prostatın neoplazi ve benzeri lezyonlarında hmwck (34be12)

advertisement
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
TAKSİM EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
PATOLOJİ KLİNİĞİ
Klinik Şefi: Doç.Dr.Nusret ERDOĞAN
PROSTATIN NEOPLAZİ VE BENZERİ LEZYONLARINDA
HMWCK (34BE12) VE P63 REAKTİVİTELERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
(UZMANLIK TEZİ)
Dr. Tüzel SAYGIN
İSTANBUL-2005
1
Dört yılın sonunda buradan güzel anılarla ayrılıyorum. Bu
ortamı sağlayan başta şefimiz Doç.Dr. Nusret Erdoğan olmak
üzere Taksim Hastanesi Patoloji bölümünün tüm çalışanlarına;
Eğitimimiz adına gösterdikleri ilgi,harcadıkları emek için
ve ayrıca tezime yaptığı katkılardan dolayı Şef Yrd.Dr.
Ayşenur
Akyıldız
İğdem’e,
başasistanımız
Uzm.Dr.Pınar
Tuzlalı’ya, Uzm. Dr.Ü.Seza Tetikkurt’a ve Uzm. Dr. Elife
Şahan’a;
Dostlukları huzur veren sevgili arkadaşlarım Uzm. Dr.
Aylin Dengizmen ve Dr.Aysel Kara Çağlar’a, beraber çalışmaktan
mutluluk
duyduğum
diğer
asistan
arkadaşlarım;
Dr.Hakan
Özgür’e, Dr. Hasan Güçer’e, Dr. Alpay Çetin’e, Dr. Mine Şencan
Ardıç’a ve Dr. Menekşe Yeşiltepe’ye;
Rotasyonum süresince yeni bilgiler edinmemi sağlayan
İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nın değerli
hocalarına ve Adli Tıp Kurumu’nun Patoloji uzmanlarına;
Çalışmamın teknik
kısımlarında yardımlarından dolayı
teknisyen Mine Tonil’e ve diğer teknisyen arkadaşlarım Sultan
Annak Kodat’a, Canan Akbaş’a ve bölümün vazgeçilmez elemanı
Sevim Kablan’a;
Ve her zaman yanımda olan sevgili aileme...
Teşekkür ederim.
Tüzel Saygın
2
İÇİNDEKİLER
SAYFA NO
GİRİŞ
1
GENEL BİLGİLER
2
MATERYAL-METOD
24
BULGULAR
26
TARTIŞMA
35
SONUÇLAR
39
RESİMLER
40
KAYNAKLAR
47
GİRİŞ
Prostat kanseri, erkeklerde en sık görülen neoplazidir. Dünya çapında gittikçe daha
çok prostat kanseri tanısı konulduğundan hastalık ve önlenmesi ile ilgili bilgiler daha önemli
hale gelmiştir.
İğne biopsisi, erken prostat kanserinin tanısında tercih edilen metoddur; çünkü düşük
morbidite ile grade ve tümörün yaygınlığı hakkında spesifik bilgiler sağlar. Bununla birlikte
bazı olgularda tanı şüpheli olarak kalmaktadır.
3
Benign ve malign prostat hücreleri arasındaki kesin ayırımı yapan bir
immunohistokimya boyası yoktur.Bu nedenle prostat kanseri tanısı da diğer organlardaki
malignite tanısı gibi, hematoksilen-eozin (H&E) kesitlerindeki histolojik ve sitolojik
özelliklere dayanılarak konur.
Biopsi örneklerinde prostat kanserinin histolojik tanısı patologlar için zor alanlardan
biridir. Prostat karsinomunun karakteristik özelliği bazal hücrelerin yokluğudur. Normalde de
göze çarpmayan bu hücrelerin proliferatif veya neoplastik lezyonlarda varlığı veya
yokluğunun gösterilmesi zor ve imkansız hale gelir. Bu aşamada tanıya yardımcı olarak
ımmunohistokimyasal incelemeler yapılır.
Bu alanda ilk kullanılan immunohistokimya boyası; yüksek moleküler ağırlıklı
sitokeratin (HMWCK, 34BE12)’dir. İlk olarak 1984 yılında Gown ve Vogel, monoklonal
antikeratin ile prostat bazal hücrelerinin spesifik olarak boyandığını belirtmişlerdir.
HMWCK, prostat kanseri tanısında yardımcı olarak en yaygın kullanılan bazal hücre
işaretleyicisidir.HMWCK sitoplazmik bir boya olup, prostat kanserinde asinusların etrafında
bazal hücreler bulunmadığı için immunreaktivite göstermez. Bununla birlikte nadir
adenokarsinom olgularında HMWCK ile reaktivite izlenebildiği gibi bazı küçük, benign
asinuslarda da aksine reaktivite izlenmeyebilir.
Son yıllarda Signoretti ve arkadaşları, p63’ün prostat glandının gelişmesindeki rolüne
ve prostatik bazal hücre işaretleyicisi olarak yararlılığına dikkat çekmişlerdir. p63 geni, p53
gen ailesinin bir üyesidir. p63 immunhistokimya boyası da HMWCK gibi prostat bazal
hücrelerini boyar ve prostat karsinomunda immunreaktivite göstermez. Farklı olarak nükleer
boyanma yapar. p63’ün, HMWCK’dan daha sensitif ve spesifik bir belirleyici olduğu
bildirilmiştir.
HMWCK ve p63 gibi negatif bazal hücre işaretleyicilerinin yanında son zamanlarda
keşfedilen ve prostat karsinomunda pozitif boyanan; AMACR (alpha-methyl-coA-racemase)
diğer ismiyle P504S’in mükemmel bir işaretleyici olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte
bazen benign glandlar da AMACR ile pozitif boyanabilir fakat reaktivite genellikle zayıf
pozitivite şeklindedir.
Prostat iğne biopsilerinde tanıda güçlük yaratan lezyonlardan biri de atipik küçük
asiner proliferasyon (ASAP) olarak tanımlanan odaklardır. ASAP terimi ilk olarak 1995
yılında Bostwick ve arkadaşları tarafından kullanılmıştır.Tanı alanındaki ilerlemeler (PSA
testi ve transrektal USG) prostat biopsilerinde büyük miktarlarda artışa neden olduğundan
patologlar “tanısı karsinom olmayan fakat şüpheli olan” küçük glandüler formasyonlar sorunu
ile daha sık karşı karşıya kalmaktadır.Bazı çalışmalarda böyle olgularda yapılan tekrar
biopsilerinde %60’ından fazlasında karsinom görülmüştür.
ASAP tanısal bir antite olmamasına rağmen, önemli ölçüde prostatik karsinom
şüphesini ortaya koyan ve ilk biopsiden kısa bir süre sonra biopsinin tekrarını zorunlu kılan
bir tanımlamadır.
Bu çalışmada prostat iğne biopsileri,transuretral rezeksiyon (TUR-P), açık ve radikal
prostatektomi örnekleri incelenmiştir.Atipik küçük asiner proliferasyon (ASAP), düşük ve
yüksek grade’li adenokarsinom ve yüksek grade’li prostatik intraepitelyal neoplazi (PİN )
olgularında, bazal hücre işaretleyicileri olan HMWCK ve p63 immun boyalarının reaktivitesi
araştırılmıştır.
GENEL BİLGİLER
*Embriyoloji: Prostat, Wolff kanalının kloaka’ya açıldığı yer hizasında, primer
üretranın arka duvarında oluşan bir divertikulumdan gelişir.Embriyonal yaşamın üçüncü
ayının sonuna doğru primer üretranın yan ve ventral duvarlarında taslaklar belirir.Bu
süreçde stroma, testosteronu gerekli hormon dihidrotestosterona çevirerek uyarıcı rolü
oynar. Puberteye kadar prostatın gelişimi azdır, ondan sonra son şeklini alır (1,2,3).
4
*Anatomi:Prostatın büyüklüğü şahsa göre çok değişik olmakla birlikte orta boyda bir
kestane büyüklüğü ve şeklinde, ağırlığı 20-25 gram, transvers çapı tabanda 4cm, vertikal
çapı 3 cm ve anteroposterior çapı 2 cm. dir (4,5).
Basis prostatae adı verilen tabanı yukarıda, apex prostatae adı verilen tepesi
aşağıdadır.Ön yüzüne facies anterior, arka yüzüne facies posterior, sağ ve sol yan yüzlerine
facies inferolateralis adı verilir (4).
Diafragma urogenitalisin üstünde, mesanenin arka alt yüzü altında, simfizis pubisin
arkasında, rektumun önünde ve uretranın pars prostatika adındaki ilk kısmının çevresinde
bulunur (4).
Arkada prostat ve seminal vezikül, rektumdan Denonvillier fasyası olarak bilinen ince
bir bağ dokusu ile ayrılır (6,7).
Prostatın arterleri, a.iliaca interna’nın yan dallarından olan a.vesicalis inferior ve
a.rectalis inferior’dan gelir.Venleri ise plexus venosus vesicalis ve plexus venosus prostaticus
yolu ile v. iliaca interna’ya dökülür. Lenf damarları ise prostat çevresinde bir ağ yapar ve
eksternal ve internal iliak ve sakral lenf ganglionlarına dökülür.Prostat glandının sinirleri
plexus prostaticus’dan gelir ve organın içine girerek dağılır. Bu sinir ağı ise otonom sinir
sisteminin bir parçası olan plexus hypogatricus’dan çıkan sinir iplikleri ile prostat çevresinde
oluşur (4).
Geleneksel olarak prostat, santralde lokalize uretradan geçen farklı hatlar ile anterior,
middle, posterior ve iki lateral loba bölünmüştür (8).
McNeal tarafından geliştirilen bir sınıflandırmaya göre ise prostat üç farklı zondan
oluşmaktadır:1-Periferik zon 2-Santral zon 3-Transizyonel zon (2,7,9)
1-Periferik Zon:Prostat volümünün %70’ini oluşturur ve bu alan prostatik
intraepitelyal neoplazinin (PİN) ve karsinomun en sık görüldüğü alandır. Periferik zon
glandları, düz kas ve kollajenden oluşan gevşek stromada yerleşmiş, basit,küçük ve yuvarlak
şekilli olmaya eğilimlidir.
2-Santral Zon:Prostat volümünün %25’ini oluşturur. Koni şeklinde olup prostat
tabanının tamamını ve ejakulatuar duktus çevresini içerir. Santral zon glandları büyük,
kompleks yapıda olmaya eğilimli olup; intraluminal köprüler, papiller katlantılar ve ara sıra
epitelyal arklar ve prostatik intraepitelyal neoplaziye benzeyen kribriform glandlar içerir.
Santral zonda epitel-stroma oranı diğer zonlara göre daha yüksektir.Stroma kompakt, düz kas
demetleri şebekesinden oluşur.
3-Transizyonel Zon:Normal prostat volümünün en küçük kısmını oluşturur ve
yaklaşık %5 civarındadır.Fakat benign prostat hiperplazisinin bir sonucu olarak anterior
fibromuskuler stroma ile beraber büyümesi ile masif hale gelir.Transizyonel zon glandları
kompakt stromada yerleşmiş, küçük, basit yuvarlak şekilli glandlar olup, periferik zondan
gevşek stromanın görülmesi ile ayrılır.
Prostat anatomisi çalışmalarında üretra referans noktasıdır. Prostatı baştan başa geçen
prostatik üretra, santralde, eşit uzunlukta, proksimal ve distal segmentlerin oluşturduğu 35
derecelik bir kavis yapar.Verumontanum bu kavisin posterior duvarında olan protrüzyondan
oluşur ve distale doğru gittikçe incelerek krista üretralisi oluşturur. Prostatik duktusların çoğu
ve ejakulatuar duktus, üretranın orta ve distal segmentine açılır, halbuki küçük periüretral
5
glandlar üretranın uzunluğu boyunca duktusları bulunur. Verumontanumun hemen
proksimalinde 0.5 cm uzunluğunda, Müller kanalı kalıntısı olan utrikül bulunur. Utriküler
orifisin her iki yanına ejakulatuar duktuslar açılır (2,7).
Prostat kapsülü içte düz kas tabakası ile dışta kollajen örtüden oluşur. Bu iki elemanın
değişik alanlarda relatif oranları belirgin farklılıklar gösterir. Apeksde glandüler yapılar
seyrekleşir ve kapsül, fibröz bağ dokusu, düz kas ve çizgili kas karışımından oluşan düzensiz
bir hal alır (2,7). Benzer şekilde tabanda prostat düz kası ile mesane boynunun kasları birleşir
ve burada ayırım yapılmasını güçleştirir (7).
Sonuç olarak prostatik kapsül değişmez özellikleri olan, iyi sınırlı bir anatomik yapı
olmadığı için, apeks ile tabanda ekstraprostatik kanser yayılımının saptanması mümkün
değildir (2,7).
*Histoloji:Prostat, fibromuskuler stroma içinde 30-50 adet tubuloalveolar glanddan
oluşur. Her bir tubuloalveolar glandın duktusu prostatik üretraya açılır (10). Organın glandüler
komponenti asinus ve duktuslardan oluşur. Duktuslar, büyük (primer, major,ekskretuar) ve
periferik (sekonder,minör) olmak üzere ikiye ayrılır (8).Duktus ve asinüsların ayırımı zordur,
yalnız duktuslar daha az kompleks katlantılar içermektedir (5). Glandüler epitel üç tip
hücreden oluşur: 1-sekretuar hücreler, 2-bazal hücreler, 3- nöroendokrin hücreler
(2,6,7,8,11,12)
Sekretuar hücreler glandın lümen tarafında yerleşir (8). Soluk-berrak sitoplazmalı,
kuboidal-kolumnar hücreler olup, PSA (prostat spesifik antijen), PAP (prostatik asid fosfataz),
asidik müsin ve diğer sekretuar ürünleri oluşturur (2,7).
Diğer glandüler organlarda olduğu gibi sekretuar hücreler, bazal membran ve
stromadan bazal hücre tabakası ile ayrılır (9,11,13,14). Bu hücreler belirgin uzamış, düzleşmiş
ve bazal membrana paralel olup küçük, filiform, koyu nüveleri ve genellikle küçük veya fark
edilmeyecek ölçüde sitoplazmaları vardır. Rutin preparatlarda bazal hücreler her bir duktus ve
asinusun çevresini kısmen sarmış şekilde görülebilir veya görülemez. Bununla birlikte rutin
boyalarla saptanamayan bazal hücreler, ımmunhistokimyasal olarak bazal hücre spesifik
keratin boyaları ile duktus veya asinusun çevresinde tamamen çepeçevre sarmış şekilde
izlenir. Bu boyalar, invaziv malign glandlarda, bazal hücre bulunmadığından, immunreaktivite
göstermez (9,13,14).
Bazal hücrelerin rolü çok iyi anlaşılamamıştır (5,15). Normal koşullar altında
myoepitelyal hücre fenotipi göstermezler. S-100 protein ve düz kas aktin ile
boyanmazlar (5,8,15). Bununla birlikte bu hücrelerin meme ve diğer glandüler organlardaki
myoepitelyal hücrelerin eşdeğeri olduğu düşünülebilir (8,15). Bu düşünceyi destekleyen bulgu
sklerozan adenozis gibi durumlarda görülen myoepitelyal metaplazidir (8,16). Bu hücreler
PSA veya PAP ile boyanmaz fakat androjen reseptörleri için fokal olarak güçlü
immunreaktivite gösterirler (8).
Nöroendokrin hücreler prostatik epitelde en az izlenen hücrelerdir ve genellikle rutin
H&E boyalı preparatlarda saptanamaz.Yalnız istisna olarak büyük eozinofilik granülleri olan
nadir hücreler görülebilir (7). Bu hücrelerin fonksiyonları bilinmese de diğer organlardaki
nöroendokrin hücrelere benzer şekilde, büyüme ve gelişmede endokrin-parakrin düzenleyici
bir rol oynarlar. Serotonin ve kromogranin, prostatın formalin ile fikse edilmiş kesitlerinde,
nöroendokrin hücrelerin en iyi immunhistokimyasal işaretleyicileridir (7).
Ayrıca büyük prostatik duktuslar, prostatik üretra gibi transizyonel (ürotelyal) epitel
ile döşelidir. Mesane epitelinin aksine yüzeyde umbrella hücreleri bulunmaz fakat PSA ve
PAP ile immunreaktivite gösteren tek katlı kolumnar hücreler bulunur (8).
6
*Fizyoloji: Prostatik ekzokrin sekresyon, seminal sıvının önemli bir komponentidir
(5,10). Prostatik sıvı akışı ejakülasyon yokluğunda bile devam eder. Kısa aralıklarla, her gün
0.5-2 ml sekret üretraya dökülür ve idrara karışır (5,17). Ejakülasyon esnasında 0.5-1 ml
sekret daha ilave olur. Prostatik sekresyon kısmen apokrin natürdedir. Sekreti oluşturan
komponentler arasında asid fosfataz, sitrik asid bulunur. Fibrinolizin, fibrinogenaz,
aminopeptidaz gibi bir miktar proteolitik enzim de tespit edilmiştir. Bu enzimler semenin
likefaksiyonunu sağlar. Ek olarak prostaglandin F2α, prostat epitelinde üretilir. İn vitro
prostaglandin F2α testosteron bağlanmasını attırır ve c-AMP bağımlı sekresyonu stimule eder.
Fibromuskuler stromanın motilitesinin artmasıyla asiner sıvının sekresyonu ve seminal havuza
girişi sağlanır. Prostatik sekresyon, sempatik ve parasempatik stimulasyon ile kontrol edilir
(5). Parasempatik stimulasyon sekresyonu arttırır (17).
Prostatik sekresyon, H&E kesitlerinde normal glandların lümenlerinde,açık eozinofilik
renkte izlenir. PAS pozitif diastaz rezistant olması nötral mukopolisakkarid içerdiğini
gösterir (5).
Prostat glandlarının lümenlerinde yuvarlak veya oval şekilli, laminer yoğunlaşmalar
görülür. Korpora amilosea adı verilen bu cisimcikler 0.2-2 mm. çapında olup sıklığı yaşla
birlikte artar. Erkeklerin %25’inde 3-5. dekad gibi erken yaşlarda da görülebilir. Epitelyal
hücre döküntüleri ve dejenerasyonları ile ilgili olduğu düşünülmektedir (5,10,18).
PROSTAT KARSİNOMU İLE İLGİLİ GENEL ÖZELLİKLER
Prostat kanseri, erkeklerde en sık görülen neoplazidir (19,20). Çoğu gelişmiş ülkede en
yaygın nonkutanöz malign neoplazidir (5,21). Kanserden ölümler sıralamasında, akciğer
kanserinden sonra ikinci sıradadır (2,6,7,8,20).
İnsidans ve mortalite açısından coğrafi farklılıklar, prostat kanserinde oldukça
fazladır (5,22). Uzak Doğu’da oranlar düşükken, Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’da
yüksektir (5). Geçmiş dekadlara göre hasta sayısı sürekli artış göstermektedir. Bu durumda,
7
beklenilen yaşam süresinin yükselmesi ve ek olarak Batı tarzı yaşam stili; yüksek kalorili diyet
ve fiziksel egzersiz yokluğu da etkili olmaktadır (19,22).
Hastaların %85’i tanı konulduğunda 65 veya daha üstü yaştadır (22). Prostat karsinomu
gençlerde nadir olmakla birlikte, ilk dekadda bile tanımlanmış hastalar vardır. Bu olguların
çoğu histolojik olarak agresif seyreder (5,6,8).
Genetik bağlantı %5-10 olguda saptanmıştır. Birinci derece akrabada kanser
görüldüğünde risk iki kat yükselir. İki veya daha fazla birinci derece akrabada olursa risk 5-10
kat yükselir (5,8,22).
Klasik onkogenler veya tümör supresör genlerde mutasyonlar primer prostat kanserinde
yaygın değildir ve prostat kanseri için spesifik mutasyonlar saptanmamıştır. Bununla birlikte,
bir çok moleküler ve genetik değişiklikler bulunmuştur. Bunlardan hiçbiri prostat kanserinin
başlaması veya ilerlemesiyle kesin bir şekilde bağlantılı olmamasına rağmen bazıları prostat
karsinogenezinde doğrudan doğruya yer alır (23).
Prostat karsinogenezinde 8p,10q,13q ve 16q kromozomlarında bulunan, varsayılan kanser
supresör genleri başlangıçta kaybolur. Primer prostat kanserinde p53 mutasyonları nispeten
düşük olup sıklıkla metastatik hastalıkta izlenir. p53 mutasyonunun prostat karsinogenezinde
geç olaylardan biri olduğu ileri sürülmektedir. Diğer tümör supresör genlerinden PTEN ve
KAI1 de prostat kanserinde rol oynar. Ayrıca E-kadherin ve CD44 kaybı da nispeten sık
olarak prostat kanserinde izlenir. HER-2/neu overekspresyonu ile ilgili çalışmalar konusunda
fikir ayrılığı olsa da, bugün geçerli olan düşünce seviyelerinin düşük olduğudur. Bu yüzden
HER-2/neu antikorları ile yapılan terapi prostat kanserinde yarar sağlamaz. Kullanılan cDNA
mikroarray teknolojisi ile transmembran serin proteaz hepsin ve dallanmış zincirli yağ
asidlerinin parçalanmasında görevli alfa-methylacyl CoA racemase (AMACR) enzimlerinin
overekspresyonu tespit edilmiştir. Aynı genomik yaklaşımla trankripsiyon faktör EZH2’nin
lokal agresif ve metastatik hastalıkta her zaman overekspresyonu gösterilmiştir (20). Prostat
kanserinde en yaygın genetik değişiklik; glutathione S-transferase(GSTP1) gen promoterin
hipermetilasyonudur. Prostat kanserlerinin %90’ından fazlası gen hipermetilasyonu gösterir ve
bu durum GSTP1 gen ekspresyonu ve protein seviyelerinin düşmesine neden olur.GSTP1 geni
kromozom 11q13’de yerleşir ve pek çok karsinojenin etkilerini engelleme yolunda önemli rol
oynar (20,24).
Hormonal faktörler prostat karsinomu gelişmesinde rol oynarlar. Puberteden önce
kastrasyon yapılmış hastalarda veya 5-α redüktaz eksikliği olan erkek psödohermafroditlerde
karsinom gelişmez (2,5,8).
Tümörler uzun süreli androjenik stimulasyonun etyolojik rolünü destekleyecek şekilde,
atrofik gland epitelinden ziyade aktif gland epitelinden köken alır (25,26).
Etyolojide viruslerin rol oynadığına dair küçük bulgular vardır. Herpes Simpleks tip II,
CMV ile prostat karsinomu birlikteliği elektron mikroskobik incelemelerde
saptanmıştır (5).
Kadmiyuma maruz kalmak bazı çalışmalarda prostatik karsinom açısından riskli
bulunmuştur. Kadmiyum çinko metabolizmasında bir inhibitör rolü oynar. Prostat ise tüm
vücutta en yüksek çinko oranına sahip organdır (5).
Nodüler hiperplazi ile karsinom gelişmesi riskinin artması arasında kesin kanıtlar elde
edilememiştir. Fakat bu iki durum birlikte görülebilir (2,8).
KLİNİK ÖZELLİKLER
8
Ustaca yapılmış bir rektal muayene prostatik karsinomun saptanmasında pratik ve
etkili bir metoddur. Bununla birlikte erken karsinomun, nodüler hiperplazi, granülomatöz
prostatit, tüberküloz, infarkt veya prostat taşından ayırımı için patolojik doğrulama
gereklidir (8).
Transrektal ultrasonografi hipoekoik lezyon olarak izlenen, 5mm. ye kadar küçük
çaptaki karsinomları saptayabilir. Fakat prostatik tümörlerin %30’u izoekoik olup bu
yöntemle gözden kaçabilir (8).
PSA (prostat spesifik antijen), prostatik duktus ve asinusları döşeyen epitelyal
hücrelerde üretilir ve prostatik duktal sisteme direkt salgılanır (7,19). PSA, prostatta en
önemli ve klinik olarak yararlı biokimyasal belirleyicidir. Serum seviyeleri normalde 4.0
ng/ml’den daha azdır. Fakat hastanın yaşına, ırkına ve diğer faktörlere göre değişir. Prostatın
normal yapısını bozan herhangi bir durum PSA’nın stroma ve mikrovasküler sisteme
diffüzyonuna neden olur (7). PSA konsantrasyonu yüksekliği prostatit, infarkt, hiperplazi,
iğne biopsisi veya TUR-P gibi major travmalarda da yükselir. Fakat bu yükselmeler geçici
olup doğru tedavi ile ortadan kalkar. Prostatik karsinom hastalarının nerdeyse yarısında PSA
değeri 10 ng/ml.den daha yüksektir. Klinik olarak en önemli yükseklik prostat
adenokarsinomunda görülür (7,8).
PAP (prostatik asit fosfataz), prostat kanseri için ilk serum belirleyicisi olarak
kullanıldı. PSA gibi PAP da prostatik duktus ve asinusları döşeyen epitelyal hücrelerde
üretilir. Benign prostat hiperplazisi, prostatit, infarkt ve prostat karsinomunda seviyesi
yükselir (19). PAP’ın klinik önemi metastatik hastaların tanı ve takiplerinde
kullanılmasıdır (5). Fakat bugünlerde PAP, prostat kanserinin tanı ve takibinde sınırlı role
sahiptir. Prostat kanseri için tarama testi olarak sensitivitesi ve spesitivitesi oldukça
düşüktür (19).
Dijital rektal muayene, transrektal ultrasonografi ve serum PSA düzeyi, erken prostatik
karsinomun saptanması için etkili tanı üçlüsüdür (8).
Prostat kanseri cerrahi, radyoterapi ve hormonal manipülasyonlarla tedavi edilir.
Hastaların %90’ından fazlası bu metodlardan herhangi biri ile tedavi edilir. Sonrasında
beklenen yaşam süresi 15 yıl olarak bildirilmektedir. Son zamanlarda klinik olarak lokalize
prostat kanserinin en yaygın tedavisi radikal prostatektomidir. Cerrahi tekniğindeki büyük
gelişmeler intraoperatif kan kaybı ve postoperatif impotans ve inkontinans riskini azaltarak bu
yöntemin daha tercih edilir olmasını sağlamıştır. Radikal prostatektomiden sonra prognoz;
patolojik evre, cerrahi sınırların durumu ve Gleason grade ile ilgilidir. Lokalize prostat
kanserinde alternatif tedavi yöntemi eksternal radyoterapi veya interstisyel radyoterapi olup
diğer adı brakiterapi’dir (20). Brakiterapi radyoaktivite kaynağının direkt olarak tümör
içerisine veya tümöre yakın bir alana implantasyonu ile sağlanan bir çeşit radyasyon
tedavisidir.
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NE (WHO) GÖRE PROSTATİK TÜMÖR
SINIFLANDIRILMASI (19)
9
*Epitelyal Tümörler
Glanduler neoplazmlar
Adenokarsinom (Asiner)
Atrofik
Psödohiperplastik
Köpüksü
Kolloid
Taşlı yüzük hücreli
Onkositik
Lenfoepitelyoma benzeri
Karsinom ve spindle hücre differansiasyonu
(Karsinosarkom, sarkomatoid karsinom)
Prostatik intraepitelyal neoplazi (PİN)
Prostatik intraepitelyal neoplazi, grade III (PİN III)
Duktal Adenokarsinom
Kribriform
Papiller
Solid
Urotelyal tümörler
Urotelyal karsinom
Skuamöz tümörler
Adenoskuamöz karsinom
Skuamöz hücreli karsinom
Bazal hücreli tümörler
Bazal hücreli adenom
Bazal hücreli karsinom
Nöroendokrin tümörler
Endokrin differansiasyon gösteren adenokarsinom
Karsinoid tümör
Küçük hücreli karsinom
Paraganglioma
Nöroblastom
10
*Prostatik stromal tümörler
Potansiyeli belirlenemeyen stromal tümör
Stromal karsinom
*Mezenkimal tümörler
Leiomyosarkom
Rabdomyosarkom
Kondrosarkom
Anjiosarkom
Malign fibröz histiositom
Malign periferal sinir kılıfı tümörü
Hemanjiom
Kondrom
Leiomyom
Granüler hücreli tümör
Hemanjioperistom
Soliter fibröz tümör
*Hematolenfoid tümörler
Lenfoma
Lösemi
*Çeşitli tümörler
Kistadenom
Nefroblastom (Wilms tümörü)
Rabdoid tümör
Germ hücreli tümörler
Yolk sak tümörü
Seminom
Embriyonal karsinom ve teratom
Koryokarsinom
Berrak hücreli adenokarsinom
Melanom
*Metastatik tümörler
TNM SINIFLAMASI (8)
Primer Tümör (T)
Klinik
Tx: Primer tümör değerlendirilemiyor
T0:Primer tümör bulgusu yok
T1:Klinik olarak görülebilen veya palpe edilebilen tümör yok
11
T1a:Tümör incelenen dokunun %5 veya daha azında, insidental olarak tespit edilir
T1b:Tümör incelenen dokunun %5’inden fazlasında insidental olarak tespit edilir
T1c:Tümör iğne biopsisi ile tespit edilir (Yükselmiş PSA nedeniyle)
T2:Tümör prostat içinde sınırlı
T2a:Bir lobun yarısı veya daha azını tutmuş
T2b:Bir lobun yarısından daha fazlasını tutmuş
T2c: Her iki lobu tutmuş
T3: Tümör prostatik kapsül dışına yayılmış
T3a:Ekstrakapsüler yayılım (unilateral veya bilateral)
T3b:Seminal vezikül yayılımı
T4:Tümör seminal vezikülden başka diğer komşu organlara; mesane boynu, eksternal
sfinkter, rektum, levator kaslar ve/ veya pelvik duvara invaze veya fiske
Patolojik (pT)
pT2:Organa sınırlı
pT2a:Unilateral, bir lobun yarısı veya daha azını tutar
pT2b:Unilateral, bir yarısından fazlasını tutar
pT2c:Bilateral hastalık
pT3:Ekstraprostatik yayılım
pT3a:Ekstraprostatik yayılım
pT3b:Seminal vezikül invazyonu
pT4:Mesane,rektum invazyonu
*(Patolojik T1 sınıflandırması yoktur. pT3a’da pozitif cerrahi sınır,rezidüel mikroskopik
hastalık ile gösterilmelidir.)
Bölgesel Lenf Nodları (N)
Klinik
Nx:Bölgesel lenf nodu tutulumu değerlendirilemiyor
N0:Lenf nodu metastazı yok
N1:Lenf nodu metastazı
Patolojik
pNx:Bölgesel lenf nodları örneklenmemiş
pN0:Pozitif bölgesel lenf nodu yok
pN1:Lenf nodlarına metastaz
Uzak Metastaz (M)
Mx:Uzak metastaz değerlendirilemiyor
M0:Uzak metastaz yok
M1:Uzak metastaz
M1a:Bölgesel olmayan lenf nodlarına metastaz
M1b:Kemik metastazı
M1c: Diğer alan (lar), beraberinde kemik hastalığı olur veya olmaz.
Histopatolojik Grade (19)
Gx: Grade değerlendirilemiyor
G1: İyi diferansiye (Gleason 2-4)
G2:Orta derecede diferansiye (Gleason 5-6)
G3-4:Az differansiye/ indiferansiye (Gleason 7-10)
12
ADENOKARSİNOM
Prostat adenokarsinomunun makroskopik olarak tanımlanması, radikal prostatektomi
örneklerinde genellikle zordur ve mikroskopik inceleme gereklidir (7). Bununla birlikte
gri-sarımtrak renkte, sınırları çevre dokudan tam olarak ayırt edilemeyen, sert bir alan olarak
izlenir (8).
Mikroskopik olarak prostat adenokarsinomu geniş bir spektrum sergiler; anaplastik
tümörden, nonneoplastik gland ile ayırımı oldukça zor olan iyi diferansiye neoplazma kadar
uzanır (8).
Çoğu prostat adenokarsinomu, bir veya daha fazla pattern oluşturan asinuslardan
meydana gelir. Tanı yapısal ve sitolojik bulguların kombinasyonuna bağlıdır. Işık
mikroskobunda görülen özellikler tanı için genellikle yeterlidir. Fakat nadir olgularda
immunhistokimyasal inceleme yararlı olabilir (7).
Yapısal özellikler: Küçük veya orta büyütmede değerlendirilir, asinusların ölçüleri,
şekilleri ve lümenlerindeki değişiklikler incelenir (7).
Gland oluşturan karsinomlarda, glandlar prostat dokusuna göre daha kalabalık olarak
izlenir. Prostat adenokarsinomunda glandlar tipik olarak gelişigüzel bir şekilde büyür.
Glandlar birbirlerine dik olarak yerleşir ve infiltratif sürecin bir göstergesi olarak düz kas
hücre demetleri ile düzensiz olarak ayrılır. İnfiltratif yapının diğer bir patterni büyük benign
glandların arasında küçük atipik glandların yerleşmiş olmasıdır. Glandüler diferansiasyonun
kaybı, kribriform şekilli formasyonlar, birleşmiş glandlar, şekli bozulmuş gland yapıları ile
benign glandlar arasındaki ayırım, yapısal patterne dayalı olarak daha belirgin hale gelir.
İndiferansiye prostat kanseri ise solid adalar, hücre kordları ve izole tek tek hücrelerle
karakterizedir (19).
Mikroskopik grade sistemi, Gleason ve beraberinde Veterans Administration
Cooperative Urological Research Group (VACURG) tarafından geliştirilmiştir (6,8). En
yaygın olarak kullanılan grade sistemidir (6,23). Glanduler diferansiasyonun derecesi,
tümörün büyüme patterni ve stroma ile ilişkisi küçük büyütmede değerlendirilir. Hem primer
(baskın) hem de sekonder (ikinci en sık) pattern saptanır. Grade 1 ile 5 arasında
değerlendirilir. 1 en diferansiye, 5 en az diferansiye formudur (6,8). Gleason skor, primer ve
sekonder patternin toplamından oluşur. Tümör yalnız bir histolojik pattern gösterirse, primer
ve sekonder pattern olarak aynı grade verilir. Gleason skor 2 (1+1) ile 10 (5+5) arasında
değişir (6,23).
Biopside tanımlanan Gleason grade ile takip eden radikal prostatektomi örneklerinde
izlenen grade oldukça tutarlıdır. Gleason skoru 5-6 olan biopsi örneklerinden sonra radikal
prostatektomilerinde %64 oranında aynı grade izlenmiştir. Gleason skoru 7 veya daha fazla
olan biopsilerde ise bu oran %87.5 olarak bulunmuştur (6).
Gleason grade sistemi, prostat kanserinin kuvvetli prognostik faktörlerinden
biridir (6).
GLEASON MİKROSKOPİK GRADE SİSTEMİ (8)
13
1- En nadir pattern olup genellikle yuvarlak, düzgün sınırlı uniform glandların sık olarak
bir araya gelmesinden oluşmuştur.
2-Daha az uniform glandlar, gevşek olarak bir araya gelmiştir.Glandlar arasında az
miktarda stroma bulunur ve kenarlar daha düzenlidir.
3a-Glandların ölçü ve şekillerinde büyük farklılıklar vardır. Sık olarak yerleşmişlerdir.
Fakat düzensizdirler ve iyi sınırlı değildirler.
3b- 3a’ya benzer, çok küçük glandlar ve ufak hücre kümelerinden oluşur.
3c-Tümör papiller veya gevşek kribriform yapıların keskin ve düzgün sınırlı yuvarlak
kitlelerinden oluşur. Bazı yazarlar bunu papiller intraduktal tümör olarak isimlendirmektedir.
4a-Düzensiz sınırlı, düzensiz infiltrasyon gösteren birleşmiş glandlardan oluşur.
4b-4a’ya benzer, beraberinde geniş soluk hücreler vardır.
5a-Santral nekrozlu, keskin dairesel yuvarlak kitle oluşturan, solid kribriform karsinom
(komedokarsinom)
5b- Anaplastik karsinom, sadece adenokarsinom tanısı için yeterli gland ve vakuol
formasyonu bulunur .
*Nükleer Özellikler: Prostat kanserinde nukleuslar, benign prostatik epitelden ayırt
edilemeyenlerden açıkça malign olanlara kadar değişkenlik gösterir. Tipik olarak nükleer
atipinin derecesi yapısal diferansiasyon derecesi ile uyumludur. Çoğu prostat kanserinde
malign glandlarda, çevre benign glandlarla karşılaştırıldığında sitolojik farklılıklar
izlenir (19). Nükleer büyüme, düzensiz nükleer sınırlar ve belirgin nükleolus en sık izlenen
bulgu olmakla birlikte, her kanserde bu özellikler görülmez (2,7,19). Bazı neoplastik
nukleusların belirgin nukleolusları yoktur oysa büyümüş ve hiperkromatik izlenir. Belirgin
nukleolusun (makronükleolus) çapı 1 mikrondan daha büyüktür (8). Bu nükleoluslar
eksentrik ve multipl olmaya eğilimlidir (2,7,8). Mitotik figürler yüksek grade’li kanserlerde
nispeten yaygın olabilir, düşük grade’li tümörlerde nadirdir (19).
*Sitoplazmik Özellikler: Adenokarsinom glandlarında sitoplazmalarda, dalgalı ve
girintili-çıkıntılı bir görünüm olmadığından luminal kenar düz ve rijid olarak izlenir. Aksine
eşit ölçülerdeki benign glandlar, küçük papiller katlantılar oluşturduğundan düzensiz bir
luminal kenara sahiptir. Hücrelerin apikal yüzünde izlenen çıkıntılar benign ve malign
glandları ayırmada yararlı değildir. Çünkü her ikisinde de bulunabilir.Düşük grade’li
adenokarsinomun sitoplazmik özellikleri, benzer şekilde soluk-berrak görünen görünen
benign glandlardan farklı değildir. Neoplastik glandlar amfofilik sitoplazma içerir ve bu
malignensi için yararlı bir kriterdir (19).
*İntraluminal özellikler: İyi ve orta derecede diferansiye kanserlerde, glandların
lümenlerinde iğne benzeri, parlak,eozinofilik, keskin kenarlı oluşumlar izlenir (2,7,16).
Kristaloid denen bu oluşumlar çeşitli geometrik şekiller de gösterebilir; dörtgen,altıgen, üçgen
veya çubuk şeklinde olabilir (19). Karsinom için spesifik değildir (7,19). Fakat benign
glandlardan çok karsinomlarda izlenir. Kristaloidin sık görüldüğü kanseri taklit eden
lezyonlardan biri de atipik adenomatöz hiperplazidir (16,19).
İntraluminal pembe asellüler yoğun sekresyon veya hafif mavi müsinöz sekresyonlar
H&E boyalı kesitlerde görülür. Bu özellikler kanserde özellikle düşük grade’li
adenokarsinomda görülür (19).
Aksine iyi sınırlı, yuvarlak veya oval şekilli, konsentrik lameller halkalardan oluşan
korpora amilosea, benign glandlarda yaygın iken prostat kanserinde nadir görülür (5,19).
14
*Stromal Özellikler: Klasik asiner adenokarsinomda desmoplastik veya miksoid
stromal yanıt yoktur, bu yüzden prostat kanserinde stromanın değerlendirilmesinin pek yararı
yoktur. Ayrıca prostat kanseri stromal inflamatuar yanıt oluşturmaz (19).
*Malign Spesifik Özellikler: Benign prostat glandlarında izlenmeyen üç özellik vardır
ki kesin olarak maligniteyi gösterir: 1-Perinöral invazyon 2- Kollagenöz mikronodüller
3-Glomerulasyonlar (6,19,27)
1-Perinöral invazyon: Adenokarsinomda yaygındır. Benign glandların perinöral
girintileri rapor edilse de bu glandlar tamamen benigndir ve siniri tamamen çevrelemekten
ziyade tek köşesinde izlenir. Sinirin çevresini tamamen kuşatan invazyon karsinomda
görülür (6,7,19,27).
2-Kollajenöz mikronodüller (müsinöz fibroplazi): Prostat adenokarsinomunun
spesifik fakat seyrek ve insidental bulgusudur (7). Bazen intraluminal müsinöz sekresyon o
kadar yoğun olur ki fokal olarak organize olmaya başlar ve kollajenöz mikronodülleri
oluşturur. İnce, gevşek fibröz dokuda, fibroblastların içeri doğru büyümesi ile
oluşur (6,19,27).
3-Glomerulasyonlar: Kribriform proliferasyon gösteren glandlardan oluşur.
Transluminal değildir. Glandlar yüzeysel olarak glomerulusa benzer (6,19,27).
*İmmunhistokimya:
PSA:1979’da keşfedilmesinin ardından, formalinde fikse edilip parafine
gömülmüş dokularda, poliklonal veya monoklonal antikorlar şeklinde prostatik
diferansiasyonun immunhistokimyasal belirleyicisidir. PSA, bütün prostatik zonlardaki
nonneoplastik prostatik glandüler hücrelerin sitoplazmasında lokalize olur. Fakat ne bazal
hücreler, seminal vezikül/ ejakulatuar duktus glandüler hücrelerde ne de ürotelyal hücrelerde
ekspresyonu izlenmez (5,19).
Prostatik glandüler hücrelere nispeten yüksek spesifitesinden dolayı çoğu prostatik
adenokarsinom için yararlı bir belirleyicidir. İntratümöral ve intertümöral heterojenitesi
sıklıkla izlenir. Çoğu çalışmada, artan tümör grade ile ters orantılı olarak PSA’nın
ekspresyonunun azaldığı gösterilmiştir (5,7,19).
PSA, prostatik adenokarsinomu, prostatatı sekonder tutan diğer neoplazmlardan ayırt
edilmesinde de yararlıdır (19).
PSA aynı zamanda prostat karsinomunun benign benzerlerinden, seminal vezikül,
ejakülatuar duktus, nefrojenik adenom, mezonefrik duktus kalıntıları, Cowper glandları,
granülomatöz prostatit ve malakoplaki’den ayırımını sağlar (19).
Yüksek grade’li adenokarsinomların küçük bir kısmında PSA negatif olarak izlenir. Bazı
prostatik adenokarsinomlarda, androjen yoksunluk ve radyasyon tedavisi sonrasında PSA
immunreaktivitesi kaybolur. Prostat spesifik membran antijen (PSMA) ve androjen
reseptörleri, bazı yüksek grade’li, PSA immunnegatif prostatik adenokarsinomlarda
immunreaktivite gösterebilir (19).
PAP: Formalinde fiske edilmiş, parafine gömülmüş dokularda aktiftir. Poliklonal
antikor, monoklonal antikordan daha sensitiftir fakat daha az spesifiktir. Tanısal olarak
kullanımı PSA ile benzerdir. PAP, primer olarak PSA negatif, şüpheli prostatik karsinomlar
için saklanmalıdır (19).
HİSTOLOJİK VARYANTLAR
15
*ATROFİK VARYANT:Prostat kanserinin bu nadir varyantı, içerdiği dar sitoplazma
nedeniyle benign atrofiyi andırır (7,19). Klasik prostat kanserinde tedavi sonrası atrofik
sitoplazma gelişebilir ama her zaman atrofik kanser öncesi böyle anamnez yoktur (19).
Komşu tipik asiner adenokarsinom varlığı ve atrofik fokusda en azından bazı hücrelerde
büyümüş, belirgin nukleolusun saptanması tanıda yardımcı özelliklerdir (7).
*PSÖDOHİPERPLASTİK VARYANT: Neoplastik glandlar geniş dallanmalar ve
papiller çıkıntılar içerir ve benign prostat glandlarına benzer (19). Sitolojik atipi benign
glandlardan ayırmada yardımcı olur. Benign görünüme rağmen, psödohiperplastik varyant
intermediate grade bir kanser olup agresif davranış gösterebilir (19 ).
*KÖPÜKSÜ (FOAMY) GLAND VARYANTI: Bol köpüksü sitoplazma ve düşük
nükleer/sitoplazmik oran gösteren asiner adenokarsinom varyantıdır. Sitoplazmanın
ksantomatöz görünümüne rağmen lipid içermez, boş vakuoller izlenir. Adenokarsinomun tipik
sitolojik özellikleri nüve büyümesi ve belirgin nükleolus sıklıkla yoktur. Bu durum lezyonun
özellikle biopsi materyalinde, karsinom olarak tanımlanmasını güçleştirir (19). Nüve tipik
olarak küçük ve hiperkromatiktir (7,19). Bu nedenle benign olarak yanlış tanımlanabilir (7).
*MÜSİNÖZ (KOLLOİD) KARSİNOM: Diğer organların müsinöz karsinomları için
geliştirilen kriterler prostat glandının müsinöz adenokarsinomunun tanısında da
kullanılır (19). Bu durumda rezeke edilen tümörün en az %25’’i ekstrasellüler müsin
gölcükleri içermelidir (2,5,6,7,19). Müsinöz alanlarda kribriform pattern baskın
olabilir (6,19). Agresif bir davranış gösterir ve nonmüsinöz prostat karsinomları gibi ilerlemiş
hastalıkta kemik metastazı yapma eğilimindedir (6). Mikroskopik görünümü memenin
müsinöz karsinomunu andırır. Mikroglandüler, kribriform, ‘komedo’, solid ve hipernefroid
patternleri görülebilir. PAP ve PSA ile pozitif boyanır (6,8).
*TAŞLI YÜZÜK HÜCRELİ KARSİNOM:Prostat taşlı yüzük hücreli karsinomu
nadirdir (5,7). Oldukça malign olup, solid asiner veya indian file pattern gösterir.
Histokimyasal ve immunhistokimyasal incelemede müsin, lipid, PSA,PAP ve CEA ile
boyanmaları değişkenlik gösterir. Taşlı yüzük görünümü sitoplazmik lümen, müsin granüller
ve yağ vakuolleri sonucu olur (7). Prognozu kötüdür (2,7). Taşlı yüzük hücreli karsinom tanısı
için tümörün %25’i veya daha fazlasının taşlı yüzük hücrelerinden oluşması gerekir. Fakat
bazı otoritelere göre bu oran %50 olmalıdır (7).
*ONKOSİTİK VARYANT: Prostat adenokarsinomu nadiren, diffüz, geniş eozinofilik,
granüler sitoplazmalı hücrelerden oluşur.Ultrstrüktürel olarak sayısız mitokondri içerir. PSA
ile immunorektivite gösterir (7,19).
*LENFOEPİTELYOMA BENZERİ VARYANT: Yoğun lenfositik infiltrasyon
içerir (2,5,7,19). Malign hücreler sinsisyal bir pattern gösterir ve PSA pozitif olarak izlenir. İn
situ hibridizasyon Epstein-Barr virusu için negatiftir (5,19). Klinik önemi belirsizdir (7,19).
*SARKOMATOİD KARSİNOM (KARSİNOSARKOM): Literatürde bu tümörlerin
isimlendirilmesi ve histogenezi konuları oldukça tartışmalıdır (19). Bu iki tanının sinonim
olduğu düşünülse de otoriteler bu tümörlerin ayrı olduğunu, sarkomatoid karsinomun spindle
hücre differansiasyonu gösteren epitelyal bir tümör olduğunu ve karsinosarkomun ise
adenokarsinoma eklenmiş heterelog malign yumuşak doku elemanlarından oluştuğunu ifade
etmektedirler (7). Terminoloji ne olursa olsun bu tümörler nadir ve agresif tümörlerdir (7).
Prognozları kötüdür (2,19). Hastaların yaklaşık yarısında tipik asiner adenokarsinom
nedeniyle radyasyon ve hormonal tedavi anamnezi bulunur. Serum PSA seviyeleri çoğu
hastada normal sınırlardadır (7,19).
16
DUKTAL ADENOKARSİNOM
İlk kez 1967 yılında Melikow ve Pachter tarafından histolojik olarak endometrium
karsinomuna benzerliğinden dolayı “endometrioid adenokarsinom” olarak tanımlanmıştır (5).
Başlangıçta Müllerian kökenli prostatik utrikülden kaynaklandığı ileri sürülse de bir çok
çalışma prostatik orijinini göstermiştir (5,19). Prostat adenokarsinomlarının çoğu asiner
kökenli olsa da %0.4- 0.8 oranında prostatik duktuslardan kaynaklanır. Prostat
karsinomlarının yaklaşık %5’inde hem duktal hem de asiner differansiasyon bulunur (6).
Büyük primer periüretral prostatik duktuslardan kaynaklandığında üretranın içine doğru
ekzofitik lezyon olarak büyüyebilir, çoğu verumontanumun içinde veya çevresindedir. Daha
periferal prostatik duktuslardan kaynaklandığında üretral komponenti olabilir.
Sitolojik olarak uzun, psödostratifiye, genellikle amfofilik, bazen soluk veya berrak, bol
sitoplazmalı hücrelerle karakterizedir (6,19). Bazı olgularda çok sayıda mitoz ve belirgin
sitolojik atipi izlenir. Diğer olgularda ise atipi minimal olup özellikle iğne biopsilerinde tanıda
güçlük yaratır (19).
Histolojik olarak iki tip pattern gösterir. Uretra içine ekzofitik olarak büyüyenler
sıklıkla papillerdir. Kribriform pattern ise sırt sırta vermiş büyük asinuslar ve bunlar arasında
epiteltal köprüleşmeler, yarık benzeri lumen oluşumları oluşumları ile karakterizedir.
Kribriform patterni, kribriform prostatik intraepitelyal neoplazi (PIN)’den ayırmak güçtür (6).
Duktal adenokarsinom değişmez biçimde PSA ve PAP
ile yoğun sitoplazmik
immunoreaktivite gösterir. CEA ile zayıf pozitiflik gösterir (5,7,19). Tümör hücreleri
HMWCK ile immunreaktivite göstermez. Bununla birlikte arada korunmuş duktuslarda
pozitivite izlenebilir (19).
Yapılan pek çok çalışma duktal adenokarsinomun agresif bir gidiş gösterdiğini
desteklemiştir (6,19).
ÜROTELYAL (TRANSİZYONEL HÜCRELİ) KARSİNOM
Prostatın ürotelyal karsinomu primer veya mesaneden yayılım şeklinde izlenir. Primer
ürotelyal karsinom, periüretral glandların transizyonel epitelinden köken alır veya duktus ve
asinusların ürotelyal metaplazisi zemininde gelişir ve displaziden karsinoma in situ’ya ve
invaziv karsinoma ulaşır (5).
Primer ürotelyal karsinomun sıklığı %0.7- 2.8 arasında değişir. Urotelyal neoplazinin
bütün histolojik tipleri ve grade’leri, prostatın primer ve sekonder urotelyal neoplazmlarında
görülür (19). Histolojik olarak prostatın primer ürotelyal karsinomu, intraduktal ürotelyal
karsinom ve genellikle stromal infiltrasyonun eşlik etmesi ile karakterizedir. Primer ürotelyal
karsinom, mesane boynu ve çevre yumuşak dokuları infiltre etmeye eğilim gösterir. Hastaların
yarısında prostat dışına yayılım izlenir. %20 hastada ise karaciğer ve kemik gibi uzak
metastazlar için izlenir. Prostat adenokarsinomun aksine kemik metastazları
osteolitiktir (6). Tümör hücreleri PSA ve PAP negatiftir. Sitokeratin 7 ve sitokeratin 20
olguların büyük çoğunluğunda HMWCK veya p63 ise olguların %50’sinde boyanır.
Primer veya sekonder prostatın urotelyal karsinomunda en önemli prognostik parametre,
stromal invazyon varlığıdır (6).
17
SKUAMÖZ HÜCRELİ VE ADENOSKUAMÖZ KARSİNOM
Skuamöz hücreli karsinom prostatta nadir izlenir (6,7). Prostat kanserlerinin %0.6’dan
azını oluşturur (19). Adenoskuamöz karsinom, skuamöz hücreli karsinom ve tipik asiner
karsinomun kombinasyonundan oluşur. Bulgular ve semptomlar tipik prostat adenokarsinomu
ile benzerdir (7). Skuamöz hücreli karsinom, Schistosoma Haematobium ile enfekte olan
hastalarda rapor edilmiştir (5,7,19). Serum PSA ve PAP seviyesi, metastaz varlığında bile
normal izlenir (7,19). Prognozu kötüdür; tedaviye rağmen ortalama yaşam süresi 14 aydır (7).
Prostatın skuamöz hücreli karsinomu, diğer organlarda izlenen skuamöz hücreli karsinom ile
aynı histopatolojiyi gösterir (5,19). Keratinizasyon ve skuamöz differansiasyon gösteren
malign hücrelerin irregüler nestlerinden ve kordlarından oluşur. Keratinize skuamöz hücreli
karsinom prostatta genellikle periüretral duktuslardan kaynaklanır (7).
Skuamöz hücreli ve adenoskuamöz karsinomun her ikisi de mesane veya üretral kanserin
sekonder yayılımından ayırıcı tanısı yapılmalıdır (5). Adenoskuamöz karsinomda glandüler
komponent PSA ve PAP ile boyanır, skuamöz komponent ise HMWCK ile boyanır.
Adenoskuamöz karsinomların %50’si, prostat kanseri nedeniyle hormonal ve radyasyon
tedavisi alan hastalarda görülür (19).
BAZAL HÜCRE HİPERPLAZİSİ VE KARSİNOMU
Bazaloid lezyonlar spektrumu hiperplaziden karsinoma kadar uzanır. Bazal hücre
lezyonları, transizyonel zonda yerleşmeye eğilimli olup TUR-P materyalinde izlenir. Fakat
bazen iğne biopsisinde de bulunabilir (6,19). Bazal hücre hiperplazisi üç pattern gösterir:
1-tipik bazal hücre hiperplazisi 2-atipik bazal hücre hiperplazisi 3-bazal hücre adenomu (7)
Bazal hücre hiperplazisi normal prostatik hücrelere benzeyen uniform hücrelerin
oluşturduğu küçük solid nestlerden oluşur. Hücrelerin etrafında palizadik dizilim izlenir (6).
Nestler solid olabildiği gibi kistik dilate veya kribriform patternde de olabilir.Bazal hücreler
büyük, oval veya yuvarlak olup, büyük, soluk oval nüve, ince retiküler kromatin ve bir miktar
sitoplazma içerir. Nukleolus belirgin değildir (7). Bazal hücre hiperplazisi klasik benign
prostat hiperplazisine de ilave olabilir ve açık nodüller veya diffüz infiltratif görünüm
oluşturabilir. Bazaloid nestlerin iyi sınırlı açık nodülleri ile oluşan şekli bazal hücre
adenomudur (6). Atipik bazal hücre hiperplazisi, büyük belirgin nukleolus içerir. Bu lezyonun
önemi, adenokarsinom ile karışabilmesidir. Bazal hücre hiperplazisinin tipik ve atipik
formlarında bütün hücreler HMWCK ile ve diğer bazal hücre- spesifik işaretleyicilerle
immunreaktivite gösterir (7,11).
Bazal hücreli karsinom, bazal hücre hiperplazisinden ayırıcı olarak desmoplastik
stromal yanıt, perinöral invazyon, nekroz ve çevre dokuya geniş infiltrasyon içerir (6,7).
İki farklı pattern gösterir: 1-adenoid kistik pattern 2-bazaloid pattern şeklindedir.
Adenoid kistik patternde, bazal hücrelerin oluşturduğu irregüler gruplarda yuvarlak
fenestrasyonlar izlenir. Bu boşluklarda, tükrük glandının adenoid kistik karsinomuna
benzeyen müsinöz materyal vardır.
Bazaloid pattern ise belirgin palizadlaşma içeren, değişik ölçülerde yuvarlak şekilli
bazaloid hücre nestleri içerir (5,7). Bu patternler sıklıkla beraber olsa da pür formları da rapor
edilmiştir.
Adenoid kistik karsinom, HMWCK ile değişik derecelerde immunreaktivite
gösterir, luminal hücreler veya periferal bazal hücreler boyanabilir. Nadiren PSA ve PAP ile
rezidüel sekretuar luminal hücreler boyanma görülebilir. Diğer hücreler kromogranin ile
pozitif boyanabilir. S-100 ve nöron-spesifik enolaz (NSE) ile immunreaktivite izlenmez (7).
18
NÖROENDOKRİN TÜMÖRLER
*Nöroendokrin differansiasyon gösteren adenokarsinom:Gerçekte bütün
adenokarsinomlar, en azından birkaç nöroendokrin hücre içerir fakat bunların saptanması için
histokimya ve immunohistokimya incelemelerine gerek vardır (7,19). Adenokarsinomların
yaklaşık %10’u büyük eozinofilik granüller içerir ve Paneth hücre benzeri değişiklikler
gösteren adenokarsinom olarak isimlendirilir (7,8). Nöroendokrin differansiasyon gösteren
adenokarsinomun klinik özellikleri tipik asiner adenokarsinoma benzer. Adenokarsinomdaki
nöroendokrin differansiasyonun prognoz üzerine etkisi yoktur. Bu nedenle nöroendokrin
immunohistokimyasal işaretleyicilerin rutin uygulamada rolü yoktur (7).
*Nöroendokrin karsinomlar: Çoğu nöroendokrin karsinomlar, Cushing sendromu,
malign hiperkalsemi, uygunsuz ADH sekresyonu sendromu (SIADH) ve myastenik
(Eaton-Lambert) sendromunu da içeren paraneoplastik sendromlar gösterse de tipik
adenokarsinomun bulgu ve semptomlarını gösterir (5,7).
Prostat nöroendokrin karsinomun çeşitli histopatolojik tipleri vardır. Karsinoid benzeri
patternden (düşük grade’li nöroendokrin karsinom) küçük hücreli indifferansiye (oat cell)
karsinoma (yüksek grade’li nöroendokrin karsinoma ) kadar uzanır (7). Bu tümörler akciğer
ve diğer bölgelerdeki benzerleri ile morfolojik olarak aynıdır (6,7,8,19). Malign hücrelerde
seratonin, kalsitonin, ACTH, HCG, TSH, bombesin ve inhibin gibi sekretuar ürünler saptanır.
Aynı hücreler PSA, PAP ve peptid hormonları da eksprese eder fakat pür küçük hücreli
karsinom PSA immunreaktivitesi göstermez. Ultrastrüktürel olarak, küçük hücreli karsinom
ve karsinoid tümör değişik miktarlarda, yuvarlak, düzenli sınırlı nörosekretuar granüller
içerir (6).
*Paraganglioma:Paraganglia, periprostatik yumuşak doku ve prostatik kapsülde
otonom sinir sisteminin normal histoanatomik komponentidir (5,6). Bu bölgedeki
paraganglionik doku ve neoplazmları oldukça nadirdir. Histolojik olarak diğer bölgelerdeki
lezyonlar ile aynı olup karakteristik nestler (Zellballen) içerir (5). Prostatik paraganglioma’nın
tanısında kullanılan testler diğer alanlardaki paragangliomaların tanısında kullanılan testlerle
aynıdır. Malign davranış rapor edilmemiştir (19).
*Nöroblastom: Nöroektodermal kökenli primitif tümör olup prostatta nadiren görülür.
Pelvik organlar da sekonder olarak tutulabilir (19).
MEZENKİMAL TÜMÖRLER
Benign yumuşak doku tümörleri prostatta nadir olup bunların çoğunu leiomyom
oluşturur (6). Nadiren diğer benign stromal tümörler; fibrom, soliter fibröz tümör, kondrom,
osteokondrom, hemanjiom, lenfanjiom, ganglionörom, granüler hücreli tümör, nörofibrom,
ve schwannoma gibi görülebilir. Bu tümörler yumuşak doku ve kemikte görülenlerle aynı
özellikleri taşır (5).
Prostat sarkomları, malign prostat tümörlerinin % 0.1-0.2’ sini oluşturur (19).
Özelleşmiş prostat stromasının sarkomları ve ilişkili proliferatif lezyonları nadirdir (6,19). Bu
tümörler iki grupta değerlendirilir: 1-malign potansiyeli belirlenemeyen prostatik stromal
proliferasyon (STUMP) 2-prostatik stromal sarkom (6,8,19). Bu klasifikasyon stromal
sellülaritenin derecesi, mitotik figürlerin varlığı, nekroz ve stromanın büyüklüğüne göre
yapılır.
Leiomyosarkom yetişkinlerde prostatta en sık görülen sarkomdur. Lokal eksizyon ve
rezeksiyondan sonra multipl rekürrens göstermeye eğilimlidir (6,19). Metastaz olduğunda
sıklıkla akciğer ve karaciğerde izlenir (6).
19
Rabdomyosarkom ise çocukluk çağında prostatta en sık izlenen mezenkimal
tümördür. Çoğunlukla hastalık ilk görüldüğünde evre III aşamasında olup inkomplet
rezeksiyon veya biopsiden sonra büyük rezidüel tümör kalır. Histolojik olarak en sık görülen,
embriyonal subtipidir (6,19). Bu durumda sert ve düzgün olarak büyümüş prostat izlenir.
Mikroskopik olarak bu tümörler özellikle kan damarları çevresinde olmak üzere oldukça
hücresel olarak izlenir. Bu hipersellüler alanların yanında miksomatöz ve ödematöz
değişiklikler içeren alanlar ve nekroz odakları da izlenir. Tümör hücrelerinin çoğu küçük olup
şekilleri yuvarlaktan, ovale veya iğsiye kadar değişir. Arada daha bol, parlak asidofilik
sitoplazmalı, bizar formları da izlenebilir (8).
Nadir olarak malign fibröz histiositom, anjiosarkom, osteosarkom, kondrosarkom,
malign periferal sinir kılıfı tümörü ve sinovyal sarkom rapor edilmiştir (19).
HEMATOLENFOİD TÜMÖRLER
Prostatektomi örneklerinin %1.2 sinde, prostat veya lenf nodu yada her ikisinde
hematolojik maligniteler izlenir (6). Lenf nodu tutulumu olmaksızın primer prostatik lenfoma,
prostatın sekonder infiltrasyonundan daha az görülür (6,7). Olgularda en yaygın olarak büyük
B hücreli lenfoma izlense de malign lenfomaların diğer bölgelerde izlenen tüm tipleri
prostatta izlenir (6). Hodgkin lenfoma nadirdir (6,7). Malign lenfomanın prostat tutulumu,
hastanın yaşı, bulunulan evre, histolojik klasifikasyon veya tedavi yöntemine bakılmaksızın
kötü prognoz gösterir (6). Prostatın en sık lösemik tutulumu, kronik lenfositik lösemide izlenir
(6,7,19).
Prostatın lösemi veya lenfoma ile tutulumu, radyasyon tedavisi ile hızla düzelen akut
üriner obstrüksiyona yol açar (8).
PROSTATİK İNTRAEPİTELYAL NEOPLAZİ (PIN)
Prostatik intraepitelyal neoplazi (PIN), sitolojik olarak atipik hücrelerle döşeli, yapısal
olarak benign prostatik asinus ve duktuslardan oluşur (6,16,23, 28). Sıklıkla multisentriktir,
hatta prostatik utrikül’e bile yayılabilir (8). Önceden üç grupta değerlendirilmekteydi. Bu
klasifikasyon hücre sıklığı ve stratifikasyon, nukleer büyüklük, pleomorfizm, kromatin
patterni ve nukleolar görünüme göre yapılmıştır. Bugün ise düşük ve yüksek grade’li olarak
iki grupta değerledirilmektedir (6,7,8,29). Eskiden geçerli olan grade I ve II; düşük grade’nin,
grade III ise high grade’nin karşılığıdır (8). Düşük ve yüksek grade’li PIN arasındaki ayırım,
yüksek grade’li PIN’de belirgin nukleolus izlenmesidir (5,8,30). Seyrek olarak yüksek grade’li
PIN tanısı, nukleolus belirginliği olmadan aşikar nukleer pleomorfizm varlığında da
konulabilir (6).
İğne biopsilerinde, yüksek grade’li PIN prevalansı önemli değişiklikler gösterir. Bu
değişiklikler çalışılan gruba, gözlemcilerin farklılığına, materyalin teknik kalitesine ve
örneklerin büyüklüğüne bağlıdır. Büyük serilerin çoğunluğunda prevalansı %4-6 oranındadır.
Radikal prostatektomi örneklerinde ise prevalansı %85-100 olarak bulunmuştur (19).
Düşük grade’li PIN, normal ve hiperplastik epitel ve reaktif atipi ile kolaylıkla
karışabilir. Karsinom ile ilişkisi net olarak saptanmamıştır (5).
*Düşük grade’li PIN: Kümelenme veya mikropapiller pattern gösterir. Nüveler genel
olarak hafif büyümüştür. Nukleolus sık görülmez ama olursa, belirgin değildir.Nükleer
anormallikler yüksek grade’li lezyon seviyesine ulaşmaz (5).
*Yüksek grade’li PIN: Dört major pattern izlenir: 1-kümelenme, 2-mikropapiller,
3-kribriform, 4-yassı (2,5,7,19,29)
Bir veya daha fazla pattern sıklıkla aynı vaka, aynı alan hatta aynı gland içinde
kaynaşmış olarak izlenebilir (5 ).
20
Kümelenme patterni en yaygın patterndir . Olguların %97’sinde izlenir. Bu yapısal
patternlerin klinik önemi bilinmemektedir. Diğer nadir patternler taşlı yüzük hücreli pattern,
küçük hücreli nöroendokrin pattern, müsinöz pattern ve foamy gland patterndir (6,7).
Küçük büyütmede yüksek grade’li PIN; hiperkromatik, üst üste yığılmış ve büyümüş
nüveler, amfofilik sitoplazmalar ve epitelyal hiperplazi nedeniyle bazofilik görünür (6).
PIN, infiltratif karsinom varyantlarından olduğu kadar benign antitelerden de ayırt
edilmelidir (6). Prostat santral zon glandları, kompleks yapıları nedeniyle küçük büyütmede
PIN ile karışabilir fakat yüksek grade’li PIN’de izlenen tipik nükleer özellikler yoktur. Bu
fenomen göstermektedir ki yalnız yapısal pattern PIN tanısında yeterli değildir, sitolojik
destek zorunludur. Vezikülo seminalis veya ejakülatuar duktus epiteli, inflamasyon, infarkt,
radyoterapi nedeniyle oluşan reaktif atipi, ürotelyal veya skuamöz metaplazi, florid papiller
nodüler ve kribriform hiperplazi, atipik bazal hücre hiperplazi ile kribriform pattern gösteren
klasik adenokarsinom, adenoid kistik karsinom, ürotelyal karsinom ayırıcı tanıda yer
alır (5,29).
Immunohistokimyasal incelemede PIN’deki sekretuar hücreler hem pansitokeratin
hem de düşük moleküler ağırlıklı sitokeratin (LMWCK) ile boyanır. Bazal hücreler ise
yüksek moleküler ağırlıklı sitokeratin (HMWCK) ile tamamen veya aralıklı olarak boyanır.
Bu özellik prostat karsinomunun ayırıcı tanısında önemli bir özelliktir. Genellikle PSA, PAP
ve CD57 immunoreaktivitesinde yoğunluk azalır. Vimentin PIN ’de negatiftir. Nöroendokrin
diferansiasyon NSE, kromogranin ve sinaptofizin ile fokal immunoreaktivite gösterir (5).
Çok sayıda bulgu göstermiştir ki yüksek grade’li PIN; prostatta bazı karsinomların
prekürsor lezyonudur (6,16,29,30,31).
Çoğu adenokarsinom gibi yüksek grade’li PIN de en sık periferal zonda
görülür (2,19,23,28,29 ).
Pek çok çalışmada iğne biopsi örneklerinde yüksek grade’li PIN bulunmasının
ardından karsinom saptanması için risk faktörü olduğu gösterilmiştir (19,32). Yüksek grade’li
PIN tanısından sonra tekrarlayan biopsilerde karsinom saptanması açısından ortalama insidans
%30’dur. Vakaların büyük kısmında (%80-90), yüksek grade’li PIN tanısı konduktan sonra
tekrarlanan ilk biopside karsinom saptanır. Olguların %5-43’ünde tekrarlanan biopsilerde
persistant yüksek grade’li PIN saptanabilir (19).
ATİPİK KÜÇÜK ASİNER PROLİFERASYON (ASAP)
Tanı alanındaki ilerlemeler (PSA testi ve transrektal USG) prostat biopsilerinde yoğun
artışa neden olmuştur. Bu durumda patologlar “tanısı karsinom olmayan fakat şüpheli olan”
küçük glandüler formasyonlar sorunu ile daha sık karşı karşıya kalmaktadır (33,34,35).
Prostat iğne biopsilerinde, kesin özellikler bulunduğunda, tanı kanser olarak yazılır,
ancak tanı için yeterli özellikler yoksa “atipik, kanser için şüpheli” şeklinde yazılabilir (6,31).
Prostat iğne biopsilerinin yaklaşık %4-6’sında benign ve malign ayırımı güvenilir bir şekilde
yapılamaz (8). Atipik tanısı alan olguların %50’sinde biopsi tekrarlanır. Tekrar biopsi için en
doğru yaklaşım; başlangıçta atipi tanısı alan bölgelerden 3 kor biopsi, komşu alanlardan 2 kor
biopsi ve diğer yerlerden 1 kor biopsi alınması şeklindedir (6,27,31,36).
Bazı çalışmalarda böyle olgularda tekrar biopsilerinde %60’ından fazlasında karsinom
görülmüştür (33,37).
Tekrar biopsisinin negatif olması karsinom varlığını ekarte ettirmez. Çünkü prostat
biopsilerinin yaklaşık %25 gibi oldukça büyük kısmında yanlış negatiflik izlenir. Kullanılan
imunohistokimya işaretleyicileri (34BE12 veya p63) ile çok sayıda atipik gland negatif ise
21
karsinom tanısı konulabilir. Benign prostat glandları bu antikorlarla boyanmada heterojenite
gösterdiğinden, yalnız birkaç glandın bu işaretleyicilerle boyanmaması onların malign
olduğunu göstermez. Nadir olarak prostat adenokarsinomunda tümör hücreleri 34BE12 ile
immunreaktivite gösterebilir. H&E boyalı kesitlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanser
tanısı alan olgularda nadir olarak fokal bazal hücre boyanması izlenebilir (6).
Atipik küçük glandüler formasyonlar genellikle üç veya beş gibi az sayıda gland içerirler.
Bunlar, karsinom glandlarına benzer şekilde, orta derecede yoğun fibröz stroma ile çevrili,
izole bir şekilde izlenir (33).
Iczkowski ve arkadaşlarının 33 olgu ile yaptığı çalışmada, ASAP için önerilen takip
metodu, yüksek grade’li PIN için uygulanan takip metodudur. ASAP, PIN’den farklı olarak,
tek bir antite değildir fakat yararlı bir tanı kategorisidir.Urologlar yüksek grade’li PIN
hastalarına tekrar biopsiler yapılmasının ve PSA seviyelerinin iki yıl boyunca, 6 ay süre ile
takip edilmesini tavsiye ederler (34,38,39).
Karsinom tanısında ilk adım, kanser için şüpheli yapısal patternin saptanmasıdır.
Karsinom tanısı için major kriterler; infiltratif pattern gösteren küçük glandlar ve PIN’e göre
daha büyük ve/veya düzensiz kribriform glandları içeren yapısal patternler, nükleer büyüme
ve nükleolus belirginliğidir. Minör kriterler ise; hafif mavi müsinöz sekresyon, pembe amorf
sekresyon, mitotik figürler, kristaloid, komşuluğunda yüksek grade’li PIN olması, amfofilik
sitoplazma ve nükleer hiperkromazidir (40).
Yoğun inflamasyon ve atrofi varlığında sınırlı odakta karsinom varlığı açısından dikkatli
olunmalıdır (40). Bazı olgularda atipik glandlar, benign atrofiden kesin olarak ayırımı
yapılamayan atrofik özellikler içerir. Aynı şekilde inflamasyon da prostatik glandlarda kanseri
taklit eden değişikliklere neden olabilir (31,38,41).
Genel olarak karsinom tanısı için üç veya daha fazla glandın yukarıdaki kriterleri
göstermesi gerektiğine inanılmakla birlikte nadiren tek neoplastik glandın varlığında da
yapısal, sitolojik ve diğer karsinom özellikleri yeterli ise tanı konulabilir (40).
Tanısı karsinom olmayan fakat şüpheli olan olgularda patoloğa deskriptif tanı yapması
önerilir. Deskriptif tanıda glandların; atipik benign lehine, atipik belirsiz veya atipik karsinom
lehine olduğu belirtilmelidir. “Atipik hiperplazi” terimi, tanısı karsinom olmayan şüpheli
küçük odakları tanımlamak için kullanılmamalıdır. Çünkü bu ifade belirsiz olup ürolog
tarafından prekürsor lezyon olasılığından çok invaziv karsinom için şüpheli lezyon şeklinde
yanlış yorumlanabilir (27,40).
ASAP olgularının ayırıcı tanısında yer alan lezyonlar; düşük grade’li adenokarsinom,
düşük ve yüksek grade’li PIN, atrofi (özellikle postatrofik hiperplazi), seminal
vezikül/ejakulatuar duktus, atipik adenomatöz hiperplazi, Cowper glandları (uretranın
membranöz kısmının proksimalinde bulunur), prostatik üretranın nefrojenik adenomu
(metaplazi) ve verumontanum mukozal gland hiperplazisidir (71).
Prostatın bu şüpheli lezyonlarını değerlendirmede immunohistokimyasal belirleyiciler en
sık HMWCK (34BE12) olmak üzere, son günlerde kullanıma giren p63, sitokeratin 5/6 ve en
yeni olarak AMACR (p504s) boyalarından yararlanılır (21).
ASAP, prostatın santral ve transizyonel zonunun değil, PIN ile birlikte dorso-periferal
zonunun bir lezyonudur (35,42).
Atipik küçük asiner proloferasyon (ASAP) konusunda kesin olan tek nokta; böyle bir tanı
alan hastaya ikinci biopsinin yapılmasının gerekliliğidir (8,32,38).
ATİPİK ADENOMATÖZ HİPERPLAZİ (ADENOZİS)
1965 yılında McNeal bu lezyona dikkat çekmiştir (29). Prolifere küçük veya orta
büyüklükte asinusların oluşturduğu, iyi sınırlı nodül şeklinde olup bazen komşu prostatik
22
stromaya uzanır(5). Küçük büyütmede iyi diferansiye (Gleason grade 1 ve 2) adenokarsinoma
benzer (5,8,29,30,43).
McNeal otopsi serilerinde, transizyonel zonda izlenen bu atipik küçük glandüler
lezyonu “atipik adenomatöz hiperplazi” olarak tanımlamıştır. Benzer lezyonlar için kullanılan
diğer terimler; in situ karsinom, adenozis, atipik adenozis, küçük asiner atipik hiperplazi,
atipik primer hiperplazi olup, son konsensus atipik adenomatöz hiperplazi teriminin
kullanılmasını önermiştir. Bazı önde gelen araştırmacılar ise “adenozis” terimini tercih
etmektedirler (5,29,30).
Atipik adenomatöz hiperplazi (AAH), genellikle transizyonel zonda görülse de bazen
periferal zonda da bulunabilir. Multifokal olabilir ve genellikle benign nodüler hiperplazi ile
ilşkilidir (5).
AAH’nin prevalansı değerlendirilen örneklerin tipine bağlıdır. Transuretral rezeksiyon
ve biopsi örneklerinin %19.6’sından fazlasında AAH odağı rapor edilmiştir. Yakın
zamandaki çalışmalarda kanser izlenmeyen transretral rezeksiyon örneklerinde prevalansı %
1.6 ile %7.3 arasında değişmektedir. İğne biopsilerinde ise prevalansı düşük olup bir seride %
0.8 olarak bulunmuştur (16).
Brawn, yaptığı çalışmada adenozis olgularının %6.4’ünde, nodüler hiperplazi olgularının
%3.7’sinde 5-15 yıllık takip sürelerinde karsinom geliştiğini bulmuştur. AAH izlenen
hastaların yaşları, karsinom hastalarından 5-10 yaş daha küçüktür (5,29,44).
McNeal ve arkadaşları, yaptıkları çalışmada AAH ile transizyonel zon prostat
adenokarsinomları arasındaki morfolojik benzerlikleri göstermişlerdir. Bu çalışma, AAH’nin
muhtemelen karsinom için prekürsor bir lezyon olduğunun en iyi kanıtı olsa da karsinom ve
AAH arasında kesin bağlantıyı gösteren bulgular henüz bildirilmemiştir (29).
Mostofi, Hedrick ve Epstein gibi bazı otoriteler ise AAH’nin benign bir lezyon olduğu
görüşünü tercih etmektedirler. AAH’nin transizyonel zonda olma eğilimi (karsinom nadiren
buradan köken alır), multifokal olması, sıklıkla nodüler hiperplazi ile birlikte görülmesi, en
azından fokal bazal hücre varlığı, benign lezyon düşüncesini desteklemektedir (29).
Proliferasyon belirleyiciler (Ki-67, MIB-I, PCNA) ile yapılan çalışmalarda AAH’nin
proliferasyon hızı, benign prostat hiperplazisi ve düşük grade’li adenokarsinom arasında
bulunmuştur (5,16).
AAH’de asinuslar kuboidal veya alçak kolumnar hücreler ile döşeli olup, normal
sekretuar hücrelere benzer. Nüve bazalde yerleşmiş olup orta derecede apikal sitoplazma
sıklıkla berrak bazen parlak eozinofilik ve granüler izlenir (5). Nüveler genellikle yuvarlak
veya oval olup, uniform kromatin içerir. Nukleer membranlar düzgün olup, nukleer ölçü ve
şekillerde hafif değişiklikler olabilir. Nukleolus belirgin değildir veya küçük bir nukleolus
izlenebilir (16). Bazal hücreler belirgin değildir ve HMWCK ile devamlı olmayan bir
boyanma gösterir (5).
Adenokarsinomda sık izlenen diğer özellikler; kristaloid, bazofilik müsin sekresyonu
AAH’de de bulunur fakat daha az oranda izlenir (16).
İyi diferansiye adenokarsinomun yanı sıra AAH’nin ayırıcı tanısında basit lobuler atrofi,
postatrofik hiperplazi, bazal hücre hiperplazisi,prostatik üretranın nefrojenik adenomu,
sklerozan adenozis, Cowper glandları yer alır (16,29,44).
ADENOZİS İÇİN TANI KRİTERLERİ (6,16,43,45,46)
Adenokarsinom
(Gleason grade 1 ve 2)
Adenozis
* Lobuler büyüme
İnfiltratif/gelişigüzel
23
* Küçük prolifere glandlar
ve daha büyük glandlar beraber
Bütün proliferasyon
küçük glandlardan oluşur
* Küçük glandlar sitoplazmik ve
nukleer özelliklerini beraberindeki
büyük glandlar ile paylaşır
Küçük glandlar
etrafındaki benign
glandlardan farklıdır
*Soluk-berrak sitoplazma
Amfofilik sitoplazma
*Hafif mavi müsinöz sekresyon (Nadir)
Hafif mavi müsinöz sekresyon (Yaygın)
*Korpora amilosea (Yaygın)
Korpora amilosea (Nadir)
*Glandlarda bazal hücreler
bazen izlenir
Bazal hücreler yoktur
*Bazı küçük glandlarda
bazal hücre spesifik
antikeratin antikorlarla
boyanma görülür
Bazal hücre spesifik
antikeratin antikorlarla
küçük glandlarda boyanma
boyanma görülmez.
İMMUNOHİSTOKİMYA İNCELEMELERİNDE KULLANILAN
BAZAL HÜCRE SPESİFİK İŞARETLEYİCİLER
*YÜKSEK MOLEKÜLER AĞIRLIKLI SİTOKERATİN (HMWCK, 34BE12)
Klasik histopatolojide prostat karsinomunun karakteristik özelliği bazal hücrelerin
yokluğudur (14,47,48,49). Bu ışık mikroskobik gözlem ilk olarak 1950 yılında Lewis
tarafından ifade edilmiş olup, 1953 yılında Totten ve arkadaşları tarafından tanı kriteri haline
getirilmiştir (47,50,51). Normalde de göze çarpmayan bu hücrelerin proliferatif ve neoplastik
lezyonlarda varlığı veya yokluğunun gösterilmesi zor ve bazen imkansız hale gelir. Sitokeratin
antikorlarının kullanıldığı immunohistokimya teknikleri bazal hücrelerin selektif boyanmasını
sağlar. Sekretuar hücrelerde ise boyanma izlenmez (14,52,33).
İnsan prostat dokusunda poliklonal anti-keratin immunperoksidaz boyanma patternleri
1980 yılının başlarında bildirilmiştir. Monoklonal anti-keratin ile prostat dokusunda yalnız
bazal hücrelerin boyandığına dair sonuçlar ise ilk olarak 1984 yılında Gown ve Wogel
tarafından rapor edilmiştir (53,54,55).
Nagle ve Brawer, bu antikorları benign prostat dokusu ve adenokarsinomlarından oluşan
küçük serilerde araştırmışlardır (53,56,57). 1989 yılında Hedrick ve Epstein bu antikorları
yalnız benign ve malign prostat dokularının ayırımında değil, prostat kanserlerinin benign
benzerlerinde de değerlendirmişlerdir. Daha sonra bu konuda çeşitli çalışmalar yapılmış olup
bu antikorun benign prostat dokusunu ve kanseri taklit eden benign lezyonları boyadığı ve
adenokarsinomu ise boyamadığına dair çok sayıda sonuç yayınlanmıştır (45,53).
HMWCK adenokarsinom ile karışan benign lezyonlar; adenozis, sklerozan adenozis, bazal
hücre hiperplazisi, atrofi, radyasyon atipisi içeren benign prostat dokusu ve berrak hücreli
kribriform hiperplazisinde de immunreaktivite gösterir (45,53). Bu antikor aynı zamanda
24
bazaloid karsinom ve PIN olgularının değerlendirilmesinde ve ince iğne aspirasyonlarında
benign ve malign prostatik dokuyu ayırmada da kullanılır (53).
Antisitokeratin antikor (34BE12) karakteristik olarak kompleks epitelde bulunan,
moleküler ağılıkları 68, 58, 56.5 ve 56 kDa olan 1, 5, 10, 11 yüksek moleküler ağırlıklı
sitokeratinler için spesifiktir (48,49).
Bazal hücre spesifik işaretleyicisi 34BE12 prostat karsinomunda bazal hücre yokluğunu
göstermek için yaygın olarak kullanılır (52,55,58). En yaygın kullanıldığı alanlar; iğne
biopsisinde atipik gland odaklarında ve TUR-P olgularında ise düşük grade’li
adenokarsinomu, adenozisden ayırmak içindir (54).
Bununla birlikte, bu antikor hassas olup, formalin fiksasyonu veya immunhistokimya
tekniklerinin etkilerinden dolayı farklı boyanma gösterir (45,55). Uzamış formalin fiksasyonu
34BE12 antijenitesini azaltır (49,58,59).
Bu testin kullanılması açısından en büyük sakıncası, benign asinuslarda bu antikorla
arasıra reaktivite izlenmemesidir (52,60). Pek çok otorite, bu durumu kabul etmesine rağmen
immunhistokimyasal
olarak nonreaktif benign asinusların prevalansı, sebepleri ve
lokalizasyonu hakkında çok az çalışma vardır (52).
Ayrıca Googe ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada primer ve metastatik karsinomlarda,
34BE12 ile boyanan tümör hücreleri olduğunu bildirmişlerdir. Bu primer karsinomların
Gleason skorları yüksek olup en az 7 olarak ifade edilmektedir. 34BE12 ile yanlış pozitif
boyanma, bazı antijen retrieval teknikleri ile ilişkili olduğu bildirilmektedir (47,48).
*p63
p63 geni, p53 gen ailesinin bir üyesidir (12,50,51,61,62,63,64). Kromozom 3q27’ de
yer almaktadır (65,66,67).
p63, selektif olarak çeşitli epitelyal dokuların bazal hücrelerinde eksprese edilir (12,63).
Yapılan çalışmalar, p63’ün epitelyal proliferasyon ve farklılaşma programında anahtar rolü
oynadığını göstermiştir. p63’ün yokluğu epidermal diferansiasyonda defekte yol açar ve
meme, lakrimal gland ve prostat agenezisi izlenir (50,61,68).
Immunhistokimyasal analizler p63’ün deri ve skuamöz mukozal yüzeylerdeki skuamöz
epitelin bazal hücre tabakasında, mesanenin transizyonel epitelinde ve meme ve prostatın
myoepitel hücrelerinde varlığını göstermiştir (55,61,69). Ayrıca psödostratifiye respiratuar
epitelde, bronşiyal glandların myoepitelyal hücreleri ve plasentanın sitotrofoblastlarında da
gösterilmiştir. Germinal merkezlerde de dağılmış halde lenfoid hücrelerde p63 pozitivitesi
izlenir (61,67). p63’ün en az altı major izotipi gösterilmiştir (12,68,70).
İlk olarak Yang ve arkadaşları, p63 geninin kritik rolünün insan prostat glandı ile
ilişkisini spesifik olarak bildirmişlerdir. Signoretti ve arkadaşları ise p63’ün prostat glandının
gelişmesindeki rolüne ve prostatik bazal hücre işaretleyicisi olarak yararlılığına dikkat
çekmişlerdir (55).
Prostatik bazal hücrelerinde ΔNp63 izoformu ana izoform olarak tespit
edilmiştir (12,55,66).
p63 nükleer bir boyadır. Bazal hücreler için HMWCK’dan daha sensitif ve spesifik bir
işaretleyici olduğu bildirilmiştir (12,51,55). p63’den daha iyi sensitivite ve spesifisite ise, p63
ve HMWCK’nın kombine edilerek kullanıldığı kokteyl boyalarda izlenir (51,58).
25
Ayrıca çeşitli bölgelerdeki skuamöz hücreli karsinom, bazal hücreli karsinom ve
ürotelyal karsinomda p63 ekspresyonu izlenir (64).
*Prostat Immunohistokimya İncelemelerinde Kullanılan Yeni Immun Boya:
Alfa-methylacyl Coenzyme A racemase (AMACR, P504S)
AMACR, dallanmış zincirli yağ asidleri ve safra asidleri metabolizmasında görev alan
bir enzim olup prostat kanseri de dahil olmak üzere bir çok insan kanseri ve onların
prekürsörlerinde saptanan yeni bir tümör belirleyicisidir.
AMACR sitoplazmik bir boya olup negatif bazal hücre işaretleyicilerinin aksine,
prostat kanserinde pozitif boyanır.
Immunohistokimyasal incelemelerde başlangıçta AMACR ile prostat kanserinde
%97-100 oranında kuvvetli ve uniform pozitivite bulunduğu bildirilmiştir. Son dönem
çalışmalarında ise iğne biopsilerinde izlenen sınırlı prostat kanserlerinde bu oran ancak %80
olarak ifade edilmektedir. Prostat kanserlerinin morfolojik varyantları; atrofik, köpüksü gland
ve psödohiperplastik tiplerinde ise daha az kuvvetli ve daha heterojen bir boyanma
göstermekte olup pozitivite %60-80 oranında izlenir.
AMACR, yüksek grade’li PIN lezyonlarının büyük kısmında, adenozis olgularında
%10-15 oranında ve arasıra morfolojik olarak benign olan glandlarda da pozitivite gösterir
(21,60,71).
MATERYAL VE METOD
2001- 2004 yılları arasında Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümüne gelen
prostat materyalinden 34 olgu seçilerek retrospektif olarak incelenmiştir.
Bu 34 olguya ait H&E boyalı kesitler incelenerek 52 parafin blok çalışma için seçilmiştir.
Seçilen materyallerin; 24’ü iğne biopsisi, 2’si transuretral rezeksiyon (TURP), 6’sı radikal
prostatektomi ve 2’si açık prostatektomi materyalidir.
Olguların dağılımı ise; 10 atipik küçük asiner proliferasyon (ASAP), 11 düşük grade’li
adenokarsinom, 9 yüksek grade’li adenokarsinom ve 6 yüksek grade’li PIN olgusu şeklinde
olup bazı olgulardan birden fazla parafin blok incelemeye alınmıştır. Seçilen her parafin bloğa
p63 ve HMWCK boyaları immunhistokimyasal olarak uygulandı.
*Immunhistokimyasal Boyama İşlemleri
Seçilen parafin bloklardan elde edilen 5 mikrometre kalınlıktaki kesitler, önceden
poly-L-Lysin ile kaplanmış lamlara alındı. Kesitler bir gece önce 57 C º’ lik sıcaklıkta etüvde
bekletildi. Deparafinizasyon işlemi için etüvden alınan kesitler 30 dakika süresince 3 ayrı şale
ile ksilolden geçirildi. Daha sonra derecesi azalan alkollerden 20 dakikada geçirilen kesitler
distile su ile yıkandı. Antijen retrieval amacıyla plastik taşıyıcıya alınan kesitler, kesit
yüzeyini örtecek şekilde pH6 sitrat buffer solusyonu içine yerleştirildi. 3 kez 5’er dakikalık
sürelerle toplam 15 dakika mikrodalga fırında şoklandı. Oda sıcaklığında 10 dakika
26
bekletildikten sonra kesitler distile su ile yıkandı. Dokuların etrafı hidrofobik kalem ile çizildi
ve kesitler PBS (phosphate buffered saline) ile yıkandı. Dokudaki endojen peroksidaz
aktivitesini ortadan kaldırmak amacıyla, kesitlerin üzerine hidrojen peroksidin %0.3’lük
çözeltisi damlatılarak 20 dakika bekletildi. Kesitler tekrar PBS ile yıkandı. HMWCK ile
boyanacak kesitlere tripsin solusyonu damlatılıp 15 dakika bekletildi. Tekrar distile su ile
yıkanıp PBS’e alındı. Nonspesifik bağlanmaları engellemek amacıyla kesitler üzerine 10
dakika Ultra V Block Nonspesific Blocking Reagent (Lab Vision Corporation, Westinghouse,
CA,USA-Kat. No: TA-060-HL) uygulandı ve sonrasında distile su ile yıkandı. Ardından PBS
banyosundan geçirilen kesitlere; keratin HMW Ab-3 (34bE12, Neomarkers, Fremont
Ca,USA-Kat. No: MS-1447-R7) ve p63 Ab-4 (Cocktail, Neomarkers, Fremont CA,USAKat. No: MS-1084-R7) damlatılıp 30 dakika bekletildi. Daha sonra distile suyla yıkandı ve
4 ayrı PBS banyosunda 10 dakika yıkandı. Sekonder antikor olarak Biotinylated Goat AntiMouse (Lab Vision Corporation, CA, USA, Kat. No: TP-125-BN) uygulandı ve 25 dakika
bekletildi. Kesitler tekrar 4 ayrı PBS banyosunda yıkandı ve kesitlerin üzerine immun
reaksiyonu gözlemlemek için işaretleyici (label) olarak Streptavidin (Lab Vision
Corporation Large volume Streptavidin Peroxidase, Fremont CA, USA- Kat. No:
TS-125-HR ) damlatılarak 25 dakika beklendi. PBS ile yıkanan kesitlerin üzerine ımmun
reaksiyonu gözlemlemek için AEC kromojen sistemi (Lab Vision Corporation Large volume
AEC Substrate System, Fremont CA, USA-Kat. No: TA-125-HA) kullanıldı. 20 mikrolitre
AEC kromojen, 1 ml AEC substrat ile karıştırıldıktan sonra kesitlere 15 dakika süre ile
uygulandı. Daha sonra kesitler distile su ile yıkanıp zıt boya olarak 3 dakika hematoksilen ile
boyandı. Kapama maddesi damlatılarak kesitler kapatıldı.
*Immunreaktivitenin Değerlendirilmesi
Bu çalışmada pozitif kontrol için çevre prostat dokusu dikkate alındı. HMWCK
immunreaktivitesi sitoplazmik boyanmanın varlığında pozitif kabul edildi. p63
immunreaktivitesi nükleer boyanmanın varlığında pozitif kabul edildi.
Değerledirilen prostat glandının çevresi tamamen boyandığında kesintisiz boyanma,
parsiyel olarak boyandığında kesintili boyanma olarak nitelendirildi. Boyanmanın şiddeti
kuvvetli ve zayıf olarak iki kategoride değerlendirildi.
Her iki immun boya kesitinde aynı alanlar incelenerek boyanma farklılıkları
değerlendirildi.
*İstatistiksel Yöntem
İstatistiksel inceleme SPSS 9.0 programı kullanılarak yapıldı.Vaka sayısının azlığı
nedeniyle, değerlendirmelerde Mann-Whitney-U testi kullanıldı. p< 0.05 ise istatistiksel
olarak anlamlı olarak kabul edildi.
BULGULAR
2001-2004 Yılları arasında Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümüne
gelen 11 adet düşük grade’li adenokarsinom, 9 adet yüksek grade’li adenokarsinom , 6 adet
yüksek grade’li PIN ve 10 adet ASAP olgusuna ait; 16 düşük grade’li adenokarsinom, 12
yüksek grade’li adenokarsinom, 12 yüksek grade’li PIN ve 14 adet ASAP lezyonu içeren blok
incelenmeye alınmıştır. Seçilen her bloğa HMWCK ve p63 immunhistokimya boyaları
27
uygulanmıştır. HMWCK sitoplazmik boyanma yaparken p63 nükleer boyanma yapmaktadır.
(Resim-1 ve 2)
14 Adet ASAP olgusundan 4 tanesinde lezyon immun boya kesitlerinde kaybolduğundan
değerlendirilemedi. Lezyonda izlenen gland sayısı 2 ile 30 arasında değişmekte olup ortalama
gland sayısı 15’tir. Bu olgularda PSA düzeyleri 2.55 ile 31 ng/ml. arasında değişmekte olup
PSA medyan değeri 10.01 ng/ml olarak bulunmuştur. ASAP tanısı alan olguların yaşları 55 ile
75 arasında değişmekte olup ortalama yaş 67 dir. (Resim-3)
10 ASAP olgusundan 3’ünde HMWCK ve p63 boyalarının her ikisi ile de
immunreaktivite izlenmedi. Diğer olgularda ise karışık bir boyanma izlenmekte olup
HMWCK ile bir olguda, p63 ile 4 olguda ağırlıklı olarak kesintili ve kuvvetli boyanma
izlendi. HMWCK ile 6 olguda, p63 ile 2 olguda kesintisiz ve kuvvetli boyanma izlendi.
1 olguda ise p63 ile kesintili ve kesintisiz boyanma eşit izlendi.
Boyanma oranları açısından değerlendirildiğinde HMWCK ile %0-100 oranında (ort. %
32), p63 ile %0-100 oranında (ort.%32) immunreaktivite izlenmedi. HMWCK ile kesintili
boyanma %0-80 oranında (ort.%15.5), p63 ile %0-100 oranında (ort.%51.6) izlendi.
Kesintisiz boyanma ise HMWCK ile %0-100 oranında(ort.52.5) ve p63 ile %0-57 oranında
(ort. %16.4) izlendi.Yapılan istatistiksel değerlendirmede ASAP olgularında kesintili
(p=0.044) ve kesintisiz (p=0.017) boyanma açısından anlamlı fark bulunmuştur. ASAP
olgularında HMWCK kesintisiz ve kuvvetli boyarken, p63 kesintili ve kuvvetli boyadı.
(Tablo-1,Şekil-1)
Düşük grade’li adenokarsinom olgularında mümkün olanlarda 100 gland, olmayanlarda
25 ve 50 gland sayılarak HMWCK ve p63’ün nasıl bir reaktivite gösterdiği hesaplandı.
HMWCK ile %88-100 oranında (ort.%96.68), p63 ile %84-100 oranında (ort.%96.37)
immunreaktivite izlenmedi. HMWCK ile kesintili, kuvvetli-zayıf %0-12 (ort.%2), kesintisiz
kuvvetli- zayıf %0-10 oranında (ort.%1.30) boyanma izlendi. p63 ile kesintili, kuvvetli-zayıf
%0-12 (ort.%3.30), kesintisiz kuvvetli-zayıf %0-4 (ort.0.31) oranında boyanma izlendi.
Yapılan Mann- Whitney-U testine göre iki immunhistokimya boyası arasında immunrektivite
yönünden anlamlı fark bulunmadı. (p>0.05) (Tablo-2, Şekil-2)
KESİNTİLİ
VAKA
NO
IHK
BOYANMA
YOK (%)
KESİNTİSİZ
BOYANMA (%)
BOYANMA (%)
KUVVETLİ ZAYIF KUVVETLİ ZAYIF
28
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
100
-
-
-
-
100
100
-
-
-
-
100
100
-
-
-
-
100
20
80
-
-
-
20
-
80
41
-
59
-
-
100
17
-
83
-
-
43
17
-
57
83
-
-
43
-
-
57
100
-
-
50
-
-
50
100
-
-
100
-
-
100
-
-
100
-
-
-
Tablo-1:ASAP lezyonunda glandların HMWCK ve p63 ile boyanma oranları
(Mann-Whitney-U testine göre; kesintili boyanma p=0.044, kesintisiz boyanma p=0.017,
diğer satırlarda p>0.05)
29
ASAP OLGULARINDA IMMUNREAKTİVİTE
120
BOYANMA ORANI (%)
100
80
BOYANMA YOK
KESİNTİLİ BOYANMA
KESİNTİSİZ BOYANMA
60
40
20
VAKA
NO
2
4
5
6
7
8
9
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
p63
3
HMWCK
HMWCK
p63
p63
1
HMWCK
HMWCK
IHK
0
10
IMMUN BOYA
Şekil-1: ASAP lezyonunda her iki ımmun boya ile glandların boyanma oranları izlenmektedir.
LOW GRADE’ Lİ ADENOKARSİNOMDA IMMUNREAKTİVİTE
Şekil-2: Low grade adenokarsinom olgularında her iki ımmun boya ile boyanma oranları
VAKA
NO
IHK
BOYANMA
YOK(%)
KESİNTİSİZ
KESİNTİLİ
BOYANMA (%)
BOYANMA (%)
KUVVETLİ ZAYIF KUVVETLİ
ZAYIF
30
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
97
2
-
1
-
97
100
3
-
-
-
-
100
96
2
-
2
-
96
100
4
-
-
-
-
100
90
4
-
6
-
90
88
10
-
12
-
-
100
100
-
-
-
-
100
98
2
-
-
-
97
94
2
2
2
1
2
-
94
90
6
-
-
10
-
90
98
-
10
2
-
-
94
100
2
-
4
-
-
-
100
100
-
-
-
-
100
100
-
-
-
-
100
96
4
-
-
-
100
100
-
-
-
-
84
12
-
4
-
Tablo-2: Düşük grade’li adenokarsinomda her iki ımmun boya ile boyanma oranları
izlenmektedir.(Mann-Whitney-U testine göre p>0.05)
31
Yüksek grade’li adenokarsinom olgularında ise,yalnız bir olguda tümör alanında her iki
boya ile de pozitif glandlar izlendi. p63 ile tek tek hücresel düzeyde bir boyanma izlenirken
HMWCK ile daha yoğun bir boyanma görüldü.(p>0.05) (Tablo-3) (Resim-4 ve 5)
VAKA NO GLEASON IHK
SKOR
1
2
4+3
4+3
3
4+3
4
4+3
5
4+3
6
4+3
7
4+3
8
4+3
9
4+4
10
4+5
11
4+5
12
4+4
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
HMWC
K
p63
BOYANMA BOYANMA
YOK
VAR
+
-
+
+
-
+
+
+‫٭‬
+
+
+‫٭‬
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
+
-
+
-
Tablo-3: Yüksek grade’li adenokarsinom olgularında HMWCK ve p63
boyalarının immunreaktivitesi (p >0.05)
(‫٭‬: p63 ile tümör alanında hücresel düzeyde bir boyanma izlenirken,
HMWCK ile glandı kısmen çevreleyen bir boyanma izlendi.)
32
Yüksek grade’li PİN olgularında ise aynı alanda 10 gland sayılarak her iki immun
boyanın reaktivitesi değerlendirildi. Değerlendirilen alanda her iki boya ile boyanmamış
yüksek grade PİN içeren gland görülmedi. HMWCK ile kesintili, kuvvetli-zayıf boyanma %0100 oranında (ort.%53.33), p63 ile %0-100 (ort.%73.33) oranında boyanma izlendi.
HMWCK ile kesintisiz, kuvvetli-zayıf boyanma %0-100 (ort. %46.67) oranında , p63 ile %
0-80 (ort. 26.63) oranında izlendi.Yüksek grade’li PİN olgularında HMWCK ile daha çok
kesintisiz boyanma izlenirken p63 kesintili bir boyanma yapmıştır. Fakat yapılan
Mann-Whitney-U testine göre istatistiksel bir fark bulunmadı. (p>0.0.5) (Tablo-4, Şekil-4)
(Resim -6 ve 7). Yüksek grade’li PİN olguları radikal prostatektomi olgularından
seçildiğinden, bu kesitlerde çevredeki bazı malign glandların her iki boya ile immunreaktivite
gösterdiği izlenmiştir. (Resim -8 ve 9) (Resim-10 ve 11)
VAKA NO
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
IHK
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
HMWCK
p63
BOYANMA YOK
-
KESİNTİLİ
BOYANMA (%)
KUVVETLİ ZAYIF
20
70
30
20
70
90
100
100
100
100
30
100
90
60
40
30
80
80
100
10
60
70
70
KESİNTİSİZ
BOYANMA (%)
KUVVETLİ ZAYIF
80
30
70
80
30
10
70
10
30
10
60
70
20
20
100
90
40
30
30
Tablo-4: Yüksek grade’li PIN olgularında HMWCK ve p63 ımmun boyalarının
değerlendirilmesi. (p>0.05)
YÜKSEK GRADE’ Lİ PIN OLGULARINDA IMMUNREAKTİVİTE
33
Şekil-4: Yüksek grade’li PIN olgularında HMWCK ve p63 ımmun boyalarının
karşılaştırılması
Kategoriler genel olarak değerlendirildiğinde; 10 ASAP olgusundan 5’inde HMWCK
ve p63 ile eşit boyanma izlendi. 5 olguda ise farklılıklar izlendi. 16 düşük grade’li
adenokarsinom olgusunda ise 6’sında eşit boyanma izlenirken 10 olguda farklılıklar izlendi.
12 yüksek grade’li adenokarsinom olgusundan 8’inde eşit boyanma izlenirken 4’ünde
farklılıklar izlendi. Yüksek grade’li PIN olgularında ise 12 olgudan 3’ünde eşit boyanma
izlenirken 9’unda farklılıklar izlendi. (Tablo-5,Şekil-5)
Bu farklılıklar incelendiğinde 10 düşük grade’li adenokarsinom olgusundan 7’sinde
p63 daha başarılı, 3’ünde HMWCK daha başarılı bulundu. 4 yüksek grade’li adenokarsinom
olgusundan 1’inde p63 daha başarılı iken, 3 ‘ünde HMWCK daha başarılı bulundu. 9 high
grade PIN olgusunda ise 3’ünde p63, 6’sında HMWCK daha başarılı izlendi. (Tablo-6,
Şekil -6) Bu değerlendirme yapılırken tümör alanında malign glandlarda yanlış pozitif
boyanmalar, aradaki rezidüel benign glandlarda, çevre benign ve PIN izlenen glandlardaki
boyanmalar dikkate alındı.(Resim 12 ve 13) PIN lezyonları değerlendirilirken yapısal olarak
benign olduğu kriterine dayandırılarak incelendi. ASAP olgularında ise lezyonun kendisi
belirsizlik içerdiğinden ve tekrar biopsileri olmadığı için ımmun boyalarda başarı anlamında
bir değerlendirme yapılamadı.
LEZYON
ASAP
LOW G.A.
HIGH G.A
HIGH G.
PIN
HMWCK ve p63
EŞİT
5
6
8
3
HMWCK ve p63 EŞİT
DEĞİL
5
10
4
9
34
TOPLAM
VAKA
10
16
12
12
Tablo-5: Olguların HMWCK ve p63 ile gösterdikleri ımmunreaktivitenin genel
değerlendirmesi (G: Grade, A: Adenokarsinom)
LEZYON
LOW G.A
HIGH G.A
HIGH G.
PIN
P63 DAHA
BAŞARILI
7
1
3
HMWCK DAHA
BAŞARILI
3
3
6
TOPLAM
VAKA
10
4
9
Tablo-6: HMWCK ve p63 ile eşit olarak boyanmayan olgularda başarı değerlendirilmesi
(G:Grade, A:Adenokarsinom)
18
16
14
VAKA SAYISI
12
10
HMWCK ve p63 EŞİT
HMWCK ve p63 EŞİT DEĞİL
TOPLAM VAKA
8
6
4
2
0
ASAP
LOW G.A
HIGH G.A
HIGH G. PIN
LEZYON
Şekil-5: Olguların HMWCK ve p63 ile gösterdikleri immunreaktivitenin genel
değerlendirmesi (G: Grade, A:Adenokarsinom)
35
Şekil12
10
VAKA SAYISI
8
LOW G.A
6
HIGH G.A
HIGH G. PIN
4
2
0
p63 DAHA BAŞARILI
HMWCK DAHA BAŞARILI
TOPLAM VAKA
IMMUN BOYA
6:HMWCK ve P63 ile lezyonlarda eşit boyanmayan lezyonlarda başarı durumu
(G: Grade, A: Adenokarsinom)
36
TARTIŞMA
Prostat adenokarsinomu erkeklerde en sık görülen kanser olup, kanserden ölümler
açısından ikinci sıradadır (2,6,7,8,19,20). Prostat kanseri tipik olarak 50 yaş üzeri erkeklerin
hastalığıdır. Artmış risk taşıyan erkeklerde prostat kanseri taramalarına 40 yaşında başlanması
önerilir (20).Prostat kanserinin erken saptanması için dijital rektal muayene ve PSA testinin
yaygın kullanımı, transrektal USG eşliğinde prostat biopsisi uygulanan erkeklerin sayısında
dramatik bir artışa yol açmıştır (36). Bu durum ‘tanısı kanser olmayan,şüpheli küçük
glandüler formasyonlar’ (ASAP) problemi ile karşılaşma olasılığını yükseltmiştir (33,34,35).
Yapılan araştırmalarda insidansı çeşitli kaynaklarda farklı olmakla birlikte %1.5-2.5 ile
%4-6 şeklinde ifade edilmektedir (8,34,37,72).Bizim bölümümüzde bu oran 2003 yılı için
yaklaşık %3, 2004 yılı için %1 civarındadır.
Iczkowski ve arkadaşlarının 33 olgu ile yaptığı çalışmada ASAP izlenen olgularda yaş
45 ile 72 arasında olup, ortalama yaş 61.6 olarak ifade edilmektedir (34). Cheville ve
arkadaşlarının 48 olgu ile yaptığı çalışmada ise kanser şüpheli atipik odaklar içeren olgularda
hastaların yaşları 55 ile 85 arasında değişmekte olup ortalama yaş 69±7.6 olarak
belirtilmektedir (37). Bizim olgularımızda ise yaş 55 ile 75 arasında değişmekte olup,
ortalama yaş 67dir. Iczkowski’nin çalışmasında tekrar biopsilerinde kanser saptanan olgularda
ortalama yaş 64.3 iken, saptanmayan olgularda 59.4 şeklindedir (34). Bizim olgularımızın ise
tekrar biopsileri mevcut olmayıp yalnız bir olguda ASAP tanısından sonra TUR operasyonu
uygulanmış olup tanısı nodüler hiperplazi olarak rapor edilmiştir.
ASAP tanısı sonrası tekrarlanan biopsilerde adenokarsinom görülme oranı çalışmalarda %
45 -49 ve %60 şeklinde bildirilmektedir (34,37,51,72). Tekrar biopsilerinde adenokarsinom
görülme oranı bu kadar yüksek iken biopsi tekrarlanan hasta sayısının %47-63 gibi düşük
oranlarda kalmasının nedenleri açık değildir (34,72,73).
Tekrar biopsilerinde kanser saptanan olguların %39 kadarında kanser, başlangıçtaki ASAP
izlenen alandan farklı lokalizasyonda tespit edilmiştir. Bu durum tekrar biopsilerinin prostatın
tamamını içermesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır (74).
ASAP lezyonunda izlenen gland sayısı genellikle üç veya beş gibi az sayıdadır (33,42).
Iczkowski ve arkadaşlarının çalışmasında izlenen gland sayısı 2 ile 25 arasında değişmekte
olup ortalama 7.9 dur (34). Diğer bir çalışmada ise gland sayısı ortalama 11± 10 olarak
bulunmuştur (35). Cheville ve arkadaşlarının çalışmasında atipik odaklardaki gland sayısı 1
ile 67 arasında değişmekte olup ortalama 20.7± 14.6 olarak hesaplanmıştır (37).Bizim
çalışmamızda ise 2 ile 30 arasında değişmekte olup, ortalama gland sayısı 15 tir.
ASAP şüphesi ile incelenen olgularda değerlendirmede zorluk yaratan sebepler; odağın
küçük olması, yapılan kesitlerde gözden kaybolması, ikna edici sitolojik anormalliklerin
yokluğu, beraberinde inflamasyon olması, dokuda ezilme artefaktı mevcudiyeti, fokal atrofi ve
keratin 34BE12 (HMWCK)
immun boyasının başarısız olmasıdır. Iczkowski ve
arkadaşlarının çalışmasında %61 oranında lezyonun kesitler sırasında gözden kaybolduğu
belirtilmektedir (34). Bizim çalışmamızda ise bu oran %28.57 dir.
Helpap ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 114 ASAP olgusu incelenmiş ve bu odakların
berrak sitoplazmalı, hafifçe büyümüş nüve, küçük veya orta büyüklükle nükleolus içeren
hücrelerin oluşturduğu ve luminal müsin içeren asinuslardan oluştuğu belirtilmektedir. Bu
olguların hiçbirinde adenokarsinomda izlenen belirgin nükleolus izlenmemektedir (33,42).
Bizim olgularımızda ise sırt sırta vermiş, çapları küçük asiner yapılarda yer yer berrak
sitoplazma ve küçük nükloeolus ve pleomorfik nüveler izlenmekte olup adenokarsinomda
izlenen boyutta nükleolus görülmedi.
Iczkowski ve arkadaşlarının çalışmasında izlenen PSA değerleri 1.1 ile 20.2 ng/ml.
arasında değişmekte olup medyan değeri 7.3 ng/ml.dir (34). Cheville ve arkadaşlarının
çalışmasında serum PSA düzeyi 1.1 ile 51.3 ng/ml arasında değişmekte olup medyan değeri
7.25 ng/ml. olarak bulunmuştur (37). Bizim olgularımızda ise PSA 2.55 ile 31 ng/ml.
37
arasında olup medyan değeri 10.01 ng/ml.dir. Olgularımızın büyük kısmında PSA değeri
normalin (<4 ng/ml) üstünde izlendi.
Helpap ve arkadaşlarının çalışmasında, ASAP olgularına uygulanan immunhistokimyasal
incelemede; 34BE12 (HMWCK) ile %21.9 oranında kesintisiz boyanma, %50.9 oranında
kesintili boyanma izlenmekte olup ve %27.2 oranında boyanma görülmemektedir. Bu
olgularda, yüksek proliferatif aktivitenin göstergesi olan MIB-I bağlanma indeksi; kesintisiz
boyananlarda %6.7, kesintili boyananlarda %8.1 ve hiç boyanmayanlarda %9.4 olarak
belirtilmektedir. Bu üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmasa da her üç grup
da benign prostat hiperplazisinden yüksek bir oran göstermekte ve düşük grade’li
adenokarsinomdan belirgin bir fark izlenmemektedir (33). Bizim olgularımızda ise her iki
immun boya; HMWCK ve p63 ile %32 oranında immunreaktivite izlenmez iken HMWCK ile
%15.5, p63 ile %51.6 oranında kesintili boyanma izlendi. HMWCK ile %52.5 oranında, p63
ile %16.4 oranında kesintisiz boyanma görüldü. Kesintili ve kesintisiz boyanma açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. HMWCK ile boyanmayan glandlar p63 ile de
boyanmadı. Diğer glandlar ise HMWCK ile kesintisiz boyanırken, p63 ile kesintili bir
boyanma gösterdi.
Helpap ve arkadaşlarının çalışmasında belirtildiği gibi bazal hücrelerin fragmente
görünümünün yol açtığı kesintili boyanmanın; kullanılan teknik sonucu olan bir artefakt mı
yoksa karsinoma geçiş mi olduğu bilinmemektedir (33). HMWCK ve p63 immunhistokimya
boyalarının olgularımızda oluşturduğu anlamlı istatistiksel farkın ne yönde değerlendirilmesi
gerektiği açık değildir.
ASAP tanısı, lezyonun natürünün belirsiz olması yüzünden, ne patologlar ne de ürologlar
için gerçek anlamda yeterli değildir (33).
Murphy’e göre ASAP terimi prostat patolojisinde, tanıda bulanıklık yarattığı için kötü bir
fikirdir. O’na göre ASAP olarak tanımlanan glandların büyük kısmı karsinoma
benzemektedir (33,75).
Iczkowski 2 çalışmasında ASAP olgularını şüphe seviyesine göre 3 kategoride
değerlendirmektedir; 1-benign lehine,2- şüpheli, 3-karsinom lehine. Bu olguların takibinde
karsinom görülme oranları; bir çalışmada sırasıyla %20, %25 ve %60 şeklinde, diğer
çalışmada %44, %44 ve %41 şeklinde olup bu sonuçların anlamlı olmadığı ifade edilmektedir
(34,35,38).
Helpap ve Köllermann’a göre vurgulanması gereken ASAP’un yeni bir tümör veya
prekürsor bir antite olmadığı fakat bilinen tanı prosedürlerinin lezyonun değerini veya
malignitesini net olarak tanımlayamadığıdır. Sonuç olarak urologlar bu yeni terim ‘ASAP’
yüzünden tedirgin olmamalıdırlar fakat bu ikilem ve biopsi tekrarının gerekliliği hakkında
bilgilendirilmelidir (42).
Brausi ve arkadaşlarının çalışmasında 71 ASAP olgusundan 25 tanesine, tanıdan hemen
sonra radikal prostatektomi operasyonu uygulandığı ve bu olguların hepsinde adenokarsinom
tespit edildiği belirtilmektedir. Bu çalışmanın sonucu olarak ASAP tanısı alan genç hastalarda
hemen radikal prostatektomi operasyonu uygulanması bir tedavi seçeneği olarak önerilse de
Bostwick, Catolona gibi otoriteler bu durumu şüphe ile karşılamaktadırlar (76).
Epstein’e göre ASAP ifadesinin en büyük avantajı tanımlayıcı bir terminolojiye ihtiyaç
duyulmaksızın iletişimde sağladığı kolaylıktır. Bununla birlikte ASAP, yüksek grade’li PIN
gibi spesifik bir antite değildir fakat geniş bir lezyon grubunu ifade eder (38,72).
Gardner ise ASAP teriminin açıklama ve aydınlatmadan çok şaşırtıcı ve anlaşılmaz
olduğunu ileri sürmektedir. ASAP terimini önerenler ve eleştirenlerin hem fikir olduğu nokta
ise prostat iğne biopsilerinde, benign, malign veya yüksek grade’li PIN tanılarından herhangi
birinin konamadığı şüpheli lezyonların varlığıdır (35).
Prostatik asinuslarda bazal hücrelerin yokluğu asiner adenokarsinomun karakteristik
özelliğidir (14,47,48,49). Rutin H&E boyalı preparatlarda bazal hücrelerin saptanması zor
hatta olanaksız olabilir (45,77).
38
Yapılan araştırmalar sonucu ilk olarak 1984 yılında Gown ve Vogel tarafından
monoklonal anti-keratin ile prostat dokusunda yalnız bazal hücrelerin boyandığına dair
sonuçlar bildirilmiştir (53,54,55).
Bazal hücre spesifik işaretleyici; 34BE12 (HMWCK) prostat karsinomunda bazal hücre
yokluğunu göstermek için yaygın olarak kullanılır (52,55,58).
Son zamanlarda nükleer bir protein olan p63’ün de tanıda yararlı, bazal hücre
işaretleyicisi olduğu gösterilmiştir (58). p63 geni, p53 gen ailesinin bir
üyesidir (50,51,61,62,63).
34BE12 ve p63 immun boyalarının her ikisi de negatif işaretleyiciler olup farklı olarak
34BE12 bazal hücrelerin sitoplazmasını, p63 ise nüvesini boyamaktadır (21,55).
Bizim çalışmamızda düşük ve yüksek grade’li adenokarsinom ile yüksek grade’li PIN
olgularında, HMWCK ve p63 immun boyalarının reaktivitesi yönünden istatistiksel olarak
anlamlı bir fark oluşmadı. (p>0.05) Bununla birlikte istatistik olarak yansımasa da iki immun
boya arasında bazı farklılıklar izlendi.
Olgularımızda, benign glandlarda HMWCK ile p63’e oranla daha iyi immunreaktivite
izlenmiştir. p63’ün kesintili bir boyanma yaptığı benign glanlarda HMWCK ile kesintisiz bir
boyanma izlenmiştir.
Shah ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise prostat iğne biopsilerinde benign glandlarda
%53 oranında iki boya ile aynı boyanma, %41’inde p63 ile daha yüksek oranda, %6’sında ise
HMWCK ile daha yüksek ve kuvvetli bir boyanma izlenmektedir. TUR-P örneklerinde ise
benign glanlarda HMWCK ile %75, p63 ile %93 oranında pozitif boyanma görülmektedir.
Yani benign glandlarda p63 daha yüksek oranda bazal hücreleri boyarken aynı zamanda daha
az şüpheli boyanma yapmaktadır. Bu fenomen özellikle TUR-P örneklerinde daha belirgindir
(55). Shah ve arkadaşlarının p63’ü daha 34BE12’den daha sensitif bulduğu çalışmasının
aksine Wu ve arkadaşlarının 100 olgu ile yaptığı çalışmada, benign bazal hücrelerde 34BE12,
p63’e oranla daha sensitif bulunmuştur (59).
Zhou ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise TUR-P örneklerindeki benign glandlarda
34BE12 ve p63 birlikte bazal hücre kokteyli olarak, tek tek 34BE12 ve p63 ile
karşılaştırılmıştır. Buna göre bazal hücre kokteyli (34BE12&p63) ile , benign glandlarda %93
oranında kesintisiz ve kuvvetli, %1 oranında kesintili ve kuvvetli boyanma izlenirken 34BE12
ile sırasıyla, %55 ve %4 oranında, p63 ile %81 ve %1 oranında izlenmektedir. Bazal hücre
kokteyli ile %0 oranında kesintisiz ve zayıf, %0 oranında kesintili ve zayıf boyanma
izlenirken, 34BE12 ile sırasıyla %8 ve %7, p63 ile %4 ve %1 oranında izlenmektedir. Bazal
hücre boyanması derecelendirildiğinde (kesintisiz ve kuvvetli boyandığında 7, negatif
boyanma izlendiğinde 1 şeklinde) bazal hücre boyanma yoğunluğu ortalaması bazal hücre
kokteyli ile 6.79, p63 ile 6.42 ve 34BE12 ile 5.48 olarak belirtilmektedir. Sonuç olarak
transizyonel zondaki prostatik glandlar boyanmada farklılıklar göstermeye eğilimlidir. Bu
yüzden sonuçlar oldukça değişkendir ve bazen benign glandlarda negatif boyanma
izlenmektedir.34BE12 böyle farklılıklara en duyarlı işaretleyici iken bazal hücre kokteyli en
az duyarlı olandır. Bazal hücre kokteyli ile yalnız bazal hücre saptanmasında duyarlılık
artmakla kalmaz aynı zamanda boyanmadaki farklılıklar da azalır. Böylece bazal hücre
boyanması daha tutarlı hale gelir (58).
Olgularımızda kistik glandlarda ve atrofi alanlarında HMWCK ile p63’e oranla daha iyi
sonuçlar elde ettik. Weinstein ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada karsinom, atrofi, yüksek
grade’li PIN ve sınıflanmamış benign gland gruplarının bulunduğu olgularda, iğne biopsileri
ve TUR-P örneklerinde p63’ün HMWCK’e göre bazal hücreleri saptamada daha güvenilir
olduğu belirtilmektedir (50).Wu ve arkadaşlarının her iki ımmun boya ile yaptıkları çalışmada
da bazal hücre boyanması izlenmeyen benign glandların büyük kısmının atrofik veya kistik
dilate glandlar olduğu ifade edilmektedir (75).
Çalışmamızda bir yüksek grade’li adenokarsinom olgusunda hem p63 hem de HMWCK
ile fokal alanda ımmunreaktivite izlendi. HMWCK ile parsiyel bir boyanma izlenirken p63 ile
hücresel düzeyde bir boyanma izlendi. Bu olguda Gleason pattern: 4, pattern skor: 4+3 olarak
39
tespit edildi. 34BE12 özellikle metastaz ve yüksek grade’li lezyonlarda tümör hücrelerini
boyayabilir. Googe ve arkadaşları 14 lenf nodu metastazının 6’sında boyanma olduğunu
bildirmişlerdir. Ayrıca Gleason skoru yüksek (en az 7) olan 7 primer karsinom olgusundan
4’ünde pozitif odaklara dikkat çekmişlerdir. Bununla birlikte bu çalışmayı takip eden diğer bir
çalışmada 100 metastatik lezyondan yalnız 2’sinde tümör hücrelerinde 34BE12 ile pozitivite
izlenince bu sonuçlar kuşkulu hale gelmiştir (47,48). Epstein’e göre prostatik karsinomda
34BE12 boyanması son derece nadir olup, 5 yıllık bir periyodda konsultasyon olgularının %
1’inde pozitiflik olduğunu belirtmektedir (47).
34BE12 ile yanlış pozitif boyanmanın kesin olarak antijen retrieval teknikleri ile ilgili
olduğu belirtilmektedir. Varma ve arkadaşları 10 radikal prostatektomi kesitinden 3’ünde
‘hot plate’ antijen retrieval metodundan sonra fokal reaktivite izlendiğini, ‘pepsin
predigestion’ veya mikrodalga metodları ile izlenmediğini belirtmektedirler (47). Googe ve
arkadaşları ise primer prostat karsinomu ve lenf nodu metastazı olgularında 34BE12 ile
yaptıkları çalışmada önce antijen retrieval tekniği daha sonra proteaz digestion metodunu
uyguladıkları ve ikinci yöntem ile daha kuvvetli ve yaygın boyanma izlediklerini ifade
etmektedirler (77).
Parsons ve arkadaşları yüksek Gleason grade izlenen prostatik karsinomların küçük bir
kısmında hem p63 ile hem de 34BE12 ile pozitif boyanma izlendiğini belirtmişlerdir (55).
Bizim çalışmamızda da bazı yüksek grade’li karsinom örneklerinde her iki işaretleyici ile
pozitif boyanan malign glandlar izlendi.
Çalışmamızda TUR-P olgularında koter artefaktı izlenen alanlarda HMWCK ile p63’ün
birbirine üstünlüğü olmadığı görüldü. Her iki immun boya ile yer yer boyanmayan koter
artefaktı izlenen alanlar görüldü. Weinstein ve arkadaşlarının çalışmasında ise koter artefaktı
izlenen alanlarda p63 ile HMWCK’e göre daha iyi sonuçlar elde edildiği bildirilmektedir (50).
Wu ve arkadaşlarının çalışmasında, p63 ımmun boyasının iğne biopsilerinde prostat
kanseri tanısında 34BE12 kadar sensitif ve spesifik olduğu belirtilmektedir. Her iki boya
benign glandlarda genellikle eşit boyanma göstermektedir. Malign glandlarda ise bazal
hücrelerde fokal ve yama tarzında pozitif boyanma oranı düşük olup yaklaşık %1.4 (p63 ile %
1.40, 34BE12 ile 1.37) olarak ifade edilmektedir. Benign glandlarda bazal hücrelerin
boyanmaması oranı %0.6 (p63 ile 0.54, 34BE12 ile %0.58) şeklinde belirtilmektedir (59).
Çalışmamızda p63 immun boyasının HMWCK’e göre daha üstün olarak izlendiği
nokta; boyanma lokalizasyonu ile ilgilidir. p63 nükleer boyanma yaparken HMWCK
sitoplazmik bir boyanma yapmaktadır. Bu durumda p63 ile bazal hücreler net olarak
görülmekte ve glanddaki diğer hücrelerin sitolojik özellikleri daha rahat izlenmektedir. Oysa
ki HMWCK sitoplazmayı boyarken nerdeyse glandı tamamen örttüğünden hücresel detayların
seçilmesi zorlaşmaktadır. Shah ve arkadaşları ile Wu ve arkadaşlarının çalışmalarında, p63’ün
güçlü nükleer işaretinin HMWCK’e göre değerlendirmede daha kolaylık sağladığı
belirtilmektedir (55,59).
40
SONUÇLAR
● Atipik küçük asiner proliferasyon (ASAP), özellikle prostat iğne biopsilerinde
izlenen küçük, karsinom açısından şüpheli odaklardır.
● Bu odakların incelenmesi sırasında inflamasyon, atrofi ve yapılan kesitler sırasında
lezyonun kaybolması gibi nedenler tanıda zorluk yaratabilir.
● ASAP tanısı prostat kanseri açısından güçlü bir risk faktörüdür. Bu tanıdan sonra
prostatın tamamını içerecek şekilde biopsi tekrarı yapılmalıdır.
● Çalışmamızda ASAP olgularında p63 ve HMWCK immun boyaları ile izlenen
farklı boyanma paterninin sonuçları, hastalara yapılacak tekrar biopsileri
ile
değerlendirilmelidir.
● Ürologlar, ASAP terimi ve biopsi tekrarı hakkında bilgilendirilmelidir.
● Çalışmamızda p63 ve HMWCK immun boyalarının aktivitesi açısından, düşük ve
yüksek grade’li adenokarsinom ile yüksek grade’li prostatik intraepitelyal neoplazi (PIN)
olgularında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.
● Literatürde bazı çalışmalarda HMWCK’nın, bazı çalışmalarda ise p63’ün daha
başarılı olduğuna dair yayınlar bulunmaktadır. İmmun boya alanında gelişmeler hızla devam
etmekte ve her geçen gün yeni işaretleyiciler kullanıma girmektedir.
● p63, güç olgularda rutin HMWCK
kullanılabilir.
immun boyasını tamamlayıcı test olarak
● Prostat kanseri tanısı, patolojinin zor alanlarından biri olup dikkate alınması gereken
asıl nokta, hematoksilen-eozin (H&E) kesitlerindeki histolojik ve sitolojik özelliklerdir.
41
RESİMLER
Resim-1: HMWCK’nin sitoplazmik boyanma patterni (x20) (3485/2003)
Resim-2: p63’ün nükleer boyanma patterni (x20) (3485/2003)
42
Resim-3: İğne biopsisi materyalinde atipik küçük asiner proliferasyon (ASAP) olarak
değerledirilen alan (H&Ex10) (1793/2004)
Resim-4: Yüksek grade’li adenokarsinom olgusunda HMWCK ile immunrektivite
izlenen alan (x10) (3485/2003)
43
Resim-5: Resim 4 ‘deki alanda p63 immunreaktivitesi (x10) (3485/2003)
Resim-6: HMWCK ile kesintili boyanma gösteren yüksek grade’li PIN izlenen
gland (x10) (3390/2003)
44
Resim-7: Resim 6’daki aynı glandın p63 ile boyanma şekli
(x10) (3390/2003)
Resim-8: HMWCK ile boyanan malign özellikler gösteren glandlar
(x40) (3390/2003)
45
Resim-9: Resim 8’deki aynı alanda p63 immunreaktivitesi
(x40) (3390/2003)
Resim-10: HMWCK ile boyanma gösteren malign özellikler gösteren gland
(x40) (6146/2003)
46
Resim-11: Resim 10’daki aynı gland p63 ile de boyanma göstermektedir
(x40) (6146/2003)
Resim-12: Benign glandlar arasında HMWCK ile boyanmamış kistik glandlar
(x10) (2397/2004)
47
Resim-13: Resim 12’deki aynı glandlarda p63 ile de boyanma izlenmedi
(x10) (2397/2004)
48
KAYNAKLAR
1-Kayalı H.: İnsan Embriyolojisi,12.Bölüm,Üro-genital sistem gelişimi,Renk Ofset
Matbaacılık,Ankara, 3.Baskı,1987, sy: 236.
2- Damjanov I., Linder J., Male Reproductive System, Chapter 67, in Anderson’s
Pathology, Ed: Damjanov I, 10th ed, Vol:II,Mosby- Year Book Inc, Missouri,1996:
2197-2219
3- Lewis L.G.: Precancerous lesions of the prostate. Surg Clin N Am 1950; 30:
1777-1782
4- Kuran O.: Sistematik Anatomi ,5. Bölüm,Ürogenital sistem, Filiz Kitabevi,İstanbul
1983; sy:521-523
5-Young R.H., Srigley J.R., Amin M.B., Ulbright T.M., Cubilla A.L.: Tumors of the
prostate gland, seminal vesicles, male urethra and penis. Armed Forces Instıtute of Pathology.
Washington, D.C, 2000; 1-344
6-Epstein J.I.: The prostate and seminal vesicles, Chapter 45, in Sternberg’s
Diagnostic Pathology, 4th ed, Vol:III, Lippincot Williams &Wilkins, Philadelphia, 2004:
2083-2132
7-Bostwick D.G., Surgical pathology of the prostate, Chapter32, in Modern Surgical
Pathology, Ed: Widner N., Cote R.J., Suster S., Weiss L.M., Elsevier Science, Philadelphia,
1st ed, 2003: 1149-1196
8-Rosai J.,Rosai and Ackerman’s Surgical Pathology, Chapter 18, Male reproductive
system, 9th ed, Elsevier İnc, 2004: 1361-1411
9- McNeal J.E.: Normal Histology of the prostate. Am. J.Surg Pathol 1988; 12(8):
619-633
10- Gartner L.P., Hıatt J.L., Male Reproductive System, Chapter 21, in Color Textbook
of Histology, 2nd ed, W.B. Saunders Company, 2001: 487-508
11- Yang X, Tretiakova M.S., Sengupta E., Gong C., Jıang Z.: Florid basal cell
hyperplasia of the prostate. Human Pathol 2003; 34 (5): 462-470
12-Signoretti S., Waltregny D., Dilks J., Isaac B., et al.: p63 is a prostate basal cell marker
and is required for prostate development. Am J Pathol 2000; 157 (6): 1769-1775
13- McNeal J.E., Prostate. Chapter 42, in Histology for Pathologist, Ed: Sternberg
S.S.,2nd ed, Lippincot Williams &Wilkins, Philadelphia,1997: 997-1017
14- Shah I., Sclagetter M.O., Stinnet P., Lechago J.: Cytokeratin immunohistochemistry
as a diagnostic tool for distinguishing malignant from benign epitehelial lesions of the
prostate. Modern Pathology 1991; 4 (2): 220-224
15- Srigley J.R, Dardick I., Hartwick R.W.J., Klotz L.: Basal epithelial cells of human
prostate gland are not myoepithelial cells. Am J Pathol 1990; 136: 957-966
49
16-Grignon D. J., Sakr W.A.: Atypical adenomatous hyperplasia of the prostate. Eur Urol
1996; 30: 206-211
17- Korkud G., Karabay K. Üroloji,2.Bölüm, Ürogenital sistemin Klinik Anatomi ve
Fizyolojisi, İstanbul Üniversitesi Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul, 4. Baskı, 1993 sy: 71
18- Junqueira L.C., Carneiro J, Kelly R.O. Temel Histoloji, 8th ed. 1998,
Appleton&Lange , 1998: 418-420
19- Epstein J.I., Tumors of the prostate, Chapter 3 in Pathology and genetics of tumor of
the urinary system and male genital organs, Ed: Eble J.N., Souter G., Epstein J. I.,
Sesterhenn I.A., IARC Pres Lyon, 2004: 159-215 World Health Organization Classification
of Tumors.
20-Epstein J.I.:The Lower Urinary Tract and Male Genital System.Chapter:21 in Robbins
and Cotran Pathologic disease, Edited by Kumar V., Abbas A.K.,Fausto N.,7th ed, Elsevier
Saunders, Philadelphia, 2005: 1023-1058
21-Moline V., Herve J.M., Lugafne P.M., Baglin A.C.: p63 and P504S Coktail is useful
in ambiguous lesions of the prostate (Letter). Histopathology 2004; 44: 403-404
22- Grönberg H.: Prostate cancer epidemiology. The Lancet 2003; 361: 859-864
23- De Marzo A.M., Nelson W.G., Isaacs W.B., Epstein J.I.: Pathological and molecular
aspects of prostate cancer. Lanset 2003; 361: 955-964
24-DeMarzo A., Meeker A.K., Shan Z., et al. : Human prostate cancer precursors and
pathobiology. Urology 2003; 62 (suppl 5A): 55-62
25-McNeal J.E.: Origin and development of carcinoma in the prostate. Cancer 1969; 23:
24- 34
26- McNeal J.E.: Morphogenesis of prostatic carcinoma. Cancer 1965; 18:1659-1666
27-Epstein J.I.: Diagnosis and reporting of limited adenocarcinoma of the prostate on
needle biopsy. Mod Pathol 2004; 17: 307-315
28- Weinstein M.H., Epstein J.I.: Significance of high grade prostatic intraepithelial
neoplasia on needle biopsy. Hum Pathol 1993; 24 (6): 624-629
29- Amin M.B., Ro J.Y., Ayala A.G.: Putative precursor lesions of prostatic
adenocarcinoma: Fact or Fiction? Modern Pathology 1993; 6 (4 ): 476-483
30- Jones E.C., Young R.H.: The differantial diagnosis of prostatic carcinoma. Am J.
Clin Pathol 1994; 101: 48-64
31- Allen E.A., Kahane H., Epstein J.I.: Repeat biopsy strategies for men with atypical
diagnoses on initial prostate needle biopsy. Urology 1998; 52: 803-807
32- Ellis W.J., Brawer M.K.: Repeat prostate needle biopsy: Who needs it? The Journal
of Urology 1995; 153: 1496-1498
50
33-Helpap B., Köllermann J.; Oehler U.: Limiting the diagnosis of atypical small
glandular proliferations in needle biopsies of the prostate by the use of ımmunhistochemistry.
J Pathol 2001; 193:350-353
34- Iczkowski K.A., MacLanam G.T., Bostwick D.G.: Atypical small acinar proliferation
suspicious for malignancy in prostate needle biopsies. Am J Surg Pathol 1997; 21 (12): 14891495
35- Yıldız E., Göze F.: Prostatın iğne biopsilerinde atipik küçük asiner proliferasyonu
(ASAP) ve minimal volüm adenokarsinomunda ayırıcı tanı kriterleri. Türk Neoplazi Dergisi.
2001; 9 (3-4): 46-53
36- Epstein J.I., Potter S.R.: The pathological interpretation and significance of prostate
needle biopsy findings: İmplications and current controversies. The Journal of Urology 2001;
166: 402-410
37- Cheville J.C., Reznicek M.J., Bostwick D.G.: The focus of “ Atypical glands,
suspicious for malignancy” in prostatic needle biopsy specimens. Am J Clin Pathol 1997; 108:
633-640
38- Iczkowski K.A., Bassler T.J., Schwob V., et al.: Diagnosis of “suspicious for
malignancy” in prostate biopsies: predictive value for cancer. Urology 1998; 51: 749-758
39- İğdem A.A., Tuzlalı P., Yılmaz G., Balcı M.B., Budak T.: Prostat iğne biopsilerinde
atipik küçük asiner proliferasyon. Taksim Hast. Tıp Dergisi 2000; 30 (2): 19-22
40-Algaba F., Epstein J.I:, Aldape H.C., Farrow G.M., et al.: Assesment of prostate
carcinoma in core needle biopsy-Definition of minimal criteria for the diagnosis of cancer in
biopsy materyal. Cancer 1996; 78 (2): 376-381
41- Epstein J.I., Chan T.Y.: Follow atypical prostate needle biopsies suspicious for
cancer Urology 1999; 52 (2): 351-355
42-Helpap B., Köllermann J.: Atypical acinar proliferations of the prostate. Pathol Res
Pract 1999; 195: 795-799
43- Kramer C.E., Epstein J.I.: Nucleoli in low grade prostate adenocarcinoma and
adenosis Hum Pathol 1993; 24 (6): 618-623
44- Bostwick D.G., Srigley J., Grignon D., Maskem J., et al.: Atypical adenomatous
hyperplasia of the prostate. Hum Pathol 1993; 24 (8): 819-832
45- Hedrick L.,Epstein J.I.: Use of keratin 903 as an adjunct in the diagnosis of prostate
carcinoma. Am J Surg Pathol 1989; 13 85): 389-396
46- Bostwick D.G., Algaba F., Amin M.B.: Consensus statement on terminology:
Recommendation to use atypical adenomatous hyperplasia in place of adenosis of the prostate
(Let) Am. J. Surg Pathol 1994; 18 (10): 1069-1072
47-Oliali B.R., Kahane H., Epstein J.I.: Can basal cells be seen in adenocarcinoma of the
prostate? Am J Surg Pathol 2002; 26 (9):1151-1160
51
48-Yang X.J., Lecksell K., Gaudin P., Epstein J.I.: Rare expression of high molecularweight cytokeratin in adenocarcinoma of the prostate gland Am J Surg Pathol 1999; 23 (2):
147-152
49-Multhaupt H.A.B., Fesler J.N., Warhol M.J.:Loss of high- molecular- weight
cytokeratin antigenicity in prostate tissue obtained by transurethral resections. Arch Pathol
Lab Med 2000; 124: 1764-1767
50- Weinstein M.H., Signeretti S., Loda M.: Diagnostic utility of immunohistochemical
staining for p63, a sensitive marker of prostatic basal cells. Mod. Pathol 2002; 15 812):
1302-1308
51- Sanderson S.O., Sebo T.J., Murphy L.M., Nevman R., Slezak J., Cheville J.C.: An
analysis of the p63/ α- methylacyl coenzym A racemase ımmunhistochemical cocktail stain in
prostate needle biopsy specimens and tissue microarrays. Am J Clin Pathol 2004; 121:
220-225
52-Goldstein N.S., Underhill J., Roszka J., Neils J.S.: Cytokeratin 34BE12
immunorecativity in benign prostatic acini. Am J Clin Pathol 1999; 112: 69-74
53- Kahane H., Sharp J.W., Shuman G.B., Dasilva G., Epstein J.I.: Utilization of high
molecular weight cytokeratin on prostate needle biopsies in an independent laboratory.
Urology 1995; 45 (6): 981-986
54- Wojno K.J., Epstein J.I.: The utility of basal-cell specific anti-cytokeratin antibody
(34BE12) in the diagnosis of prostate cancer. Am J Surg Pathol 1995; 19 (3): 251-260
55- Shah R.B., Zhou M., LeBlanc M., Snyder M., Rubin M.A.: Comparison of the basal
cell- specific markers, 34BE12 and p63, in the diagnosis of prostate cancer. Am J Surg Pathol
2002; 26 (9): 1161-1168
56- Nagle R.B., Ahmann F.R., McDaniel K.M., Paquin M.C. Clark V.A., Celniker A.:
Cytokeratin characterization of human prostatic carcinoma and ıts derived cell lines. Cancer
Research 1987; 47: 281-286
57- Brawer M.C., Peehl D.M., Stamey T.A., Bostwick D.G.: Keratin immunoreactivity
in the benign and neoplastic human prostate. Cancer Research 1985; 45: 3363-3367
58- Zhou M., Shah R., Ronlai S., Rubin M.A.: Basal cell cocktail (34BE12+p63)
ımproves the detection of prostate basal cells. Am J Surg Pathol 2003; 27 (3): 365-371
59- Wu H.H., Lapkus O., Corbin M.: Comparison of 34BE12 and p63 in 100
consecutive prostate carcinoma diagnosed by needle biopsies. Appl Immunohistochem Mol
Morphol 2004: l2(4): 285-289
60- Magi-Galuzzi C., Luo J., Isaacs W.B., Hicks J.L., De Marzo A.M., Epstein J.I.: αmehylacyl-CoA-Racemase. Am J Surg Pathol 2003; 27 (8): 1128-1133
61- Di Como C.J., Urist M,J., Babayan I., Drobnjak M., Hedvat C.V., et al.: p63
Expression profiles in human normal and tumor tissues. Clin Cancer Res 2002; 8: 494-501
52
62-Flores E.R., Tsai K.Y., Crowley D., Sengupta S., Yang A., McKeon F., Jacks T.: p63
and p73 are required for p53- dependent apoptozis in response to DNA damage (letter) Nature
2002; 4:560-564
63-Parsons J.K., Gage W.R., Nelson W.G., De Marzo A.M.: p63 protein expression is
rare in prostate adenocarcinoma: implications for cancer diagnosis and carcinogenesis.
Urology 2001; 58 (4): 619-624
64- Qureshi H.S., Ormbsy A.H., Lee M.W., Zarbo R.J., Ma C.K.: The diagnostic utilitiy
of p63, CK 5/6, CK7 and CK20 in distinguishing primary cutaneous adnexal neoplasms from
metastatic carcinomas Journal of cutaneous pathology 2004; 31: 145-152
65-Reis-filho J.S., Albergeria A., Milanezi F., Amendoeria I., Schmitt F.C.: Naked nuclei
revisited: p63 immunoexpression. Diagn. Cytopathol 2002; 27: 135-138
66- Reis-Filho J.S., Simpson P.T., Fulford L.G., Martins A., Schmitt F.C.: p63- driven
nuclear accumulation of β-Catenin is not a frequent event in human neoplasms. Pathology
Research and practice 2003; 199:785-793
67- Reis-Filho J.S., Simpson P.T., Martins A., Preto A., Gartner F., Schmitt F.C.:
Distrubition of p63, cytokeratins 5/6 and cytokeratin 14 in 51 normal and 400 neoplastic
human tissue samples using TARP-4 multitumor tissue microarray. Virchow Arch 2003; 443:
122-132
68- Nylander K., Vojtesek B., Nenutil R., Lindgren B., et al.: Differantial expression of
p63 isoforms in normal tissues and neoplastic cells. J Pathol 2002; 198: 417-427
69-Vincek V., Knowles J, Li J., Nasırrı M.: Expression of p63 mRNA isoforms in
normal human tissue. Anticancer Research 2003; 23: 3945-3948
70- Koster M.J., Kim S., Mills A.A., De Mayo F.J., Roop D.R.: p63 is the molecular
switch for inition of an epithelial stratification program. Genes and Development 2004; 2:
126-131
71- Zhou M., aydin H., Kahane H., Epstein J.I.: How often does alpha-methylacyl-CoaRasemase contribute to resolving an atypical diagnosis on prostate needle biopsy beyond that
provided by basal cell markers? Am J Surg Pathol 2004; 28 (2): 239-243
72- Epstein J.I.: How should atypical prostate needle biopsies be reported? Controversies
regarding the term “ASAP” Human Pathology 1999; 30: 1401-1402
73- Epstein J.I.: Atypical small acinar proliferation of the prostate gland. Am J Surg
Pathol 1998; 22 (11): 1430-1433
74- Hsieh K., Albertsen P.C.: Populations at high risk for prostate cancer. Urol Clin N
Am 2003; 30: 669-676
75- Murphy W.M.: ASAP is a bad idea. Human Pathology 1999; 20: 601
53
76- Brausi M., Castagnetti G., Dotti A., De Luca G., Olmi R., Cesinaro A.M.:
Immediate radical prostatectomy in patients with atypical small acinar proliferation. Over
treatment? The Journal of Urology 2004; 172: 906-909
77- Googe P.B., McGinley K.M., Fitzgibbon J.F.: Anticytokeratin antibody 34BE12
staining in prostate carcinoma. Am J Clin Pathol 1997; 107:219-223
54
Download