Fasildan Fasila – 1: Secmeler Batı'nın Çöküşü Devletlerin çöküş süreci, ömürleri ile doğru orantılıdır. Yani, nasıl 70 yıllık ömrü olan bir insan 45-50 yaşından sonra çöküş sürecine girer ve bu süreç 20-25 yılda tamamlanır, aynen öyle de, 600-700 yıl ömür sürmüş ve hep zirvelerde dolaşmış devletlerle, ömrü 150-200 seneden ibaret devletlerin çöküş süreci bir olmaz. Osmanlı Devlet-i Âliyesi'nin çöküş süreci Kanûnî'den sonra 1600'lü yıllarda başlamış ve yaklaşık 300 yıl devam etmiştir. Bugün, Amerika ve Avrupa tarafından temsil edilen Batı zihniyeti ve Batı hükümranlığının başlangıcı Rönesans'a kadar gidiyorsa, yıkılışı da yılları alabilir demektir. Yıkılma emarelerine gelince, onlar çoktan ortaya çıkmış sayılır... Biz ve Batı Batı dünyası, İslâm dünyası için hiçbir zaman hüsn-ü niyetli olmamıştır. O kadar ki, bütçelerinizin yarısını İslâm ülkelerinden temin edin, ama buna mukabil de, İslâm dünyasına karşı biraz müsamahalı olun teklifi yapılsa, onlar yine, Bütçenin yarısı gitsin, düşmanlığınız kalsın derler. Bizimkiler AB'ne girmek için can atıyorlar. Onlar ise, böyle bir zifaftan nefret ediyorlar. Sanki: Defolun gidin, Allah cezanızı versin diyorlar. Ama biz hâlâ Batı hayranıyız. Bizimkilerden birisi, 'Bizim için iktisadî durum şimdilik mühim değil mühim olan Batı üyesi olmak' diyor. Doğru (!) söylüyor. Merd-i kıptî, şecaat arz ederken sirkatin söylermiş.. İslam ve Batı Batı, her gün yeni bir bunalımla sarsılmakta ve bu bunalımlar onu yeni arayışlara itmektedir. Batılı fikir ve düşünce adamları, bunalımlarına çare ararken, tarihî seyri itibariyle denenmiş yollar değil de, denenmemiş şeyler peşindedirler. Tam bu esnada İslâm, günlük hayatta güçlü ve tutarlı toplumlarla temsil edilebilseydi, batılıların gürül gürül İslâm'a dahil olmaları söz konusu olabilirdi. Ne var ki, böyle bir temsili çok yakın bir gelecekte mümkün görmek, oldukça zor. İslamın İstikbali İman-Hayat-Şeriat dönemlerinden kastedilen nedir? Bunlar, ahir zamandaki diriliş hareketinin merhalelerini ifade eder. İman ve hayat devrelerinde ateizm karşısında bazı ortak noktalarda birleşmeler olabilir. Dinin hakimiyetine gelince o, bütün dünyadaki Müslümanları ilgilendiren bir meseledir. Bugün için bu sadece bir düşünceden ibarettir. Ancak bütün mesajlar, bu türlü düşüncelerin neticesidir. Demirperde ülkelerindeki kaynaşmalar, İslâm'ın âtisi için ümide vericidir. Hizmetler belirli bir seviyeye geldiğinde iltihaklar olacak ve mürtetler tavır değiştirecek ve her ülkede bu düşünceyi temsil eden şahsiyetler yetişecektir. Bu şahsiyetler, hasımlardan tokat üstüne tokat yiyerek pişecek ve hiçbir engelin hiçbir karşı koymanın önünde boyun eğmeyerek hep düşünceleri istikametinde yürüyeceklerdir. Hâdiseleri sosyolog gözüyle değerlendirdiğimizde, bu mukadder neticeye doğru gidildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun önünü de İnşaallah kimse alamayacaktır. Ateistler, meseleyi hâlâ sebepler zaviyesinden değerlendiriyor ve bu yönelişi durdurabileceklerini zannediyorlar. Belki bir zümrede durdurabilirler, ama umûmî manâda bu gidişi durduramayacaklar. Yahudiler ve Zillet Yahudiler, Kurân'ın beyanına göre kıyamete kadar zillet ve meskenet içinde olacaklardır, şu kadar ki, ilgili ayetin devamında belirtildiği gibi, bu zillet ve meskenet, insanların veya Allah'ın himayesinde olmamalarına bağlıdır. Bugün, başta ABD olmak üzere dünya devletlerinden pek çoğu Yahudileri himaye etmekte, kollayıp gözetmektedirler. Ayrıca, Üstat Hazretleri'nin yaklaşımı içinde Yahudiler bugün, muharref dinlerine sahip çıkmada, Müslümanların İslâm'a sahip çıkmalarına nispetle daha samimidirler. Bu durumda Allah da onları himaye ediyor demektir. Filistin meselesine bu gözle bakabiliriz. Yani, Yahudiler Filistin'e maddî çıkarları uğruna değil de, Beni İsrail'e ait peygamberlerin eserlerine sahip çıkma adına girdikleri için çok çabuk tokat yemeyebilir, zillet ve meskenete ma'ruz kalmayabilirler ki, Bediüzzaman Hazretleri de Kudüs'ün Yahudilerin elinde olmasına bu zaviyeden bir açıklık getirmişlerdir. Yahudiler Yahudiler, yıllarca, hattâ asırlarca vatansız, şurada-burada sürüm sürüm yaşadıkları ve âdetâ göçebe bir hayat sürdükleri halde, ırkî özelliklerini hemen hemen hiç kaybetmeden koruyabilmişlerdir. Ayrıca, Yahudi kavmi çok zekîdir. Bu zekî kavmin, tarih boyunca ilim ve düşünce adına ortaya koyduğu çok şey olmuştur. Ama bunu hep zehirli bal halinde takdim edip, dünyaya öyle sunmuşlardır. Meselâ, Karl Marks bir Yahudidir; ortaya attığı komünizm, kapitalizm karşısında ilk bakışta iyi bir alternatif gibidir ama, esâsen o, balın içine karıştırılmış öldürücü bir zehirdir. İbn Teymiye, 'Bir kısım batınîlerin akîdelerinde Yahudiliğin büyük tesiri vardır' der ve bu konuda pek çok delil serdeder. Yahudilik, İslâm âlemi içinde Efendimiz döneminde Medine ve çevresindeki Yahudilerle, Hulefâ-i Raşidîn döneminde İbn Sebe' ile bugün ise çeşitli devletlerle temsil edilmektedir. 'Böyle bir kavmin yaratılış sebebi, insanlığın terakkîsine zemberek olmak içindir' dense mübalağa edilmiş olmaz. Nasıl Allah atmacayı serçenin üzerine salmakla, serçenin uçma kabiliyetini inkişaf ettiriyor, öyle de, Yahudilerle de, insanları uyanık ve gerilim içinde tutuyor. Bir diğer açıdan Yahudilere, insanlığın nefs-i emmâresi nazarıyla bakılabilir. Yahudiler, kıyâmete kadar varlıklarını koruyacaklardır. Kıyâmetin kopmasına yakın zamanda ise, insanlığın terakkîsi için zemberek olma vazifeleri sona erecek ve kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlayacaklar. Bırakın İslâm'a ve Müslümanlara karşı onulmaz düşmanlıklarını, kendi peygamberlerini bile istihfaf eden ve birçoğunu katleden bu kavim, neticede bir gün Naziler'in düştüğü duruma düşecek ve dünyanın dört bir yanında gizlenecek yer arayacaklardır. Ne var ki şu anda, bu konuyla alâkalı gerçek sebep ve saikler üzerinde durmak hem hakikat mesleğine muhalif, hem de gereksiz heyecana vesile olacağından şimdilik onu geçiyoruz. Evet, İslâm istenilen ölçüde temsil edilinceye kadar, daha bir süre ikbâl Yahudilerin olacağa benzer. Teknikte Avrupa'ya Yetişebilir miyiz? Şimdilik biraz şüpheli. Zira her ırkın belli bir kabiliyeti vardır. Bazıları ilimde, fende, teknikte, bazıları da başka şeylerde ileridir. Türk milleti tarihin hiçbir devrinde fen ve teknikte batı ölçülerinde ileri gitmemiştir. O, hep idareci olmuş ve cihanları idare etmiştir. Bununla birlikte, fen ve teknikte istenilen seviyeye ulaşmak için belli bir kısım hususiyetler gerekir: 1) Önce fen ve tekniği temsil edecek kişiler yetiştirilmelidir. 2) Bu konuda toplum-devlet el ele olmalıdır. 3) Dünyanın bunu engellemeye çalışacağı gözardı edilmemelidir. Komünistler dünyaya yayılmaya başlayınca Batılılar NATO'yu kurdular. Buna karşılık komünistler de Varşova Paktı'nı. Sonra Avrupa Ortak Pazarı kuruldu. Güya Amerika'ya karşı kurulan bu pazar, aslında eski haçlı zihniyetinin devamından başka bir şey değildi. Bu paktlar arasında değişik konularda teati oldu ve olacak.. güçlü olursak bizim de sazımız sözümüz dinlenebilir. Belki işte o zaman İslâm'ın sesini de duyurabiliriz. Şu anda AT'a (şimdiki adıyla AB'a) girmek bizim için hayalden öte geçemez. Borçlarımızı erteletmeyi fazilet saydığımız, kapılarında âdetâ elpençe divan durduğumuz bu milletlere, 'Gelin, dinimize girin' diyebilir miyiz? Hayır. Hiçbir efendi, kölesinin dinine girmez. Heraklius, Ebu Süfyan'a soruyor, Ebu Süfyan da 'O (sallallâhu aleyhi ve sellem), içimizde en şerefli kabiledendir' diyordu. Ancak aziz olanlar kendilerini dinletebilirler. Milletçe aziz oluncaya kadar, ne mesafe alabilmemiz ne de başkalarına söz dinletmemiz mümkün olmayacaktır. Fasildan Fasila – 2 Biz ve Onlar İslâm tek millet olduğu gibi küfür de tek millettir. Ancak küfrün tek millet oluşu sadece İslâm'a olan düşmanlıkları cihetiyledir. Yoksa vahdet manâsına onlar arasında da birlikten söz edilemez. Kur'ân bu hakikate işâretle "Sen onları bir topluluk olarak görürsün, halbuki kalpleri bölük pörçüktür." (Haşr/14) buyurmaktadır. Kâfirlerin hepsi ayrı bir şeyin kâfiridir. Totemleri de birbirinden çok farklıdır. Ama hepsinin de İslâm'a karşı amansız bir hıncı vardır. İşte bu hınç ve intikam tutkusudur ki, onları bize karşı birleştirmekte ve belli bir hedef etrafında bir araya gelmelerini temin etmektedir. Bunlara karşı mukabelenin tek çaresi ise, potansiyel olarak zaten mevcut olan birlik, beraberlik ve vahdet dinamiklerini kullanmamızdır. Biz bunu temin ettiğimiz takdirde karşımızda hiçbir beşerî gücün dayanması mümkün değildir... Geleceğin Dünyasına İslâm Hakim Olacaktır Günümüz sosyolog ve tarihçilerinin birbirinden az farkla ifade ettikleri gibi, Rusya tekrar Ortodoksluğa; Çin de Konfüçyüs'ün dinine dönecektir. Bu arada Hıristiyan veya Yahudi olanlarla hak din İslâm'a gönül vermiş bulunanlar da kendi dinlerine döneceklerdir. Onlara âit görüş budur. Biz, kendi açımızdan bunlara şunu ilave edebiliriz: Geleceğin dünyasında tek hakim unsur İslâm olacaktır. Zira Allah Rasûlü'nün doğru ve doğrulanmış beyanları içinde bize verilen ders ve müjde böyle bir noktada merkezleşmekte: 'İseviyet tasaffî ederek hakiki hüviyetine dönecek ve Mehdiliği temsil eden Muhammedîliğin şahs-ı manevîsine uyarak bir kere daha safvet-i asliyesine dönecektir.' 'Cenab-ı Hakk, vermek istemeseydi istemeyi vermezdi' prensibinden yola çıkarak, 'bizi müttakilere imam kıl,' duâsını bize tâlim edip öğrettiğine göre, eğer kavlî ve fiilî duâmızı tam yapabiliyorsak, istediğimizi bize vereceği muhakkaktır. Şimdiye kadar O'nun ilâhî adaleti ve engin rahmeti hep böyle cereyan etmiştir ve edecektir. İslâm Âlemi Asırların Mazlumudur İslâm âlemi asırların mağduru ve mazlumu bir milletler topluluğudur. Avrupalı, Haçlı Seferleri'yle işgal, isti'la ve müstemlekecilik düşüncesini, Birinci Dünya Savaşı'na kadar sürdürdüğü gibi, şimdilerde daha bir şenaatli şekilde aynı kavgayı devam ettirmektedir. Evet, İtalyanlar'ın Libya'da; İngilizler'in Mısır ve Pakistan'da; ve daha bir sürü Batılının Osmanlı topraklarında ne işleri vardı? Bunlar gittikleri yerleri müstemlekecilik rûhuyla kemirmiş ve ayrılırken de oralarda zihniyetlerine âit bir sürü eracif bırakıp öyle ayrılmışlardır. İslâm'a Yöneliş ve Batı Zihniyeti Bir zamanlar dünyada Hz. Âdem'in cennet hayatı gibi rahat ve huzur içinde yaşanan hayat vardı. Fakat insanlık günahlarından dolayı bu cennet gibi hayatı kaybetti. Ve aradan asırlar geçti. Şimdi İslâm, yeniden bize bu yitirilmiş cenneti vaadediyor. Herkes tabiatının, fıtratının soluklarında bunu duyuyor.. Arab'ı, Kürt'ü, Türk'ü, Çerkez'i, Zenci'si, Avrupalısı, Amerikalısı, duyuyor ve İslâm'a koşuyor. Bütün bu olanlar karşısında Batılılar yine onu engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Meselâ; Amerika'da zenciler arasında İslâm'ın yayılmasını önlemek için Bahailik, Kadıyanilik gibi sözde mezhepleri öne çıkartıp, temsilcilerini baş üstünde tutuyorlar. İhtimal bazıları, onların sapık zihniyeti ile temsil edilen İslâm'dan nefret ediyor. Ne var ki, bu organize ve sistemli faaliyetlere rağmen İslâm yine de zenciler arasında en çok kabullenilen bir din. Aynı oyun farklı buutları ile Avrupa'da da oynanmakta. Ama "onların hile ve tuzakları başlarına dolanacak" fehvasınca, bu oyunları da tutmayacak ve İslâm yeryüzünde şehbal açıp bayraklaşacaktır. Fasildan Fasila - 3 Batının Bitişi Ben şahsen, batı medeniyetinin ömrünü tamamladığına inanıyorum. Medeniyet derken de bugünkü teknolojiyle şımarmış, küstahlaşmış medeniyeti kastediyorum. Evet, batı şu anda kendi beyni ile yürümüyor. Belki mevcut teknolojinin yeni teknolojiler üretmesiyle varlığını devam ettiriyor. Üretecekleri şeyleri bilgisayarlara bağlamışlar ve basit müdahaleler ile mevcut çarkı çeviriyorlar. Bu itibarla da batı mantığının bundan sonra insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. İhtimal bu safhadan sonra bâkir dimağlara sahip insanlar dizgini ellerine alacak ve insanlığı yönlendirecektir. İşte bu mülâhaza ile ben milletimizi bu işe namzet olarak görüyorum. Zaten, Allah da milletimize o zemini hazırlıyor gibi. Şu anda önümüzde potansiyel bir hazine olan Orta Asya, İslâm dünyası, Afrika ülkeleri var ve sizler şimdilerde oralarda her şey yapabilecek durumdasınız. Elverir ki, bu tarihî fırsatlar zamanında görülsün ve değerlendirilsin. Onun için de politik mülâhazaların dışında, milletini yükseltme düşüncesine kilitlenmiş siyaset adamlarına ve eğitimde, dünden bugüne baskıcı ve dayatmacı zihniyetlerin zorlaması ile kabul ettirilen tedrisat sistemine yeni bir mânâ ve ruh kazandıracak inkılâpçı ruhlara ihtiyacımız var. Millet şu anda çeşitli dogmalarla zâyi ediliyor Politik arenada yüzen-gezen kimseler, mal-menal, şan, şeref, şöhret peşinde koşarken, hiç mi hiç bu türlü şeyleri düşünmüyorlar ve düşünemiyorlar. Bence bizim büyüklüğe sıçramamıza engel olan da işte bu zihniyet ve bu zihniyete takılıp kalan sözde idarecilerimizdir. Hâlbuki, meselâ eğitim dedik. Ben inanıyorum ki bugünkü müfredat programına göre 8 yaşında ilkokula başlayan bir çocuk, 4-5 senede ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirebilir. Evet, kâşif, mucit, dâhi falan değil; vasat seviyede zekası olan bir çocuğun, çok iyi bir plânlama ile 4-5 senede liseyi bitirebileceğine inanıyorum. Yeter ki, müfredat mükemmel, muallim gayretli ve talabe de aptal olmasın. Şimdi bu konuda size bir misal vermek istiyorum: İmam-ı Ebu Yusuf, Ebu Hanife'nin talebesi, hocasından sonra Şeyhu'ş-Şuyuh (şeyhler şeyhi) olmuş. Onun saf ve vasat seviyede zekaya sahip olduğu kabul edilir. 'Bir gün onu denemişler. Ebu Yusuf'un minderinin altına kocaman bir tahta koymuşlar. Hazret gelmiş, minderine oturmuş ve talebelerine dersini verip gitmiş. Aynı kişiler bir başka gün Ebu Hanife'nin diğer talebesi İ. Muhammed'in oturduğu yerin altına ise, birkaç kâğıt katlayarak koymuşlar. Hazret gelip mindere oturduğunda 'Allah Allah, bugün tavan mı şu kâğıt kalınlığında aşağı inmiş, yoksa zemin mi yukarı çıkmış' deyivermiş. Aradaki bu zeka ve belki zekadan kaynaklanan hassasiyet, firaset farkına rağmen, altına konan koca tahtayı fark edemeyen Ebu Yusuf, çalışma, çabalama ve gayretiyle İmam-ı Muhammed'i geçmiş ve hocasının vâris-i hassı olmuş. Bu bir menkıbe; aslıyla değil, faslıyla ele alınmalıdır. Evet, ceht ve gayret çok önemlidir. Ceht ve gayretle çok boşluklar doldurulabilir. Bir de bizim köhnemiş eğitim sistemimiz de değiştirilip, talebenin himmetinin pervaz ettirilebileceği bir seviyeye getirilebilse, elde edeceğimiz yetişmiş insan adediyle, ülke olarak çok şeyleri aşabileceğimize inanıyorum. Meselâ, bu konuda Nizamü'l-Mülk ile oturan ve 1-2 asır arızasız devam eden eğitim telakkisi bir model olabilir. Günün şartları içinde asla ve öze dokunmaksızın yapılacak bir kısım küçük değişiklikler, bizlere çok şeyler kazandırabilir. Hâsılı, batı dünyası bitti, iflas etti ve her gün biraz daha inkıraza doğru gidiyor. O giderken, yerine alternatif olarak mutlaka, bütün müesseseleriyle bizim dünyamız ortaya çıkmalıdır. Aksi hâlde, yine belli bir süre birilerinin serap-misal hayallerinin ardından koşmamız ihtimali var... Fasildan Fasila - 4 Avrupa'da İslâm … Şimdi ise, sıra Avrupa'da.. onun da İslâmî bir doğum yapması yakındır denebilir. Öteden beri, bazı velilerin istihracıyla, Avrupa'da bir devlet Müslüman olacak dendiğinden, kendileriyle harbe iştirak edip bu iştirak çıkarlara dayalı da olsa- bir dostluk yaşadığımız Almanlar'ı bu işe en yakın görmüş ve onların Müslüman olmasını hep ümit etmişizdir. Hâlâ da bu ümidi koruruz. Onlar veya başkaları, birgün ırkçılık ve enaniyet damarlarını İslâm havuzu içine atıp eritecek ve en az diğer ülkeler kadar onlar da İslâm'a girme şansını elde edeceklerdir. Asrin Getirdigi Tereddutler -- 2 Ecnebi Memleketlerinde Doğanların Durumları Ötede Nasıl Olacaktır? … Müsaadenizle bir başka hususa da temas etmek istiyorum. Bizi Müslümanlıktan uzaklaştıranlar, onların ifadesiyle arz edeyim- bu millete sürekli Batı uygarlığı seviyesinde bir hayat tarzı vaad ettiler. Aradan bir asra yakın, hatta bir yönüyle 150 sene gibi bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ Batı kapısında dilencilik yapıyoruz. Değişen hiçbir şey yok. Bir çuvaldız boyu yol alındığı dahi söylenemez. O gün bugün de Batı bizleri hep kapıkulu ve halâyıkı gibi gördü. Üç-beş kuruş için yurdunu yuvasını terk eden kapıkulları... Şimdi ben size bir şey soracağım: "Hıristiyan ve Yahudiler Müslüman olmuyor ve elimizdeki bu güzel prensipleri kabul etmiyorlar. Bunun neden böyle olduğunu hiç düşündünüz mü? Sebep gayet basit; birisi böyle güzel prensiplerle size gelse ve mesajların en güzelini getirse, hatta göklerin kapılarını açsa, cennetlere giden yolu gösterse; ama bu zat sizin kapıkulunuz olsa, sizin hizmetlerinizi görse, küçük gördüğünüz işlerde çalışsa siz bunun dinine girmeyi düşünür müsünüz?.. Herhâlde, kapıkulunuzun arkasından gitmeyecek hizmetçinize tâbi ve dilencinize dilenci olmayacaksınız!.." İslâm'da ki Cihad Emrinin Dinde Zorlama Yoktur Ayetiyle Bir Zıtlığı Var mıdır? … Günümüze kadar devam edegelen, İslâm'a karşı, bir kısım farmason ve Haçlı ortak düşmanlığının nüveleri, ta site İslâm devleti temelinin atıldığı o ilk Medine günlerine dayanır. İslâm'ın, her türlü yanlış ve sapık düşüncelerle mücadelesi ve insana, kaybettiği haysiyetini kazandırma yolundaki kavgası, putperestlerin yanında bir kısım diyanet mensuplarını ve kiliseye, havraya bağlı olduğunu söyleyen bazı kimseleri de harekete geçirmişti. O günden bugüne de değişik ad ve unvanlarla da olsa- bu tür müfsitlerin kan seylâpları İslâm'ın bağrında akıp durmaktadır. Prizma Seviyeli Temsil … Öte yandan; 8-10 asırdan beri, milletimiz bir kısım kâfir ve zalimler tarafından sürekli baskı altında tutulmakta ve gelişip inkişaf etmesine fırsat verilmemektedir. Evet, şu 8-10 asırlık tarihimiz itibarıyla bizler, İslâm'ı temsile çalışırken, korkunç bir taassup ve yobazlıkla gelip gelip bize toslayan bir düşman cephe vardı ki, hiçbir zaman ellerini yakamızdan çekmediler. Tek başına bir milletin bütün bunlara mukavemet etmesi ise çok zordu. Bakın, Haçlı seferleri başladığı günden itibaren, hiç durmadan gelip gelip üzerimize çullandılar. Biz 3-4 asır sürekli bunları göğüsledik. Sonra Devlet-i Âliye ile uğraşmaya başladılar; hatta onun içine sızıp bu koca milleti paramparça ederek birbirine düşürdüler.. yer yer içimize ırkçılık mülâhazaları atarak, Türk'ü Kürd'e, Kürd'ü Boşnak'a, Boşnak'ı Arnavut'a vurdurdu ve herkesi birbirinin kurdu haline getirdiler. Çekip giderken de geride bir sürü virüs bıraktılar. Bütün bu olumsuzlukları da geri kalışımızın sebepleri arasında zikredebiliriz.