Efâl-i mükellefin

advertisement
ŞER'İ DELİLLER
İslam hukukçularının ortak kabul ettiği iki ana kaynak Kur’an ve Sünnettir. İcma da farklı yorumlanmakla
beraber üçüncü ortak kaynak kabul edilir. Hanefi ve Şafiiler kıyası, Şii Caferi mezhebi ise aklı, dördüncü kaynak
olarak kabul ederler. Hanbelîler üç esastan sonrasını kabul etmezler.
Hanefi hukuk ekolü dört delile dayanır. Şer'i deliller olarak da anılan bu kaynaklar şunlardır:
1. Kur'an
2. Sünnet (Hadisler yoluyla)
3. İcmâ (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular)
4. Kıyas (Birbirine benzeyen meselelerin, hükümlerinde de benzerlik
bulunması gerektiği düşüncesinden hareketle oluşturulan yeni hükümler;
örneğin içki yasağından hareketle uyuşturucu kullanımının da dinen yasak ve
haram olduğuna hükmedilmesi vb.)
Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden icmâ ve kıyası kabul etmemişlerdir; Zahiri
mezhebi gibi.
Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan en az birisine dayandırılmasına bağlıdır.
Müctehidler şerîat hükümlerini ortaya koymada kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan başka fer'î deliller adı verilen
maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), Sahabe görüşleri (Sahabi
kavli) gibi deliller de kullanmışlar, böylece dayanılan kaynakları zenginleştirmişlerdir.
İslamda en önemli hukuk bilginlerinden olan; Cafer-i Sadık (ö 765), Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b.
Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği ekollerin sistemleştirilmesiyle mezhepler ortaya
konmuştur.
Bölümleri
Fıkıh âlimleri, şeriatı üç ana bölümde incelemiştir: İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku.
1-İbadetler: İbadet deyimi Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eylemi kapsamına alır. Özel anlamda ise,
ayet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât
ve kurban İslam'daki ibadetlere örnek olarak verilebilir.
2-Muameleler (Feraiz): İnsanlar arasındaki medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal ilişkiler, insanların devletle ve
devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. Şeriat hukukunda fıkıhçılar tarafından evlenme
(nikâh), boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesayet, miras, alış-veriş gibi toplum hayatına ait medenî işlemlere
ve hatta devletler hukukuna ait hükümler ortaya konulmuştur.
Genel anlayışta Nisa suresi 3. ayete dayandırılan nikah hükümlerine göre bir erkek gücü yetiyorsa aynı anda
esire ve cariyelerden sınırsız olarak, ayrıca hür olanlardan 4 adet kadınla evlenebilir. Hür kadınların ise sadece
Müslüman erkeklerden biriyle evlenebileceği ifade edilir. Ayetin ifadeleri farklı yorumlara açık belirsizlikler
içerir ve bu sebeple ayetle ilgili olarak poligamiyi uygun görmeyen yorumlar da yapılmıştır.[1] Dikkat çeken bir
ifade ise genel anlayışın tersine, ayetin nikahlanabilecek kadınlar konusunda ikiden başlayan, ancak üst limiti
belirleyen bir sayı sınırı koymamış olmasıdır.
Miras, Avliyye ve Reddiyye konusu: Miras paylaşımı Nisa suresi 11-12. ayetlerinde konu edilmiştir. Buna göre
erkeklere mirastan kadınlara göre 2 kat hisse verilir. Ayrıca bazı yazarlar tarafından Kur'andaki matematik
tutarsızlık olarak değerlendirilen, mirasçıların paylar toplamının paydalar toplamından yüksek olması konusu
avliyye ve reddiyye yöntemleri ile çözülür.
3-Ceza hukuku: Şeriat hukukunun kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam’ın emir ve yasaklarına
uymayan ve/veya suç işleyen kimselere karşı verilecek bedensel, maddi (mali) veya caydırıcı bazı cezai
hükümleri kapsar. Cezalar başlıca 3 kısımda incelenir;
1-Kısas
2-Hudud Yasası (Had cezaları); 5 tanedir: (Zina, hırsızlık, içki içmek, kazf ve yol kesme cezaları)
3-Tazir cezaları
Kısas ve had cezaları ayetlerle karşılığı belirlenen suçlardır. Diğer suçlar ise hakimin takdiri ile belirlenen, tazir
(toplum içinde azarlamadan sopa atmaya, sürgün, hapis ve idama kadar değişen) cezalarıdır. Tazir cezalarının
namazın terki ve irtidat örneklerinde görülebileceği gibi hafif olması diye bir kural yoktur.
İslam fıkıhçıları ibadetler, cezalar, muamelat gibi hususlarda hermafroditlerle ilgili hükümler de ihdas
etmişlerdir.
Örnekler: Namaz kılmayanların dövülmesi, hapsedilmesi ve kılmamakta ısrar edenlerin öldürülmesi, kısas
(Göze göz, cana can gibi) hükümleri , hırsızlık yapanların elinin kesilmesi, zina suçu işleyenlere 100 sopa veya
recm cezalarının verilmesi. Şeriat hukukunda eşcinselliğin ölünceye kadar hapis, 100 sopa veya recm şeklinde
mezheplere göre farklılıklar gösteren cezaları bulunmaktadır.
Efâl-i mükellefin
Mükellefiyet çağına giren her Müslümanın yapmak zorunda olduğu bazı dinî vazifeler vardır ki, bunlara fıkıh ve
ilmihal kitaplarında "mükelleflerin yapacağı vazifeler" anlamına gelen "Ef'âl-i Mükellefîn" denir. Bunlar 8'e
ayrılır. Bu 8 fiilden ilk 5'i yapılması; son 3'ü ise yapılmaması, yani terki istenen vazifelerdir. Yapılması istenen
fiillere "emir;" terki istenenlere de "nehiy" adı verilir.
1. Farz
2. Vâcib
3. Sünnet
4. Müstehap
5. Mübâh
6. Haram
7. Mekrûh
8. Müfsid
Farz (Arapça: ‫)الفرض‬
ya da “fariza”; Fıkıh bilginleri tarafından
oluşturulmuş ve tanımlaması yapılmış olan bir İslam dini terimidir. Yine fıkıhçılar tarafından tanımlanan Efâl-i
mükellefin'den sayılır. İslami anlayışta Allah'ın sözü sayılan Kur’anda müslümanlara yapılmasının açık bir
şekilde emredildiği kurallar veya ibadetler olarak kabul edilir. Kur’anda yapılması açık emir ve gereklilik ifade
etmeyen eylemler ise vacip gibi başka kavramlar ile tanımlanır.
Farz'ın dini kaynakları
Farz, haram, helal gibi kesin hüküm ve yargı ifade eden dini kuralların kaynağı din açısından sadece Kur'an
olabilir. Fıkıh açısından zanni deliller kabul edilen ve peygambere bir rivayet zinciri ile isnad edilen sözlerden
ibaret olan hadisler, örneğin miraç ile ilgili olanlar beş vakit namazın farziyyeti için delil teşkil etmezler.[2] Hadis
ve benzeri anlatımlar farzlar için faziletler ve sevap anlamında destekleyici, açıklayıcı ve teşvik edici olarak
kullanılırlar.
Uygulama ve inanç
Dini anlamda farzları yapmayan kişinin günah işlediği, farz oluşunu ret edenlerin ise İslam dininden çıkmış
oldukları kabul edilir. Örneğin, klasik fıkıh anlayışına göre kabul edilebilir bir mâzereti olmadan namaz
kılmayan bir Müslüman günahkar sayılırken, namazın farziyetini reddeden birisi dinden çıkmış sayılır. [3]
Çeşitleri
Farzlar iki kısıma ayrılır:

Farz-ı Ayn: (Arapça: ‫)الواجب العيني‬
Mükellef olan her müslümanın bizzat kendisinin yapması gereken farzlardır. Örnek: Namaz kılmak, Oruç
tutmak gibi.
Farz terimi dini veya sosyal zorunluluk ifadesi olarak kullanılır. Dini kullanımda örneğin ibadetlerin “mutlak
anlamda” yapılması farz olurken, bunların miktarı, ne zaman ve nasıl yapılacağı gibi icrasıyla ilgili olan konular
örfi konulardır ve büyük oranda sünnet, hadis veya din bilginlerinin tavsiyeleri ve yönlendirmeleri gibi
geleneklerin etkisinde şekillendirilmişlerdir.

Farz-ı Kifaye: (Arapça: ‫)الواجب الكفائي‬
Farz-ı Kifaye, İslami anlayışta sosyal sorumluluk ifade eden bir tanımdır. Kur’anda emredilmeyen ancak din
âlimlerince sosyal hayat bakımından farz (gerekli) görülen bir davranışı, durumu veya görevi anlatır.
Müslümanlardan bir kısmı yerine getirdiğinde diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu, gerektiği kadar
müslümanın yaptığında diğer müslümanlara sorumluluk düşmeyen eylemlerdir.
Farz-ı Kifaye, İslami toplumda gerekli olan işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini ifade eder. Farz-ı Kifaye'
sayılan eylemlerden bazıları şunlardır:



Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak ve gömmek farz-ı kifaye’dir. Erkek yoksa bu işleri
kadınlar yapar.
Kuran-ı ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifaye’dir. [4]
Bir toplumda bilim adamlarının bulunması Farz-ı Kifaye'dir.














Bir topluma selam verene cevap vermek farz-ı kifaye’dir. Cevabı geciktirmek ise haramdır. [5]
Cihad etmek farz-ı kifaye’dir. [6]
Fen bilgilerinden sanatına, ticaretine lazım olanları, bu işle meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları
farz-ı kifaye’dir.
Her şehirde, Fetva verebilen, sorunları çözebilen bir âlimin bulunması farz-ı kifaye’dir.
Vâcip, Efâl-i mükellefin'den
sayılan İslam dini terimi. Arapça kökenli bir
sözcük olan vâcip, İslam'da yapılması gereklilik ifade eden eylemleri tanımlamak için kullanılır.
Türkçe'de dini bir mana içermeden sadece "yapılması gereken" manasında kullanılmaktadır.
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'ân'da bulunmakla birlikte “açıkça emredilmiş” olmayan emirlerdir.
“Açıkça emredilmek” tanımı emrin miktar, yer ve zaman gibi tamamlayıcı unsurlarının da tam olarak
anlaşılır olmasının yanında muhataplarının da belli olmasını kapsar. Bu özellikleri sağlamadığı halde bir
emir olarak Kur’anda bulunan dini emirler için Hanefi mezhebinde daha alt düzey bir gereklilik ifadesi
olarak “vacip” deyimi kullanılır. Örneğin Kurban kesme ibadeti Hanefi mezhebine göre vaciptir. Farklı
fıkhi mezheplerin farklı vacip anlayışları vardır. İslam'ın fıkhi mezheplerinden olan Şâfiî mezhebine göre
vâcib denince farz (yapılması mutlak olarak emredilen) anlaşılır. Fakat diğer mezheplerin vâcibe bakış
açısı çoğunlukla daha hafiftir. Hanefi mezhebinde vacip olarak tanımlanan hususlar diğer mezheplerde
genellikle sünnet olarak tanımlanır.
Hanefilerde genel görüşe göre vâcibin terk edilmesi, tahrîmen mekrûhtur. Yâni harama yakın
mekrûhtur. Fakat haram değildir. Bu konuda da farklı mezhepler farklı görüşler beyan etmiştir. Bazı
klasik İslam âlimlerine göre vacip olan eylem yapılmadığında kişinin tövbe etmesi gerekir. Eğer bu
tövbeyi etmeden ölürse günah işlemiş olur ve azap görür. Ayrıca, İslam dininde çok önemli bir yeri olan
namazın vâciblerinden birini bilerek yapmamak namazı bozmamakla beraber günâh olur. Unutarak
yapmayan sehiv secdesi (unutma secdesi) yapar.
Sünnet, (Arapça: ‫)سنة‬
bir İslam dini terimi. Efâl-i
mükellefin'dendir. İslam peygamberi Muhammed'in Kur’ani emirler dışında kalan ve Müslümanlarca
uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz (kavli sünnet, hadis),
fiil (eylem) ve takrirlerine (susarak onaylama) verilen ad.
Sünnet, hadisin uygulanma şeklini tanımlayan bir ifâdedir. Hadis ile ilgili genel sakınca ve yetersizlikleri
içerir. Bunlar hadislerin yaklaşık iki yüzyıl boyunca sözlü olarak nakledilmesi ile ortaya çıkan sorunlardır.
(bkn. Hadis)
Sünnet, (peygamberin söz ve davranışları) İslam hukukunda kaynak olma açısından Kur'an'dan sonra
gelmektedir.
Sahabiler, Kur'an dışında, peygamberin bazı söz ve fiillerini de ezberlediler ve yazdılar. Hadis ve Sünnet,
Kuran'ın öncelikli bir tefsiri olduğu gibi, bütün İslam dünyasında İslam yaşayışının ana ilkelerini
belirleyen bir geleneği kapsadı ve şeriatın ikinci ana kaynağı sayıldı.
Sünnet-i müekkede peygamberin devamlı yaptığı, sünneti gayri müekkede ise ara sıra yaptığı işlerin
tanımlaması için kullanıldı.
Kur'an, Müslümanlara takip edilmesi gereken örnek olarak peygamberi gösterdiği için peygamberin her
davranışı yaşarken olduğu gibi vefatından sonra da hadis kitaplarında yazılan şekliyle inananlara örnek
oldu. Hadis üzerinde yapılan çalışmalarla Hadis ilimleri doğdu.
Hicri 3, miladi 8. yüzyılda yazılan Kütüb-i sitte içerisinde yer alan ve Hadis-i Sahiheyn denilen İmam
Buhari ve İmam Müslim'in hadis kitapları sünnetin en önemli yazılı kaynaklarıdır.
Müstehap (veya Müstehab)
İslam dini terimi.
Efâl-i mükellefin'dendir. "Sevilen, beğenilen" manasındadır.
İslam'da yapılınca sevâb verilen yapılmayınca günâh olmayan eylemlere verilen isimdir. İslam'a göre
müstehaplar, Allah(cc)'ın yapıldığında hoşnut olduğu eylemler olarak görülür bu nedenle de klasik İslam
alimleri tarafından yapılmaları tavsiye edilir.
Nafile sadaka vermek, kuşluk namazı kılmak gibi.
Mübah (Arapça: ‫ مباح‬Mubah)
İslam dini terimi.
Efâl-i mükellefin'dendir. Yapılmasında veya terkinde dinî yönden hiçbir mahzûru bulunmayan, yani,
mükellefin yapıp yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerdir. Oturmak, yemek, içmek, uyumak gibi...
Mübah olan bu gibi işlerin ne yapılmasında sevab vardır, ne de terkinde günâh vardır.
İslam dininde inanan kişinin gerçekleştirmesine (yapmasına) Allah tarafından izin verilen fiillere verilen
isimdir. Her ne kadar sözcük köken bakımından bir İslam dini terimi olsa da Türkçe'de "yapılmasına izin
verilen" manasında hem dinî hem de dinî olmayan şekilde kullanılmaktadır. Sözcük olarak mübâh Arapça
kökenlidir.
Bir şeyin mübah olması, yapılabilir olduğu anlamına geldiği için, eyleme cevaz verilmiştir; yani eylem caizdir.
Bu sebeple mübah yerine câiz sözcüğünün de kullanıldığı olur. Seyahate çıkmak veya yemek yemek gibi
fiiller örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte bir şeyin mübah oluşunun sınırları vardır; bir seyahatte ölüm
riski varsa ve seyahati gerektirici herhangi bir sebep yoksa bu belirli seyahatin mübah olup olmadığı
tartışılabilir. Aynı şekilde kişinin yemek yemesi mübah ise de, sağlığını bozacak şekilde aşırı yemesi veya
haram şeylerden (İslam dininde yemesi yasaklanan şeylerden, domuz eti gibi) yemesi mübâh değildir.
İslam'a göre mübah olarak sınıflandırılmış eylemler, iyi niyetle yapılırsa tâat (Allah'ın beğendiği şey) olur.
Kötü niyetle yapılırsa, günah olur. Önemli olan kişinin niyetidir.
Mübah iki çeşittir: mübah liaynihi ve mübah ligayrihi. Mübah liaynihi, kendisinden (bizzat özünden) dolayı
mübah iken, mübah ligayrihi, kendisi dışındaki başka unsurlar sebebiyle mübah olandır. Örnek vermek
gerekirse: haram olmayan şeylerden yemek özü sebebiyle mübahtır. İçki içmek veya haram bir şeyi yemek
haramken, eğer kişi can tehlikesiyle karşı karşıyaysa (örneğin eğer içki içmezse öldürülecekse veya açlıktan
ölme tehlikesiyle karşı karşıya iken yanındaki tek şey ise) içki içmesi veya haram bir şeyi yemesi mübah
sayılır. Burada fiilin kendisi, örneğin içki içmek mübah değildir, fakat fiilin kendisi dışında unsurlar, can
tehlikesi gibi, fiili mübah kılabilir.
Haram
Haram (Arapça: ‫ ;)حرام‬Arapçada din kurallarına aykırı olan, dini bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri
tanımlayan bir İslam dini terimidir.
Türkçe' de genel anlamda " dini yasak" manasında ve diğer dinlerde yasak olan davranışları
tanımlamakta da kullanılır.
Fıkıh terminolojisinde Allah’ın (fıkıh bağlamında şeriat, ya da kanun koyucu olarak tanımlanan 'Şâri'nin')
yapılmamasını mutlak biçimde emrettiği fiillere verilen genel isimdir. Örneğin, şarap (içki) içmek,
zulmetmek veya adam öldürmek haramdır.
Dini dayanağı
Haram kelimesi fıkıh terminolojisinde Allah tarafından yasaklanmış eylemleri ifade eder. Bu sebeple bir
eylemin haram sayılabilmesi için O fiilin Kuranda açık bir şekilde yasaklanmış olması gerekir.
"De ki: "Rabbim, ancak açık, gizli bütün hayasızlıkları, her türlü günahı, haksız yere isyanı ve Allah'a, hiçbir zaman bir
delil indirmediği herhangi birşeyi ortak koşmanızı ve Allah'a bilmediğiniz şeyler yakıştırmanızı yasakladı." (A'râf suresi,
33)[1]
Problemler, tartışmalar
Haram tanımlamaları, dini açıdan kaynağın kendisinin veya kaynaktaki ifadenin anlam ve kapsam açısından
ifade etmesi gereken kesinlik algısına göre mezhepler ve anlayışlara göre değişebilmektedir. Örneğin balık
dışı deniz ürünleri [2] mut'a nikahı, tesettürde haram sayılan bölgeler vb.
Ayrıca Kur'an tercümelerinde başvurulan yöntemler dolayısıyla ayetlerde yapılan kapsam genişletmeleri
veya anlam kaydırmaları inananlar açısından diğer problemler arasında sayılabilir. Fıkıhta zanni delil sayılan
hadis'lerle haram hükmü konulup konulamayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Kıyas ve ictihad ile bir
şeyin haram kılınması da beraberinde tartışmaları getirebilecek metotlardandır. Sarhoş etmeyecek
derecede alkol içeren yiyecek ve içeceklerin haram sayılması bu bağlamda verilebilecek örneklerdendir.
Mekruh (Arapça: ‫)مكروه‬
İslam dininde olmayan bir terim.
Efâl-i mükellefin'dendir. İslam'da "hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey" manasına gelir. İslam'da dinî
bakımdan yasaklanmamış olsa da yapılmaması istenen eylemlere verilen isimdir. Ayrıca mekruh sözcüğü
eski dönemlerde Türkçe'de "iğrenç, tiksindirici" gibi manalara da gelmekteydi.
Diğer mana: Haram olmayan, ancak harama yakın.
İslam'da mekruh
İslam'da yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı Kerîm'de (şüpheli delil ile yani) açık
olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (İslam peygamberi Muhammed ile aynı dönemde yaşamış
arkadaşları ve taraftarları) bildirmesi ile tanımlanmış yasaklar.
Müfsid
, bir İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. Müfsid sözcüğü lügâtte bozucu veya
bozguncu gibi mânâlara gelir. Müfsid kelimesi, İslam fıkıhında ise başlanmış bir ibâdeti bozarak geçersiz
kılan durumlar için kullanılan bir terimdir. Örneğin oruçluyken bilerek yiyip içmek, namaz kılarken bilerek
gülmek gibi. Müfsid, ibâdeti bozduğundan ibâdetin tekrarlanmasını gerektirir. Müfsidin özürsüz, bilerek
yapılması günâhtır. Hatâ ile yanlışlıkla meydana gelmesinde ise günâh ve azab yoktur. Örneğin oruçluyken
bilmeden, unutarak yiyip içmek; namaz içinde kendini alamayıp gülmek gibi.
FİİL
Namaz kılmak
Bayram namazı kılmak
Nikâhı yasak olan biriyle evlenmek
Ezan okumak
Nafile namaz ve oruçlar
Saç ve sakalını kına ile boyaması
Akşam namazının sünneti
Kumar oynamak
Vitir namazı kılmak
Bayram gününde oruç tutmak
İkindi namazının sünneti
Yürümek
Farz olan namazları kılmamak
Kamet okumak
İlim tahsil etmek
Sabah namazının ortalık aydınlanıncaya kadar geciktirilip
kılınması
Rüşvet alıp vermek
Öğle namazının ilk sünneti
Şahitlik yapmak
Ana-babaya karşı gelmek
Namazda Fatiha suresini okumak
Sabah namazının sünneti
Domuz eti yemek
Uyumak
Zekât vermek
Cemaatle namaz kılmak
Haksız yere adam öldürmek
Çocuğa akîka kurbanı kesmek
HÜKMÜ
Farz-ı ayn
Vacib
Haram
Sünnet-i müekkede
Müstehap
Sünnet-i zevâid
Sünnet-i müekkede
Haram
Vacib
Haram (liğayrihi)
Sünnet-i gayr-ı müekkede
Mübah
Haram
Sünnet-i müekkede
Farz-ı kifâye
Müstehap
Haram
Sünnet-i müekkede
Farz-ı kifâye
Haram
Vacib
Sünnet-i müekkede
Haram
Mübah
Farz-ı ayn
Sünnet-i müekkede
Haram
Müstehap
Yatsının son sünneti
Kurban kesmek
Yalan söylemek
Yatsı namazının ilk sünneti
Cenaze namazı kılmak
Başkasının bağından alınan üzümü yemek
Abdest alırken ağza su vermek
Alkollü içki içmek
Oruç tutmak
Cumanın ilk ve son sünneti
Beyaz elbiseyi tercih etmek
Zina etmek
Helal şeyleri yemek, içmek
Teravih namazı
Devamlı abdestli olmak
Hırsızlık yapmak
Öğle namazının son sünneti
EF’AL-İ MÜKELLEFİN
Gece gündüz döner hep arz,
Kâinat çok güzel bir tarz,
Kesin delil ile belli,
Hakkın emri bizler farz.
Dünya’da yok tutan bir ip,
İnsanlar farklı farklı tip,
Zanni delil ile sabit,
Hak buyruğu bize vacip.
Düşün düşün ibadet et,
Nasip olsun bize cennet,
Peygamberin işlediği,
Müslüman’a oldu sünnet.
Yoksullar iyilik yap,
İbadet et, işle sevap,
Muhammed’in yaptığı,
Bize oldu müstehap.
Serbest demiş ResulAllah,
Ne sevap var, ne de günah,
Ye,iç,otur,kalk,gez,uyu,
Helâl, haram değil, mübah
Gocunacak yok bir yaram,
Azda olsa helâl param,
Hakkın yasakladıkları,
Bütün işler bize haram.
Tufandan hiç korkar mı Nuh,
Çünkü taşır temiz bir ruh,
Peygamberlerin sevmediği,
Elbet olur bize, mekruh.
Taştan yaptı, Kâbe’yi Şit,
Kur’ân bizlere tam mürşit,
İbadet bozan şeyler,
Müminlere oldu müfsit
Sünnet-i müekkede
Vacib
Haram
Sünnet-i gayr-ı müekkede
Farz-ı kifâye
Haram (liğayrihi)
Sünnet-i müekkede
Haram
Farz-ı ayn
Sünnet-i müekkede
Sünnet-i zevâid
Haram
Mübah
Sünnet-i müekkede
Müstehap
Haram
Sünnet-i müekkede
Download