i T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA DOKTORA TEZĐ FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ ANKARA-2007 ii T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ TEZ DANIŞMANI DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN ANKARA-2007 iii T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA DOKTORA TEZĐ Tez Danışmanı :DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN Tez Jürisi Üyeleri Đmzası Adı ve Soyadı PROF.DR. ERCAN UYGUR ………………………………………… PROF. DR. M. ERDAL ÜNSAL ………………………………………… PROF. DR. ERDAL ÖZMEN ………………………………………...... DOÇ.DR. HASAN ŞAHĐN ………………………………………….. YRD. DOÇ. DR. BURÇA KIZILIRMAK ………………………………………….. Tez Sınavı Tarihi: 15/03/2007 iv ĐÇĐNDEKĐLER Sayfa No: ĐÇĐNDEKĐLER ...................................................................................................... iv TABLO LĐSTESĐ................................................................................................... vi GRAFĐK LĐSTESĐ ................................................................................................ vii EK TABLO LĐSTESĐ........................................................................................... viii GĐRĐŞ .......................................................................................................................1 BÖLÜM I BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE TEORĐK YAKLAŞIM...........................................................................................5 1. 1. Fiyat Düzeyinin Belirlenmesinde Parasalcı Yaklaşım.....................................5 1. 2. Nahoş Parasalcı Aritmetik: Sargent-Wallace Yaklaşımı .................................8 1. 2. 1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen Eleştiri ve Katkılar ................................................................................16 1. 3. Fiyatın Mali Teorisi (FTPL) Yaklaşımı .........................................................26 1. 3. 1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler ..............................................39 BÖLÜM II PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN UYGULAMALI ÇALIŞMALAR .......................................................................45 2. 1. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki Olmadığını Öne Süren Çalışmalar ....................................................................................46 2. 2. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Đlişkisinin Varlığını Saptayan Çalışmalar........................................................................................47 2. 3. Bütçe açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde Sınayan Çalışmalar ....................................................................................50 2. 4. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Đlişkisinde Mali Politikanın Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar ........................................................51 2. 5. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon Đkilisine Đndirgeyerek FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar................52 v BÖLÜM III 1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI VE GERÇEKLEŞMELER..................................................................................57 3.1. Đktisat Politikası Anlayışı ve Enflasyon Đlişkisi .............................................57 3. 2. Türkiye Ekonomisi Gerçekleşmeleri..............................................................59 BÖLÜM IV TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN UYGULAMALI ÇALIŞMALAR……………………………….……………...74 4.1. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisi VAR Modeli Denemesi ..............75 4. 1.1. Veri Tanımlama…………………………………………………………75 4.1. 2. Yöntem ve Bulgular…………………………………………………….76 4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji…………………………76 4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tesbiti ...................................................77 4. 2. Çok Değişkenli Eşbütünleşme Analizi………………………………………80 4. 2. 1. Johansen Eşbütünleşme Testi…………………………………………..81 4. 2. 2. Hata Düzeltme Modeli……………………………………………….83 4. 2. 3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi………………………………86 4. 2. 4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik………………87 4. 2. 4. Kısa ve Uzun Dönem Model Sonuçları……………………………....88 4. 3. Türkiye Ekonomisi’nde Baskın Otorite Tespiti’ne Đlişkin Uygulamalı Çalışma…………………………………………………………89 4. 3. 1. VAR Analizi Sonuçları…………………………………………….......96 4. 4. Markov Dönüşümlü Model (MS-VAR)…………………………………….100 4. 4. 1. MS-VAR Metodoloji…………………………………………………...100 4. 4. 2. Analiz Sonuçları………………………………………………………..103 BÖLÜM V SONUÇ…………………………………………………………………………...109 ÖZET……………………………………………………………………………...113 ABSTRACT………………………………………………………………………115 KAYNAKÇA……………………………………………………………………..117 EKLER……………………………………………………………………………125 vi TABLO LĐSTESĐ Sayfa No: Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent-Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi (FTPL) Yaklaşımları .........................................................................44 Tablo 4.1. Birim Kök Testi Değişkenleri ...........................................................78 Tablo 4.2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları .......................................................78 Tablo 4.3 Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları ............................................82 Tablo 4.4 Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları ...........................85 Tablo 4.5. Zayıf Dışsallık Testi .........................................................................86 Tablo 4.6 Hata Düzeltme Terimi.......................................................................86 Tablo 4.7 Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi Sonuçları ...........................................................................................87 Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri ....................................................................102 Tablo 4.9 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)........................................................104 Tablo 4.10 Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları.......................................................104 Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri .................................................................104 Tablo 4.12 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para).....................................................107 vii GRAFĐK LĐSTESĐ Sayfa No: Grafik 3.1. Bütçe Açığı/ngsmh............................................................................60 Grafik 3.2. Đç Borç/ngsmh ...................................................................................62 Grafik 3.3. Faiz Oranı – Büyüme Đlişkisi ............................................................63 Grafik 3.4. Đç Borç / M2Y ...................................................................................63 Grafik 3.5. Faiz Ödemeleri / ngsmh ....................................................................65 Grafik 3.6. Đç Faiz Ödemeleri / ngsmh ................................................................65 Grafik 3.7. Enflasyon ..........................................................................................67 Grafik 4.1 Birinci Sıra Fark Seriler (DFDB/NGSMH,DM2YL,DPL) ...............79 Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW)...........................................98 Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz) .................................................................................................106 Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para).................................................................................................108 viii EK TABLO LĐSTESĐ Sayfa No: Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe ............................................................................125 Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği .....................................................126 Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma ...........................................................127 Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net) ...............................................................130 Ek Tablo 5: Dış Borçlar ......................................................................................132 Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi ...............................133 Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri ..........135 Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri ................................................................138 Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler ..............................139 1 GĐRĐŞ Ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil eden, fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi, ekonomik ve sosyal gelişmenin temel koşullarından biridir. Bu nedenle de, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir zaman yitirmeyen bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Fiyat istikrarının sağlanması ve korunmasına ilişkin öne sürülen yaklaşımlara tarihsel sıralama ile bakıldığında, fiyat düzeyindeki değişmeleri para arzındaki değişmelerle açıklayarak, bu iki değişken arasında doğrudan ilişki kuran parasalcı yaklaşımın önemli bir kilometre taşı olarak kabul edildiği görülmektedir. Nitekim, enflasyon sürecine ilişkin literatürün genişlemesine katkı sağlayan diğer kuramsal açıklamalar, sözkonusu yaklaşım önerilerinin ülke örneklerinde uygulama sonuçlarına göre şekillenmişlerdir. Bu doğrultuda, enflasyonun her koşulda parasal büyüklüklere bağlı olduğunu savunan parasalcı yaklaşımı, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda, sorgulayan ilk çalışma Sargent-Wallace’a (1981) aittir. Çalışmada, enflasyonun sıkı para politikası uygulanarak kontrol altında tutulmaya çalışıldığı ve bu nedenle açıkların finansmanında borçlanmanın ağırlık kazandığı bir ekonomi ele alınmaktadır. Borcun borçla ödenmesi sürecinin, faizlerin reel büyüme hızının üzerine çıkması ile tıkanacağı ve zamanlararası bütçe kısıtının parasal genişlemeyi zorunlu kılarak enflasyona neden olacağı belirtilen yaklaşımda, uzun dönemde para politikasının etkisiz kalabildiği gösterilmektedir. 2 Ortaya koyduğu bu sonuçla, parasal aritmetiğin yanıltıcı olabileceğini öne süren yaklaşıma karşı parasalcı bakış, merkez bankası bağımsızlığını savunmakta iken; maliyeci yaklaşım olarak da adlandırılan fiyatın mali teorisi (Fiscal Theory of Price Level, FTPL), enflasyonun önlenmesinde para ve maliye politikalarının birlikte ele alınması gerekliliğini öne sürmektedir. FTPL yaklaşımında, fiyat düzeyinin belirlenmesi sürecine para ve maliye otoriteleri yanı sıra yarattıkları servet etkisi aracılığıyla hanehalkı da dahil edilmektedir. Buna göre, genişletici maliye politikalarının gelecekte daraltıcı etkilerinin olmayacağı inancını taşıyan ekonomik birimler, gelirlerinin artmış olduğuna dair mali yanılgı ile tüketimlerini artıracak ve genel fiyat düzeyinde yükselişe neden olacaklardır. Bu durumda, FTPL yaklaşımında bir denge koşulu olarak alınan zamanlararası bütçe denkliğinin sağlanması, fiyat düzeyindeki uyarlanma ile gerçekleşecektir. Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan Sargent-Wallace çalışması ile fiyatın mali teorisi, enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin önerileriyle, genel kabul görmüş parasalcı görüşten ayrılmakta ve bu konudaki literatüre katkı sağlamaktadırlar. Bu çalışmada da, temel amaç, Türkiye açısından da önemli bir istikrarsızlık kaynağı olan enflasyonist sürecin, literatürdeki bu zenginleşme doğrultusunda yeniden değerlendirilmesidir. Özellikle 1980 sonrasında sürekli bütçe açıkları ve buna eşlik eden yüksek enflasyon sürecinin varlığı, ülkede parasalcı yaklaşımın dışında, bütçe açıkları ile enflasyon arasındaki ilişkinin de sorgulanmasını da gerekli 3 kılmaktadır. Diğer yandan, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon üçlüsü arasındaki etkileşimin nasıl ve hangi yönlü olduğunun tespit edilmesi, ülkede enflasyonist sürecin önlenmesinde uygulanan politikaların bu sürece ne kadar uyumlu olduğunun tartışılmasına da imkan tanıyacaktır. Bu amaçla, çalışmanın ilk bölümü parasalcı yaklaşım, Sargent-Wallace ve FTPL yaklaşımlarının kuramsal olarak aydınlatılmasına ayrılmıştır. Bunu, para arzı, bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini ele alan uygulamalı çalışmaların sıralandığı ikinci bölüm izlemektedir. Türkiye ekonomisinde, 1980 sonrası ekonomik gelişmeleri ve iktisat politikası anlayışını para arzı, bütçe açığı ve enflasyon açısından özetleyen üçüncü bölümün ardından, dördüncü bölümde, 1987:1-2004:4 döneminde, Türkiye Ekonomisi’nin enflasyonist sürecinin parasalcı, Sargent-Wallace yada FTPL yaklaşımlarından hangisince daha iyi açıklanabildiğini ortaya koymak amacıyla, ekonometrik model çalışmaları yapılmaktadır. Đlk model çalışmasında, Türkiye’de 1987:1-2004:4 aralığında, para arzı, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki dinamik ilişki incelenmiş ve enflasyonun açıklanmasında para değişkeni yanısıra maliye politikası değişkeninin de belirleyici olduğu tespit edilmiştir. Türkiye üzerine yapılan uygulamalı çalışmalar bölümünün ikinci kısmında, enflasyonu açıklamaya yönelen yaklaşımların zamanlararası bütçe kısıtına bakışları ve baskın otoritenin tespiti amaçlanmıştır. Bunun için, başvurulan etki-tepki analiz sonuçları, Türkiye’de ele alınan dönemde maliye otoritesi baskın bir yapının hakim olduğu sonucuna işaret etmektedir. 4 Ekonometrik çalışmaların son kısmı ise, ele alınan dönemin farklı alt dönemlerinde, ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığının tespitini amaçlamakta ve MS-VAR tekniğini kullanmaktadır. Çalışmanın beşinci ve son bölümü ise, sonuçları içermektedir. 5 BĐRĐNCĐ BÖLÜM BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI , ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE TEORĐK YAKLAŞIM 1.1. FĐYAT DÜZEYĐNĐN BELĐRLENMESĐNDE PARASALCI YAKLAŞIM Ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir zaman yitirmeyen bir olgu da enflasyondur. Dolayısıyla enflasyonla mücadele konusu ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil etmekte ve yazın, dünya ekonomik deneyimleri sonucunda şekillenen farklı kuramsal açıklamalarla genişlemektedir. Tarihsel açıdan kısa bir bakış atıldığında, 1970 ortalarına dek geçerliliğini koruyan sabit döviz kuru sisteminin aynı zamanda enflasyona ilişkin bir çapa olarak kullanıldığı, yıkılışının ardından da Friedman’ın önerisi dikkate alınarak parayı çapa olarak kullanma fikrinin kabul edildiği görülmüştür. Bu doğrultuda da, para programları oluşturulmaya başlanmış ve enflasyonun kuramsal açıklanmasında parasalcı yaklaşımın hakimiyeti öne geçmiştir. Ancak, batı merkez bankalarının 1980’lerin ortalarında para programlarınca belirlenen para artışı ile enflasyon arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını ve kopukluğunu deneyimlemeleri, enflasyona ilişkin yeni çapa arayışlarını beraberinde getirmiştir. Böylece enflasyonun kendisinin çapa olarak alındığı, parasalcıların aksine para ile fiyat arasındaki ilişkinin varlığını geri plana itip, enflasyonist beklentileri kırmayı amaçlayan ve bu doğrultuda da her türlü değişkene önem veren enflasyon hedeflemesi uygulaması yaygınlaşmaya başlamıştır (Uygur, 2000:11-12). 6 Bu son bakış açısıyla,enflasyonun salt parasal bir olgu olarak görülmesi anlayışı da kırılmıştır. Nitekim, enflasyonun makro temelli kuramsal açıklamalarını incelerken genel olarak iki gruptan bahsetmek mümkündür. Bunlardan ilki parasalcı, diğeri ise, maliyeci açıklamadır. Parasalcı bakış, açıklamasını paranın miktar teoremine (quantity theory of money) dayandırmakta ve nominal gelir düzeyi (PY), para stoku (M) ile paranın dolaşım hızını (V) ilişkilendirmektedir. MV = PY (1) Miktar denklemi, zaman içindeki yüzde değişme cinsinden yazılıp, enflasyon oranı için yeniden düzenlendiğinde aşağıdaki eşitlik elde edilmektedir: π=v+m-g (2) Enflasyonun kaynaklarını, paranın dolaşım hızındaki değişme, para arzındaki büyümeyi gösteren (2) nolu bu denklemde, π enflasyon oranını, m para arzındaki, g gelirdeki büyümeyi, v paranın dolaşım hızındaki yüzde değişmeyi ifade etmektedir. Parasalcıların enflasyonun ağırlıklı olarak parasal bir olgu olduğuna ilişkin savı, paranın dolaşım hızındaki değişikliklerin çok küçük, hatta uzun dönemde sabit olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Uzun dönem ve durağan durum dengesinde, paranın dolaşım hızındaki değişme (v=0) ile gelirdeki büyümenin (g=0) sıfıra eşit alınması, enflasyon için π=m eşitliğinin geçerli olmasını sağlamakta ve enflasyonun uzun dönem dinamiğini belirleyenin ekonomideki reel faaliyet düzeyi doğrultusunda merkez bankasınca sunulan para arzı olduğu sonucunu beraberinde getirmektedir (Dornbusch-Fischer, 1990: 643-644). 7 Dolayısıyla, teorinin para arz ve talebinin birbirine eşitlendiği noktada ortaya çıkan fiyat istikrarı açısından önerisi, para arzının kontrol altına alınması gerekliliğidir. Bunun için fiyat istikrarı sorumluluğunun tamamen para otoritesine bırakılması ve amaçlarını yerine getirmesi için mali otoriteden bağımsız ve tavizsiz bir politika izleyebilmesi savunulmaktadır. Bir başka ifadeyle, parasalcı teoride, para otoritesi tek baskın otorite olarak kabul edilmekte ve pasif mali otoritenin veri fiyat düzeyinde sıkı bir mali politika uygulayarak bütçe dengesini sağlamakla yükümlü olduğu görülmektedir. Ancak bu süreç üzerinde yeniden düşünen bazı ekonomistler, parasalcıların öne sürdüğü sebep sonuç ilişkisinin boşluklar içerdiğini, sadece bağımsız bir merkez bankasınca para arzının kontrol edilmesinin, enflasyonun zaman içindeki seyrinin ortaya konması için yeterli olmadığını, fiyat istikrarının sadece uygun bir para politikasını değil, aynı zamanda uygun bir maliye politikasını da gerektirdiğini savunan alternatif bakış açıları oluşturmuşlardır (Kocherlakota-Phelan, 1999: 14; Christiano-Fitzgerald, 2000: 3). Bu konuda dikkat çekici ilk çalışma ise, uzun dönemde para ile enflasyon arasındaki ilişkinin zayıfladığını öne süren Sargent ile Wallace’ın (SW) “Unpleasant Monetarist Arithmetic (UMA)” adını verdikleri ve Uygur (2000) tarafından “Nahoş Parasalcı Aritmetik” olarak adlandırılan 1981 yılı çalışmalarıdır. Bunu, SW çalışmasını düşünsel oluşumuna temel almış ancak maliye politikası ile fiyat arasındaki ilişkiyi doğrudan kurması açısından farklılaşan, maliyeci yaklaşım olarak da bilinen Fiyatın Mali Teorisi ( Fiscal Theory of Price Level, FTPL) izlemektedir. 8 1.2. “NAHOŞ PARASALCI ARĐTMETĐK” SARGENT-WALLACE YAKLAŞIMI Para ile enflasyon arasındaki ilişkide her daim parayı ön plana alan parasalcı yaklaşımın aksine, iç borçlanma sürecinin süreklilik gösterdiği bir ortamda uzun dönemde sıkı para politikasının işlemezliğini bir model yardımıyla açıklamaya çalışan SW, bu sonuca ulaşılmasında ilk olarak, maliye otoritesi baskın bir rejimin varlığının gerekliliğini belirterek, ekonomide para ve maliye otoriteleri arasındaki ilişkilerin ulaşılacak sonucu değiştirdiğine değinmiştir. Bir politika otoritesinin davranışlarını, karşı karşıya kaldığı kısıtlara bağlı olarak tanımlayan Leeper’e (1991) göre, politika belirlenmesinde daha aktif olan otorite, sadece kendi değişkenlerini gözönüne alarak, bunları kontrole yönelik politikalar uygulayandır. Aktif bir otorite başka bir politikanın koşulları ile bağlı olmadığından cari dönem, geçmiş yada gelecek dönem değişkenlerini gözetmeden karar vermekte özgürdür. Ancak, pasif otoritenin kararları aktif otoritenin davranışlarıyla kısıtlıdır. Bu açıdan bakıldığında, aktif politikanın ileriye dönük (forward-looking), pasif politikanın ise, geriye dönük (backward-looking) bir karar mekanizması olduğunu söylemek mümkündür (Leeper, 1991:130-137). Genel ekonomik yapı içerisinde, para ve maliye otoritelerinin baskın olma halleri dört başlık altında sayılabilir: 1) aktif para, pasif maliye politikası, 2) pasif para, aktif maliye politikası, 3) aktif para, aktif maliye politikası, 4) pasif para, pasif maliye politikası. Ancak, bunlardan sadece ilk iki durum geçerli olduğunda politika parametreleri belirlenebildiğinden, yukarıdaki dört başlığı iki politika grubuna indirgemek mümkündür. Bunlar, para otoritesinin mali otoriteye baskınlığını ifade 9 eden, aktif para-pasif maliye politikası ve mali otoritenin para otoritesine baskın olma halini gösteren aktif maliye-pasif para politikasıdır (Leeper , 1991: 138-139). Para politikasının mali politikaya baskın olduğu ilk durumda, para otoritesi mali politikayı gözetmeksizin politikasını belirlemekte yani para arzı konusundaki kararını mali politikadan bağımsız vermektedir. Bağımsız davranan ve para genişlemesi konusunda taviz vermeyen merkez bankası, gerek bütçe açığının finansmanında gerekse bononun ödenmesinde para arzından faydalanılması konusunda mali tarafı kısıtlayarak tek karar alıcı olmaktadır. Bu katı tutumuyla, maliye tarafını borç stoğunu düşürmek için gerekli gelir fazlasını yaratmaya mecbur bırakan para otoritesi böylece para arzını tek başına belirleyerek enflasyonu kontrol etmektedir. Bu durum, parasalcıların enflasyonu önlemek için önerdikleri merkez bankası bağımsızlığı sistemidir (Sargent-Wallace, 1981). Mali politikanın baskın olduğu ikinci durumda, mali otorite bütçesini tek başına yönetmekte ve açığın finansmanı için merkez bankasını para yaratmaya zorlayabilmektedir. Bu durumda, artık para otoritesi enflasyonun kontrolü konusunda daha az güçlü bir konuma düşmektedir (Sargent-Wallace, 1981). Bu son durum, SW’ın 1981 yılı çalışmasının temel varsayımlardan biri olarak ele alınmakta ve mali baskın bir otoritenin varlığında, para politikasının uzun dönemde işlemediği, hatta daha yüksek enflasyon süreçlerini beraberinde getirdiği öne sürülmektedir. Mali baskın rejimin de içinde bulunduğu, belli koşullar altında para otoritesinin fiyat düzeyi ile para arzı üzerindeki hakimiyetinin sınırlı olduğunu hatta uzun dönemde yitirdiğini aşağıdaki model yardımıyla açıklayan SW, böylece 10 parasalcı bir ekonomide Friedman’ın para politikasının kontrol edemediğini söylediği şeyler listesine enflasyonu da katmıştır. SW Modeli (1981): Ekonomide sürekli bütçe açığı ve bir dönemlik bir borç sözkonusudur. Dt = {(H t − H t −1 ) / p t } + {Bt − Bt −1 (1 + Rt −1 )} (1) Dt: reel kamu açığı, Ht: para arzı θ: para arzı büyüme hızı, Pt: fiyat düzeyi, Bt: kamu borcu, Rt-1: faiz oranı, Nt:nüfus n: nüfus büyüme hızını simgelemektedir. Nt+1=(1+n)Nt N(0)>0 (2) H t = (1 + θ )H t −1 (3) (θ ne kadar küçülürse o kadar sıkı bir para politikası uygulanmaktadır.) Konsolide bütçe kısıtını gösteren (1) nolu eşitliğe göre, mali açığın bir kısmı para yaratarak bir kısmı da bonoyla finanse edilebilmektedir. Kamu bütçe kısıtı kişi başına değerlerle ((1)/(2)) ifade edilip yeniden düzenlendiğinde, toplam reel kamu borcu için (4) nolu eşitlik elde edilmektedir. Dt 1 = Nt Nt {(H t − H t −1 ) / Pt } + 1 {Bt − Bt −1 (1 + Rt −1 )} Nt Dt (H t − H t −1 ) Bt Bt −1 (1 + Rt −1 ) = + − N t N t Pt N t ( N t −1 )(1 + n ) Bt Bt −1 1 + Rt −1 (H t − H t −1 ) Dt = ⋅ − + N t N t −1 1 + n N t Pt Nt (4) Bu son eşitlik ile mali açığın varlığında, sıkı para politikası uygulamasının, daha büyük borçlanmaları zorunlu kılacağı görülebilmektedir. 11 Model de ayrıca, fiyat düzeyi ekonomideki para arzının bir oranı olarak alınmaktadır. Pt = 1 Ht ⋅ h Nt (5) h pozitif değerli bir sabit. Fiyat düzeyindeki değişim (5), enflasyon ise (6) nolu eşitlik ile ifade edilmektedir. Pt 1+θ t=2,…,T = Pt −1 1 + n (6) T dönem sonrası enflasyon oranlarının , T döneminde yapılan kamu borçlanma stoğuna, b0(T), bu stoğun da θ’ya bağlı olduğunu gösterebilmek için şöyle bir yol izlenmektedir: t>T,T dönem sonrası enflasyon oranının b0(T)’ye bağlılığını bulabilmek için, kişi başına borç stoğunu gösteren (4) nolu denklem kullanılmakta ve Bt B = t −1 = b0T ve N t N t −1 H t = hN t pt ifadeleri de bu denklem de yerine konulmakta ve dönüştürmelerle enflasyon ile borç stoğu arasındaki ilişkiyi gösteren (7) nolu eşitlik elde edilmektedir. 1 + Rt −1 Dt hN t pt − hN t −1 pt −1 boT = b0T ⋅ − + 1 + n Nt N t pt 1 pt −1 n − Rt −1 Dt b0T − h1 − = 1 + n Nt 1 + n pt 1 1 pt −1 Dt Rt −1 − n 1 pt −1 Dt Rt −1 − n h 1 − + ⋅ b0T 1 − = + b0T ⋅ (7) = 1+ n 1 + n pt 1+ n 1 + n pt N t Nt h 12 Elde edilen bu son eşitlikte, enflasyon oranı, pt-1/pt, bağımlı değişken niteliğindedir ve T döneminde yapılan kamu borçlanma stoğuna, b0T, bağlıdır. Buna göre, daha yüksek borçlanma, daha yüksek enflasyonu da beraberinde getirmektedir. Enflasyon ile borçlanma arasındaki pozitif yönlü ilişkiyi gösteren yukarıdaki sürece ek olarak, SW’ın kanıtlamaya yöneldiği diğer görüş, sıkı para politikasının yüksek enflasyon sürecine gebe olmasıdır. Bunun için, (3) ve (5) nolu eşitlikler (4) nolu eşitlikte yerine konulduğunda: 1 + Rt −1 D H (1 + θ − 1) bt = ⋅ bt −1 + t − t −1 1+ n N t (1 + θ )H t −1 h bt = 1 + Rt −1 D h bt −1 + t − θH t −1 ⋅ (1 + θ )H t −1 1+ n Nt bt = 1 + Rt −1 D θh bt −1 + t − 1+ n Nt 1 +θ (8) (8) nolu eşitlik elde edilmektedir. Bu son eşitliğe göre, θ’nın düşük olması yani sıkı para politikası, bt değerini yükseltmektedir. Yüksek borç düzeyi ise, (7) nolu eşitlikte görüldüğü gibi enflasyon ile doğru orantılı bir ilişki içerisindedir. Modelin sonuçlarına göre, nominal para büyümesi, bütçe kısıtını (reel borç stoğunun, gelecek dönemlerin reel bütçe fazlaları toplamına eşit olması) yerine getirmek için dışsal olarak verilen bütçe açığını finanse etme ihtiyacı tarafından içsel olarak belirlenmektedir (Özmen-Koru,2003:591). Diğer yandan, bugünün enflasyonunu düşük tutmak için uygulanan sıkı para politikasının, gelecekte daha yüksek enflasyon düzeylerinin habercisi olduğu da modelin diğer sonucudur. SW’ın “nahoş parasalcı aritmetik (unpleasant monetarist arithmetic)” olarak adlandırdığı ve 13 uzun dönemde sıkı para politikasının işlemezliğinin farklı bir ifadesi olan bu sonuç doğrultusunda, enflasyonun mali güdümlü (fiscal-driven) parasal bir olgu olarak değerlendirildiği görülmektedir. Borçlanma için ödenen reel faizin ekonominin büyüme oranından daha büyük olması (r>g), merkez bankasının para basarak gelir sağlamasının mümkünlüğü ve yine merkez bankasının mali baskılara boyun eğen bir yapıya sahip olması gibi bazı koşullar altında ortaya çıkan nahoş parasalcı aritmetik sonucu, model çözümlemelerinden uzak olarak ifade edilmeye çalışıldığında şöyle bir süreç ile karşılaşılmaktadır: Öncelikle maliye politikasının etkin olduğu bir ekonomide, bütçe açıklarının kapatılmasında enflasyonu önlemek amacıyla borçlanmaya ağırlık verilmektedir. Bu durum ise, bono üzerindeki reel faizleri yükselterek, kamu yükümlülüklerinin daha hızlı büyümesine sebebiyet vermektedir. Diğer yandan, artan borçlanma yanısıra faiz ödemeleri için de yeni borçlanmaya gidilmesi borç stoğunun sürdürülemez boyutlara ulaşmasına ve borcun borçla ödenmesi sürecinin kısa sürede tıkanmasına neden olmaktadır. Bu tıkanmayı hızlandıran diğer bir unsur ise, beklenen enflasyondaki yükselmedir. Çünkü beklenen enflasyonun yükselmesiyle faizler de artacak ve borçlanma sınırına daha hızlı varılacaktır (Uygur, 2001: 10). Diğer yandan, bir ekonomide kamu borcunun maksimum miktarının özel sektörün bu borcu emebilme isteğine de bağlı olması sözkonusu kısıta yaklaşılmasını kolaylaştıracaktır. Tüm bu nedenlerle borçlanma kısıtına varıldığında ise, mali açıkların parasal genişleme ile kapatılması zorunlu hale gelecektir (Sikken-Haan, 1998: 493-496). Böyle bir sonuca ulaşılmasında ekonomik koşulların yanı sıra etkili olan bir diğer unsur, politika yapıcının davranış mantığıdır. Politika yapıcıların genel 14 davranışı, mevcut politikalar sürdürülemez hale geldiğinde, derhal bu durumu düzeltmeye ilişkin girişimlerde bulunulması aksine, ertelemelere başvurulmasıdır. Özellikle mali gelişmelerde gecikmelerin oldukça maliyetli olduğu bu ertelemelerin en büyük nedeni ise, yükün bir başkasına aktarılabilmesidir. Nitekim, SW’ın temel aldığı ekonomik ortamda da, benzer bir durum ortaya çıkmış ve para ile maliye otoriteleri arasında oynanan dinamik bir oyun sonucunda, her biri kendi politikası doğrultusunda hareket edip, diğerini ona uymaya zorlamıştır (Drazen-Alesina, 1991: 1170-1171). Woodford’un da belirttiği gibi, SW argümanı, kamu borcunun daha fazla borçlanmanın mümkün olmadığı bir sınırı yakalayacağı varsayımına dayanmakta ve para otoritesi, açığı finanse etmek için yeterli senyoraj gelirini yaratmaya mecbur bırakılmaktadır (Woodford,1998: 22). Bu noktada basılan para ve ortaya çıkan enflasyon ise, açıkların başlangıçta parasal genişlemeyle kapatılsaydı oluşacak enflasyon oranından çok daha yüksek olmaktadır. O halde, nahoş parasalcı aritmetik sonucu, sıkı para politikasının uzun dönemde daha yüksek enflasyona mecbur bırakması yoluyla ortaya çıkmaktadır(Sargent-Wallace,1981;Woodford, 1995:16,17). Christiano, Fitzgerald (2000) yılı çalışmasında bu sonucu çok basit bir anlatımla ifade etmiş ve aynı zamanda geleneksel görüşün SW sonucuna yorumuna, dolayısıyla enflasyon problemine sunduğu çözüme de değinmiştir. Bu basit anlatım da, kamunun bono satışından elde ettiği gelir (bı), vergi (sf) ve senyoraj (sm) ile simgelenerek kamunun bütçe kısıtı şöyle yazılmıştır: bı+sf+sm=b. Hanehalkı optimizasyonunun bl=0 ile sağlandığını ve kamunun zamanlararası bütçe kısıtının b=sf+sm şekline dönüştüğünü belirten Christiano, Fitzgerald (2000), bu basit aritmetiği ile vergiler azaltıldığında, eşitliğin yeniden sağlanabilmesi için senyoraj 15 gelirinin artırılması gerektiğini ve böylece SW’ın çalışmasının meşhur başlığı “nahoş parasalcı aritmetik” sonucuna ulaşıldığını göstermektedir. SW çalışması vardığı sonuç doğrultusunda, politika yürütücüleri olan merkez bankası ve hazine arasındaki ilişkiyi iç içe geçmiş bir yapıda tanımlamakta ve çözüm için de birbirlerinden bağımsız düşünülemeyeceğini de vurgulamaktadır (Cochrane, 2000:4). Diğer yandan, geleneksel görüşün, SW sonucuyla karşılaşılmaması ve merkez bankasının vergileri düşük tutan mali otorite karşısında çökmemesi için savunduğu çözüm önerisi ise, merkez bankası bağımsızlığıdır. Buna göre, merkez bankası kamu açığını ihmal edecek biçimde katı bir politika şekillendirdiğinde, yani ilk durumdaki “takip eden, pasif” olma konumundan “lider, aktif” konumuna geçtiğinde, yukarıdaki aritmetik mali otoriteyi bu durumla tutarlı bir mali politika yürütmeye zorlayacak ve böylece istikrarlı bir fiyat düzeyine erişilecektir. Dolayısıyla da bu “nahoş” sonuçla karşılaşılmayacaktır (Christiano-Fitzgerald, 2000:10, 26; Woodford,1996:16; Uygur, 2001:15). Katı ve bağımsız bir merkez bankasının SW’ın öne sürdüğü istenmeyen sonuçları engelleyeceğini düşünen geleneksel görüşün aksine, FTPL yaklaşımı, mali şokların enflasyonist sonuçlarının bu kadar kolay ortadan kaldırılamayacağını iddia eden yeni bir bakış olarak çıkmakta ve SW analizini de farklı bir noktaya taşımaktadır. Artan kamu açığının enflasyonist etkilerinin merkez bankasının para politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu servet etkisi aracılığıyla açıklamaya çalışan FTPL yaklaşımına geçmeden önce, izleyen 16 kısımda SW yaklaşımın anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülen eleştiri ve katkılara yer verilecektir. 1.2.1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen Eleştiri ve Katkılar Kamu bütçe kısıtı doğrultusunda, uzun dönemde para stoğunun büyüme oranının mali açıklarla yönlendirildiğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali kaynaklı bir olgu olduğunu öne süren, SW çalışmasına ilişkin itirazlarının yoğunluğuyla dikkat çeken ilk isim Willem Buiter’dir. Buiter (1982; 1983), öncelikle SW modeli varsayımları üzerinde bazı değişikliklerin yapılması gerekliliğine değinmiştir. SW modelinde, ekonomik ajanlar varlıklı ve yoksul kesim olmak üzere iki gruba ayrılmış ve gelir düzeyi farklılıkları doğrultusunda her iki grup için de bir takım kısıtlayıcı varsayımlarda bulunulmuştur. Buna göre, ekonomide yatırım yapabilmenin minimum bir sermaye ölçeği vardır ve bu minimum ölçek yoksulların donanımlarını aşmaktadır. (β: varlıklı kesimin gençken ki vergi sonrası donanımları, k:sermaye stoğu, α1: yoksulların gençken ki vergi sonrası donanımları ise; β/2>k>α1). Bu konudaki diğer bir kısıtlayıcı varsayım, birden fazla yoksulun birleşerek yatırıma yönelememeleridir. Bu iki varsayım ile yoksullar reel yatırım yapma durumundan soyutlanmışlardır. Diğer yandan, kamunun piyasaya sürdüğü faiz getirili bonoların değerinin yoksulların erişemeyeceği büyüklükte olması ve yine varsayım gereği, birkaç kişinin birleşerek almasının yasal olarak kısıtlanışı, yoksulların bir değer biriktirme aracı olarak sadece para tutmasını zorunlu kılmıştır. Zenginler ise, Pt/Pt+1<1+R olduğu sürece hem bono hem de reel sermaye ellerinde tutabilmektedirler (Sargent-Wallace1981,appendix A). 17 Buiter, yukarıda verilen kısıtlarla, ekonomik ajanların değer saklama teknolojisi yada sermaye piyasası konusunda eşit erişebilirliğe sahip olamadıklarını ve bunun gereksiz bir kısıt olduğunu belirtmiştir. O’na göre, sadece zenginlerin verimli bir stoklama teknolojisine ulaşabilirliğini varsaymak yeterli değildir. Fakirler de kaynaklarını birleştirebilirler ve varlıklı kesimin yatırım için bu kaynaklara ulaşmasını sağlayabilirler. Oysa, SW’da yoksulların bono satın alması gibi bu olanaklar da kısıtlanmıştır (Buiter, 1982: 2-6). Buiter’in eleştirilerinde paraya dair bir konu, modelde paranın istikrar sağlayıcı rolünün ihmal edilmesidir. Ekonomide nominal bir katılık olduğunda ve bu ücret ile fiyat belirleme davranışında kendini gösterdiğinde, para politikası kuralları ekonomiyi istikrarlı hale getirmektedir. Bir başka ifadeyle, para politikası araçları otomatik dengeleyici olarak devreye girmektedir (Buiter, 1982: 26-27). Buiter’in Sargent-Wallace (1981) makalesine diğer bir karşı çıkışı, sıkı para politikasının gelecekte daha yüksek bir enflasyon anlamına gelmesi konusundadır. SW’a göre, ∂π ∂b > 0 ve ∂b ∂θ < 0 eşitlikleri bugünün sıkı para politikasının, harcama, vergi ve transfer programında bir değişiklik olmadığı durumda, gelecekte daha yüksek enflasyona varılacağını göstermektedir. Onlar’ın aksine, Buiter düşük oranda bir para arzının, Ricardocu bir ortamda, düşük düzeyde bir borçluluğu teşvik ederek başlangıçtaki ve gelecekteki enflasyonu düşüreceğini savunmuştur (Buiter,1983:33-34). Buiter, SW modelindeki kamu açığının, vergi gelir yetersizliğinden çok, tüketim ve cari işlemlere dayanan kamu harcamalarındaki değişmelerden kaynaklandığını, bu harcamaların ise savurganca olduğunu öne sürmüştür. O’na 18 göre, eğer kamu harcamalarının bir kısmı kamu yatırımlarını içerseydi ve kamu sektörü sermaye birikimi özel yatırımlar ve kamu bonolarıyla aynı getiri oranını, R, sağlasaydı, bu durumda bu tip yatırımları finanse etmek için kullanılan borçlanma kamu sektörü yatırımından elde edilen getiriyle karşılanır ve bozucu bir etki ile karşılaşılmazdı. Buna göre Buiter, hükümetlerin kamu sektörü yatırımını finanse etmek için borçlanmaya başvurabileceğini, bu durumun enflasyonist olmaması içinse, yatırımın getirisinin, finansmanda kullanılan borçlanmanın getirisinden daha düşük olmaması gerekliliğini belirtmiştir. Eğer düşükse, bu durumda da kamu yatırımının finanse edildiği borç için vergi yüklenerek, bonoyla finanse edilen yatırımın enflasyonist sonuçlarının ortaya çıkmasının engellenebileceğini ifade etmiştir(Buiter,1982:19-23). Yatırımlar dışında savurganca yapılan harcamaların yarattığı açıklar ve bunların finansmanın özel sektör ve kamu arasında kaynak rekabeti yaşanmasına neden olduğunu da belirten Buiter, bu durumda kamu sektörü borçlanmasının kaynak dağılımındaki dengesizliği teşvik ettiğini ve veri faiz oranın da tasarrufları özel sermaye yatırımları yerine kamu borcuna yönlendirerek, özel sermaye birikimini dışladığını da belirtmektedir. Diğer yandan, kamunun yarattığı dışlama etkisi sadece kaynak rekabeti nedeniyle değil, aynı zamanda borçlanmanın faiz üzerinde yarattığı baskı ve bunun sonucunda faize duyarlı harcamaları dışlama olarak da kendini göstermektedir. Genel anlamda bakıldığında ise, kamu borcunda meydana gelen değişme, kamunun ekonomiye getirdiği dışlama baskısının en iyi göstergesidir (Buiter, 1983: 23-26). 19 Borçlanmanın dışlama etkisinin önemle altını çizen Buiter, SW’da geniş mali açığın, istikrarsız ve patlayan bir büyüme oranına, dolayısıyla da enflasyona neden olacağını belirtildiğini, oysa ortaya çıkarılan dışlama etkileriyle patlayan bu sürecin hiperenflasyon değil; hiperdeflasyon olduğunu iddia etmiştir. Bir başka deyişle, Buiter’e göre, SW’ın öne sürdüğü hiperdeflasyon teorisinin filizlenmesidir (Buiter, 1985: 1). Eğer otoriteler harcama ve vergi programlarını öyle şekillendirirler ve toplam dışlama düzeyini sabit tutmayı başarırlarsa, borçlanma düşecek ve böylece düşük bir para büyüme ve enflasyon oranı ile karşılaşılacaktır (Buiter, 1983: 27). SW çalışmasını, benzer şekilde dışlama etkisi açısından eleştiren, bir diğeri Michael Dotsey’dir (1994, 1996). Dotsey’e göre, varolan makroekonomik teori, sermaye üzerindeki vergi oranında bir azalma olduğunda ve bunun yarattığı boşluk kamu borcundaki bir artışla finanse edildiğinde, yatırımın teşvik edildiğini ve ekonomik aktivitenin canlanacağını ileri sürmektedir. Ancak, Dotsey, bu sonucun ortaya çıkabilmesi için vergi düşmesi nedeniyle meydana gelen kamu borcundaki artışın, gelecek dönemde bozucu etkiler yaratmayacak bir mali politika ile finanse edilebilmesinin pek de gerçekçi olmadığını belirtmekte ve düşen vergi oranlarının ve yükselen açıkların yatırım ve üretimde azalmalara yönlendireceğini belirtmektedir. Dotsey’e göre, cari kamu açıkları borçlanma ile finanse edildiğinde, düşük vergi oranları ve yükselen açıklar üretim ile yatırımı geriletmektedir. Çünkü, düşük vergi oranları sonucunda ortaya çıkan yüksek düzeydeki kamu borçları, kamu zamanlararası bütçe kısıtının doğrudan sonucu olan gelecekteki vergi oranlarının yükselmesine ilişkin beklentileri etkilemekte ve böylece yatırım için teşvik edici yönü ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla, Dotsey, kamu borcunun özel yatırımları dışlarken, tüketimi yükselttiğinin altını çizmektedir (Dotsey, 1994: 514). 20 Oysa, aksi durumda, yani yüksek vergi oranları geçerli olduğunda, borç düzeyi inecek ve düşük borç düzeyi gelecekte daha düşük vergi beklentisini kuvvetlendirerek yatırımları teşvik edecektir (Dotsey, 1994: 507-508). Dotsey ayrıca, para politikasını borca tepki verip vermemesine göre ikiye ayırmış ve para otoritesinin borca tepki vermediğinde uyguladığı politikaya bağımsız para politikası derken; borca duyarlı olarak yürüttüğü politikayı ise bağımlı para politikası olarak adlandırmıştır. Yaptığı çalışmada da, para otoritesinin bağımlı ve bağımsız olduğu durumlarda nominal değişkenlerin davranışlarının karşılaştırmasına yer vermiştir. Buradan da, SW sonucunun borca duyarlı vergi otoritesi ile bağımsız para politikası altında ortaya çıkmayacağını öne sürmüştür. Para politikasının borca duyarlı olduğu (bağımlı) durumda, beklenen para büyüme oranı kamu borcuyla ilişkilidir. Para büyüme oranı ile borç arasındaki pozitif yönlü bir ilişki, borç ile nominal faiz ve fiyat düzeyi arasında da böyle bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Diğer yandan, veri bir para büyüme oranında artan vergiler daha düşük nominal faiz ve fiyat düzeyini beraberinde getirmektedir. Çünkü, yükselen vergiler ile borçlanma düşecek ve dolayısıyla gelecekte daha düşük bir para büyüme oranı ile karşılaşılacaktır. Model bu koşullar altında, mali politikanın gelecek dönem para büyüme oranı vasıtasıyla nominal değişkenleri etkilediğini göstermektedir. Ancak, para politikası bağımsız olursa,vergiler ve borç para büyüme oranını etkilemeyeceklerdir. Mali otorite borca duyarlılık gösterecek ve nominal değişkenlerin davranışları para otoritesinin kamunun finansmanı konusundaki tutumuna bağlı olmayacaktır (Dotsey,1996:85). Bir başka deyişle, parasalcı aritmetik nahoş, istenmeyen bir sonuç meydana getirmeyecektir. 21 Benzer şekilde Michael Darby de (1984), eleştirisini SW modelinin temel varsayımlarından biri olan mali otorite baskınlığına dayandırmıştır. Darby’e göre, merkez bankası ne cari dönemde ne de gelecekte kamu açıklarını monetize etmeye zorlanmamalıdır. Böylece mali otorite kamu açıklarından sorumlu olacak ve istenmeyen sonuçların ortaya çıkması engellenecektir (Darby, 1984: 1). SW çalışmasını eleştiren diğer bir araştırmacı Bennett McCallum’dur (1984). McCallum analizini ve eleştirilerini Ricardocu Denklik teoreminden yola çıkarak şekillendirmiştir. Parasalcı bakış, bonoyla finanse edilen açıkların toplam talep üzerinde yani fiyat ve üretim üzerinde bir etki yaratmayacağını benimsemiştir. Bu düşünceye mantıksal destek olarak ise, Ricardocu Denklik Teoremi gösterilmiştir. Teoremde, ekonomik ajanlar cari bütçe davranışlarının gelecek dönem bütçesi üzerinde yaratacağı etkileri göz önüne almakta ve bütçeleme kararlarını bu doğrultuda şekillendirmektedirler. Borçlanmayı net servet olarak algılamayan ekonomik ajanlar, arz ve talep üzerinde bir etki yaratmamaktadırlar. Buradan yola çıkan McCallum, sabit ve pozitif bir mali açığın bonoyla finansmanının enflasyonist olmadığının söylenebileceğini belirtmiştir. Bunun tek koşulunun ise, açıkların faiz ödemelerini içeren bir biçimde tanımlaması olduğunu öne sürmüştür. SW görüşü, bono stokları büyüdükçe açıkların da büyümeye devam ettiği ve bu koşullarda Ricardocu denkliğin kırıldığı yönündedir. Bu düşünce Barro (1974) tarafından da desteklenmiş ve bono stoğunun büyüme hızının, ekonominin büyüme hızını geçmemesi gerektiği, çünkü belli bir noktada borç stoğunun değerinin kamunun gelecek dönem vergileme kapasitesinin bugünkü değeriyle bağlı olduğunu belirtilmiştir (Barro, 1974:1098). Benzer şekilde SW’da bonolara ödenen reel faizin 22 ekonominin büyüme oranından büyük olduğunda, reel bono stoğunun ekonomiden daha hızlı büyüyeceğini ve bunun sonsuza dek böyle gidemeyeceğini, borçlanmanın limitine varılacağını söylemektedir. McCallum için ise, yukarıdaki argümanlar bütünüyle inandırıcı değildir. Đlk olarak, bonoyla finansman politikası sürekli devam ettirildiğinde, borcu ertelemek için vergi toplanmadığını ve böylece vergileme kapasitesinin kullanılmamış olduğunu öne sürmektedir. Diğer yandan, Ricardocu bakış açısı altında, kamu bonolarının özel sektörce net servet olarak değerlendirilmediğini belirten McCallum bu durumun geçerliliğinin bono stoğunun büyüklüğüyle ilgisiz olduğunu savunmaktadır (McCallum, 1984:125-126). Tüm bu eleştirilerin ardından, SW’ın nahoş parasalcı aritmetik sonucuna katkılar yapan, hatta analizi genişleten bir çalışma ise, Bhattacharya ve Haslag’a (1999) aittir. Sözkonusu çalışmada ilk olarak SW sonucunun geçerlilik koşullarından bononun reel faizinin, ekonominin büyüme hızından daha yüksek olması gerekliliğinin sorgulanması üzerinde durulmuştur. Buna göre, varolan borç üzerindeki faiz,yeni borç satışından elde edilen geliri aşıyorsa, bu bir gelir sıkıntısını beraberinde getirecektir. Vergiler de bir değişme meydana getirilmediği varsayımı altında, kamu bütçe kısıtı, merkez bankasını bu gelir sıkıntısını gidermeye zorlayacak ve böylece hem senyoraj hem de enflasyon oranı yükselecektir. Buradan SW sonucuyla karşılaşabilmek faiz(R)>büyüme oranı (g) koşulunun gerekliliği ortaya çıkmaktadır. için Reel 23 Ancak, Bhattacharya ve Haslag (1999) çalışmasında, koşulun sadece teorik bir merak olduğunu ve gerçekte bononun reel getirisinin ekonominin büyüme oranından küçük olduğunu öne sürmüşlerdir. Buradan hareketle, bu koşulun gerekliliğini ve oynadığı rolü görebilmek için öncelikle, tersi durum ele alınmıştır. Buna göre, faiz ödemelerinin ekonomiden daha yavaş büyümesi, bir başka deyişle, kamunun bono satışından elde ettiği gelirin faiz harcamalarını karşılamaya yetecek düzeyde olması halinde senyoraj ve/veya vergi gelirlerinin daha düşük düzeyde kalmasına imkan sağlanacaktır. Buna ilişkin olarak ABD ve Kanada verileri incelenmiş ve reel GSMH büyüme oranı genellikle reel faizden yüksek çıkmıştır. Ancak bazı dönemlerde tersi durumun geçerliliğine de rastlanmıştır. Buradan hareketle, Reel faiz (R)> büyüme oranı (g) koşulunun yeterli fakat gerekli bir koşul olmadığı öne sürülmüştür (Bhattacharya - Haslag ,1999:29-30). SW sonucunu geçerliliğini farklı koşullar altında değerlendiren Bhattacharya ve Haslag, nahoş parasalcı aritmetik sonucunun, R<g olsa bile ortaya çıkabileceğini, kişilerin gelirlerini kullanabilecekleri finansal varlıkların sayısının yükseltilmesi varsayımını modele ekleyerek sorgulamışlar ve bunun için Guzman, Bhattacharya ve Smith’in (BGS) (1998), çalışmasından faydalanmışlardır. Buna göre, ekonomide getirisi olan diğer bir değer saklama aracı da yatırıma yönelmektir. Ancak, büyük yatırımların bireylerin finanse edebileceğinden daha geniş çaplı olması, bankalarca toplanan tasarrufların yatırıma yönlendirmesini gerektirmektedir. Bankanın portföyünde ise, θ kadar bir payı para alırken, geri kalanını da (1- θ) yatırım projesi almaktadır. 24 Ekonomide kamu bonosundan başka getirisi olan değer saklama araçlarının varlığı altında, ekonomik ajanlar tasarruflarını tüm finansal varlıkların getirisini dikkate alarak şekillendirmektedirler. Nitekim, bireylerin bonoya yönelebilmesi için, getirisi en az mevduatınki kadar büyük olmalıdır. Benzer şekilde, kamu da bono satışında diğer getirileri dikkate almaktadır. Parasalcı aritmetik sonucunun R<g koşulunda da geçerliliğini koruduğunu görebilmek için bireylerin tasarruflarının bono ve banka mevduatı s=b+d arasında dağıldığı varsayımı ele alınmıştır. Bu durum da, bono satışı yapıldığında veri tasarruf düzeyinde, s, banka mevduatları düşecektir. Mevduatın bir kısmının da reel para talebi olduğu bilgisi altında, bonolarda bir yükseliş bono satışından elde edilen geliri yükseltirken, senyorajdan elde edilebilecek olan geliri düşürmektedir. Bunun nedeni, bono satışının para tutmayı dışlamasıdır. Sözkonusu dışlamanın olabilmesi ise, yatırım projesi getirisinin paranın getirisinden ,borcun getirisinin ise paranınkinden yüksek olması gerekmektedir. Bu durumda, kamu borcunun, açık finansmanın da kullanılması paradan çok daha pahalıya gelmektedir. Böylece, Guzman, Bhattacharya ve Smith (1998), kamu borcundaki sürekli bir yükselişin sürekli kamu borcundaki bir artışla finanse edilemeyeceği ve bonoların reel getirisi ekonominin büyüme oranından küçük ( R<g ) olsa bile nahoş parasalcı aritmetiğin geçerliliğini koruduğunu göstermiştir. Anahtar koşul, ekonominin büyüme oranından daha yüksek getirisi olan bir değer saklama aracının olmasıdır. Bu analizle, SW sonucu daha genel bir ekonomik modele dönüştürülmüştür (Bhattacharya–Haslag, 1999: 32). 25 Bir anlamda SW modelini sorgulayan, sorgularken de modele katkılar yapan, Bhattacharya and Haslag (1999) çalışması, ayrıca SW modelinde merkez bankasının politika aracı olarak sadece para büyüme oranı ile sınırlandığını, fakat gerçek yaşamda böyle bir kısıtın var olmadığı durumunu da ele almıştır( Bhattacharya– Haslag, 1999: 33). Yukarıda özetlenen, SW çalışmasına yönelik eleştirileri ve katkıların ardından, izleyen kısımda, sözkonusu çalışma sonucunun da etkisiyle, parasalcıların enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin politikalarına karşıt açıklamalar getiren ve fiyat istikrarının sadece belirli bir para kuralının uygulanmasıyla değil, aynı zamanda maliye politikasının da ele alınmasıyla gerçekleşeceğini öne süren maliyeci yaklaşıma geçiş yapılacaktır ( Woodford, 1995:1 ). 26 1 . 3. FĐYATIN MALĐ TEORĐSĐ (FTPL) Fiyatın mali teorisi yada maliyeci yaklaşım olarak da bilinen, çalışma içerisinde kısaca FTPL (fiscal theory of price level) olarak ifade edilecek olan yaklaşım, SW çalışmasının ardından, benzer şekilde, ülke örneklerinde enflasyon ile para arzı arasındaki ilişkinin zayıflığının belirginleşmesi sürecinde Leeper (1991), Sims (1994) ve Woodford (1994, 1996, 2001) vd. tarafından ortaya atılmış yeni bir teori niteliğindedir. FTPL yaklaşımın önde gelen savunucularından Woodford’un çıkış sorularından biri “enflasyon istikrarı ile sorumlu olan her ekonomik ajanın kendisini mutlaka mali politika ile ilgili tutup tutmayacağı; mali politika ile ilgili olanların davranışlarını para otoritesi ile koordine etmek durumunda olup olmayacağı” şeklindedir. Bir başka ifadeyle, Woodford, ilk olarak, sonucunda ulaşmayı beklediği otorite koordinasyonu gerekliliğine, otoriteler arası ilişkinin varlığını sorgulayarak başlamıştır. Woodford’a göre, genel olarak politika yapıcılar iki tez üzerinde durmaktadırlar. Bunlardan ilki, para politikasının kamu bütçesi üzerinde etkisinin az olması, ikincisi ise, enflasyonun belirlenmesinde maliye politikasının çok az bir etkiye sahip olmasıdır. Yani kısaca, genel görüş, para ve maliye politikalarının birbirlerinden bağımsızca yürütülebilmeleridir. Oysa Woodford, bu iki bakış açısının hiçbirinin doğru olmadığını iddia etmektedir. Đlk teze ilişkin itirazında Woodford, senyoraj gelirlerinin toplam kamu gelirleri içerisinde küçük bir pay almasından dolayı para politikasının mali etkilerinin genellikle ihmal edildiğini, fakat böyle bir bakış açısının, para politikasının mali 27 etkiler yaratması konusundaki bir kanalı gözardı ettiğini belirtmektedir. Bu kanal ise, para politikasının fiyat düzeyi aracılığıyla kamu bütçesinin reel değeri ve bono fiyatını etkilemesidir (Woodford, 2001: 671). Maliye politikasının enflasyonun belirlenmesinde önemsiz olduğunu öne süren düşünce ise, enflasyonu saf parasal bir olgu olarak almakta ve şöyle bir süreci desteklemektedir: Mali açığın var olduğu bir ekonomide, bunun kapatılması için gerekli olan gelir para tabanının artırılması yoluyla elde edilirse, fiyatın belirlenmesinde miktar teorisinin koşulları rol oynayacak ve para politikasının seçimi doğrudan enflasyon düzeyini de belirlemiş olacaktır. Ancak bu sürecin geçerliliği, ekonomide tüketicilerin rasyonel beklentilere sahip olup, Ricardocu denkliğin sağlanmasına bağlıdır. Ricardocu rejim sözkonusu olduğunda, kamu bütçesindeki değişikliğin, cari yada gelecek dönem bütçelerinin bugünkü değerinde bir değişiklik yaratmayacağı varsayılmaktadır. Dolayısıyla, rasyonel davranışlar sergileyen bireyler, bugünün borçlanmasının kendilerine gelecek dönem vergi artışı olarak geri döneceği bilincini taşıdığından, mali politikanın herhangi bir servet etkisi yaratmasına olanak vermeyecekler ve böylece mali politikaların toplam talep ile enflasyon üzerinde etkisi ortaya çıkmayacaktır. Nitekim, mali politika koşullarının fiyat düzeyi belirlenmesinde rol almadığı, geleneksel miktar teorisinin doğrulandığı tek özel durum sözkonusu denkliğin sağlanmasına ilişkindir (Woodford, 1995:3, 22, 25 ; Cochrane, 1998: 11-14). Bütçe açıklarının parasallaştığı ölçüde enflasyonist etkiler yarattığını savunan aralarında Friedman (1981), Blinder (1982), Hein (1981), Grossman (1982), Hamburger-Zwick (1981), Sprinkel (1981) vd.nin olduğu parasalcı görüşün 28 savunucuları, enflasyon sorununun, para arzının artış hızının düşürülmesi dolayısıyla merkez bankasının açıkları parasallaştırmayı reddetmesiyle çözülebileceğini belirtmektedirler (Miller,1983:8). Diğer yandan, parasalcı varsayımlar altında, para ile fiyatlar arasında ilişki olsa bile, mali baskın bir otoritenin varlığında , uzun dönemde sıkı para politikasının enflasyon üzerinde önleyici etkisinin olmayabileceğini belirten SW sonucu için de, geleneksel görüşün önerdiği politika merkez bankasının bağımsızlığıdır. Buna göre, bağımsız merkez bankası para genişlemesinde katı davranırsa, maliye tarafı borç stokunu azaltmak için gelir fazlası oluşturmak zorunda kalacak ve enflasyonist sürecin engellenmesi sağlanacaktır (Günaydın, 2004: 164-165). Mali politikanın enflasyonist sonuçlarını bertaraf etmek için merkez bankası bağımsızlığına güvenmenin yeterli olmadığını, aksine merkez bankasının fiyat istikrarını sağlamak amacının ancak maliye politikasının da işleyişini de dikkate almasıyla gerçekleştirilebileceğini öne süren FTPL yaklaşımına göre, bazı varsayımlar altında uzun dönemde fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyen para miktarı değil, bütçe açıkları ve bu açıkların getirdiği borç stoğudur (Uygur,2001:11). Bu sonuca bir model yardımıyla ulaşan ve geleneksel düşünceyle kamu bütçe kısıtına bakış açısı dolayısıyla ayrılan FTPL yaklaşımı, Ricardocu rejimin geçerli olduğu bir ortamda fiyat istikrarını sağlama konusunda uygun olan bir politikanın, Ricardocu olmayan bir ortamda uygun sonuçlar veremeyeceğini öne sürerek yola çıkmıştır ( Woodford, 1998:23). Nitekim, teorinin modellenmesinde de, Amerikan toplumu için yapılan, vatandaşların bütçe açıklarından hoşlanmamalarına rağmen, kamu bütçe kısıtı kavramını tam olarak algılayamamaları nedeniyle mali aldanma (fiscal illusion) içerisine girebildikleri sonucuna varılan araştırmaları da dayanak 29 göstererek ( Tabellini-Alesina, 1990: 37), gerçek yaşamla daha uyumlu olduğunu öne sürdüğü Ricardocu olmayan rejimlerin varlığını ele almıştır ( Woodford, 2001: 671). Ricardocu denkliğe her dönem uyan ekonomilerin istisna olduğuna ve özellikle kamu açığının yüksek ve borç stoğunun giderek büyüdüğü ekonomilerde Ricardocu olmayan ortamın hüküm sürdüğüne inanan ve enflasyon olgusunu mali değişmelerle açıklayan FTPL modeli (Woodford (1995)) aşağıdaki gibi özetlenebilir: Đlk olarak tüketici davranışlarının, ardından kamu bütçe kısıtının ve son olarak da piyasa denge çözümünün ele alındığı modelde, sonsuz yaşam sürelerine sahip ve her biri aynı nitelikteki hanehalkının maksimize edeceği fayda fonksiyonunu (1) nolu eşitlik vermektedir. ∞ ∑ β U c , M t t t =0 t p t (1) Burada βt iskonto faktörünü ( 0 < β < 1 ), Mt:nominal para stoğu, Pt:fiyat düzeyi Mt/Pt:reel para stoğu, ct:reel tüketim, yt:t dönemindeki üretimden sağlanan reel geliri simgelemektedir. Hane halkının t dönemi için bütçe kısıtı ise, pt ct + M t + Bt ≤ Wt + pt y t − Tt (2) şeklinde ifade edilmektedir. Wt:t dönemi başındaki finansal serveti; Tt: kamunun net (kamu transferleri düşüldükten sonraki) nominal vergi gelirini; Ptyt:mal satışından elde edilen geliri tanımlamaktadır. (2) nolu eşitlikle verilen bütçe kısıtı, hane halkının vergiler ödendikten sonraki harcanabilir gelirini tüketim ve bono alımı arasında paylaştırdığını göstermektedir. Hane halkının t dönemi başında sahip olduğu toplam 30 servet miktarı ise hane halkının portföy oluşturma kuralına (portföy para ve bono arasında paylaştırıyor) göre belirlenmekte ve (3) nolu eşitlikte izlenebilmektedir: Wt +1 = M t Rtb + Bt Rtb (3) Wt = M t −1 + Bt −1 Rtb−1 (3a) Rtb: t döneminden t+1 dönemi aralığında tutulan bonoların getirisidir. Modelde, hane halkının borç verebileceği gibi borçlanmaya da gidebileceği ancak bir borçlanma kısıtıyla karşı karşıya olduğu belirtilmektedir. Bu borçlanma kısıtını elde edebilmek için portföy oluşturma kuralı bütçe kısıtında yerine koyulduğunda: pt ct + + M t + Bt ≤ M t −1 Rtb−1 + Bt −1 Rtb−1 + p t y t − Tt (4) pt ct − ( pt y t − Tt ) + (M t − M t −1 ) + Bt ≤ Bt −1 Rtb−1 (4a) eşitlikleri elde edilmektedir. Hane halkının t döneminde tüketim/portföy seçimleri için ct, Mt ≥ 0 koşulunun sağlanması gerekliliğine rağmen Bt üzerinde negatif olmama koşulunun olmadığı, dolayısıyla da borçlanmaya imkan tanındığı belirtilmektedir. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi borçlanmanın da bir limiti vardır ve hane halkının borcu çevirmek için sonsuza dek yeniden borçlanma yolunun seçilemeyeceğini belirten “Ponzi Oyunu”nun oynanmaması kuralıyla bağlıdır. Bu kural ise şöyle ifade edilmektedir. B E t lim t −1 t +1 ≥ 0 t →∞ Π Rtb+ s s =0 31 Sözkonusu koşulların (4a) denkleminde yerine konulmasıyla, hanehalkının t dönemi borçlanma kısıtı (5) nolu eşitliğe dönüşmektedir: ∞ pt + j y t + j − Tt + j j =0 Π sj=−10 Rtb+ s Wt ≥ −∑ (5) Buna göre, hanehalkı her dönemde bu kısıtı aşmayacak miktarda bir borçlanmaya gidebilecektir. Bir başka ifadeyle, t dönemi başında hane halkının borç stoğu (5) nolu ifadeyi sağlayacak büyüklükte olmalıdır. Bu durumda, hane halkının davranış biçimini şekillendiren yukarıdaki eşitlikler doğrultusunda, her bir ajan (5) nolu ifade de yer alan borçlanma kısıtı ile (2) nolu ifadeyle verilen bütçe kısıtını kullanarak, faydayı (1) maksimum yapacak yaşamboyu tüketim ile para ve borçlanmadan oluşan portföyünü seçecektir. Hanehalkı optimizasyonun sağlanması ve t döneminde ekonominin dengede olabilmesi için, para talebinin para arzına (Mt=Mts ); fon talebinin fon arzına (Wts 1=W t-1 ) eşit olması ve toplam gelirin kamu ve özel kesim tarafından tüketildiğini, bir başka ifade ile, devletin tüketiminden arta kalan kısmın özel kesim tarafından tüketildiğini ifade eden kaynak kısıtı denkleminin (ct+gt=yt) (6) sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, (6) nolu denklemin hanehalkı bütçe kısıtı ile kamu finansmanı arasında bağlantı kurduğunu söylemek mümkündür. Kamu bütçe/finansman kısıtı ise (7) nolu ifade ile verilmekte ve her dönem sağlanması gerekliliği belirtilmektedir. ( ) ( pt g t = Tt + M t − M t −1 Rtm−1 + Bt − Bt −1 Rtb−1 ) (7) 32 Tüm t zamanları için ( t ≥ 0 ) ct, Mt ≥ 0 koşullarının da sağlanmasıyla kamunun bugünkü değer bütçe kısıtı elde edilebilmektedir : ∞ ∑ t =0 ∞ p t ct + ∆ t M t pt y t − Tt ≤ + W0 ∑ t −1 b t −1 b Π s =0 Rs t = 0 Π s =0 R s (8) ( ) W0, başlangıç serveti ( W0 = M t −1 Rtm−1 + Bt −1 Rtb−1 ); ∆ t = Rtb − Rtm / Rtb Denkleme kamunun bütçe kısıtının da dahil edilmesiyle, hane halkının için optimal ct ve Mt seçimlerin olabilmesi yani fayda maksimizasyonunun gerçekleşmesi, tüm t zamanları için (9a) ve (9b) ile gösterilen 1. sıra koşulların sağlanmasına ve kamu bugünkü değer bütçe kısıtının eşitlik haline dönüşmesine bağlıdır. u m (ct , mt ) = ∆t u c (ct , mt ) ( (9a) ) u c (ct , mt ) = β 1 + rtb u c (ct +1 , mt +1 ) mt = Mt pt (9b) reel parayı, p − 1 ifadesi bonoların reel getiri oranını temsil etmektedir. rtb = Rtb t pt +1 Eğer tüketim ve reel paranın her ikisi de normal mal niteliğindeyse ve um uc ifadesi tüketim (ct) için artan, mt için azalan bir ilişkiyi ifade ediyorsa, (9a) eşitliği likidite tercihi fonksiyonu olarak ifade edilebilmektedir. mt = L(ct , ∆ t ) 33 Bu son eşitlikte (6) nolu eşitliğin yerine konulmasıyla ise, LM eşitliğini bir denge koşulu olarak elde edilmektedir: mt = L ( y t − g t , ∆ t ) Woodford’un LM eşitliği olarak ele aldığı bu eşitlik, O’na göre, paranın dışsal olduğu durumda denge faiz oranını, içsel olduğu durumda ise para arzını ifade ederken; parasalcılara göre, denge fiyat düzeyini belirlemektedir ( Erdoğdu, 2003:6; Daniel, 2001: 296-298). Hane halkı optimizasyonu için geçerli olan diğer bir koşul olan (8) nolu eşitsizliğin eşitliğe dönüşmesi ise, sözkonusu eşitlikte (6) nolu denklemin yerine konulmasıyla gerçekleşmektedir. ∞ Wt (τ − g ) + ∆ s ms = ∑ s s −1 s pt s =t Π j =t 1 + r jb ( (10) ) τ t = Tt p reel vergi gelirleri t (10) nolu eşitlik, kamu ve hanehalkının optimizasyonunu içinde barındırmaktadır ve dengede bugünkü değer bütçe kısıtının kamu için de sağlanmak zorunda olduğunu göstermektedir. Fiyat düzeyini belirleyen denge koşulu olarak da alınan, zamanlararası bütçe kısıtı, kamunun reel borç stoğunun, kamunun gelecekte elde edeceği beklenen bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini göstermekte ve modelin temel eşitliğini oluşturmaktadır. Modelde son aşama, transversalite koşulunun elde edilmesidir. Bu amaçla, t dönemi kamu bütçe kısıtı, kamunun toplam yükümlülüklerinde yerine konulduğunda, tüm t dönemleri için, Wt +1 = Rtb [Wt + pt ( g t − τ t − ∆ t mt )] eşitliğine ulaşılmaktadır. 34 Đterasyon yapılıp, beklenen (τ t + n − g t + n ) + mt + n ∆ t + n n −1 n =0 Π (1 + rt + s ) s =0 ∞ wt = Et ∑ değerler w + E t lim n −1 t + n n →∞ Π (1 + rt + s ) de alındığında, (11) s =0 eşitliği elde edilmektedir. (10) ile gösterilen zamanlararası bütçe eşitliğinin her dönem geçerliliğini koruduğundan, (11) nolu eşitliğin son kısmının sıfıra eşit olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu son kısım aynı zamanda, kamu yükümlülüklerinin sonsuzda sıfıra ulaşacağını ifade eden transversalite koşulunu simgelemektedir. Woodford (1995) izlenerek özetlenen FTPL yaklaşımının modellenmesi sürecinde, zamanlararası bütçe kısıtını gösteren (10) nolu eşitlik ile tranversalite koşulu fiyatların sistem dışından yani para otoritesince mi yoksa sistem içinden fiyatlardaki yükselme ile mi belirlendiğini yorumlayabilmesini mümkün kılmaktadır. Buna göre, uygulanmakta olan kamu politikaları transversalite koşulunu doğrudan sağlıyor ise, içsel bir mali politika uygulamasıyla cari dönem borçlarını, telafi edecek kadar bütçe fazlası yaratılmakta dolayısıyla da fiyatlar para otoritesince sistem dışından belirlenmektedir. Diğer yandan, ekonomide maliye politikasının borç düzeyini dikkate almadan politikasını şekillendirdiği ve borç verenlerin kamu kesiminin sürekli borçlanmasına karşı duyarsız kaldığı diğer durumda, transversalite koşulu doğrudan sağlanmayacak ve zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması ancak fiyatlardaki yeterli yükselişle gerçekleşecektir. Dolayısıyla, para otoritesinin enflasyon üzerindeki kontrolü ortadan kalkacak ve fiyatların maliye politikası koşullarınca sistem içerisinden belirlendiği FTPL süreciyle karşılaşılacaktır. 35 Modelde dikkat çekilen bir diğer nokta, zamanlararası bütçe kısıtının sağlanıyor olmasının, Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına gelmemesidir (Bolatoğlu, 2003: 85-86). Nitekim, FTPL’nin fiyat düzeyini parasal olgular olmaksızın açıklamasına ve mali politika ile fiyat düzeyi arasında doğrudan ilişki kurmasına imkan tanıyan durum, zamanlararası bütçe kısıtının diğer yaklaşımlardan farklı yorumudur (LeeperGordon, 2001: 4). Geleneksel düşünce, bu eşitliğin kamunun vergi ve harcama politikası üzerinde kısıt oluşturduğunu dolayısıyla eşitliği bozacak herhangi bir durum da, yeniden dengeyi sağlayabilmek için bu politikalarda ayarlamaya gidilmesi gerekliliğini kabul etmektedir (Christiano ve Fitzgerald, 2000:5). Dolayısıyla da, kamu bütçe kısıtını doğrudan sağlayan Ricardocu bir maliye politikasının uygulanması gerekliliğini belirtmektedir. FTPL yaklaşımında ise,hanehalkından farklı olarak, kamunun tüm fiyat düzeylerinde bütçe kısıtını sağlamasının zorunluluk olarak görülmemesiyle, sözkonusu eşitliğin uygulanan politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil ancak bir denge koşulu olarak alındığı belirtilmektedir (Christiano-Fitzgerald, 2000: 5). Bu durumda, kamu Ricardocu denklik ile bağlı değildir ve Ricardocu olmayan mali politikalar da izleyebilmektedir. Kamunun Ricardocu olmayan politikalar izlemesi, borç stoğunun büyümesi karşısında maliye politikasında (10) nolu eşitliği sağlayacak bir uyarlama yapılmaması anlamına gelmektedir ve mali politikanın enflasyonu doğrudan 36 etkilemesi süreci de kamunun Ricardocu olamayan bir rejim uygulayıp uygulamadığıyla ilişkilidir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14). Buna göre, Ricardocu olmayan bir ortamda, açık politikasına dayanılarak yapılan kamu harcama artışının, gelecek dönemde yükselen vergilerle karşılanmayacağını düşünen hane halkı, fiyat ve faizler aynı iken, servetlerinin artmış olduğuna dair bir yanılgıya düşmekte ve tüketim kararlarını pozitif yönde değiştirmektedirler. Bu mali aldanma ile yükselen toplam talep düzeyi, arz talep dengesinin bozarak fiyat yükselişini beraberinde getirmektedir (Woodford,2001:684; Woodford, 1995:10). Dolayısıyla, geleneksel bakış ve SW yaklaşımından farklı olarak, FTPL’de fiyatlardaki yükseliş veya fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik ilişkisi, bütçe açığının para miktarındaki bir artışla kapatılmasına bağlanmamaktadır. Para da herhangi bir değişiklik olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi arasındaki ilişki, bonoların özel servetin bir parçası olarak kabul edilerek servet etkisi aracılığıyla doğrudan kurulmaktadır (Barth-Iden-Russek,1987:27). Bir başka ifadeyle, FTPL’nin mali politika ile enflasyon arasında kurduğu bağ, açıkların parasallaşmasına dayanmamaktadır. FTPL yaklaşımında, mali açıkların bulunduğu ve borç stoğunun giderek yükseldiği Ricardocu olmayan, bir ekonomide, denge fiyat düzeyi, hane halkının ellerinde tuttukları net finansal varlıkların reel değerinin azalmasıyla ortaya çıkacaktır. Fiyat düzeyindeki yeterli artışla, özel sektörün servetinde azalma meydana gelecek ve bu doğrudan mal ve hizmet taleplerine yansıyarak yeniden arz-talep 37 eşitliğini sağlayarak yeni denge fiyat düzeyini de belirleyecektir (Woodford, 1995:2; Woodford, 1996:17; Cochrane, 1998:3). Bir başka ifadeyle, Ricardocu bir politika uygulamasıyla doğrudan sağlanan zamanlararası bütçe dengesi, Ricardocu olmayan bir maliye politikasının uygulanması durumunda, ancak fiyatlar genel düzeyindeki yükselme sonucunda toplam yükümlülüklerin reel değerinin düşmesiyle yeniden dengeye gelmektedir. O halde FTPL’ye göre, Ricardocu denkliğin sağlanmadığı bir ortamda, merkez bankası enflasyonu önleme de güçsüzdür, merkez bankası kamunun izlediği maliye politikasından bağımsız değildir ve bu durum merkez bankasının “fonksiyonel olarak bağımsız” (Telatar, 1999:8) olmadığını ifade etmektedir (Daniel, 2001(a):4; Sims, 1994:381; Woodford, 2001:709). Bir model yardımıyla, Ricardocu olmayan bir ortamda, uzun dönemde, parasalcıların aksine, fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyenin para miktarı değil, mali açıklar ve bu açıkların getirdiği borç stokları olduğunu ifade eden FTPL yaklaşımı, fiyat istikrarı açısından kamu bütçesinin kontrolünü önermektedir. Kamu bütçesindeki bozulmaların enflasyon, faiz ve reel aktivite düzeyini olumsuz yönde etkilediğini, borçluluk düzeyinin her dönem sıfır da tutulması ya da sabit kalması mümkün olmasa da, kamunun borçlanması üzerine bir limit konulmasının, ekonomide Ricardocu denkliğin sağlanmasına imkan tanıyıp ,mali şokların reel ya da nominal değişkenler üzerinde bir etki yaratmasını engelleyeceğini öne sürmektedir (Woodford, 1996:19-21). Enflasyonun kaynağında ve önlenmesinde kamu bütçesine büyük önem veren, FTPL yaklaşımı, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmelerinde de etkisini hissettirmektedir. Kamu açıklarının düşürülmesi ve borçların büyüme 38 oranının azaltılmasının son yıllarda başta ABD olmak üzere birçok ülkenin ekonomi politikasında ön plana alındığı da görülmektedir. Özellikle, bu son madde Maastricht anlaşmasının mali gereklilikleri arasında yer almaktadır (Uygur, 2001:11,17; Woodford, 1996:1). Diğer yandan FTPL, hala üzerinde tartışılan bir teori olma özelliğini korumaktadır. 39 1.3.1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler SW modelini olduğu gibi FTPL teorisini en fazla eleştiren de Willem Buiter’dir (1999, 2002). Buiter FTPL’ye dair birden fazla çalışma yapmış ve her birinde FTPL’nin ekonomik ve mantıksal hatalar içeren yanıltıcı, bir kuram olduğunu savunmuştur. Buna göre, FTPL’de paranın değişim, değer biriktirme ve ödeme aracı olarak değil de sadece bir hesap aracı olarak alınması ve fiyatının böyle bir ekonomide belirlenmesi eleştiriye konu edilebilir. Diğer bir hata, belirlenen mali programa ilişkindir. Buiter’e göre, sürekli borçlanma dengeli değildir ve kamu bütçe kısıtının sağlanmasını engellemektedir ( Buiter, 1999:6, Buiter, 2002: 477). Đşte bu son nokta Buiter’in eleştirilerinde üzerinde en çok durduğu konudur. Nitekim, birbirini tamamlayan hatalar üzerine oturduğuna inandığı FTPL’ye yönelik en önemli eleştirisini, kamu bütçe kısıtı konusunda getirmiş ve pek çok yönden eleştirdiği SW modelini bile bu yönden daha üstün tutmuştur. FTPL ile karşılaştırıldığında farklı olarak, SW’da kamu bütçe kısıtının tüm fiyat düzeylerinde sağlanması açısından uygun bulduğunu belirten Buiter, bu açıdan bakıldığında, SW yaklaşımını geçerli bir kuram olarak değerlendirirken; FTPL’yi tamamen geçersiz kabul etmektedir ( Buiter, 1998:27 ). Woodford’a göre, kamu bütçe kısıtının tüm fiyat ve faiz düzeylerinde sağlanması gerekmez. Bütçe kısıtının sadece dengede sağlanması yeterlidir, yani dengede fiyat ve diğerleri içsel değişkendirler ( Buiter, 1998: 25 ). “Bizim argümanımız, kamu borcunun değerinin dengede gelecekte beklenen kamu bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini inkar etmiyor. 40 Bizim inkar ettiğimiz, kamu borcunun başlangıç değerinin cari ve gelecek birincil fazlaların senyoraj geliriyle toplamına eşit olması koşuludur. Bu kamu mali politikası üzerinde bir kısıttır. Bir kamu bütçe kısıtı yerine, bir denge koşulu olarak, denge enflasyonun belirlenmesinde bir rol oynayabilmektedir.” (Woodford , 1998:17-18). Buiter, Woodford’a ilişkin yukarıdaki ifadeyi ele alarak, kamu bütçe kısıtının haksız yere güçsüzleştirildiğini ve temel özelliğinin tüm FTPL savunucuları tarafından yalanlandığını iddia etmektedir. Buiter, bu eleştirisiyle Ricardocu ve Ricardocu olmayan mali kurallar arasındaki ayrılığa işaret etmiş ve Woodford’un teorisine temel aldığı Ricardocu olmayan mali kuralları bütçe kısıtına uygun bulmadığını belirtmiştir. O’na göre, FTPL’de alınan Ricardocu olmayan bir ortamda bütçe kısıtı sadece dengede sağlanır ve bu bütçe kısıtının en önemli özelliği olan tüm olası fiyat değerlerinde ve içsel değişkenlerde sağlanmasını inkar eder. Üstelik bu durum, hanehalkı ve firmalar için doğru olduğu kadar kamu için de doğrudur ( Buiter, 2002: 460,461 ). Nitekim, Buiter Woodford’un kendi argümanını savunurken öne sürdüğü büyük ekonomik ajan argümanını da reddetmektedir. Woodford, kamu ile diğer ekonomik ajanların farklılığından yola çıkarak, bütçe kısıtının sağlanması konusunda aynı kurallarla bağlı olmayacağını belirtmiştir ( Woodford, 1998:30 ). Büyük ajan argümanı Buiter’e göre saçmadır. O’na göre, bir ajanın piyasa fiyatını etkileme kabiliyeti ve onun tabi olduğu bütçe kısıtı arasında mantıksal bir ilişki yoktur. Ekonomide büyük olarak nitelendirilen monopolcü, monopsoncu firmalar gibi, para basımına ilişkin bir monopol olarak kabul edilebilecek kamu da bütçe kısıtıyla karşı karşıyadır. Ayrıca, Buiter, kamunun denge fiyatı ya da miktarını 41 etkileyecek kadar büyük olmadığını da öne sürmektedir. Kamu, tüm diğer ajanlar gibi, bir ekonomide hem denge içinde hem de denge dışında sağlamak zorunda olduğu bir bütçe kısıtıyla bağlıdır. Kamu davranışlarının bütçe kısıtının sağlanması gerekliliği koşuluna bağlı olmadığını iddia eden bir model, sadece bu nedenden dolayı bile ekonomik olarak hatalı yapılandırılmış ve kabul edilemezdir (Buiter, 1999:39,63 ). Gerçek yaşamda, politika yapıcıların harcama ve gelir artırma programlarının kamunun zamanlararası bütçe kısıtıyla bağlı olduğunu unutmaya meyilli olduğunu belirten Buiter, bunun onaylanamaz durum olduğunu belirtmektedir. Buiter, bir güven ve ödeme krizi çıktığında bunun maliyeti oldukça yüksek olduğunu ve bu noktada kamunun gecikmiş önlemleri ile acil toparlanma politikalarının (reel birincil açığın düşürülmesi harcamaların azaltılması yada vergilerin artırılması) genellikle etkisiz ve haksız olduğunu belirtmektedir (Buiter, 1999: 64-65). Bu açıdan bakıldığında da, sıkıntı veren sonuçlar doğuran mali yada Ricardocu olmayan bir fiyat düzeyi teorisi hiçbir zaman parasal yada Ricardocu bir fiyat düzeyi teorisine alternatif olamayacağının altını çizmektedir. Buiter’e göre çözüm, Ricardocu kurallar altında kamunun borç yükümlülüklerini her zaman yerine getireceği şekilde kendini kısıtlayan bir politika izlemesi ve tüm bu anomali ve tutarsızlıkları gidermesidir (Buiter, 2002:477 ). Cushing (1999), FTPL’ye eleştirileri olan bir diğeridir. Karşıtlığını ortaya koyarken FTPL savunucularının orijinal modelini modifiye etmiş ve FTPL’nin gerçekçi olmayan varsayımlarla tek bir fiyat düzeyine ulaştığını öne sürmüştür. 42 Cushing’e göre, ekonomik ajanların beklentileri üzerine inandırıcı olmayan kısıtlar konulduğu belirttiği FTPL modelinde, gelecek enflasyonun sabit olduğu varsayımının ve gerçekçi olmayan kısıtların kaldırılması halinde, gelecek enflasyon oranları içsel olarak belirlenecek ve fiyat düzeyi artık tek olmayacaktır ( Cushing, 1999:132-133). FTPL’yi kabul ettiği varsayımları doğrultusunda eleştiren bir diğeri Canzoneri,Cumby, Diba (2001) çalışmasıdır. FTPL’nin Ricardocu olmayan bir rejimi ele alıp, Ricardocu durumu özel bir hal olarak kabul etmesi durumuna karşı duran çalışmada, ülke örneklerinden faydalanılmakta ve Ricardocu rejimlerin teorik mümkünlüğünün yanı sıra ampirik olarak da mümkünlüğü iddia edilmektedir (Canzoneri-Cumby-Diba, 2001:1222,1234). FTPL üzerinde eleştirisel çalışmalar yapan Dupor (2000) ve Weil (2002) ise, teorinin geçerliliğini belli koşullar altında sınamayı tercih etmişlerdir. Bu doğrultuda, Dupor, FTPL’nin varsayımlarıyla çalışan bir ekonominin, açık piyasa işlemlerinin varlığında denge fiyat düzeyini belirleyemeyeceğini iddia etmektedir (Dupor,2000:629). FTPL’nin Buiter tarafından mantıksal tutarsızlıkla,bazılarınca da bir hayal olmasıyla suçlanmasından yola çıkan Weil ise, aksine basit iki dönemli bir model kullanarak mali teorinin yaşadığını ve rasyonel beklentilerin olduğu bir formülasyonda da canlı kalabildiğini göstermektedir. Elde ettiği bu sonuçla da, teorinin çok alçaltıldığı düşüncesinde olduğunu oysa sadece bazı özel durumlarda fiyat belirsizliğiyle karşılaşılabileceğini belirtmektedir. Weil bu yönüyle, diğer eleştirisel bakışlardan ayrılmakta ve FTPL’yi tam olarak reddetmeyerek, bir yandan ricardocu olmayan politikaların mümkünlüğünü ortaya koyarken, bir yandan da, 43 Cushing’in Ricardocu olmayan rejimlerde fiyat düzeyi belirsizliği uyarısını dikkate almaktadır ( Weil, 2002: 13 ). Daha önce de belirtildiği gibi, FTPL halen üzerinde tartışmaların sürdüğü bir teori olma özelliğini korumaktadır. Ancak, diğer yandan dikkat çektiği borçlanma ve mali politikanın fiyat düzeyi belirlenmesindeki önemi konusu, ülke ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde dikkate alınmaktadır. 44 Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi Yaklaşımları Parasalcı Bakış Açısı SW Yaklaşımı FTPL Yaklaşımı Parasal bir olgu olan enflasyonla mücadele de ise, para politikası etkindir. Bağımsız, katı merkez bankası varlığının, maliye otoritesini borç stoğunu düşürmek için gelir fazlası yaratmak zorunda bırakarak parasallaşmanın önüne geçer ve enflasyona sebebiyet vermez. Ricardocu ortam; Aktif para, pasif mali otorite Enflasyonun dinamiğini para arzı belirlemektedir. Fiyat düzeyi, para arzı ve talebinin eşitlendiği noktada belirlenmektedir. Ricardocu ortamın varlığı kabul edilmektedir. Aktif mali, pasif para otoritesi Reel faiz (r)> (g) büyüme hızı, merkez bankası para basarak gelir sağlayabilmekte. Zamanlararası bütçe eşitliği doğrudan sağlanmaktadır. Sıkı para politikası altında açıkların sürekli borçlanma ile finanse edilmesiyle, borçlanma limitine varılmakta ve uzun dönemde açıkların parasallaştırılması ile para politikasının enflasyon üzerindeki etkisi yitirilmektedir. Para ve maliye otoritelerinin koordineli çalışması önemlidir. Ricardocu olmayan maliye politakaları, tek bir otoritenin baskınlığı sözkonusu değildir. Fiyat ve enflasyonu belirleyen bütçe açığının oluşturduğu borç stoğudur. Kamunun borçlanma yönlü mali politikası özel harcamalar üzerinde servet etkisi yaratmakta ve pozitif yönde değişen tüketim ekonomideki arz ve talep dengesini bozarak, enflasyonu beraberinde getirmektedir. Bu etkiyle çıkan fiyat yükselişi bir noktadan sonra, hanehalkının finansal varlıklarının reel değerini düşürecek ve bu da toplam talep düzeyine yansıyacak arz ile eşitlendiği noktada ise yeni denge fiyat düzeyini belirleyecektir. Merkez bankası bağımsızlığına güvenmek mali politikanın enflasyonist sonuçlarını bertaraf etmek için yeterli değildir. Para ve maliye otoritelerinin koordineli çalışması gereklidir. 45 ĐKĐNCĐ BÖLÜM PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN UYGULAMALI ÇALIŞMALAR Bütçe açıkları ve enflasyon ilişkisi ekonomi literatüründe genel kabul görmekle birlikte, bütçe açıklarından enflasyona uzanan yol üzerinde bir fikir birliği mevcut değildir. Bütçe açıkları, enflasyon bağlantısı ekonomistlerce farklı ilişkiler zinciri kurularak yorumlanmakta ve böylece birbirinden değişik teoriler bu konudaki literatürü zenginleştirmektedir. Enflasyonu parasal bir olgu olarak ele alan parasalcıların, bütçe açıklarının ancak parasallaştırılmaları halinde enflasyonist olacağını kabul ettiğini görülmektedir. Ardından, uzun dönemde para ile enflasyon arasındaki ilişkinin zayıfladığını öne süren SW (1981) yaklaşımı gelmektedir. Sözkonusu yaklaşım, sıkı para politikasının sürdürülemez borç finansmanı sürecine ve uzun dönemde yükselen enflasyon değerlerine götüreceğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali kaynaklı (fiscal driven) parasal bir olgu olduğunu öne sürmektedir. Bu teorileri, para stoğunda hiçbir değişiklik olmasa da mali politikanın bağımsız olarak fiyat düzeyi ve enflasyonu etkilediğini öne süren FTPL yaklaşımı izlemektedir. Bu yaklaşım, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkide paraya yer vermemekte ve Ricardocu olmayan maliye politikaları altında, bonoyla finanse edilen açıkların nominal serveti yükseltmesi sonucunda fiyatların ve enflasyonun belirlendiğini öne sürmektedir. 46 Bütçe açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki ilişkinin varlığını ve yönünü farklı yaklaşımlarla ele alan tüm bu teorilere yönelik ampirik çalışmalar yapılmış ve birbirine benzer olanlar yanısıra sıra zıt sonuçlar da elde edilmiştir. 2.1. Bütçe Açığı , Para arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki Olmadığını Öne Süren Çalışmalar Parasalcıların, “kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratmakta ve merkez bankası faizleri belli bir seviyede tutmak amacı doğrultusunda para arzını artırmakta, dolayısıyla yükselen açıklar, para arzı artışını tetikleyen bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır” görüşünü sorgulayan Giannaros, Bharat çalışması (1985), Amerika, Kanada, Japonya, Đngiltere, Almanya, Fransa, Đtalya, Belçika, Đsviçre olmak üzere 10 ülkeyi ve 1950-1981 dönemini kapsamaktadır. Ancak, parasalcıların, kamu açıkları para arzı ve enflasyonu yükseltir, önerisiyle uyumlu bir sonuç elde edilemediği yanısıra bütçe açıklarının enflasyon üzerindeki etkisine dair önemli bir bulguya da rastlanmadığı belirtilmektedir. Joines (1985), kamunun borçlanmayla kıt olan ödünç verilebilir fonlar konusunda özel sektör ile rekabete girmesi ve aynı zamanda mali piyasalar üzerinde baskı yaratarak faizleri yükseltmesinin merkez bankasını para arzını artırmaya zorladığını, dolayısıyla da enflasyona neden olması durumunu incelemektedir. Ancak, Amerikan ekonomisi üzerine yapılan çalışmaların aksine, 1872-1983 yılları arasında savaş dönemi dışında açıklar ve para arzı arasındaki ilişkinin çok düşük olduğu kanısına varılmaktadır. Enflasyon, para büyüme oranı ve açıklar arasındaki ilişkiyi vektör otoregresif modelde test eden Dywer (1982), borcun enflasyon üzerinde bir etkisi olmadığı sonucuna varmıştır. Yükselen kamu açıklarının fiyat, harcama, faiz ve para stoğunda 47 bir yükseliş yaratacağına dair herhangi bir kanıt bulunamamış, aksine kamu borcunun enflasyonun bir fonksiyonu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Amerikan ekonomisinin yüksek açıklar, harcamalar, enflasyon, işsizlik ve düşük verimlilikle karşı karşıya kaldığı gerçeğinden hareketle, Niskanen (1978),1948-1976 verilerini alarak yükselen açıklar ile 1)harcama ve 2)yüksek enflasyon ilişkisini incelemiştir. Sonuç olarak ise, açıkların harcamaları önemli ölçüde etkilediğini ancak enflasyon oranı üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığını tespit etmektedir. 2.2. Bütçe Açığı, Para arzı, Enflasyon Đlişkisinin Varlığını Saptayan Çalışmalar Belirtilen değişkenler arasında ilişkinin varlığına rastlamadığını belirten çalışmalara örnek olarak sıralananların aksine kendi aralarında farklı yollar çizseler de enflasyon, bütçe açığı, para arzı bağlantısını dile getirenler çalışmalar da vardır. Bu ilişkiye parasalcı bir bakışla yaklaşıp, bütçe açıklarının para arzındaki büyümeyi etkileyip etkilemediğini inceleyen bir çalışma örneği Hamburger ve Zwick’e (1981) aittir. Barro’nun para arzı modeli ile yapılan çalışmada ABD’de 1961’e dek açıkların para arzındaki büyümede etkisi olduğu saptanmış ve bu sonucun, kamu açıklarının faizler üzerinde yukarıya doğru bir baskı yaratmasına bağlı olduğu belirtilmiştir. Merkez bankası faizleri istikrarda tutabilmek için borçları parasallaştırmakta ve enflasyonist süreç ile karşılaşılmaktadır. Yine ABD verilerini alan ve dönemler arasında farklı sonuçlara ulaşılabildiğini gösteren bir çalışma, Landon ve Bradford’a (1990) aittir. 1948:2 1987:4 aralığı verilerinden, 1981 öncesinde bütçe açıklarının para büyümesi üzerinde 48 etkisi olmadığı, Reagan hükümeti döneminde, federal bütçe açıklarındaki artışların para büyüme oranını büyük ölçüde yükselttiği sonucu elde edilmektedir. Para arzındaki yükseliş ve enflasyon arasındaki ilişkiyi gelişmekte olan ülkeler açısından inceleyen Aghevli ve Khan’ın 1978 yılında, Brazilya, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti ve Tayland’ı, 1964-1974 peryodunda ele alan çalışması, para arzındaki yükselişin kaynağını açıkların bu yolla finanse edilmesi olarak açıklamaktadır. Kamu açıklarının enflasyon ilişkisini kabul edip, bunun nedenini mali açıkların parasallaştırılmasına veren diğer çalışma, 1957-1993 Yunanistan verilerini kullanan Hondroyiannis ve Papapetrou’a (1997) aittir. Çalışmada, bütçe açıklarının enflasyon üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini incelenmekte ve para arzı ile fiyat düzeyi arasında uzun dönemli bir ilişkiye rastlanmaktadır. Açıklardaki artışın ise, enflasyon üzerinde doğrudan etkisi olmadığı görülmekle beraber, yüksek bütçe açıkları nedeniyle ortaya çıkan para arzı büyümesinin bir yıl gecikmeyle enflasyon üzerinde etki yarattığı saptanmakadır. Elde ettiği bu son sonuç ile, çalışma mali açıkların parasallaştırılmasının enflasyonu arttırdığı düşüncesini desteklemektedir. Parasalcı yaklaşımın kurduğu ilişki zincirinden, para arzının kamunun harcamaları finansman ihtiyacı doğrultusunda içsel olarak belirlendiği, dinamik bir enflasyon modeli ele alarak farklılaşan çalışmalara örnek olarak, Ruge–Murcia’ın (1999) 1980-1989 verileriyle Brezilya için yaptığı gösterilebilir. Harcamalar, para arzındaki büyüme ve enflasyon arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmanın modelinde kamu harcamaları dışsal; bütçe açığı ve para arzı içsel olarak alınmaktadır. Buna göre, kamu harcamalarındaki artış bütçe açığını etkileyerek finansman ihtiyacını ortaya çıkarmakta ve borcun parasallaştırlması enflasyonu 49 beraberinde getirmektedir. Brezilya ekonomisi açısından bakıldığında, enflasyon düzeyi ve istikrarlılığı açısından yukarıdaki etkileşim doğrultusunda mali politikayı simgeleyen harcama düzeyinin önemli bir değişken olduğu sonucuna da varılmaktadır. Brezilya ve Meksika ülke örneklerinde SW varsayımlarının geçerli olduğunu ve bütçe açıklarının da monetize edilmeleri yoluyla enflasyona neden olduğunu öne süren diğeri, Cardoso (1992) çalışmasıdır. Enflasyon, kamu bütçesi ve dış denge arasındaki ilişkiyi ele alan çalışma da, sözkonusu ülkelerin yüksek reel faizler ve bunlara ilişkin yeni borçlanmalar nedeniyle borç krizleriyle karşı karşıya kaldıklarının altı çizilmekte ve 1980’lerde yaşanan enflasyonun kaynağı olarak dışsal kamu borçları ve bunların faizleri gösterilmektedir. Sonuç olarak da, ekonomide enflasyon istikrarı ve önlenmesi açısından mali politikanın önemi vurgulanmaktadır. Bütçe açıkları, para arzı ve enflasyon ilişkisini açıkların parasallaştırılmasına dayandıran dolayısıyla açık ve enflasyon ilişkisini parasallaşma üzerinden kuran bu çalışmaların yanısıra, sözkonusu ilişkiyi parasallaştırılmasına dayandırmayan, açıkların parasallaştırılmasalarda enflasyonist olabileceğini öne süren çalışmalarda vardır. 1947-1980 aralığında açıklar, para büyümesi ve enflasyonu üç değişkenli bir otoregresif bir süreçle ABD ekonomisi için modelleyen Ahking-Miller (1985) Miller’in 1983 çalışmasında elde ettiği kamu açıklarının sadece parasallaştırılmaları halinde enflasyonist olmadıkları, kamu açıklarının monetize edilmese de enflasyonist olacağı sonucuyla tutarlı olarak, bu çalışmada da kamu açıklarının enflasyon üzerinde önemli etkisi olduğu sonucuna varmaktadır. 50 2.3. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde Sınayan Çalışmalar Enflasyon,bütçe açığı ve para arzı üçlüsü arasındaki ilişkiyi Türkiye örneğinde ele alan çalışmalara bakıldığında, 1980 finansal liberalizasyon sonrası Türkiye ekonomisinde bütçe açığı enflasyon ilişkisini araştırmayı amaç edinmiş Soydan’ın çalışmasının (2001), açıkların para arzındaki büyüme vasıtasıyla enflasyona neden olması düşüncesine destek vermediği görülmektedir. Buna göre, para arzı ve enflasyon ilişkisinde parasalcıların yaklaşımını destekleyen bir ilişki bulunmamakta fakat borç büyüme oranının, fiyat üzerinde kısa dönemli pozitif bir etkiye sahip olduğu belirtilmektedir. 1981-1992 verileriyle bütçe açıklarının enflasyonist olup olmadığı ve birbirleriyle etkileşimlerini nedensellik testleri yardımıyla ortaya koyan Ülengin (1995), bütçe açığı, reserv para, dolar kuru ve enflasyon arasında kapalı bir halka olduğunu tespit etmekedir. Türkiye’de 1981-1991 dönemi için enflasyonu etkileyen faktörleri inceleyen bir diğer çalışma Đnsel ve Ertel’e (1993) aittir. Kamu açıkları ve enflasyon ilişkisine farklı yaklaşımların bulunduğu gerçeğinden yola çıkan çalışma, Türkiye ekonomisinde de bu süreci izlemiş ve özellikle 1980 sonrası iç borçlanmanın para yakını ödeme aracı haline gelmesiyle SW yaklaşımının açıklayıcı olduğunu öne sürmüştür. Çalışma da, kamu açıklar/para bazı oranı, reel döviz kuru ve enflasyon beklentisi değişkenlerinden en güçlü açıklayıcı olarak kamu açıkları/para bazı değişkeni tespit edilmektedir. 51 2.4. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Đlişkisinde Mali Politikanın Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar Türkiye üzerine yapılan çalışmalarda bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi test etmenin yanısıra, ülkede mali politikanın sürdürülebilirliğinin test edilmesinin de önemine dikkat çeken çalışmalar bulunmaktadır. Bunlar, enflasyona bakış penceresini genişletmekte ve aynı zamanda mali politikanın öneminin de altını çizmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, 1970-2000 olmak üzere oldukça geniş bir dönemi içine alan, Özmucur, Alper ve Akçay’ın çalışması (2002) oldukça yol göstericidir. Çalışma da, mali politikanın sürdürülebilirliğine ilişkin test, Ponzi oyunun olmaması koşuluna dayanan, borçlanmanın bugünkü değer kısıtı yaklaşımına dayanmaktadır. Sürdürülebilirlik için yeterli ve gerekli koşul olan, indirgenmiş nominal borç-indirgenmiş nominal gelir oranının durgunluğu koşulunun, Türkiye için sağlanamadığı tespit edildiği çalışmada, cari mali politikanın sürdürülemeyeceği belirtilmektedir.Enflasyon, bütçe açığı ve reel büyüme oranı arasındaki ilişkinin analizinde ise, enflasyon ve kamu sektörü borçlanma gereği birinci sıradan ilişkili olduğu ve kamu kesimi borçlanma gereksinimindeki bir artışın enflasyon üzerinde sürekli etkilere yol açtığı sonucuna varılmaktadır. Bu konuda diğer bir çalışma Özatay’a (1997) aittir. Para politikasının başlıca amacının fiyat istikrarı olduğunu ve başarılı bir para politikası için birtakım koşulların gerekliliğini çalışmasının temeline alan Özatay, özellikle mali politikanın sürdürülemez boyuta gelmesi halinde, bağımsız bir para politikasının yürütülmesinin son derece güç olduğunu, dolayısıyla da fiyat istikrarı amacının gerçekleştirilemeyeceğini Türkiye ekonomisini örnek alarak kanıtlama yoluna 52 gitmektedir. Ulaşılan sonuç ise, 1993 sonları itibariyle iç borç stratejisinin sürdürülemez olduğu ve bu dönemde mali politikanın sürdürülemezliğiyle karşı karşıya kalan politika yapıcıların monetizasyona yönelmeleriyle krizin alevlendirildiğidir. Bir başka ifadeyle, sürdürülemez mali politikanın para politikası uygulamalarına engel olduğu ve böylece krizin kaynağına yerleştiği belirtilmektedir. Özatay’ın Türkiye’nin bu gerçeği karşısında önerisi ise, fiyat istikrarı için para ve maliye politikaları arasında koordinasyonun gerekliliğidir. Aksi halde, para politikasının amaçlarına ulaşması mümkün olmadığı belirtilmektedir. Özatay’ın (2000), bütçe açığı, enflasyon ve kriz ilişkisini irdelediği bir diğer çalışmasında da, yine borç sürdürülebilirliğinin önemine değinilmiştir. Buna göre, bütçe açıklarının sürekli bir biçimde iç borçlanmayla finanse edilmesi, reel faizleri yükseltecek ve kamu kesimi borçlanma gereksinimi artacaktır. Diğer yandan, eğer merkez bankası kaynaklarına güvenilirse, enflasyonist bir ortam oluşacaktır. Sonuçta, mali dengesizlikleri gidermeksizin döviz kurunu çıpa olarak seçmek, parasal daralmalara gitmek gibi girişimlerin enflasyonun temel nedenini elemeyeceği ve verimsiz olacağı belirtilmektedir. 2.5 Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon Đkilisine Đndirgeyen FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar Buraya kadar gerek diğer ülke, gerekse Türkiye örneğinde ele alınan çalışmalar, bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini irdelerken, temel olarak bütçe açığı, para büyümesi ve enflasyon olmak üzere üç değişkeni bir arada ele almışlardır. Ancak, açık ve enflasyon ilişkisinde paranın rolünün olmadığını öne süren ve bütçe 53 açığı ve enflasyon ilişkisini doğrudan kurarak, mali politikanın önemine savunan FTPL bakış açısına yönelik ampirik çalışmalarda mevcuttur. Bu amaçla Türkiye ekonomisinde yapılan çalışmalardan biri, Özmen ve Koru’ya (2003) aittir. Türkiye örneğinde 1983-1999 yıllarını ele alan çalışma, bütçe açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki uzun dönemli ilişkiyi hem sıkı hem de geniş para politikası altında incelemektedir. VAR sürecinin işletildiği çalışmada, hem dar hem de geniş para politikası altında bütçe açıkları ile enflasyon arasında doğrudan bağlantının olmadığı bir başka ifadeyle FTPL’nin ülke örneğinde desteklenmediği sonucuna varılmakta ve bütçe açıklarının SW (1981) ile tutarlı olarak para büyümesini belirlediği belirtilmektedir. Türkiye enflasyonunun para, kamu, dışsal faktörler ve işgücü piyasasından ne kadar etkilendiği araştıran Metin (1995), tüm bu faktörlerin enflasyon üzerinde etkilerinin olduğunu ancak, özellikle bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin önemini belirterek, FTPL bakış açısına daha yakın bir nokta da durmaktadır. Metin’e göre, mali genişleme Türkiye’ de gerçekten enflasyonist sonuçlar doğurmaktadır. Kamu sektörü açıklarındaki artış kısa vadede nominal gelirde bir artış yaratmakta ve enflasyona yansımaktadır. Bu durum, kamu sektörü açıklarının sürekli yüksek enflasyonun kaynağı olması düşüncesini desteklemekte ve enflasyonun düşürülebilmesi için mali açığın elimine edilmesini zorunlu kılmaktadır. Metin’in, doğrudan bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi ele alan diğer bir çalışması (1998) daha aydınlatıcıdır. 1995 yılı çalışmasında Türkiye’de enflasyona neden olan faktörlerden birini mali genişleme olarak tespit eden ve bu doğrultuda enflasyonun düşürülmesinin bütçe açığının elimine edilmesiyle mümkün 54 olduğunu belirten Metin, bu çalışma da analizini biraz daha derinleştirmektedir. Bu doğrultuda da temel sorusu: bonoyla finanse edilen açıkların mı yoksa parasallaştırılan açıkların mı enflasyonist olduğudur? Amaç bu soruya Türkiye 19501987 yıllık verileriyle cevap bulmaktır. Regresyon sonuçları ve eşbütünleşme testleri kamu açıklarının enflasyon üzerinde önemli pozitif etkisi olduğunu göstermektedir. Bütçe açığındaki bir artış enflasyonu ivedilikle artırırken, açıklarının parasallaştırılmasının enflasyonu ancak iki dönem gecikmeyle etkilediği sonucuna varılmaktadır. Mali açıklar ve enflasyon ilişkisinin 1960-2001 aralığında, Türkiye’yi de içine alan 107 ülke için ele alındığı bir çalışma ise, Catao ve Terrones’e (2003) aittir. Çalışma, gelişmişlik farklarına değinerek, özellikle düşük vergi toplama etkinliğine sahip, politik istikrarsızlığı bulunan, dış borçlanma konusunda kısıtı olan ve aynı zamanda halihazırda yüksek enflasyonlu bir süreç içerisinde olan gelişmekte olan ülkelerde sözkonusu ilişkinin çok daha belirgin bir biçimde kendini gösterdiğini savunmaktadır. FTPL bakış açısına daha yakın duran bir diğer ampirik çalışma, ABD enflasyonunun standard para teorisince başarılı bir şekilde açıklanmadığını düşünen ve enflasyonun parasal durumları ihmal eden bir çalışmayla açıklanıp açıklanamayacağı sorusuyla yola çıkan Cochrane’dir. Cochrane, “A Frictionless View of U.S. Inflation” (1998) başlığını taşıyan çalışmasında, mali teoriyi test etmek ve fazlalara ilişkin şokların mı, yoksa parasal şokların mı fiyat düzeyini etkilediğini görmek için fiyat, borç ve fazla düzeylerini içine alan yapısal bir VAR modeli tahmin etmiş ve fazlaya ilişkin şokların fiyat 55 düzeyini etkilediği sonucuna varmıştır. Çözüm olarak ise, optimal mali politikanın öneminin altını çizmiştir. Ancak tüm bu ampirik çalışmaların aksi sonuç elde eden çalışmalar da sözkonusudur. Örneğin, Afonso (2002), onbeş ülke için FTPLnin geçerliliğini test etmeye çalışmış ve Ricardocu rejimin hakim olduğu bu ülkelerdeki enflasyon sürecinin FTPL ile uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır. FTPL yaklaşımının temel varsayımı olan Ricardocu olmayan bir rejimin hakimiyetini test eden bir diğer çalışma,Tanner ve Ramos (2002), tarafından Brezilya ekonomisi için yapılmış ve böylelikle sözkonusu ekonomi için FTPL’nin geçerliliğine bakılmıştır. Brezilya ekonomisinde varolabilecek mali baskın yada parasal baskın rejimleri birbirinden ayırmak ve sözkonusu ülkede hangisinin geçerliliğini sürdürdüğünü ortaya koymayı amaçlayan çalışma 1990-2000 verilerini kullanmıştır. Nedensellik testleri ve etki-tepki analizi sonucunda ise, ülke için 1995-1997 aralığında para, bu dönem dışında mali baskın rejimin hakim olduğu belirtilmektedir. Benzer bir çalışma Canzoneri, Cumby, Diba (2001) tarafından da yapılmıştır. Bu çalışmada, mali baskın ve para otoritesi baskın rejimleri birbirinden ayırmayı amaç edinmekte VAR metodu kullanılarak ABD ekonomisi için hangi rejimin geçerli olduğu tespit etmeye çalışmaktadır. Sonuçta, ABD verileri için, Ricardocu rejimin daha açıklayıcı olduğu belirtilmektedir. 56 Tüm bu ampirik çalışmaların incelenmesinden de görüldüğü gibi, açık, enflasyon ilişkisi ister para arzı katılsın ister katılmasın ülke ekonomileri açısından farklılık gösteren dolayısıyla da üzerinde tartışmaların sürdüğü bir konudur.Özellikle açık ve enflasyon ilişkisinde parayı saf dışı bırakan FTPL teorisine ilişkin çalışmaların ilkine göre daha sınırlı sayıda kalması, bu konuda genel sonuçlara varılmasının önüne geçmektedir. 57 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI VE GERÇEKLEŞMELER 3.1. ĐKTĐSAT POLĐTĐKASI ANLAYIŞI VE ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ 1980’lerin ikinci yarısında Sargent-Wallace’ın aritmetiğinin de etkisiyle sorgulanmaya başlayan para programları, 1990’larda FTPL yaklaşımının mali politikanın da önemini savunmasıyla, enflasyona neden olan faktörler ve mücadele açısından tek olma durumunu yitirmektedir. Nitekim, para programı uygulamaları batıda birçok ülkede terk edilmiş ve mali yaklaşımların önerileri doğrultusunda mali otoriteyle koordineli bir politika yürütülmesi eğilimi artmış ve açıklar ile borçlanmanın üzerine sınırlamalar getirilmeye başlanmıştır. ABD, AB, Đngiltere, Kanada, Đsviçre, Brezilya gibi ülkeler borçlanma ve borç stoğu için sıkı önlemleri uygulamaya koyulmaktadır. ABD’ye benzer şekilde Kanada’da 1993 yılından itibaren bütçe dengesi hedefini ön plana almıştır. Đngiltere ve Brezilya’da ise, kamu borçlanması üzerine sınırlamalar getirilmiştir. Almanya’da olduğu gibi, borçlanmanın ancak bir yatırım harcaması için yapılabileceğinin belirtildiği Đngiltere’de, aynı zamanda borcun GSYĐH’ya oranının %40’ı aşmaması gerektiği de hükme bağlanmıştır. Brezilya ise 2000 yılında Mali Sorumluluk Yasası’nı yürürlüğe sokarak, yerel ve merkezi hükümetin borçları üzerine sınırlamalar getirmektedir ( Uygur, 2001:17 ). AB’de ABD’nin ardından 1992’deki Maastricht Anlaşması ile Ekonomik Parasal Birlik’e ( EMU:Economic and Monetary Union ) katılmak isteyen ülkeler için getirdiği sıkı mali koşullarla bu konuda önlemlerini almaktadır. Buna göre, borç 58 stoğunun GSYĐH’ya oranının %60 ve bütçe açığının GSYĐH’ya oranının da %3’ü aşmaması gerekmektedir. Ayrıca AB ülkelerinin 1997’de imzaladığı Đstikrar ve Büyüme Paktına ( SGP:Stability and Growth Pact ) göre, üye ülkelerin 2002 yılına kadar bütçe açıklarını ortadan kaldırmaları ve hatta fazla vermek yönünde çalışmaları gerekmektedir ( Uygur, 2001:17 ) . Ülke örneklerinden görüldüğü gibi, bütçe açıkları ve borçlanma üzerine sıkı denetimlerin getirildiği bu dönemde, halen üzerinde tartışmalar devam etse de, mali yaklaşımlardan etkilenildiği, enflasyonla mücadeleye yönelik politika şekillendirilmesinde izlerine rastlanmasıyla açıklanabilmektedir. Dünyada enflasyonun kaynağı ve mücadelesine ilişkin tüm bu gelişmeler yaşanırken, sürekli bütçe açığı ve uzun süreli yüksek enflasyon sürecine maruz kalan Türkiye’de iktisat politikalarının şekillendirilmesinde bu bakış açılarından hangisinin yansımaları daha fazla görülebilmektedir? Bu sorunun yanıtı ve enflasyon konusundaki geçerli görüş, 1980’lerden bu yana Türkiye’de uygulanan para ve maliye politikalarında gizlidir. Nitekim, ekonomi politikalarının hangi otoritenin anlayışı doğrultusunda belirlendiğinin ortaya konmasıyla, enflasyonun kaynağına inilmesi ve çözüme yönelinmesi mümkün olabilecektir. Bu amaçla, yıllar itibariyle Türkiye’de bütçe açıklarının finansmanında benimsenen anlayış, dolayısıyla aktif otorite uygulamaları ve karşılaşılan sonuçlar özetlenecektir. 59 3.2. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ GERÇEKLEŞMELERĐ Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası uygulanan iktisat politikaları, yapısal bir dönüşümü hedefleyen 24 Ocak Đstikrar Kararları’nın belirlediği ana çerçeve içerisinde yürütülmüştür. Başlıca amaçlar, ekonomiyi liberal bir yapıya kavuşturmak ve dünya ile bütünleştirmektir. Bu doğrultuda da, istikrarın sağlanması açısından öncelikli sorunlar, enflasyonun düşürülmesi ve ödemeler dengesi sorunlarının aşılması olarak görülmüştür. Ödemeler dengesi sorunu ilk aşamada dış borçlarla halledilirken, enflasyon için sıkı para politikası uygulaması başlatılmıştır. Oysa, 1980’ler batı merkez bankalarının para programlarının belirlediği para artışı ile bu artışın ima ettiği enflasyon oranı arasındaki ilişkinin zayıflığını gözlemlediği ve dolayısıyla da bu programlara şüpheyle bakmaya başlayıp, enflasyonla mücadelede, çıpa olarak para miktarının değil enflasyonun kendisinin alınmasını kabul ettiği yıllardır ( Uygur, 2001:11 ). Ancak Türkiye, daha önce de belirtildiği gibi, iktisat literatüründeki bu anlayış değişikliğinden uzak kalmış ve “parasal genişleme olmazsa, bütçe açıklarının borçlanma ile kapatılması enflasyonu yükseltmez” görüşünü benimsemiştir. Bu görüşle, bir çok ekonomistin de üzerinde birleştiği gibi, 1980 sonrası Türkiye’de uygulanan ekonomi politikalarının iki temel özelliği dillendirilmiştir. Bunlardan ilki, para hedeflemesine gidilmesi, ikincisi ise, bütçe açıklarının giderek artan bir biçimde borçlanma ile kapatılmasıdır. 1980’lerde daha ılımlı mali açıklara sahip olan Türkiye için, izleyen yıllar uygulanan politikalar neticesinde bütünüyle farklılaşmıştır. (ek tablo 1) Sözkonusu dönemde sıkı para politikası yanı sıra, enflasyonla mücadele amacına yönelik olarak 60 sıkı maliye politikası uygulaması da başlatılmış ve bu doğrultuda da, kamu harcamalarının düşürülmesi, transfer ödemelerinin azaltılması ve gelirlerin artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ancak tüm bu tedbirlere rağmen daha çok başlarda, 1983 yılından sonra sıkı maliye politikası giderek anlamını yitirmiş ve KKBG istenilen düzeye çekilememiştir. 1980’lerin ilk yarısında KKBG’nin GSMH’ya oranı %6 iken, 1990’lara gelindiğinde %10’lara çıkmıştır (ek tablo 2). Grafik 3.1. Bütçe açığı / nominal gayrisafi milli hasıla 19 87 19 Q2 87 19 Q4 88 19 Q2 88 19 Q4 89 19 Q2 89 19 Q4 90 19 Q2 90 19 Q4 91 19 Q2 91 19 Q4 92 19 Q2 92 19 Q4 93 19 Q2 93 19 Q4 94 19 Q2 94 19 Q4 95 19 Q2 95 19 Q4 96 19 Q2 96 19 Q4 97 19 Q2 97 19 Q4 98 19 Q2 98 19 Q4 99 19 Q2 99 20 Q4 00 20 Q2 00 20 Q4 01 20 Q2 01 20 Q4 02 20 Q2 02 20 Q4 03 20 Q2 03 20 Q4 04 Q 2 0 -0.1 -0.2 -0.3 -0.4 -0.5 -0.6 -0.7 bütçe açığı/ngsmh Açık sorununun daha ciddi boyutlara taşınmasında, diğer faktörlerin yanı sıra, 24 Ocak Đstikrar Kararları ile başlayan liberalleşme sürecinin, açıkların finansmanı konusunda yarattığı değişimin payı göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Uygulanan sıkı para politikası doğrultusunda mali otorite, merkez bankası yerine hazinenin kaynaklarına eğilmiş ve açıklar gittikçe artan ölçüde iç borçla finanse edilmeye başlanmıştır ( Soydan , 2001: 3-4 ). 61 1981 yılında başlayan bu süreç, 1985 Mayıs ayından itibaren ihale yöntemiyle hazine bonosu ve tahvil satışına başlanmasıyla ve 1987 yılından itibaren de Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemlerine başlayıp önemli bir para politikası aracına sahip olmasıyla devam etmiştir. Ayrıca, Merkez Bankası ve Hazine arasında 1989 yılında yapılan ve hazinenin alacağı kısa vadeli avanslara sınırlama getiren anlaşma da, kamu kesiminin merkez bankası kaynaklarını daha az kullanmasına dolayısıyla da, iç borçlanmaya daha fazla ağırlık verilmesine neden olmuştur ( Yıldırım Erhan - Refia, 2001:67).Yıllar itibariyle değişen rakamlara bakıldığında, 1985 yılında 6.972 milyar TL olan iç borç stokunun, izleyen iki yıl içerisinde 1987:17.218 rakamıyla neredeyse üçe katlandığını ve 1989’da da 41.934 milyar TL’ye ulaştığı bu durumun en önemli kanıtı olarak alınabilmektedir (ek tablo 3). Diğer yandan, mali piyasaların genelde istikrarsız ve kırılgan yapısı nedeniyle 1988’de düşme eğilimine giren ve 1994 sonrası negatif değerlere düşen kamu net dış borçlanmasının da anlamlı bir kaynak teşkil etmemesi bu süreci desteklemiş ve tüm bu etmenlerle, kamunun iç borç stokunda büyük yükselişler kendini göstermiştir (ek tablo 4-5) ( Yeldan, 2001:117 ). Özetle, iç borçlanmaya ilişkin olarak yıllar itibariyle gelişmelere bakıldığında, özellikle 1985 yılında Đstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın da yeniden organize edilerek faaliyete geçmesiyle gelişmeye başlayan finansal piyasaların, faizlerin kademeli olarak serbest bırakılmasının ve uygulanan kamu politikalarının etkisiyle, yurtiçi tasarrufların büyük bölümünün iç borçlanma piyasasına akmaya başladığı görülmektedir. Bunlara ek olarak, 1984-1990 döneminin dış borçların geri ödendiği yıllar olması, 1990 yılında Merkez 62 Bankası’nın kısa vadeli avans kullanımına kısıtlama getirmesi de iç borçlanmanın artan gelişiminin diğer sebepleridir. Bu tip borçlanmaya verilen ağırlığın neticesi ise hem mali hem de reel sektörü olumsuz etkileyerek ekonomide istikrarsız bir ortam yaratan yüksek reel faizler olmuştur ( Kazgan, 1996:49 ). Grafik 3.2. Đç borç / nominal gayrisafi milli hasıla 3 2.5 2 1.5 1 0.5 2004Q1 2003Q1 2002Q1 2001Q1 2000Q1 1999Q1 1998Q1 1997Q1 1996Q1 1995Q1 1994Q1 1993Q1 1992Q1 1991Q1 1990Q1 1989Q1 1988Q1 1987Q1 0 iç borç/ngsmh Bu durum iç borçlanmanın ekonomik dengelerini bozucu etkilerinin daha hızla belirmesine yol açmış ve sürdürülebilirliğinin ancak bu konuda verilecek tavizlere bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, 1981-1983, 1985-1988 ve 19901993 dönemlerinde reel faiz artışının, reel büyümenin üzerinde gerçekleştiği görülmüştür. Bu gelişme, kamu kesiminin iç borç stoğunun arttığının ve özel kesimden kamuya borçlanma yoluyla kaynak aktarıldığının en önemli göstergesi olarak kabul edilmektedir. 19 89 19 Q1 90 19 Q1 91 19 Q1 92 19 Q1 93 19 Q1 94 19 Q1 95 19 Q1 96 19 Q1 97 19 Q1 98 19 Q1 99 20 Q1 00 20 Q1 01 20 Q1 02 20 Q1 03 20 Q1 04 Q 1 -0.2 -0.4 3 ay ağırlıklandırılmış faiz oranı iç borç/m2y reel gsmh büyüme Grafik 3.4. Đç borç / M2Y 1.6 1.4 1.2 1 0.8 0.6 0.4 0.2 0 2004Q3 2003Q4 2003Q1 2002Q2 2001Q3 2000Q4 2000Q1 1999Q2 1998Q3 1997Q4 1997Q1 1996Q2 1995Q3 1994Q4 1994Q1 1993Q2 1992Q3 1991Q4 1991Q1 1990Q2 1989Q3 1988Q4 63 Grafik 3.3. Faiz oranı- büyüme ilişkisi 1.4 1.2 1 0.8 0.6 0.4 0.2 0 64 Özellikle reel faizlerdeki aşırı artışlar ve ekonominin üretkenlikten daha çok bir rant ekonomisi olma eğilimi içerisine girmesi, yurt içi kaynaklardan borçlanmanın sınırlarına gelindiğini işaret etmiştir. Diğer yandan, finansal piyasaların göstergesi olarak kabul edilen M2Y ile iç borcun oranının giderek yükselmesi de, iç borcun finansal piyasalara baskısının arttığını ve iç borçlanmanın sınırlarına gelindiğini göstermektedir. Đç borç piyasasındaki bu kısırlaşma sonucunda, 1989 Ağustos ayında, sermaye hareketlerini serbest bırakan 32 sayılı karar çıkartılarak, kamu açıklarının finansmanın da, kısa vadeli sermayenin kullanılması olanaklı hale getirilmiştir. Ancak, kısa vadeli sermayeyi çekmek için yerli paranın getirisinin artması gerekliliğiyle faizlerdeki yükseliş devam etmiştir. Bu durumun kamu borçlanma gereğini artırması yanı sıra, diğer bir yansıması da, Merkez Bankası döviz rezervlerinde artış meydana getirmesi ve yerli paranın aşırı değerlenmesidir (Özatay, 2000:3). 1990’lı yıllarda da, transfer ve cari harcamalardaki artışlarında sürmesiyle katlanan kamu açıkları, (ek tablo 1), yüksek faizler karşılığında, daha çok kısa vadeli yabancı sermaye girişleri ile finanse edilmiştir. Bunun sonucunda, kamu kesiminin borçları ile birlikte faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı hızla artışa geçmiş ve KKBG önemli ölçüde yükselmiştir (ek tablo 2 ). Diğer yandan, bu artışta, 1991 Körfez Krizi ve seçimlerin de etkisiyle kısa vadeye sıkışan borçlanmanın da etkisi büyük olmuştur ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001: 8). Borçların kısa vade de döndürülmesi gereği, iç borç yükü ve faiz ödemelerinin dönem boyunca hızlı bir devinim izlemesine sebep olmuştur. Nitekim, 1980’lerin başında bütçe harcamalarının yalnızca %5’ini oluşturan borç faiz ödemeleri, 1990’lı 65 yılların başında %20’lere yükselirken, borç sarmalının giderek büyümesi ile 1992’den sonra yeni bir ivme kazanarak günümüzde %40’ı geçmiş bulunmaktadır (ek tablo 6). Grafik 3.5. Faiz ödemeleri/nominal gayrisafi milli hasıla 1.4 1.2 1 0.8 0.6 0.4 0.2 2002Q1 2004Q1 Grafik 3.6. Đç faiz ödemleri/ nominal gayrisafi milli hasıla 1.4 1.2 1 0.8 0.6 0.4 0.2 iç faiz ödemeleri/ngsmh 2001Q1 2000Q1 1999Q1 1998Q1 1997Q1 1996Q1 1995Q1 1994Q1 1993Q1 1992Q1 1991Q1 1990Q1 1989Q1 1988Q1 1987Q1 0 2004Q1 2001Q1 2003Q1 faiz ödemeleri/ngsmh 2003Q1 2000Q1 2002Q1 1999Q1 1998Q1 1997Q1 1996Q1 1995Q1 1994Q1 1993Q1 1992Q1 1991Q1 1990Q1 1989Q1 1988Q1 1987Q1 0 66 Toplam harcamalar içerisinde bu denli büyük bir pay alan borçlanma ve faiz ödemelerinin kamunun en önemli gelir kaynağı olan vergi gelirleriyle arasındaki ilişkiye bakıldığında da, borç anapara ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranının giderek arttığı görülmektedir. 1980’li yıllarda %11,9 olan bu oran, 1990’da %90,5’i, 2004 yılında ise, %191,6’yı yakalamış bulunmaktadır (ek tablo 7). 1993 yılına gelindiğinde, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren hızla artan kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratan en önemli etken olmuştur. Đç borç faiz oranlarını düşürmek için ihale iptalleri ve borçlanma üzerine gelir vergisi, miktar kısıtı getiren politikalar izlenmeye başlanmıştır. Kasım 1993’te beş borçlanma ihalesinin dördü iptal edilmiştir. Ancak, bu yönlü davranışlar piyasaları daha fazla tedirgin ederek, güven ortamının sarsılmasına neden olmuştur. Kamunun faizleri düşürmek için iç borçlanmayı kısıtlamaya çalışması ve dış kaynak kısıtı sonucunda borçlanma gereği daha çok Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır. Đç borçlanma yerine kısa vadeli avansların bütçe finansmanın da ağırlık kazanması, yanı sıra iç borçlanmaya ilişkin ödemeler yapılması piyasada likidite fazlasının oluşmasına neden olmuştur. Likidite fazlası, faizleri düşürme politikası ve değerli kur politikası, devalüasyon beklentisi ve belirsiz ortamın etkisiyle dövize yönelmiştir. Nitekim, Merkez Bankası’da piyasalara döviz satarak müdahale de bulunarak reservleri düşürmüş ve devalüasyon zorunlu hale gelmiştir. Özetle, yeni borcun ancak yeni iç borçla karşılandığı Ponzi-tipi bir finansmana sürüklenen ülke için, yıldan yıla büyüyen borçlanma gereksinimi bir yandan mutlak borç yükünü artırırken, öte yandan borçlanma koşullarını sürekli ağırlaştırmıştır ( Yeldan, 2001:118 ). Sonuçta da, reel büyüme hızının çok üstünde seyreden faiz oranları ve TL’nin aşırı değerlenmesiyle rekor düzeye çıkan dış ticaret 67 açığı, bu sürecin tıkanmasını çabuklaştırmıştır. Hükümetin faizleri düşürme operasyonu (genişletici para politikası), dış açığı sürdürülemez gören spekülatif sermayenin kaçmasına yol açmış ve bu zaten bozuk olan dengeleri alt üst etmiştir. Ortaya çıkan bu kriz tablosu, 5 Nisan Đstikrar Tedbirleri’nin alınmasını zorunlu kılmıştır. Đlgili dönemde iç borçlanmanın sürdürülebilirliğini sorgulayan birçok ampirik çalışmanın da (Özatay, 1997; Özmucur, Emre, Akçay 2002 ) işaret ettiği gibi, 5 Nisan 1994 krizi yanlış ve sürdürülemez iç borçlanma politikasının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamu iç borcu krizi şeklinde patlak veren bu süreçte enflasyon değerlerine bakıldığında, çok ciddi bir sıçrama yarattığı görülebilmektedir. Buradan hareketle, bütçe açıklarının finansmanın enflasyonun ortaya çıkış sürecini etkilediği rahatlıkla söylenebilmektedir. Grafik 3.7. Enflasyon 0.5 0.4 0.3 0.2 0.1 enflasyon 2004Q2 2003Q2 2002Q2 2001Q2 2000Q2 1999Q2 1998Q2 1997Q2 1996Q2 1995Q2 1994Q2 1993Q2 1992Q2 1991Q2 1990Q2 1989Q2 1988Q2 1987Q2 0 68 Ancak, bir anlamda, yaratılan borçlanma sarmalının uzun dönemde sürdürülemezliğini ve tıkanabileceğinin kanıtlayan 1994 krizine rağmen, mali piyasalarda dövize olan hücumu önlemek ve iç borç piyasasını yeniden hareketlendirmek için üç ay vadeli bonolar %50 şok faizle doğrudan halka arz edilmiştir ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001:8 ). Bu durum aslında, ülkenin 1980 sonrası enflasyonla mücadele de temel aldığı görüşün bir yansımasıdır. Buna göre, krizin asıl nedeni,giderek büyüyen açıklar, bir kısır döngüye dönüşen finansman sorunu değil; uygulanan yanlış para politikaları sonucu, para ve faizin iyi idare edilememesidir. Yani, borçlanma faizi konusunda piyasayla inatlaşmaya kalkışılmış, merkez bankasından alınan avanslarla parasal genişleme yaratılmış ve krize neden olunmuştur ( Uygur, 2001:18-19 ). Krizin böyle yorumlanması sonucu olsa gerek, enflasyonun hızını yavaşlatmak adına sıkı para politikasına devam edileceği açıklanırken, hazinenin merkez bankasından kullanabileceği kısa vadeli avans limitinin de, kademeli olarak azaltılacağı ve sıfırlanacağı açıklanmıştır (ek tablo 8). 1997 yılında da, Merkez Bankası para politikasını bağımsız olarak belirlemiş ve Hazine ile Merkez Bankası kısa vadeli avansların sıfırlanması konusunda protokol imzalamıştır. Bu uygulama ile, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söylemlerinden büyük ölçüde etkilenildiği belirginleşmiştir ( Erdoğan-Ener, 2000: 21 ). Diğer yandan, 5 Nisan Kararları ile uygulamaya konulan daraltıcı maliye politikaları da ancak 1995 yılı ikinci yarısına kadar sürdürülmüş ve yıl sonunda erken seçim kararlarının alınmasıyla da genişletici maliye politikası uygulamaları yeniden hız kazanmıştır. Bunun yanı sıra, kamu açıklarının finansmanı, krizin sonucunda dış 69 borçlanmanın daha da güçleşmesiyle, iç borçlanmayla sürdürülmek zorunda kalınınca KKBG büyümeye devam etmiştir ( ek tablo 2 ). 1996 yılına da oldukça yüksek faizli halka arz ihracıyla başlanmış, Ocak ayından itibaren ise gerçekleştirilen ihalelere gelen teklif miktarları artmış, faizler kademeli olarak düşmüş ve hazine bir yıldan uzun vadeli olarak borçlanmaya başlamıştır. 1997 yılından itibaren ise, en uygun vade-maliyet yapısı için, Hazine’nin borçlanma politikasına ilişkin temel ilkeler belirlenmiş ve iç borçlanmanın bu prensipler çerçevesinde yürütülmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, batıda enflasyonla mücadele de 1980’lerin sonunda geçilen enflasyon hedeflemesinin ilk kez gündeme geldiği 1997 para programını da ( Uygur, 2000:12 ) destekler biçimde, borçlanmaların aylık olarak kamuoyuna duyurulması ve belirsizliklerin en aza indirgenmesi amaçlanmıştır ( Taşkın, 2004: 35 ). Ancak, para ve maliye politikalarının birlikte uygulanamaması, yapısal sorunların göz ardı edilmesi ve kamuoyundan yeterli desteğin alınamaması, enflasyon beklentilerinin kırılmasının önüne geçmiştir. Buna ek olarak, 1997 yazında, Asya krizinin patlak vermesi, kamunun açık finansmanı dolayısıyla neden olduğu kaynak sorununu, yatırım amaçlı yurt dışından borçlanmak biçiminde çözen özel kesimi bu imkandan da mahrum bırakmıştır. Böylece ekonomi, kısa vadeli yüksek faizli yükselen açıkların olduğu, yüksek enflasyonlu ve giderek üretkenlikten uzaklaşan yapısından sıyrılamamıştır. Öte yandan, 1999 yılında erken seçim kararının alınması ve deprem felaketinin yaşanmasıyla maliye politikası da önemli ölçüde gevşetilmiştir. Yılın sonuna doğru ekonomik göstergeler, ciddi bir küçülmenin yaşandığını ve bütçe açıklarının arttığını göstermiştir ( ek tablo1 ). Bu durumda hükümet, olumsuz gidişatı 70 tersine çevirmek ve mali istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak amaçlarına yönelik yeni bir ekonomik program uygulamaya koymuştur. 9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubunda 2000 yılında uygulanacak maliye politikasının temel amacının, kamu harcamalarının faiz dışı kısmında sınırlamaya gitmek ve kamu sektörü fazlasını GSMH’nın %3.7’sine çıkarmak olduğu belirtilmesine rağmen; uygun koşullarda yapılan yurt dışı borçlanmaları sayesinde iç piyasalar üzerindeki baskı ancak bir miktar hafifletilebilmiştir ( Yıldırım ErhanRefia, 2001:10 ). Dolayısıyla, 2000’li yıllara gelindiğinde de iç borçlanmanın kamunun temel finansman kaynakları arasında olduğu görülmektedir. 1991-1994 aralığında iç borçlanma politikasının doğru yönetilememiş olmasının ekonomiye yansımasının kriz şeklinde gerçekleştiği hatırlandığında, izleyen yılların da benzer bir eğilime sürüklemesi endişesi 2000’li yıllara gelindiğinde gerçeğe dönüşmüştür. Nitekim, bu dönemde kamu finansmanın da, bünyelerinde yüklü miktarlarda iç borçlanma senedi bulunduran bankacılık sisteminin ön plana çıkmıştır. Đç borçlanma getirisinin yüksek olması nedeniyle, bankalar dışarıdan çok daha düşük oranlarla geri ödemeleri olacak şekilde borçlanma eğilimine girerek kamu kesiminin finansmanın da önemli rol üstlenmiştir. Örneğin, izleyen yılda karşımıza çıkacak olan krizin simgesi haline gelen Demirbank’ın 2000 yılında yapılan devlet iç boçlanma senedi ihraçlarının yaklaşık %15’ini elinde bulundurduğu ve toplam dibs stoğunun yaklaşık %10’unu taşıdığı belirtiliyordu (Uygur, 2001(a):16 ). Böyle bir yapı içerisinde, 1990’lı yıllara benzer şekilde, elde edilen fonlarla iç yatırımların finanse edilmesi yerine ekonominin rant ekonomisine dönüştüğü, diğer yandan, dışarıdan yapılan borçlanma ile döviz açığının artırıldığı da görülmektedir. 71 Bu son durum, ekonominin dengelerinde hassaslaşmayı da beraberinde getirmiştir. Nitekim, Kasım 2000’de Arjantin krizinin beklentiler üzerinde yarattığı olumsuz bakış, önce döviz kuru riskini ihmal eden bankacılık kesimini, ardından da tüm ekonomiyi sıkıntıya sokmuştur. Büyük ölçüde iç borçlanmaya yatırım yapan yerli bankaların likidite ihtiyacına düşmesi, dış borçlanma kanallarının kapanmasıyla daha da belirginleştiğinde, kamu bonoları satılmaya başlanmıştır. Ekonomide bu gelişmeler yaşanırken, sıkı para ve maliye politikası uygulamaları devam etmiş ve likidite krizi şiddetlenmiştir. Bankaların kısa vadeli borçlanmayı sürdürme zorunlulukları faizlerdeki yükselmeyi beraberinde getirmiş ve Aralık ayına gelindiğinde gecelik faizlerde ciddi sıçramalar baş göstermiştir ( Creel-Kamber, 2004:161-164 .) Özetle, 2000 yılı Kasım ayına gelindiğinde, ekonomik programın reformlarının uygulanmasında gecikmeler yaşanması, kur çıpası uygulaması güvencesiyle bankacılık sektörünün aşırı risk alması, cari açığın büyümesi ve kamu bankalarının kısa vadeli para piyasalarında borçlanma baskısı yaratmasıyla mali piyasalarda dalgalanmalar meydana gelmeye başlamıştır. Ayrıca, yabancı yatırımcılar ve bankaların artan döviz talebi nedeniyle merkez bankası reservleri önemli ölçüde gerileyerek kriz sinyallerini vermeye başlamıştır. Döviz alımlarını gerçekleştirmek için TL alacaklarını tahsil etmeye çalışan bankaların, özellikle kamu bankalarında ortaya çıkan açıklar nedeniyle işlemlerini gerçekleştirememeleri sonucu oluşan likitide kriziyle ülke 2001 yılına batık bankalar, yüksek faizler ve yitirilmiş döviz reservleriyle girmiştir. Bu son duruma, bir de Şubat 2001’de yaşanan siyasi kriz eklenince ülke ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiştir ( Taşkın, 2004:38 ). Bu açıdan bakıldığında, finansal kaynaklı olması dolayısıyla, 1994 kriziyle benzer 72 özellikler taşıyan 2000 Kasım ve Şubat 2001 krizleri ülkede bankacılık sistemini ile kamu finansmanı arasında yakın bir bağ olduğunu da işaret etmektedir. Yaşanan krizin başlıca sorumlularının yüksek açıklar, yüksek iç borçlanma ve yapısal sorunlu bankacılık sistemi olması dolayısıyla, 2001 yılında, mali disiplin, bağımsız merkez bankası ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması konuları ön plana alınmıştır ( Turner-Özdemir, 2005:4 ). Ortaya çıkan bu finansal krizle, kamu açıkları 2000-2002 döneminde ciddi bir yükseliş göstermiştir (ek tablo1). Değişmeyen bu duruma, değişmeyen bir diğer durum olan, açıkların neredeyse tamamının iç borçlanmayla karşılanması eşlik etmiştir (ek tablo 3). Yaşanan krizin de etkisiyle, gerek borcun sürdürülebilirliğine ilişkin çıkabilecek şüpheleri en aza indirmek, gerekse kamu maliyesini bu gidişatından biraz olsun sıyırabilmek için, 2002 yılı başından itibaren kamu borç stokunun azaltılması için etkin borç yönetimi stratejileri uygulamalarına başlanmıştır. Diğer yandan, mevcut borç stokunun uluslararası kabul gören seviyelere indirilebilmesine yönelik olarak kanun (2002 Yılı 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun) düzenlenmiştir. Aslında 1994 krizi sonrası kabul edilen stand-by anlaşmasının, maliye politikasınca belirlenen ‘faiz dışı fazlayı alabildiğince arttırmak suretiyle iç borcun sürdürülebilirliğinin sağlanması’ hedefine, gecikmiş bir yasal zemin oluşturan bu kanun ile 2003 yılı başından itibaren ‘borç yönetim idaresi’ aktif olarak çalışmaya başlamıştır. Böylece, Hazine, en uygun maliyet yapısına sahip borçlanmayı gerçekleştirebilmek ve borcun sürdürülebilirliğini sağlamak için aktif borç yönetim politikalarına devam etmiştir. Temel hedef ise, kamu maliyesinin tek politika aracı haline gelen faiz dışı fazlanın 73 GSMH içindeki payının düşürülmemesidir. Bu noktada, amaç borcun sürdürülebilirliğini sağlamaktır ( Ekzen, 2003:1,2 ). 2000 yılı sonrasında para politikaları uygulamalarına bakıldığında ise, sözkonusu politikanın şekillendirilmesinde enflasyon hedeflemesi rejimi doğrultusunda yön verildiği ve nihai hedefin bu rejime geçmek olduğu görülmektedir. Bu amaçla, enflasyon hedeflemesi rejiminin öncelikli koşullarından biri olan enflasyonun kabul edilebilir düzeylere düşürülmesi hedeflenmiştir ( TCMB, 2006:16 ). Son dönem Türkiye maliye politikaları verilerinin de işaret ettiği gibi, kamu maliyesi borç maliyesine dönüşmüş bulunmaktadır ( ekler tablo 9 ). Bunun en temel nedenleri, uygulama kolaylığına rağmen, aynı kolaylıkla çok tehlikeli bir araca dönüşebilen borçlanmaya ağırlık verilmesi ve borçluluğu azaltacak kamu gelirler politikasının yoksunluğudur. Bu durum ayrıca, Türkiye iktisat politikalarında, para ve maliye otoriteleri arasındaki koordinasyonun yoksunluğunun da en büyük göstergesi niteliğindedir. Diğer yandan, borç sarmalının yol açtığı dengesizliğin sadece kamu maliyesi alanında sınırlı kalmaması ve diğer makro ekonomik dengelerin de bozulmasına kaynaklık etmesi, maliye politikasının asıl işlevinin dışında, ekonomik dengesizliklerin başlıca kaynağı olarak karşımıza çıkmasına yol açmaktadır. Bir başka ifadeyle, sürekli bütçe açığı ve sağlıksız bir maliye politikası, mali yaklaşımlarda da öne hazırlamaktadır. sürüldüğü gibi, enflasyon için uygun bir zemin 74 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN UYGULAMALI ÇALIŞMALAR Bu bölümde, Sargent-Wallece ve FTPL yaklaşımlarından hangisinin, ele alınan dönem içerisinde Türkiye ekonomisi’nde fiyatın belirlenmesi hususunda öne geçtiğini görebilmek, maliye politikasının etkisini tayin edebilmek ve bu doğrultuda, enflasyonun kaynağı ve çözümüne ilişkin politika şekillendirmelerini değerlendirebilmek amacıyla, ekonometrik modellemelere yer verilmektedir. Đlk olarak, her üç yaklaşımda da ortak olan bütçe açığı, para arzı ve enflasyon arasındaki dinamik ilişki analiz edilmeye çalışılacaktır. Đkinci olarak, ele alınan dönemde, ekonomide baskın otoritenin tespiti yine VAR modeli yardımıyla analiz edilecek ve böylece yaklaşımlar arası ayırıcı bir özellik de taşıyan zamanlararası bütçe kısıtına bakış açısı da ortaya konacaktır. Son kısımda ise, 1987-2004 yıl aralığının farklı alt dönemlerinde, ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığı MS-VAR tekniği ile araştırılarak, daha önce yapılan analizlerinde yardımıyla, Türkiye ekonomisinde enflasyonist sürecin aydınlatılmasına katkı sağlanmaya çalışılacaktır. 75 4.1. BÜTÇE AÇIĞI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ 4.1.1. Veri Tanımlama Bu çalışmada, 1987(1)-2004(4) dönemine ait 3 aylık olarak kullanılan ham veriler, faiz dışı bütçe fazlasının nominal gayrisafi milli hasılaya oranı, tüketici fiyat endeksi ve M2Y para arzıdır. Veri kaynağı, T.C. Merkez Bankası internet sayfası istatistiki veriler bölümüdür. Analiz için faiz dışı bütçe fazlasının (birincil açık, fdbf) alınması, maliyeci yaklaşıma ilişkin bir sınama yapılmasıyla ilgilidir. Maliyeci yaklaşımlarda, genel bütçe açığı yerine faiz dışı bütçe fazlasının alınmasının nedeni, birincil bütçe fazlasının tanımında gizlidir. Birincil fazla, bütçe açıklarından faiz ödemelerinin çıkarılması ile elde edilmekte ve cari yıl içinde faiz ödemeleri dışında ihtiyaç duyulan borçlanmayı göstermektedir. Bu nedenledir ki, birincil açık bütçenin kamu tarafından kontrol edilebildiği kısmı olarak kabul edilir. Bütçe harcamaları içine, büyüklüğü önceki yıllarda uygulanan maliye politikaları ve mali açıklarınca belirlenen faiz ödemeleri de dahil edildiğinde, cari dönem politikalarının ekonomi üzerindeki etkilerinin doğrudan belirlenmesi zorlaşmaktadır. Dolayısıyla, mevcut politika uygulamalarının analizi, faiz ödemelerinin hesaplama dışında tutulmasını gerektirmektedir. Bu sebeple, birincil açık özellikle borç batağındaki ülke ekonomilerinin analizinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Enflasyon üzerinde etkisini görmek istediğimiz para değişkenine ilişkin olarak M2Y verisinin kullanılması ise, M2Y tanımının M2Y=Yerleşiklerin yabancı para mevduatı+parasal yetkililer+mevduat bankaları bileşenlerinden oluşmasıdır. Finansal piyasaların büyüklüğünün göstergesi olarak kabul edilmesinin yanı sıra geniş anlamda para arzını da ifade eden M2Y, yabancı parayı da içermesi dolayısıyla, yüksek 76 enflasyon dönemlerinde yerli ile yabancı paranın ikame ediliyor olma ihtimalini de gözden kaçırmama düşüncesinden yola çıkılarak tercih edilmiştir. Ayrıca, enflasyon bütçe açıkları para arzı ilişkisini ele alan çalışmalarda da kullanılan bir değişken olması bu tercihi desteklemiştir. 4.1.2. Yöntem ve Bulgular 4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji VAR modelinde ele alınan değişkenlerin zaman serilerinin dönem içerisinde gösterdiği eğilimlerin tespit edilmesi doğru analiz yapılabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü, değişkenler arasında ekonometrik olarak anlamlı ilişkiler elde edilebilmesi, analizi yapılan serilerin güçlü bir trend taşımamasına bağlıdır. Bir başka ifadeyle, zaman serisi analizinde gözlenen serinin yapısı hakkında doğru çıkarımlar yapabilmek için serinin durağan olması gerekir. Durağanlık, süreçte hakim olan olasılık kanunlarının zamanla değişmemesi temel fikrine dayalı istatistiksel bir dengeyi ifade eder. Herhangi bir yt serisinin zayıf durağanlık koşulları aşağıdaki gibidir : E ( yt ) = E ( yt −s ) = µ [ ] [ ] E ( yt − µ ) = E ( yt −s − µ ) = σ 2 y 2 2 [ [var( y ) = var( y t t −s ) = σ 2 y] ] E [( y t − µ )( y t − s − µ )] = E ( y t − j − µ )( y t − j − s µ ) = γ s [cov( yt , yt −s )] = cov(yt − j , yt − j −s ) µ , σ 2j , γ s sabit ( Enders, 1995: 68-69 ). Zaman serisinin durağan olup olmadığının belirlenmesinde en basit yöntem, serinin grafik olarak incelenmesi ve böylelikle durağanlık konusunda bir fikir edinilmesidir. Ancak, durağanlığı araştırmada en yaygın olarak kullanılan yöntem; 77 Dickey-Fuller (DF), Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augemented Unit Root Test, ADF) veya Philips-Peron (PP) birim kök testlerinden birine başvurulmasıdır. Çalışmada kullanılan birim kök testi olan ADF, Yt serilerinin birim kök özelliğini test etmek için aşağıdaki regresyon denklemi kullanmaktadır. N ∆Yt = α o + α 1t + δYt −1 + ∑ψ i ∆Yt −i + ε t i =1 ∆ birinci fark işlemcisi, t bir zaman trendi, ε hata terimi ,Yt kullanılan seri ve N ise gecikme sayısıdır. Boş hipotez (H0),serilerin durağan olmadığı iken; (H1) alternatif hipotez, serilerin durağan olduğunu belirtmektedir. ADF testi, δ parametresinin tahminine ve onun t istatistiğine dayanır. δ negatif ve istatistiki olarak anlamlı ise boş hipotez, reddedilmektedir ( Lütkepohl-Krolzig, 2004:54-56 ). 4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tespiti Yukarıdaki, ekonometrik metodolojiye uyumlu şekilde yapılan bu çalışmada, 1987:1-2004:4 dönemini kapsayan üçer aylık, mevsimsel etkilerden arındırılmamış seriler kullanılmıştır. Verilerin analizinde, Eviews 5.0 programından faydalanılmıştır. Bir ampirik analiz için en önemli başlangıç noktası olarak kabul edilen, zaman serilerinin durağanlığının tespitine ilişkin olarak yapılan birim kök testine, M2Y ve TUFE değişkenleri logaritmaları alınmış halde girerken, faiz dışı bütçe fazlasının nominal gayrisafi milli hasılaya oranı (FDBF/NGSMH), negatif rakamlar içerdiğinden testte oran olarak yer almıştır. 78 Tablo 4.1. Birim Kök Testi Değişkenleri Değişken Dönem Açıklama FDBF/NGSMH 1987:1-2004:4 Birincil bütçe fazlasının nominal gsmh’ya oranı PL 1987:1-2004:4 Logaritması alınmış tüketici fiyat indeksi (tüfe,1987=100) M2YL 1987:1-2004:4 Logaritması alınmış para arzı Tablo 4.2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları Değişken ADF-t istatistiği ADF-t istaistiği (düzey) (sabit+trend) (1.fark) (sabit+trend) FDBF/NGSMH -2.952310 (5) -10.88251 (2)* PL 2.755640 (0) -4.641381 (1)* M2YL 0.603731 (1) -5.990220 (0)* *%1 düzeyinde anlamlıdır. Parantez içerisinde gecikme sayıları gösterilmektedir. “H0: durağan değildir” hipotezinin test edilmesinde Mac Kinnon (1996) kritik değerleri kullanılmaktadır. Anlamlılık değerleri : %1:-4.103198, %5:-3.479367, %10:-3.167404.) 79 Grafik 4.1 Birinci Sıra Fark Seriler ______________________________ DFDBF_NGSMH .20 .16 .12 .08 .04 .00 -.04 -.08 -.12 88 90 92 94 96 98 00 02 04 98 00 02 04 98 00 02 04 DM2YL .4 .3 .2 .1 .0 -.1 88 90 92 94 96 DPL .35 .30 .25 .20 .15 .10 .05 .00 88 90 92 94 96 80 Serilerin gerek grafiksel incelenmelerinde, gerekse tabi tutuldukları ADF birim kök testinde düzeyde durağan olmadıkları tespit edilmiş ve birincil fazla (gsmh’ya oran olarak), para arzı ve fiyat düzeyinden oluşan çalışma verilerinin birinci dereceden farkları alınarak durağan hale getirilmiştir. Bir başka ifadeyle, sözkonusu değişkenlerin birinci dereceden (I(1)) bütünleşmekte oldukları tespit edilmiştir. 4.2. ÇOK DEĞĐŞKENLĐ EŞBÜTÜNLEŞME ANALĐZĐ Çalışmada kullanılan zaman serilerinin durağanlık özellikleri araştırıldığında, değişkenlerin stokastik trend içermesi nedeniyle ortaya çıkacak sahte regresyon sorunuyla karşılaşmamak için, serilerin düzey verileri yerine farkları alınarak değişim oranları arasındaki ilişki tahmin edilmiştir. Böylece, bağımlı ve açıklayıcı değişkenler arasındaki ilişkinin daha doğru olarak görülebilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak, serilerin farkı alınarak değişim oranları arasındaki ilişkiye bakıldığında, değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiye dair bilgi edinme imkanı da ortadan kalkmaktadır. Yt=β0+β1X1t+β2X2t+εt (1) Yt- Yt -1=β1 (X1t+ X1t-1)+ β2(X2t- X2t-1) +ut (2) (u+= εt- εt-1) (2) nolu denklem tahmini β0 hakkında bilgi içermemektedir ( Tarı,1999: 370 ). Bu nedenle, aralarındaki ilişki trende bağlı olup, bu trend dolayısıyla da durağan olmayan serilerin uzun dönemde birlikte hareket edip etmediklerini ortaya koymak amacıyla eş bütünleşme testi (cointegration) yapılmaktadır. Değişkenler arasında uzun dönem ilişkisinin varlığının istatistiksel olarak gösterilmesine hizmet eden eşbütünleşmenin var olabilmesi için, değişkenlerin aynı sırada durağanlaşmaları gerekir. Bu son durum, serilerdeki trendin birbirini götürmesini ve trend faktöründen 81 arındırılmış düzey değerleriyle yapılacak analizde sahte regresyon problemiyle karşılaşılmamasın sağlayacaktır. Çalışmada kullanılan serilerin birim kök özellikleri incelenmesi sonucunda, FDBF/NGSMH, M2YL ve PL değişkenlerinin tamamının birinci farkta durağanlaştırıldığı görülmektedir. Birim kök testlerinden sonra eşbütünleşme vektörlerinin sayısını bulmak ve uygun hata düzeltme terimleri belirlemek için maksimum olabilirlik tahminine dayanan Johansen Eşbütünleşme Testi (1988) kullanılmıştır. 4.2.1. Johansen Eşbütünleşme Testi Johansen Eşbütünleşme Testi, durağan olmayan serilerin farkları ile seviyelerini içeren VAR tahmininden oluşur. Z, düzeyde durağan olmayan X ve Y serilerini içeren bir vektör olmak üzere, Johansen eşbütünleşme testi için oluşturulacak VAR modeli aşağıdaki gibi olacaktır: ∆Z t = Γ1 ∆Z t −1 + ..... + Γk −1 ∆Z t − k +1 + ΠZ t − k + ε t Johansen eşbütünleşme testi, Π matrisinin rankının bulunmasına dayanır. Π matrisi değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiler hakkında bilgi vermektedir ve Π ’nin rankı değişkenlerin lineer bir şekilde bağımsız ve durağan lineer kombinasyonlarının sayısıdır. Eğer Π matrisinin rankı sıfır ise, Z vektörünü oluşturan değişkenler arasında eşbütünleşme yok demektir. Π matrisinin rankının bir yada birden büyük olması ise, Z vektörünü oluşturan seriler arasında bir yada birden fazla eşbütünleşme ilişkisi olduğunu, dolayısıyla değişkenlerin uzun dönemde birlikte hareket ettiklerini 82 göstermektedir. Bu son durumun geçerliliği halinde, Π matrisi αβ ' şeklinde ( Π = αβ ' ) çarpanlara ayrılabilir. Burada “ β ” vektörleri, “r” lineer eşbütünleşme ilişkilerini yani eşbütünleşme vektörler sayısı “ α ” ise hata düzeltme modelinde eşbütünleşmiş vektörlerin gücünü ölçen ayarlama katsayılarıdır (Harris, 1995:77,78). Johansen yönteminde, durağan olmayan seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisi iki test istatistiği yardımıyla araştırılır.Bunlardan biri Đz (trace), diğeri ise Maksimum Özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiğidir. Johansen analizi, gecikme uzunluğunun seçimine duyarlı olduğu için, testin ilk aşamasında Schwarz kriteri doğrultusunda, uygun gecikme uzunluğu iki olarak tespit edilmiştir. Bağımlı değişkenin ilk sırada (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) yer alması gözetilerek yapılandırılan modelde,sabit terim vardır ve dışsal olarak trend ilave edilmiştir. Johansen eşbütünleşme testinin uygulanmasında , E-views 5.0; hata düzeltme modelinin tahminin de ise, J-Multi 4.0 paket programı kullanılmıştır. Tablo 4.3 Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (sabit terim ve trend içermektedir) Maks. 0.05 olasılık özdeğer 0.05 olasılık kritik değer test değeri kritik değer H0 Özdeğer hipotezi Đz Test değeri r=0 0.361557 46.94647 42.91525 0.0188 30.96186 25.82321 0.0096 r=1 0.205879 15.98461 25.87211 0.4938 15.90586 19.38704 0.1493 r=2 0.001141 0.078749 12.51798 1.0000 0.078749 12.51798 1.0000 Eşbütünleşme vektörünün sayısını tespit eden λ-trace ve λ-maximum eingenvalue test sonuçları, değişkenler arasında bir adet eşbütünleşme ilişkisinin varlığını göstermektedir. Buna göre, çalışmada ele alınan dönem itibariyle, fiyat 83 düzeyi, faiz dışı bütçe fazlası ve para arzı (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) arasında uzun dönemli bir denge ilişkisi mevcuttur. / NGSMH (−1) + 0.591M 2YL(−1) PL = − 2.183FDBF [ 5.201] [ −14.998 ] 4.2.2. Hata Düzeltme Modeli Değişkenler arasında eş bütünleşmenin varlığının gerek koşul olduğu, hata düzeltme modeli, çalışmada da, değişkenler arasındaki dinamik ilişkinin belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır ( Ramanathan, 1992: 446 ). Hata düzeltme modelinin işleyişi aşağıdaki şekilde ifade edilebilir: m n i =1 i =1 l p i =1 i =1 ∆Yt = α + ∑ β i ∆X t −i + ∑ δ i ∆Yt −i + λEC t −1 + ε t ∆X t = α + ∑ β i ∆X t −i + ∑ δ i ∆Yt −i + λEC t − 2 + vt ∆Yt regresyon denklemi, Y’deki değişmeyi X’teki değişmeye ve bir önceki dönem dengeleme hatasına bağlamaktadır. Đlgili regresyon denkleminde, ∆X, ∆Y’deki kısa dönem sapmaların etkisini yakalarken, ECt-1 eş bütünleşme denkleminden elde edilen hata terimlerinin bir gecikmeli değerini göstermekte ve hata düzeltme parametresi olarak adlandırılmaktadır. Hata düzeltme modelinde bağımlı değişkendeki değişme, açıklayıcı değişkenlerdeki değişme ile eşbütünleşme denkleminden elde edilen hata terimleri serisinin gecikmeli değerinin fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Burada hata düzeltme parametresi, model dinamiğini dengede tutmaya yarayan ve değişkenleri uzun dönem denge değerine doğru yakınlaşmaya zorlayan bir katsayıdır. Ayrıca, 84 bağımlı değişkende kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının bir sonraki dönemde düzeltildiğini de göstermektedir. Hata düzeltme parametresinin katsayısının sıfırdan farklı olması, tüm değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu göstermekle birlikte, işareti, büyüklüğü ve istatistiksel olarak anlamlılığı da yorum açısından önemlidir. Uygulamada, hata düzeltme parametresinin negatif ve istatistiksel açıdan anlamlı olması beklenir. Bu durum, değişkenlerin uzun dönem denge değerine doğru yaklaştığının bir göstergesi iken; katsayının pozitif işarete sahip olması, ise, ilgili değişkenin bir şokla dengeden uzaklaştığını ifade etmektedir. Uyarlanma katsayısı olarak da adlandırılan katsayının büyüklüğü ise, uzun dönem denge değerine doğru yakınlaşma hızının bir göstergesidir. Yüksek bir uyarlanma katsayısı, o değişkenin önceki dönem dengesinden sapmaya tepkisinin büyük olduğunu ve sistemde meydana gelen bir şok karşısında, değişkenin dengeye gelmesinin fazla zaman almayacağını göstermektedir. Eş bütünleşen PL, FDBF/NGSMH ve M2YL değişkenlerine ilişkin hata düzeltme modeli, iki dönem gecikmeli olarak, J-Multi 4.0 paket programı vasıtasıyla tahmin edilmiştir. Uzun dönem ilişkisinin içerisine trend ve sabit terim ilave edilmemiştir. Temelde modeldeki değişkenlerin sıralamasına dayanan ve denklemdeki son tahmin ediciden başlayarak, diğerlerinin de sırayla model dışı bırakılmasının kritik değerler açısından test edildiği bir süreci tanımlayan genelden özele doğru bir kısıtlama yöntemi ile kısıtlanan modelde ,model seçim kriterlerinden Akaike (AIC) kriteri kullanılmıştır. 85 Kısıtlanmış hata düzeltme modeli : DPL = − 0.020 PL(−1) + 2.183FDBF / NGSMH (−1)− 0.591M 2YL(−1) − 0.213DPL(−1)+ [ −3.912 ] [ 5.201] [ −14.998 ] [ −2.143] 0.301DM 2YL(−1)− 0.222 DFDBF / NGSMH (−2)+ 0.326 DM 2YL(−2)+ 0.075 [ 4.277 ] [ −2.689 ] [ 5.343] [ 4.973] Tablo 4.4 Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları Portmanteau Test (16) Normallik Testi ARCH-LM (10)Test Jarque-Berra Olasılık:0.3273 olasılık:0.0000* olasılık:0.9991 *Normalliğin red edilmesi eş bütünleşme ilişkisinde sorun yaratmamaktadır. (Gonzalo,1994:221) Çalışmada esas amaç, fiyat düzeyindeki değişmenin uzun ve kısa dönemde kaynağını belirlemek olduğu için, sözkonusu değişkene ilişkin denklemin raporlanmasıyla yetinilmiştir. / NGSMH (−1) + 0.591M 2YL(−1) PL = − 2.183FDBF [ −5.201] [ +14.998 ] Buna göre, Türkiye’de 1987:1-2004:4 döneminde, uzun dönemde fiyatlar genel düzeyini en fazla etkileyen değişken, 2.183 katsayısı ile faiz dışı bütçe fazlasının nominal gsmhya oranı iken, bunu 0.591’lik katsayısı ile para arzı izlemektedir. Dolayısıyla, fiyat düzeyi para değişkeninin yanı sıra mali değişkence de belirlenmektedir. 86 4.2.3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi Eşbütünleşme vektörünün, dolayısıyla da sistemin yorumuna ilişkin bir test olan zayıf dışsallık testinde, çok basit bir ifadeyle, doğru normalizasyon yapılıp yapılmadığı, seçilen bağımlı değişkenin doğru tespit edilip edilmediği konusu aydınlatılmaktadır. Zayıf dışsal olan değişken, ilgili denklemin sadece sağ tarafında yer alır ve modeldeki diğer değişkenler tarafından belirlenmezler, yani dışşaldır. Dolayısıyla, değişkenin sistem dışında belirlenmesi herhangi bir bilgi kaybına neden olmayacaktır ( Lütkepohl-Kratzig, 2004:92 ). Zayıf dışsallıkla ilgili hipotez, hata düzeltme terimi parametresi üzerine konan sıfır kısıtı ile test edilmektedir. Tablo 4.5. Zayıf Dışsallık Testi Değişken DPL LR test DFDBF/NGSMH 23.6785 22.3114 2 DM2YL 22.5180 2 (X (13)olasılık.0.0342) (X (11)olasılık:0.0221) (X2(13)olasılık:0.0478) Tablo 4.6 Hata Düzeltme Terimi DPL ECT(-1) -0.020 DFDBF/NGSMH DM2YL -0.317 [-3.912] [-5.924] Sistemin bir şokla 0.362 [5.144] karşılaşması halinde dengeye yönelme yada uzaklaşmasıyla ilgili davranış bilgisini içeren hata düzeltme parametresi katsayının sıfırdan farklı olması,tüm değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu göstermektedir. Uygulama beklentisiyle uyumlu olarak, parametre katsayısının 87 negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması da, bir şok sonrasında dengeye yaklaşıldığını ifade etmektedir. Diğer yandan, sözkonusu katsayının değeri, cari dönemdeki dengesizliğin ancak %2’lik bir bölümünün bir sonraki dönemde giderildiğine işaret etmektedir. Bu durum modelin, uzun dönem dengesine uyarlanma hızının oldukça düşük olduğu göstermektedir. 4.2.4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Granger (1986) ve Engle ve Granger (1987), değişkenlerin eşbütünleşmiş özellikleri tarafından sağlanan bilgiyi hesaba katan bir nedensellik testi oluşturmuş ve değişkenler arasında bir eşbütünleşme ilişkisi varlığının, bu değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedenselliğe işaret ettiğini öne sürmüşlerdir. Buna göre, hata düzeltme teriminin katsayısının istatistiki anlamlılığı da uzun dönemde değişkenler arasında nedenselliğin bir göstergesidir. Fiyat düzeyindeki değişmeye ilişkin hata düzeltme teriminin anlamlı olması, denklem içerisinde diğer açıklayıcı değişkenlerin de katsayılarının anlamlı olması bilgisiyle birleştiğinde, fiyat düzeyi, bütçe açığı ve para değişkenleri arasında Granger nedenselliğin varlığına ilişkin güçlü bir delil olarak alınabilmektedir. Tablo 4.7 Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi Sonuçları Bağımlı değişken Bağımsız değişkenler Nedensel sonuç PL FDBF/NGSMH, M2YL FDBF/NGSMH, M2YL→PL (F(1,6) olasılık:0.0000) FDBF/NGSMH PL, M2YL (F(1,6) olasılık:0.2636) M2YL PL, FDBF/NGSMH (F(1,6) olasılık:0.0000) PL, FDBF/NGSMH→M2YL 88 Granger nedensellik testi sonuçlarına göre, para arzı ve fiyat düzeyindeki değişim arasında çift yönlü bir nedensellik var iken; birincil fazla ile fiyat düzeyi arasında, sadece faiz dışı fazladan fiyatlara doğru tek yönlü bir ilişki mevcuttur. 4.2.4. Model Sonuçları Türkiye’de ele alınan dönem itibariyle, analiz sonuçları, fiyat düzeyinin belirlenmesi açısından M2Y değişkeni yanı sıra, bütçe açığının önemine de değinmekte ve enflasyon politikasında para arzı ile mali değişkenlerin bir arada değerlendirilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. 89 4.3. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ’NDE BASKIN OTORĐTE TESPĐTĐNE ĐLĐŞKĐN UYGULAMALI ÇALIŞMA Çalışmanın birinci bölümünde de belirtildiği gibi, aktif otorite kamu borcuna ilişkin gelişmeleri dikkate almaksızın kendi politikasını şekillendirirken; pasif otorite kamu borç stoklarına ve aktif otoritenin davranışlarına karşı duyarsız davranmayıp politikasını bu kısıtlar çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, aktif otoritenin ileriye dönük (forward-looking); pasif otoritenin ise, geriye dönük (backward-looking) bir davranış biçimi sergilediğini ifade etmek mümkündür (Leeper, 1991:130-136). Leeper, otorite davranışları arasında farklılığa ilişkin yukarıdaki tanımlamayı verirken, politika yapıcının kamu borcuna verdiği tepkiyi esas almıştır. Bu durum, ekonomide dengenin sağlanmasında önemli rol oynayan zamanlararası bütçe kısıtıyla ilgilidir. Enflasyon olgusunu açıklamaya çalışan yaklaşımların zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin farklı bakış açıları, onları birbirinden ayırmaktadır. Genel olarak bakıldığında ise, borç stokundaki bir artış karşısında, söz konusu eşitliğin sağlanabilmesi için iki seçenek vardır. Bunlardan ilki, mali otoritenin gelecek dönem de, politika araçları harcama ve vergiler aracılığıyla dengeyi sağlaması; ikincisi ise, mali otoritenin herhangi bir uyarlanma içerisine girmeyerek para otoritesini zorlaması ya da dengenin yeniden sağlanmasını servet etkisi ile fiyat düzeyine bırakmasıdır. Buradan hareketle, ekonomideki baskın otoritenin belirlenmesinin, otoritelerin zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin verdiği tepkiye bağlı olduğunu söylemek mümkündür. 90 Para arzı ile enflasyon arasında doğrudan ilişki kuran ve bütçe açığının enflasyon üzerindeki rolünü ancak ve ancak borcun parasallaştırmasına bağlayan parasalcı yaklaşımda, para otoritesinin baskınlığının ekonomide dengeyi sağladığı savunulmaktadır. Buna göre, baskın para otoritesi, cari ve gelecek dönemler için para arzı düzeyini açıklayarak, senyoraj yoluyla mali otoriteye ne kadar gelir sağlayacağı kısıtını baştan koyacaktır. Dolayısıyla, dengesizlik durumunda mali otorite vergileri ve/veya harcamaları kullanarak yükümlülükleri karşılayacak kadar fazla yaratılmasını zorunlu kılarak, dengeyi koruyacak ve fiyat düzeyinin maliye politikasından bağımsız olarak para piyasasında belirlenmesini sağlayacaktır (Sargent-Wallace,1981). Enflasyon olgusunu, mali değişkenleri de ele alarak açıklayan SW yaklaşımı, kamunun zamanlararası bütçe denkliğinin her dönem sağlanmasıyla ilgili olan Ricardocu denklik anlayışını, mali baskın bir otoritenin varlığında göstermesi açısından farklılaşmaktadır. Buna göre, sıkı para politikası uygulayarak enflasyonu kontrol altında tutmaya çalışan, ancak sürekli kamu açığı veren ve bunun finansmanını da borçlanmayla tercih eden baskın mali otoritenin varlığında, ekonomide faizlerin reel büyüme oranının üzerine çıkması halinde karşılaşılan borçlanma limitinde, zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması amacıyla monetizasyona gidilmesi zorunlu hale gelmektedir. Bir başka deyişle, para değişkeni bütçe kısıtını sağlamak için bütçe açığını finanse etmek doğrultusunda içsel olarak belirlenerek enflasyonun mali kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlanmasına imkan tanımaktadır. 91 Enflasyonist süreçte mali değişkenlerin rolünü ele almasıyla, SW yaklaşımıyla benzerlik taşıyan FTPL yaklaşımı, zamanlararası bütçe kısıtına bakış açısıyla ayrılmaktadır. Mali politikanın enflasyonu etkilemesinin ancak ve ancak kamunun zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması konusunda hanehalkından farklı davranması ile mümkün olabileceğini belirten FTPL yaklaşımı, hanehalkının her fiyat düzeyinde bütçe kısıtını sağlamak zorunluluğunda iken; kamunun böyle bir zorunluluk içerisinde olmadığını yani Ricardocu olmayan politikalar izleyebileceğini belirtmektedir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14). Ancak bunun anlamı, zamanlararası bütçe kısıtını hiçbir zaman sağlanmak zorunda olmadığı değildir. Belli fiyat düzeylerinde sağlanmayabilir. Dolayısıyla, kamu bu eşitliği uygulayacağı politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil, bir denge koşulu olarak almaktadır. Dolayısıyla, kamunun bütçe dengesi bozulduğunda, hükümetlerin açık finansmanı için en kolay karar verdikleri yöntem olan borçlanmanın kullanılmasının harcamalar üzerinde yarattığı servet etkisi aracılığıyla fiyat düzeyini belirleyeceği savunulmaktadır. Buradan hareketle, fiyatlar genel düzeyi kamunun mali rejim seçimi ile ilişkilendirildiği FTPL yaklaşımının enflasyona ilişkin savunusunun ancak mali baskın ve Ricardocu olmayan rejimler altında mümkün olduğunu söylemek mümkündür ( Christiano-Fitzgerald, 2000: 5 ). Özetle, enflasyonist süreci ele alan tüm bu yaklaşımların, savlarının geçerli olduğu ortam açısından değerlendirilmeleri halinde, paracı yaklaşım için baskın bir para otoritesinin; SW ile FTPL yaklaşımları için ise, baskın bir maliye otoritesinin varlığı gerekmektedir. Bu noktada, önemli olan maliye otoritesinin baskınlığını belirten bu son iki yaklaşımın birbirinden nasıl ayrılacağıdır. 92 Maliye ve para otoritelerinin hangisinin ekonomide baskın olduğuna dair yapılan çalışmalar, analizlerinin temeline zamanlararası bütçe eşitliğini oturtmuşlardır. Zamanlararası bütçe kısıtı bir dönemlik bütçe kısıtından elde edilmektedir. Kamunun tek dönemlik bütçe kısıtı aşağıdaki gibidir: Bt = (Tt − Gt ) + ( M t − M t −1 ) + Bt +1 /(1 + it ) (1) Mt, Bt, (Tt-Gt), i sırasıyla, kamunun baz para stoğunu ve kamu borcunu, birincil fazlayı ve faiz oranını simgelemektedir. Sözkonusu eşitliğe göre, varolan borç, ödenebilir, monetize edilebilir yada yeniden borçlanma ile karşılanabilir. Tek dönemlik bütçe kısıtından, iterasyon yapılarak ulaşılabilen zamanlararası bütçe kısıtı toplam yükümlülükler açısından da yazılabilmektedir. M t + Bt Tt − Gt (M t − M t −1 ) M t +1 + Bt +1 = + +α Pt Pt Pt +1 Pt (2) ( α ) iskonto katsayısı (2) nolu eşitlik, toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerinin, senyoraj gelirlerini de içeren birincil bütçe fazlası ile gelecek dönem yükümlülüklerinin indirgenmiş değerine eşitliğini göstermektedir. Eşitlik basitleştirilmiş bir notasyonla yazıldığında: wt = s t + α t wt +1 (3) wt cari ,wt+1 gelecek dönem toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerini; st senyorajı da içeren birincil kamu fazlalarını, α ise iskonto katsayısını ifade etmektedir ( Canzoneri, Cumby, Diba, 2001:1224 ). 93 Zamanlarası bütçe dengesinin çözümünün ortaya çıkmasında belirleyici olan ve ekonomide borcun sürdürülebilir olması yanı sıra varolan rejimin belirlenmesine de katkı sağlayan diğer bir eşitlik de, hanehalkının fayda fonksiyonunu optimizasyonu sonucu elde edilen transversalite koşuludur: M + Bt lim t t →∞ Pt / (1 + i )t −1 = 0 (4) nolu bu eşitliğe göre, kamu yükümlülükleri sonsuzda sıfıra ulaşacaktır. Woodford’un denge koşulları olarak belirttiği bu son iki eşitlik, doğrudan test edilemese de, transversalite koşulunun sağlandığı bir durumda, (3) nolu eşitlik fazlalar ile yükümlülükler arasındaki ilişki hakkında bilgi sağlayabilmektedir (TanerRamos, 2002:5,6). Eğer içsel bir mali politika uygulaması ile zamanlararası bütçe eşitliğini sağlayacak kadar bir fazla yaratılmaktaysa ekonomide Ricardocu bir rejim geçerlidir ve fiyatlar sistem dışından yani para otoritesince belirlenmektedir. Diğer bir olasılık, mali politika değişkeninin politik süreç içerisinde borç düzeyini dikkate almaksızın belirlenmesidir. Bu durumda, fiyatlar genel düzeyi, bütçe eşitliğini sağlayana dek uyarlanacaktır. Bir başka ifadeyle, fiyatlar sistem içerisinden belirlenecek, dolayısıyla da para otoritesinin enflasyon üzerindeki kontrolü ortadan kalkacaktır. Bu durum, aynı zamanda zamanlararası bütçe kısıtının sağlanıyor olmasının Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına gelmediğinin de bir göstergesidir. 94 Özetle, uygulanmakta olan maliye politikasının transversalite koşulunu doğrudan sağlayıp sağlamadığı, ekonomide Ricardocu bir rejim izlenip izlenmediğinin göstergesi niteliğindedir. Buna göre, maliye politikasının sözkonusu koşulu doğrudan sağladığı durum Ricardocu politikayı; aksi durum Ricardocu olmayan politikayı temsil etmektedir. Dolayısıyla Ricardocu olmayan maliye politikasında transversalite koşulu fiyatlar genel düzeyi tarafından sağlanmakta ve bu süreç hem Ricardocu olmayan hem de mali baskın bir yapıda ortaya çıkan FTPL yaklaşımının geçerli olduğuna işaret etmektedir ( Bolatoğlu, 2003:85-86 ). Para ve mali baskın otoritelerin birbirinden ayrılmasına ilişkin yukarıdaki bilgilerin ışığında, ülke verilerine uygulanması açısından daha kolay olan iki yöntem, geriye dönük (back-ward looking) ve ileriye dönük (forward-looking) yaklaşımlardır. Belli bir olayın meydana gelmesinden sonra ortaya çıkan durumu analize yönelik bir bakış açısını (ex-post) simgeleyen, geriye dönük yaklaşımda temel soru, yükümlülüklerin artması halinde kamu birincil açığının azalıp azalmadığıdır? Buna göre, yükümlülüklerdeki bir artış karşısında, mali otorite birincil fazlayı (st), yükümlülükleri (wt) telafi edecek düzeyde artıyorsa, mali otoritenin uyarlandığı dolayısıyla da para otoritesinin aktif olduğu Ricardocu bir yapının varolduğunu söylemek mümkündür. Ancak, ilk durumda görülen pozitif ilişki Ricardocu olmayan bir ortamda da, fiyattaki uyarlanma aracılığıyla ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla, (st) ve (wt) arasındaki basit korelasyonlar tam bir gösterge olmayabilmektedir. Bu nedenle, birincil fazladaki (st) bir artışın gelecek dönem yükümlülüklerini (wt+1) nasıl etkileyeceği sorusunun sorulduğu (Creel-Kamber,2004:168), ileri dönük bakış açısı uygulamaya daha yakın ve daha aydınlatıcı bir yaklaşım olarak 95 Canzoneri, Cumby, Diba (2001), Taner-Ramos (2002) ve Fialho-Portugal (2005) çalışmalarında kullanılmıştır. Buna göre, fazlada meydana gelen bir artış karşısında, gelecek dönem yükümlülüklerinde bir azalma meydana gelmesi, elde edilen fazlalarla borcun ödendiğini dolayısıyla da, yükümlülüklerin dikkate alınarak fazlanın yaratıldığının bir göstergesidir. Buradan hareketle, fazla ile gelecek dönem yükümlülükler arasında negatif (st↑,wt+1↓) bir ilişkinin varlığında Ricardocu yada para otoritesi baskın bir rejimin geçerli olduğu kabul edilmekteyken, böyle bir durumun var olmadığı tüm diğer olasılıklar Ricardocu olmayan rejim olarak kabul edilmektedir (CanzoneriCumby-Diba, 2001:1225-1227). Para ve maliye otoritelerinin birbirinden ayrılmasına ilişkin benzer bir etkileşim tablosunu, cari açıklardan gelecek yükümlülüklere ve cari yükümlülüklerden gelecek dönem açıklarına doğru yapan Taner ve Ramos (2002), yukarıdaki olasılık sonuçlarını doğrulamakla birlikte; mali baskın bir otoritenin varlığı yanı sıra FTPL sürecinin ortaya çıktığı tek durumun, cari yükümlülükler ile gelecek açıklar arasındaki ters yönlü bir ilişkinin varlığında görüldüğünü belirtmiştir. Buna göre, cari yükümlülüklerin artışı karşısında, gelecek dönem açıkların düşürülmesi öngörülerek fiyatlardaki uyarlanma ile borcun reel değerini düşmekte ve böylece gelecek dönem açıkların düşürülmesi sağlanmaktadır. Bunun yanı sıra , hangi yönlü olursa olsun , birincil açığın diğer değişken üzerinde herhangi bir etki yaratmaması durumunun, dışsal birincil açıkla ve mali baskın bir yapıyla uyumlu olduğu belirtilmektedir. 96 4.3.1. VAR Analizi Sonuçları Yukarıda verilen bilgilerin ülke verilerinde sınanmasında, ortak nokta, gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisinin yorumlanmasıdır. Bu çalışmada da, aynı yöntem benimsenerek, 1989:2-2004:4 aralığında Türkiye’de baskın otorite davranışı ortaya konmaya çalışılacaktır. Analizin iki anahtar değişkeni, reel senyoraj gelirlerini de içeren birincil bütçe fazlası (st) ve reel toplam yükümlülüklerdir (wt). Verilerin hesaplanış biçimi aşağıdaki gibidir: st = wt = (Tt − Gt ) (M t − M t −1 ) Pt + Pt M t + Bt Pt st : Senyoraj dahil reel bütçe fazlası wt : Reel kamu yükümlülükleri Tt − Gt : Birincil bütçe fazlası Pt : Tüketici fiyatları indeksi (1987:100) M t : Merkez Bankası parası Bt : Đç borç stoku 97 Çalışma yöntemi olarak vektör otoregresif modelleme tekniği (VAR) analizlerinden, değişkenler arasındaki dinamik etkileşimi gösteren etki-tepki fonksiyonları kullanılmaktadır. VAR analizine giren zaman serilerinin taşıdığı eğilimin belirlenmesine ilişkin yapılan, birim kök testi sonucunda her iki zaman serisinin de birinci derece farkta durağan olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda Var analizine giren değişkenler, DS ve DW olarak gösterilmekte ve senyoraj dahil reel bütçe fazlasını ve reel kamu yükümlülüklerini simgelemektedirler. Fazlada meydana gelen bir şokun gelecek dönem yükümlülüklerini ne ölçüde ve hangi yönde etkilediğine dair yapılan etki–tepki analizin de, bütçe fazlasının ilk sıraya alınmasıyla, bu değişkendeki bir değişmenin yükümlülükler üzerinde anlık etki yaratmasına imkan tanınmakta (fazladaki bir artış karşısında varolan borç stoğunun değerini beklenen fazlaların bugünkü değerine eşitlemek için fiyat düzeyinde uyarlanma gerçekleşiyor) ve böylece Ricardocu olmayan rejimlerde geçerli olan bu durumun varlığı daha kolay test edilebilmektedir (Fialho-Portugal, 2005:11) . Değişkenlerin sıralanmasında ikinci olasılık, yükümlülüklerin ilk sıraya alınmasıdır. Gerek etki-tepki analizinin sıralamaya karşı duyarlı olması nedeniyle, çalışmada kullanılan paket program E-Views 5.0’ın bir özelliği olan, genelleştirilmiş etki-tepki seçeneği tercih edilerek, sözkonusu duyarlılığının ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. 98 Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW) ETKI-TEPKI GRAFIGI ± 2 STANDART SAPM A DS'NIN DW'YE TEPKISI DS'NIN DS'YE TEPKĐSĐ 16 16 12 12 8 8 4 4 0 0 -4 -4 -8 -8 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 DW'NIN DW'YE TEPKISI 4 5 6 7 8 9 10 8 9 10 DW'NIN DS'YE TEPKISI 30 30 20 20 10 10 0 0 -10 -10 -20 -20 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 4 5 6 7 99 Buna göre, ele alınan dönem içerisinde, birincil fazla ile gelecek dönem yükümlülükler arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Tanner ve Ramos’un (2002), fazla ile yükümlülükler arasındaki etkileşim analizi esas alındığında, bu durumun, bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın belirlendiği, baskın bir mali otoritenin varlığı ile uyumlu olduğu görülmektedir. 1994, 2000 ve 2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren veride, Ricardocu olmayan bir yapının varlığı sonucuna varılması, Brezilya ekonomisi üzerinde benzer bir çalışma yapan Fialho ve Portugal’ın (2005), ülkelerin kötü dönemlerde mali gerekliliklerin artarak mali rejimlerin baskın hale getirdiklerine dair öngörüsünü doğrulamaktadır (Fialho-Portugal, 2005:4), Ülke gerçekleşmeleri de, 1994 sonrasında her ne kadar sıkı maliye politikası temel alınıp, mali politikaların uyarlanması hedeflense de, genişletici uygulamalara da kayıldığı ve kamu bütçesinde tam bir mali disiplinin sağlanamadığını işaret etmektedir. 100 4.4. MARKOV DÖNÜŞÜMLÜ MODEL (MS-VAR) Bir önceki bölümde, 1989:2-2004:4 döneminde Türkiye’de para ve maliye politikalarından hangisinin daha baskın bir yapıda olduğunu belirlemek amacıyla, senyorajı da içeren birincil bütçe fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki ilişki VAR modeli analizlerinden etki-tepki fonksiyonlarının incelenmesi aracılığıyla ortaya konmaya çalışılmış ve sözkonusu dönem de maliye otoritesinin baskın olduğu bir yapıyla karşılaşılmıştır. Maliye otoritesinin baskınlığına dair elde elden sonuç para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu varsayımı altında geçerliliğini korumaktadır. Oysa, bu iki otorite arasındaki karşılıklı ilişki zaman içerisinde değişebilmekte ve olası farklı rejimler altında değişkenler farklı davranış özellikleri sergileyebilmektedir. 4.4.1. MS-VAR Metodoloji Rejim değişikliğinin varolduğu durumlarda, yapısal kırılmalar sistem içerisine yapısal bir parametre değişimi olarak girmekte ve modelin doğrusal olmayan bir yapı kazanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu gibi durumlarda, klasik doğrusal ekonometrik modellerin doğruluk gücü azalmaktadır. Bunun için politika değişimlerinin yer aldığı ve özellikle de bu değişimlerin hangi dönemlerde olduğunun bilinmediği durumlarda, daha güçlü çözümler üretebilen doğrusal olmayan modellerin kullanılması daha uygun görülmektedir ( Krolzig, 2001: 340 .) Bu amaçla kullanılan ve VAR modellerini rejim değişikliği ile birlikte tahmin etmeye olanak sağlayan yöntemlerden birisi de Markov Dönüşümlü (Markovswitching vector autoregressive model MS-VAR) modelleme tekniğidir. 101 Rejim değişikliğini inceleyen MS-VAR modellerinin temel mantığı, modeldeki makro ekonomik değişkenlerin bazılarının gözlemlenmeyen rejim değişkenlerine bağlı olmalarıdır. Dolayısıyla, sistemde rejim değişiklikleri varsa, VAR sürecinin parametreleri θ zaman içinde değişiyor demektir ( Fialho- Portugal, 2005:1,7 ) Ekonomide gözlemlenmeyen rejim değişkeni st , mümkün olabilecek rejim sayısı M st ∈ {1...., M } olsun, bu durumda gözlemlenebilen {yt } serisi için olasılıklar şöyle verilebilir. f ( yt Yt −1 , θ1 ) eğer st=1 . p ( yt Yt −1, st ) = . f (y Y ,θ ) t t −1 M (1) Eğer st=M m=1,…M kadar olan rejimler altında θ m VAR parametreleri vektörünü simgelemektedir. Yt-1 gözlemlerdir {yt − j } j = 1∞ . (1)nolu eşitlikte gözlemlenemeyen bir rejim altında VAR süreci verilmiştir. Gözlemlenmeyen bir rejimin varlığı da Markov süreci tarafından takip edilmektedir. Buradan veri st rejimi altında , yt zaman serisi p sırasından bir vektör otoregresif bir süreçle şöyle ifade edilmektedir ( Krolzig, 1996: 5 ). p E [yt Yt −1 , st ] = v(st ) + ∑ A j (st ) yt − j (2) j =1 ut = yt − E [yt Yt −1 , st ] (3) ut: hata terimidir. 102 Tüm parametrelerin rejim değişikliğinden etkilendiği genel model dışında, ortalama yada sabit terimin rejimlerden bağımsız hareket ettiği yada hata teriminin değişen varyans özelliği taşıyıp taşımaması gibi seçimlerin yapılabildiği farklı türde doğrusal olmayan model teknikleri vardır ( Portugal-Fialho, 2005: 9 ). Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri µ MSM-VAR(p) v değişir - MSMH-VAR(p) değişir - ∑ Ai sabit sabit değişir sabit MSI-VAR(p) - değişir sabit sabit MSIH-AR(p) değişir değişir değişir sabit MSIAH-AR(p) - değişir değişir sabit Yukarıda değinilen, doğrusal olmayan modelleme tekniklerinden MSMH modelinin kullanıldığı bu kısımda temel amaç, öncelikle 1989:2-2004:4 döneminde ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığının tespitidir. Maliye ve para otoriteleri arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içinde değişimini ifade eden rejim farklılıklarının ortaya konması halinde de, bu değişikliklerin hangi dönemlerde geçerli olduğu ve bu farklı politikaların birbirlerini tamamlayıcı mı yoksa ikame edici bir özellik mi taşıdığının ortaya konması amaçlanmıştır. 103 4.4.2. Analiz Sonuçları Para politikası değişkeni olarak üç aylık faizin (faiz) alındığı modelde, maliye politikası değişkeni olarak da reel birincil bütçe fazlası (rfdbf) kullanılmıştır. Faiz ve reel birincil fazlaya ilişkin zaman serileri düzeyde durağan olmadığından, birinci farkları alınarak analize sokulmuşlardır. MS-VAR OXO programının kullanıldığı çalışmada, yukarıda değinilen rejim değişikliği modellerinden, MSMH model türü kullanılmıştır. Ortalama ile varyansın değişmesine izin verilip, parametrelerin sabit kabul edildiği bu model türünde gecikme uzunluğu, daha önce çalışılan VAR modeline uygun olarak ikidir. Öncelikle, ele alınan dönem verileri açısından doğrusal mı yoksa doğrusal olmayan bir modelin mi daha güçlü ve tutarlı sonuçlar verebileceğinin tespiti açısından bakılan LR test sonuçları, farklı politikaların varlığının gözlemlenmesine izin veren doğrusal olmayan bir model ile çalışılabilmesini doğrulamaktadır. Buna göre, MSMH(2)-VAR(2) olarak simgelenen model de, çalışmacı tarafından konan iki rejim kısıtında, rejimler arasındaki ilişki iki dönem gecikme ile MS-VAR modellerinin tahmin edilmesinde kullanılan Maksimum Likelihood Yöntemi aracılığıyla tahmin edilmiş ancak her iki rejimin istatistiksel anlamlılığının olmaması yanı sıra model sonuçlarının ülke verileri ile uyum içerisinde olmadığı da tespit edilmiştir. Bunun için, ele alınan dönem içerisinde yer alan 1994 ile 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleri için kukla değişken kullanılarak yeni bir model tahmini yapılmıştır. 104 Rejim değişikliğinin varlığına işaret eden tahmin sonuçları aşağıdadır: Tablo 4.9. MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz) Katsayılar Rfdbf Ort. (Rejim 1) -0.028271 -0.151157 [-2.8120] [-3.5369] 0.001572 0.000333 [0.2192] [0.0473] Ort. (Rejim 2) Rfdbf_1 Rfdbf_2 Faiz_1 Faiz_2 D94 D01 Faiz -0.205439 -0.215687 [-1.3746] [-1.3165] 0.087872 -0.375354 [0.5658] [-1.5953] 0.068327 -0.424674 [1.9369] [-3.1191] -0.009688 -0.188955 [-0.2707] [-1.7716] 0.092897 0.647445 [3.2126] [3.4601] 0.034672 0.474152 [0.7862] [7.7938] St. Hata (rejim 1) 0.024925 0.158303 St. Hata (rejim 2) 0.056679 0.056270 Log-likelihood 170.1373 Lineer Sistem 157.1123 Tablo 4.10: Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları Rejim 1 Rejim 2 Rejim 1 0.5749 0.4251 Rejim 2 0.0731 0.9269 Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri nObs olasılık Süre Rejim 1 9.3 0.1468 2.35 Rejim 2 51.7 0.8532 13.67 105 Her bir rejimin tanımlanmasında, politikaları simgeleyen değişkenlerin işaretlerinin yönü belirleyicidir. Model tahmini, her iki rejimde de değişkenlerin aynı yönlü hareket ettiğini dolayısıyla para ve maliye politikalarının birbirlerini tamamlayıcı davranışlar sergilediğini göstermektedir ( Portugal-Fialho,2005:16 ) Rejim 1 için negatif olan bu aynı yönlü hareket, rejim 2 için pozitiftir. Fazlalardaki bir azalmaya, faiz oranlarındaki düşmenin eşlik ettiği bir yapıda, genişletici maliye ve para politikaları simgeleyen rejim 1 istatistiki olarak anlamlı iken; her iki politikanın da daraltıcı olduğu rejim 2’nin istatistiki olarak anlamlı olmadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan, modele ilave edilen kukla değişkenlerin tistatistiklerinin de istatistiki anlamlılığı destekleyecek düzeyde olduğu görülmektedir (tablo 4.9). Modeli genişletici politikaları simgeleyen rejim 1 açısından yorumladığımızda, geçerli olduğu dönemde bu rejimde kalma olasılığının %57 gibi yüksek bir oranda olduğu görülmektedir ( tablo 4.10 ). Rejimin ekonomide uygulanabilirliğine ilişkin sürelerine bakıldığında ise, genişletici maliye ve para politikalarını simgeleyen rejim 1’in yaklaşık 2.5 dönem ekonomide varlığını sürdürdüğü görülmektedir ( tablo 4.11 ). Modelin diğer bir sonucu olan ve her iki rejim için de yıllar itibariyle uygulama olasılıklarını gösteren şekil 1’e göre, rejim 1 ekonomi gerçekleşmeleri ile uyumlu olarak özellikle kriz ve dışsal şokların olduğu 1994 krizi, 1999 büyük deprem yılları ve 2001 Şubat krizini izleyen ilk dönemde kendini göstermiştir. Nitekim, çalışmanın ele alınan dönem açısından ekonomi gelişmelerinin özetlendiği kısımda da belirtildiği gibi, yaşanan iki büyük kriz mali kaynaklı para krizleri olarak 106 değerlendirilmiş ve genişletici politikalar ile sonuçlanmıştır. Diğer yandan, özellikle 1998 sonrası ekonomide sıkı para ve maliye politikaların uygulanması yönünde alınan kararların da 1999 depreminde yerini zorunlu olarak genişletici politikalara bıraktığı görülmüştür. Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz) MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4) 0.5 rfdbf faiz filtrelenmis ongorulen yumusatilmis 0.0 -0.5 1990 1.0 Rejim 1 Olasiliklari 1995 2000 2005 1995 2000 2005 1995 2000 2005 0.5 1990 1.0 Rejim 2 Olasiliklari 0.5 1990 Ekonomide rejim değişikliklerinin varlığına işaret eden ancak tek bir rejimin istatistiksel olarak anlamlılığının tespit edildiği yukarıdaki analiz, reel faiz dışı fazla olarak alınan maliye politikası değişkeninde bir değişiklik yapmadan, para politikası değişkeni faizin yerine para miktarı kullanılarak tekrar edildiğinde, rejimlerin tanımlaması farklılaşmış ancak her iki rejim için de beklenen istatistiki anlamlılık düzeylerine ulaşılamamıştır. 107 Buna göre, değişkenlerin birbirine ters yönlü hareket ettiği dolayısıyla da politikalarını simgeleyen rejim 2 de istatistiki anlamlılığı olan tek değişkenin para olduğu görülmektedir. Her iki rejimde de pozitif olan para değişkeni işareti genişletici para politikasının varlığına işaret etmektedir. Para politikası değişkeni olarak faizin alındığı bir önceki çalışmaya benzer şekilde, rejimlerin uygulanma olasılıkları özellikle 1994 krizi, 1999 deprem süreçlerinde genişletici politikaların uygulandığına işaret etmektedir. Tablo 4.12: MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para) Katsayı Rfdbf Para Ort. (rejim 1) 0.000967 0.047841 [0.0742] [1.6447] Ort. (rejim 2) -0.002069 0.157283 [-0.2139] Rfdbf_1 -0.195660 0.222875 [-1.8086] Rfdbf_2 Para_2 D01 D94 [1.9370] -0.199461 0.349220 [-1.9092] Para_1 [5.7925] [2.8481] -0.092693 0.317420 [-1.3548] [3.2372] 0.099590 0.054462 [1.6044] [0.5445] 0.078634 0.122193 [1.3696] [3.2289] 0.081481 0.226426 [3.2206] [5.0318] St. Hata (rejim 1) 0.074937 0.047714 St. Hata (rejim 2) 0.024815 0.044289 Doğrusal sistem 187.3338 Log-likelihood 207.9241 108 Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para) 0.4 MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4) rfdbf para filtrelenmis ongorulen yumusatilmis 0.2 0.0 1.0 1990 Rejim 1 Olasiliklari 1995 2000 2005 1990 Rejim 2 Olasiliklari 1995 2000 2005 1995 2000 2005 0.5 1.0 0.5 1990 Tüm bu model denemelerinin ortak sonucu, ele alınan dönemde, istatistiki anlamlılığı olan rejimlere ilişkin olasılık grafiklerinin de işaret ettiği gibi, ekonomide rejim değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye politikalarının birlikteliği tüm modellere ilişkin ortak bir sonuç niteliğindedir. Baskın olan otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de bağdaşır şekilde, para politikasını dikkate almadan sürekli genişletici politikalar uygulayan bir mali otorite sözkonusu olduğunu söyleyebilmek mümkündür. 109 BEŞĐNCĐ BÖLÜM SONUÇ Özellikle 1980 sonrasında, dünya ülkelerindeki enflasyonist sürecin açıklanmasında parasalcı yaklaşımın tatmin edici sonuçlar getirememesi, bu görüşün sorgulanması yanı sıra para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin yönünün farklı yaklaşımlarca açıklanmaya çalışılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu konuda literatüre katkı sağlayan önemli bir çalışma, parasalcı yaklaşımın, öne sürdüğü sıkı para politikasının, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda uzun dönemde işleyemeyebileceğini ve daha yüksek enflasyon süreçlerini doğurabileceğini öne süren Sargent-Wallace (1981)’dir. Bu yaklaşımı, fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik ilişkisini, Sargent-Wallace yaklaşımından farklı olarak, açıkların parasallaştırılmasına bağlamayan FTPL yaklaşımı izlemektedir. Buna göre, para da herhangi bir değişiklik olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi arasındaki ilişki, bonoların özel servetin bir parçası olarak kabul edilmesi sonucunda servet etkisi aracılığıyla doğrudan kurulmaktadır. Bu çalışmada da, literatürdeki gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’deki enflasyonist süreç uygulamalı çalışmalarla tespit edilmeye çalışılmıştır. Đlk olarak, fiyat düzeyindeki değişmelerin parasalcı yaklaşımdan ayrılarak açıklandığı, teoriler irdelenmiş ve konu ile ilgili uygulamalı çalışmalara değinilmiştir. Ardından da, 1980 sonrasında Türkiye’de enflasyon süreci ile iktisat politikalarının şekillendirilmesinde benimsenen görüşlerin de yer aldığı, ekonomik gelişmeler özetlenmiştir. 110 Enflasyon olgusunun gelişen literatür doğrultusunda, Türkiye ekonomisi için araştırıldığı ekonometrik çalışmaların ilk kısmında, 1987:1-2004:4 dönemi için enflasyonun açıklanmasında, para arzı ve birincil bütçe açıkları değişenlerinden hangisinin daha anlamlı olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, para arzını temsilen M2Y, maliye politikasını temsilen de faiz dışı birincil fazlanın gayrisafi milli hasılaya oranı alınmıştır. Analiz sonuçları, ele alınan dönem için, enflasyonun kaynağına ilişkin olarak para değişkeni yanı sıra bütçe açığının önemine de değinmesi, enflasyon politikasında hem para hem de mali politikaların bir arada ele alınması gerekliliğini de ortaya koymuştur. Uygulamalı çalışmaların ikinci kısmında, ülkedeki enflasyon sürecinin aydınlatılmasına destek sağlayacak olan, baskın otoritenin tespitine ilişkin olarak gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisine bakılmıştır. Politika yapıcılarının zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin verdiği tepkiye bağlı olarak ekonomide baskın olma durumlarının belirlendiği analiz sonucunda, 1989:2-2004:4 aralığında birincil fazla ile gelecek dönem yükümlülükler arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bu durum, 1994, 2000 ve 2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren dönemde, mali gerekliliklerin arttığını ancak bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın belirlendiği baskın bir mali otoritenin varlığını ifade etmektedir. Para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu varsayımı altında geçerliliğini koruyan baskın mali otorite sonucunun, bu iki otorite arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içerisinde değişebildiği durumlarda nasıl bir seyir izlediği ise, ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığını ortaya 111 koyması yanı sıra hangi dönemlerde ve ne kadar süreyle geçerli olduğunu da test eden MS-VAR modelinin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bu doğrultuda, ilk olarak, çalışmacı tarafından konan iki rejimin varlığı kısıtı altında ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığı araştırılmıştır. Para ve maliye politikasını simgeleyen farklı değişkenler için yapılan birden fazla uygulama sonucunda da, ekonomide rejim değişikliklerinin varlığı tespit edilmiştir. Analiz sonucunda varılan genel sonuç ise, ele alınan dönemde, ekonomide rejim değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye politikalarının varlığı tüm uygulamaların ortak sonucu niteliğindedir. Baskın otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de bağdaşır şekilde, bu son model çalışmasında da, genişletici para politikasının varlığı, mali otoritenin kamu borç yapısını ve zamanlararası bütçe denkliğini göz önüne almadan politikasını şekillendirdiğine işaret etmektedir. Çalışma içerisinde yapılan tüm uygulamaların sonuçları ve ekonomik gelişmeler bir araya getirildiğinde, Türkiye’de enflasyonist süreci mali ve paraal kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlamak mümkündür. Özellikle 1980’lerin sonrasında sürekli bütçe açıklarının finansmanın da iç borçlanmaya ağırlık verilmesinin Sargent-Wallace yaklaşımını doğrular biçimde ekonomiyi 1994 krizine sürüklediği görülmektedir. Kriz sonrasında her ne kadar mali açıkların düşürülmesine yönelik uygulamalar üzerinde durulmuşsa da, birtakım dışsal ve içsel şokların etkileriyle bunun başarılamadığı ve mali politikanın genişletici uygulamalarına kamu bütçe dengesini gözardı ederek devam etmesinin, mali baskın bir yapının hakimiyetinin sürdüğüne işaret etmektedir. Ekonomide geçerliliğini 112 sürdüren bu koşulların yanı sıra, sıkı para politikaları uygulamalarına devam edilmesi, 1990’larda yaşanan sürecin 2000’li yıllara da taşınmasına kolaylık sağlamıştır. Nitekim, 2000 sonu ve 2001 başında yaşanan kriz sürecinin temelinde de, iç borçların bankacılık sistemince finansmanının sürdürülemez noktaya gelmesinin büyük katkısı vardır. Bu açıdan bakıldığında, enflasyonist süreçte mali değişkenlerin rolünün varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, bu durum bütçe açıkları ile enflasyon arasındaki ilişkiyi doğrudan kuran FTPL yaklaşımının ülke örneğinde sağlanmasını göstermesi açısından yeterli değildir. Maliye politikası ve hane halkının tüketim harcaması ilişkisini bütçe açıkları ve fiyat düzeyi ilişkisinin temeline oturtan FTPL yaklaşımında öne sürülen servet etkisinin, ekonomide yaşanan krizlerle kamu borcunun ödenebilirliği konusunda oluşan olumsuz beklentilerle kırıldığının söyleyebilmek mümkündür ( Erdoğdu, Özbek, 2005:12-13 ). Çalışmanın, uygulama sonuçlarına dayandırılarak enflasyon sürecine ilişkin ortaya koyduğu öneri; ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde tek bir otoritenin baskınlığının değil, para ve maliye otoritelerinin birlikteliğinin sağlandığı bir anlayışın benimsenmesi olarak kısaca belirtilebilmektedir. 113 ÖZET SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA Doktora Tezi, Đktisat Bölümü Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Hasan ŞAHĐN Mart, 2007 Bu çalışma, Türkiye’de 1987:1-2004:4 dönemi enflasyon sürecinin, SargentWallace (1981) “Nahoş Parasalcı Aritmetik” çalışması ve Fiyatın Mali Teorisi (FTPL) yaklaşımları doğrultusunda yeniden değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Belli koşullar altında, parasalcı aritmetiğin yanıltıcı olduğu belirtilen SargentWallace (1981) yaklaşımında, para arzının bütçe kısıtını sağlama amacı doğrultusunda içsel olarak belirlendiği öne sürülmektedir. FTPL yaklaşımı ise, kamu açıklarının enflasyonist etkisinin para otoritesinin politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu ifade etmektedir. Bu doğrultuda, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki dinamik ilişkiyi analiz etmek amacıyla VAR modellerinden faydalanılmış ve enflasyonist sürecte para arzı yanı sıra bütçe açıklarının da etkili olduğu görülmüştür. Ekonomide baskın otoritenin tespit edilebilmesi amacıyla yapılan etki-tepki analizleri ise, baskın bir mali politikanın varlığına işaret etmektedir. Ekonomide rejim değişiklikleri yanı sıra para ve maliye politikaları arasındaki etkileşimin analizini sağlayan MS-VAR modeli sonucunda,özellikle kriz yıllarında her iki politikanın da genişletici uygulamalar içinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 114 Çalışmanın genel sonucu, Türkiye’de ele alınan dönemde enflasyonun hem mali hem de parasal kaynaklı bir olgu olarak değerlendirilebileceği, dolayısıyla da enflasyonu önlemeye yönelik politikaların şekillendirilmesinde, para ile maliye politikalarının bir arada ele alınması gerekliliğidir. Anahtar Kelimeler: Parasal Büyüme, Bütçe Açıkları, Enflasyon, Baskın Otorite, Nahoş Parasalcı Aritmetik, Fiyatın Mali Teorisi 115 ABSTRACT FROM CONTINUES BUDGET DEFICITS TO INFLATION: AN EMPIRICAL STUDY ON TURKEY Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ PhD Thesis, Department of Economics Thesis Administrator: Associate Prof. Hasan ŞAHĐN, PhD March, 2007 In this study, the inflationary process of Turkish economy has been reinvestigated by using a quarterly data set spanning from 1987:Q1 to 2004:Q4. The approaches of “Unpleasant Monetarist Arithmetic” due to Sargent-Wallace(1981) and the Fiscal Theory of Price Level (FTPL) due to Woodford (1995) have been utilized in the study. The approach of the Sargent-Wallace’s theory claims that, under certain conditions, monetary arithmetic is misleading and the money supply is endogenously determined to sustain the budget constraint. However, according to the FTPL, the inflationary effects of the government budget deficits are caused by debt crises since the monetary authority does not have to act to balance the budget deficit. To investigate the dynamic relationship among the money supply, budget deficit and inflation empirically, VAR models have been employed. Estimation results show that money supply and budget deficit statistically signicant effect on inflation in Turkey. Impulse response analysis suggests that a fiscal dominant policy exist in Turkey. 116 An MS-VAR model, which allows analyzing interactions between monetary and fiscal policies in addition to changes in economic regimes, show that both policies are expansionary particularly in crises periods. Empirical analysis performed in the study leads to result that inflation in Turkey has both monetary and fiscal origins. From this result, it can be inferred that a policy design to combat with inflation, monetary and fiscal dimensions should be handled all together. Keywords: Monetary Growth, Budget Deficits, Inflation, Dominant Authority, Unpleasant Monetarist Arithmetic, Fiscal Theory of Price Level. 117 KAYNAKÇA Afonso Antonio, “Disturbing the Fiscal Theory of Price Level: Can It Fit the EU 15?”, http://ideas.repec.org/e/paf1.html, 2002 Aghevli Bijan B. And Khan Mohsin S., “Government Deficits and the Inflationary Process in Developing Countries”, IMF Staff Papers, 25, 1978 Ahking W. Francis and Miller M. Stephen, “The Relationship Between Government Deficits, Money Growth and Inflation”, Journal of Macroeconomics, Fall,vol.7, no.4, 1985 Barro J. Robert, “Are Government Bonds Net Wealth?”, Journal of Politicial Economy,vol.82,no.6,1974 Barth J.,Iden G., Russek F., “The Economic Consequences of Federal Deficits: An Examination Of The Net Wealth and Instablity Issues”, Southern Economic Journal, 1987 Bhattacharya Joydeep and Haslag H. Joseph, “Monetary Policy Arithmetic:Some Recent Contributions”, Federal Reserve Bank of Dallas Economic and Financial Review,Third Quarter,1999 Bolatoğlu Nasip, “Kamu açıklarının Sürdürülebilirlik Problemi:Teori ve Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, Hacettepe Ü. Dr. Tezi, Ocak 2003 Buiter H. Willem, “A Fiscal Theory of Hyperdeflations?Some Suprising Monetarist Arithmetic” , nber:52, October 1985 Buiter H. Willem, “Comment on T.J. Sargent and N. Wallace :”Some Unpleasant Monetarist Arithmetic” , nber:867, March 1982 Buiter H. Willem, “Deficits,Crowding-out and Inflation:The Simple Analytics”, nber:1078, February 1983 118 Buiter H. Willem, “The Fallacy of the Fiscal Theory of the Price Level”, nber:7302, August 1999 Buiter H. Willem, “The Fiscal Theory of the Price Level:A Critique”, The Economic Journal, 112,July,2002 Buiter H. Willem, “The Young Person’s Guide to Neutrality,Price Level Indeterminacy,Interest Rate Pegs and FTPL” ,nber:6396,February 1998 Canzoneri B. Mattthew, Cumby E. Robert, Diba T. Behzad, “Is the Price Level Determined by the Needs of Fiscal Solvency?”, American Economic Review,vol.91,no.5, December 2001 Catao Luis and Terrones E. Marco, “Fiscal Deficits and Inflation” , IMF Working Paper,WP/03/65, April 2003 Christiano J. Lawrence, Fitzgerald J. Terry, “Understanding the Fiscal Theory of the Price Level”, nber:7668,2000 Cochrane H. John, “A Frictionless view of U.S. Inflation”, nber:6646,1998 Cochrane H. John, “Long-term Debt and Optimal Policy in the FTPL”, nber:6771, 1998 Cochrane H. John, “Money as Stock:Price Level Determination With No Money Demand”, nber:7498, 2000 Creel Jerome, Kamber Güneş, “Debt, Deficits and Inflation On The Road To The EU: The Case of Turkey” , www.ofce.sciences.po.fr/pdf/revue/0789bis.pdf, Nisan 2004 Cushing J. Matthew, “The Indeterminacy of Prices Under Interest Rate Pegging:The Non-Ricardian Case”, Journal of Monetary 44, 1999 Economics, 119 Daniel Betty, “The Fiscal Theory of the Price Level in an Open Economy”, Journal Daniel of C. Betty, Monetary Economics, 48, 2001 “Fiscal Policy and Inflation”, 2001 (a) www.frbsf.org/publications/economics/letter/2001 Daniel C. Betty, “Notes on Seignorage and the Fiscal Theoryof the Price Level” , www.albany.edu/bd892/sftpl.pdf, September 2004 Darby R. Michael, “Some Pleasant Monetarist Arithmetic” , nber:1295, March 1984 Dornbusch Rudiger , Fischer Stanley, “Macroeconomics”, McGraw-Hill International Editions, Economics Series, 1990 Dotsey Michael, “Some Not-So-Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of Richmond Economic Quarterly, vol.82/4, Fall, 1996 Dotsey Michael, “Some Unpleasant Supply Side Arithmetic” , Journal of Monetary Economics, 33, 1994 Drazen Allen and Alesina Alberto, “Why are Stabilizations Delayed?”, American Economic Review, vol.81, no.5, December 1991 Dupor Bill, “Exchange Rates and the Fiscal Theory of the Price Level”, Journal of Monetary Economics, 45, 2000 Dwyer P. Gerald, “ Inflation and Government Deficits”, Economic Inquiry, Vol.XX, July, 1982 Ekzen Nazif, “Đç Borç Đdaresi, Maliye Politikası Aracı Olarak Faiz Dışı Fazla ”, www.ceterisparibus.net/maliye/maliye.htm, 2003 Eliana A. Cardoso, “Deficit Finance and Monetary Dynamics in Brazil and Mexico”, Journal of Development Economics, 37, 1992 120 Enders Walter, “Applied Econometric Time Series”, John Wiley & Sons,Inc., 1995 Erdoğan Engin,Ener Meliha, “ Türkiye’de Enflasyonla Mücadele Sürecinde Son Dönem Uygulamalar ve Değerlendirilmesi”, Đşletme ve Finans Dergisi,sayı:177, Aralık 2000 Erdoğdu Oya, “Who Controls the Level?”, Price www.ideas.repec.org/p/wpa/wuwpma/0304011.html; 2003 Erdoğdu Oya, Özbek Levent, “Türkiye’de Tüketim Eğilimi ve Maliye Politikası”, 2005 http://eros.science.ankara.edu.tr Fialho Laderia Marcelo, Portugal Savino Marcelo, “Monetary and Fiscal Policy Interactions In Brazil: An Application Of The Fiscal Theory Of The PriceLevel”,2005,www.aup.edu/lacea2005/program/sessions/contributed2/05 Giannaros Demetrios S., Bharat R. Kolluri, “Deficit Spending, Money and Inflation:Some International Empirical Evidence”, Journal of Macroeconomics,vol.7,no.3,1985 Gonzalo Jesus, “Five Alternative Methods of Estmating Long-Run Equilibrium Relationships”, Journal of Econometrics,vol:60, 1994 Günaydın Đhsan, “Bütçe Açıkları Enflasyonist midir? Türkiye Üzerine Bir Đnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi”, Cilt 6, Sayı:1, 2004 Hamburger Micheal J., Zwick Burton, “Deficits,Money and Inflation”, Journal of Monetary Economics, 7, 1981 Hamilton, D. James, “Time Series Analysis”, Princeton University Press, New Jersey 1994 Haris R.I.D., “Using Cointegration Analysis in Econometric Modelling”, Prentice Hall/Harvester Wheatsheaf, 1995 Hondroyiannis George and Papapetrou Evangelia, “Are Budget Deficits Inflationary? A Letters, vol.4, 1997 Cointegration Approach” , Applied Economics 121 Đnsel Aysu, Ertel Nesrin, AntiEnflasyonist “Türkiye’de Kronik Enflasyon Süreci ve Politikaların Etkinliği 1981-1991”, Odtü Gelişme Dergisi,20,3,1993 Joines Douglas H. , “Deficits and Money Growth in the United States 1872- 1983”, Journal of Monetary Economics, 16, 1985 Kazgan Gülten, Đç Borç Kapanı, Finans Dünyası, Sayı:7, 1996 Kocherlakota Narayana, Phelan Christopher, “Explaining the Fiscal Theory of the Price Level”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review, Fall,1999 Krolzig Hans-Martin, “Markov-Switching Procedures For Dating The Euro- Zone Business Cycle”, 2001 Krolzig Hans-Martin, “Statistical Analysis of Cointegrated VAR Processes With Markovian Regime Shifts”, SFB 373 Discussion Paper 25/1996 Landon Stuart and G. Reid Bradford, “Government Deficits and Money Growth”, Review of Economics and Statistics,72,3,1990 Leeper M. Eric and Gordon B. David, “The Price Level,the Quantity Theory of Money and the Fiscal Theory of the Price Level”, nber:9084,2002 Leeper M. Eric, “Equilibria under active and passive monetary and fiscal policies”, Journal of Monetary Economics, 27,1991 Lütkepohl Helmut, Kratzig Markus, “Applied Time Series Econometrics”, Cambridge University Pres, 2004 McCallum T. Bennett, “Are Bond-Financed Deficits Inflationary?A Ricardian Analysis” Journal of Politicial Economy, vol.91,no:1, 1984 122 Metin Kıvılcım, “ The Relationship Between Inflation and the Budget Deficit in Turkey” , American Statistical Association Journal of Business and Economic Statistics, vol.16, no.4, October 1998 Metin Kıvılcım, “An Integrated Analysis of Turkish Inflation”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics,57,4,1995 Miller J. Preston, “Higher Deficit Policies Lead to Higher Inflation” , Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,Winter,7,1983 Niskanen A. William, “Deficits,Government Spending and Inflation,What is the Evidence?” Journal of Monetary Economics ,4,1978 Özatay Fatih, “A quarterly macroeconometric model for a highly inflationary and indebted country:Turkey” Economic Modelling,2000,17 Özatay Fatih, “Sustainability of Fiscal Deficits, Monetary Policy and Inflation Stabilization:The Case of Turkey”, Journal of Policy Modelling19 (6), 1997 Özmen Erdal, Koru Tekin Ayça, “Budget Deficits, Money Growth and Inflation:The Turkish Evidence”, Applied Economics,35,2003 Özmucur Süleyman, Alper Emre, Akçay Cevdet , “ Budget Deficit,Inflation and Debt Sustainability: Evidence from Turkey” , “Inflation and Disinflation in Turkey” Edited by Aykut Kibritçioğlu Libby Rittenberg Faruk Selçuk Printed by Antony Rowe Ltd., Chippenham ,Wiltshire, 2002 s.77,90 Ramanathan Ramu, “Introductory Econometrics with Applications”, The Dryden Press, 1992 Ruge-Murcia Francisco J., “Government Expenditure and the Dynamics og High Inflation”, Journal of Development Economics, vol.58, 1999 Sargent Thomas,Wallace Neil, “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,1981 123 Sikken Jan and Haan de Jakob, “Budget Deficits, Monetization and Central Bank Independence in Developing Countries”, Oxford Economic Papers 50,1998 Sims A. Christopher, “A simple model for study of the determination of the price level and the interaction of monetary and fiscal policy”, Economic Theory, 4, 1994 Soydan Aylin, “Do Budget Deficits Cause Inflation:A Cointegrating VAR Analysis”, 2001 Stuart Landon and Bradford G. Reid, “Government Deficits and Money Growth”,Review of Economics and Statistics,72,3,1990 Tabellini Guido and Alesina Alberto, “Voting on the Budget Deficit”, American Economic Review,March,1990 Taner Evan and Ramos M. Alberto, “Fiscal Sustainability and Monetary Versus Fiscal Dominance:Evidence from Brazil,1991-2000”, IMF Working Paper,WP/02/5 Tarı Recep, “ Ekonometri” ,Alfa Yayınları-609, Đktisat Dizisi No:032,1999 Taşkın Aydın, “Đç Borçlanmanın Fiyatlar Genel Düzeyi Üzerine Etkisi”, T.C. Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ekim 2004, tcmb.gov.tr/kutuphane TCMB, “Enflasyon Hedeflemesi Rejimi”, 2006 Telatar Erdinç, “Para ve Maliye Politikası Dominant Rejimlerde Fiyat Belirlenemezlik Problemi ve Merkez Bankası Bağımsızlığı”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt 10, Sayı:35, Kış 1999 Turner Paul, Özdemir K. Azim, “A Monetary Disequilibrium Model For Turkey: Investigation Of A Disinflationary Fiscal Rule and Its Implications On Monetary Policy”, TCMB Research Department Working Paper No:05/07, March 2005 124 Uygur Ercan, “25 Yıldır Süren Yüksek Kronik Enflasyon ve Enflasyonla Mücadele, Hedefler Tutturulabilecek mi?”, Đşletme Finans,Şubat 2000 Uygur Ercan, “Enflasyon,Para ve Mali Baskı:Đktisat Politikasında Geri Kalmışlık” Đşletme Finans Dergisi, sayı:189,Aralık 2001 Uygur Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri” Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1(a), Nisan 2001 Ülengin Burç , “Bütçe Açığı,Parasal Büyüme,Enflasyon,Döviz Kuru ve Üretim Arasındaki Nedensellik Đlişkileri:Türkiye Üzerine Bir Uygulama” , Odtü Gelişme Dergisi, 22 (1), 1995 Weil Phillippe, “Reflections on the Fiscal Theory of the Price Level”, http://papers.ssrn.com,March 2002 Woodford Michael, “Doing Without Money:Controlling Inflation in a Post Monetary World” , Review of Economic Dynamics ,vol.1, 1998 Woodford Michael, “Monetary policy and price level determinacy in a cah-in- advance economy”, Economic Theory,4,1994 Woodford Micheal, “Control of the Public Debt:A Requirement for Price Stability”, nber:5684,1996 Woodford Micheal, “Fiscal Requirements for Price Stability” , Journal of Money, Credit and Banking, vol.33, no:3,August 2001 Woodford Micheal, “Price Level Determinacy Without Control of Monetary Aggregate” , nber:5204, 1995 Yeldan Erinç, “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, Bölüşüm,Birikim ve Büyüme” , Đletişim Yayınları, 2001 Yıldırım Refia,Yıldırım Erhan, “1980 Sonrası Uygulanan Maliye Politikaları ve Türkiye Ekonomisi Bayar.edu.tr/msempoz/bildiriler Üzerindeki Etkileri”, 2001, 125 EKLER: Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe 1980 912 Gelirler Harcamalar 1 079 Faiz Dışı Harcamalar 1 048 -135 Faiz Dışı Bütçe Dengesi Bütçe Dengesi -166 1981 1 393 1 515 1 440 -49 -124 1982 1 445 1 601 1 514 -70 -157 1983 2 300 2 612 2 401 -102 -313 1984 2 806 3 784 3 343 -538 -979 1985 4 613 5 400 4 725 -112 -787 1986 7 154 8 560 7 229 -76 -1 407 1987 10 444 13 044 10 778 -332 -2 598 (milyar TL) 1988 1989 17 587 31 369 21 447 38 871 16 469 30 612 1 118 757 -3 860 -7 502 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 55239 96 747 174 224 351 392 745 116 1 394 023 2 702 034 5 750 096 Gelirler 68 527 130 263 221 657 485 249 897 296 1 710 645 3 940 162 7 990 748 Harcamalar 54 561 106 190 181 360 368 779 599 011 1 134 530 2 442 761 5 712 831 Faiz Dışı Harcamalar -678 -9 443 -7 137 -17 387 146 105 259 493 259 273 37 265 Faiz Dışı Bütçe Dengesi Bütçe Dengesi -13 288 -33 516 -47 434 -133 857 -152 180 -316 622 -1 238 128 -2 240 652 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 11 887 552 18 973 292 33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834 Gelirler 15 585 376 28 017 791 46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045 Harcamalar 9 408 781 17 296 951 26 162 764 39 314 395 63 614 975 81 444 818 83 711 555 Faiz Dışı Harcamalar 2 478 771 1 676 340 7 593 673 12 498 147 12 785 475 18 793 304 26 175 279 Faiz Dışı Bütçe Dengesi Bütçe Dengesi -3 697 824 -9 044 500 -12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211 Kaynak:MB 126 Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği KKBG KKBG/GSMH (%) 8,8 1980 465 4,0 1981 319 3,5 1982 374 4,9 1983 689 5,4 1984 1 194 3,6 1985 1 267 3,7 1986 1 869 6,1 1987 4 563 4,8 1988 6 235 5,3 1989 12 283 7,4 1990 29 429 10,2 1991 64 469 10,6 1992 116 680 12,0 1993 239 793 7,9 1994 306 937 5,0 1995 392 866 8,6 1996 1 294 435 7,7 1997 2 258 729 9,4 1998 5 016 903 15,5 1999 12 149 118 11,8 2000 14 796 080 16,4 2001 28 926 635 12,8 2002 34 886 803 8,7 2003 31 118 619 5,8 2004 24 840 000 (-) işareti fazlayı ifade etmektedir. Kaynak:DPT (Cari fiyatlarla,milyar TL) FAĐZ DIŞI FAĐZ DIŞI KKBG/GSMH KKBG (%) 434 8,2 244 3,0 287 2,7 477 3,4 753 3,4 592 1,7 538 1,1 2 297 3,1 1 257 1,0 4 023 1,7 9 246 2,3 25 861 4,1 49 046 4,4 75 404 3,8 -113 071 -2,9 -350 861 -4,5 -433 535 -2,9 -360 430 -1,2 -1 746 468 -3,3 181 385 0,2 -7 108 154 -5,7 -14 279 131 -8,1 -19 238 099 -7,0 -30 302 117 -8,5 -19 367 000 -8,3 127 Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma 1980 1981 1982 TOPLAM ÖDEME 216 655 761 ANAPARA 195 614 727 Tahvil 6 9 33 Bono 20 127 193 Konsolide Borçlar 1 18 1 Kısa Vadeli Avans 168 460 500 FAĐZ 21 41 34 Tahvil 18 33 23 Bono 2 6 8 Konsolide Borçlar 0 0 1 Kısa Vadeli Avans 1 2 2 TOPLAM 595 884 1.098 BORÇLANMA Tahvil 50 28 59 Bono 60 166 258 Konsolide Borçlar 214 191 228 Kısa Vadeli Avans 271 499 553 NET BORÇLANMA 400 270 371 Tahvil 44 19 26 Bono 40 39 65 Konsolide Borçlar 213 173 227 Kısa Vadeli Avans 103 39 53 BORÇ STOKU 721 991 1.341 Tahvil 141 160 185 Bono 49 88 153 Konsolide Borçlar 336 509 735 Kısa Vadeli Avans 195 234 266 1983 1984 1.819 1.132 1.703 976 26 29 175 211 913 0 589 736 116 156 49 111 27 41 37 0 3 4 3.534 2.437 1985 1986 1987 2.578 5.755 10.280 2.321 5.038 8.604 172 719 1.150 986 1.456 2.854 0 55 597 1.163 2.808 4.003 257 717 1.676 168 399 806 82 247 490 0 61 329 7 10 51 4.741 8.650 15.307 1988 14.634 12.146 1.343 4.496 40 6.267 2.488 1.272 1.143 0 73 23.387 1989 26.073 21.270 3.001 6.639 1.000 10.630 4.803 3.089 1.612 0 102 34.746 (Milyar TL) 1990 1991 1992 42.454 91.822 221.423 32.418 74.908 187.336 4.520 6.415 23.580 6.511 21.488 51.937 3.617 5.480 6.598 17.770 41.525 105.222 10.036 16.914 34.087 6.302 10.221 15.898 1.744 4.953 15.033 1.876 1.474 1.942 114 266 1.214 47.008 114.593 282.333 200 199 673 1.269 2.045 3.816 8.984 12.458 78 495 1.218 1.788 3.955 5.115 7.634 8.443 2.595 818 1.421 2.528 4.949 7.513 7.041 8.005 661 925 1.429 3.065 4.358 6.943 11.087 18.102 1.831 1.461 2.420 3.557 6.107 11.201 12.476 14.590 174 170 501 495 299 2.433 4.983 7.938 -97 284 232 332 1.101 619 995 1.932 1.682 818 1.421 2.473 4.352 7.473 6.041 4.388 72 189 266 257 355 676 457 332 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 360 531 1.032 1.511 2.407 4.880 10.863 18.801 56 340 489 822 1.923 2.542 3.537 5.469 2.418 3.235 4.656 7.129 11.481 18.954 24.995 30.040 339 528 795 1.052 1.407 2.082 2.539 2.870 11.510 74.971 34.277 75.926 16.562 8.804 52.244 122.632 39.685 94.997 5.095 51.391 12.789 23.989 11.082 2.207 10.719 17.411 97.647 194.236 24.678 86.387 18.258 42.247 41.122 34.602 13.589 31.000 128 1991 TOPLAM ÖDEME 91.822 ANAPARA 74.908 Tahvil 6.415 Bono 21.488 Konsolide Borçlar 5.480 Kısa Vadeli Avans 41.525 FAĐZ 16.914 Tahvil 10.221 Bono 4.953 Konsolide Borçlar 1.474 Kısa Vadeli Avans 266 TOPLAM BORÇLANMA 114.593 Tahvil 11.510 Bono 34.277 Konsolide Borçlar 16.562 Kısa Vadeli Avans 52.244 NET BORÇLANMA 39.685 Tahvil 5.095 Bono 12.789 Konsolide Borçlar 11.082 Kısa Vadeli Avans 10.719 BORÇ STOKU 97.647 Tahvil 24.678 Bono 18.258 Konsolide Borçlar 41.122 Kısa Vadeli Avans 13.589 1992 221.423 187.336 23.580 51.937 6.598 105.222 34.087 15.898 15.033 1.942 1.214 282.333 74.971 75.926 8.804 122.632 94.997 51.391 23.989 2.207 17.411 194.236 86.387 42.247 34.602 31.000 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768 438.460 861.585 1.271.404 3.585.986 3.287.422 8.844.833 15.579.145 69.795 157.245 94.489 536.788 917.626 2.426.865 6.116.357 156.909 398.937 971.562 2.826.352 2.226.386 6.080.345 9.462.788 8.678 31.933 133.417 25.900 40 0 0 203.077 273.472 71.937 196.947 143.371 337.623 0 85.418 231.035 472.805 1.325.417 1.977.163 5.626.676 9.898.623 42.321 112.467 110.705 327.774 860.394 2.587.441 4.889.437 41.612 114.017 356.466 988.005 1.099.736 3.035.836 5.004.947 0 0 0 0 0 0 0 1.485 4.551 5.633 9.638 17.033 3.399 4.239 599.873 1.303.548 1.833.102 5.345.792 6.370.002 14.254.324 26.886.405 172.215 206.124 366.873 1.247.865 3.185.561 4.708.064 20.027.769 179.151 638.678 1.298.630 3.722.028 3.074.400 9.546.260 6.858.635 6.009 133.417 25.940 0 0 0 0 242.498 325.329 141.659 375.900 110.041 0 0 161.413 441.962 561.699 1.759.807 3.082.580 5.409.490 11.307.260 102.420 48.880 272.384 711.077 2.267.935 2.281.198 13.911.412 22.241 239.741 327.069 895.677 848.014 3.465.915 -2.604.152 -2.669 101.484 -107.477 -25.900 -40 0 0 39.421 51.857 69.723 178.953 -33.330 -337.623 0 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145 190.505 239.385 511.769 1.250.154 3.570.812 5.771.980 19.683.392 64.488 304.230 631.298 1.527.838 2.374.990 5.840.905 3.236.753 31.933 133.417 25.940 40 0 0 0 70.421 122.278 192.000 370.953 337.623 0 0 129 2000 TOPLAM ÖDEME 35.577.493 ANAPARA 18.968.070 Tahvil 12.006.317 Bono 6.961.754 Konsolide Borçlar 0 Kısa Vadeli Avans 0 FAĐZ 18.609.423 Tahvil 16.966.538 Bono 1.640.332 Konsolide Borçlar 0 Kısa Vadeli Avans 2.553 TOPLAM BORÇLANMA 32.468.545 Tahvil 26.685.862 Bono 5.782.683 Konsolide Borçlar 0 Kısa Vadeli Avans 0 NET BORÇLANMA 13.500.475 Tahvil 14.679.545 Bono -1.179.070 Konsolide Borçlar 0 Kısa Vadeli Avans 0 BORÇ STOKU 36.420.620 Tahvil 34.362.937 Bono 2.057.683 Konsolide Borçlar 0 Kısa Vadeli Avans 0 2001 164.360.842 123.876.596 96.418.348 27.458.248 0 0 40.484.246 34.608.486 5.875.760 0 0 209.613.234 164.183.336 45.429.899 0 0 85.736.639 67.764.988 17.971.651 0 0 122.157.260 102.127.926 20.029.334 0 0 2002 141.059.233 97.590.694 48.178.116 49.412.577 0 0 43.468.540 30.991.320 12.477.220 0 0 125.303.125 58.900.026 66.403.099 0 0 27.712.432 10.721.909 16.990.522 0 0 149.869.691 112.849.835 37.019.856 0 0 2003 166.357.352 113.721.373 45.653.394 68.067.979 0 0 52.635.979 35.495.349 17.140.629 0 0 158.238.383 101.777.186 56.461.198 0 0 44.517.010 56.123.791 -11.606.781 0 0 194.386.700 168.973.626 25.413.074 0 0 2004 183.553.146 133.500.274 76.802.593 56.697.681 0 0 50.052.872 39.170.793 10.882.079 0 0 163.596.496 102.039.667 61.556.829 0 0 30.096.222 25.237.074 4.859.148 0 0 224.482.922 194.210.700 30.272.223 0 0 *1992 yılından itibaren tahkim dolayısı ile verilen tahviller konsolide borçlar kaleminden tahvil kalemine aktarılmıştır. *1995 yılında kendi içinde yapılan ödeme ve borçlanmalar dahil değildir.Kaynak:Hazine 130 Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net) (milyar TL) 198001981 1982* 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 25 -12 -89 334 -227 -6 -266 308 -209 41 1 921 Dış Borçlanma (net) 18 47 42 60 569 193 758 931 2 663 3 588 5 489 10 889 -Kullanım 25 -7 -22 -54 -150 -236 -420 -764 -1197 -2 355 -3 797 -5 448 -8 968 -Ödenen 12 178 271 692 1 142 1 615 2 841 3 763 8 520 12 314 31 505 Đç Borçlanma (net) 133 -4 20 168 137 497 476 896 2 433 5 982 7 942 2 279 Devlet Tahvili (net) -13 23 54 198 195 670 1 269 2 045 3 816 8 983 12523 11 510 -Satış 17 -27 -34 -30 -58 -172 -793 -1 149 -1 383 -3 001 -4 581 -9 231 -Ödenen -30 39 64 -96 284 231 668 913 389 995 1 932 12 790 Hazine Bonosu (net) 40 258 78 495 1 218 1 784 3 955 5 115 7 634 8 443 34 277 -Satış 60 166 -193 -175 -211 -986 -1116 -3 042 -4 726 -6 639 -6 511 -21 488 -Ödenen -20 -127 103 39 32 72 190 266 257 355 675 457 331 10 719 MB kısa vadeli avans (net) 3 -61 61 126 82 147 213 677 266 1 086 2 109 5 718 Diğer Dış Borçlanma (net) -Kullanım -Ödenen Đç Borçlanma (net) Devlet Tahvili (net) -Satış -Ödenen Hazine Bonosu (net) -Satış -Ödenen MB kısa vadeli avans (net) Diğer 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 4 038 21 062 -67 174 -81 238 -134 410 -446 068 -943 984 598 400 19 718 46 140 44 030 157 746 277 687 245 198 894 881 2 946 200 -15 680 -25 078 -111 204 -238 984 -412 097 -691 266 -1 838 895 -2 347 800 55 401 105 041 225 735 375 541 1 402 144 2 505 518 4 604 300 9 740 450 15 408 30 135 -70 339 85 657 274 040 1 484 843 1 311 144 12 233 900 35 657 64 820 24 858 222 453 583 276 2 068 523 2 821 204 16 903 400 -20 249 -34 685 -95 197 -136 796 -309 236 -583 680 -1 510 060 -4 669 500 23 978 22 242 244 217 197 218 792 189 1 020 674 3 293 156 -2 493 400 75 918 171 155 624 169 1 147 241 3 266 449 2 981 644 9 173 673 6 840 000 -51 940 -148 913 -379 952 -950 023 -2 474 260 -1 960 970 -5 880 517 -9 333 400 17 394 53 010 51 857 94 723 228 953 0 0 0 -1 379 -345 -6 636 - 1 964 106 962 161 704 346 477 -1 002 071 131 Tablo 4 devam: Dış Borçlanma (net) -Kullanım -Ödenen Đç Borçlanma (net) Devlet Tahvili (net) -Satış -Ödenen Hazine Bonosu (net) -Satış -Ödenen MB kısa vadeli avans (net) Diğer *1982 yılı on aylıktır. Kaynak:DPT 2000 2001 2002 3 053 184 -4 448 179 16 570 479 6 706 202 5 257 697 25 579 191 -3 653 019 -9 705 876 -9 008 712 9 435 522 23 542 321 17 474 459 10 141 530 8 534 382 -896 072 19 655 749 35 091 058 29 516 660 -9 514 219 -26 556 676 -30 412 732 -1 333 878 15 007 939 18 370 532 5 627 876 42 463 164 66 157 006 -6 961 754 -27 455 225 -47 786 475 0 0 0 1 142 565 14 296 652 2 953 678 2003 2004 2 684 307 4 014 506 13 170 493 12 875 794 -10 486 185 -9 804 048 42 884 258 30 758 899 54 856 821 25 899 751 93 064 411 96 536 109 -38 207 590 -70 636 358 -11 972 563 4 859 148 55 697 198 61 578 123 -67 669 761 -56 718 975 0 0 -3 666 315 -4 356 000 132 Ek Tablo 5: Dış Borçlar (Milyon $) TOPLAM 1980 16.227 1983 18.385 1984 20.659 1985 25.476 1986 32.101 1987 40.428 1988 40.722 1989 41.751 1990 49.035 1991 50.489 1992 55.592 1993 67.356 1994 65.601 1995 73.278 1996 79.194 1997 84.182 1998 96.429 1999 102.992 2000 118.702 2001 113.826 2002 131.200 2003 145.350 2004 161.748 Kaynak: Hazine,Merkez Bankası KISA VADELĐ 2.505 2.281 3.180 4.759 6.349 7.623 6.417 5.745 9.500 9.117 12.660 18.533 11.310 15.701 17.072 17.691 20.774 22.921 28.301 16.241 15.190 23.013 31.910 ORTA VE UZUN VADELĐ 13.722 16.104 17.479 20.717 25.752 32.805 34.305 36.006 39.535 41.372 42.932 48.823 54.291 57.577 62.122 66.491 75.655 80.071 90.401 97.585 116.010 122.337 129.838 133 Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi 1980 1981 1982* 1983 1984 1985 TOPLAM HARCAMALAR 1 078 1 516 1 602 2 613 3 874 5 313 Faiz Ödemeleri 32 75 87 211 441 675 -Đç faiz ödemeleri 22 41 34 80 177 247 -Dış faiz ödemeleri 9 34 53 131 264 428 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 2,9 5,0 5,5 8,1 11,6 12,7 Toplam Harcama/GSMH (%) 20,33 18,89 15,09 18,75 17,07 15,03 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 0,59 0,94 0,82 1,52 1,99 1,91 -Đç faiz öd./GSMH (%) 0,42 0,51 0,32 0,57 0,80 0,70 -Dış faiz öd./GSMH (%) 0,17 0,43 0,50 0,94 1,19 1,21 1986 1987 1988 1989 8 165 12 696 21 006 38 051 1 331 2 266 4 978 8 260 649 1260 3 159 5 115 682 1 006 1 819 3 144 16,3 17,8 23,7 21,7 15,95 16,92 16,26 16,52 2,60 3,02 3,85 3,59 1,27 1,68 2,45 2,22 1,33 1,34 1,41 1,36 (Milyar TL) 1990 1991 67 193 130 263 13966 24 073 9 613 16 941 4 353 7 132 20,8 18,5 16,92 20,53 3,52 3,79 2,42 2,67 1,10 1,12 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 TOPLAM HARCAMALAR 221 658 485 259 897 296 1 710 646 3 490 162 7 990 748 15 601 363 28 094 057 576 115 1 497 401 2 277 917 6 176 595 10 720 840 Faiz Ödemeleri 40 298 116 470 298 285 -Đç faiz ödemeleri 30 545 92 518 233 168 475 519 1 329 087 1 977 967 5 629 524 9 284 622 -Dış faiz ödemeleri 9 753 23 952 65 117 100 597 168 314 299 950 547 081 896 218 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 18,2 24,0 33,2 33,7 38,0 28,5 39,6 38,2 Toplam Harcama/GSMH (%) 20,08 24,29 23,08 21,78 26,31 27,19 29,15 35,89 5,83 7,67 7,33 10,00 7,75 11,54 13,69 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 3,65 -Đç faiz öd./GSMH (%) 2,77 4,63 6,00 6,05 8,87 6,73 10,52 12,55 -Dış faiz öd./GSMH (%) 0,88 1,20 1,67 1,28 1,12 1,02 1,02 1,14 134 Tablo 6 devam: 2000 2001 2002 2003 2004*1 TOPLAM HARCAMALAR 46 970 360 81 175 207 117 225 463 140 053 981 140 200 045 20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000 Faiz Ödemeleri -Đç faiz ödemeleri 18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000 -Dış faiz ödemeleri 1 648 000 3 567 925 5 063 621 5 890 277 6 435 000 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 43,5 50,6 44,2 41,8 40,2 Toplam Harcama/GSMH (%) 37,40 46,00 42,87 39,23 32,7 16,27 23,27 18,97 16,42 13,2 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) -Đç faiz öd./GSMH (%) 14,96 21,25 17,12 14,77 11,7 -Dış faiz öd./GSMH (%) 1,31 2,02 1,85 1,65 1,4 Kaynak:DPT *1982 yılı 10 aylıktır *1geçici 135 Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri 1980 1981 1982* 1983 1984 Vergi gelirleri 750 1 1 305 1 2 190 934 372 58 176 281 354 505 Borç Anapara Ödemeleri 50 153 228 205 269 -Đç 22 54 150 236 7 -Dış 32 75 87 211 441 Borç Faiz Ödemeleri 22 41 34 80 177 -Đç 34 53 131 264 9 -Dış Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 89 251 368 566 946 73 195 262 285 446 -Đç 16 56 107 281 500 -Dış 7,7 14,8 21,5 18,3 21,3 Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) 6,7 12,9 17,4 10,6 11,3 -Đç 1,0 1,9 4,1 7,7 9,9 -Dış 4,2 6,3 6,7 10,9 18,6 Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) 3,0 3,5 2,6 4,1 7,5 -Đç 1,2 2,9 4,1 6,8 11,1 -Dış Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. 11,9 21,1 28,2 29,2 39,9 (%) 9,7 16,4 20,1 14,7 18,8 -Đç 2,2 4,7 8,2 14,5 21,1 -Dış 1985 3 829 1986 5 972 1987 9 051 1988 14 232 (milyar TL) 1989 1990 25 550 45 400 1 578 1 158 420 675 247 428 2 253 1 406 847 41,2 30,3 11,0 17,6 6,5 11,2 58,8 2 673 1 909 764 1 331 649 682 4 004 2 557 1 446 44,8 32,0 12,8 22,3 10,9 11,4 67,0 5 388 4 191 1 197 2 266 1 260 1 006 7 654 5 451 2 202 59,5 46,3 13,2 25,0 13,9 11,1 84,6 8 464 6 109 2 355 4 978 3 159 1 819 13 442 9 268 4 174 59,5 42,9 16,5 35,0 22,2 12,8 94,4 13 437 9 640 3 797 8 260 5 115 3 144 21 697 14 755 6 941 52,6 37,7 14,9 32,3 20,0 12,3 84,9 16 540 11 092 5 448 13 966 9 613 4 353 30 506 20 705 9 801 36,4 24,4 12,0 30,8 21,2 9,6 67,2 39 687 30 719 8 968 24 073 16 941 7 132 63 760 47 660 16 100 50,5 39,1 11,4 30,6 21,5 9,1 81,1 36,7 22,1 42,8 24,2 60,2 24,3 65,1 29,3 57,8 27,2 45,6 21,6 60,6 20,5 1991 78 644 136 Tablo 7 devam: Borç Anapara Ödemeleri 1992 141 602 87 869 -Đç 72 189 -Dış Borç Faiz Ödemeleri 15 680 40 298 -Đç -Dış Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 30 545 9 753 128 167 102 734 25 433 62,1 51,0 11,1 28,5 21,6 6,9 90,5 1993 264 273 208 676 183 598 25 078 116 470 92 518 23 952 325 146 276 116 49 030 79,0 69,5 9,5 44,1 35,0 9,1 123,0 72,6 18,0 104,5 18,6 Vergi gelirleri -Đç -Dış Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) -Đç -Dış Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) -Đç -Dış Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%) -Đç -Dış 1994 587 760 1995 1 084 350 1996 2 244 094 1997 4 745 484 1998 9 228 586 1999 14 802 293 586 353 1 325 803 3 195 593 3 235 915 9 229 442 16 350 700 475 149 1 086 819 2 783 496 2 544 649 7 390 577 14 002 900 111 204 298 285 238 984 576 115 412 097 1 497 401 691 266 2 277 917 1 838 865 6 176 555 2 347 800 10 720 840 233 168 65 117 884 638 475 519 100 597 1 901 918 1 329 087 168 314 4 692 994 1 977 967 299 950 5 513 832 5 629 514 547 081 15 406 037 9 824 622 896 218 27 071 540 708 317 1 562 338 4 112 583 4 522 616 13 020 091 23 827 522 176 321 99,8 80,8 18,9 50,7 39,7 11,1 150,5 339 581 122,3 100,2 22,0 53,1 43,9 9,3 175,4 580 411 142,4 124,0 18,4 66,7 59,2 7,5 209,1 991 216 68,2 53,6 14,6 48,0 41,7 6,3 116,2 2 385 946 100,0 80,1 19,9 66,9 61,0 5,9 166,9 3 244 018 110,5 94,6 15,9 72,4 66,4 6,1 182,9 120,5 30,0 144,1 31,3 183,3 25,9 95,3 20,9 141,1 25,9 161,0 21,9 137 Tablo 7 devam: 2000 2001 2002 Vergi gelirleri 26 503 693 39 735 928 59 631 441 20 128 991 63 717 777 87 207 919 Borç Anapara Ödemeleri 16 475 973 54 011 901 78 199 207 -Đç 3 653 000 9 705 876 9 008 712 -Dış 20 439 862 41 062 226 51 870 658 Borç Faiz Ödemeleri 18 791 862 37 494 301 46 807 037 -Đç 1 648 000 3 567 925 5 063 621 -Dış Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 30 568 853 104 780 003 139 078 577 35 267 835 91 506 202 125 006 244 -Đç 5 301 019 13 273 801 14 072 333 -Dış 75,9 160,4 146,2 Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) 62,2 135,9 131,1 -Đç 13,8 24,4 15,1 -Dış 103,3 87,0 77,1 Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) 94,4 78,5 70,9 -Đç 6,2 9,0 8,5 -Dış Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%) 115,3 263,7 233,2 133,1 230,3 209,6 -Đç 20,0 33,4 23,6 -Dış *1982 yılı 10 aylıktır. *1geçici Kaynak:DPT 2003 84 334 247 116 463 536 105 877 351 10 586 185 58 609 163 52 718 886 5 890 277 175 072 699 158 596 237 16 476 462 138,0 125,5 12,5 69,4 62,5 7,0 207,5 187,9 19,5 2004*1 101 061 191 137 159 381 127 355 333 9 804 048 56 488 000 50 053 000 6 435 000 193 647 381 177 408 333 25 953 102 135,7 126,01 9,7 55,8 49,5 6,3 191,6 175,5 25,6 138 Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri Merkez Bankası Kredileri 655 1980 7 632 1990 22 145 1991 51 265 1992 100 628 1993 160 530 1994 205 770 1995 380 885 1996 346 875 1997 9 098 1998 10 588 1999 501 724 2000 766 270 2001 262 804 2002 0 2003 0 2004 Kaynak:DPT Kamu ( Milyar TL) Özel 386 4 449 18 454 42 584 82 936 148 208 193 521 373 196 339 199 1 559 2 193 1 724 0 0 0 0 269 3 183 3 961 8 681 17 691 12 322 12 249 7 689 7 676 7 539 7 675 500 000 766 270 262 804 0 0 139 Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler (milyar TL) 2000 2001 2002 2003 2004 33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834 Gelirler 46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045 Harcamalar -12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211 Bütçe Dengesi 14 796 080 28 926 635 34 886 803 31 118 619 24 840 000 KKBG 11,8 16,4 12,8 8,7 5,8 KKBG/GSMH (%) 9 435 522 23 542 321 17 474 459 42 884 258 30 758 899 Đç borçlanma (net) 3 053 184 -4 448 179 16 570 479 2 684 307 4 014 506 Dış borçlanma (net) 36 420 620 122 157 260 149 869 691 194 386 700 224 482 922 Đç borç stoku 20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000 Faiz Ödemeleri 18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000 -Đç faiz 3 567 925 5 063 621 5 890 277 6 435 000 1 648 000 -Dış faiz 26 503 693 39 735 928 59 631 441 84 334 247 101 061 191 Vergi Gelirleri 30 568 853 104 780 003 139 078 577 175 072 699 193 647 381 Borç anapara+faiz ödemeleri 115,3 263,7 233,2 207,5 191,6 Borç anapara+faiz öd./vergi gel (%) 140