tüm tez - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
i
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI
SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA:
TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA
DOKTORA TEZĐ
FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ
ANKARA-2007
ii
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI
SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA:
TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA
FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ
TEZ DANIŞMANI
DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN
ANKARA-2007
iii
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI
SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA:
TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA
DOKTORA TEZĐ
Tez Danışmanı :DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN
Tez Jürisi Üyeleri
Đmzası
Adı ve Soyadı
PROF.DR. ERCAN UYGUR
…………………………………………
PROF. DR. M. ERDAL ÜNSAL
…………………………………………
PROF. DR. ERDAL ÖZMEN
………………………………………......
DOÇ.DR. HASAN ŞAHĐN
…………………………………………..
YRD. DOÇ. DR. BURÇA KIZILIRMAK …………………………………………..
Tez Sınavı Tarihi: 15/03/2007
iv
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa No:
ĐÇĐNDEKĐLER ...................................................................................................... iv
TABLO LĐSTESĐ................................................................................................... vi
GRAFĐK LĐSTESĐ ................................................................................................ vii
EK TABLO LĐSTESĐ........................................................................................... viii
GĐRĐŞ .......................................................................................................................1
BÖLÜM I
BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE
TEORĐK YAKLAŞIM...........................................................................................5
1. 1. Fiyat Düzeyinin Belirlenmesinde Parasalcı Yaklaşım.....................................5
1. 2. Nahoş Parasalcı Aritmetik: Sargent-Wallace Yaklaşımı .................................8
1. 2. 1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen
Eleştiri ve Katkılar ................................................................................16
1. 3. Fiyatın Mali Teorisi (FTPL) Yaklaşımı .........................................................26
1. 3. 1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler ..............................................39
BÖLÜM II
PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN
UYGULAMALI ÇALIŞMALAR .......................................................................45
2. 1. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki Olmadığını
Öne Süren Çalışmalar ....................................................................................46
2. 2. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Đlişkisinin Varlığını
Saptayan Çalışmalar........................................................................................47
2. 3. Bütçe açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde
Sınayan
Çalışmalar ....................................................................................50
2. 4. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Đlişkisinde Mali Politikanın
Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar ........................................................51
2. 5. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon
Đkilisine Đndirgeyerek FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar................52
v
BÖLÜM III
1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI
VE GERÇEKLEŞMELER..................................................................................57
3.1. Đktisat Politikası Anlayışı ve Enflasyon Đlişkisi .............................................57
3. 2. Türkiye Ekonomisi Gerçekleşmeleri..............................................................59
BÖLÜM IV
TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN
UYGULAMALI ÇALIŞMALAR……………………………….……………...74
4.1. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisi VAR Modeli Denemesi ..............75
4. 1.1. Veri Tanımlama…………………………………………………………75
4.1. 2. Yöntem ve Bulgular…………………………………………………….76
4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji…………………………76
4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tesbiti ...................................................77
4. 2. Çok Değişkenli Eşbütünleşme Analizi………………………………………80
4. 2. 1. Johansen Eşbütünleşme Testi…………………………………………..81
4. 2. 2. Hata Düzeltme Modeli……………………………………………….83
4. 2. 3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi………………………………86
4. 2. 4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik………………87
4. 2. 4. Kısa ve Uzun Dönem Model Sonuçları……………………………....88
4. 3. Türkiye Ekonomisi’nde Baskın Otorite Tespiti’ne Đlişkin
Uygulamalı Çalışma…………………………………………………………89
4. 3. 1. VAR Analizi Sonuçları…………………………………………….......96
4. 4. Markov Dönüşümlü Model (MS-VAR)…………………………………….100
4. 4. 1. MS-VAR Metodoloji…………………………………………………...100
4. 4. 2. Analiz Sonuçları………………………………………………………..103
BÖLÜM V
SONUÇ…………………………………………………………………………...109
ÖZET……………………………………………………………………………...113
ABSTRACT………………………………………………………………………115
KAYNAKÇA……………………………………………………………………..117
EKLER……………………………………………………………………………125
vi
TABLO LĐSTESĐ
Sayfa No:
Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent-Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi
(FTPL) Yaklaşımları .........................................................................44
Tablo 4.1.
Birim Kök Testi Değişkenleri ...........................................................78
Tablo 4.2.
ADF Birim Kök Testi Sonuçları .......................................................78
Tablo 4.3
Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları ............................................82
Tablo 4.4
Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları ...........................85
Tablo 4.5.
Zayıf Dışsallık Testi .........................................................................86
Tablo 4.6
Hata Düzeltme Terimi.......................................................................86
Tablo 4.7
Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi
Sonuçları ...........................................................................................87
Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri ....................................................................102
Tablo 4.9 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)........................................................104
Tablo 4.10 Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları.......................................................104
Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri .................................................................104
Tablo 4.12 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para).....................................................107
vii
GRAFĐK LĐSTESĐ
Sayfa No:
Grafik 3.1. Bütçe Açığı/ngsmh............................................................................60
Grafik 3.2. Đç Borç/ngsmh ...................................................................................62
Grafik 3.3. Faiz Oranı – Büyüme Đlişkisi ............................................................63
Grafik 3.4. Đç Borç / M2Y ...................................................................................63
Grafik 3.5. Faiz Ödemeleri / ngsmh ....................................................................65
Grafik 3.6. Đç Faiz Ödemeleri / ngsmh ................................................................65
Grafik 3.7. Enflasyon ..........................................................................................67
Grafik 4.1
Birinci Sıra Fark Seriler (DFDB/NGSMH,DM2YL,DPL) ...............79
Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW)...........................................98
Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf,
faiz) .................................................................................................106
Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf,
para).................................................................................................108
viii
EK TABLO LĐSTESĐ
Sayfa No:
Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe ............................................................................125
Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği .....................................................126
Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma ...........................................................127
Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net) ...............................................................130
Ek Tablo 5: Dış Borçlar ......................................................................................132
Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi ...............................133
Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri ..........135
Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri ................................................................138
Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler ..............................139
1
GĐRĐŞ
Ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil eden, fiyat istikrarının sağlanması
ve sürdürülmesi, ekonomik ve sosyal gelişmenin temel koşullarından biridir. Bu
nedenle de, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir
zaman yitirmeyen bir olgu olarak değerlendirilmektedir.
Fiyat istikrarının sağlanması ve korunmasına ilişkin öne sürülen yaklaşımlara
tarihsel sıralama ile bakıldığında, fiyat düzeyindeki değişmeleri para arzındaki
değişmelerle açıklayarak, bu iki değişken arasında doğrudan ilişki kuran parasalcı
yaklaşımın önemli bir kilometre taşı olarak kabul edildiği görülmektedir.
Nitekim, enflasyon sürecine ilişkin literatürün genişlemesine katkı sağlayan
diğer kuramsal açıklamalar, sözkonusu yaklaşım önerilerinin ülke örneklerinde
uygulama sonuçlarına göre şekillenmişlerdir.
Bu doğrultuda, enflasyonun her koşulda parasal büyüklüklere bağlı olduğunu
savunan parasalcı yaklaşımı, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın
süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda, sorgulayan ilk çalışma Sargent-Wallace’a
(1981) aittir.
Çalışmada, enflasyonun sıkı para politikası uygulanarak kontrol altında
tutulmaya çalışıldığı ve bu nedenle açıkların finansmanında borçlanmanın ağırlık
kazandığı bir ekonomi ele alınmaktadır. Borcun borçla ödenmesi sürecinin, faizlerin
reel büyüme hızının üzerine çıkması ile tıkanacağı ve zamanlararası bütçe kısıtının
parasal genişlemeyi zorunlu kılarak enflasyona neden olacağı belirtilen yaklaşımda,
uzun dönemde para politikasının etkisiz kalabildiği gösterilmektedir.
2
Ortaya koyduğu bu sonuçla, parasal aritmetiğin yanıltıcı olabileceğini öne
süren yaklaşıma karşı parasalcı bakış, merkez bankası bağımsızlığını savunmakta
iken; maliyeci yaklaşım olarak da adlandırılan fiyatın mali teorisi (Fiscal Theory of
Price Level, FTPL), enflasyonun önlenmesinde para ve maliye politikalarının birlikte
ele alınması gerekliliğini öne sürmektedir.
FTPL yaklaşımında, fiyat düzeyinin belirlenmesi sürecine para ve maliye
otoriteleri yanı sıra yarattıkları servet etkisi aracılığıyla hanehalkı da dahil
edilmektedir.
Buna göre, genişletici maliye politikalarının gelecekte daraltıcı etkilerinin
olmayacağı inancını taşıyan ekonomik birimler, gelirlerinin artmış olduğuna dair
mali yanılgı ile tüketimlerini artıracak ve genel fiyat düzeyinde yükselişe neden
olacaklardır. Bu durumda, FTPL yaklaşımında bir denge koşulu olarak alınan
zamanlararası bütçe denkliğinin sağlanması, fiyat düzeyindeki uyarlanma ile
gerçekleşecektir.
Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan Sargent-Wallace çalışması ile fiyatın
mali teorisi, enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin önerileriyle, genel kabul
görmüş
parasalcı
görüşten
ayrılmakta
ve
bu
konudaki
literatüre
katkı
sağlamaktadırlar.
Bu çalışmada da, temel amaç, Türkiye açısından da önemli bir istikrarsızlık
kaynağı olan enflasyonist sürecin, literatürdeki bu zenginleşme doğrultusunda
yeniden değerlendirilmesidir. Özellikle 1980 sonrasında sürekli bütçe açıkları ve
buna eşlik eden yüksek enflasyon sürecinin varlığı, ülkede parasalcı yaklaşımın
dışında, bütçe açıkları ile enflasyon arasındaki ilişkinin de sorgulanmasını da gerekli
3
kılmaktadır. Diğer yandan, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon üçlüsü arasındaki
etkileşimin nasıl ve hangi yönlü olduğunun tespit edilmesi, ülkede enflasyonist
sürecin önlenmesinde uygulanan politikaların bu sürece ne kadar uyumlu olduğunun
tartışılmasına da imkan tanıyacaktır.
Bu amaçla, çalışmanın ilk bölümü parasalcı yaklaşım, Sargent-Wallace ve
FTPL yaklaşımlarının kuramsal olarak aydınlatılmasına ayrılmıştır. Bunu, para arzı,
bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini ele alan uygulamalı çalışmaların sıralandığı ikinci
bölüm izlemektedir.
Türkiye ekonomisinde, 1980 sonrası ekonomik gelişmeleri ve iktisat
politikası anlayışını para arzı, bütçe açığı ve enflasyon açısından özetleyen üçüncü
bölümün ardından, dördüncü bölümde, 1987:1-2004:4 döneminde, Türkiye
Ekonomisi’nin enflasyonist sürecinin parasalcı, Sargent-Wallace yada FTPL
yaklaşımlarından hangisince daha iyi açıklanabildiğini ortaya koymak amacıyla,
ekonometrik model çalışmaları yapılmaktadır.
Đlk model çalışmasında, Türkiye’de 1987:1-2004:4 aralığında, para arzı,
bütçe açığı ve enflasyon arasındaki dinamik ilişki incelenmiş ve enflasyonun
açıklanmasında para değişkeni yanısıra maliye politikası değişkeninin de belirleyici
olduğu tespit edilmiştir.
Türkiye üzerine yapılan uygulamalı çalışmalar bölümünün ikinci kısmında,
enflasyonu açıklamaya yönelen yaklaşımların zamanlararası bütçe kısıtına bakışları
ve baskın otoritenin tespiti amaçlanmıştır. Bunun için, başvurulan etki-tepki analiz
sonuçları, Türkiye’de ele alınan dönemde maliye otoritesi baskın bir yapının hakim
olduğu sonucuna işaret etmektedir.
4
Ekonometrik çalışmaların son kısmı ise, ele alınan dönemin farklı alt
dönemlerinde, ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığının tespitini
amaçlamakta ve MS-VAR tekniğini kullanmaktadır.
Çalışmanın beşinci ve son bölümü ise, sonuçları içermektedir.
5
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI , ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE TEORĐK
YAKLAŞIM
1.1.
FĐYAT
DÜZEYĐNĐN
BELĐRLENMESĐNDE
PARASALCI
YAKLAŞIM
Ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir zaman
yitirmeyen bir olgu da enflasyondur. Dolayısıyla enflasyonla mücadele konusu
ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil etmekte ve yazın, dünya ekonomik
deneyimleri sonucunda şekillenen farklı kuramsal açıklamalarla genişlemektedir.
Tarihsel açıdan kısa bir bakış atıldığında, 1970 ortalarına dek geçerliliğini
koruyan sabit döviz kuru sisteminin aynı zamanda enflasyona ilişkin bir çapa olarak
kullanıldığı, yıkılışının ardından da Friedman’ın önerisi dikkate alınarak parayı çapa
olarak kullanma fikrinin kabul edildiği görülmüştür. Bu doğrultuda da, para
programları oluşturulmaya başlanmış ve enflasyonun kuramsal açıklanmasında
parasalcı yaklaşımın hakimiyeti öne geçmiştir.
Ancak, batı merkez bankalarının 1980’lerin ortalarında para programlarınca
belirlenen para artışı ile enflasyon arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını ve
kopukluğunu deneyimlemeleri, enflasyona ilişkin yeni çapa arayışlarını beraberinde
getirmiştir. Böylece enflasyonun kendisinin çapa olarak alındığı, parasalcıların
aksine para ile fiyat arasındaki ilişkinin varlığını geri plana itip, enflasyonist
beklentileri kırmayı amaçlayan ve bu doğrultuda da her türlü değişkene önem veren
enflasyon hedeflemesi uygulaması yaygınlaşmaya başlamıştır (Uygur, 2000:11-12).
6
Bu son bakış açısıyla,enflasyonun salt parasal bir olgu olarak görülmesi
anlayışı da kırılmıştır. Nitekim, enflasyonun makro temelli kuramsal açıklamalarını
incelerken genel olarak iki gruptan bahsetmek mümkündür. Bunlardan ilki parasalcı,
diğeri ise, maliyeci açıklamadır.
Parasalcı bakış, açıklamasını paranın miktar teoremine (quantity theory of
money) dayandırmakta ve nominal gelir düzeyi (PY), para stoku (M) ile paranın
dolaşım hızını (V) ilişkilendirmektedir.
MV = PY
(1)
Miktar denklemi, zaman içindeki yüzde değişme cinsinden yazılıp, enflasyon
oranı için yeniden düzenlendiğinde aşağıdaki eşitlik elde edilmektedir:
π=v+m-g
(2)
Enflasyonun kaynaklarını, paranın dolaşım hızındaki değişme, para arzındaki
büyümeyi gösteren (2) nolu bu denklemde, π enflasyon oranını, m para arzındaki, g
gelirdeki büyümeyi, v paranın dolaşım hızındaki yüzde değişmeyi ifade etmektedir.
Parasalcıların enflasyonun ağırlıklı olarak parasal bir olgu olduğuna ilişkin
savı, paranın dolaşım hızındaki değişikliklerin çok küçük, hatta uzun dönemde sabit
olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Uzun dönem ve durağan durum dengesinde,
paranın dolaşım hızındaki değişme (v=0) ile gelirdeki büyümenin (g=0) sıfıra eşit
alınması, enflasyon için π=m eşitliğinin geçerli olmasını sağlamakta ve enflasyonun
uzun dönem dinamiğini belirleyenin ekonomideki reel faaliyet düzeyi doğrultusunda
merkez bankasınca sunulan para arzı olduğu sonucunu beraberinde getirmektedir
(Dornbusch-Fischer, 1990: 643-644).
7
Dolayısıyla, teorinin para arz ve talebinin birbirine eşitlendiği noktada ortaya
çıkan fiyat istikrarı açısından önerisi, para arzının kontrol altına alınması
gerekliliğidir. Bunun için fiyat istikrarı sorumluluğunun tamamen para otoritesine
bırakılması ve amaçlarını yerine getirmesi için mali otoriteden bağımsız ve tavizsiz
bir politika izleyebilmesi savunulmaktadır. Bir başka ifadeyle, parasalcı teoride, para
otoritesi tek baskın otorite olarak kabul edilmekte ve pasif mali otoritenin veri fiyat
düzeyinde sıkı bir mali politika uygulayarak bütçe dengesini sağlamakla yükümlü
olduğu görülmektedir.
Ancak bu süreç üzerinde yeniden düşünen bazı ekonomistler, parasalcıların
öne sürdüğü sebep sonuç ilişkisinin boşluklar içerdiğini, sadece bağımsız bir merkez
bankasınca para arzının kontrol edilmesinin, enflasyonun zaman içindeki seyrinin
ortaya konması için yeterli olmadığını, fiyat istikrarının sadece uygun bir para
politikasını değil, aynı zamanda uygun bir maliye politikasını da gerektirdiğini
savunan alternatif bakış açıları oluşturmuşlardır (Kocherlakota-Phelan, 1999: 14;
Christiano-Fitzgerald, 2000: 3).
Bu konuda dikkat çekici ilk çalışma ise, uzun dönemde para ile enflasyon
arasındaki ilişkinin zayıfladığını öne süren Sargent ile Wallace’ın (SW) “Unpleasant
Monetarist Arithmetic (UMA)” adını verdikleri ve Uygur (2000) tarafından “Nahoş
Parasalcı Aritmetik” olarak adlandırılan 1981 yılı çalışmalarıdır. Bunu, SW
çalışmasını düşünsel oluşumuna temel almış ancak maliye politikası ile fiyat
arasındaki ilişkiyi doğrudan kurması açısından farklılaşan, maliyeci yaklaşım olarak
da bilinen Fiyatın Mali Teorisi ( Fiscal Theory of Price Level, FTPL) izlemektedir.
8
1.2. “NAHOŞ PARASALCI ARĐTMETĐK” SARGENT-WALLACE
YAKLAŞIMI
Para ile enflasyon arasındaki ilişkide her daim parayı ön plana alan parasalcı
yaklaşımın aksine, iç borçlanma sürecinin süreklilik gösterdiği bir ortamda uzun
dönemde sıkı para politikasının işlemezliğini bir model yardımıyla açıklamaya
çalışan SW, bu sonuca ulaşılmasında ilk olarak, maliye otoritesi baskın bir rejimin
varlığının gerekliliğini belirterek, ekonomide para ve maliye otoriteleri arasındaki
ilişkilerin ulaşılacak sonucu değiştirdiğine değinmiştir.
Bir politika otoritesinin davranışlarını, karşı karşıya kaldığı kısıtlara bağlı
olarak tanımlayan Leeper’e (1991) göre, politika belirlenmesinde daha aktif olan
otorite, sadece kendi değişkenlerini gözönüne alarak, bunları kontrole yönelik
politikalar uygulayandır. Aktif bir otorite başka bir politikanın koşulları ile bağlı
olmadığından cari dönem, geçmiş yada gelecek dönem değişkenlerini gözetmeden
karar vermekte özgürdür. Ancak, pasif otoritenin kararları aktif otoritenin
davranışlarıyla kısıtlıdır. Bu açıdan bakıldığında, aktif politikanın ileriye dönük
(forward-looking), pasif politikanın ise, geriye dönük (backward-looking) bir karar
mekanizması olduğunu söylemek mümkündür (Leeper, 1991:130-137).
Genel ekonomik yapı içerisinde, para ve maliye otoritelerinin baskın olma
halleri dört başlık altında sayılabilir: 1) aktif para, pasif maliye politikası, 2) pasif
para, aktif maliye politikası, 3) aktif para, aktif maliye politikası, 4) pasif para, pasif
maliye politikası.
Ancak, bunlardan sadece ilk iki durum geçerli olduğunda politika
parametreleri belirlenebildiğinden, yukarıdaki dört başlığı iki politika grubuna
indirgemek mümkündür. Bunlar, para otoritesinin mali otoriteye baskınlığını ifade
9
eden, aktif para-pasif maliye politikası ve mali otoritenin para otoritesine baskın
olma halini gösteren aktif maliye-pasif para politikasıdır (Leeper , 1991: 138-139).
Para politikasının mali politikaya baskın olduğu ilk durumda, para otoritesi
mali politikayı gözetmeksizin politikasını belirlemekte yani para arzı konusundaki
kararını mali politikadan bağımsız vermektedir. Bağımsız davranan ve para
genişlemesi konusunda taviz vermeyen merkez bankası, gerek bütçe açığının
finansmanında gerekse bononun ödenmesinde para arzından faydalanılması
konusunda mali tarafı kısıtlayarak tek karar alıcı olmaktadır. Bu katı tutumuyla,
maliye tarafını borç stoğunu düşürmek için gerekli gelir fazlasını yaratmaya mecbur
bırakan para otoritesi böylece para arzını tek başına belirleyerek enflasyonu kontrol
etmektedir. Bu durum, parasalcıların enflasyonu önlemek için önerdikleri merkez
bankası bağımsızlığı sistemidir (Sargent-Wallace, 1981).
Mali politikanın baskın olduğu ikinci durumda, mali otorite bütçesini tek
başına yönetmekte ve açığın finansmanı için merkez bankasını para yaratmaya
zorlayabilmektedir. Bu durumda, artık para otoritesi enflasyonun kontrolü konusunda
daha az güçlü bir konuma düşmektedir (Sargent-Wallace, 1981).
Bu son durum, SW’ın 1981 yılı çalışmasının temel varsayımlardan biri olarak
ele alınmakta ve mali baskın bir otoritenin varlığında, para politikasının uzun
dönemde işlemediği, hatta daha yüksek enflasyon süreçlerini beraberinde getirdiği
öne sürülmektedir.
Mali baskın rejimin de içinde bulunduğu, belli koşullar altında para
otoritesinin fiyat düzeyi ile para arzı üzerindeki hakimiyetinin sınırlı olduğunu hatta
uzun dönemde yitirdiğini aşağıdaki model yardımıyla açıklayan SW, böylece
10
parasalcı bir ekonomide Friedman’ın para politikasının kontrol edemediğini
söylediği şeyler listesine enflasyonu da katmıştır.
SW Modeli (1981):
Ekonomide sürekli bütçe açığı ve bir dönemlik bir borç sözkonusudur.
Dt = {(H t − H t −1 ) / p t } + {Bt − Bt −1 (1 + Rt −1 )}
(1)
Dt: reel kamu açığı, Ht: para arzı θ: para arzı büyüme hızı, Pt: fiyat düzeyi, Bt:
kamu borcu, Rt-1: faiz oranı, Nt:nüfus n: nüfus büyüme hızını simgelemektedir.
Nt+1=(1+n)Nt N(0)>0
(2)
H t = (1 + θ )H t −1
(3)
(θ ne kadar küçülürse o kadar sıkı bir para politikası uygulanmaktadır.)
Konsolide bütçe kısıtını gösteren (1) nolu eşitliğe göre, mali açığın bir kısmı
para yaratarak bir kısmı da bonoyla finanse edilebilmektedir.
Kamu bütçe kısıtı kişi başına değerlerle ((1)/(2)) ifade edilip yeniden
düzenlendiğinde, toplam reel kamu borcu için (4) nolu eşitlik elde edilmektedir.
Dt
1
=
Nt Nt
{(H t − H t −1 ) / Pt } +
1
{Bt − Bt −1 (1 + Rt −1 )}
Nt
Dt  (H t − H t −1 )  Bt Bt −1 (1 + Rt −1 ) 
=
+ −

N t  N t Pt
  N t ( N t −1 )(1 + n ) 
Bt  Bt −1 1 + Rt −1   (H t − H t −1 )  Dt
=
⋅
−
+
N t  N t −1 1 + n   N t Pt
 Nt
(4)
Bu son eşitlik ile mali açığın varlığında, sıkı para politikası uygulamasının,
daha büyük borçlanmaları zorunlu kılacağı görülebilmektedir.
11
Model de ayrıca, fiyat düzeyi ekonomideki para arzının bir oranı olarak
alınmaktadır.
Pt =
1 Ht
⋅
h Nt
(5)
h pozitif değerli bir sabit.
Fiyat düzeyindeki değişim (5), enflasyon ise (6) nolu eşitlik ile ifade
edilmektedir.
Pt
1+θ
t=2,…,T
=
Pt −1 1 + n
(6)
T dönem sonrası enflasyon oranlarının , T döneminde yapılan kamu borçlanma
stoğuna, b0(T), bu stoğun da θ’ya bağlı olduğunu gösterebilmek için şöyle bir yol
izlenmektedir:
t>T,T dönem sonrası enflasyon oranının b0(T)’ye bağlılığını bulabilmek için, kişi
başına borç stoğunu gösteren (4) nolu denklem kullanılmakta ve
Bt
B
= t −1 = b0T ve
N t N t −1
H t = hN t pt ifadeleri de bu denklem de yerine konulmakta ve dönüştürmelerle
enflasyon ile borç stoğu arasındaki ilişkiyi gösteren (7) nolu eşitlik elde edilmektedir.
1 + Rt −1  Dt  hN t pt − hN t −1 pt −1 

boT = b0T ⋅
−
+

1 + n  Nt 
N t pt



1 pt −1 
 n − Rt −1  Dt

b0T 
− h1 −
=
 1 + n  Nt
 1 + n pt 

 1
1 pt −1  Dt Rt −1 − n
1 pt −1  Dt Rt −1 − n
h 1 −
+
⋅ b0T 1 −
=
+
b0T  ⋅
(7)
=
1+ n
1 + n pt
1+ n
 1 + n pt  N t
 Nt
 h
12
Elde edilen bu son eşitlikte, enflasyon oranı, pt-1/pt, bağımlı değişken
niteliğindedir ve T döneminde yapılan kamu borçlanma stoğuna, b0T, bağlıdır. Buna
göre, daha yüksek borçlanma, daha yüksek enflasyonu da beraberinde getirmektedir.
Enflasyon ile borçlanma arasındaki pozitif yönlü ilişkiyi gösteren yukarıdaki
sürece ek olarak, SW’ın kanıtlamaya yöneldiği diğer görüş, sıkı para politikasının
yüksek enflasyon sürecine gebe olmasıdır. Bunun için, (3) ve (5) nolu eşitlikler (4)
nolu eşitlikte yerine konulduğunda:



1 + Rt −1
D  H (1 + θ − 1) 
bt =
⋅ bt −1 + t −  t −1

1+ n
N t  (1 + θ )H t −1 


h
bt =

1 + Rt −1
D 
h
bt −1 + t − θH t −1 ⋅
(1 + θ )H t −1 
1+ n
Nt 
bt =
1 + Rt −1
D
θh
bt −1 + t −
1+ n
Nt 1 +θ
(8)
(8) nolu eşitlik elde edilmektedir. Bu son eşitliğe göre, θ’nın düşük olması
yani sıkı para politikası, bt değerini yükseltmektedir. Yüksek borç düzeyi ise, (7)
nolu eşitlikte görüldüğü gibi enflasyon ile doğru orantılı bir ilişki içerisindedir.
Modelin sonuçlarına göre, nominal para büyümesi, bütçe kısıtını (reel borç
stoğunun, gelecek dönemlerin reel bütçe fazlaları toplamına eşit olması) yerine
getirmek için dışsal olarak verilen bütçe açığını finanse etme ihtiyacı tarafından içsel
olarak
belirlenmektedir
(Özmen-Koru,2003:591).
Diğer
yandan,
bugünün
enflasyonunu düşük tutmak için uygulanan sıkı para politikasının, gelecekte daha
yüksek enflasyon düzeylerinin habercisi olduğu da modelin diğer sonucudur. SW’ın
“nahoş parasalcı aritmetik (unpleasant monetarist arithmetic)” olarak adlandırdığı ve
13
uzun dönemde sıkı para politikasının işlemezliğinin farklı bir ifadesi olan bu sonuç
doğrultusunda, enflasyonun mali güdümlü (fiscal-driven) parasal bir olgu olarak
değerlendirildiği görülmektedir.
Borçlanma için ödenen reel faizin ekonominin büyüme oranından daha büyük
olması (r>g), merkez bankasının para basarak gelir sağlamasının mümkünlüğü ve
yine merkez bankasının mali baskılara boyun eğen bir yapıya sahip olması gibi bazı
koşullar
altında
ortaya
çıkan
nahoş
parasalcı
aritmetik
sonucu,
model
çözümlemelerinden uzak olarak ifade edilmeye çalışıldığında şöyle bir süreç ile
karşılaşılmaktadır:
Öncelikle maliye politikasının etkin olduğu bir ekonomide, bütçe açıklarının
kapatılmasında enflasyonu önlemek amacıyla borçlanmaya ağırlık verilmektedir. Bu
durum ise, bono üzerindeki reel faizleri yükselterek, kamu yükümlülüklerinin daha
hızlı büyümesine sebebiyet vermektedir. Diğer yandan, artan borçlanma yanısıra faiz
ödemeleri için de yeni borçlanmaya gidilmesi borç stoğunun sürdürülemez boyutlara
ulaşmasına ve borcun borçla ödenmesi sürecinin kısa sürede tıkanmasına neden
olmaktadır. Bu tıkanmayı hızlandıran diğer bir unsur ise, beklenen enflasyondaki
yükselmedir. Çünkü beklenen enflasyonun yükselmesiyle faizler de artacak ve
borçlanma sınırına daha hızlı varılacaktır (Uygur, 2001: 10). Diğer yandan, bir
ekonomide kamu borcunun maksimum miktarının özel sektörün bu borcu emebilme
isteğine de bağlı olması sözkonusu kısıta yaklaşılmasını kolaylaştıracaktır. Tüm bu
nedenlerle borçlanma kısıtına varıldığında ise, mali açıkların parasal genişleme ile
kapatılması zorunlu hale gelecektir (Sikken-Haan, 1998: 493-496).
Böyle bir sonuca ulaşılmasında ekonomik koşulların yanı sıra etkili olan bir
diğer unsur, politika yapıcının davranış mantığıdır. Politika yapıcıların genel
14
davranışı, mevcut politikalar sürdürülemez hale geldiğinde, derhal bu durumu
düzeltmeye ilişkin girişimlerde bulunulması aksine, ertelemelere başvurulmasıdır.
Özellikle mali gelişmelerde gecikmelerin oldukça maliyetli olduğu bu ertelemelerin
en büyük nedeni ise, yükün bir başkasına aktarılabilmesidir. Nitekim, SW’ın temel
aldığı ekonomik ortamda da, benzer bir durum ortaya çıkmış ve para ile maliye
otoriteleri arasında oynanan dinamik bir oyun sonucunda, her biri kendi politikası
doğrultusunda hareket edip, diğerini ona uymaya zorlamıştır (Drazen-Alesina, 1991:
1170-1171).
Woodford’un da belirttiği gibi, SW argümanı, kamu borcunun daha fazla
borçlanmanın mümkün olmadığı bir sınırı yakalayacağı varsayımına dayanmakta ve
para otoritesi, açığı finanse etmek için yeterli senyoraj gelirini yaratmaya mecbur
bırakılmaktadır (Woodford,1998: 22). Bu noktada basılan para ve ortaya çıkan
enflasyon ise, açıkların başlangıçta parasal genişlemeyle kapatılsaydı oluşacak
enflasyon oranından çok daha yüksek olmaktadır. O halde, nahoş parasalcı aritmetik
sonucu, sıkı para politikasının uzun dönemde daha yüksek enflasyona mecbur
bırakması yoluyla ortaya çıkmaktadır(Sargent-Wallace,1981;Woodford, 1995:16,17).
Christiano, Fitzgerald (2000) yılı çalışmasında bu sonucu çok basit bir
anlatımla ifade etmiş ve aynı zamanda geleneksel görüşün SW sonucuna yorumuna,
dolayısıyla enflasyon problemine sunduğu çözüme de değinmiştir. Bu basit anlatım
da, kamunun bono satışından elde ettiği gelir (bı), vergi (sf) ve senyoraj (sm) ile
simgelenerek kamunun bütçe kısıtı şöyle yazılmıştır: bı+sf+sm=b. Hanehalkı
optimizasyonunun bl=0 ile sağlandığını ve kamunun zamanlararası bütçe kısıtının
b=sf+sm şekline dönüştüğünü belirten Christiano, Fitzgerald (2000), bu basit
aritmetiği ile vergiler azaltıldığında, eşitliğin yeniden sağlanabilmesi için senyoraj
15
gelirinin artırılması gerektiğini ve böylece SW’ın çalışmasının meşhur başlığı “nahoş
parasalcı aritmetik” sonucuna ulaşıldığını göstermektedir.
SW çalışması vardığı sonuç doğrultusunda, politika yürütücüleri olan merkez
bankası ve hazine arasındaki ilişkiyi iç içe geçmiş bir yapıda tanımlamakta ve çözüm
için de birbirlerinden bağımsız düşünülemeyeceğini de vurgulamaktadır (Cochrane,
2000:4).
Diğer yandan, geleneksel görüşün, SW sonucuyla karşılaşılmaması ve merkez
bankasının vergileri düşük tutan mali otorite karşısında çökmemesi için savunduğu
çözüm önerisi ise, merkez bankası bağımsızlığıdır. Buna göre, merkez bankası kamu
açığını ihmal edecek biçimde katı bir politika şekillendirdiğinde, yani ilk durumdaki
“takip eden, pasif” olma konumundan “lider, aktif” konumuna geçtiğinde, yukarıdaki
aritmetik mali otoriteyi bu durumla tutarlı bir mali politika yürütmeye zorlayacak ve
böylece istikrarlı bir fiyat düzeyine erişilecektir. Dolayısıyla da bu “nahoş” sonuçla
karşılaşılmayacaktır (Christiano-Fitzgerald, 2000:10, 26; Woodford,1996:16; Uygur,
2001:15).
Katı ve bağımsız bir merkez bankasının SW’ın öne sürdüğü istenmeyen
sonuçları engelleyeceğini düşünen geleneksel görüşün aksine, FTPL yaklaşımı, mali
şokların enflasyonist sonuçlarının bu kadar kolay ortadan kaldırılamayacağını iddia
eden yeni bir bakış olarak çıkmakta ve SW analizini de farklı bir noktaya
taşımaktadır.
Artan kamu açığının enflasyonist etkilerinin merkez bankasının para
politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu servet
etkisi aracılığıyla açıklamaya çalışan FTPL yaklaşımına geçmeden önce, izleyen
16
kısımda SW yaklaşımın anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülen eleştiri ve
katkılara yer verilecektir.
1.2.1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen Eleştiri ve
Katkılar
Kamu bütçe kısıtı doğrultusunda, uzun dönemde para stoğunun büyüme
oranının mali açıklarla yönlendirildiğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali
kaynaklı bir olgu olduğunu öne süren, SW çalışmasına ilişkin itirazlarının
yoğunluğuyla dikkat çeken ilk isim Willem Buiter’dir.
Buiter (1982; 1983), öncelikle SW modeli varsayımları üzerinde bazı
değişikliklerin yapılması gerekliliğine değinmiştir. SW modelinde, ekonomik ajanlar
varlıklı ve yoksul kesim olmak üzere iki gruba ayrılmış ve gelir düzeyi farklılıkları
doğrultusunda her iki grup için de bir takım kısıtlayıcı varsayımlarda bulunulmuştur.
Buna göre, ekonomide yatırım yapabilmenin minimum bir sermaye ölçeği vardır ve
bu minimum ölçek yoksulların donanımlarını aşmaktadır. (β: varlıklı kesimin
gençken ki vergi sonrası donanımları, k:sermaye stoğu, α1: yoksulların gençken ki
vergi sonrası donanımları ise; β/2>k>α1). Bu konudaki diğer bir kısıtlayıcı varsayım,
birden fazla yoksulun birleşerek yatırıma yönelememeleridir. Bu iki varsayım ile
yoksullar reel yatırım yapma durumundan soyutlanmışlardır. Diğer yandan, kamunun
piyasaya sürdüğü faiz getirili bonoların değerinin yoksulların erişemeyeceği
büyüklükte olması ve yine varsayım gereği, birkaç kişinin birleşerek almasının yasal
olarak kısıtlanışı, yoksulların bir değer biriktirme aracı olarak sadece para tutmasını
zorunlu kılmıştır. Zenginler ise, Pt/Pt+1<1+R olduğu sürece hem bono hem de reel
sermaye ellerinde tutabilmektedirler (Sargent-Wallace1981,appendix A).
17
Buiter, yukarıda verilen kısıtlarla, ekonomik ajanların değer saklama
teknolojisi yada sermaye piyasası konusunda eşit erişebilirliğe sahip olamadıklarını
ve bunun gereksiz bir kısıt olduğunu belirtmiştir. O’na göre, sadece zenginlerin
verimli bir stoklama teknolojisine ulaşabilirliğini varsaymak yeterli değildir. Fakirler
de kaynaklarını birleştirebilirler ve varlıklı kesimin yatırım için bu kaynaklara
ulaşmasını sağlayabilirler. Oysa, SW’da yoksulların bono satın alması gibi bu
olanaklar da kısıtlanmıştır (Buiter, 1982: 2-6).
Buiter’in eleştirilerinde paraya dair bir konu, modelde paranın istikrar
sağlayıcı rolünün ihmal edilmesidir. Ekonomide nominal bir katılık olduğunda ve bu
ücret ile fiyat belirleme davranışında kendini gösterdiğinde, para politikası kuralları
ekonomiyi istikrarlı hale getirmektedir. Bir başka ifadeyle, para politikası araçları
otomatik dengeleyici olarak devreye girmektedir (Buiter, 1982: 26-27).
Buiter’in Sargent-Wallace (1981) makalesine diğer bir karşı çıkışı, sıkı para
politikasının gelecekte daha yüksek bir enflasyon anlamına gelmesi konusundadır.
SW’a göre, ∂π
∂b
> 0 ve ∂b
∂θ
< 0 eşitlikleri bugünün sıkı para politikasının,
harcama, vergi ve transfer programında bir değişiklik olmadığı durumda, gelecekte
daha yüksek enflasyona varılacağını göstermektedir. Onlar’ın aksine, Buiter düşük
oranda bir para arzının, Ricardocu bir ortamda, düşük düzeyde bir borçluluğu teşvik
ederek
başlangıçtaki
ve
gelecekteki
enflasyonu
düşüreceğini
savunmuştur
(Buiter,1983:33-34).
Buiter, SW modelindeki kamu açığının, vergi gelir yetersizliğinden çok,
tüketim ve cari işlemlere dayanan kamu harcamalarındaki değişmelerden
kaynaklandığını, bu harcamaların ise savurganca olduğunu öne sürmüştür. O’na
18
göre, eğer kamu harcamalarının bir kısmı kamu yatırımlarını içerseydi ve kamu
sektörü sermaye birikimi özel yatırımlar ve kamu bonolarıyla aynı getiri oranını, R,
sağlasaydı, bu durumda bu tip yatırımları finanse etmek için kullanılan borçlanma
kamu sektörü yatırımından elde edilen getiriyle karşılanır ve bozucu bir etki ile
karşılaşılmazdı.
Buna göre Buiter, hükümetlerin kamu sektörü yatırımını finanse etmek için
borçlanmaya başvurabileceğini, bu durumun enflasyonist olmaması içinse, yatırımın
getirisinin, finansmanda kullanılan borçlanmanın getirisinden daha düşük olmaması
gerekliliğini belirtmiştir. Eğer düşükse, bu durumda da kamu yatırımının finanse
edildiği borç için vergi yüklenerek, bonoyla finanse edilen yatırımın enflasyonist
sonuçlarının ortaya çıkmasının engellenebileceğini ifade etmiştir(Buiter,1982:19-23).
Yatırımlar dışında savurganca yapılan harcamaların yarattığı açıklar ve
bunların finansmanın özel sektör ve kamu arasında kaynak rekabeti yaşanmasına
neden olduğunu da belirten Buiter, bu durumda kamu sektörü borçlanmasının kaynak
dağılımındaki dengesizliği teşvik ettiğini ve veri faiz oranın da tasarrufları özel
sermaye yatırımları yerine kamu borcuna yönlendirerek, özel sermaye birikimini
dışladığını da belirtmektedir.
Diğer yandan, kamunun yarattığı dışlama etkisi sadece kaynak rekabeti
nedeniyle değil, aynı zamanda borçlanmanın faiz üzerinde yarattığı baskı ve bunun
sonucunda faize duyarlı harcamaları dışlama olarak da kendini göstermektedir. Genel
anlamda bakıldığında ise, kamu borcunda meydana gelen değişme, kamunun
ekonomiye getirdiği dışlama baskısının en iyi göstergesidir (Buiter, 1983: 23-26).
19
Borçlanmanın dışlama etkisinin önemle altını çizen Buiter, SW’da geniş mali
açığın, istikrarsız ve patlayan bir büyüme oranına, dolayısıyla da enflasyona neden
olacağını belirtildiğini, oysa ortaya çıkarılan dışlama etkileriyle patlayan bu sürecin
hiperenflasyon değil; hiperdeflasyon olduğunu iddia etmiştir. Bir başka deyişle,
Buiter’e göre, SW’ın öne sürdüğü hiperdeflasyon teorisinin filizlenmesidir (Buiter,
1985: 1). Eğer otoriteler harcama ve vergi programlarını öyle şekillendirirler ve
toplam dışlama düzeyini sabit tutmayı başarırlarsa, borçlanma düşecek ve böylece
düşük bir para büyüme ve enflasyon oranı ile karşılaşılacaktır (Buiter, 1983: 27).
SW çalışmasını, benzer şekilde dışlama etkisi açısından eleştiren, bir diğeri
Michael Dotsey’dir (1994, 1996). Dotsey’e göre, varolan makroekonomik teori,
sermaye üzerindeki vergi oranında bir azalma olduğunda ve bunun yarattığı boşluk
kamu borcundaki bir artışla finanse edildiğinde, yatırımın teşvik edildiğini ve
ekonomik aktivitenin canlanacağını ileri sürmektedir. Ancak, Dotsey, bu sonucun
ortaya çıkabilmesi için vergi düşmesi nedeniyle meydana gelen kamu borcundaki
artışın, gelecek dönemde bozucu etkiler yaratmayacak bir mali politika ile finanse
edilebilmesinin pek de gerçekçi olmadığını belirtmekte ve düşen vergi oranlarının ve
yükselen açıkların yatırım ve üretimde azalmalara yönlendireceğini belirtmektedir.
Dotsey’e göre, cari kamu açıkları borçlanma ile finanse edildiğinde, düşük
vergi oranları ve yükselen açıklar üretim ile yatırımı geriletmektedir. Çünkü, düşük
vergi oranları sonucunda ortaya çıkan yüksek düzeydeki kamu borçları, kamu
zamanlararası bütçe kısıtının doğrudan sonucu olan gelecekteki vergi oranlarının
yükselmesine ilişkin beklentileri etkilemekte ve böylece yatırım için teşvik edici
yönü ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla, Dotsey, kamu borcunun özel yatırımları
dışlarken, tüketimi yükselttiğinin altını çizmektedir (Dotsey, 1994: 514).
20
Oysa, aksi durumda, yani yüksek vergi oranları geçerli olduğunda, borç
düzeyi inecek ve düşük borç düzeyi gelecekte daha düşük vergi beklentisini
kuvvetlendirerek yatırımları teşvik edecektir (Dotsey, 1994: 507-508).
Dotsey ayrıca, para politikasını borca tepki verip vermemesine göre ikiye
ayırmış ve para otoritesinin borca tepki vermediğinde uyguladığı politikaya bağımsız
para politikası derken; borca duyarlı olarak yürüttüğü politikayı ise bağımlı para
politikası olarak adlandırmıştır. Yaptığı çalışmada da, para otoritesinin bağımlı ve
bağımsız olduğu durumlarda nominal değişkenlerin davranışlarının karşılaştırmasına
yer vermiştir. Buradan da, SW sonucunun borca duyarlı vergi otoritesi ile bağımsız
para politikası altında ortaya çıkmayacağını öne sürmüştür.
Para politikasının borca duyarlı olduğu (bağımlı) durumda, beklenen para
büyüme oranı kamu borcuyla ilişkilidir. Para büyüme oranı ile borç arasındaki pozitif
yönlü bir ilişki, borç ile nominal faiz ve fiyat düzeyi arasında da böyle bir ilişkinin
varlığını göstermektedir. Diğer yandan, veri bir para büyüme oranında artan vergiler
daha düşük nominal faiz ve fiyat düzeyini beraberinde getirmektedir. Çünkü,
yükselen vergiler ile borçlanma düşecek ve dolayısıyla gelecekte daha düşük bir para
büyüme oranı ile karşılaşılacaktır. Model bu koşullar altında, mali politikanın
gelecek dönem para büyüme oranı vasıtasıyla nominal değişkenleri etkilediğini
göstermektedir.
Ancak, para politikası bağımsız olursa,vergiler ve borç para büyüme oranını
etkilemeyeceklerdir. Mali otorite borca duyarlılık gösterecek ve nominal
değişkenlerin davranışları para otoritesinin kamunun finansmanı konusundaki
tutumuna bağlı olmayacaktır (Dotsey,1996:85). Bir başka deyişle, parasalcı aritmetik
nahoş, istenmeyen bir sonuç meydana getirmeyecektir.
21
Benzer şekilde Michael Darby de (1984), eleştirisini SW modelinin temel
varsayımlarından biri olan mali otorite baskınlığına dayandırmıştır. Darby’e göre,
merkez bankası ne cari dönemde ne de gelecekte kamu açıklarını monetize etmeye
zorlanmamalıdır. Böylece mali otorite kamu açıklarından sorumlu olacak ve
istenmeyen sonuçların ortaya çıkması engellenecektir (Darby, 1984: 1).
SW çalışmasını eleştiren diğer bir araştırmacı Bennett McCallum’dur (1984).
McCallum analizini ve eleştirilerini Ricardocu Denklik teoreminden yola çıkarak
şekillendirmiştir. Parasalcı bakış, bonoyla finanse edilen açıkların toplam talep
üzerinde yani fiyat ve üretim üzerinde bir etki yaratmayacağını benimsemiştir. Bu
düşünceye mantıksal destek olarak ise, Ricardocu Denklik Teoremi gösterilmiştir.
Teoremde, ekonomik ajanlar cari bütçe davranışlarının gelecek dönem bütçesi
üzerinde yaratacağı etkileri göz önüne almakta ve bütçeleme kararlarını bu
doğrultuda şekillendirmektedirler. Borçlanmayı net servet olarak algılamayan
ekonomik ajanlar, arz ve talep üzerinde bir etki yaratmamaktadırlar.
Buradan yola çıkan McCallum, sabit ve pozitif bir mali açığın bonoyla
finansmanının enflasyonist olmadığının söylenebileceğini belirtmiştir. Bunun tek
koşulunun ise, açıkların faiz ödemelerini içeren bir biçimde tanımlaması olduğunu
öne sürmüştür.
SW görüşü, bono stokları büyüdükçe açıkların da büyümeye devam ettiği ve
bu koşullarda Ricardocu denkliğin kırıldığı yönündedir. Bu düşünce Barro (1974)
tarafından da desteklenmiş ve bono stoğunun büyüme hızının, ekonominin büyüme
hızını geçmemesi gerektiği, çünkü belli bir noktada borç stoğunun değerinin
kamunun gelecek dönem vergileme kapasitesinin bugünkü değeriyle bağlı olduğunu
belirtilmiştir (Barro, 1974:1098). Benzer şekilde SW’da bonolara ödenen reel faizin
22
ekonominin büyüme oranından büyük olduğunda, reel bono stoğunun ekonomiden
daha hızlı büyüyeceğini ve bunun sonsuza dek böyle gidemeyeceğini, borçlanmanın
limitine varılacağını söylemektedir.
McCallum için ise, yukarıdaki argümanlar bütünüyle inandırıcı değildir. Đlk
olarak, bonoyla finansman politikası sürekli devam ettirildiğinde, borcu ertelemek
için vergi toplanmadığını ve böylece vergileme kapasitesinin kullanılmamış
olduğunu öne sürmektedir. Diğer yandan, Ricardocu bakış açısı altında, kamu
bonolarının özel sektörce net servet olarak değerlendirilmediğini belirten McCallum
bu durumun geçerliliğinin bono stoğunun
büyüklüğüyle ilgisiz olduğunu
savunmaktadır (McCallum, 1984:125-126).
Tüm bu eleştirilerin ardından, SW’ın nahoş parasalcı aritmetik sonucuna
katkılar yapan, hatta analizi genişleten bir çalışma ise, Bhattacharya ve Haslag’a
(1999) aittir.
Sözkonusu çalışmada ilk olarak SW sonucunun geçerlilik koşullarından
bononun reel faizinin, ekonominin büyüme hızından daha yüksek olması
gerekliliğinin sorgulanması üzerinde durulmuştur.
Buna göre, varolan borç üzerindeki faiz,yeni borç satışından elde edilen geliri
aşıyorsa, bu bir gelir sıkıntısını beraberinde getirecektir. Vergiler de bir değişme
meydana getirilmediği varsayımı altında, kamu bütçe kısıtı, merkez bankasını bu
gelir sıkıntısını gidermeye zorlayacak ve böylece hem senyoraj hem de enflasyon
oranı
yükselecektir.
Buradan
SW
sonucuyla
karşılaşabilmek
faiz(R)>büyüme oranı (g) koşulunun gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
için
Reel
23
Ancak, Bhattacharya ve Haslag (1999) çalışmasında, koşulun sadece teorik
bir merak olduğunu ve gerçekte bononun reel getirisinin ekonominin büyüme
oranından küçük olduğunu öne sürmüşlerdir.
Buradan hareketle, bu koşulun gerekliliğini ve oynadığı rolü görebilmek için
öncelikle, tersi durum ele alınmıştır. Buna göre, faiz ödemelerinin ekonomiden daha
yavaş büyümesi, bir başka deyişle, kamunun bono satışından elde ettiği gelirin faiz
harcamalarını karşılamaya yetecek düzeyde olması halinde senyoraj ve/veya vergi
gelirlerinin daha düşük düzeyde kalmasına imkan sağlanacaktır.
Buna ilişkin olarak ABD ve Kanada verileri incelenmiş ve reel GSMH
büyüme oranı genellikle reel faizden yüksek çıkmıştır. Ancak bazı dönemlerde tersi
durumun geçerliliğine de rastlanmıştır. Buradan hareketle, Reel faiz (R)> büyüme
oranı (g) koşulunun yeterli fakat gerekli bir koşul olmadığı öne sürülmüştür
(Bhattacharya - Haslag ,1999:29-30).
SW sonucunu geçerliliğini farklı koşullar altında değerlendiren Bhattacharya
ve Haslag, nahoş parasalcı aritmetik sonucunun, R<g olsa bile ortaya çıkabileceğini,
kişilerin gelirlerini kullanabilecekleri finansal varlıkların sayısının yükseltilmesi
varsayımını modele ekleyerek sorgulamışlar ve bunun için Guzman, Bhattacharya ve
Smith’in (BGS) (1998), çalışmasından faydalanmışlardır.
Buna göre, ekonomide getirisi olan diğer bir değer saklama aracı da yatırıma
yönelmektir. Ancak, büyük yatırımların bireylerin finanse edebileceğinden daha
geniş çaplı olması, bankalarca toplanan tasarrufların yatırıma yönlendirmesini
gerektirmektedir. Bankanın portföyünde ise, θ kadar bir payı para alırken, geri
kalanını da (1- θ) yatırım projesi almaktadır.
24
Ekonomide kamu bonosundan başka getirisi olan değer saklama araçlarının
varlığı altında, ekonomik ajanlar tasarruflarını tüm finansal varlıkların getirisini
dikkate alarak şekillendirmektedirler. Nitekim, bireylerin bonoya yönelebilmesi için,
getirisi en az mevduatınki kadar büyük olmalıdır. Benzer şekilde, kamu da bono
satışında diğer getirileri dikkate almaktadır.
Parasalcı aritmetik sonucunun R<g koşulunda da geçerliliğini koruduğunu
görebilmek için bireylerin tasarruflarının bono ve banka mevduatı s=b+d arasında
dağıldığı varsayımı ele alınmıştır. Bu durum da, bono satışı yapıldığında veri tasarruf
düzeyinde, s, banka mevduatları düşecektir. Mevduatın bir kısmının da reel para
talebi olduğu bilgisi altında, bonolarda bir yükseliş bono satışından elde edilen geliri
yükseltirken, senyorajdan elde edilebilecek olan geliri düşürmektedir. Bunun nedeni,
bono satışının para tutmayı dışlamasıdır. Sözkonusu dışlamanın olabilmesi ise,
yatırım projesi getirisinin paranın getirisinden ,borcun getirisinin ise paranınkinden
yüksek olması gerekmektedir. Bu durumda, kamu borcunun, açık finansmanın da
kullanılması paradan çok daha pahalıya gelmektedir.
Böylece, Guzman, Bhattacharya ve Smith (1998), kamu borcundaki sürekli
bir yükselişin sürekli kamu borcundaki bir artışla finanse edilemeyeceği ve bonoların
reel getirisi ekonominin büyüme oranından küçük ( R<g ) olsa bile nahoş parasalcı
aritmetiğin geçerliliğini koruduğunu göstermiştir. Anahtar koşul, ekonominin
büyüme oranından daha yüksek getirisi olan bir değer saklama aracının olmasıdır. Bu
analizle, SW sonucu daha genel bir ekonomik modele dönüştürülmüştür
(Bhattacharya–Haslag, 1999: 32).
25
Bir anlamda SW modelini sorgulayan, sorgularken de modele katkılar yapan,
Bhattacharya and Haslag (1999) çalışması, ayrıca SW modelinde merkez bankasının
politika aracı olarak sadece para büyüme oranı ile sınırlandığını, fakat gerçek
yaşamda böyle bir kısıtın var olmadığı durumunu da ele almıştır( Bhattacharya–
Haslag, 1999: 33).
Yukarıda özetlenen, SW çalışmasına yönelik eleştirileri ve katkıların
ardından, izleyen kısımda, sözkonusu çalışma sonucunun da etkisiyle, parasalcıların
enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin politikalarına karşıt açıklamalar
getiren ve fiyat istikrarının sadece belirli bir para kuralının uygulanmasıyla değil,
aynı zamanda maliye politikasının da ele alınmasıyla gerçekleşeceğini öne süren
maliyeci yaklaşıma geçiş yapılacaktır ( Woodford, 1995:1 ).
26
1 . 3. FĐYATIN MALĐ TEORĐSĐ (FTPL)
Fiyatın mali teorisi yada
maliyeci yaklaşım olarak da bilinen, çalışma
içerisinde kısaca FTPL (fiscal theory of price level) olarak ifade edilecek olan
yaklaşım, SW çalışmasının ardından, benzer şekilde, ülke örneklerinde enflasyon ile
para arzı arasındaki ilişkinin zayıflığının belirginleşmesi sürecinde Leeper (1991),
Sims (1994) ve Woodford (1994, 1996, 2001) vd. tarafından ortaya atılmış yeni bir
teori niteliğindedir.
FTPL
yaklaşımın
önde
gelen
savunucularından
Woodford’un
çıkış
sorularından biri “enflasyon istikrarı ile sorumlu olan her ekonomik ajanın kendisini
mutlaka mali politika ile ilgili tutup tutmayacağı; mali politika ile ilgili olanların
davranışlarını para otoritesi ile koordine etmek durumunda olup olmayacağı”
şeklindedir. Bir başka ifadeyle, Woodford, ilk olarak, sonucunda ulaşmayı beklediği
otorite koordinasyonu gerekliliğine, otoriteler arası ilişkinin varlığını sorgulayarak
başlamıştır.
Woodford’a göre, genel olarak politika yapıcılar iki tez üzerinde
durmaktadırlar. Bunlardan ilki, para politikasının kamu bütçesi üzerinde etkisinin az
olması, ikincisi ise, enflasyonun belirlenmesinde maliye politikasının çok az bir
etkiye sahip olmasıdır. Yani kısaca, genel görüş, para ve maliye politikalarının
birbirlerinden bağımsızca yürütülebilmeleridir. Oysa Woodford, bu iki bakış açısının
hiçbirinin doğru olmadığını iddia etmektedir.
Đlk teze ilişkin itirazında Woodford, senyoraj gelirlerinin toplam kamu
gelirleri içerisinde küçük bir pay almasından dolayı para politikasının mali etkilerinin
genellikle ihmal edildiğini, fakat böyle bir bakış açısının, para politikasının mali
27
etkiler yaratması konusundaki bir kanalı gözardı ettiğini belirtmektedir. Bu kanal ise,
para politikasının fiyat düzeyi aracılığıyla kamu bütçesinin reel değeri ve bono
fiyatını etkilemesidir (Woodford, 2001: 671).
Maliye politikasının enflasyonun belirlenmesinde önemsiz olduğunu öne
süren düşünce ise, enflasyonu saf parasal bir olgu olarak almakta ve şöyle bir süreci
desteklemektedir: Mali açığın var olduğu bir ekonomide, bunun kapatılması için
gerekli olan gelir para tabanının artırılması yoluyla elde edilirse, fiyatın
belirlenmesinde miktar teorisinin koşulları rol oynayacak ve para politikasının seçimi
doğrudan enflasyon düzeyini de belirlemiş olacaktır. Ancak bu sürecin geçerliliği,
ekonomide tüketicilerin rasyonel beklentilere sahip olup, Ricardocu denkliğin
sağlanmasına bağlıdır.
Ricardocu rejim sözkonusu olduğunda, kamu bütçesindeki değişikliğin, cari
yada gelecek dönem bütçelerinin bugünkü değerinde bir değişiklik yaratmayacağı
varsayılmaktadır. Dolayısıyla, rasyonel davranışlar sergileyen bireyler, bugünün
borçlanmasının kendilerine gelecek dönem vergi artışı olarak geri döneceği bilincini
taşıdığından, mali politikanın herhangi bir servet etkisi yaratmasına olanak
vermeyecekler ve böylece mali politikaların toplam talep ile enflasyon üzerinde
etkisi ortaya çıkmayacaktır. Nitekim, mali politika koşullarının fiyat düzeyi
belirlenmesinde rol almadığı, geleneksel miktar teorisinin doğrulandığı tek özel
durum sözkonusu denkliğin sağlanmasına ilişkindir (Woodford, 1995:3, 22, 25 ;
Cochrane, 1998: 11-14).
Bütçe açıklarının parasallaştığı ölçüde enflasyonist etkiler yarattığını savunan
aralarında Friedman (1981), Blinder (1982), Hein (1981), Grossman (1982),
Hamburger-Zwick (1981), Sprinkel (1981) vd.nin olduğu parasalcı görüşün
28
savunucuları, enflasyon sorununun, para arzının artış hızının düşürülmesi dolayısıyla
merkez
bankasının
açıkları
parasallaştırmayı
reddetmesiyle çözülebileceğini
belirtmektedirler (Miller,1983:8).
Diğer yandan, parasalcı varsayımlar altında, para ile fiyatlar arasında ilişki
olsa bile, mali baskın bir otoritenin varlığında , uzun dönemde sıkı para politikasının
enflasyon üzerinde önleyici etkisinin olmayabileceğini belirten SW sonucu için de,
geleneksel görüşün önerdiği politika merkez bankasının bağımsızlığıdır. Buna göre,
bağımsız merkez bankası para genişlemesinde katı davranırsa, maliye tarafı borç
stokunu azaltmak için gelir fazlası oluşturmak zorunda kalacak ve enflasyonist
sürecin engellenmesi sağlanacaktır (Günaydın, 2004: 164-165).
Mali politikanın enflasyonist sonuçlarını bertaraf etmek için merkez bankası
bağımsızlığına güvenmenin yeterli olmadığını, aksine merkez bankasının fiyat
istikrarını sağlamak amacının ancak maliye politikasının da işleyişini de dikkate
almasıyla gerçekleştirilebileceğini öne süren FTPL yaklaşımına göre, bazı
varsayımlar altında uzun dönemde fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyen para
miktarı değil, bütçe açıkları ve bu açıkların getirdiği borç stoğudur (Uygur,2001:11).
Bu sonuca bir model yardımıyla ulaşan ve geleneksel düşünceyle kamu bütçe
kısıtına bakış açısı dolayısıyla ayrılan FTPL yaklaşımı, Ricardocu rejimin geçerli
olduğu bir ortamda fiyat istikrarını sağlama konusunda uygun olan bir politikanın,
Ricardocu olmayan bir ortamda uygun sonuçlar veremeyeceğini öne sürerek yola
çıkmıştır ( Woodford, 1998:23). Nitekim, teorinin modellenmesinde de, Amerikan
toplumu için yapılan, vatandaşların bütçe açıklarından hoşlanmamalarına rağmen,
kamu bütçe kısıtı kavramını tam olarak algılayamamaları nedeniyle mali aldanma
(fiscal illusion) içerisine girebildikleri sonucuna varılan araştırmaları da dayanak
29
göstererek ( Tabellini-Alesina, 1990: 37), gerçek yaşamla daha uyumlu olduğunu öne
sürdüğü Ricardocu olmayan rejimlerin varlığını ele almıştır ( Woodford, 2001: 671).
Ricardocu denkliğe her dönem uyan ekonomilerin istisna olduğuna ve
özellikle kamu açığının yüksek ve borç stoğunun giderek büyüdüğü ekonomilerde
Ricardocu olmayan ortamın hüküm sürdüğüne inanan ve enflasyon olgusunu mali
değişmelerle açıklayan FTPL modeli (Woodford (1995)) aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Đlk olarak tüketici davranışlarının, ardından kamu bütçe kısıtının ve son
olarak da piyasa denge çözümünün ele alındığı modelde, sonsuz yaşam sürelerine
sahip ve her biri aynı nitelikteki hanehalkının maksimize edeceği fayda
fonksiyonunu (1) nolu eşitlik vermektedir.
∞
∑ β U  c , M
t
t
t =0
t

p t 
(1)
Burada βt iskonto faktörünü ( 0 < β < 1 ), Mt:nominal para stoğu, Pt:fiyat
düzeyi Mt/Pt:reel para stoğu, ct:reel tüketim, yt:t dönemindeki üretimden sağlanan
reel geliri simgelemektedir.
Hane halkının t dönemi için bütçe kısıtı ise,
pt ct + M t + Bt ≤ Wt + pt y t − Tt
(2)
şeklinde ifade edilmektedir. Wt:t dönemi başındaki finansal serveti; Tt: kamunun net
(kamu transferleri düşüldükten sonraki) nominal vergi gelirini; Ptyt:mal satışından
elde edilen geliri tanımlamaktadır. (2) nolu eşitlikle verilen bütçe kısıtı, hane halkının
vergiler ödendikten sonraki harcanabilir gelirini tüketim ve bono alımı arasında
paylaştırdığını göstermektedir. Hane halkının t dönemi başında sahip olduğu toplam
30
servet miktarı ise hane halkının portföy oluşturma kuralına (portföy para ve bono
arasında paylaştırıyor) göre belirlenmekte ve (3) nolu eşitlikte izlenebilmektedir:
Wt +1 = M t Rtb + Bt Rtb
(3)
Wt = M t −1 + Bt −1 Rtb−1
(3a)
Rtb: t döneminden t+1 dönemi aralığında tutulan bonoların getirisidir.
Modelde, hane halkının borç verebileceği gibi borçlanmaya da gidebileceği
ancak bir borçlanma kısıtıyla karşı karşıya olduğu belirtilmektedir. Bu borçlanma
kısıtını elde edebilmek için portföy oluşturma kuralı bütçe kısıtında yerine
koyulduğunda:
pt ct + + M t + Bt ≤ M t −1 Rtb−1 + Bt −1 Rtb−1 + p t y t − Tt
(4)
pt ct − ( pt y t − Tt ) + (M t − M t −1 ) + Bt
≤ Bt −1
Rtb−1
(4a)
eşitlikleri elde edilmektedir.
Hane halkının t döneminde tüketim/portföy seçimleri için ct, Mt ≥ 0 koşulunun
sağlanması gerekliliğine rağmen Bt üzerinde negatif olmama koşulunun olmadığı,
dolayısıyla da borçlanmaya imkan tanındığı belirtilmektedir. Ancak, daha önce de
belirtildiği gibi borçlanmanın da bir limiti vardır ve hane halkının borcu çevirmek
için sonsuza dek yeniden borçlanma yolunun seçilemeyeceğini belirten “Ponzi
Oyunu”nun oynanmaması kuralıyla bağlıdır. Bu kural ise şöyle ifade edilmektedir.
B
E t lim t −1 t +1 ≥ 0
t →∞
Π Rtb+ s
s =0
31
Sözkonusu koşulların (4a) denkleminde yerine konulmasıyla, hanehalkının t
dönemi borçlanma kısıtı (5) nolu eşitliğe dönüşmektedir:
∞
pt + j y t + j − Tt + j
j =0
Π sj=−10 Rtb+ s
Wt ≥ −∑
(5)
Buna göre, hanehalkı her dönemde bu kısıtı aşmayacak miktarda bir
borçlanmaya gidebilecektir. Bir başka ifadeyle, t dönemi başında hane halkının borç
stoğu (5) nolu ifadeyi sağlayacak büyüklükte olmalıdır.
Bu durumda, hane halkının davranış biçimini şekillendiren yukarıdaki
eşitlikler doğrultusunda, her bir ajan (5) nolu ifade de yer alan borçlanma kısıtı ile (2)
nolu ifadeyle verilen bütçe kısıtını kullanarak, faydayı (1) maksimum yapacak
yaşamboyu tüketim ile para ve borçlanmadan oluşan portföyünü seçecektir.
Hanehalkı optimizasyonun sağlanması ve t döneminde ekonominin dengede
olabilmesi için, para talebinin para arzına (Mt=Mts ); fon talebinin fon arzına (Wts
1=W t-1 )
eşit olması ve toplam gelirin kamu ve özel kesim tarafından tüketildiğini, bir
başka ifade ile, devletin tüketiminden arta kalan kısmın özel kesim tarafından
tüketildiğini ifade eden kaynak kısıtı denkleminin (ct+gt=yt) (6) sağlanması
gerekmektedir. Dolayısıyla, (6) nolu denklemin hanehalkı bütçe kısıtı ile kamu
finansmanı arasında bağlantı kurduğunu söylemek mümkündür.
Kamu bütçe/finansman kısıtı ise (7) nolu ifade ile verilmekte ve her dönem
sağlanması gerekliliği belirtilmektedir.
(
) (
pt g t = Tt + M t − M t −1 Rtm−1 + Bt − Bt −1 Rtb−1
)
(7)
32
Tüm t zamanları için ( t ≥ 0 ) ct, Mt ≥ 0 koşullarının da sağlanmasıyla
kamunun bugünkü değer bütçe kısıtı elde edilebilmektedir :
∞
∑
t =0
∞
p t ct + ∆ t M t
pt y t − Tt
≤
+ W0
∑
t −1
b
t −1
b
Π s =0 Rs
t = 0 Π s =0 R s
(8)
(
)
W0, başlangıç serveti ( W0 = M t −1 Rtm−1 + Bt −1 Rtb−1 ); ∆ t = Rtb − Rtm / Rtb
Denkleme kamunun bütçe kısıtının da dahil edilmesiyle, hane halkının için
optimal
ct
ve
Mt
seçimlerin
olabilmesi
yani
fayda
maksimizasyonunun
gerçekleşmesi, tüm t zamanları için (9a) ve (9b) ile gösterilen 1. sıra koşulların
sağlanmasına ve kamu bugünkü değer bütçe kısıtının eşitlik haline dönüşmesine
bağlıdır.
u m (ct , mt )
= ∆t
u c (ct , mt )
(
(9a)
)
u c (ct , mt ) = β 1 + rtb u c (ct +1 , mt +1 )
mt =
Mt
pt
(9b)
reel parayı,
p
 − 1 ifadesi bonoların reel getiri oranını temsil etmektedir.
rtb = Rtb  t

 pt +1 
Eğer tüketim ve reel paranın her ikisi de normal mal niteliğindeyse ve
um
uc
ifadesi tüketim (ct) için artan, mt için azalan bir ilişkiyi ifade ediyorsa, (9a) eşitliği
likidite tercihi fonksiyonu olarak ifade edilebilmektedir.
mt = L(ct , ∆ t )
33
Bu son eşitlikte (6) nolu eşitliğin yerine konulmasıyla ise, LM eşitliğini bir
denge koşulu olarak elde edilmektedir:
mt = L ( y t − g t , ∆ t )
Woodford’un LM eşitliği olarak ele aldığı bu eşitlik, O’na göre, paranın
dışsal olduğu durumda denge faiz oranını, içsel olduğu durumda ise para arzını ifade
ederken; parasalcılara göre, denge fiyat düzeyini belirlemektedir ( Erdoğdu, 2003:6;
Daniel, 2001: 296-298).
Hane halkı optimizasyonu için geçerli olan diğer bir koşul olan (8) nolu
eşitsizliğin eşitliğe dönüşmesi ise, sözkonusu eşitlikte (6) nolu denklemin yerine
konulmasıyla gerçekleşmektedir.
∞
Wt
(τ − g ) + ∆ s ms
= ∑ s s −1 s
pt s =t Π j =t 1 + r jb
(
(10)
)
τ t = Tt p reel vergi gelirleri
t
(10)
nolu
eşitlik,
kamu
ve
hanehalkının
optimizasyonunu
içinde
barındırmaktadır ve dengede bugünkü değer bütçe kısıtının kamu için de sağlanmak
zorunda olduğunu göstermektedir. Fiyat düzeyini belirleyen denge koşulu olarak da
alınan, zamanlararası bütçe kısıtı, kamunun reel borç stoğunun, kamunun gelecekte
elde edeceği beklenen bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini
göstermekte ve modelin temel eşitliğini oluşturmaktadır.
Modelde son aşama, transversalite koşulunun elde edilmesidir. Bu amaçla, t
dönemi kamu bütçe kısıtı, kamunun toplam yükümlülüklerinde yerine konulduğunda,
tüm t dönemleri için, Wt +1 = Rtb [Wt + pt ( g t − τ t − ∆ t mt )] eşitliğine ulaşılmaktadır.
34
Đterasyon
yapılıp,
beklenen
(τ t + n − g t + n ) + mt + n ∆ t + n
n −1
n =0
Π (1 + rt + s )
s =0
∞
wt = Et ∑
değerler
w
+ E t lim n −1 t + n
n →∞
Π (1 + rt + s )
de
alındığında,
(11)
s =0
eşitliği elde edilmektedir.
(10) ile gösterilen zamanlararası bütçe eşitliğinin her dönem geçerliliğini
koruduğundan, (11) nolu eşitliğin son kısmının sıfıra eşit olduğunu söyleyebilmek
mümkündür. Bu son kısım aynı zamanda, kamu yükümlülüklerinin sonsuzda sıfıra
ulaşacağını ifade eden transversalite koşulunu simgelemektedir.
Woodford (1995) izlenerek özetlenen FTPL yaklaşımının modellenmesi
sürecinde, zamanlararası bütçe kısıtını gösteren (10) nolu eşitlik ile tranversalite
koşulu fiyatların sistem dışından yani para otoritesince mi yoksa sistem içinden
fiyatlardaki yükselme ile mi belirlendiğini yorumlayabilmesini mümkün kılmaktadır.
Buna göre, uygulanmakta olan kamu politikaları transversalite koşulunu
doğrudan sağlıyor ise, içsel bir mali politika uygulamasıyla cari dönem borçlarını,
telafi edecek kadar bütçe fazlası yaratılmakta dolayısıyla da fiyatlar para otoritesince
sistem dışından belirlenmektedir.
Diğer yandan, ekonomide maliye politikasının borç düzeyini dikkate almadan
politikasını şekillendirdiği ve borç verenlerin kamu kesiminin sürekli borçlanmasına
karşı duyarsız kaldığı diğer durumda, transversalite koşulu doğrudan sağlanmayacak
ve zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması ancak fiyatlardaki yeterli yükselişle
gerçekleşecektir. Dolayısıyla, para otoritesinin enflasyon üzerindeki kontrolü ortadan
kalkacak ve fiyatların maliye politikası koşullarınca sistem içerisinden belirlendiği
FTPL süreciyle karşılaşılacaktır.
35
Modelde dikkat çekilen bir diğer nokta, zamanlararası bütçe kısıtının
sağlanıyor olmasının, Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına
gelmemesidir (Bolatoğlu, 2003: 85-86).
Nitekim, FTPL’nin fiyat düzeyini parasal olgular olmaksızın açıklamasına ve
mali politika ile fiyat düzeyi arasında doğrudan ilişki kurmasına imkan tanıyan
durum, zamanlararası bütçe kısıtının diğer yaklaşımlardan farklı yorumudur (LeeperGordon, 2001: 4).
Geleneksel düşünce, bu eşitliğin kamunun vergi ve harcama politikası
üzerinde kısıt oluşturduğunu dolayısıyla eşitliği bozacak herhangi bir durum da,
yeniden dengeyi sağlayabilmek için bu politikalarda ayarlamaya gidilmesi
gerekliliğini kabul etmektedir (Christiano ve Fitzgerald, 2000:5). Dolayısıyla da,
kamu bütçe kısıtını doğrudan sağlayan Ricardocu bir maliye politikasının
uygulanması gerekliliğini belirtmektedir.
FTPL yaklaşımında ise,hanehalkından farklı olarak, kamunun tüm fiyat
düzeylerinde bütçe kısıtını sağlamasının zorunluluk olarak görülmemesiyle,
sözkonusu eşitliğin uygulanan politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil ancak bir
denge koşulu olarak alındığı belirtilmektedir (Christiano-Fitzgerald, 2000: 5). Bu
durumda, kamu Ricardocu denklik ile bağlı değildir ve Ricardocu olmayan mali
politikalar da izleyebilmektedir.
Kamunun Ricardocu olmayan politikalar izlemesi, borç stoğunun büyümesi
karşısında maliye politikasında (10) nolu eşitliği sağlayacak bir uyarlama
yapılmaması anlamına gelmektedir ve mali politikanın enflasyonu doğrudan
36
etkilemesi süreci de kamunun Ricardocu olamayan bir rejim uygulayıp
uygulamadığıyla ilişkilidir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14).
Buna göre, Ricardocu olmayan bir ortamda, açık politikasına dayanılarak
yapılan
kamu
harcama
artışının,
gelecek
dönemde
yükselen
vergilerle
karşılanmayacağını düşünen hane halkı, fiyat ve faizler aynı iken, servetlerinin
artmış olduğuna dair bir yanılgıya düşmekte ve tüketim kararlarını pozitif yönde
değiştirmektedirler. Bu mali aldanma ile yükselen toplam talep düzeyi, arz talep
dengesinin bozarak fiyat yükselişini beraberinde getirmektedir (Woodford,2001:684;
Woodford, 1995:10).
Dolayısıyla, geleneksel bakış ve SW yaklaşımından farklı olarak, FTPL’de
fiyatlardaki yükseliş veya fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik
ilişkisi, bütçe açığının para miktarındaki bir artışla kapatılmasına bağlanmamaktadır.
Para da herhangi bir değişiklik olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi
arasındaki ilişki, bonoların özel servetin bir parçası olarak kabul edilerek servet etkisi
aracılığıyla doğrudan kurulmaktadır (Barth-Iden-Russek,1987:27). Bir başka
ifadeyle, FTPL’nin mali politika ile enflasyon arasında kurduğu bağ, açıkların
parasallaşmasına dayanmamaktadır.
FTPL yaklaşımında, mali açıkların bulunduğu ve borç stoğunun giderek
yükseldiği Ricardocu olmayan, bir ekonomide, denge fiyat düzeyi, hane halkının
ellerinde tuttukları net finansal varlıkların reel değerinin azalmasıyla ortaya
çıkacaktır.
Fiyat düzeyindeki yeterli artışla, özel sektörün servetinde azalma meydana
gelecek ve bu doğrudan mal ve hizmet taleplerine yansıyarak yeniden arz-talep
37
eşitliğini sağlayarak yeni denge fiyat düzeyini de belirleyecektir (Woodford, 1995:2;
Woodford, 1996:17; Cochrane, 1998:3). Bir başka ifadeyle, Ricardocu bir politika
uygulamasıyla doğrudan sağlanan zamanlararası bütçe dengesi, Ricardocu olmayan
bir maliye politikasının uygulanması durumunda, ancak fiyatlar genel düzeyindeki
yükselme sonucunda toplam yükümlülüklerin reel değerinin düşmesiyle yeniden
dengeye gelmektedir.
O halde FTPL’ye göre, Ricardocu denkliğin sağlanmadığı bir ortamda,
merkez bankası enflasyonu önleme de güçsüzdür, merkez bankası kamunun izlediği
maliye politikasından bağımsız değildir ve bu durum merkez bankasının
“fonksiyonel olarak bağımsız” (Telatar, 1999:8) olmadığını ifade etmektedir (Daniel,
2001(a):4; Sims, 1994:381; Woodford, 2001:709).
Bir model yardımıyla, Ricardocu olmayan bir ortamda, uzun dönemde,
parasalcıların aksine, fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyenin para miktarı değil,
mali açıklar ve bu açıkların getirdiği borç stokları olduğunu ifade eden FTPL
yaklaşımı, fiyat istikrarı açısından kamu bütçesinin kontrolünü önermektedir. Kamu
bütçesindeki bozulmaların enflasyon, faiz ve reel aktivite düzeyini olumsuz yönde
etkilediğini, borçluluk düzeyinin her dönem sıfır da tutulması ya da sabit kalması
mümkün olmasa da, kamunun borçlanması üzerine bir limit konulmasının,
ekonomide Ricardocu denkliğin sağlanmasına imkan tanıyıp ,mali şokların reel ya da
nominal değişkenler üzerinde bir etki yaratmasını engelleyeceğini öne sürmektedir
(Woodford, 1996:19-21).
Enflasyonun kaynağında ve önlenmesinde kamu bütçesine büyük önem
veren, FTPL yaklaşımı, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmelerinde de
etkisini hissettirmektedir. Kamu açıklarının düşürülmesi ve borçların büyüme
38
oranının azaltılmasının son yıllarda başta ABD olmak üzere birçok ülkenin ekonomi
politikasında ön plana alındığı da görülmektedir. Özellikle, bu son madde Maastricht
anlaşmasının mali gereklilikleri arasında yer almaktadır (Uygur, 2001:11,17;
Woodford, 1996:1).
Diğer yandan FTPL, hala üzerinde tartışılan bir teori olma özelliğini
korumaktadır.
39
1.3.1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler
SW modelini olduğu gibi FTPL teorisini en fazla eleştiren de Willem
Buiter’dir (1999, 2002). Buiter FTPL’ye dair birden fazla çalışma yapmış ve her
birinde FTPL’nin ekonomik ve mantıksal hatalar içeren yanıltıcı, bir kuram olduğunu
savunmuştur.
Buna göre, FTPL’de paranın değişim, değer biriktirme ve ödeme aracı olarak
değil de sadece bir hesap aracı olarak alınması ve fiyatının böyle bir ekonomide
belirlenmesi eleştiriye konu edilebilir. Diğer bir hata, belirlenen mali programa
ilişkindir. Buiter’e göre, sürekli borçlanma dengeli değildir ve kamu bütçe kısıtının
sağlanmasını engellemektedir ( Buiter, 1999:6, Buiter, 2002: 477). Đşte bu son nokta
Buiter’in eleştirilerinde üzerinde en çok durduğu konudur. Nitekim, birbirini
tamamlayan hatalar üzerine oturduğuna inandığı FTPL’ye yönelik en önemli
eleştirisini, kamu bütçe kısıtı konusunda getirmiş ve pek çok yönden eleştirdiği SW
modelini bile bu yönden daha üstün tutmuştur.
FTPL ile karşılaştırıldığında farklı olarak, SW’da kamu bütçe kısıtının tüm
fiyat düzeylerinde sağlanması açısından uygun bulduğunu belirten Buiter, bu açıdan
bakıldığında, SW yaklaşımını geçerli bir kuram olarak değerlendirirken; FTPL’yi
tamamen geçersiz kabul etmektedir ( Buiter, 1998:27 ).
Woodford’a göre, kamu bütçe kısıtının tüm fiyat ve faiz düzeylerinde
sağlanması gerekmez. Bütçe kısıtının sadece dengede sağlanması yeterlidir, yani
dengede fiyat ve diğerleri içsel değişkendirler ( Buiter, 1998: 25 ).
“Bizim argümanımız, kamu borcunun değerinin dengede gelecekte beklenen
kamu bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini inkar etmiyor.
40
Bizim inkar ettiğimiz, kamu borcunun başlangıç değerinin cari ve gelecek birincil
fazlaların senyoraj geliriyle toplamına eşit olması koşuludur. Bu kamu mali politikası
üzerinde bir kısıttır. Bir kamu bütçe kısıtı yerine, bir denge koşulu olarak, denge
enflasyonun belirlenmesinde bir rol oynayabilmektedir.” (Woodford , 1998:17-18).
Buiter, Woodford’a ilişkin yukarıdaki ifadeyi ele alarak, kamu bütçe kısıtının
haksız yere güçsüzleştirildiğini ve temel özelliğinin tüm FTPL savunucuları
tarafından yalanlandığını iddia etmektedir.
Buiter, bu eleştirisiyle Ricardocu ve Ricardocu olmayan mali kurallar
arasındaki ayrılığa işaret etmiş ve Woodford’un teorisine temel aldığı Ricardocu
olmayan mali kuralları bütçe kısıtına uygun bulmadığını belirtmiştir. O’na göre,
FTPL’de alınan Ricardocu olmayan bir ortamda bütçe kısıtı sadece dengede sağlanır
ve bu bütçe kısıtının en önemli özelliği olan tüm olası fiyat değerlerinde ve içsel
değişkenlerde sağlanmasını inkar eder. Üstelik bu durum, hanehalkı ve firmalar için
doğru olduğu kadar kamu için de doğrudur ( Buiter, 2002: 460,461 ).
Nitekim, Buiter Woodford’un kendi argümanını savunurken öne sürdüğü
büyük ekonomik ajan argümanını da reddetmektedir. Woodford, kamu ile diğer
ekonomik ajanların farklılığından yola çıkarak, bütçe kısıtının sağlanması konusunda
aynı kurallarla bağlı olmayacağını belirtmiştir ( Woodford, 1998:30 ).
Büyük ajan argümanı Buiter’e göre saçmadır. O’na göre, bir ajanın piyasa
fiyatını etkileme kabiliyeti ve onun tabi olduğu bütçe kısıtı arasında mantıksal bir
ilişki yoktur. Ekonomide büyük olarak nitelendirilen monopolcü, monopsoncu
firmalar gibi, para basımına ilişkin bir monopol olarak kabul edilebilecek kamu da
bütçe kısıtıyla karşı karşıyadır. Ayrıca, Buiter, kamunun denge fiyatı ya da miktarını
41
etkileyecek kadar büyük olmadığını da öne sürmektedir. Kamu, tüm diğer ajanlar
gibi, bir ekonomide hem denge içinde hem de denge dışında sağlamak zorunda
olduğu bir bütçe kısıtıyla bağlıdır. Kamu davranışlarının bütçe kısıtının sağlanması
gerekliliği koşuluna bağlı olmadığını iddia eden bir model, sadece bu nedenden
dolayı bile ekonomik olarak hatalı yapılandırılmış ve kabul edilemezdir (Buiter,
1999:39,63 ).
Gerçek yaşamda, politika yapıcıların harcama ve gelir artırma programlarının
kamunun zamanlararası bütçe kısıtıyla bağlı olduğunu unutmaya meyilli olduğunu
belirten Buiter, bunun onaylanamaz durum olduğunu belirtmektedir. Buiter, bir
güven ve ödeme krizi çıktığında bunun maliyeti oldukça yüksek olduğunu ve bu
noktada kamunun gecikmiş önlemleri ile acil toparlanma politikalarının (reel birincil
açığın düşürülmesi harcamaların azaltılması yada vergilerin artırılması) genellikle
etkisiz ve haksız olduğunu belirtmektedir (Buiter, 1999: 64-65). Bu açıdan
bakıldığında da, sıkıntı veren sonuçlar doğuran mali yada Ricardocu olmayan bir
fiyat düzeyi teorisi hiçbir zaman parasal yada Ricardocu bir fiyat düzeyi teorisine
alternatif olamayacağının altını çizmektedir. Buiter’e göre çözüm, Ricardocu kurallar
altında kamunun borç yükümlülüklerini her zaman yerine getireceği şekilde kendini
kısıtlayan bir politika izlemesi ve tüm bu anomali ve tutarsızlıkları gidermesidir
(Buiter, 2002:477 ).
Cushing (1999), FTPL’ye eleştirileri olan bir diğeridir. Karşıtlığını ortaya
koyarken FTPL savunucularının orijinal modelini modifiye etmiş ve FTPL’nin
gerçekçi olmayan varsayımlarla tek bir fiyat düzeyine ulaştığını öne sürmüştür.
42
Cushing’e göre, ekonomik ajanların beklentileri üzerine inandırıcı olmayan
kısıtlar konulduğu belirttiği FTPL modelinde, gelecek enflasyonun sabit olduğu
varsayımının ve gerçekçi olmayan kısıtların kaldırılması halinde, gelecek enflasyon
oranları içsel olarak belirlenecek ve fiyat düzeyi artık tek olmayacaktır ( Cushing,
1999:132-133).
FTPL’yi kabul ettiği varsayımları doğrultusunda eleştiren bir diğeri
Canzoneri,Cumby, Diba (2001) çalışmasıdır. FTPL’nin Ricardocu olmayan bir rejimi
ele alıp, Ricardocu durumu özel bir hal olarak kabul etmesi durumuna karşı duran
çalışmada, ülke örneklerinden faydalanılmakta ve Ricardocu rejimlerin teorik
mümkünlüğünün yanı sıra ampirik olarak da mümkünlüğü iddia edilmektedir
(Canzoneri-Cumby-Diba, 2001:1222,1234).
FTPL üzerinde eleştirisel çalışmalar yapan Dupor (2000) ve Weil (2002) ise,
teorinin geçerliliğini belli koşullar altında sınamayı tercih etmişlerdir. Bu doğrultuda,
Dupor, FTPL’nin varsayımlarıyla çalışan bir ekonominin, açık piyasa işlemlerinin
varlığında
denge
fiyat
düzeyini
belirleyemeyeceğini
iddia
etmektedir
(Dupor,2000:629).
FTPL’nin Buiter tarafından mantıksal tutarsızlıkla,bazılarınca da bir hayal
olmasıyla suçlanmasından yola çıkan Weil ise, aksine basit iki dönemli bir model
kullanarak mali teorinin yaşadığını ve rasyonel beklentilerin olduğu bir
formülasyonda da canlı kalabildiğini göstermektedir. Elde ettiği bu sonuçla da,
teorinin çok alçaltıldığı düşüncesinde olduğunu oysa sadece bazı özel durumlarda
fiyat belirsizliğiyle karşılaşılabileceğini belirtmektedir. Weil bu yönüyle, diğer
eleştirisel bakışlardan ayrılmakta ve FTPL’yi tam olarak reddetmeyerek, bir yandan
ricardocu olmayan politikaların mümkünlüğünü ortaya koyarken, bir yandan da,
43
Cushing’in Ricardocu olmayan rejimlerde fiyat düzeyi belirsizliği uyarısını dikkate
almaktadır ( Weil, 2002: 13 ).
Daha önce de belirtildiği gibi, FTPL halen üzerinde tartışmaların sürdüğü bir
teori olma özelliğini korumaktadır. Ancak, diğer yandan dikkat çektiği borçlanma ve
mali politikanın fiyat düzeyi belirlenmesindeki önemi konusu, ülke ekonomi
politikalarının şekillendirilmesinde dikkate alınmaktadır.
44
Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi
Yaklaşımları
Parasalcı
Bakış
Açısı
SW
Yaklaşımı
FTPL
Yaklaşımı
Parasal bir olgu olan
enflasyonla mücadele de
ise, para politikası etkindir.
Bağımsız, katı merkez
bankası varlığının, maliye
otoritesini borç stoğunu
düşürmek için gelir fazlası
yaratmak
zorunda
bırakarak parasallaşmanın
önüne geçer ve enflasyona
sebebiyet vermez.
Ricardocu ortam;
Aktif para, pasif
mali otorite
Enflasyonun dinamiğini para arzı
belirlemektedir. Fiyat düzeyi, para
arzı ve talebinin eşitlendiği
noktada belirlenmektedir.
Ricardocu ortamın
varlığı
kabul
edilmektedir.
Aktif mali, pasif
para otoritesi
Reel faiz (r)> (g)
büyüme
hızı,
merkez
bankası
para basarak gelir
sağlayabilmekte.
Zamanlararası
bütçe
eşitliği
doğrudan sağlanmaktadır.
Sıkı para politikası altında
açıkların sürekli borçlanma ile
finanse edilmesiyle, borçlanma
limitine varılmakta ve uzun
dönemde
açıkların
parasallaştırılması
ile
para
politikasının enflasyon üzerindeki
etkisi yitirilmektedir.
Para
ve
maliye
otoritelerinin
koordineli
çalışması önemlidir.
Ricardocu olmayan
maliye politakaları,
tek bir otoritenin
baskınlığı
sözkonusu değildir.
Fiyat ve enflasyonu belirleyen
bütçe açığının oluşturduğu borç
stoğudur.
Kamunun borçlanma yönlü mali
politikası özel harcamalar üzerinde
servet etkisi yaratmakta ve pozitif
yönde
değişen
tüketim
ekonomideki arz ve talep dengesini
bozarak, enflasyonu beraberinde
getirmektedir. Bu etkiyle çıkan
fiyat yükselişi bir noktadan sonra,
hanehalkının finansal varlıklarının
reel değerini düşürecek ve bu da
toplam talep düzeyine yansıyacak
arz ile eşitlendiği noktada ise yeni
denge
fiyat
düzeyini
belirleyecektir.
Merkez
bankası
bağımsızlığına güvenmek
mali
politikanın
enflasyonist
sonuçlarını
bertaraf etmek için yeterli
değildir. Para ve maliye
otoritelerinin
koordineli
çalışması gereklidir.
45
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN
UYGULAMALI ÇALIŞMALAR
Bütçe açıkları ve enflasyon ilişkisi ekonomi literatüründe genel kabul
görmekle birlikte, bütçe açıklarından enflasyona uzanan yol üzerinde bir fikir birliği
mevcut değildir. Bütçe açıkları, enflasyon bağlantısı ekonomistlerce farklı ilişkiler
zinciri kurularak yorumlanmakta ve böylece birbirinden değişik teoriler bu konudaki
literatürü zenginleştirmektedir.
Enflasyonu parasal bir olgu olarak ele alan parasalcıların, bütçe açıklarının
ancak
parasallaştırılmaları
halinde
enflasyonist
olacağını
kabul
ettiğini
görülmektedir. Ardından, uzun dönemde para ile enflasyon arasındaki ilişkinin
zayıfladığını öne süren SW (1981) yaklaşımı gelmektedir. Sözkonusu yaklaşım, sıkı
para politikasının sürdürülemez borç finansmanı sürecine ve uzun dönemde yükselen
enflasyon değerlerine götüreceğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali
kaynaklı (fiscal driven) parasal bir olgu olduğunu öne sürmektedir.
Bu teorileri, para stoğunda hiçbir değişiklik olmasa da mali politikanın
bağımsız olarak fiyat düzeyi ve enflasyonu etkilediğini öne süren FTPL yaklaşımı
izlemektedir. Bu yaklaşım, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkide paraya yer
vermemekte ve Ricardocu olmayan maliye politikaları altında, bonoyla finanse
edilen açıkların nominal serveti yükseltmesi sonucunda fiyatların ve enflasyonun
belirlendiğini öne sürmektedir.
46
Bütçe açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki ilişkinin varlığını ve
yönünü farklı yaklaşımlarla ele alan tüm bu teorilere yönelik ampirik çalışmalar
yapılmış ve birbirine benzer olanlar yanısıra sıra zıt sonuçlar da elde edilmiştir.
2.1. Bütçe Açığı , Para arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki
Olmadığını Öne Süren Çalışmalar
Parasalcıların, “kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratmakta ve merkez
bankası faizleri belli bir seviyede tutmak amacı doğrultusunda para arzını artırmakta,
dolayısıyla yükselen açıklar, para arzı artışını tetikleyen bir unsur olarak ortaya
çıkmaktadır” görüşünü sorgulayan Giannaros, Bharat çalışması (1985), Amerika,
Kanada, Japonya, Đngiltere, Almanya, Fransa, Đtalya, Belçika, Đsviçre olmak üzere 10
ülkeyi ve 1950-1981 dönemini kapsamaktadır. Ancak, parasalcıların, kamu açıkları
para arzı ve enflasyonu yükseltir, önerisiyle uyumlu bir sonuç elde edilemediği
yanısıra bütçe açıklarının enflasyon üzerindeki etkisine dair önemli bir bulguya da
rastlanmadığı belirtilmektedir.
Joines (1985), kamunun borçlanmayla kıt olan ödünç verilebilir fonlar
konusunda özel sektör ile rekabete girmesi ve aynı zamanda mali piyasalar üzerinde
baskı yaratarak faizleri yükseltmesinin merkez bankasını para arzını artırmaya
zorladığını, dolayısıyla da enflasyona neden olması durumunu incelemektedir.
Ancak, Amerikan ekonomisi üzerine yapılan çalışmaların aksine, 1872-1983 yılları
arasında savaş dönemi dışında açıklar ve para arzı arasındaki ilişkinin çok düşük
olduğu kanısına varılmaktadır.
Enflasyon, para büyüme oranı ve açıklar arasındaki ilişkiyi vektör otoregresif
modelde test eden Dywer (1982), borcun enflasyon üzerinde bir etkisi olmadığı
sonucuna varmıştır. Yükselen kamu açıklarının fiyat, harcama, faiz ve para stoğunda
47
bir yükseliş yaratacağına dair herhangi bir kanıt bulunamamış, aksine kamu
borcunun enflasyonun bir fonksiyonu olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Amerikan ekonomisinin yüksek açıklar, harcamalar, enflasyon, işsizlik ve
düşük
verimlilikle karşı
karşıya kaldığı
gerçeğinden
hareketle,
Niskanen
(1978),1948-1976 verilerini alarak yükselen açıklar ile 1)harcama ve 2)yüksek
enflasyon ilişkisini incelemiştir. Sonuç olarak ise, açıkların harcamaları önemli
ölçüde etkilediğini ancak enflasyon oranı üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığını
tespit etmektedir.
2.2. Bütçe Açığı, Para arzı, Enflasyon Đlişkisinin Varlığını Saptayan
Çalışmalar
Belirtilen değişkenler arasında ilişkinin varlığına rastlamadığını belirten
çalışmalara örnek olarak sıralananların aksine kendi aralarında farklı yollar çizseler
de enflasyon, bütçe açığı, para arzı bağlantısını dile getirenler çalışmalar da vardır.
Bu ilişkiye parasalcı bir bakışla yaklaşıp, bütçe açıklarının para arzındaki
büyümeyi etkileyip etkilemediğini inceleyen bir çalışma örneği Hamburger ve
Zwick’e (1981) aittir. Barro’nun para arzı modeli ile yapılan çalışmada ABD’de
1961’e dek açıkların para arzındaki büyümede etkisi olduğu saptanmış ve bu
sonucun, kamu açıklarının faizler üzerinde yukarıya doğru bir baskı yaratmasına
bağlı olduğu belirtilmiştir. Merkez bankası faizleri istikrarda tutabilmek için borçları
parasallaştırmakta ve enflasyonist süreç ile karşılaşılmaktadır.
Yine ABD verilerini alan ve dönemler arasında farklı sonuçlara
ulaşılabildiğini gösteren bir çalışma, Landon ve Bradford’a (1990) aittir. 1948:2 1987:4 aralığı verilerinden, 1981 öncesinde bütçe açıklarının para büyümesi üzerinde
48
etkisi olmadığı, Reagan hükümeti döneminde, federal bütçe açıklarındaki artışların
para büyüme oranını büyük ölçüde yükselttiği sonucu elde edilmektedir.
Para arzındaki yükseliş ve enflasyon arasındaki ilişkiyi gelişmekte olan
ülkeler açısından inceleyen Aghevli ve Khan’ın 1978 yılında, Brazilya, Kolombiya,
Dominik Cumhuriyeti ve Tayland’ı, 1964-1974 peryodunda ele alan çalışması, para
arzındaki yükselişin kaynağını açıkların bu yolla finanse edilmesi olarak
açıklamaktadır.
Kamu açıklarının enflasyon ilişkisini kabul edip, bunun nedenini mali
açıkların parasallaştırılmasına veren diğer çalışma, 1957-1993 Yunanistan verilerini
kullanan Hondroyiannis ve Papapetrou’a (1997) aittir. Çalışmada, bütçe açıklarının
enflasyon üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini incelenmekte ve para arzı ile
fiyat düzeyi arasında uzun dönemli bir ilişkiye rastlanmaktadır. Açıklardaki artışın
ise, enflasyon üzerinde doğrudan etkisi olmadığı görülmekle beraber, yüksek bütçe
açıkları nedeniyle ortaya çıkan para arzı büyümesinin bir yıl gecikmeyle enflasyon
üzerinde etki yarattığı saptanmakadır. Elde ettiği bu son sonuç ile, çalışma mali
açıkların parasallaştırılmasının enflasyonu arttırdığı düşüncesini desteklemektedir.
Parasalcı yaklaşımın kurduğu ilişki zincirinden, para arzının kamunun
harcamaları finansman ihtiyacı doğrultusunda içsel olarak belirlendiği, dinamik bir
enflasyon modeli ele alarak farklılaşan çalışmalara örnek olarak, Ruge–Murcia’ın
(1999) 1980-1989 verileriyle Brezilya için yaptığı gösterilebilir. Harcamalar, para
arzındaki büyüme ve enflasyon arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmanın
modelinde kamu harcamaları dışsal; bütçe açığı ve para arzı içsel olarak
alınmaktadır. Buna göre, kamu harcamalarındaki artış bütçe açığını etkileyerek
finansman ihtiyacını ortaya çıkarmakta ve borcun parasallaştırlması enflasyonu
49
beraberinde getirmektedir. Brezilya ekonomisi açısından bakıldığında, enflasyon
düzeyi ve istikrarlılığı açısından yukarıdaki etkileşim doğrultusunda mali politikayı
simgeleyen harcama düzeyinin önemli bir değişken olduğu sonucuna da
varılmaktadır.
Brezilya ve Meksika ülke örneklerinde SW varsayımlarının geçerli olduğunu
ve bütçe açıklarının da monetize edilmeleri yoluyla enflasyona neden olduğunu öne
süren diğeri, Cardoso (1992) çalışmasıdır. Enflasyon, kamu bütçesi ve dış denge
arasındaki ilişkiyi ele alan çalışma da, sözkonusu ülkelerin yüksek reel faizler ve
bunlara ilişkin yeni borçlanmalar nedeniyle borç krizleriyle karşı karşıya
kaldıklarının altı çizilmekte ve 1980’lerde yaşanan enflasyonun kaynağı olarak dışsal
kamu borçları ve bunların faizleri gösterilmektedir. Sonuç olarak da, ekonomide
enflasyon istikrarı ve önlenmesi açısından mali politikanın önemi vurgulanmaktadır.
Bütçe açıkları, para arzı ve enflasyon ilişkisini açıkların parasallaştırılmasına
dayandıran dolayısıyla açık ve enflasyon ilişkisini parasallaşma üzerinden kuran bu
çalışmaların yanısıra, sözkonusu ilişkiyi parasallaştırılmasına dayandırmayan,
açıkların parasallaştırılmasalarda enflasyonist olabileceğini öne süren çalışmalarda
vardır.
1947-1980 aralığında açıklar, para büyümesi ve enflasyonu üç değişkenli bir
otoregresif bir süreçle ABD ekonomisi için modelleyen Ahking-Miller (1985)
Miller’in 1983 çalışmasında elde ettiği kamu açıklarının sadece parasallaştırılmaları
halinde enflasyonist olmadıkları, kamu açıklarının monetize edilmese de enflasyonist
olacağı sonucuyla tutarlı olarak, bu çalışmada da kamu açıklarının enflasyon
üzerinde önemli etkisi olduğu sonucuna varmaktadır.
50
2.3. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde
Sınayan Çalışmalar
Enflasyon,bütçe açığı ve para arzı üçlüsü arasındaki ilişkiyi Türkiye
örneğinde ele alan çalışmalara bakıldığında, 1980 finansal liberalizasyon sonrası
Türkiye ekonomisinde bütçe açığı enflasyon ilişkisini araştırmayı amaç edinmiş
Soydan’ın çalışmasının (2001), açıkların para arzındaki büyüme vasıtasıyla
enflasyona neden olması düşüncesine destek vermediği görülmektedir. Buna göre,
para arzı ve enflasyon ilişkisinde parasalcıların yaklaşımını destekleyen bir ilişki
bulunmamakta fakat borç büyüme oranının, fiyat üzerinde kısa dönemli pozitif bir
etkiye sahip olduğu belirtilmektedir.
1981-1992 verileriyle bütçe açıklarının enflasyonist olup olmadığı ve
birbirleriyle etkileşimlerini nedensellik testleri yardımıyla ortaya koyan Ülengin
(1995), bütçe açığı, reserv para, dolar kuru ve enflasyon arasında kapalı bir halka
olduğunu tespit etmekedir.
Türkiye’de 1981-1991 dönemi için enflasyonu etkileyen faktörleri inceleyen
bir diğer çalışma Đnsel ve Ertel’e (1993) aittir. Kamu açıkları ve enflasyon ilişkisine
farklı
yaklaşımların
bulunduğu
gerçeğinden
yola
çıkan
çalışma,
Türkiye
ekonomisinde de bu süreci izlemiş ve özellikle 1980 sonrası iç borçlanmanın para
yakını ödeme aracı haline gelmesiyle SW yaklaşımının açıklayıcı olduğunu öne
sürmüştür. Çalışma da, kamu açıklar/para bazı oranı, reel döviz kuru ve enflasyon
beklentisi değişkenlerinden en güçlü açıklayıcı olarak kamu açıkları/para bazı
değişkeni tespit edilmektedir.
51
2.4.
Bütçe
Açıkları
ve
Enflasyon
Đlişkisinde
Mali
Politikanın
Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar
Türkiye üzerine yapılan çalışmalarda bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki
ilişkiyi test etmenin yanısıra, ülkede mali politikanın sürdürülebilirliğinin test
edilmesinin de önemine dikkat çeken çalışmalar bulunmaktadır. Bunlar, enflasyona
bakış penceresini genişletmekte ve aynı zamanda mali politikanın öneminin de altını
çizmektedirler.
Bu açıdan bakıldığında, 1970-2000 olmak üzere oldukça geniş bir dönemi
içine alan, Özmucur, Alper ve Akçay’ın çalışması (2002) oldukça yol göstericidir.
Çalışma da, mali politikanın sürdürülebilirliğine ilişkin test, Ponzi oyunun
olmaması koşuluna dayanan, borçlanmanın bugünkü değer kısıtı yaklaşımına
dayanmaktadır. Sürdürülebilirlik için yeterli ve gerekli koşul olan, indirgenmiş
nominal borç-indirgenmiş nominal gelir oranının durgunluğu koşulunun, Türkiye
için sağlanamadığı tespit edildiği çalışmada, cari mali politikanın sürdürülemeyeceği
belirtilmektedir.Enflasyon, bütçe açığı ve reel büyüme oranı arasındaki ilişkinin
analizinde ise, enflasyon ve kamu sektörü borçlanma gereği birinci sıradan ilişkili
olduğu ve kamu kesimi borçlanma gereksinimindeki bir artışın enflasyon üzerinde
sürekli etkilere yol açtığı sonucuna varılmaktadır.
Bu konuda diğer bir çalışma Özatay’a (1997) aittir. Para politikasının başlıca
amacının fiyat istikrarı olduğunu ve başarılı bir para politikası için birtakım
koşulların gerekliliğini çalışmasının temeline alan Özatay, özellikle mali
politikanın sürdürülemez boyuta gelmesi halinde, bağımsız bir para politikasının
yürütülmesinin son derece güç olduğunu, dolayısıyla da fiyat istikrarı amacının
gerçekleştirilemeyeceğini Türkiye ekonomisini örnek alarak kanıtlama yoluna
52
gitmektedir. Ulaşılan sonuç ise, 1993 sonları itibariyle iç borç stratejisinin
sürdürülemez olduğu ve bu dönemde mali politikanın sürdürülemezliğiyle karşı
karşıya kalan politika yapıcıların
monetizasyona
yönelmeleriyle krizin
alevlendirildiğidir. Bir başka ifadeyle, sürdürülemez mali politikanın para politikası
uygulamalarına
engel
olduğu
ve
böylece
krizin
kaynağına
yerleştiği
belirtilmektedir. Özatay’ın Türkiye’nin bu gerçeği karşısında önerisi ise, fiyat
istikrarı için para ve maliye politikaları arasında koordinasyonun gerekliliğidir.
Aksi
halde,
para
politikasının
amaçlarına
ulaşması
mümkün
olmadığı
belirtilmektedir.
Özatay’ın (2000), bütçe açığı, enflasyon ve kriz ilişkisini irdelediği bir diğer
çalışmasında da, yine borç sürdürülebilirliğinin önemine değinilmiştir. Buna göre,
bütçe açıklarının sürekli bir biçimde iç borçlanmayla finanse edilmesi, reel faizleri
yükseltecek ve kamu kesimi borçlanma gereksinimi artacaktır. Diğer yandan, eğer
merkez bankası kaynaklarına güvenilirse, enflasyonist bir ortam oluşacaktır. Sonuçta,
mali dengesizlikleri gidermeksizin döviz kurunu çıpa olarak seçmek, parasal
daralmalara gitmek gibi girişimlerin enflasyonun temel nedenini elemeyeceği ve
verimsiz olacağı belirtilmektedir.
2.5 Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon
Đkilisine Đndirgeyen FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar
Buraya kadar gerek diğer ülke, gerekse Türkiye örneğinde ele alınan
çalışmalar, bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini irdelerken, temel olarak bütçe açığı,
para büyümesi ve enflasyon olmak üzere üç değişkeni bir arada ele almışlardır.
Ancak, açık ve enflasyon ilişkisinde paranın rolünün olmadığını öne süren ve bütçe
53
açığı ve enflasyon ilişkisini doğrudan kurarak, mali politikanın önemine savunan
FTPL bakış açısına yönelik ampirik çalışmalarda mevcuttur.
Bu amaçla Türkiye ekonomisinde yapılan çalışmalardan biri, Özmen ve
Koru’ya (2003) aittir. Türkiye örneğinde 1983-1999 yıllarını ele alan çalışma, bütçe
açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki uzun dönemli ilişkiyi hem sıkı hem de
geniş para politikası altında incelemektedir. VAR sürecinin işletildiği çalışmada, hem
dar hem de geniş para politikası altında bütçe açıkları ile enflasyon arasında
doğrudan bağlantının olmadığı bir başka ifadeyle FTPL’nin ülke örneğinde
desteklenmediği sonucuna varılmakta ve bütçe açıklarının SW (1981) ile tutarlı
olarak para büyümesini belirlediği belirtilmektedir.
Türkiye enflasyonunun para, kamu, dışsal faktörler ve işgücü piyasasından ne
kadar etkilendiği araştıran Metin (1995), tüm bu faktörlerin enflasyon üzerinde
etkilerinin olduğunu ancak, özellikle bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin
önemini belirterek, FTPL bakış açısına daha yakın bir nokta da durmaktadır.
Metin’e göre, mali genişleme Türkiye’ de gerçekten enflasyonist sonuçlar
doğurmaktadır. Kamu sektörü açıklarındaki artış kısa vadede nominal gelirde bir
artış yaratmakta ve enflasyona yansımaktadır. Bu durum, kamu sektörü açıklarının
sürekli yüksek enflasyonun kaynağı olması düşüncesini desteklemekte ve
enflasyonun düşürülebilmesi için mali açığın elimine edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Metin’in, doğrudan bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi ele alan
diğer bir çalışması (1998) daha aydınlatıcıdır. 1995 yılı çalışmasında Türkiye’de
enflasyona neden olan faktörlerden birini mali genişleme olarak tespit eden ve bu
doğrultuda enflasyonun düşürülmesinin bütçe açığının elimine edilmesiyle mümkün
54
olduğunu belirten Metin, bu çalışma da analizini biraz daha derinleştirmektedir. Bu
doğrultuda da temel sorusu: bonoyla finanse edilen açıkların mı yoksa
parasallaştırılan açıkların mı enflasyonist olduğudur? Amaç bu soruya Türkiye 19501987 yıllık verileriyle cevap bulmaktır.
Regresyon sonuçları ve eşbütünleşme testleri kamu açıklarının enflasyon
üzerinde önemli pozitif etkisi olduğunu göstermektedir. Bütçe açığındaki bir artış
enflasyonu ivedilikle artırırken, açıklarının parasallaştırılmasının enflasyonu ancak
iki dönem gecikmeyle etkilediği sonucuna varılmaktadır.
Mali açıklar ve enflasyon ilişkisinin 1960-2001 aralığında, Türkiye’yi de
içine alan 107 ülke için ele alındığı bir çalışma ise, Catao ve Terrones’e (2003) aittir.
Çalışma, gelişmişlik farklarına değinerek, özellikle düşük vergi toplama etkinliğine
sahip, politik istikrarsızlığı bulunan, dış borçlanma konusunda kısıtı olan ve aynı
zamanda halihazırda yüksek enflasyonlu bir süreç içerisinde olan gelişmekte olan
ülkelerde sözkonusu ilişkinin çok daha belirgin bir biçimde kendini gösterdiğini
savunmaktadır.
FTPL bakış açısına daha yakın duran bir diğer ampirik çalışma, ABD
enflasyonunun standard para teorisince başarılı bir şekilde açıklanmadığını düşünen
ve enflasyonun parasal durumları ihmal eden bir çalışmayla açıklanıp
açıklanamayacağı sorusuyla yola çıkan Cochrane’dir.
Cochrane, “A Frictionless View of U.S. Inflation” (1998) başlığını taşıyan
çalışmasında, mali teoriyi test etmek ve fazlalara ilişkin şokların mı, yoksa parasal
şokların mı fiyat düzeyini etkilediğini görmek için fiyat, borç ve fazla düzeylerini
içine alan yapısal bir VAR modeli tahmin etmiş ve fazlaya ilişkin şokların fiyat
55
düzeyini etkilediği sonucuna varmıştır. Çözüm olarak ise, optimal mali politikanın
öneminin altını çizmiştir.
Ancak tüm bu ampirik çalışmaların aksi sonuç elde eden çalışmalar da
sözkonusudur.
Örneğin, Afonso (2002), onbeş ülke için FTPLnin geçerliliğini test etmeye
çalışmış ve Ricardocu rejimin hakim olduğu bu ülkelerdeki enflasyon sürecinin
FTPL ile uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
FTPL yaklaşımının temel varsayımı olan Ricardocu olmayan bir rejimin
hakimiyetini test eden bir diğer çalışma,Tanner ve Ramos (2002), tarafından Brezilya
ekonomisi için yapılmış ve böylelikle sözkonusu ekonomi için FTPL’nin
geçerliliğine bakılmıştır.
Brezilya ekonomisinde varolabilecek mali baskın yada parasal baskın
rejimleri birbirinden ayırmak ve sözkonusu ülkede hangisinin geçerliliğini
sürdürdüğünü ortaya koymayı amaçlayan çalışma 1990-2000 verilerini kullanmıştır.
Nedensellik testleri ve etki-tepki analizi sonucunda ise, ülke için 1995-1997
aralığında para, bu dönem dışında mali baskın rejimin hakim olduğu belirtilmektedir.
Benzer bir çalışma Canzoneri, Cumby, Diba (2001) tarafından da yapılmıştır.
Bu çalışmada, mali baskın ve para otoritesi baskın rejimleri birbirinden ayırmayı
amaç edinmekte VAR metodu kullanılarak ABD ekonomisi için hangi rejimin
geçerli olduğu tespit etmeye çalışmaktadır. Sonuçta, ABD verileri için, Ricardocu
rejimin daha açıklayıcı olduğu belirtilmektedir.
56
Tüm bu ampirik çalışmaların incelenmesinden de görüldüğü gibi, açık,
enflasyon ilişkisi ister para arzı katılsın ister katılmasın ülke ekonomileri açısından
farklılık gösteren dolayısıyla da üzerinde tartışmaların sürdüğü bir konudur.Özellikle
açık ve enflasyon ilişkisinde parayı saf dışı bırakan FTPL teorisine ilişkin
çalışmaların ilkine göre daha sınırlı sayıda kalması, bu konuda genel sonuçlara
varılmasının önüne geçmektedir.
57
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI VE
GERÇEKLEŞMELER
3.1. ĐKTĐSAT POLĐTĐKASI ANLAYIŞI VE ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ
1980’lerin ikinci yarısında Sargent-Wallace’ın aritmetiğinin de etkisiyle
sorgulanmaya başlayan para programları, 1990’larda FTPL yaklaşımının mali
politikanın da önemini savunmasıyla, enflasyona neden olan faktörler ve mücadele
açısından tek olma durumunu yitirmektedir.
Nitekim, para programı uygulamaları batıda birçok ülkede terk edilmiş ve
mali yaklaşımların önerileri doğrultusunda mali otoriteyle koordineli bir politika
yürütülmesi eğilimi artmış ve açıklar ile borçlanmanın üzerine sınırlamalar
getirilmeye başlanmıştır. ABD, AB, Đngiltere, Kanada, Đsviçre, Brezilya gibi ülkeler
borçlanma ve borç stoğu için sıkı önlemleri uygulamaya koyulmaktadır.
ABD’ye benzer şekilde Kanada’da 1993 yılından itibaren bütçe dengesi
hedefini ön plana almıştır. Đngiltere ve Brezilya’da ise, kamu borçlanması üzerine
sınırlamalar getirilmiştir. Almanya’da olduğu gibi, borçlanmanın ancak bir yatırım
harcaması için yapılabileceğinin belirtildiği Đngiltere’de, aynı zamanda borcun
GSYĐH’ya oranının %40’ı aşmaması gerektiği de hükme bağlanmıştır. Brezilya ise
2000 yılında Mali Sorumluluk Yasası’nı yürürlüğe sokarak, yerel ve merkezi
hükümetin borçları üzerine sınırlamalar getirmektedir ( Uygur, 2001:17 ).
AB’de ABD’nin ardından 1992’deki Maastricht Anlaşması ile Ekonomik
Parasal Birlik’e ( EMU:Economic and Monetary Union ) katılmak isteyen ülkeler
için getirdiği sıkı mali koşullarla bu konuda önlemlerini almaktadır. Buna göre, borç
58
stoğunun GSYĐH’ya oranının %60 ve bütçe açığının GSYĐH’ya oranının da %3’ü
aşmaması gerekmektedir. Ayrıca AB ülkelerinin 1997’de imzaladığı Đstikrar ve
Büyüme Paktına ( SGP:Stability and Growth Pact ) göre, üye ülkelerin 2002 yılına
kadar bütçe açıklarını ortadan kaldırmaları ve hatta fazla vermek yönünde çalışmaları
gerekmektedir ( Uygur, 2001:17 ) .
Ülke örneklerinden görüldüğü gibi, bütçe açıkları ve borçlanma üzerine sıkı
denetimlerin getirildiği bu dönemde, halen üzerinde tartışmalar devam etse de, mali
yaklaşımlardan
etkilenildiği,
enflasyonla
mücadeleye
yönelik
politika
şekillendirilmesinde izlerine rastlanmasıyla açıklanabilmektedir.
Dünyada enflasyonun kaynağı ve mücadelesine ilişkin tüm bu gelişmeler
yaşanırken, sürekli bütçe açığı ve uzun süreli yüksek enflasyon sürecine maruz kalan
Türkiye’de iktisat politikalarının şekillendirilmesinde bu bakış açılarından hangisinin
yansımaları daha fazla görülebilmektedir? Bu sorunun yanıtı ve enflasyon
konusundaki geçerli görüş, 1980’lerden bu yana Türkiye’de uygulanan para ve
maliye politikalarında gizlidir. Nitekim, ekonomi politikalarının hangi otoritenin
anlayışı doğrultusunda belirlendiğinin ortaya konmasıyla, enflasyonun kaynağına
inilmesi ve çözüme yönelinmesi mümkün olabilecektir. Bu amaçla, yıllar itibariyle
Türkiye’de bütçe açıklarının finansmanında benimsenen anlayış, dolayısıyla aktif
otorite uygulamaları ve karşılaşılan sonuçlar özetlenecektir.
59
3.2. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ GERÇEKLEŞMELERĐ
Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası uygulanan iktisat politikaları, yapısal bir
dönüşümü hedefleyen 24 Ocak Đstikrar Kararları’nın belirlediği ana çerçeve
içerisinde yürütülmüştür. Başlıca amaçlar, ekonomiyi liberal bir yapıya kavuşturmak
ve dünya ile bütünleştirmektir. Bu doğrultuda da, istikrarın sağlanması açısından
öncelikli sorunlar, enflasyonun düşürülmesi ve ödemeler dengesi sorunlarının
aşılması olarak görülmüştür. Ödemeler dengesi sorunu ilk aşamada dış borçlarla
halledilirken, enflasyon için sıkı para politikası uygulaması başlatılmıştır.
Oysa, 1980’ler batı merkez bankalarının para programlarının belirlediği para
artışı ile bu artışın ima ettiği enflasyon oranı arasındaki ilişkinin zayıflığını
gözlemlediği ve dolayısıyla da bu programlara şüpheyle bakmaya başlayıp,
enflasyonla mücadelede, çıpa olarak para miktarının değil enflasyonun kendisinin
alınmasını kabul ettiği yıllardır ( Uygur, 2001:11 ).
Ancak Türkiye, daha önce de belirtildiği gibi, iktisat literatüründeki bu
anlayış değişikliğinden uzak kalmış ve “parasal genişleme olmazsa, bütçe açıklarının
borçlanma ile kapatılması enflasyonu yükseltmez” görüşünü benimsemiştir. Bu
görüşle, bir çok ekonomistin de üzerinde birleştiği gibi, 1980 sonrası Türkiye’de
uygulanan ekonomi politikalarının iki temel özelliği dillendirilmiştir. Bunlardan ilki,
para hedeflemesine gidilmesi, ikincisi ise, bütçe açıklarının giderek artan bir biçimde
borçlanma ile kapatılmasıdır.
1980’lerde daha ılımlı mali açıklara sahip olan Türkiye için, izleyen yıllar
uygulanan politikalar neticesinde bütünüyle farklılaşmıştır. (ek tablo 1) Sözkonusu
dönemde sıkı para politikası yanı sıra, enflasyonla mücadele amacına yönelik olarak
60
sıkı maliye politikası uygulaması da başlatılmış ve bu doğrultuda da, kamu
harcamalarının düşürülmesi, transfer ödemelerinin azaltılması ve gelirlerin
artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ancak tüm bu tedbirlere rağmen daha
çok başlarda, 1983 yılından sonra sıkı maliye politikası giderek anlamını yitirmiş ve
KKBG istenilen düzeye çekilememiştir. 1980’lerin ilk yarısında KKBG’nin
GSMH’ya oranı %6 iken, 1990’lara gelindiğinde %10’lara çıkmıştır (ek tablo 2).
Grafik 3.1. Bütçe açığı / nominal gayrisafi milli hasıla
19
87
19 Q2
87
19 Q4
88
19 Q2
88
19 Q4
89
19 Q2
89
19 Q4
90
19 Q2
90
19 Q4
91
19 Q2
91
19 Q4
92
19 Q2
92
19 Q4
93
19 Q2
93
19 Q4
94
19 Q2
94
19 Q4
95
19 Q2
95
19 Q4
96
19 Q2
96
19 Q4
97
19 Q2
97
19 Q4
98
19 Q2
98
19 Q4
99
19 Q2
99
20 Q4
00
20 Q2
00
20 Q4
01
20 Q2
01
20 Q4
02
20 Q2
02
20 Q4
03
20 Q2
03
20 Q4
04
Q
2
0
-0.1
-0.2
-0.3
-0.4
-0.5
-0.6
-0.7
bütçe açığı/ngsmh
Açık sorununun daha ciddi boyutlara taşınmasında, diğer faktörlerin yanı sıra,
24 Ocak Đstikrar Kararları ile başlayan liberalleşme sürecinin, açıkların finansmanı
konusunda yarattığı değişimin payı göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Uygulanan
sıkı para politikası doğrultusunda mali otorite, merkez bankası yerine hazinenin
kaynaklarına eğilmiş ve açıklar gittikçe artan ölçüde iç borçla finanse edilmeye
başlanmıştır ( Soydan , 2001: 3-4 ).
61
1981 yılında başlayan bu süreç, 1985 Mayıs ayından itibaren ihale yöntemiyle
hazine bonosu ve tahvil satışına başlanmasıyla ve 1987 yılından itibaren de Merkez
Bankası’nın açık piyasa işlemlerine başlayıp önemli bir para politikası aracına sahip
olmasıyla devam etmiştir.
Ayrıca, Merkez Bankası ve Hazine arasında 1989 yılında yapılan ve
hazinenin alacağı kısa vadeli avanslara sınırlama getiren anlaşma da, kamu kesiminin
merkez bankası kaynaklarını daha az kullanmasına dolayısıyla da, iç borçlanmaya
daha fazla ağırlık verilmesine neden olmuştur ( Yıldırım Erhan - Refia, 2001:67).Yıllar itibariyle değişen rakamlara bakıldığında, 1985 yılında 6.972 milyar TL
olan iç borç stokunun, izleyen iki yıl içerisinde 1987:17.218 rakamıyla neredeyse üçe
katlandığını ve 1989’da da 41.934 milyar TL’ye ulaştığı bu durumun en önemli
kanıtı olarak alınabilmektedir (ek tablo 3).
Diğer yandan, mali piyasaların genelde istikrarsız ve kırılgan yapısı nedeniyle
1988’de düşme eğilimine giren ve 1994 sonrası negatif değerlere düşen kamu net dış
borçlanmasının da anlamlı bir kaynak teşkil etmemesi bu süreci desteklemiş ve tüm
bu etmenlerle, kamunun iç borç stokunda büyük yükselişler kendini göstermiştir (ek
tablo 4-5) ( Yeldan, 2001:117 ).
Özetle,
iç
borçlanmaya
ilişkin
olarak
yıllar
itibariyle
gelişmelere
bakıldığında, özellikle 1985 yılında Đstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın da
yeniden organize edilerek faaliyete geçmesiyle gelişmeye başlayan finansal
piyasaların, faizlerin kademeli olarak serbest bırakılmasının ve uygulanan kamu
politikalarının etkisiyle, yurtiçi tasarrufların büyük bölümünün iç borçlanma
piyasasına akmaya başladığı görülmektedir. Bunlara ek olarak, 1984-1990
döneminin dış borçların geri ödendiği yıllar olması, 1990 yılında Merkez
62
Bankası’nın kısa vadeli avans kullanımına kısıtlama getirmesi de iç borçlanmanın
artan gelişiminin diğer sebepleridir. Bu tip borçlanmaya verilen ağırlığın neticesi ise
hem mali hem de reel sektörü olumsuz etkileyerek ekonomide istikrarsız bir ortam
yaratan yüksek reel faizler olmuştur ( Kazgan, 1996:49 ).
Grafik 3.2. Đç borç / nominal gayrisafi milli hasıla
3
2.5
2
1.5
1
0.5
2004Q1
2003Q1
2002Q1
2001Q1
2000Q1
1999Q1
1998Q1
1997Q1
1996Q1
1995Q1
1994Q1
1993Q1
1992Q1
1991Q1
1990Q1
1989Q1
1988Q1
1987Q1
0
iç borç/ngsmh
Bu durum iç borçlanmanın ekonomik dengelerini bozucu etkilerinin daha
hızla belirmesine yol açmış ve sürdürülebilirliğinin ancak bu konuda verilecek
tavizlere bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, 1981-1983, 1985-1988 ve 19901993 dönemlerinde reel faiz artışının, reel büyümenin üzerinde gerçekleştiği
görülmüştür. Bu gelişme, kamu kesiminin iç borç stoğunun arttığının ve özel
kesimden kamuya borçlanma yoluyla kaynak aktarıldığının en önemli göstergesi
olarak kabul edilmektedir.
19
89
19 Q1
90
19 Q1
91
19 Q1
92
19 Q1
93
19 Q1
94
19 Q1
95
19 Q1
96
19 Q1
97
19 Q1
98
19 Q1
99
20 Q1
00
20 Q1
01
20 Q1
02
20 Q1
03
20 Q1
04
Q
1
-0.2
-0.4
3 ay ağırlıklandırılmış faiz oranı
iç borç/m2y
reel gsmh büyüme
Grafik 3.4. Đç borç / M2Y
1.6
1.4
1.2
1
0.8
0.6
0.4
0.2
0
2004Q3
2003Q4
2003Q1
2002Q2
2001Q3
2000Q4
2000Q1
1999Q2
1998Q3
1997Q4
1997Q1
1996Q2
1995Q3
1994Q4
1994Q1
1993Q2
1992Q3
1991Q4
1991Q1
1990Q2
1989Q3
1988Q4
63
Grafik 3.3. Faiz oranı- büyüme ilişkisi
1.4
1.2
1
0.8
0.6
0.4
0.2
0
64
Özellikle reel faizlerdeki aşırı artışlar ve ekonominin üretkenlikten daha çok
bir rant ekonomisi olma eğilimi içerisine girmesi, yurt içi kaynaklardan
borçlanmanın sınırlarına gelindiğini işaret etmiştir. Diğer yandan, finansal
piyasaların göstergesi olarak kabul edilen M2Y ile iç borcun oranının giderek
yükselmesi de, iç borcun finansal piyasalara baskısının arttığını ve iç borçlanmanın
sınırlarına gelindiğini göstermektedir.
Đç borç piyasasındaki bu kısırlaşma sonucunda, 1989 Ağustos ayında,
sermaye hareketlerini serbest bırakan 32 sayılı karar çıkartılarak, kamu açıklarının
finansmanın da, kısa vadeli sermayenin kullanılması olanaklı hale getirilmiştir.
Ancak, kısa vadeli sermayeyi çekmek için yerli paranın getirisinin artması
gerekliliğiyle faizlerdeki yükseliş devam etmiştir. Bu durumun kamu borçlanma
gereğini artırması yanı sıra, diğer bir yansıması da, Merkez Bankası döviz
rezervlerinde artış meydana getirmesi ve yerli paranın aşırı değerlenmesidir (Özatay,
2000:3).
1990’lı yıllarda da, transfer ve cari harcamalardaki artışlarında sürmesiyle
katlanan kamu açıkları, (ek tablo 1), yüksek faizler karşılığında, daha çok kısa vadeli
yabancı sermaye girişleri ile finanse edilmiştir. Bunun sonucunda, kamu kesiminin
borçları ile birlikte faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı hızla artışa geçmiş ve
KKBG önemli ölçüde yükselmiştir (ek tablo 2 ).
Diğer yandan, bu artışta, 1991 Körfez Krizi ve seçimlerin de etkisiyle kısa
vadeye sıkışan borçlanmanın da etkisi büyük olmuştur ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001:
8). Borçların kısa vade de döndürülmesi gereği, iç borç yükü ve faiz ödemelerinin
dönem boyunca hızlı bir devinim izlemesine sebep olmuştur. Nitekim, 1980’lerin
başında bütçe harcamalarının yalnızca %5’ini oluşturan borç faiz ödemeleri, 1990’lı
65
yılların başında %20’lere yükselirken, borç sarmalının giderek büyümesi ile
1992’den sonra yeni bir ivme kazanarak günümüzde %40’ı geçmiş bulunmaktadır
(ek tablo 6).
Grafik 3.5. Faiz ödemeleri/nominal gayrisafi milli hasıla
1.4
1.2
1
0.8
0.6
0.4
0.2
2002Q1
2004Q1
Grafik 3.6. Đç faiz ödemleri/ nominal gayrisafi milli hasıla
1.4
1.2
1
0.8
0.6
0.4
0.2
iç faiz ödemeleri/ngsmh
2001Q1
2000Q1
1999Q1
1998Q1
1997Q1
1996Q1
1995Q1
1994Q1
1993Q1
1992Q1
1991Q1
1990Q1
1989Q1
1988Q1
1987Q1
0
2004Q1
2001Q1
2003Q1
faiz ödemeleri/ngsmh
2003Q1
2000Q1
2002Q1
1999Q1
1998Q1
1997Q1
1996Q1
1995Q1
1994Q1
1993Q1
1992Q1
1991Q1
1990Q1
1989Q1
1988Q1
1987Q1
0
66
Toplam harcamalar içerisinde bu denli büyük bir pay alan borçlanma ve faiz
ödemelerinin kamunun en önemli gelir kaynağı olan vergi gelirleriyle arasındaki
ilişkiye bakıldığında da, borç anapara ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranının
giderek arttığı görülmektedir. 1980’li yıllarda %11,9 olan bu oran, 1990’da %90,5’i,
2004 yılında ise, %191,6’yı yakalamış bulunmaktadır (ek tablo 7).
1993 yılına gelindiğinde, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren hızla artan
kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratan en önemli etken olmuştur. Đç borç faiz
oranlarını düşürmek için ihale iptalleri ve borçlanma üzerine gelir vergisi, miktar
kısıtı getiren politikalar izlenmeye başlanmıştır. Kasım 1993’te beş borçlanma
ihalesinin dördü iptal edilmiştir. Ancak, bu yönlü davranışlar piyasaları daha fazla
tedirgin ederek, güven ortamının sarsılmasına neden olmuştur. Kamunun faizleri
düşürmek için iç borçlanmayı kısıtlamaya çalışması ve dış kaynak kısıtı sonucunda
borçlanma gereği daha çok Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır. Đç
borçlanma yerine kısa vadeli avansların bütçe finansmanın da ağırlık kazanması, yanı
sıra iç borçlanmaya ilişkin ödemeler yapılması piyasada likidite fazlasının
oluşmasına neden olmuştur. Likidite fazlası, faizleri düşürme politikası ve değerli
kur politikası, devalüasyon beklentisi ve belirsiz ortamın etkisiyle dövize
yönelmiştir. Nitekim, Merkez Bankası’da piyasalara döviz satarak müdahale de
bulunarak reservleri düşürmüş ve devalüasyon zorunlu hale gelmiştir.
Özetle, yeni borcun ancak yeni iç borçla karşılandığı Ponzi-tipi bir
finansmana sürüklenen ülke için, yıldan yıla büyüyen borçlanma gereksinimi bir
yandan mutlak borç yükünü artırırken, öte yandan borçlanma koşullarını sürekli
ağırlaştırmıştır ( Yeldan, 2001:118 ). Sonuçta da, reel büyüme hızının çok üstünde
seyreden faiz oranları ve TL’nin aşırı değerlenmesiyle rekor düzeye çıkan dış ticaret
67
açığı, bu sürecin tıkanmasını çabuklaştırmıştır. Hükümetin faizleri düşürme
operasyonu (genişletici para politikası), dış açığı sürdürülemez gören spekülatif
sermayenin kaçmasına yol açmış ve bu zaten bozuk olan dengeleri alt üst etmiştir.
Ortaya çıkan bu kriz tablosu, 5 Nisan Đstikrar Tedbirleri’nin alınmasını zorunlu
kılmıştır.
Đlgili dönemde iç borçlanmanın sürdürülebilirliğini sorgulayan birçok ampirik
çalışmanın da (Özatay, 1997; Özmucur, Emre, Akçay 2002 ) işaret ettiği gibi, 5
Nisan 1994 krizi yanlış ve sürdürülemez iç borçlanma politikasının bir sonucu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kamu iç borcu krizi şeklinde patlak veren bu süreçte
enflasyon değerlerine bakıldığında, çok ciddi bir sıçrama yarattığı görülebilmektedir.
Buradan hareketle, bütçe açıklarının finansmanın enflasyonun ortaya çıkış sürecini
etkilediği rahatlıkla söylenebilmektedir.
Grafik 3.7. Enflasyon
0.5
0.4
0.3
0.2
0.1
enflasyon
2004Q2
2003Q2
2002Q2
2001Q2
2000Q2
1999Q2
1998Q2
1997Q2
1996Q2
1995Q2
1994Q2
1993Q2
1992Q2
1991Q2
1990Q2
1989Q2
1988Q2
1987Q2
0
68
Ancak, bir anlamda, yaratılan borçlanma sarmalının uzun dönemde
sürdürülemezliğini ve tıkanabileceğinin kanıtlayan 1994 krizine rağmen, mali
piyasalarda dövize olan hücumu önlemek ve iç borç piyasasını yeniden
hareketlendirmek için üç ay vadeli bonolar %50 şok faizle doğrudan halka arz
edilmiştir ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001:8 ). Bu durum aslında, ülkenin 1980 sonrası
enflasyonla mücadele de temel aldığı görüşün bir yansımasıdır. Buna göre, krizin asıl
nedeni,giderek büyüyen açıklar, bir kısır döngüye dönüşen finansman sorunu değil;
uygulanan yanlış para politikaları sonucu, para ve faizin iyi idare edilememesidir.
Yani, borçlanma faizi konusunda piyasayla inatlaşmaya kalkışılmış, merkez
bankasından alınan avanslarla parasal genişleme yaratılmış ve krize neden
olunmuştur ( Uygur, 2001:18-19 ).
Krizin böyle yorumlanması sonucu olsa gerek, enflasyonun hızını
yavaşlatmak adına sıkı para politikasına devam edileceği açıklanırken, hazinenin
merkez bankasından kullanabileceği kısa vadeli avans limitinin de, kademeli olarak
azaltılacağı ve sıfırlanacağı açıklanmıştır (ek tablo 8). 1997 yılında da, Merkez
Bankası para politikasını bağımsız olarak belirlemiş ve Hazine ile Merkez Bankası
kısa vadeli avansların sıfırlanması konusunda protokol imzalamıştır. Bu uygulama
ile, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söylemlerinden büyük ölçüde etkilenildiği
belirginleşmiştir ( Erdoğan-Ener, 2000: 21 ).
Diğer yandan, 5 Nisan Kararları ile uygulamaya konulan daraltıcı maliye
politikaları da ancak 1995 yılı ikinci yarısına kadar sürdürülmüş ve yıl sonunda erken
seçim kararlarının alınmasıyla da genişletici maliye politikası uygulamaları yeniden
hız kazanmıştır. Bunun yanı sıra, kamu açıklarının finansmanı, krizin sonucunda dış
69
borçlanmanın daha da güçleşmesiyle, iç borçlanmayla sürdürülmek zorunda
kalınınca KKBG büyümeye devam etmiştir ( ek tablo 2 ).
1996 yılına da oldukça yüksek faizli halka arz ihracıyla başlanmış, Ocak
ayından itibaren ise gerçekleştirilen ihalelere gelen teklif miktarları artmış, faizler
kademeli olarak düşmüş ve hazine bir yıldan uzun vadeli olarak borçlanmaya
başlamıştır. 1997 yılından itibaren ise, en uygun vade-maliyet yapısı için, Hazine’nin
borçlanma politikasına ilişkin temel ilkeler belirlenmiş ve iç borçlanmanın bu
prensipler
çerçevesinde
yürütülmesi
amaçlanmıştır.
Bu
doğrultuda,
batıda
enflasyonla mücadele de 1980’lerin sonunda geçilen enflasyon hedeflemesinin ilk
kez gündeme geldiği 1997 para programını da ( Uygur, 2000:12 ) destekler biçimde,
borçlanmaların aylık olarak kamuoyuna duyurulması ve belirsizliklerin en aza
indirgenmesi amaçlanmıştır ( Taşkın, 2004: 35 ).
Ancak, para ve maliye politikalarının birlikte uygulanamaması, yapısal
sorunların göz ardı edilmesi ve kamuoyundan yeterli desteğin alınamaması,
enflasyon beklentilerinin kırılmasının önüne geçmiştir. Buna ek olarak, 1997
yazında, Asya krizinin patlak vermesi, kamunun açık finansmanı dolayısıyla neden
olduğu kaynak sorununu, yatırım amaçlı yurt dışından borçlanmak biçiminde çözen
özel kesimi bu imkandan da mahrum bırakmıştır. Böylece ekonomi, kısa vadeli
yüksek faizli yükselen açıkların olduğu, yüksek enflasyonlu ve giderek üretkenlikten
uzaklaşan yapısından sıyrılamamıştır.
Öte yandan, 1999 yılında erken seçim kararının alınması ve deprem
felaketinin yaşanmasıyla maliye politikası da önemli ölçüde gevşetilmiştir. Yılın
sonuna doğru ekonomik göstergeler, ciddi bir küçülmenin yaşandığını ve bütçe
açıklarının arttığını göstermiştir ( ek tablo1 ). Bu durumda hükümet, olumsuz gidişatı
70
tersine çevirmek ve mali istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak amaçlarına
yönelik yeni bir ekonomik program uygulamaya koymuştur.
9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubunda 2000 yılında uygulanacak
maliye politikasının temel amacının, kamu harcamalarının faiz dışı kısmında
sınırlamaya gitmek ve kamu sektörü fazlasını GSMH’nın %3.7’sine çıkarmak olduğu
belirtilmesine rağmen; uygun koşullarda yapılan yurt dışı borçlanmaları sayesinde iç
piyasalar üzerindeki baskı ancak bir miktar hafifletilebilmiştir ( Yıldırım ErhanRefia, 2001:10 ). Dolayısıyla, 2000’li yıllara gelindiğinde de iç borçlanmanın
kamunun temel finansman kaynakları arasında olduğu görülmektedir.
1991-1994 aralığında iç borçlanma politikasının doğru yönetilememiş
olmasının
ekonomiye yansımasının kriz şeklinde gerçekleştiği hatırlandığında,
izleyen yılların da benzer bir eğilime sürüklemesi endişesi 2000’li yıllara
gelindiğinde gerçeğe dönüşmüştür. Nitekim, bu dönemde kamu finansmanın da,
bünyelerinde yüklü miktarlarda iç borçlanma senedi bulunduran bankacılık
sisteminin ön plana çıkmıştır. Đç borçlanma getirisinin yüksek olması nedeniyle,
bankalar dışarıdan çok daha düşük oranlarla geri ödemeleri olacak şekilde borçlanma
eğilimine girerek kamu kesiminin finansmanın da önemli rol üstlenmiştir. Örneğin,
izleyen yılda karşımıza çıkacak olan krizin simgesi haline gelen Demirbank’ın 2000
yılında yapılan devlet iç boçlanma senedi ihraçlarının yaklaşık %15’ini elinde
bulundurduğu ve toplam dibs stoğunun yaklaşık %10’unu taşıdığı belirtiliyordu
(Uygur, 2001(a):16 ).
Böyle bir yapı içerisinde, 1990’lı yıllara benzer şekilde, elde edilen fonlarla iç
yatırımların finanse edilmesi yerine ekonominin rant ekonomisine dönüştüğü, diğer
yandan, dışarıdan yapılan borçlanma ile döviz açığının artırıldığı da görülmektedir.
71
Bu son durum, ekonominin dengelerinde hassaslaşmayı da beraberinde getirmiştir.
Nitekim, Kasım 2000’de Arjantin krizinin beklentiler üzerinde yarattığı olumsuz
bakış, önce döviz kuru riskini ihmal eden bankacılık kesimini, ardından da tüm
ekonomiyi sıkıntıya sokmuştur.
Büyük ölçüde iç borçlanmaya yatırım yapan yerli bankaların likidite
ihtiyacına
düşmesi,
dış
borçlanma
kanallarının
kapanmasıyla
daha
da
belirginleştiğinde, kamu bonoları satılmaya başlanmıştır. Ekonomide bu gelişmeler
yaşanırken, sıkı para ve maliye politikası uygulamaları devam etmiş ve likidite krizi
şiddetlenmiştir. Bankaların kısa vadeli borçlanmayı sürdürme zorunlulukları
faizlerdeki yükselmeyi beraberinde getirmiş ve Aralık ayına gelindiğinde gecelik
faizlerde ciddi sıçramalar baş göstermiştir ( Creel-Kamber, 2004:161-164 .)
Özetle, 2000
yılı Kasım ayına gelindiğinde, ekonomik programın
reformlarının uygulanmasında gecikmeler yaşanması, kur çıpası uygulaması
güvencesiyle bankacılık sektörünün aşırı risk alması, cari açığın büyümesi ve kamu
bankalarının kısa vadeli para piyasalarında borçlanma baskısı yaratmasıyla mali
piyasalarda
dalgalanmalar
meydana
gelmeye
başlamıştır.
Ayrıca,
yabancı
yatırımcılar ve bankaların artan döviz talebi nedeniyle merkez bankası reservleri
önemli ölçüde gerileyerek kriz sinyallerini vermeye başlamıştır. Döviz alımlarını
gerçekleştirmek için TL alacaklarını tahsil etmeye çalışan bankaların, özellikle kamu
bankalarında ortaya çıkan açıklar nedeniyle işlemlerini gerçekleştirememeleri sonucu
oluşan likitide kriziyle ülke 2001 yılına batık bankalar, yüksek faizler ve yitirilmiş
döviz reservleriyle girmiştir. Bu son duruma, bir de Şubat 2001’de yaşanan siyasi
kriz eklenince ülke ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiştir ( Taşkın, 2004:38 ). Bu
açıdan bakıldığında, finansal kaynaklı olması dolayısıyla, 1994 kriziyle benzer
72
özellikler taşıyan 2000 Kasım ve Şubat 2001 krizleri ülkede bankacılık sistemini ile
kamu finansmanı arasında yakın bir bağ olduğunu da işaret etmektedir.
Yaşanan krizin başlıca sorumlularının yüksek açıklar, yüksek iç borçlanma ve
yapısal sorunlu bankacılık sistemi olması dolayısıyla, 2001 yılında, mali disiplin,
bağımsız merkez bankası ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması konuları
ön plana alınmıştır ( Turner-Özdemir, 2005:4 ).
Ortaya çıkan bu finansal krizle, kamu açıkları 2000-2002 döneminde ciddi bir
yükseliş göstermiştir (ek tablo1). Değişmeyen bu duruma, değişmeyen bir diğer
durum olan, açıkların neredeyse tamamının iç borçlanmayla karşılanması eşlik
etmiştir (ek tablo 3).
Yaşanan krizin de etkisiyle, gerek borcun sürdürülebilirliğine ilişkin
çıkabilecek şüpheleri en aza indirmek, gerekse kamu maliyesini bu gidişatından biraz
olsun sıyırabilmek için, 2002 yılı başından itibaren kamu borç stokunun azaltılması
için etkin borç yönetimi stratejileri uygulamalarına başlanmıştır. Diğer yandan,
mevcut borç stokunun uluslararası kabul gören seviyelere indirilebilmesine yönelik
olarak kanun (2002 Yılı 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun) düzenlenmiştir. Aslında 1994 krizi sonrası kabul
edilen stand-by anlaşmasının, maliye politikasınca belirlenen ‘faiz dışı fazlayı
alabildiğince arttırmak suretiyle iç borcun sürdürülebilirliğinin sağlanması’ hedefine,
gecikmiş bir yasal zemin oluşturan bu kanun ile 2003 yılı başından itibaren ‘borç
yönetim idaresi’ aktif olarak çalışmaya başlamıştır. Böylece, Hazine, en uygun
maliyet
yapısına
sahip
borçlanmayı
gerçekleştirebilmek
ve
borcun
sürdürülebilirliğini sağlamak için aktif borç yönetim politikalarına devam etmiştir.
Temel hedef ise, kamu maliyesinin tek politika aracı haline gelen faiz dışı fazlanın
73
GSMH
içindeki
payının
düşürülmemesidir.
Bu
noktada,
amaç
borcun
sürdürülebilirliğini sağlamaktır ( Ekzen, 2003:1,2 ).
2000 yılı sonrasında para politikaları uygulamalarına bakıldığında ise,
sözkonusu
politikanın
şekillendirilmesinde
enflasyon
hedeflemesi
rejimi
doğrultusunda yön verildiği ve nihai hedefin bu rejime geçmek olduğu
görülmektedir. Bu amaçla, enflasyon hedeflemesi rejiminin öncelikli koşullarından
biri olan enflasyonun kabul edilebilir düzeylere düşürülmesi hedeflenmiştir ( TCMB,
2006:16 ).
Son dönem Türkiye maliye politikaları verilerinin de işaret ettiği gibi, kamu
maliyesi borç maliyesine dönüşmüş bulunmaktadır ( ekler tablo 9 ). Bunun en temel
nedenleri, uygulama kolaylığına rağmen, aynı kolaylıkla çok tehlikeli bir araca
dönüşebilen borçlanmaya ağırlık verilmesi ve borçluluğu azaltacak kamu gelirler
politikasının yoksunluğudur. Bu durum ayrıca, Türkiye iktisat politikalarında, para
ve maliye otoriteleri arasındaki koordinasyonun yoksunluğunun da en büyük
göstergesi niteliğindedir.
Diğer yandan, borç sarmalının yol açtığı dengesizliğin sadece kamu maliyesi
alanında sınırlı kalmaması ve diğer makro ekonomik dengelerin de bozulmasına
kaynaklık
etmesi,
maliye
politikasının
asıl
işlevinin
dışında,
ekonomik
dengesizliklerin başlıca kaynağı olarak karşımıza çıkmasına yol açmaktadır. Bir
başka ifadeyle, sürekli bütçe açığı ve sağlıksız bir maliye politikası, mali
yaklaşımlarda da öne
hazırlamaktadır.
sürüldüğü
gibi,
enflasyon
için uygun
bir zemin
74
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN
UYGULAMALI ÇALIŞMALAR
Bu bölümde, Sargent-Wallece ve FTPL yaklaşımlarından hangisinin, ele alınan
dönem içerisinde Türkiye ekonomisi’nde fiyatın belirlenmesi hususunda öne geçtiğini
görebilmek, maliye politikasının etkisini tayin edebilmek ve bu doğrultuda,
enflasyonun
kaynağı
ve
çözümüne
ilişkin
politika
şekillendirmelerini
değerlendirebilmek amacıyla, ekonometrik modellemelere yer verilmektedir.
Đlk olarak, her üç yaklaşımda da ortak olan bütçe açığı, para arzı ve enflasyon
arasındaki dinamik ilişki analiz edilmeye çalışılacaktır.
Đkinci olarak, ele alınan dönemde, ekonomide baskın otoritenin tespiti yine
VAR modeli yardımıyla analiz edilecek ve böylece yaklaşımlar arası ayırıcı bir özellik
de taşıyan zamanlararası bütçe kısıtına bakış açısı da ortaya konacaktır.
Son kısımda ise, 1987-2004 yıl aralığının farklı alt dönemlerinde, ekonomide
rejim değişikliklerinin olup olmadığı MS-VAR tekniği ile araştırılarak, daha önce
yapılan analizlerinde yardımıyla, Türkiye ekonomisinde enflasyonist sürecin
aydınlatılmasına katkı sağlanmaya çalışılacaktır.
75
4.1. BÜTÇE AÇIĞI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ
4.1.1. Veri Tanımlama
Bu çalışmada, 1987(1)-2004(4) dönemine ait 3 aylık olarak kullanılan ham
veriler, faiz dışı bütçe fazlasının nominal gayrisafi milli hasılaya oranı, tüketici fiyat
endeksi ve M2Y para arzıdır. Veri kaynağı, T.C. Merkez Bankası internet sayfası
istatistiki veriler bölümüdür.
Analiz için faiz dışı bütçe fazlasının (birincil açık, fdbf) alınması, maliyeci
yaklaşıma ilişkin bir sınama yapılmasıyla ilgilidir. Maliyeci yaklaşımlarda, genel bütçe
açığı yerine faiz dışı bütçe fazlasının alınmasının nedeni, birincil bütçe fazlasının
tanımında gizlidir. Birincil fazla, bütçe açıklarından faiz ödemelerinin çıkarılması ile
elde edilmekte ve cari yıl içinde faiz ödemeleri dışında ihtiyaç duyulan borçlanmayı
göstermektedir. Bu nedenledir ki, birincil açık bütçenin kamu tarafından kontrol
edilebildiği kısmı olarak kabul edilir. Bütçe harcamaları içine, büyüklüğü önceki
yıllarda uygulanan maliye politikaları ve mali açıklarınca belirlenen faiz ödemeleri de
dahil edildiğinde, cari dönem politikalarının ekonomi üzerindeki etkilerinin doğrudan
belirlenmesi zorlaşmaktadır. Dolayısıyla, mevcut politika uygulamalarının analizi, faiz
ödemelerinin hesaplama dışında tutulmasını gerektirmektedir. Bu sebeple, birincil açık
özellikle
borç
batağındaki
ülke
ekonomilerinin
analizinde
yaygın
olarak
kullanılmaktadır.
Enflasyon üzerinde etkisini görmek istediğimiz para değişkenine ilişkin olarak
M2Y verisinin kullanılması ise, M2Y tanımının M2Y=Yerleşiklerin yabancı para
mevduatı+parasal yetkililer+mevduat bankaları bileşenlerinden oluşmasıdır. Finansal
piyasaların büyüklüğünün göstergesi olarak kabul edilmesinin yanı sıra geniş anlamda
para arzını da ifade eden M2Y, yabancı parayı da içermesi dolayısıyla, yüksek
76
enflasyon dönemlerinde yerli ile yabancı paranın ikame ediliyor olma ihtimalini de
gözden kaçırmama düşüncesinden yola çıkılarak tercih edilmiştir. Ayrıca, enflasyon
bütçe açıkları para arzı ilişkisini ele alan çalışmalarda da kullanılan bir değişken
olması bu tercihi desteklemiştir.
4.1.2. Yöntem ve Bulgular
4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji
VAR modelinde ele alınan değişkenlerin zaman serilerinin dönem içerisinde
gösterdiği eğilimlerin tespit edilmesi doğru analiz yapılabilmesi açısından büyük
önem taşımaktadır. Çünkü, değişkenler arasında ekonometrik olarak anlamlı ilişkiler
elde edilebilmesi, analizi yapılan serilerin güçlü bir trend taşımamasına bağlıdır. Bir
başka ifadeyle, zaman serisi analizinde gözlenen serinin yapısı hakkında doğru
çıkarımlar yapabilmek için serinin durağan olması gerekir.
Durağanlık, süreçte hakim olan olasılık kanunlarının zamanla değişmemesi
temel fikrine dayalı istatistiksel bir dengeyi ifade eder. Herhangi bir yt serisinin zayıf
durağanlık koşulları aşağıdaki gibidir :
E ( yt ) = E ( yt −s ) = µ
[
] [
]
E ( yt − µ ) = E ( yt −s − µ ) = σ 2 y
2
2
[
[var( y ) = var( y
t
t −s
) = σ 2 y]
]
E [( y t − µ )( y t − s − µ )] = E ( y t − j − µ )( y t − j − s µ ) = γ s
[cov( yt , yt −s )] = cov(yt − j , yt − j −s )
µ , σ 2j , γ s sabit ( Enders, 1995: 68-69 ).
Zaman serisinin durağan olup olmadığının belirlenmesinde en basit yöntem,
serinin grafik olarak incelenmesi ve böylelikle durağanlık konusunda bir fikir
edinilmesidir. Ancak, durağanlığı araştırmada en yaygın olarak kullanılan yöntem;
77
Dickey-Fuller (DF), Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augemented Unit Root Test, ADF)
veya Philips-Peron (PP) birim kök testlerinden birine başvurulmasıdır. Çalışmada
kullanılan birim kök testi olan ADF, Yt serilerinin birim kök özelliğini test etmek için
aşağıdaki regresyon denklemi kullanmaktadır.
N
∆Yt = α o + α 1t + δYt −1 + ∑ψ i ∆Yt −i + ε t
i =1
∆ birinci fark işlemcisi, t bir zaman trendi, ε hata terimi ,Yt kullanılan seri ve
N ise gecikme sayısıdır. Boş hipotez (H0),serilerin durağan olmadığı iken; (H1)
alternatif
hipotez,
serilerin
durağan
olduğunu
belirtmektedir.
ADF
testi,
δ parametresinin tahminine ve onun t istatistiğine dayanır. δ negatif ve istatistiki
olarak anlamlı ise boş hipotez, reddedilmektedir ( Lütkepohl-Krolzig, 2004:54-56 ).
4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tespiti
Yukarıdaki, ekonometrik metodolojiye uyumlu şekilde yapılan bu çalışmada,
1987:1-2004:4 dönemini kapsayan üçer aylık, mevsimsel etkilerden arındırılmamış
seriler kullanılmıştır. Verilerin analizinde, Eviews 5.0 programından faydalanılmıştır.
Bir ampirik analiz için en önemli başlangıç noktası olarak kabul edilen, zaman
serilerinin durağanlığının tespitine ilişkin olarak yapılan birim kök testine, M2Y ve
TUFE değişkenleri logaritmaları alınmış halde girerken, faiz dışı bütçe fazlasının
nominal gayrisafi milli hasılaya oranı (FDBF/NGSMH), negatif rakamlar içerdiğinden
testte oran olarak yer almıştır.
78
Tablo 4.1. Birim Kök Testi Değişkenleri
Değişken
Dönem
Açıklama
FDBF/NGSMH 1987:1-2004:4 Birincil bütçe fazlasının nominal gsmh’ya oranı
PL
1987:1-2004:4 Logaritması
alınmış
tüketici
fiyat
indeksi
(tüfe,1987=100)
M2YL
1987:1-2004:4 Logaritması alınmış para arzı
Tablo 4.2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Değişken
ADF-t istatistiği
ADF-t istaistiği
(düzey) (sabit+trend)
(1.fark) (sabit+trend)
FDBF/NGSMH
-2.952310 (5)
-10.88251 (2)*
PL
2.755640 (0)
-4.641381 (1)*
M2YL
0.603731 (1)
-5.990220 (0)*
*%1 düzeyinde anlamlıdır.
Parantez içerisinde gecikme sayıları gösterilmektedir. “H0: durağan değildir” hipotezinin test
edilmesinde Mac Kinnon (1996) kritik değerleri kullanılmaktadır. Anlamlılık değerleri : %1:-4.103198,
%5:-3.479367, %10:-3.167404.)
79
Grafik 4.1 Birinci Sıra Fark Seriler
______________________________
DFDBF_NGSMH
.20
.16
.12
.08
.04
.00
-.04
-.08
-.12
88
90
92
94
96
98
00
02
04
98
00
02
04
98
00
02
04
DM2YL
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
88
90
92
94
96
DPL
.35
.30
.25
.20
.15
.10
.05
.00
88
90
92
94
96
80
Serilerin gerek grafiksel incelenmelerinde, gerekse tabi tutuldukları ADF
birim kök testinde düzeyde durağan olmadıkları tespit edilmiş ve birincil fazla
(gsmh’ya oran olarak), para arzı ve fiyat düzeyinden oluşan çalışma verilerinin
birinci dereceden farkları alınarak durağan hale getirilmiştir. Bir başka ifadeyle,
sözkonusu değişkenlerin birinci dereceden (I(1)) bütünleşmekte oldukları tespit
edilmiştir.
4.2. ÇOK DEĞĐŞKENLĐ EŞBÜTÜNLEŞME ANALĐZĐ
Çalışmada kullanılan zaman serilerinin durağanlık özellikleri araştırıldığında,
değişkenlerin stokastik trend içermesi nedeniyle ortaya çıkacak sahte regresyon
sorunuyla karşılaşmamak için, serilerin düzey verileri yerine farkları alınarak değişim
oranları arasındaki ilişki tahmin edilmiştir. Böylece, bağımlı ve açıklayıcı değişkenler
arasındaki ilişkinin daha doğru olarak görülebilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak,
serilerin farkı alınarak değişim oranları arasındaki ilişkiye bakıldığında, değişkenler
arasındaki uzun dönemli ilişkiye dair bilgi edinme imkanı da ortadan kalkmaktadır.
Yt=β0+β1X1t+β2X2t+εt (1) Yt- Yt -1=β1 (X1t+ X1t-1)+ β2(X2t- X2t-1) +ut
(2)
(u+= εt- εt-1) (2) nolu denklem tahmini β0 hakkında bilgi içermemektedir ( Tarı,1999:
370 ).
Bu nedenle, aralarındaki ilişki trende bağlı olup, bu trend dolayısıyla da durağan
olmayan serilerin uzun dönemde birlikte hareket edip etmediklerini ortaya koymak
amacıyla eş bütünleşme testi (cointegration) yapılmaktadır. Değişkenler arasında
uzun dönem ilişkisinin varlığının istatistiksel olarak gösterilmesine hizmet eden
eşbütünleşmenin var olabilmesi için, değişkenlerin aynı sırada durağanlaşmaları
gerekir. Bu son durum, serilerdeki trendin birbirini götürmesini ve trend faktöründen
81
arındırılmış düzey değerleriyle yapılacak analizde sahte regresyon problemiyle
karşılaşılmamasın sağlayacaktır.
Çalışmada kullanılan serilerin birim kök özellikleri incelenmesi sonucunda,
FDBF/NGSMH,
M2YL
ve
PL
değişkenlerinin
tamamının
birinci
farkta
durağanlaştırıldığı görülmektedir. Birim kök testlerinden sonra eşbütünleşme
vektörlerinin sayısını bulmak ve uygun hata düzeltme terimleri belirlemek için
maksimum olabilirlik tahminine dayanan Johansen Eşbütünleşme Testi (1988)
kullanılmıştır.
4.2.1. Johansen Eşbütünleşme Testi
Johansen Eşbütünleşme Testi, durağan olmayan serilerin farkları ile
seviyelerini içeren VAR tahmininden oluşur. Z, düzeyde durağan olmayan X ve Y
serilerini içeren bir vektör olmak üzere, Johansen eşbütünleşme testi için
oluşturulacak VAR modeli aşağıdaki gibi olacaktır:
∆Z t = Γ1 ∆Z t −1 + ..... + Γk −1 ∆Z t − k +1 + ΠZ t − k + ε t
Johansen eşbütünleşme testi, Π matrisinin rankının bulunmasına dayanır. Π
matrisi değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiler hakkında bilgi vermektedir ve
Π ’nin rankı değişkenlerin lineer bir şekilde bağımsız ve durağan lineer
kombinasyonlarının sayısıdır.
Eğer Π matrisinin rankı sıfır ise, Z vektörünü oluşturan değişkenler arasında
eşbütünleşme yok demektir. Π matrisinin rankının bir yada birden büyük olması ise,
Z vektörünü oluşturan seriler arasında bir yada birden fazla eşbütünleşme ilişkisi
olduğunu, dolayısıyla değişkenlerin uzun dönemde birlikte hareket ettiklerini
82
göstermektedir. Bu son durumun geçerliliği halinde, Π matrisi αβ ' şeklinde
( Π = αβ ' ) çarpanlara ayrılabilir. Burada “ β ” vektörleri, “r” lineer eşbütünleşme
ilişkilerini yani eşbütünleşme vektörler sayısı “ α ” ise hata düzeltme modelinde
eşbütünleşmiş vektörlerin gücünü ölçen ayarlama katsayılarıdır (Harris, 1995:77,78).
Johansen yönteminde, durağan olmayan seriler arasındaki eşbütünleşme
ilişkisi iki test istatistiği yardımıyla araştırılır.Bunlardan biri Đz (trace), diğeri ise
Maksimum Özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiğidir.
Johansen analizi, gecikme uzunluğunun seçimine duyarlı olduğu için, testin ilk
aşamasında Schwarz kriteri doğrultusunda, uygun gecikme uzunluğu iki olarak tespit
edilmiştir. Bağımlı değişkenin ilk sırada (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) yer alması
gözetilerek yapılandırılan modelde,sabit terim vardır ve dışsal olarak trend ilave
edilmiştir. Johansen eşbütünleşme testinin uygulanmasında , E-views 5.0; hata
düzeltme modelinin tahminin de ise, J-Multi 4.0 paket programı kullanılmıştır.
Tablo 4.3 Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları
(sabit terim ve trend içermektedir)
Maks.
0.05
olasılık özdeğer
0.05
olasılık
kritik değer
test değeri kritik değer
H0
Özdeğer
hipotezi
Đz
Test
değeri
r=0
0.361557
46.94647 42.91525
0.0188
30.96186
25.82321
0.0096
r=1
0.205879
15.98461 25.87211
0.4938
15.90586
19.38704
0.1493
r=2
0.001141
0.078749 12.51798
1.0000
0.078749
12.51798
1.0000
Eşbütünleşme vektörünün sayısını tespit eden λ-trace ve λ-maximum
eingenvalue test sonuçları, değişkenler arasında bir adet eşbütünleşme ilişkisinin
varlığını göstermektedir. Buna göre, çalışmada ele alınan dönem itibariyle, fiyat
83
düzeyi, faiz dışı bütçe fazlası ve para arzı (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) arasında
uzun dönemli bir denge ilişkisi mevcuttur.


/ NGSMH (−1) + 0.591M 2YL(−1)
 PL = − 2.183FDBF
[ 5.201]
[ −14.998 ]


4.2.2. Hata Düzeltme Modeli
Değişkenler arasında eş bütünleşmenin varlığının gerek koşul olduğu, hata
düzeltme modeli, çalışmada da, değişkenler arasındaki dinamik ilişkinin belirlenmesi
amacıyla kullanılmaktadır ( Ramanathan, 1992: 446 ).
Hata düzeltme modelinin işleyişi aşağıdaki şekilde ifade edilebilir:
m
n
i =1
i =1
l
p
i =1
i =1
∆Yt = α + ∑ β i ∆X t −i + ∑ δ i ∆Yt −i + λEC t −1 + ε t
∆X t = α + ∑ β i ∆X t −i + ∑ δ i ∆Yt −i + λEC t − 2 + vt
∆Yt regresyon denklemi, Y’deki değişmeyi X’teki değişmeye ve bir önceki
dönem dengeleme hatasına bağlamaktadır. Đlgili regresyon denkleminde, ∆X,
∆Y’deki kısa dönem sapmaların etkisini yakalarken, ECt-1 eş bütünleşme
denkleminden elde edilen hata terimlerinin bir gecikmeli değerini göstermekte ve
hata düzeltme parametresi olarak adlandırılmaktadır.
Hata düzeltme modelinde bağımlı değişkendeki değişme, açıklayıcı
değişkenlerdeki değişme ile eşbütünleşme denkleminden elde edilen hata terimleri
serisinin gecikmeli değerinin fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Burada hata
düzeltme parametresi, model dinamiğini dengede tutmaya yarayan ve değişkenleri
uzun dönem denge değerine doğru yakınlaşmaya zorlayan bir katsayıdır. Ayrıca,
84
bağımlı değişkende kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının bir sonraki dönemde
düzeltildiğini de göstermektedir.
Hata düzeltme parametresinin katsayısının sıfırdan farklı olması, tüm
değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu göstermekle birlikte, işareti,
büyüklüğü ve istatistiksel olarak anlamlılığı da yorum açısından önemlidir.
Uygulamada, hata düzeltme parametresinin negatif ve istatistiksel açıdan
anlamlı olması beklenir. Bu durum, değişkenlerin uzun dönem denge değerine doğru
yaklaştığının bir göstergesi iken; katsayının pozitif işarete sahip olması, ise, ilgili
değişkenin bir şokla dengeden uzaklaştığını ifade etmektedir. Uyarlanma katsayısı
olarak da adlandırılan katsayının büyüklüğü ise, uzun dönem denge değerine doğru
yakınlaşma hızının bir göstergesidir. Yüksek bir uyarlanma katsayısı, o değişkenin
önceki dönem dengesinden sapmaya tepkisinin büyük olduğunu ve sistemde
meydana gelen bir şok karşısında, değişkenin dengeye gelmesinin fazla zaman
almayacağını göstermektedir.
Eş bütünleşen PL, FDBF/NGSMH ve M2YL değişkenlerine ilişkin hata
düzeltme modeli, iki dönem gecikmeli olarak, J-Multi 4.0 paket programı vasıtasıyla
tahmin edilmiştir. Uzun dönem ilişkisinin içerisine trend ve sabit terim ilave
edilmemiştir.
Temelde
modeldeki
değişkenlerin
sıralamasına
dayanan
ve
denklemdeki son tahmin ediciden başlayarak, diğerlerinin de sırayla model dışı
bırakılmasının kritik değerler açısından test edildiği bir süreci tanımlayan genelden
özele doğru bir kısıtlama yöntemi ile kısıtlanan modelde ,model seçim kriterlerinden
Akaike (AIC) kriteri kullanılmıştır.
85
Kısıtlanmış hata düzeltme modeli :


DPL = − 0.020 PL(−1) + 2.183FDBF / NGSMH (−1)− 0.591M 2YL(−1) − 0.213DPL(−1)+
[ −3.912 ]
[ 5.201]
[ −14.998 ]
[ −2.143]


0.301DM 2YL(−1)− 0.222 DFDBF / NGSMH (−2)+ 0.326 DM 2YL(−2)+ 0.075
[ 4.277 ]
[ −2.689 ]
[ 5.343]
[ 4.973]
Tablo 4.4 Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları
Portmanteau Test (16)
Normallik Testi
ARCH-LM (10)Test
Jarque-Berra
Olasılık:0.3273
olasılık:0.0000*
olasılık:0.9991
*Normalliğin red edilmesi eş bütünleşme ilişkisinde sorun yaratmamaktadır.
(Gonzalo,1994:221)
Çalışmada esas amaç, fiyat düzeyindeki değişmenin uzun ve kısa dönemde
kaynağını belirlemek olduğu için, sözkonusu değişkene ilişkin denklemin
raporlanmasıyla yetinilmiştir.


/ NGSMH (−1) + 0.591M 2YL(−1)
 PL = − 2.183FDBF
[ −5.201]
[ +14.998 ]


Buna göre, Türkiye’de 1987:1-2004:4 döneminde, uzun dönemde fiyatlar
genel düzeyini en fazla etkileyen değişken, 2.183 katsayısı ile
faiz dışı bütçe
fazlasının nominal gsmhya oranı iken, bunu 0.591’lik katsayısı ile para arzı
izlemektedir. Dolayısıyla, fiyat düzeyi para değişkeninin yanı sıra mali değişkence
de belirlenmektedir.
86
4.2.3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi
Eşbütünleşme vektörünün, dolayısıyla da sistemin yorumuna ilişkin bir test
olan zayıf dışsallık testinde, çok basit bir ifadeyle, doğru normalizasyon yapılıp
yapılmadığı, seçilen bağımlı değişkenin doğru tespit edilip edilmediği konusu
aydınlatılmaktadır. Zayıf dışsal olan değişken, ilgili denklemin sadece sağ tarafında
yer alır ve modeldeki diğer değişkenler tarafından belirlenmezler, yani dışşaldır.
Dolayısıyla, değişkenin sistem dışında belirlenmesi herhangi bir bilgi kaybına neden
olmayacaktır ( Lütkepohl-Kratzig, 2004:92 ). Zayıf dışsallıkla ilgili hipotez, hata
düzeltme terimi parametresi üzerine konan sıfır kısıtı ile test edilmektedir.
Tablo 4.5. Zayıf Dışsallık Testi
Değişken
DPL
LR test
DFDBF/NGSMH
23.6785
22.3114
2
DM2YL
22.5180
2
(X (13)olasılık.0.0342) (X (11)olasılık:0.0221) (X2(13)olasılık:0.0478)
Tablo 4.6 Hata Düzeltme Terimi
DPL
ECT(-1) -0.020
DFDBF/NGSMH DM2YL
-0.317
[-3.912] [-5.924]
Sistemin
bir
şokla
0.362
[5.144]
karşılaşması
halinde
dengeye
yönelme
yada
uzaklaşmasıyla ilgili davranış bilgisini içeren hata düzeltme parametresi katsayının
sıfırdan farklı olması,tüm değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu
göstermektedir. Uygulama beklentisiyle uyumlu olarak, parametre katsayısının
87
negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması da, bir şok sonrasında dengeye
yaklaşıldığını ifade etmektedir. Diğer yandan, sözkonusu katsayının değeri, cari
dönemdeki dengesizliğin ancak %2’lik bir bölümünün bir sonraki dönemde
giderildiğine işaret etmektedir. Bu durum modelin, uzun dönem dengesine uyarlanma
hızının oldukça düşük olduğu göstermektedir.
4.2.4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik
Granger (1986) ve Engle ve Granger (1987), değişkenlerin eşbütünleşmiş
özellikleri tarafından sağlanan bilgiyi hesaba katan bir nedensellik testi oluşturmuş
ve değişkenler arasında bir eşbütünleşme ilişkisi varlığının, bu değişkenler arasında
en azından tek yönlü bir nedenselliğe işaret ettiğini öne sürmüşlerdir. Buna göre, hata
düzeltme teriminin katsayısının istatistiki anlamlılığı da uzun dönemde değişkenler
arasında nedenselliğin bir göstergesidir.
Fiyat düzeyindeki değişmeye ilişkin hata düzeltme teriminin anlamlı olması,
denklem içerisinde diğer açıklayıcı değişkenlerin de katsayılarının anlamlı olması
bilgisiyle birleştiğinde, fiyat düzeyi, bütçe açığı ve para değişkenleri arasında Granger
nedenselliğin varlığına ilişkin güçlü bir delil olarak alınabilmektedir.
Tablo 4.7 Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Bağımlı değişken
Bağımsız değişkenler
Nedensel sonuç
PL
FDBF/NGSMH, M2YL
FDBF/NGSMH, M2YL→PL
(F(1,6) olasılık:0.0000)
FDBF/NGSMH
PL, M2YL
(F(1,6) olasılık:0.2636)
M2YL
PL, FDBF/NGSMH
(F(1,6) olasılık:0.0000)
PL, FDBF/NGSMH→M2YL
88
Granger nedensellik testi sonuçlarına göre, para arzı ve fiyat düzeyindeki
değişim arasında çift yönlü bir nedensellik var iken; birincil fazla ile fiyat düzeyi
arasında, sadece faiz dışı fazladan fiyatlara doğru tek yönlü bir ilişki mevcuttur.
4.2.4. Model Sonuçları
Türkiye’de ele alınan dönem itibariyle, analiz sonuçları, fiyat düzeyinin
belirlenmesi açısından M2Y değişkeni yanı sıra, bütçe açığının önemine de
değinmekte ve enflasyon politikasında para arzı ile mali değişkenlerin bir arada
değerlendirilmesi gerekliliğine işaret etmektedir.
89
4.3. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ’NDE BASKIN OTORĐTE TESPĐTĐNE
ĐLĐŞKĐN UYGULAMALI ÇALIŞMA
Çalışmanın birinci bölümünde de belirtildiği gibi, aktif otorite kamu borcuna
ilişkin gelişmeleri dikkate almaksızın kendi politikasını şekillendirirken; pasif otorite
kamu borç stoklarına ve aktif otoritenin davranışlarına karşı duyarsız davranmayıp
politikasını bu kısıtlar çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında,
aktif otoritenin ileriye dönük (forward-looking); pasif otoritenin ise, geriye dönük
(backward-looking) bir davranış biçimi sergilediğini ifade etmek mümkündür
(Leeper, 1991:130-136).
Leeper, otorite davranışları arasında farklılığa ilişkin yukarıdaki tanımlamayı
verirken, politika yapıcının kamu borcuna verdiği tepkiyi esas almıştır. Bu durum,
ekonomide dengenin sağlanmasında önemli rol oynayan zamanlararası bütçe kısıtıyla
ilgilidir.
Enflasyon olgusunu açıklamaya çalışan yaklaşımların zamanlararası bütçe
kısıtının sağlanmasına ilişkin farklı bakış açıları, onları birbirinden ayırmaktadır.
Genel olarak bakıldığında ise, borç stokundaki bir artış karşısında, söz konusu
eşitliğin sağlanabilmesi için iki seçenek vardır. Bunlardan ilki, mali otoritenin
gelecek dönem de, politika araçları harcama ve vergiler aracılığıyla dengeyi
sağlaması; ikincisi ise, mali otoritenin herhangi bir uyarlanma içerisine girmeyerek
para otoritesini zorlaması ya da dengenin yeniden sağlanmasını servet etkisi ile fiyat
düzeyine bırakmasıdır.
Buradan
hareketle,
ekonomideki
baskın
otoritenin
belirlenmesinin,
otoritelerin zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin verdiği tepkiye bağlı
olduğunu söylemek mümkündür.
90
Para arzı ile enflasyon arasında doğrudan ilişki kuran ve bütçe açığının
enflasyon üzerindeki rolünü ancak ve ancak borcun parasallaştırmasına bağlayan
parasalcı yaklaşımda, para otoritesinin baskınlığının ekonomide dengeyi sağladığı
savunulmaktadır. Buna göre, baskın para otoritesi, cari ve gelecek dönemler için para
arzı düzeyini açıklayarak, senyoraj yoluyla mali otoriteye ne kadar gelir sağlayacağı
kısıtını baştan koyacaktır. Dolayısıyla, dengesizlik durumunda mali otorite vergileri
ve/veya
harcamaları
kullanarak
yükümlülükleri
karşılayacak
kadar
fazla
yaratılmasını zorunlu kılarak, dengeyi koruyacak ve fiyat düzeyinin maliye
politikasından bağımsız olarak para piyasasında belirlenmesini sağlayacaktır
(Sargent-Wallace,1981).
Enflasyon olgusunu, mali değişkenleri de ele alarak açıklayan SW yaklaşımı,
kamunun zamanlararası bütçe denkliğinin her dönem sağlanmasıyla ilgili olan
Ricardocu denklik anlayışını, mali baskın bir otoritenin varlığında göstermesi
açısından farklılaşmaktadır.
Buna göre, sıkı para politikası uygulayarak enflasyonu kontrol altında
tutmaya çalışan, ancak sürekli kamu açığı veren ve bunun finansmanını da
borçlanmayla tercih eden baskın mali otoritenin varlığında, ekonomide faizlerin reel
büyüme oranının üzerine çıkması halinde karşılaşılan borçlanma limitinde,
zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması amacıyla monetizasyona gidilmesi zorunlu
hale gelmektedir. Bir başka deyişle, para değişkeni bütçe kısıtını sağlamak için bütçe
açığını finanse etmek doğrultusunda içsel olarak belirlenerek enflasyonun mali
kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlanmasına imkan tanımaktadır.
91
Enflasyonist süreçte
mali değişkenlerin rolünü ele almasıyla,
SW
yaklaşımıyla benzerlik taşıyan FTPL yaklaşımı, zamanlararası bütçe kısıtına bakış
açısıyla ayrılmaktadır. Mali politikanın enflasyonu etkilemesinin ancak ve ancak
kamunun zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması konusunda hanehalkından farklı
davranması ile mümkün olabileceğini belirten FTPL yaklaşımı, hanehalkının her
fiyat düzeyinde bütçe kısıtını sağlamak zorunluluğunda iken; kamunun böyle bir
zorunluluk içerisinde olmadığını yani Ricardocu olmayan politikalar izleyebileceğini
belirtmektedir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14).
Ancak bunun anlamı, zamanlararası bütçe kısıtını hiçbir zaman sağlanmak
zorunda olmadığı değildir. Belli fiyat düzeylerinde sağlanmayabilir. Dolayısıyla,
kamu bu eşitliği uygulayacağı politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil, bir denge
koşulu olarak almaktadır. Dolayısıyla, kamunun bütçe dengesi bozulduğunda,
hükümetlerin açık finansmanı için en kolay karar verdikleri yöntem olan
borçlanmanın kullanılmasının harcamalar üzerinde yarattığı servet etkisi aracılığıyla
fiyat düzeyini belirleyeceği savunulmaktadır. Buradan hareketle, fiyatlar genel
düzeyi kamunun mali rejim seçimi ile ilişkilendirildiği FTPL yaklaşımının
enflasyona ilişkin savunusunun ancak mali baskın ve Ricardocu olmayan rejimler
altında mümkün olduğunu söylemek mümkündür ( Christiano-Fitzgerald, 2000: 5 ).
Özetle, enflasyonist süreci ele alan tüm bu yaklaşımların, savlarının geçerli
olduğu ortam açısından değerlendirilmeleri halinde, paracı yaklaşım için baskın bir
para otoritesinin; SW ile FTPL yaklaşımları için ise, baskın bir maliye otoritesinin
varlığı gerekmektedir. Bu noktada, önemli olan maliye otoritesinin baskınlığını
belirten bu son iki yaklaşımın birbirinden nasıl ayrılacağıdır.
92
Maliye ve para otoritelerinin hangisinin ekonomide baskın olduğuna dair
yapılan
çalışmalar,
analizlerinin
temeline
zamanlararası
bütçe
eşitliğini
oturtmuşlardır.
Zamanlararası bütçe kısıtı bir dönemlik bütçe kısıtından elde edilmektedir.
Kamunun tek dönemlik bütçe kısıtı aşağıdaki gibidir:
Bt = (Tt − Gt ) + ( M t − M t −1 ) + Bt +1 /(1 + it )
(1)
Mt, Bt, (Tt-Gt), i sırasıyla, kamunun baz para stoğunu ve kamu borcunu,
birincil fazlayı ve faiz oranını simgelemektedir. Sözkonusu eşitliğe göre, varolan
borç, ödenebilir, monetize edilebilir yada yeniden borçlanma ile karşılanabilir. Tek
dönemlik bütçe kısıtından, iterasyon yapılarak ulaşılabilen zamanlararası bütçe kısıtı
toplam yükümlülükler açısından da yazılabilmektedir.
M t + Bt  Tt − Gt (M t − M t −1 ) 
M t +1 + Bt +1
=
+
 +α
Pt
Pt
Pt +1
 Pt

(2)
( α ) iskonto katsayısı
(2) nolu eşitlik, toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerinin, senyoraj
gelirlerini de içeren birincil bütçe fazlası ile gelecek dönem yükümlülüklerinin
indirgenmiş değerine eşitliğini göstermektedir. Eşitlik basitleştirilmiş bir notasyonla
yazıldığında:
wt = s t + α t wt +1
(3)
wt cari ,wt+1 gelecek dönem toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerini; st
senyorajı da içeren birincil kamu fazlalarını, α ise iskonto katsayısını ifade
etmektedir ( Canzoneri, Cumby, Diba, 2001:1224 ).
93
Zamanlarası bütçe dengesinin çözümünün ortaya çıkmasında belirleyici olan
ve ekonomide borcun sürdürülebilir olması yanı sıra varolan rejimin belirlenmesine
de katkı sağlayan diğer bir eşitlik de, hanehalkının fayda fonksiyonunu
optimizasyonu sonucu elde edilen transversalite koşuludur:
 M + Bt
lim t
t →∞
 Pt

 / (1 + i )t −1 = 0

(4)
nolu bu eşitliğe göre, kamu yükümlülükleri sonsuzda sıfıra ulaşacaktır.
Woodford’un denge koşulları olarak belirttiği bu son iki eşitlik, doğrudan test
edilemese de, transversalite koşulunun sağlandığı bir durumda, (3) nolu eşitlik
fazlalar ile yükümlülükler arasındaki ilişki hakkında bilgi sağlayabilmektedir (TanerRamos, 2002:5,6).
Eğer içsel bir mali politika uygulaması ile zamanlararası bütçe eşitliğini
sağlayacak kadar bir fazla yaratılmaktaysa ekonomide Ricardocu bir rejim geçerlidir
ve fiyatlar sistem dışından yani para otoritesince belirlenmektedir.
Diğer bir olasılık, mali politika değişkeninin politik süreç içerisinde borç
düzeyini dikkate almaksızın belirlenmesidir. Bu durumda, fiyatlar genel düzeyi,
bütçe eşitliğini sağlayana dek uyarlanacaktır. Bir başka ifadeyle, fiyatlar sistem
içerisinden belirlenecek, dolayısıyla da para otoritesinin enflasyon üzerindeki
kontrolü ortadan kalkacaktır. Bu durum, aynı zamanda zamanlararası bütçe kısıtının
sağlanıyor olmasının Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına
gelmediğinin de bir göstergesidir.
94
Özetle, uygulanmakta olan maliye politikasının transversalite koşulunu
doğrudan
sağlayıp
sağlamadığı,
ekonomide
Ricardocu
bir
rejim
izlenip
izlenmediğinin göstergesi niteliğindedir. Buna göre, maliye politikasının sözkonusu
koşulu doğrudan sağladığı durum Ricardocu politikayı; aksi durum Ricardocu
olmayan politikayı temsil etmektedir. Dolayısıyla Ricardocu olmayan maliye
politikasında transversalite koşulu fiyatlar genel düzeyi tarafından sağlanmakta ve bu
süreç hem Ricardocu olmayan hem de mali baskın bir yapıda ortaya çıkan FTPL
yaklaşımının geçerli olduğuna işaret etmektedir ( Bolatoğlu, 2003:85-86 ).
Para ve mali baskın otoritelerin birbirinden ayrılmasına ilişkin yukarıdaki
bilgilerin ışığında, ülke verilerine uygulanması açısından daha kolay olan iki yöntem,
geriye dönük (back-ward looking) ve ileriye dönük (forward-looking) yaklaşımlardır.
Belli bir olayın meydana gelmesinden sonra ortaya çıkan durumu analize
yönelik bir bakış açısını (ex-post) simgeleyen, geriye dönük yaklaşımda temel soru,
yükümlülüklerin artması halinde kamu birincil açığının azalıp azalmadığıdır? Buna
göre, yükümlülüklerdeki bir artış karşısında, mali otorite birincil fazlayı (st),
yükümlülükleri (wt) telafi edecek düzeyde artıyorsa, mali otoritenin uyarlandığı
dolayısıyla da para otoritesinin aktif olduğu Ricardocu bir yapının varolduğunu
söylemek mümkündür. Ancak, ilk durumda görülen pozitif ilişki Ricardocu olmayan
bir ortamda da, fiyattaki uyarlanma aracılığıyla ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla,
(st) ve (wt) arasındaki basit korelasyonlar tam bir gösterge olmayabilmektedir.
Bu nedenle, birincil fazladaki (st) bir artışın gelecek dönem yükümlülüklerini
(wt+1) nasıl etkileyeceği sorusunun sorulduğu (Creel-Kamber,2004:168), ileri dönük
bakış açısı uygulamaya daha yakın ve daha aydınlatıcı bir yaklaşım olarak
95
Canzoneri, Cumby, Diba (2001), Taner-Ramos (2002) ve Fialho-Portugal (2005)
çalışmalarında kullanılmıştır.
Buna göre, fazlada meydana gelen bir artış karşısında, gelecek dönem
yükümlülüklerinde bir azalma meydana gelmesi, elde edilen fazlalarla borcun
ödendiğini dolayısıyla da, yükümlülüklerin dikkate alınarak fazlanın yaratıldığının
bir göstergesidir. Buradan hareketle, fazla ile gelecek dönem yükümlülükler arasında
negatif (st↑,wt+1↓) bir ilişkinin varlığında Ricardocu yada para otoritesi baskın bir
rejimin geçerli olduğu kabul edilmekteyken, böyle bir durumun var olmadığı tüm
diğer olasılıklar Ricardocu olmayan rejim olarak kabul edilmektedir (CanzoneriCumby-Diba, 2001:1225-1227).
Para ve maliye otoritelerinin birbirinden ayrılmasına ilişkin benzer bir
etkileşim
tablosunu,
cari
açıklardan
gelecek
yükümlülüklere
ve
cari
yükümlülüklerden gelecek dönem açıklarına doğru yapan Taner ve Ramos (2002),
yukarıdaki olasılık sonuçlarını doğrulamakla birlikte; mali baskın bir otoritenin
varlığı yanı sıra FTPL sürecinin ortaya çıktığı tek durumun, cari yükümlülükler ile
gelecek açıklar arasındaki ters yönlü bir ilişkinin varlığında görüldüğünü belirtmiştir.
Buna göre, cari yükümlülüklerin artışı karşısında, gelecek dönem açıkların
düşürülmesi öngörülerek fiyatlardaki uyarlanma ile borcun reel değerini düşmekte ve
böylece gelecek dönem açıkların düşürülmesi sağlanmaktadır.
Bunun yanı sıra , hangi yönlü olursa olsun , birincil açığın diğer değişken
üzerinde herhangi bir etki yaratmaması durumunun, dışsal birincil açıkla ve mali
baskın bir yapıyla uyumlu olduğu belirtilmektedir.
96
4.3.1. VAR Analizi Sonuçları
Yukarıda verilen bilgilerin ülke verilerinde sınanmasında, ortak nokta,
gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisinin
yorumlanmasıdır.
Bu çalışmada da, aynı yöntem benimsenerek, 1989:2-2004:4 aralığında
Türkiye’de baskın otorite davranışı ortaya konmaya çalışılacaktır.
Analizin iki anahtar değişkeni, reel senyoraj gelirlerini de içeren birincil bütçe
fazlası (st) ve reel toplam yükümlülüklerdir (wt). Verilerin hesaplanış biçimi
aşağıdaki gibidir:
st =
wt =
(Tt − Gt ) (M t − M t −1 )
Pt
+
Pt
M t + Bt
Pt
st : Senyoraj dahil reel bütçe fazlası
wt : Reel kamu yükümlülükleri
Tt − Gt : Birincil bütçe fazlası
Pt : Tüketici fiyatları indeksi (1987:100)
M t : Merkez Bankası parası
Bt : Đç borç stoku
97
Çalışma yöntemi olarak vektör otoregresif modelleme tekniği (VAR)
analizlerinden, değişkenler arasındaki dinamik etkileşimi gösteren etki-tepki
fonksiyonları kullanılmaktadır.
VAR analizine giren zaman serilerinin taşıdığı eğilimin belirlenmesine ilişkin
yapılan, birim kök testi sonucunda her iki zaman serisinin de birinci derece farkta
durağan olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda Var analizine giren değişkenler, DS
ve DW olarak gösterilmekte ve senyoraj dahil reel bütçe fazlasını ve reel kamu
yükümlülüklerini simgelemektedirler.
Fazlada meydana gelen bir şokun gelecek dönem yükümlülüklerini ne ölçüde
ve hangi yönde etkilediğine dair yapılan etki–tepki analizin de, bütçe fazlasının ilk
sıraya alınmasıyla, bu değişkendeki bir değişmenin yükümlülükler üzerinde anlık
etki yaratmasına imkan tanınmakta (fazladaki bir artış karşısında varolan borç
stoğunun değerini beklenen fazlaların bugünkü değerine eşitlemek için fiyat
düzeyinde uyarlanma gerçekleşiyor) ve böylece Ricardocu olmayan rejimlerde
geçerli olan bu durumun varlığı daha kolay test edilebilmektedir (Fialho-Portugal,
2005:11) . Değişkenlerin sıralanmasında ikinci olasılık, yükümlülüklerin ilk sıraya
alınmasıdır. Gerek etki-tepki analizinin sıralamaya karşı duyarlı olması nedeniyle,
çalışmada kullanılan paket program E-Views 5.0’ın bir özelliği olan, genelleştirilmiş
etki-tepki seçeneği tercih edilerek, sözkonusu duyarlılığının ortadan kaldırılması
amaçlanmıştır.
98
Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW)
ETKI-TEPKI GRAFIGI ± 2 STANDART SAPM A
DS'NIN DW'YE TEPKISI
DS'NIN DS'YE TEPKĐSĐ
16
16
12
12
8
8
4
4
0
0
-4
-4
-8
-8
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
DW'NIN DW'YE TEPKISI
4
5
6
7
8
9
10
8
9
10
DW'NIN DS'YE TEPKISI
30
30
20
20
10
10
0
0
-10
-10
-20
-20
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
4
5
6
7
99
Buna göre, ele alınan dönem içerisinde, birincil fazla ile gelecek dönem
yükümlülükler arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Tanner ve
Ramos’un (2002), fazla ile yükümlülükler arasındaki etkileşim analizi esas
alındığında, bu durumun, bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın
belirlendiği, baskın bir mali otoritenin varlığı ile uyumlu olduğu görülmektedir.
1994, 2000 ve 2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren veride,
Ricardocu olmayan bir yapının varlığı sonucuna varılması, Brezilya ekonomisi
üzerinde benzer bir çalışma yapan Fialho ve Portugal’ın (2005), ülkelerin kötü
dönemlerde mali gerekliliklerin artarak mali rejimlerin baskın hale getirdiklerine dair
öngörüsünü doğrulamaktadır (Fialho-Portugal, 2005:4), Ülke gerçekleşmeleri de,
1994 sonrasında her ne kadar sıkı maliye politikası temel alınıp, mali politikaların
uyarlanması hedeflense de, genişletici uygulamalara da kayıldığı ve kamu bütçesinde
tam bir mali disiplinin sağlanamadığını işaret etmektedir.
100
4.4. MARKOV DÖNÜŞÜMLÜ MODEL (MS-VAR)
Bir önceki bölümde, 1989:2-2004:4 döneminde Türkiye’de para ve maliye
politikalarından hangisinin daha baskın bir yapıda olduğunu belirlemek amacıyla,
senyorajı da içeren birincil bütçe fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki ilişki
VAR modeli analizlerinden etki-tepki fonksiyonlarının incelenmesi aracılığıyla
ortaya konmaya çalışılmış ve sözkonusu dönem de maliye otoritesinin baskın olduğu
bir yapıyla karşılaşılmıştır.
Maliye otoritesinin baskınlığına dair elde elden sonuç para ve maliye
politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu varsayımı altında
geçerliliğini korumaktadır. Oysa, bu iki otorite arasındaki karşılıklı ilişki zaman
içerisinde değişebilmekte ve olası farklı rejimler altında değişkenler farklı davranış
özellikleri sergileyebilmektedir.
4.4.1. MS-VAR Metodoloji
Rejim değişikliğinin varolduğu durumlarda, yapısal kırılmalar sistem
içerisine yapısal bir parametre değişimi olarak girmekte ve modelin doğrusal
olmayan bir yapı kazanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu gibi durumlarda,
klasik doğrusal ekonometrik modellerin doğruluk gücü azalmaktadır. Bunun için
politika değişimlerinin yer aldığı ve özellikle de bu değişimlerin hangi dönemlerde
olduğunun bilinmediği durumlarda, daha güçlü çözümler üretebilen doğrusal
olmayan modellerin kullanılması daha uygun görülmektedir ( Krolzig, 2001: 340 .)
Bu amaçla kullanılan ve VAR modellerini rejim değişikliği ile birlikte tahmin
etmeye olanak sağlayan yöntemlerden birisi de Markov Dönüşümlü (Markovswitching vector autoregressive model MS-VAR) modelleme tekniğidir.
101
Rejim değişikliğini inceleyen MS-VAR modellerinin temel mantığı,
modeldeki makro ekonomik değişkenlerin bazılarının gözlemlenmeyen rejim
değişkenlerine bağlı olmalarıdır. Dolayısıyla, sistemde rejim değişiklikleri varsa,
VAR sürecinin parametreleri θ zaman içinde değişiyor demektir ( Fialho- Portugal,
2005:1,7 )
Ekonomide gözlemlenmeyen rejim değişkeni st , mümkün olabilecek rejim
sayısı M
st ∈ {1...., M } olsun, bu durumda gözlemlenebilen
{yt }
serisi için
olasılıklar şöyle verilebilir.
 f ( yt Yt −1 , θ1 ) eğer st=1

.
p ( yt Yt −1, st ) = 
.
 f (y Y ,θ )
t t −1
M

(1)
Eğer st=M m=1,…M kadar olan rejimler altında θ m VAR parametreleri
vektörünü simgelemektedir. Yt-1 gözlemlerdir {yt − j } j = 1∞ .
(1)nolu eşitlikte gözlemlenemeyen bir rejim altında VAR süreci verilmiştir.
Gözlemlenmeyen bir rejimin varlığı da Markov süreci tarafından takip edilmektedir.
Buradan veri st rejimi altında , yt zaman serisi p sırasından bir vektör otoregresif bir
süreçle şöyle ifade edilmektedir ( Krolzig, 1996: 5 ).
p
E [yt Yt −1 , st ] = v(st ) + ∑ A j (st ) yt − j (2)
j =1
ut = yt − E [yt Yt −1 , st ] (3)
ut: hata terimidir.
102
Tüm parametrelerin rejim değişikliğinden etkilendiği genel model dışında,
ortalama yada sabit terimin rejimlerden bağımsız hareket ettiği yada hata teriminin
değişen varyans özelliği taşıyıp taşımaması gibi seçimlerin yapılabildiği farklı türde
doğrusal olmayan model teknikleri vardır ( Portugal-Fialho, 2005: 9 ).
Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri
µ
MSM-VAR(p)
v
değişir -
MSMH-VAR(p) değişir -
∑
Ai
sabit
sabit
değişir sabit
MSI-VAR(p)
-
değişir sabit
sabit
MSIH-AR(p)
değişir değişir değişir sabit
MSIAH-AR(p)
-
değişir değişir sabit
Yukarıda değinilen, doğrusal olmayan modelleme tekniklerinden MSMH
modelinin kullanıldığı bu kısımda temel amaç, öncelikle 1989:2-2004:4 döneminde
ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığının tespitidir. Maliye ve para
otoriteleri arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içinde değişimini ifade eden rejim
farklılıklarının ortaya konması halinde de, bu değişikliklerin hangi dönemlerde
geçerli olduğu ve bu farklı politikaların birbirlerini tamamlayıcı mı yoksa ikame
edici bir özellik mi taşıdığının ortaya konması amaçlanmıştır.
103
4.4.2. Analiz Sonuçları
Para politikası değişkeni olarak üç aylık faizin (faiz) alındığı modelde, maliye
politikası değişkeni olarak da reel birincil bütçe fazlası (rfdbf) kullanılmıştır. Faiz ve
reel birincil fazlaya ilişkin zaman serileri düzeyde durağan olmadığından, birinci
farkları alınarak analize sokulmuşlardır. MS-VAR OXO programının kullanıldığı
çalışmada, yukarıda değinilen rejim değişikliği modellerinden, MSMH model türü
kullanılmıştır. Ortalama ile varyansın değişmesine izin verilip, parametrelerin sabit
kabul edildiği bu model türünde gecikme uzunluğu, daha önce çalışılan VAR
modeline uygun olarak ikidir.
Öncelikle, ele alınan dönem verileri açısından doğrusal mı yoksa doğrusal
olmayan bir modelin mi daha güçlü ve tutarlı sonuçlar verebileceğinin tespiti
açısından bakılan LR test sonuçları, farklı politikaların varlığının gözlemlenmesine
izin veren doğrusal olmayan bir model ile çalışılabilmesini doğrulamaktadır.
Buna göre, MSMH(2)-VAR(2) olarak simgelenen model de, çalışmacı
tarafından konan iki rejim kısıtında, rejimler arasındaki ilişki iki dönem gecikme ile
MS-VAR modellerinin tahmin edilmesinde kullanılan Maksimum Likelihood
Yöntemi aracılığıyla tahmin edilmiş ancak her iki rejimin istatistiksel anlamlılığının
olmaması yanı sıra model sonuçlarının ülke verileri ile uyum içerisinde olmadığı da
tespit edilmiştir.
Bunun için, ele alınan dönem içerisinde yer alan 1994 ile 2000 Kasım ve
2001 Şubat krizleri için kukla değişken kullanılarak yeni bir model tahmini
yapılmıştır.
104
Rejim değişikliğinin varlığına işaret eden tahmin sonuçları aşağıdadır:
Tablo 4.9. MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)
Katsayılar
Rfdbf
Ort. (Rejim 1)
-0.028271
-0.151157
[-2.8120]
[-3.5369]
0.001572
0.000333
[0.2192]
[0.0473]
Ort. (Rejim 2)
Rfdbf_1
Rfdbf_2
Faiz_1
Faiz_2
D94
D01
Faiz
-0.205439
-0.215687
[-1.3746]
[-1.3165]
0.087872
-0.375354
[0.5658]
[-1.5953]
0.068327
-0.424674
[1.9369]
[-3.1191]
-0.009688
-0.188955
[-0.2707]
[-1.7716]
0.092897
0.647445
[3.2126]
[3.4601]
0.034672
0.474152
[0.7862]
[7.7938]
St. Hata (rejim 1) 0.024925
0.158303
St. Hata (rejim 2) 0.056679
0.056270
Log-likelihood
170.1373
Lineer Sistem
157.1123
Tablo 4.10: Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları
Rejim 1 Rejim 2
Rejim 1 0.5749 0.4251
Rejim 2 0.0731 0.9269
Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri
nObs olasılık Süre
Rejim 1 9.3 0.1468 2.35
Rejim 2 51.7 0.8532 13.67
105
Her bir rejimin tanımlanmasında, politikaları simgeleyen değişkenlerin
işaretlerinin yönü belirleyicidir. Model tahmini, her iki rejimde de değişkenlerin aynı
yönlü hareket ettiğini dolayısıyla para ve maliye politikalarının birbirlerini
tamamlayıcı davranışlar sergilediğini göstermektedir ( Portugal-Fialho,2005:16 )
Rejim 1 için negatif olan bu aynı yönlü hareket, rejim 2 için pozitiftir.
Fazlalardaki bir azalmaya, faiz oranlarındaki düşmenin eşlik ettiği bir yapıda,
genişletici maliye ve para politikaları simgeleyen rejim 1 istatistiki olarak anlamlı
iken; her iki politikanın da daraltıcı olduğu rejim 2’nin istatistiki olarak anlamlı
olmadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan, modele ilave edilen kukla değişkenlerin tistatistiklerinin de istatistiki anlamlılığı destekleyecek düzeyde olduğu görülmektedir
(tablo 4.9).
Modeli
genişletici
politikaları
simgeleyen
rejim
1
açısından
yorumladığımızda, geçerli olduğu dönemde bu rejimde kalma olasılığının %57 gibi
yüksek bir oranda olduğu görülmektedir ( tablo 4.10 ).
Rejimin ekonomide uygulanabilirliğine ilişkin sürelerine bakıldığında ise,
genişletici maliye ve para politikalarını simgeleyen rejim 1’in yaklaşık 2.5 dönem
ekonomide varlığını sürdürdüğü görülmektedir ( tablo 4.11 ).
Modelin diğer bir sonucu olan ve her iki rejim için de yıllar itibariyle
uygulama olasılıklarını gösteren şekil 1’e göre, rejim 1 ekonomi gerçekleşmeleri ile
uyumlu olarak özellikle kriz ve dışsal şokların olduğu 1994 krizi, 1999 büyük
deprem yılları ve 2001 Şubat krizini izleyen ilk dönemde kendini göstermiştir.
Nitekim, çalışmanın ele alınan dönem açısından ekonomi gelişmelerinin özetlendiği
kısımda da belirtildiği gibi, yaşanan iki büyük kriz mali kaynaklı para krizleri olarak
106
değerlendirilmiş ve genişletici politikalar ile sonuçlanmıştır. Diğer yandan, özellikle
1998 sonrası ekonomide sıkı para ve maliye politikaların uygulanması yönünde
alınan kararların da 1999 depreminde yerini zorunlu olarak genişletici politikalara
bıraktığı görülmüştür.
Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)
MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4)
0.5
rfdbf
faiz
filtrelenmis
ongorulen
yumusatilmis
0.0
-0.5
1990
1.0 Rejim 1 Olasiliklari
1995
2000
2005
1995
2000
2005
1995
2000
2005
0.5
1990
1.0 Rejim 2 Olasiliklari
0.5
1990
Ekonomide rejim değişikliklerinin varlığına işaret eden ancak tek bir rejimin
istatistiksel olarak anlamlılığının tespit edildiği yukarıdaki analiz, reel faiz dışı fazla
olarak alınan maliye politikası değişkeninde bir değişiklik yapmadan, para politikası
değişkeni faizin yerine para miktarı kullanılarak tekrar edildiğinde, rejimlerin
tanımlaması farklılaşmış ancak her iki rejim için de beklenen istatistiki anlamlılık
düzeylerine ulaşılamamıştır.
107
Buna göre, değişkenlerin birbirine ters yönlü hareket ettiği dolayısıyla da
politikalarını simgeleyen rejim 2 de istatistiki anlamlılığı olan tek değişkenin para
olduğu görülmektedir. Her iki rejimde de pozitif olan para değişkeni işareti
genişletici para politikasının varlığına işaret etmektedir.
Para politikası değişkeni olarak faizin alındığı bir önceki çalışmaya benzer
şekilde, rejimlerin uygulanma olasılıkları özellikle 1994 krizi, 1999 deprem
süreçlerinde genişletici politikaların uygulandığına işaret etmektedir.
Tablo 4.12: MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para)
Katsayı
Rfdbf
Para
Ort. (rejim 1)
0.000967
0.047841
[0.0742]
[1.6447]
Ort. (rejim 2)
-0.002069 0.157283
[-0.2139]
Rfdbf_1
-0.195660 0.222875
[-1.8086]
Rfdbf_2
Para_2
D01
D94
[1.9370]
-0.199461 0.349220
[-1.9092]
Para_1
[5.7925]
[2.8481]
-0.092693 0.317420
[-1.3548]
[3.2372]
0.099590
0.054462
[1.6044]
[0.5445]
0.078634
0.122193
[1.3696]
[3.2289]
0.081481
0.226426
[3.2206]
[5.0318]
St. Hata (rejim 1) 0.074937
0.047714
St. Hata (rejim 2) 0.024815
0.044289
Doğrusal sistem
187.3338
Log-likelihood
207.9241
108
Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para)
0.4
MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4)
rfdbf
para
filtrelenmis
ongorulen
yumusatilmis
0.2
0.0
1.0
1990
Rejim 1 Olasiliklari
1995
2000
2005
1990
Rejim 2 Olasiliklari
1995
2000
2005
1995
2000
2005
0.5
1.0
0.5
1990
Tüm bu model denemelerinin ortak sonucu, ele alınan dönemde, istatistiki
anlamlılığı olan rejimlere ilişkin olasılık grafiklerinin de işaret ettiği gibi, ekonomide
rejim değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği
yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye
politikalarının birlikteliği tüm modellere ilişkin ortak bir sonuç niteliğindedir.
Baskın olan otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de
bağdaşır şekilde, para politikasını dikkate almadan sürekli genişletici politikalar
uygulayan bir mali otorite sözkonusu olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
109
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
SONUÇ
Özellikle 1980 sonrasında, dünya ülkelerindeki enflasyonist sürecin
açıklanmasında parasalcı yaklaşımın tatmin edici sonuçlar getirememesi, bu görüşün
sorgulanması yanı sıra para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin
yönünün farklı yaklaşımlarca açıklanmaya çalışılmasını da beraberinde getirmiştir.
Bu konuda literatüre katkı sağlayan önemli bir çalışma, parasalcı yaklaşımın,
öne sürdüğü sıkı para politikasının, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın
süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda uzun dönemde işleyemeyebileceğini ve
daha yüksek enflasyon süreçlerini doğurabileceğini öne süren Sargent-Wallace
(1981)’dir.
Bu yaklaşımı, fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik ilişkisini,
Sargent-Wallace
yaklaşımından
farklı
olarak,
açıkların
parasallaştırılmasına
bağlamayan FTPL yaklaşımı izlemektedir. Buna göre, para da herhangi bir değişiklik
olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi arasındaki ilişki, bonoların özel
servetin bir parçası olarak kabul edilmesi sonucunda servet etkisi aracılığıyla
doğrudan kurulmaktadır.
Bu çalışmada da, literatürdeki gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’deki
enflasyonist süreç uygulamalı çalışmalarla tespit edilmeye çalışılmıştır.
Đlk olarak, fiyat düzeyindeki değişmelerin parasalcı yaklaşımdan ayrılarak
açıklandığı, teoriler irdelenmiş ve konu ile ilgili uygulamalı çalışmalara
değinilmiştir. Ardından da, 1980 sonrasında Türkiye’de enflasyon süreci ile iktisat
politikalarının şekillendirilmesinde benimsenen görüşlerin de yer aldığı, ekonomik
gelişmeler özetlenmiştir.
110
Enflasyon olgusunun gelişen literatür doğrultusunda, Türkiye ekonomisi için
araştırıldığı ekonometrik çalışmaların ilk kısmında, 1987:1-2004:4 dönemi için
enflasyonun açıklanmasında, para arzı ve birincil bütçe açıkları değişenlerinden
hangisinin daha anlamlı olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, para arzını
temsilen M2Y, maliye politikasını temsilen de faiz dışı birincil fazlanın gayrisafi
milli hasılaya oranı alınmıştır.
Analiz sonuçları, ele alınan dönem için, enflasyonun kaynağına ilişkin olarak
para değişkeni yanı sıra bütçe açığının önemine de değinmesi, enflasyon
politikasında hem para hem de mali politikaların bir arada ele alınması gerekliliğini
de ortaya koymuştur.
Uygulamalı çalışmaların ikinci kısmında, ülkedeki enflasyon sürecinin
aydınlatılmasına destek sağlayacak olan, baskın otoritenin tespitine ilişkin olarak
gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisine
bakılmıştır. Politika yapıcılarının zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin
verdiği tepkiye bağlı olarak ekonomide baskın olma durumlarının belirlendiği analiz
sonucunda, 1989:2-2004:4 aralığında birincil fazla ile gelecek dönem yükümlülükler
arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bu durum, 1994, 2000 ve
2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren dönemde, mali
gerekliliklerin arttığını ancak bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın
belirlendiği baskın bir mali otoritenin varlığını ifade etmektedir.
Para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu
varsayımı altında geçerliliğini koruyan baskın mali otorite sonucunun, bu iki otorite
arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içerisinde değişebildiği durumlarda nasıl bir
seyir izlediği ise, ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığını ortaya
111
koyması yanı sıra hangi dönemlerde ve ne kadar süreyle geçerli olduğunu da test
eden MS-VAR modelinin kullanılmasıyla sağlanmıştır.
Bu doğrultuda, ilk olarak, çalışmacı tarafından konan iki rejimin varlığı kısıtı
altında ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığı araştırılmıştır. Para ve
maliye politikasını simgeleyen farklı değişkenler için yapılan birden fazla uygulama
sonucunda da, ekonomide rejim değişikliklerinin varlığı tespit edilmiştir. Analiz
sonucunda varılan genel sonuç ise, ele alınan dönemde, ekonomide rejim
değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği
yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye
politikalarının varlığı tüm uygulamaların ortak sonucu niteliğindedir.
Baskın otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de
bağdaşır şekilde, bu son model çalışmasında da, genişletici para politikasının varlığı,
mali otoritenin kamu borç yapısını ve zamanlararası bütçe denkliğini göz önüne
almadan politikasını şekillendirdiğine işaret etmektedir.
Çalışma içerisinde yapılan tüm uygulamaların sonuçları ve ekonomik
gelişmeler bir araya getirildiğinde, Türkiye’de enflasyonist süreci mali ve paraal
kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlamak mümkündür.
Özellikle 1980’lerin sonrasında sürekli bütçe açıklarının finansmanın da iç
borçlanmaya ağırlık verilmesinin Sargent-Wallace yaklaşımını doğrular biçimde
ekonomiyi 1994 krizine sürüklediği görülmektedir. Kriz sonrasında her ne kadar mali
açıkların düşürülmesine yönelik uygulamalar üzerinde durulmuşsa da, birtakım dışsal
ve içsel şokların etkileriyle bunun başarılamadığı ve mali politikanın genişletici
uygulamalarına kamu bütçe dengesini gözardı ederek devam etmesinin, mali baskın
bir yapının hakimiyetinin sürdüğüne işaret etmektedir. Ekonomide geçerliliğini
112
sürdüren bu koşulların yanı sıra, sıkı para politikaları uygulamalarına devam
edilmesi, 1990’larda yaşanan sürecin 2000’li yıllara da taşınmasına kolaylık
sağlamıştır. Nitekim, 2000 sonu ve 2001 başında yaşanan kriz sürecinin temelinde
de, iç borçların bankacılık sistemince finansmanının sürdürülemez noktaya
gelmesinin büyük katkısı vardır.
Bu açıdan bakıldığında, enflasyonist süreçte mali değişkenlerin rolünün
varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, bu durum bütçe açıkları ile enflasyon
arasındaki ilişkiyi doğrudan kuran FTPL yaklaşımının ülke örneğinde sağlanmasını
göstermesi açısından yeterli değildir. Maliye politikası ve hane halkının tüketim
harcaması ilişkisini bütçe açıkları ve fiyat düzeyi ilişkisinin temeline oturtan FTPL
yaklaşımında öne sürülen servet etkisinin, ekonomide yaşanan krizlerle kamu
borcunun ödenebilirliği konusunda oluşan olumsuz beklentilerle kırıldığının
söyleyebilmek mümkündür ( Erdoğdu, Özbek, 2005:12-13 ).
Çalışmanın, uygulama sonuçlarına dayandırılarak enflasyon sürecine ilişkin
ortaya koyduğu öneri; ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde tek bir otoritenin
baskınlığının değil, para ve maliye otoritelerinin birlikteliğinin sağlandığı bir
anlayışın benimsenmesi olarak kısaca belirtilebilmektedir.
113
ÖZET
SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE
ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA
Doktora Tezi, Đktisat Bölümü
Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ
Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Hasan ŞAHĐN
Mart, 2007
Bu çalışma, Türkiye’de 1987:1-2004:4 dönemi enflasyon sürecinin, SargentWallace (1981) “Nahoş Parasalcı Aritmetik” çalışması ve Fiyatın Mali Teorisi
(FTPL) yaklaşımları doğrultusunda yeniden değerlendirilmesini amaçlamaktadır.
Belli koşullar altında, parasalcı aritmetiğin yanıltıcı olduğu belirtilen SargentWallace (1981) yaklaşımında, para arzının bütçe kısıtını sağlama amacı
doğrultusunda içsel olarak belirlendiği öne sürülmektedir.
FTPL yaklaşımı ise, kamu açıklarının enflasyonist etkisinin para otoritesinin
politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu ifade
etmektedir.
Bu doğrultuda, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki dinamik
ilişkiyi analiz etmek amacıyla VAR modellerinden faydalanılmış ve enflasyonist
sürecte para arzı yanı sıra bütçe açıklarının da etkili olduğu görülmüştür.
Ekonomide baskın otoritenin tespit edilebilmesi amacıyla yapılan etki-tepki
analizleri ise, baskın bir mali politikanın varlığına işaret etmektedir.
Ekonomide rejim değişiklikleri yanı sıra para ve maliye politikaları
arasındaki etkileşimin analizini sağlayan MS-VAR modeli sonucunda,özellikle kriz
yıllarında her iki politikanın da genişletici uygulamalar içinde olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
114
Çalışmanın genel sonucu, Türkiye’de ele alınan dönemde enflasyonun hem
mali hem de parasal kaynaklı bir olgu olarak değerlendirilebileceği, dolayısıyla da
enflasyonu önlemeye yönelik politikaların şekillendirilmesinde, para ile maliye
politikalarının bir arada ele alınması gerekliliğidir.
Anahtar Kelimeler: Parasal Büyüme, Bütçe Açıkları, Enflasyon, Baskın
Otorite, Nahoş Parasalcı Aritmetik, Fiyatın Mali Teorisi
115
ABSTRACT
FROM CONTINUES BUDGET DEFICITS TO INFLATION:
AN EMPIRICAL STUDY ON TURKEY
Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ
PhD Thesis, Department of Economics
Thesis Administrator: Associate Prof. Hasan ŞAHĐN, PhD
March, 2007
In this study, the inflationary process of Turkish economy has been
reinvestigated by using a quarterly data set spanning from 1987:Q1 to 2004:Q4. The
approaches of “Unpleasant Monetarist Arithmetic” due to Sargent-Wallace(1981)
and the Fiscal Theory of Price Level (FTPL) due to Woodford (1995) have been
utilized in the study.
The approach of the Sargent-Wallace’s theory claims that, under certain
conditions, monetary arithmetic is misleading and the money supply is endogenously
determined to sustain the budget constraint.
However, according to the FTPL, the inflationary effects of the government
budget deficits are caused by debt crises since the monetary authority does not have
to act to balance the budget deficit.
To investigate the dynamic relationship among the money supply, budget
deficit and inflation empirically, VAR models have been employed. Estimation
results show that money supply and budget deficit statistically signicant effect on
inflation in Turkey.
Impulse response analysis suggests that a fiscal dominant
policy exist in Turkey.
116
An MS-VAR model, which allows analyzing interactions between monetary
and fiscal policies in addition to changes in economic regimes, show that both
policies are expansionary particularly in crises periods.
Empirical analysis performed in the study leads to result that inflation in
Turkey has both monetary and fiscal origins. From this result, it can be inferred that a
policy design to combat with inflation, monetary and fiscal dimensions should be
handled all together.
Keywords: Monetary Growth, Budget Deficits, Inflation, Dominant
Authority, Unpleasant Monetarist Arithmetic, Fiscal Theory of Price Level.
117
KAYNAKÇA
Afonso Antonio, “Disturbing the Fiscal Theory of Price Level: Can It Fit the EU
15?”, http://ideas.repec.org/e/paf1.html, 2002
Aghevli Bijan B. And Khan Mohsin S., “Government Deficits and the
Inflationary Process in Developing Countries”, IMF Staff Papers, 25, 1978
Ahking W. Francis and Miller M. Stephen, “The Relationship Between
Government Deficits, Money Growth and Inflation”, Journal of
Macroeconomics, Fall,vol.7, no.4, 1985
Barro J. Robert, “Are Government Bonds Net Wealth?”, Journal of Politicial
Economy,vol.82,no.6,1974
Barth J.,Iden G., Russek F., “The Economic Consequences of Federal Deficits: An
Examination Of The Net Wealth and Instablity Issues”, Southern
Economic
Journal, 1987
Bhattacharya Joydeep and Haslag H. Joseph, “Monetary Policy Arithmetic:Some
Recent Contributions”, Federal Reserve Bank of Dallas Economic and
Financial Review,Third Quarter,1999
Bolatoğlu Nasip, “Kamu açıklarının Sürdürülebilirlik Problemi:Teori ve
Türkiye
Üzerine Bir Uygulama”, Hacettepe Ü. Dr. Tezi, Ocak 2003
Buiter H. Willem, “A Fiscal Theory of Hyperdeflations?Some Suprising
Monetarist
Arithmetic” , nber:52, October 1985
Buiter H. Willem, “Comment on T.J. Sargent and N. Wallace :”Some
Unpleasant
Monetarist Arithmetic” , nber:867, March 1982
Buiter H. Willem, “Deficits,Crowding-out and Inflation:The Simple Analytics”,
nber:1078, February 1983
118
Buiter H. Willem, “The Fallacy of the Fiscal Theory of the Price Level”,
nber:7302, August 1999
Buiter H. Willem, “The Fiscal Theory of the Price Level:A Critique”, The
Economic
Journal, 112,July,2002
Buiter H. Willem, “The Young Person’s Guide to Neutrality,Price Level
Indeterminacy,Interest Rate Pegs and FTPL” ,nber:6396,February 1998
Canzoneri B. Mattthew, Cumby E. Robert, Diba T. Behzad, “Is the Price Level
Determined by the Needs of Fiscal Solvency?”, American Economic
Review,vol.91,no.5, December 2001
Catao Luis and Terrones E. Marco, “Fiscal Deficits and Inflation” , IMF Working
Paper,WP/03/65, April 2003
Christiano J. Lawrence, Fitzgerald J. Terry, “Understanding the Fiscal Theory of
the
Price Level”, nber:7668,2000
Cochrane H. John, “A Frictionless view of U.S. Inflation”, nber:6646,1998
Cochrane H. John, “Long-term Debt and Optimal Policy in the FTPL”,
nber:6771, 1998
Cochrane H. John, “Money as Stock:Price Level Determination With No Money
Demand”, nber:7498, 2000
Creel Jerome, Kamber Güneş, “Debt, Deficits and Inflation On The Road To The
EU: The Case of Turkey” , www.ofce.sciences.po.fr/pdf/revue/0789bis.pdf,
Nisan 2004
Cushing J. Matthew, “The Indeterminacy of Prices Under Interest Rate
Pegging:The Non-Ricardian Case”, Journal of Monetary
44, 1999
Economics,
119
Daniel Betty, “The Fiscal Theory of the Price Level in an Open Economy”,
Journal
Daniel
of
C.
Betty,
Monetary Economics, 48, 2001
“Fiscal
Policy
and
Inflation”,
2001
(a)
www.frbsf.org/publications/economics/letter/2001
Daniel C. Betty, “Notes on Seignorage and the Fiscal Theoryof the Price Level” ,
www.albany.edu/bd892/sftpl.pdf, September 2004
Darby R. Michael, “Some Pleasant Monetarist Arithmetic” , nber:1295, March
1984
Dornbusch Rudiger ,
Fischer Stanley, “Macroeconomics”,
McGraw-Hill
International Editions, Economics Series, 1990
Dotsey Michael, “Some Not-So-Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal
Reserve Bank of Richmond Economic Quarterly, vol.82/4, Fall, 1996
Dotsey Michael, “Some Unpleasant Supply Side Arithmetic” , Journal of
Monetary
Economics, 33, 1994
Drazen Allen and Alesina Alberto, “Why are Stabilizations Delayed?”, American
Economic Review, vol.81, no.5, December 1991
Dupor Bill, “Exchange Rates and the Fiscal Theory of the Price Level”, Journal
of
Monetary Economics, 45, 2000
Dwyer P. Gerald, “ Inflation and Government Deficits”, Economic Inquiry,
Vol.XX, July, 1982
Ekzen Nazif, “Đç Borç Đdaresi, Maliye Politikası Aracı Olarak Faiz Dışı Fazla ”,
www.ceterisparibus.net/maliye/maliye.htm, 2003
Eliana A. Cardoso, “Deficit Finance and Monetary Dynamics in Brazil and
Mexico”, Journal of Development Economics, 37, 1992
120
Enders Walter, “Applied Econometric Time Series”, John Wiley & Sons,Inc., 1995
Erdoğan Engin,Ener Meliha, “ Türkiye’de Enflasyonla Mücadele Sürecinde Son
Dönem
Uygulamalar
ve
Değerlendirilmesi”,
Đşletme
ve
Finans
Dergisi,sayı:177, Aralık 2000
Erdoğdu
Oya,
“Who
Controls
the
Level?”,
Price
www.ideas.repec.org/p/wpa/wuwpma/0304011.html; 2003
Erdoğdu Oya, Özbek Levent, “Türkiye’de Tüketim Eğilimi ve Maliye
Politikası”, 2005 http://eros.science.ankara.edu.tr
Fialho Laderia Marcelo, Portugal Savino Marcelo, “Monetary and Fiscal Policy
Interactions In Brazil: An Application Of The Fiscal Theory Of The
PriceLevel”,2005,www.aup.edu/lacea2005/program/sessions/contributed2/05
Giannaros Demetrios S., Bharat R. Kolluri, “Deficit Spending, Money and
Inflation:Some
International
Empirical
Evidence”,
Journal
of
Macroeconomics,vol.7,no.3,1985
Gonzalo Jesus, “Five Alternative Methods of Estmating Long-Run Equilibrium
Relationships”, Journal of Econometrics,vol:60, 1994
Günaydın Đhsan, “Bütçe Açıkları Enflasyonist midir? Türkiye Üzerine Bir
Đnceleme”,
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi”,
Cilt 6, Sayı:1, 2004
Hamburger Micheal J., Zwick Burton, “Deficits,Money and Inflation”, Journal of
Monetary Economics, 7, 1981
Hamilton, D. James, “Time Series Analysis”, Princeton University Press, New
Jersey 1994
Haris R.I.D., “Using Cointegration Analysis in Econometric Modelling”, Prentice
Hall/Harvester Wheatsheaf, 1995
Hondroyiannis George and Papapetrou Evangelia, “Are Budget Deficits
Inflationary?
A
Letters, vol.4, 1997
Cointegration
Approach”
,
Applied
Economics
121
Đnsel
Aysu,
Ertel
Nesrin,
AntiEnflasyonist
“Türkiye’de
Kronik
Enflasyon
Süreci
ve
Politikaların Etkinliği 1981-1991”, Odtü Gelişme
Dergisi,20,3,1993
Joines Douglas H. , “Deficits and Money Growth in the United States 1872-
1983”, Journal of Monetary Economics, 16, 1985
Kazgan Gülten, Đç Borç Kapanı, Finans Dünyası, Sayı:7, 1996
Kocherlakota Narayana, Phelan Christopher, “Explaining the Fiscal Theory of the
Price Level”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,
Fall,1999
Krolzig Hans-Martin, “Markov-Switching Procedures For Dating The Euro-
Zone Business Cycle”, 2001
Krolzig Hans-Martin, “Statistical Analysis of Cointegrated VAR Processes With
Markovian Regime Shifts”, SFB 373 Discussion Paper 25/1996
Landon Stuart and G. Reid Bradford, “Government Deficits and Money Growth”,
Review of Economics and Statistics,72,3,1990
Leeper M. Eric and Gordon B. David, “The Price Level,the Quantity Theory of
Money and the Fiscal Theory of the Price Level”, nber:9084,2002
Leeper M. Eric, “Equilibria
under active and passive monetary and fiscal
policies”, Journal of Monetary Economics, 27,1991
Lütkepohl Helmut, Kratzig Markus, “Applied Time Series Econometrics”,
Cambridge University Pres, 2004
McCallum T. Bennett, “Are Bond-Financed Deficits Inflationary?A Ricardian
Analysis” Journal of Politicial Economy, vol.91,no:1, 1984
122
Metin Kıvılcım, “ The Relationship Between Inflation and the Budget Deficit in
Turkey” , American Statistical Association Journal of Business and
Economic
Statistics, vol.16, no.4, October 1998
Metin Kıvılcım, “An Integrated Analysis of Turkish Inflation”, Oxford Bulletin
of
Economics and Statistics,57,4,1995
Miller J. Preston, “Higher Deficit Policies Lead to Higher Inflation” , Federal
Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,Winter,7,1983
Niskanen A. William, “Deficits,Government Spending and Inflation,What is the
Evidence?” Journal of Monetary Economics ,4,1978
Özatay Fatih, “A quarterly macroeconometric model for a highly inflationary
and
indebted country:Turkey” Economic Modelling,2000,17
Özatay Fatih, “Sustainability of Fiscal Deficits, Monetary Policy and Inflation
Stabilization:The Case of Turkey”, Journal of Policy Modelling19 (6),
1997
Özmen Erdal, Koru Tekin Ayça, “Budget Deficits, Money Growth and
Inflation:The
Turkish Evidence”, Applied Economics,35,2003
Özmucur Süleyman, Alper Emre, Akçay Cevdet , “ Budget Deficit,Inflation and
Debt Sustainability: Evidence from Turkey” , “Inflation and Disinflation
in
Turkey” Edited by Aykut Kibritçioğlu Libby Rittenberg Faruk Selçuk
Printed
by Antony Rowe Ltd., Chippenham ,Wiltshire, 2002 s.77,90
Ramanathan Ramu, “Introductory Econometrics with Applications”, The Dryden
Press, 1992
Ruge-Murcia Francisco J., “Government Expenditure and the Dynamics og High
Inflation”, Journal of Development Economics, vol.58, 1999
Sargent Thomas,Wallace Neil, “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”,
Federal
Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,1981
123
Sikken Jan and Haan de Jakob, “Budget Deficits, Monetization and Central Bank
Independence in Developing Countries”, Oxford Economic Papers 50,1998
Sims A. Christopher, “A simple model for study of the determination of the price
level and the interaction of monetary and fiscal policy”,
Economic
Theory, 4, 1994
Soydan Aylin, “Do Budget Deficits Cause Inflation:A Cointegrating VAR
Analysis”, 2001
Stuart Landon and Bradford G. Reid, “Government Deficits and Money
Growth”,Review of Economics and Statistics,72,3,1990
Tabellini Guido and Alesina Alberto, “Voting on the Budget Deficit”, American
Economic Review,March,1990
Taner Evan and Ramos M. Alberto, “Fiscal Sustainability and Monetary Versus
Fiscal Dominance:Evidence from Brazil,1991-2000”, IMF Working
Paper,WP/02/5
Tarı Recep, “ Ekonometri” ,Alfa Yayınları-609, Đktisat Dizisi No:032,1999
Taşkın Aydın, “Đç Borçlanmanın Fiyatlar Genel Düzeyi Üzerine Etkisi”, T.C.
Merkez
Bankası
Uzmanlık
Yeterlilik
Tezi,
Ekim
2004,
tcmb.gov.tr/kutuphane
TCMB, “Enflasyon Hedeflemesi Rejimi”, 2006
Telatar Erdinç, “Para ve Maliye Politikası Dominant Rejimlerde Fiyat
Belirlenemezlik Problemi ve Merkez Bankası Bağımsızlığı”, Ekonomik
Yaklaşım, Cilt 10, Sayı:35, Kış 1999
Turner Paul, Özdemir K. Azim, “A Monetary Disequilibrium Model For Turkey:
Investigation Of A Disinflationary Fiscal Rule and Its Implications On
Monetary Policy”, TCMB Research Department Working Paper No:05/07,
March 2005
124
Uygur Ercan, “25 Yıldır Süren Yüksek Kronik Enflasyon ve Enflasyonla
Mücadele, Hedefler Tutturulabilecek mi?”, Đşletme Finans,Şubat 2000
Uygur Ercan, “Enflasyon,Para ve Mali Baskı:Đktisat Politikasında Geri
Kalmışlık”
Đşletme Finans Dergisi, sayı:189,Aralık 2001
Uygur Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”
Türkiye
Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1(a), Nisan 2001
Ülengin Burç , “Bütçe Açığı,Parasal Büyüme,Enflasyon,Döviz Kuru ve Üretim
Arasındaki Nedensellik Đlişkileri:Türkiye Üzerine Bir Uygulama” , Odtü
Gelişme Dergisi, 22 (1), 1995
Weil Phillippe, “Reflections on the Fiscal Theory of the Price Level”,
http://papers.ssrn.com,March 2002
Woodford Michael, “Doing Without Money:Controlling Inflation in a Post
Monetary
World” , Review of Economic Dynamics ,vol.1, 1998
Woodford Michael, “Monetary policy and price level determinacy in a cah-in-
advance economy”, Economic Theory,4,1994
Woodford Micheal, “Control of the Public Debt:A Requirement for Price
Stability”,
nber:5684,1996
Woodford Micheal, “Fiscal Requirements for Price Stability” , Journal of
Money, Credit and Banking, vol.33, no:3,August 2001
Woodford Micheal, “Price Level Determinacy Without Control of Monetary
Aggregate” , nber:5204, 1995
Yeldan Erinç, “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, Bölüşüm,Birikim ve
Büyüme” , Đletişim Yayınları, 2001
Yıldırım Refia,Yıldırım Erhan, “1980 Sonrası Uygulanan Maliye Politikaları ve
Türkiye
Ekonomisi
Bayar.edu.tr/msempoz/bildiriler
Üzerindeki
Etkileri”,
2001,
125
EKLER:
Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe
1980
912
Gelirler
Harcamalar 1 079
Faiz Dışı Harcamalar 1 048
-135
Faiz Dışı Bütçe Dengesi
Bütçe Dengesi
-166
1981
1 393
1 515
1 440
-49
-124
1982
1 445
1 601
1 514
-70
-157
1983
2 300
2 612
2 401
-102
-313
1984
2 806
3 784
3 343
-538
-979
1985
4 613
5 400
4 725
-112
-787
1986
7 154
8 560
7 229
-76
-1 407
1987
10 444
13 044
10 778
-332
-2 598
(milyar TL)
1988
1989
17 587 31 369
21 447 38 871
16 469 30 612
1 118
757
-3 860
-7 502
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
55239 96 747 174 224 351 392 745 116 1 394 023 2 702 034 5 750 096
Gelirler
68 527 130 263 221 657 485 249 897 296 1 710 645 3 940 162 7 990 748
Harcamalar
54 561 106 190 181 360 368 779 599 011 1 134 530 2 442 761 5 712 831
Faiz Dışı Harcamalar
-678
-9 443
-7 137 -17 387 146 105
259 493
259 273
37 265
Faiz Dışı Bütçe Dengesi
Bütçe Dengesi
-13 288 -33 516 -47 434 -133 857 -152 180 -316 622 -1 238 128 -2 240 652
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
11 887 552 18 973 292 33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834
Gelirler
15 585 376 28 017 791 46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045
Harcamalar
9 408 781 17 296 951 26 162 764 39 314 395 63 614 975 81 444 818 83 711 555
Faiz Dışı Harcamalar
2
478 771 1 676 340
7 593 673 12 498 147 12 785 475 18 793 304 26 175 279
Faiz Dışı Bütçe Dengesi
Bütçe Dengesi
-3 697 824 -9 044 500 -12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211
Kaynak:MB
126
Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği
KKBG
KKBG/GSMH
(%)
8,8
1980
465
4,0
1981
319
3,5
1982
374
4,9
1983
689
5,4
1984
1 194
3,6
1985
1 267
3,7
1986
1 869
6,1
1987
4 563
4,8
1988
6 235
5,3
1989
12 283
7,4
1990
29 429
10,2
1991
64 469
10,6
1992
116 680
12,0
1993
239 793
7,9
1994
306 937
5,0
1995
392 866
8,6
1996
1 294 435
7,7
1997
2 258 729
9,4
1998
5 016 903
15,5
1999
12 149 118
11,8
2000
14 796 080
16,4
2001
28 926 635
12,8
2002
34 886 803
8,7
2003
31 118 619
5,8
2004
24 840 000
(-) işareti fazlayı ifade etmektedir.
Kaynak:DPT
(Cari fiyatlarla,milyar TL)
FAĐZ DIŞI
FAĐZ DIŞI
KKBG/GSMH
KKBG
(%)
434
8,2
244
3,0
287
2,7
477
3,4
753
3,4
592
1,7
538
1,1
2 297
3,1
1 257
1,0
4 023
1,7
9 246
2,3
25 861
4,1
49 046
4,4
75 404
3,8
-113 071
-2,9
-350 861
-4,5
-433 535
-2,9
-360 430
-1,2
-1 746 468
-3,3
181 385
0,2
-7 108 154
-5,7
-14 279 131
-8,1
-19 238 099
-7,0
-30 302 117
-8,5
-19 367 000
-8,3
127
Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma
1980 1981 1982
TOPLAM ÖDEME
216 655
761
ANAPARA
195 614
727
Tahvil
6
9
33
Bono
20 127
193
Konsolide Borçlar
1
18
1
Kısa Vadeli Avans
168 460
500
FAĐZ
21
41
34
Tahvil
18
33
23
Bono
2
6
8
Konsolide Borçlar
0
0
1
Kısa Vadeli Avans
1
2
2
TOPLAM
595 884 1.098
BORÇLANMA
Tahvil
50
28
59
Bono
60 166
258
Konsolide Borçlar
214 191
228
Kısa Vadeli Avans
271 499
553
NET BORÇLANMA
400 270
371
Tahvil
44
19
26
Bono
40
39
65
Konsolide Borçlar
213 173
227
Kısa Vadeli Avans
103
39
53
BORÇ STOKU
721 991 1.341
Tahvil
141 160
185
Bono
49
88
153
Konsolide Borçlar
336 509
735
Kısa Vadeli Avans
195 234
266
1983 1984
1.819 1.132
1.703
976
26
29
175
211
913
0
589
736
116
156
49
111
27
41
37
0
3
4
3.534 2.437
1985 1986
1987
2.578 5.755 10.280
2.321 5.038 8.604
172
719 1.150
986 1.456 2.854
0
55
597
1.163 2.808 4.003
257
717 1.676
168
399
806
82
247
490
0
61
329
7
10
51
4.741 8.650 15.307
1988
14.634
12.146
1.343
4.496
40
6.267
2.488
1.272
1.143
0
73
23.387
1989
26.073
21.270
3.001
6.639
1.000
10.630
4.803
3.089
1.612
0
102
34.746
(Milyar TL)
1990
1991
1992
42.454 91.822 221.423
32.418 74.908 187.336
4.520
6.415 23.580
6.511 21.488 51.937
3.617
5.480
6.598
17.770 41.525 105.222
10.036 16.914 34.087
6.302 10.221 15.898
1.744
4.953 15.033
1.876
1.474
1.942
114
266
1.214
47.008 114.593 282.333
200
199
673 1.269 2.045 3.816 8.984 12.458
78
495 1.218 1.788 3.955 5.115 7.634 8.443
2.595
818 1.421 2.528 4.949 7.513 7.041 8.005
661
925 1.429 3.065 4.358 6.943 11.087 18.102
1.831 1.461 2.420 3.557 6.107 11.201 12.476 14.590
174
170
501
495
299 2.433 4.983 7.938
-97
284
232
332 1.101
619
995 1.932
1.682
818 1.421 2.473 4.352 7.473 6.041 4.388
72
189
266
257
355
676
457
332
3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180
360
531 1.032 1.511 2.407 4.880 10.863 18.801
56
340
489
822 1.923 2.542 3.537 5.469
2.418 3.235 4.656 7.129 11.481 18.954 24.995 30.040
339
528
795 1.052 1.407 2.082 2.539 2.870
11.510 74.971
34.277 75.926
16.562
8.804
52.244 122.632
39.685 94.997
5.095 51.391
12.789 23.989
11.082
2.207
10.719 17.411
97.647 194.236
24.678 86.387
18.258 42.247
41.122 34.602
13.589 31.000
128
1991
TOPLAM ÖDEME
91.822
ANAPARA
74.908
Tahvil
6.415
Bono
21.488
Konsolide Borçlar
5.480
Kısa Vadeli Avans
41.525
FAĐZ
16.914
Tahvil
10.221
Bono
4.953
Konsolide Borçlar
1.474
Kısa Vadeli Avans
266
TOPLAM BORÇLANMA 114.593
Tahvil
11.510
Bono
34.277
Konsolide Borçlar
16.562
Kısa Vadeli Avans
52.244
NET BORÇLANMA
39.685
Tahvil
5.095
Bono
12.789
Konsolide Borçlar
11.082
Kısa Vadeli Avans
10.719
BORÇ STOKU
97.647
Tahvil
24.678
Bono
18.258
Konsolide Borçlar
41.122
Kısa Vadeli Avans
13.589
1992
221.423
187.336
23.580
51.937
6.598
105.222
34.087
15.898
15.033
1.942
1.214
282.333
74.971
75.926
8.804
122.632
94.997
51.391
23.989
2.207
17.411
194.236
86.387
42.247
34.602
31.000
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768
438.460
861.585 1.271.404 3.585.986 3.287.422 8.844.833 15.579.145
69.795
157.245
94.489
536.788
917.626 2.426.865 6.116.357
156.909
398.937
971.562 2.826.352 2.226.386 6.080.345 9.462.788
8.678
31.933
133.417
25.900
40
0
0
203.077
273.472
71.937
196.947
143.371
337.623
0
85.418
231.035
472.805 1.325.417 1.977.163 5.626.676 9.898.623
42.321
112.467
110.705
327.774
860.394 2.587.441 4.889.437
41.612
114.017
356.466
988.005 1.099.736 3.035.836 5.004.947
0
0
0
0
0
0
0
1.485
4.551
5.633
9.638
17.033
3.399
4.239
599.873 1.303.548 1.833.102 5.345.792 6.370.002 14.254.324 26.886.405
172.215
206.124
366.873 1.247.865 3.185.561 4.708.064 20.027.769
179.151
638.678 1.298.630 3.722.028 3.074.400 9.546.260 6.858.635
6.009
133.417
25.940
0
0
0
0
242.498
325.329
141.659
375.900
110.041
0
0
161.413
441.962
561.699 1.759.807 3.082.580 5.409.490 11.307.260
102.420
48.880
272.384
711.077 2.267.935 2.281.198 13.911.412
22.241
239.741
327.069
895.677
848.014 3.465.915 -2.604.152
-2.669
101.484 -107.477
-25.900
-40
0
0
39.421
51.857
69.723
178.953
-33.330
-337.623
0
357.347
799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145
190.505
239.385
511.769 1.250.154 3.570.812 5.771.980 19.683.392
64.488
304.230
631.298 1.527.838 2.374.990 5.840.905 3.236.753
31.933
133.417
25.940
40
0
0
0
70.421
122.278
192.000
370.953
337.623
0
0
129
2000
TOPLAM ÖDEME
35.577.493
ANAPARA
18.968.070
Tahvil
12.006.317
Bono
6.961.754
Konsolide Borçlar
0
Kısa Vadeli Avans
0
FAĐZ
18.609.423
Tahvil
16.966.538
Bono
1.640.332
Konsolide Borçlar
0
Kısa Vadeli Avans
2.553
TOPLAM BORÇLANMA 32.468.545
Tahvil
26.685.862
Bono
5.782.683
Konsolide Borçlar
0
Kısa Vadeli Avans
0
NET BORÇLANMA
13.500.475
Tahvil
14.679.545
Bono
-1.179.070
Konsolide Borçlar
0
Kısa Vadeli Avans
0
BORÇ STOKU
36.420.620
Tahvil
34.362.937
Bono
2.057.683
Konsolide Borçlar
0
Kısa Vadeli Avans
0
2001
164.360.842
123.876.596
96.418.348
27.458.248
0
0
40.484.246
34.608.486
5.875.760
0
0
209.613.234
164.183.336
45.429.899
0
0
85.736.639
67.764.988
17.971.651
0
0
122.157.260
102.127.926
20.029.334
0
0
2002
141.059.233
97.590.694
48.178.116
49.412.577
0
0
43.468.540
30.991.320
12.477.220
0
0
125.303.125
58.900.026
66.403.099
0
0
27.712.432
10.721.909
16.990.522
0
0
149.869.691
112.849.835
37.019.856
0
0
2003
166.357.352
113.721.373
45.653.394
68.067.979
0
0
52.635.979
35.495.349
17.140.629
0
0
158.238.383
101.777.186
56.461.198
0
0
44.517.010
56.123.791
-11.606.781
0
0
194.386.700
168.973.626
25.413.074
0
0
2004
183.553.146
133.500.274
76.802.593
56.697.681
0
0
50.052.872
39.170.793
10.882.079
0
0
163.596.496
102.039.667
61.556.829
0
0
30.096.222
25.237.074
4.859.148
0
0
224.482.922
194.210.700
30.272.223
0
0
*1992 yılından itibaren tahkim dolayısı ile verilen tahviller konsolide borçlar kaleminden tahvil kalemine aktarılmıştır.
*1995 yılında kendi içinde yapılan ödeme ve borçlanmalar dahil değildir.Kaynak:Hazine
130
Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net)
(milyar TL)
198001981 1982* 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989
1990
1991
25
-12
-89 334 -227
-6
-266
308
-209
41
1 921
Dış Borçlanma (net) 18
47
42
60 569
193
758
931 2 663 3 588 5 489 10 889
-Kullanım 25
-7
-22
-54 -150 -236 -420 -764 -1197 -2 355 -3 797 -5 448 -8 968
-Ödenen
12
178 271 692 1 142 1 615 2 841 3 763 8 520 12 314 31 505
Đç Borçlanma (net) 133
-4
20 168 137
497
476
896 2 433 5 982 7 942
2 279
Devlet Tahvili (net) -13
23
54 198 195
670 1 269 2 045 3 816 8 983 12523 11 510
-Satış 17
-27
-34
-30
-58 -172 -793 -1 149 -1 383 -3 001 -4 581 -9 231
-Ödenen -30
39
64
-96 284
231
668
913
389
995 1 932 12 790
Hazine Bonosu (net) 40
258
78 495 1 218 1 784 3 955 5 115 7 634 8 443 34 277
-Satış 60 166
-193 -175 -211 -986 -1116 -3 042 -4 726 -6 639 -6 511 -21 488
-Ödenen -20 -127
103
39
32
72 190
266
257
355
675
457
331 10 719
MB kısa vadeli avans (net)
3
-61
61 126
82
147
213
677
266 1 086 2 109
5 718
Diğer
Dış Borçlanma (net)
-Kullanım
-Ödenen
Đç Borçlanma (net)
Devlet Tahvili (net)
-Satış
-Ödenen
Hazine Bonosu (net)
-Satış
-Ödenen
MB kısa vadeli avans (net)
Diğer
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
4 038
21 062 -67 174
-81 238
-134 410
-446 068
-943 984
598 400
19 718
46 140
44 030
157 746
277 687
245 198
894 881 2 946 200
-15 680 -25 078 -111 204 -238 984
-412 097
-691 266 -1 838 895 -2 347 800
55 401 105 041 225 735
375 541 1 402 144 2 505 518 4 604 300 9 740 450
15 408
30 135 -70 339
85 657
274 040 1 484 843 1 311 144 12 233 900
35 657
64 820
24 858
222 453
583 276 2 068 523 2 821 204 16 903 400
-20 249 -34 685 -95 197 -136 796
-309 236
-583 680 -1 510 060 -4 669 500
23 978
22 242 244 217
197 218
792 189 1 020 674 3 293 156 -2 493 400
75 918 171 155 624 169 1 147 241 3 266 449 2 981 644 9 173 673 6 840 000
-51 940 -148 913 -379 952 -950 023 -2 474 260 -1 960 970 -5 880 517 -9 333 400
17 394
53 010
51 857
94 723
228 953
0
0
0
-1 379
-345
-6 636
- 1 964
106 962
161 704
346 477 -1 002 071
131
Tablo 4 devam:
Dış Borçlanma (net)
-Kullanım
-Ödenen
Đç Borçlanma (net)
Devlet Tahvili (net)
-Satış
-Ödenen
Hazine Bonosu (net)
-Satış
-Ödenen
MB kısa vadeli avans (net)
Diğer
*1982 yılı on aylıktır.
Kaynak:DPT
2000
2001
2002
3 053 184 -4 448 179 16 570 479
6 706 202
5 257 697 25 579 191
-3 653 019 -9 705 876 -9 008 712
9 435 522 23 542 321 17 474 459
10 141 530
8 534 382
-896 072
19 655 749 35 091 058 29 516 660
-9 514 219 -26 556 676 -30 412 732
-1 333 878 15 007 939 18 370 532
5 627 876 42 463 164 66 157 006
-6 961 754 -27 455 225 -47 786 475
0
0
0
1 142 565 14 296 652
2 953 678
2003
2004
2 684 307
4 014 506
13 170 493 12 875 794
-10 486 185 -9 804 048
42 884 258 30 758 899
54 856 821 25 899 751
93 064 411 96 536 109
-38 207 590 -70 636 358
-11 972 563
4 859 148
55 697 198 61 578 123
-67 669 761 -56 718 975
0
0
-3 666 315 -4 356 000
132
Ek Tablo 5: Dış Borçlar
(Milyon $)
TOPLAM
1980
16.227
1983
18.385
1984
20.659
1985
25.476
1986
32.101
1987
40.428
1988
40.722
1989
41.751
1990
49.035
1991
50.489
1992
55.592
1993
67.356
1994
65.601
1995
73.278
1996
79.194
1997
84.182
1998
96.429
1999
102.992
2000
118.702
2001
113.826
2002
131.200
2003
145.350
2004
161.748
Kaynak: Hazine,Merkez Bankası
KISA VADELĐ
2.505
2.281
3.180
4.759
6.349
7.623
6.417
5.745
9.500
9.117
12.660
18.533
11.310
15.701
17.072
17.691
20.774
22.921
28.301
16.241
15.190
23.013
31.910
ORTA VE UZUN
VADELĐ
13.722
16.104
17.479
20.717
25.752
32.805
34.305
36.006
39.535
41.372
42.932
48.823
54.291
57.577
62.122
66.491
75.655
80.071
90.401
97.585
116.010
122.337
129.838
133
Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi
1980 1981 1982* 1983 1984 1985
TOPLAM HARCAMALAR 1 078 1 516 1 602 2 613 3 874 5 313
Faiz Ödemeleri
32
75
87
211
441
675
-Đç faiz ödemeleri
22
41
34
80
177
247
-Dış faiz ödemeleri
9
34
53
131
264
428
Faiz Ödemeleri/Top. Harc.
2,9
5,0
5,5
8,1 11,6 12,7
Toplam Harcama/GSMH (%) 20,33 18,89 15,09 18,75 17,07 15,03
Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 0,59 0,94
0,82 1,52 1,99 1,91
-Đç faiz öd./GSMH (%)
0,42 0,51
0,32 0,57 0,80 0,70
-Dış faiz öd./GSMH (%)
0,17 0,43
0,50 0,94 1,19 1,21
1986 1987
1988
1989
8 165 12 696 21 006 38 051
1 331 2 266 4 978 8 260
649
1260 3 159 5 115
682 1 006 1 819 3 144
16,3
17,8
23,7
21,7
15,95 16,92 16,26 16,52
2,60
3,02
3,85
3,59
1,27
1,68
2,45
2,22
1,33
1,34
1,41
1,36
(Milyar TL)
1990
1991
67 193 130 263
13966 24 073
9 613 16 941
4 353
7 132
20,8
18,5
16,92
20,53
3,52
3,79
2,42
2,67
1,10
1,12
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
TOPLAM HARCAMALAR 221 658 485 259 897 296 1 710 646 3 490 162 7 990 748 15 601 363 28 094 057
576 115 1 497 401 2 277 917 6 176 595 10 720 840
Faiz Ödemeleri
40 298 116 470 298 285
-Đç faiz ödemeleri
30 545 92 518 233 168
475 519 1 329 087 1 977 967 5 629 524 9 284 622
-Dış faiz ödemeleri
9 753 23 952 65 117
100 597
168 314
299 950
547 081
896 218
Faiz Ödemeleri/Top. Harc.
18,2
24,0
33,2
33,7
38,0
28,5
39,6
38,2
Toplam Harcama/GSMH (%)
20,08
24,29
23,08
21,78
26,31
27,19
29,15
35,89
5,83
7,67
7,33
10,00
7,75
11,54
13,69
Faiz Ödemeleri /GSMH (%)
3,65
-Đç faiz öd./GSMH (%)
2,77
4,63
6,00
6,05
8,87
6,73
10,52
12,55
-Dış faiz öd./GSMH (%)
0,88
1,20
1,67
1,28
1,12
1,02
1,02
1,14
134
Tablo 6 devam:
2000
2001
2002
2003
2004*1
TOPLAM HARCAMALAR 46 970 360 81 175 207 117 225 463 140 053 981 140 200 045
20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000
Faiz Ödemeleri
-Đç faiz ödemeleri
18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000
-Dış faiz ödemeleri
1 648 000 3 567 925
5 063 621
5 890 277
6 435 000
Faiz Ödemeleri/Top. Harc.
43,5
50,6
44,2
41,8
40,2
Toplam Harcama/GSMH (%)
37,40
46,00
42,87
39,23
32,7
16,27
23,27
18,97
16,42
13,2
Faiz Ödemeleri /GSMH (%)
-Đç faiz öd./GSMH (%)
14,96
21,25
17,12
14,77
11,7
-Dış faiz öd./GSMH (%)
1,31
2,02
1,85
1,65
1,4
Kaynak:DPT
*1982 yılı 10 aylıktır
*1geçici
135
Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri
1980 1981 1982* 1983 1984
Vergi gelirleri
750
1 1 305
1
2
190
934
372
58
176
281
354
505
Borç Anapara Ödemeleri
50
153
228
205
269
-Đç
22
54
150
236
7
-Dış
32
75
87
211
441
Borç Faiz Ödemeleri
22
41
34
80
177
-Đç
34
53
131
264
9
-Dış
Borç Anapara+Faiz Ödemeleri
89
251
368
566
946
73
195
262
285
446
-Đç
16
56
107
281
500
-Dış
7,7 14,8
21,5 18,3 21,3
Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%)
6,7 12,9
17,4 10,6 11,3
-Đç
1,0
1,9
4,1
7,7
9,9
-Dış
4,2
6,3
6,7 10,9 18,6
Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%)
3,0
3,5
2,6
4,1
7,5
-Đç
1,2
2,9
4,1
6,8
11,1
-Dış
Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel.
11,9 21,1
28,2 29,2 39,9
(%)
9,7 16,4
20,1 14,7 18,8
-Đç
2,2
4,7
8,2 14,5 21,1
-Dış
1985
3 829
1986
5 972
1987
9 051
1988
14 232
(milyar TL)
1989
1990
25 550 45 400
1 578
1 158
420
675
247
428
2 253
1 406
847
41,2
30,3
11,0
17,6
6,5
11,2
58,8
2 673
1 909
764
1 331
649
682
4 004
2 557
1 446
44,8
32,0
12,8
22,3
10,9
11,4
67,0
5 388
4 191
1 197
2 266
1 260
1 006
7 654
5 451
2 202
59,5
46,3
13,2
25,0
13,9
11,1
84,6
8 464
6 109
2 355
4 978
3 159
1 819
13 442
9 268
4 174
59,5
42,9
16,5
35,0
22,2
12,8
94,4
13 437
9 640
3 797
8 260
5 115
3 144
21 697
14 755
6 941
52,6
37,7
14,9
32,3
20,0
12,3
84,9
16 540
11 092
5 448
13 966
9 613
4 353
30 506
20 705
9 801
36,4
24,4
12,0
30,8
21,2
9,6
67,2
39 687
30 719
8 968
24 073
16 941
7 132
63 760
47 660
16 100
50,5
39,1
11,4
30,6
21,5
9,1
81,1
36,7
22,1
42,8
24,2
60,2
24,3
65,1
29,3
57,8
27,2
45,6
21,6
60,6
20,5
1991
78 644
136
Tablo 7 devam:
Borç Anapara Ödemeleri
1992
141
602
87 869
-Đç
72 189
-Dış
Borç Faiz Ödemeleri
15 680
40 298
-Đç
-Dış
Borç Anapara+Faiz Ödemeleri
30 545
9 753
128
167
102
734
25 433
62,1
51,0
11,1
28,5
21,6
6,9
90,5
1993
264
273
208
676
183
598
25 078
116
470
92 518
23 952
325
146
276
116
49 030
79,0
69,5
9,5
44,1
35,0
9,1
123,0
72,6
18,0
104,5
18,6
Vergi gelirleri
-Đç
-Dış
Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%)
-Đç
-Dış
Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%)
-Đç
-Dış
Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel.
(%)
-Đç
-Dış
1994
587 760
1995
1 084 350
1996
2 244 094
1997
4 745 484
1998
9 228 586
1999
14 802 293
586 353
1 325 803
3 195 593
3 235 915
9 229 442
16 350 700
475 149
1 086 819
2 783 496
2 544 649
7 390 577
14 002 900
111 204
298 285
238 984
576 115
412 097
1 497 401
691 266
2 277 917
1 838 865
6 176 555
2 347 800
10 720 840
233 168
65 117
884 638
475 519
100 597
1 901 918
1 329 087
168 314
4 692 994
1 977 967
299 950
5 513 832
5 629 514
547 081
15 406 037
9 824 622
896 218
27 071 540
708 317
1 562 338
4 112 583
4 522 616
13 020 091
23 827 522
176 321
99,8
80,8
18,9
50,7
39,7
11,1
150,5
339 581
122,3
100,2
22,0
53,1
43,9
9,3
175,4
580 411
142,4
124,0
18,4
66,7
59,2
7,5
209,1
991 216
68,2
53,6
14,6
48,0
41,7
6,3
116,2
2 385 946
100,0
80,1
19,9
66,9
61,0
5,9
166,9
3 244 018
110,5
94,6
15,9
72,4
66,4
6,1
182,9
120,5
30,0
144,1
31,3
183,3
25,9
95,3
20,9
141,1
25,9
161,0
21,9
137
Tablo 7 devam:
2000
2001
2002
Vergi gelirleri
26 503 693 39 735 928 59 631 441
20 128 991 63 717 777 87 207 919
Borç Anapara Ödemeleri
16 475 973 54 011 901 78 199 207
-Đç
3 653 000
9 705 876
9 008 712
-Dış
20 439 862 41 062 226 51 870 658
Borç Faiz Ödemeleri
18 791 862 37 494 301 46 807 037
-Đç
1 648 000
3 567 925
5 063 621
-Dış
Borç Anapara+Faiz Ödemeleri
30 568 853 104 780 003 139 078 577
35 267 835 91 506 202 125 006 244
-Đç
5 301 019 13 273 801 14 072 333
-Dış
75,9
160,4
146,2
Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%)
62,2
135,9
131,1
-Đç
13,8
24,4
15,1
-Dış
103,3
87,0
77,1
Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%)
94,4
78,5
70,9
-Đç
6,2
9,0
8,5
-Dış
Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%)
115,3
263,7
233,2
133,1
230,3
209,6
-Đç
20,0
33,4
23,6
-Dış
*1982 yılı 10 aylıktır.
*1geçici
Kaynak:DPT
2003
84 334 247
116 463 536
105 877 351
10 586 185
58 609 163
52 718 886
5 890 277
175 072 699
158 596 237
16 476 462
138,0
125,5
12,5
69,4
62,5
7,0
207,5
187,9
19,5
2004*1
101 061 191
137 159 381
127 355 333
9 804 048
56 488 000
50 053 000
6 435 000
193 647 381
177 408 333
25 953 102
135,7
126,01
9,7
55,8
49,5
6,3
191,6
175,5
25,6
138
Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri
Merkez Bankası
Kredileri
655
1980
7 632
1990
22 145
1991
51 265
1992
100
628
1993
160 530
1994
205 770
1995
380 885
1996
346 875
1997
9 098
1998
10 588
1999
501 724
2000
766 270
2001
262 804
2002
0
2003
0
2004
Kaynak:DPT
Kamu
( Milyar TL)
Özel
386
4 449
18 454
42 584
82 936
148 208
193 521
373 196
339 199
1 559
2 193
1 724
0
0
0
0
269
3 183
3 961
8 681
17 691
12 322
12 249
7 689
7 676
7 539
7 675
500 000
766 270
262 804
0
0
139
Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler
(milyar TL)
2000
2001
2002
2003
2004
33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834
Gelirler
46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045
Harcamalar
-12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211
Bütçe Dengesi
14 796 080 28 926 635 34 886 803 31 118 619 24 840 000
KKBG
11,8
16,4
12,8
8,7
5,8
KKBG/GSMH (%)
9 435 522 23 542 321 17 474 459 42 884 258 30 758 899
Đç borçlanma (net)
3 053 184
-4 448 179 16 570 479
2 684 307
4 014 506
Dış borçlanma (net)
36 420 620 122 157 260 149 869 691 194 386 700 224 482 922
Đç borç stoku
20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000
Faiz Ödemeleri
18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000
-Đç faiz
3 567 925
5 063 621
5 890 277
6 435 000
1 648 000
-Dış faiz
26 503 693 39 735 928 59 631 441 84 334 247 101 061 191
Vergi Gelirleri
30 568 853 104 780 003 139 078 577 175 072 699 193 647 381
Borç anapara+faiz ödemeleri
115,3
263,7
233,2
207,5
191,6
Borç anapara+faiz öd./vergi gel (%)
140
Download