ŞER'İ DELİLLER İslam hukukçularının ortak kabul ettiği iki ana kaynak Kur’an ve Sünnettir. İcma da farklı yorumlanmakla beraber üçüncü ortak kaynak kabul edilir. Hanefi ve Şafiiler kıyası, Şii Caferi mezhebi ise aklı, dördüncü kaynak olarak kabul ederler. Hanbelîler üç esastan sonrasını kabul etmezler. Hanefi hukuk ekolü dört delile dayanır. Şer'i deliller olarak da anılan bu kaynaklar şunlardır: 1. Kur'an 2. Sünnet (Hadisler yoluyla) 3. İcmâ (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular) 4. Kıyas (Birbirine benzeyen meselelerin, hükümlerinde de benzerlik bulunması gerektiği düşüncesinden hareketle oluşturulan yeni hükümler; örneğin içki yasağından hareketle uyuşturucu kullanımının da dinen yasak ve haram olduğuna hükmedilmesi vb.) Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden icmâ ve kıyası kabul etmemişlerdir; Zahiri mezhebi gibi. Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan en az birisine dayandırılmasına bağlıdır. Müctehidler şerîat hükümlerini ortaya koymada kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan başka fer'î deliller adı verilen maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), Sahabe görüşleri (Sahabi kavli) gibi deliller de kullanmışlar, böylece dayanılan kaynakları zenginleştirmişlerdir. İslamda en önemli hukuk bilginlerinden olan; Cafer-i Sadık (ö 765), Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği ekollerin sistemleştirilmesiyle mezhepler ortaya konmuştur. Bölümleri Fıkıh âlimleri, şeriatı üç ana bölümde incelemiştir: İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku. 1-İbadetler: İbadet deyimi Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eylemi kapsamına alır. Özel anlamda ise, ayet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki ibadetlere örnek olarak verilebilir. 2-Muameleler (Feraiz): İnsanlar arasındaki medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkiler, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. Şeriat hukukunda fıkıhçılar tarafından evlenme (nikâh), boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesayet, miras, alış-veriş gibi toplum hayatına ait medenî işlemlere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler ortaya konulmuştur. Genel anlayışta Nisa suresi 3. ayete dayandırılan nikah hükümlerine göre bir erkek gücü yetiyorsa aynı anda esire ve cariyelerden sınırsız olarak, ayrıca hür olanlardan 4 adet kadınla evlenebilir. Hür kadınların ise sadece Müslüman erkeklerden biriyle evlenebileceği ifade edilir. Ayetin ifadeleri farklı yorumlara açık belirsizlikler içerir ve bu sebeple ayetle ilgili olarak poligamiyi uygun görmeyen yorumlar da yapılmıştır.[1] Dikkat çeken bir ifade ise genel anlayışın tersine, ayetin nikahlanabilecek kadınlar konusunda ikiden başlayan, ancak üst limiti belirleyen bir sayı sınırı koymamış olmasıdır. Miras, Avliyye ve Reddiyye konusu: Miras paylaşımı Nisa suresi 11-12. ayetlerinde konu edilmiştir. Buna göre erkeklere mirastan kadınlara göre 2 kat hisse verilir. Ayrıca bazı yazarlar tarafından Kur'andaki matematik tutarsızlık olarak değerlendirilen, mirasçıların paylar toplamının paydalar toplamından yüksek olması konusu avliyye ve reddiyye yöntemleri ile çözülür. 3-Ceza hukuku: Şeriat hukukunun kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan ve/veya suç işleyen kimselere karşı verilecek bedensel, maddi (mali) veya caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar. Cezalar başlıca 3 kısımda incelenir; 1-Kısas 2-Hudud Yasası (Had cezaları); 5 tanedir: (Zina, hırsızlık, içki içmek, kazf ve yol kesme cezaları) 3-Tazir cezaları Kısas ve had cezaları ayetlerle karşılığı belirlenen suçlardır. Diğer suçlar ise hakimin takdiri ile belirlenen, tazir (toplum içinde azarlamadan sopa atmaya, sürgün, hapis ve idama kadar değişen) cezalarıdır. Tazir cezalarının namazın terki ve irtidat örneklerinde görülebileceği gibi hafif olması diye bir kural yoktur. İslam fıkıhçıları ibadetler, cezalar, muamelat gibi hususlarda hermafroditlerle ilgili hükümler de ihdas etmişlerdir. Örnekler: Namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi, kısas (Göze göz, cana can gibi) hükümleri , hırsızlık yapanların elinin kesilmesi, zina suçu işleyenlere 100 sopa veya recm cezalarının verilmesi. Şeriat hukukunda eşcinselliğin ölünceye kadar hapis, 100 sopa veya recm şeklinde mezheplere göre farklılıklar gösteren cezaları bulunmaktadır. Efâl-i mükellefin Mükellefiyet çağına giren her Müslümanın yapmak zorunda olduğu bazı dinî vazifeler vardır ki, bunlara fıkıh ve ilmihal kitaplarında "mükelleflerin yapacağı vazifeler" anlamına gelen "Ef'âl-i Mükellefîn" denir. Bunlar 8'e ayrılır. Bu 8 fiilden ilk 5'i yapılması; son 3'ü ise yapılmaması, yani terki istenen vazifelerdir. Yapılması istenen fiillere "emir;" terki istenenlere de "nehiy" adı verilir. 1. Farz 2. Vâcib 3. Sünnet 4. Müstehap 5. Mübâh 6. Haram 7. Mekrûh 8. Müfsid Farz (Arapça: )الفرض ya da “fariza”; Fıkıh bilginleri tarafından oluşturulmuş ve tanımlaması yapılmış olan bir İslam dini terimidir. Yine fıkıhçılar tarafından tanımlanan Efâl-i mükellefin'den sayılır. İslami anlayışta Allah'ın sözü sayılan Kur’anda müslümanlara yapılmasının açık bir şekilde emredildiği kurallar veya ibadetler olarak kabul edilir. Kur’anda yapılması açık emir ve gereklilik ifade etmeyen eylemler ise vacip gibi başka kavramlar ile tanımlanır. Farz'ın dini kaynakları Farz, haram, helal gibi kesin hüküm ve yargı ifade eden dini kuralların kaynağı din açısından sadece Kur'an olabilir. Fıkıh açısından zanni deliller kabul edilen ve peygambere bir rivayet zinciri ile isnad edilen sözlerden ibaret olan hadisler, örneğin miraç ile ilgili olanlar beş vakit namazın farziyyeti için delil teşkil etmezler.[2] Hadis ve benzeri anlatımlar farzlar için faziletler ve sevap anlamında destekleyici, açıklayıcı ve teşvik edici olarak kullanılırlar. Uygulama ve inanç Dini anlamda farzları yapmayan kişinin günah işlediği, farz oluşunu ret edenlerin ise İslam dininden çıkmış oldukları kabul edilir. Örneğin, klasik fıkıh anlayışına göre kabul edilebilir bir mâzereti olmadan namaz kılmayan bir Müslüman günahkar sayılırken, namazın farziyetini reddeden birisi dinden çıkmış sayılır. [3] Çeşitleri Farzlar iki kısıma ayrılır: Farz-ı Ayn: (Arapça: )الواجب العيني Mükellef olan her müslümanın bizzat kendisinin yapması gereken farzlardır. Örnek: Namaz kılmak, Oruç tutmak gibi. Farz terimi dini veya sosyal zorunluluk ifadesi olarak kullanılır. Dini kullanımda örneğin ibadetlerin “mutlak anlamda” yapılması farz olurken, bunların miktarı, ne zaman ve nasıl yapılacağı gibi icrasıyla ilgili olan konular örfi konulardır ve büyük oranda sünnet, hadis veya din bilginlerinin tavsiyeleri ve yönlendirmeleri gibi geleneklerin etkisinde şekillendirilmişlerdir. Farz-ı Kifaye: (Arapça: )الواجب الكفائي Farz-ı Kifaye, İslami anlayışta sosyal sorumluluk ifade eden bir tanımdır. Kur’anda emredilmeyen ancak din âlimlerince sosyal hayat bakımından farz (gerekli) görülen bir davranışı, durumu veya görevi anlatır. Müslümanlardan bir kısmı yerine getirdiğinde diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu, gerektiği kadar müslümanın yaptığında diğer müslümanlara sorumluluk düşmeyen eylemlerdir. Farz-ı Kifaye, İslami toplumda gerekli olan işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini ifade eder. Farz-ı Kifaye' sayılan eylemlerden bazıları şunlardır: Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak ve gömmek farz-ı kifaye’dir. Erkek yoksa bu işleri kadınlar yapar. Kuran-ı ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifaye’dir. [4] Bir toplumda bilim adamlarının bulunması Farz-ı Kifaye'dir. Bir topluma selam verene cevap vermek farz-ı kifaye’dir. Cevabı geciktirmek ise haramdır. [5] Cihad etmek farz-ı kifaye’dir. [6] Fen bilgilerinden sanatına, ticaretine lazım olanları, bu işle meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları farz-ı kifaye’dir. Her şehirde, Fetva verebilen, sorunları çözebilen bir âlimin bulunması farz-ı kifaye’dir. Vâcip, Efâl-i mükellefin'den sayılan İslam dini terimi. Arapça kökenli bir sözcük olan vâcip, İslam'da yapılması gereklilik ifade eden eylemleri tanımlamak için kullanılır. Türkçe'de dini bir mana içermeden sadece "yapılması gereken" manasında kullanılmaktadır. İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'ân'da bulunmakla birlikte “açıkça emredilmiş” olmayan emirlerdir. “Açıkça emredilmek” tanımı emrin miktar, yer ve zaman gibi tamamlayıcı unsurlarının da tam olarak anlaşılır olmasının yanında muhataplarının da belli olmasını kapsar. Bu özellikleri sağlamadığı halde bir emir olarak Kur’anda bulunan dini emirler için Hanefi mezhebinde daha alt düzey bir gereklilik ifadesi olarak “vacip” deyimi kullanılır. Örneğin Kurban kesme ibadeti Hanefi mezhebine göre vaciptir. Farklı fıkhi mezheplerin farklı vacip anlayışları vardır. İslam'ın fıkhi mezheplerinden olan Şâfiî mezhebine göre vâcib denince farz (yapılması mutlak olarak emredilen) anlaşılır. Fakat diğer mezheplerin vâcibe bakış açısı çoğunlukla daha hafiftir. Hanefi mezhebinde vacip olarak tanımlanan hususlar diğer mezheplerde genellikle sünnet olarak tanımlanır. Hanefilerde genel görüşe göre vâcibin terk edilmesi, tahrîmen mekrûhtur. Yâni harama yakın mekrûhtur. Fakat haram değildir. Bu konuda da farklı mezhepler farklı görüşler beyan etmiştir. Bazı klasik İslam âlimlerine göre vacip olan eylem yapılmadığında kişinin tövbe etmesi gerekir. Eğer bu tövbeyi etmeden ölürse günah işlemiş olur ve azap görür. Ayrıca, İslam dininde çok önemli bir yeri olan namazın vâciblerinden birini bilerek yapmamak namazı bozmamakla beraber günâh olur. Unutarak yapmayan sehiv secdesi (unutma secdesi) yapar. Sünnet, (Arapça: )سنة bir İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. İslam peygamberi Muhammed'in Kur’ani emirler dışında kalan ve Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz (kavli sünnet, hadis), fiil (eylem) ve takrirlerine (susarak onaylama) verilen ad. Sünnet, hadisin uygulanma şeklini tanımlayan bir ifâdedir. Hadis ile ilgili genel sakınca ve yetersizlikleri içerir. Bunlar hadislerin yaklaşık iki yüzyıl boyunca sözlü olarak nakledilmesi ile ortaya çıkan sorunlardır. (bkn. Hadis) Sünnet, (peygamberin söz ve davranışları) İslam hukukunda kaynak olma açısından Kur'an'dan sonra gelmektedir. Sahabiler, Kur'an dışında, peygamberin bazı söz ve fiillerini de ezberlediler ve yazdılar. Hadis ve Sünnet, Kuran'ın öncelikli bir tefsiri olduğu gibi, bütün İslam dünyasında İslam yaşayışının ana ilkelerini belirleyen bir geleneği kapsadı ve şeriatın ikinci ana kaynağı sayıldı. Sünnet-i müekkede peygamberin devamlı yaptığı, sünneti gayri müekkede ise ara sıra yaptığı işlerin tanımlaması için kullanıldı. Kur'an, Müslümanlara takip edilmesi gereken örnek olarak peygamberi gösterdiği için peygamberin her davranışı yaşarken olduğu gibi vefatından sonra da hadis kitaplarında yazılan şekliyle inananlara örnek oldu. Hadis üzerinde yapılan çalışmalarla Hadis ilimleri doğdu. Hicri 3, miladi 8. yüzyılda yazılan Kütüb-i sitte içerisinde yer alan ve Hadis-i Sahiheyn denilen İmam Buhari ve İmam Müslim'in hadis kitapları sünnetin en önemli yazılı kaynaklarıdır. Müstehap (veya Müstehab) İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. "Sevilen, beğenilen" manasındadır. İslam'da yapılınca sevâb verilen yapılmayınca günâh olmayan eylemlere verilen isimdir. İslam'a göre müstehaplar, Allah(cc)'ın yapıldığında hoşnut olduğu eylemler olarak görülür bu nedenle de klasik İslam alimleri tarafından yapılmaları tavsiye edilir. Nafile sadaka vermek, kuşluk namazı kılmak gibi. Mübah (Arapça: مباحMubah) İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. Yapılmasında veya terkinde dinî yönden hiçbir mahzûru bulunmayan, yani, mükellefin yapıp yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerdir. Oturmak, yemek, içmek, uyumak gibi... Mübah olan bu gibi işlerin ne yapılmasında sevab vardır, ne de terkinde günâh vardır. İslam dininde inanan kişinin gerçekleştirmesine (yapmasına) Allah tarafından izin verilen fiillere verilen isimdir. Her ne kadar sözcük köken bakımından bir İslam dini terimi olsa da Türkçe'de "yapılmasına izin verilen" manasında hem dinî hem de dinî olmayan şekilde kullanılmaktadır. Sözcük olarak mübâh Arapça kökenlidir. Bir şeyin mübah olması, yapılabilir olduğu anlamına geldiği için, eyleme cevaz verilmiştir; yani eylem caizdir. Bu sebeple mübah yerine câiz sözcüğünün de kullanıldığı olur. Seyahate çıkmak veya yemek yemek gibi fiiller örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte bir şeyin mübah oluşunun sınırları vardır; bir seyahatte ölüm riski varsa ve seyahati gerektirici herhangi bir sebep yoksa bu belirli seyahatin mübah olup olmadığı tartışılabilir. Aynı şekilde kişinin yemek yemesi mübah ise de, sağlığını bozacak şekilde aşırı yemesi veya haram şeylerden (İslam dininde yemesi yasaklanan şeylerden, domuz eti gibi) yemesi mübâh değildir. İslam'a göre mübah olarak sınıflandırılmış eylemler, iyi niyetle yapılırsa tâat (Allah'ın beğendiği şey) olur. Kötü niyetle yapılırsa, günah olur. Önemli olan kişinin niyetidir. Mübah iki çeşittir: mübah liaynihi ve mübah ligayrihi. Mübah liaynihi, kendisinden (bizzat özünden) dolayı mübah iken, mübah ligayrihi, kendisi dışındaki başka unsurlar sebebiyle mübah olandır. Örnek vermek gerekirse: haram olmayan şeylerden yemek özü sebebiyle mübahtır. İçki içmek veya haram bir şeyi yemek haramken, eğer kişi can tehlikesiyle karşı karşıyaysa (örneğin eğer içki içmezse öldürülecekse veya açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya iken yanındaki tek şey ise) içki içmesi veya haram bir şeyi yemesi mübah sayılır. Burada fiilin kendisi, örneğin içki içmek mübah değildir, fakat fiilin kendisi dışında unsurlar, can tehlikesi gibi, fiili mübah kılabilir. Haram Haram (Arapça: ;)حرامArapçada din kurallarına aykırı olan, dini bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri tanımlayan bir İslam dini terimidir. Türkçe' de genel anlamda " dini yasak" manasında ve diğer dinlerde yasak olan davranışları tanımlamakta da kullanılır. Fıkıh terminolojisinde Allah’ın (fıkıh bağlamında şeriat, ya da kanun koyucu olarak tanımlanan 'Şâri'nin') yapılmamasını mutlak biçimde emrettiği fiillere verilen genel isimdir. Örneğin, şarap (içki) içmek, zulmetmek veya adam öldürmek haramdır. Dini dayanağı Haram kelimesi fıkıh terminolojisinde Allah tarafından yasaklanmış eylemleri ifade eder. Bu sebeple bir eylemin haram sayılabilmesi için O fiilin Kuranda açık bir şekilde yasaklanmış olması gerekir. "De ki: "Rabbim, ancak açık, gizli bütün hayasızlıkları, her türlü günahı, haksız yere isyanı ve Allah'a, hiçbir zaman bir delil indirmediği herhangi birşeyi ortak koşmanızı ve Allah'a bilmediğiniz şeyler yakıştırmanızı yasakladı." (A'râf suresi, 33)[1] Problemler, tartışmalar Haram tanımlamaları, dini açıdan kaynağın kendisinin veya kaynaktaki ifadenin anlam ve kapsam açısından ifade etmesi gereken kesinlik algısına göre mezhepler ve anlayışlara göre değişebilmektedir. Örneğin balık dışı deniz ürünleri [2] mut'a nikahı, tesettürde haram sayılan bölgeler vb. Ayrıca Kur'an tercümelerinde başvurulan yöntemler dolayısıyla ayetlerde yapılan kapsam genişletmeleri veya anlam kaydırmaları inananlar açısından diğer problemler arasında sayılabilir. Fıkıhta zanni delil sayılan hadis'lerle haram hükmü konulup konulamayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Kıyas ve ictihad ile bir şeyin haram kılınması da beraberinde tartışmaları getirebilecek metotlardandır. Sarhoş etmeyecek derecede alkol içeren yiyecek ve içeceklerin haram sayılması bu bağlamda verilebilecek örneklerdendir. Mekruh (Arapça: )مكروه İslam dininde olmayan bir terim. Efâl-i mükellefin'dendir. İslam'da "hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey" manasına gelir. İslam'da dinî bakımdan yasaklanmamış olsa da yapılmaması istenen eylemlere verilen isimdir. Ayrıca mekruh sözcüğü eski dönemlerde Türkçe'de "iğrenç, tiksindirici" gibi manalara da gelmekteydi. Diğer mana: Haram olmayan, ancak harama yakın. İslam'da mekruh İslam'da yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı Kerîm'de (şüpheli delil ile yani) açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (İslam peygamberi Muhammed ile aynı dönemde yaşamış arkadaşları ve taraftarları) bildirmesi ile tanımlanmış yasaklar. Müfsid , bir İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. Müfsid sözcüğü lügâtte bozucu veya bozguncu gibi mânâlara gelir. Müfsid kelimesi, İslam fıkıhında ise başlanmış bir ibâdeti bozarak geçersiz kılan durumlar için kullanılan bir terimdir. Örneğin oruçluyken bilerek yiyip içmek, namaz kılarken bilerek gülmek gibi. Müfsid, ibâdeti bozduğundan ibâdetin tekrarlanmasını gerektirir. Müfsidin özürsüz, bilerek yapılması günâhtır. Hatâ ile yanlışlıkla meydana gelmesinde ise günâh ve azab yoktur. Örneğin oruçluyken bilmeden, unutarak yiyip içmek; namaz içinde kendini alamayıp gülmek gibi. FİİL Namaz kılmak Bayram namazı kılmak Nikâhı yasak olan biriyle evlenmek Ezan okumak Nafile namaz ve oruçlar Saç ve sakalını kına ile boyaması Akşam namazının sünneti Kumar oynamak Vitir namazı kılmak Bayram gününde oruç tutmak İkindi namazının sünneti Yürümek Farz olan namazları kılmamak Kamet okumak İlim tahsil etmek Sabah namazının ortalık aydınlanıncaya kadar geciktirilip kılınması Rüşvet alıp vermek Öğle namazının ilk sünneti Şahitlik yapmak Ana-babaya karşı gelmek Namazda Fatiha suresini okumak Sabah namazının sünneti Domuz eti yemek Uyumak Zekât vermek Cemaatle namaz kılmak Haksız yere adam öldürmek Çocuğa akîka kurbanı kesmek HÜKMÜ Farz-ı ayn Vacib Haram Sünnet-i müekkede Müstehap Sünnet-i zevâid Sünnet-i müekkede Haram Vacib Haram (liğayrihi) Sünnet-i gayr-ı müekkede Mübah Haram Sünnet-i müekkede Farz-ı kifâye Müstehap Haram Sünnet-i müekkede Farz-ı kifâye Haram Vacib Sünnet-i müekkede Haram Mübah Farz-ı ayn Sünnet-i müekkede Haram Müstehap Yatsının son sünneti Kurban kesmek Yalan söylemek Yatsı namazının ilk sünneti Cenaze namazı kılmak Başkasının bağından alınan üzümü yemek Abdest alırken ağza su vermek Alkollü içki içmek Oruç tutmak Cumanın ilk ve son sünneti Beyaz elbiseyi tercih etmek Zina etmek Helal şeyleri yemek, içmek Teravih namazı Devamlı abdestli olmak Hırsızlık yapmak Öğle namazının son sünneti EF’AL-İ MÜKELLEFİN Gece gündüz döner hep arz, Kâinat çok güzel bir tarz, Kesin delil ile belli, Hakkın emri bizler farz. Dünya’da yok tutan bir ip, İnsanlar farklı farklı tip, Zanni delil ile sabit, Hak buyruğu bize vacip. Düşün düşün ibadet et, Nasip olsun bize cennet, Peygamberin işlediği, Müslüman’a oldu sünnet. Yoksullar iyilik yap, İbadet et, işle sevap, Muhammed’in yaptığı, Bize oldu müstehap. Serbest demiş ResulAllah, Ne sevap var, ne de günah, Ye,iç,otur,kalk,gez,uyu, Helâl, haram değil, mübah Gocunacak yok bir yaram, Azda olsa helâl param, Hakkın yasakladıkları, Bütün işler bize haram. Tufandan hiç korkar mı Nuh, Çünkü taşır temiz bir ruh, Peygamberlerin sevmediği, Elbet olur bize, mekruh. Taştan yaptı, Kâbe’yi Şit, Kur’ân bizlere tam mürşit, İbadet bozan şeyler, Müminlere oldu müfsit Sünnet-i müekkede Vacib Haram Sünnet-i gayr-ı müekkede Farz-ı kifâye Haram (liğayrihi) Sünnet-i müekkede Haram Farz-ı ayn Sünnet-i müekkede Sünnet-i zevâid Haram Mübah Sünnet-i müekkede Müstehap Haram Sünnet-i müekkede