmalıdır. Allah
hikmetsiz hiç bir şey yapmayacağı gibi meydana getirdiği her şeyde de bir fayda
gözetmektedir. Çünkü onlara göre yaratıcının hikmetsizliği aynı zamanda amaçsızlık
anlamına geleceğinden böyle bir durumun Allah hakkında düşünülmesi abes olacaktır.
Tanrı’nın adalet ve hikmetinin yaratılmışların iyiliğini gözetmeyi zorunlu kıldığı, yeryüzünde
var olan engellilik ve diğer musibetlerin birincil sorumlusunun Tanrı değil insan olduğu,
dolayısıyla bunların Tanrı’ya değil insana atfedilmesi gerektiği belirtilmiştir. İnsanın
müdahalesinin bulunmadığı alanda meydana gelen musibetlerin kaynağı Tanrı olup, bunlar
kötülük vasıflandırmasından uzak bir şekilde adalet-fayda-hikmet ve imtihan ilkesi
gözetilerek yaratılmıştır.
Kısaca engellilik halini de biri bizzat insanın kendisine diğeri de Allah’a ait olmak üzere
iki boyutlu olarak değerlendirmişlerdir. Birincisini mükellef insanlarla ilişkilendirmişler,
dinen mükellefiyetten sonraki süreçte meydana gelenlerin kaynağı olarak insanı
göstermişlerdir. Allah ile ilişkili olan ikinci boyuta gelince engellilik halinin başta bireyin
kendisi olmak üzere anne ve babası ile en geniş anlamda topluma bir lütuf olduğunu beyan
etmişlerdir. Ayrıca başta engelliliğe maruz kalan kişi olmak üzere bu durumdan etkilenen
diğer bireyler için hem dünya hem de ahirete dönük bir mükâfatın varlığına da dikkat
çekilmiştir.
Eşari Gelenek
Eş’ari düşüncenin engellilik ve diğer musibetlere bakışının merkezinde Allah’ın isim ve
sıfatları ile her türlü noksanlıktan münezzeh ve tüm kemal sıfatlarla muttasıf olan mükemmelliği yer almaktadır. İslam geleneğinde Eş’ariler, Tanrı’nın fiilerini yargılamak ve
düşünce bazında bile olsa kemaliyete zarar vereceğinden, insanın sahip olduğu sınırlı akılla
kainatta kötülük olarak telakki edilen hususların hikmetininin araştırılmasına karşı çıkmıştır.
Eş’ari düşünceye göre Allah niçin kötü olarak değerlendirilen bu fiileri yaratmıştır? Her fiili
hikmetli olan Allah’ın bunları yaratmasının arkasında yatan hikmet nedir? Bazıları sağlıklı bir
hayat sürerken diğer bazılarının engelli olması ya da birtakım hastalıklara mazur kalması
Allah’ın adaleti ile nasıl bağdaşmaktadır? gibi sorular sorulması abes bir durumdur. Çünkü
kainattaki herşey Allah’ın mülküdür ve malik olan Allah, mülkünde istediği gibi tasarruf
yetkisine sahiptir. Bunların arkasında yatan hikmetleri insan aklının kavraması mümkün
olmadığı gibi, konuya ilişkin akıl yürütme ve araştırmalar anlamsız olmanın yanı sıra
itaatsizliği de beraberinde getirmektedir.
Maturidi Gelenek
Maturidi düşüncede dâhil çoğunluğun benimsediği görüş diğer iki yaklaşım tarzı
arasında orta bir yol bulmaya çalışmıştır. Dolayısıyla onların görüşlerini iki ana noktada
toplamak mümkündür:
Birincisi, ister doğuştan isterse sonradan olsun her türlü engellilik halinin kaynağı
Allah’tır. Bu, kötülüğü hiçbir şekilde Allah ile ilişkilendirmeme gayreti içerisinde olan insanı
eylemlerinin yaratıcısı konumuna yükselten Mutezile’ye cevap niteliğindedir. İkincisi de
engellilik ve diğer musibetlerin Allah’ın ilmi, kudreti, adaleti ve hikmeti bağlamında mutlaka
bir açıklamasının bulunduğu şeklindedir. Maturidi düşünce sisteminde hikmet, her şeyi ait
olması gereken yere koymayı, adaleti, sonuç itibariyle iyi ve güzel olan eylemi
gerektirmektedir.
Geniş bilgi için bkz. Judith Z. Abrams, “Misconceptions About Disabilities in the Hebrew Bible”, Journal of
Religion, Disability & Health, 10:3-4 (2007), s. 74.
1
Örneğin bkz. Tesniye 23:1; İşaya 56:3-5; II. Samuel 5:8.
İsa’nın hastaları iyileştirmesine yönelik rivayetlere dair yorumlar için bkz. Amanda Porterfield, Healing in the
History of Christianity, Oxford: Oxford University Press, 2005, ss. 21-42; Bruce G. Epperly, God’s Touch: Faith,
Wholeness, and the Healing Miracles of Jesus, Louisville: Westminster John Knox Press, 2001.
4
Örneğin bkz. Markos 8:18; Luka 6:39; Yuhanna 9:40-41.
Körlük, sağırlık vb birtakım durumlara mecaz olarak diğer dinlerin kutsal metinlerinde de atıfta
bulunulmaktadır. Örneğin Kur’an’daki bazı ifadeler için bkz. Araf 179, Enfal 22, En’am 39.
2
3
Download