oratçağ avrupası

advertisement
Avrupa Tarihi
Bir kıta olan Avrupa , öteki kıtaların tersine Coğrafya açıdan farklı bir birim oluşturmaz.
Avrupa, aslında Avrasya anakarasının batıya doğru uzanan uç kesimidir. Tarih açısından
konuşmak gerekirse, Avrupa coğrafi olmaktan çok kültürel bir değimdir. Homeros’un
yaşadığı günlerde ‘‘Avrupa’’–Peloponisos ve Ege adalarından ayrı olarak -Orta Yunanistan
demekti. Daha sonra, şimdi Yunanistan olan tüm kara parçasını kapsayacak biçimde
genişletildi. İ.O.V.yy2eda, Yunanlıların Küçük Asya ya da Anadolu adını verdikleri ‘‘Asya’’
nın karşıtı olarak kuzeye doğru uzanan tüm kara kütlesini içerdi. Zaten Avrupa’nın doğu
sınırının neresi olduğu hakkında öteden beri belirsizlik var.
Öte yandan, Avrupa’nın batı sınırı konusunda bir bakıma benzeri bir belirsizlik vardır.
Coğrafya açısından büyük Britanya ve İrlanda Avrupa’nın bir parçasıdır Ama nedense onlar
bir biçimde her zaman Avrupa’dan ayrı tutulmuştur. İktisatçı John Maynard Keynes , Birinci
Dünya Savaşı’ndan sonra Alman , Rus, Osmanlı ve Avusturya –Macaristan imparatorluklarını
sarsan ulusçu ve devrimci sosyalizm akımlarını kastederek , 1919 ’ da İngiltere için şöyle
yazmıştı: ‘‘ Avrupa’nın sessiz ürpermeleri bu ülkeye erişmiyor’’. Britanya adalarında
yaşayanlar Fransa yada Almanya’ya yolculu etmekten ‘anakaraya’’ gitmek diye söz ederler.
İngilizler kendi kafalarında Avrupa kıtasının bireyleri olmaktan çok Anglo-Sakson yada
İngilizce konuşan dünyanın yurttaşı olarak kalmayı yeğlerler. Bir çok ‘‘anakaralı’’özellikle
Fransızlar,İngilizler benzer bir belirsizliği dile getirdiler. Ancak Bu belirsizlik yanlıştır. Bunca
farklılığa karşın, İngiltere şimdi olduğu gibi her zaman gerek kültür gerekse coğrafya
açısından Avrupa’nın bir parçasıdır. Büyük İngiliz katedralleri Fransa’dan getirilmiş taşlarla
yapılmışlardır. İngiliz yazarları kıta yaşamını etkiledikleri kadar bundan kendilerde
etkilenmiştir. İngiliz kara ve deniz kuvvetleri Avrupa’da büyük güç gösterisinde
bulunmuşlardır. İngiltere XI. yy’ dan XV. yy ’a kadar Fransa’nın altını üstüne getiren bir kıta
gücü olmuştur.
AVRUPA UYGARLIĞININ KÖKENLERİ
XVIII. yy. gibi ileri bir tarihte,Çin imparatoru Çienlung, ülkesini gereksinim duyduğu
hiçbir şeyin batıda’ da bulunmadığı gerekçesiyle Avrupa ile ticaret yapma düşüncesini
reddetti. Ama bu tutum uzun süre geçerli kalamazdı. XIX. ve XX. yy. başlarında Avrupa’nın
üstünlüğü ezici boyutlar kazandı. Japonya, Tayland ve Etyopya gibi birkaç ülke dışında,
yeryüzünde (Çin, İran, Osmanlı imparatorluğu dahil) Avrupa’nın denetimi altına girmeyen
hiçbir yer kalmadı. Bu , ya doğrudan yada dolaylı olarak yönetimlere bağlı batılı danışmanlar
aracılığıyla oluyordu. Uluslar arası ticaret tamamıyla Avrupa bankalarının ve tüccarlarının
elindeydi. Dünya ticaretinin çoğu Avrupa özellikle İngiliz gemileriyle taşımıyordu. Batı’ da
bu tutuma karşı tam bir güvensizlik duyulmasına karşın, Çarlık Rusya’sı Orta Asya’da ,
İngiltere Fransa ve Almanya Çin’de bir Avrupalılaştırma gücüydü. Gerçektende son
zamanlara kadar Avrupa uygarlığının etkisi çok yaygındı. Hatta pek çok kişi Avrupa’nın
uygarlıkla eş anlamlı olduğunu düşünmeye başlamışlardı.
Ancak, Avrupa Uygarlığının kökenlerinde, Avrupa’ya komşu olan eski ve çok daha
gelişmiş uygarlıklar yatar. Yunan mitolojisinde, Avrupa adının kaynaklandığı Evropa, bir
Fenike kenti olan Sur’ u kralı kızıydı. Bu efsane önemli bir gerçeği dile getirmektedir. Avrupa
aslında eski çağ Yakındoğu halklarının gerçekleştirdiği bir çok icadın mirasçısı oldu yada
bunları benimsedi:Takvim, yazı sanatı,rakamlar, ağırlık ve uzunluk ölçüleri, alışveriş olarak
para, ilk madencilik sanayileri ve madencilik düşüncesi. Bunların tümü Avrupa’nın
Mezopotamya, Suriye yada Mısır’dan aldığı yeniliklerdi. Büyük evrensel dinlerin kökeni
Avrupa değil Asya’dır.
YUNANLILAR:
Demokrasi tohumlarının saçtığı etkiler eskiçağ Yunanistan’ında birleştirilerek bir yönetime
dönüştürüldü. ve yeni bir uygarlık doğdu. Avrupa’nın dünyaya başlıca katkısının kurgusal
düşünce alışkanlığı olduğu sıkça söylenir. Bu da İ.Ö. VI.,V. ve IV .yy ‘larda önce yunanlılar
arasında görüldü. Felsefenin babası sayılan Thales bir yunanlı olmasına karşın aslında bir
Avrupalı değildi; küçük Asya ‘da ki Miletos kentini yurttaşıydı. İ.Ö. 585’te bir güneş
tutulmasını önceden haber veren ilk kişi olmasının başarısını Mısır Gök bilimini iyice
incelemesine borçludur. Ancak Yunanistan’da zamanla uygulanan serbest kurgunun yalnız
çoğu bilimlerin değil, ayrıca sanatın da gelişmesine yol açan gerçek bir yenilik olduğunu asla
unutulmamalıdır. Sözgelimi, Tiyatro gösterilerinin bir türü mısırlılar ve babillilerce de
yapılmaktaydı, ama yinelemeli kora konserlerini tragedya ve komedyaya dönüştürenler yunan
oyun yazarları oldu. Eskiçağ Dünyasının tüm halkları gerçeği tanımlamanın bir çabası olarak
mitoslar ve destanlar türettiler. Bunu ötesine ilk gecenler yunanlılar oldu. Tanrıların yada
doğa üstü olayların öykülerine dayanmaksızın doğayı tanımlamaya çalıştılar. İnsan mantığının
gücüne duyulan bu inanç, Batı’ da arkası gelen tüm felsefi ve bilimsel araştırmaların temelini
oluşturdu.
ROMALILAR:
Yunan demokrasisinin yanı sıra Roma imparatorluğu, Eski Çağ Akdeniz’inin en büyük
siyasal başarılarından biriydi. Yunan uygarlığının kalıtçısı olan Romalılar, bunu Ortaçağ ve
modern zamanların Avrupa’sına taşıdılar. Ancak Roma devletinin sınırlarının ‘‘Avrupa’’ ile
pek ilgisi yoktu. Pers İmparatorluğunun gelenekleri doğrultusunda çok ırklı bir toplumdu
Roma Batı Avrupa’da yaşayan Keltlerin, doğu ve güney Akdeniz’in Yunan ve Helen
toplumlarının yanı sıra orta Avrupa’ya kadar ilerlemiş bazı Germen halklarının da topraklarını
fethetti Romanın elde ettiği zafer dev boyutlu ve yönetimsel zaferdi. İ:S III. yy. ’da Roma
yurttaşlığının imparatorlukta yaşayan herkese verilmesi de yine çok akıllı bir davranıştı. Ama
Roma’nın en önemli kuruluşu ordusuydu. Roma’nın büyüklüğünü vurgulayan yollar, amfi
tiyatrolar, tapınaklar,villalar ve Britanya’dan Suriye’nin Doğu sınırına kadar uzanan geniş
alanda tek bir kültürün kurulmuş olması, bütün bu olgular roma lejyonlarının gücü sayesinde
gerçekleştirilmişti. Cumhuriyet döneminde askeri bir kariyer, siyasal bir kariyerinde
temeliydi. İmparatorluk döneminde çoğu imparatorlar askeri başarılarına dayanarak yada zor
kullanarak iktidara geldiler. Avrupa’ya gelince burasını da ordu fethetti; çiğnemedik yer
bırakmayarak uygarlaştırdı. İspanya ve Galya’dan başlayan bu seferler şimdi İskoçya’ya,
Almanya’da Elbe’nin doğusuna ve orta Avrupa’da Tuna’ nın Kuzeyine kadar uzandı.
Filozof-İmparator Marcus Aerlius İ.S180’de bu toprakları germenlere karı savunurken öldü.
Alpler balkanlar ve Karpatlar –geçici bir süreyle de olsa tümüyle imparatorluk topraklarına
kaldı. II. yy. başlarında Trajanus Daçya’yı (günümüzde Romanya) terk etti. Romanın
koruması altında Viyana ile batlık arasında Ticaret yolları açtı.
Ancak, zaman geçtikçe Roma İmparatorluğu Avrupalılardan çok Asyalı olmaya başladı.
İmparatorluk bürokrasisi Doğu’ dan Tanrı gibi tapılan otokrat bir hükümdarın emri altında
çalışıyordu.
Roma Akdeniz Dünyasının zengin yerleşik topluluklarını yönetimi altında
bir araya getirdi. Roma İmparatorluğunun çoğu kentleri bir zamanlar bağımsız olan yunan
yada kartaca kentleriydi. Bunların zenginliği ve güzelliği roma sınırlarının ötesine yaşayan
daha az gelişmiş Kelt ve germen halklarının kıskançlıklarını çekiyordu. Refah içinde yerleşik
toplumla yoksul ama becerikli konar göçerler arasında sürüp giden gerginlik çağdaşlık öncesi
Dünyanın yinelenen bir teması olmuştur. Roma’nın erken dönemlerinde, kuzey İtalya’da
yaşayan Keltler sürekli bir tehdit öğesiydi. Daha sonra Galya fethedilince, bu kez de orta
Avrupa’nın Germen kabileleri İmparatorluğun sınırlarını zorlarılar. II. yy gibi bir erken tarihte
germen kabileleri sınırı aştılar ve ancak Milano’ya kadar ilerledikten sonra geri
püskürtülebildiler. Daha sonra, Pax Romana (Roma barışı) döneminde –İ.S.I. ve II. yy’ lar
olarak tarihlenen iç barış dönemi –Roma orduları kuzey sınırının güvenini sağlayacak kadar
güçlüydü. Ancak, III. Ve VI. yy.’ larda İmparatorluk bir dizi bunalım geçirdi.
Öte yandan, batı yarısında yavaş yavaş çözülen roma sisteminin yerini çeşitli germen
halklarınca yönetilen bir takım krallıklar aldı: Gotlar İtalya ve İspanya’yı işgal ettiler.;
Merovenj krallarının yönetim altında Franklar Galya’ya yerleştiler; Anglo Saksonlar
Britanya’yı fethettiler. Batıda roma İmparatorluğunun çöküşü Ortaçağ kültürünün temelini
oluşturacak bir Latin ve germen öğelerini bileşimine yol açtı.
ORATÇAĞ AVRUPASI
Geç Roma İmparatorluğunun etnik bileşimini tam bir kesinlikle saptamak güç olacaktır.
Kültürü bir roma ve Yunan karışımıydı. İmparatorlar genelde İspanyol, kelt yada illyria
kökenliydi. İmparator Philippus,(244-49) Arap kökenliydi ve büyük ‘‘Romalı’’ yargıç
Ulpianus Suriye’den gelmişti. Kendi yönetimlerini benimseten germen istilacılar zamanla
Galya, Britanya, İtalya ve İspanya’da karmaşık ve kelt mirasına sahip çıkan ve büyük
çoğunluğu Hıristiyan olan nüfusun içinde eridiler. Sonuçta, ermen adetleri,Hıristiyan
ahlakıyla roma hukukunun bir karışımı oldu. Batı Avrupa’da İmparatorluk otoritesinin
çökmesi sonucu Hıristiyan piskoposlar Roma geleneklerini koruyucusu durumuna
geldiler.{{Karanlık Çağlar }} adı verilen, uygar yaşamın batı Avrupa’da tam anlamıyla yok
oldu VI.,VI.,ve VIII. yy’ larda kilise dünyevi gücü önemli ölçüde üslendi. Bu düzen Kuzeyde
XVI yy’ da ki Reform hareketlerine ve Katolik ülkelerinde XVIII., hatta XIX. yy’ lara kadar
sürdü.
Müslümanların Fetihleri:
VI. yy’ da egemen bir Akdeniz gücü olarak kalan ve İtalya’yı yeniden denetimi altına alan
Bizans İmparatorluğu, VII. ve VIII. yy.’ larda Müslümanlığın yükselişi ve Ortadoğu ile
Kuzey Afrika’da baş gösteren Arap yayılması ile ciddi bir bunalım döneminden geçti.
Müslüman fetihleri batı Avrupa içinde büyük bir tehlike yarattı. Zaten İslam dünyası ile
Hıristiyan batı arasındaki düşmanlığın başlıca nedenlerinden biride budur. Bu düşmanlık
Avrupa’ya bu günkü toprak, kültür, ruh birliğini kazandırdı. Hz. Muhammed’in Mekke’de
yeni dini duyurmasından sonra geçen yüzyıl içinde Suriye,Filistin,Mezopotamya, İran, Mısır
ve tüm Roma Kuzey Afrika’sında Arap egemenliği kurulmuştu.
Bizans’ın başkenti Konstatinopolis (İstanbul) bile 674’ten 678’e kadar her yıl Arap
saldırılarıma uğradı. VIII. yy’ ın başlarında Cebelitarık boğazını geçen Müslümanlar
İspanya’yı baştan başa fethederek Galya’ yı (Fransa)istilaya giriştiler ama burada Frankların
lideri Charle Martel Arapları durdurdu (732). Bu zaman içinde Akdeniz- Yunanistan
kıyılarına yakın sular ve hale Bizans İmparatorluğu’na ait olmakla birlikte sayıları giderek
azalan İtalyan limanları dışında-bir Müslüman gölü olmuştu.
Karolenjler Dönemi:
VIII. yy., Hıristiyanlığın canlanışına ve modern Avrupa düşüncesinin ortaya çıkışına tanık
oldu. Roma kilisesini yöneten papa, İtalya’nın son Töton istilacıları olan Lombardların elinde
tutsak gibiydi. İtalya’da kendilerini destekleyenlerin düşmanlığını kazanmış olan Bizanslılar
Roma yönetimini korumaya vakit ayıramayacak kadar kendi başlarının derdine düşmüşlerdi.
Yüzyılın ortalarında Zacharias ve Stephanus II adlı papalar Franklara yanaştılar. Merovenjleri
devirip yerine geçen Charles Martel’in kurduğu Karolenj sülalesini tanıyarak Karolenjlerle
bir ittifak oluşturdu. İtalya’daki Lombardları yenilgiye uğratan Karolenjler oradaki kendi
iktidarlarını kurdular ve papalara özgürlüklerini geri verdiler.800’de, papa Leo III, Karolenj
kralı Charlemagne’a {{Batı İmparatoru}} unvanıyla taç giydirildi. Kurumsal olarak bu, biri
Roma’da ötekide Konstatinopolis’ de olmak üzere iki hükümdarlı bir Roma İmparatorluğu’
nun yeniden kurulması demekti. Ama aslında, gerek Frank İmparatorluğu gerek ardılı olan
kutsal roma İmparatorluğu Germen kökenliydi. Bizans İmparatoru Charlemagne ve ardıllarına
tahtı gasbedenler gözüyle bakılıyordu. Karolenjler, Bizanslıların Venedik ve İllyria toprakları
üzerinde iddia ettikleri haklarını tanımalarına karşın, Charlemagne’ nın taç giymesinin Bizans
ile batı arasındaki yabancılaşmaya yeni boyutlar kazandırması sonucu, doğu Ortodoks kilisesi
ile Latin Katolik kilisesi arasında hizipleşme baş gösterdi.
Yükselen Ortaçağ:
Ortaçağ kültürü XI.XII. ve XII. yy’ larda tam anlamıyla gelişti. Bu, büyük bir mayalanma
ve değişiklikler dönemiydi. Ortaçağ Avrupa’sı kuramsal olarak birleşik bir varlıktı:
Hıristiyanlık. Bir dünyevi lider(kutsal Roma-Germen İmparatoru), birde ruhani lider (papa)
vardı. Aslında, feodal sistem diye anılan bir biçimde örgütlenmiş çok sayıda ayrı
derebeyliklerden oluşmaktaydı. Feodalizm, bir haklar ve görevler dengesiydi. Ancak, sıradan
insanlar, efendiler (Askeri ve dinsel aristokrasinin üyeleri) için askeri hizmet yapmak
koşuluyla toprak sahibi olabiliyorlardı. Toprak sahibi olanlarla burada çalışan köylüler yada
serfler arasındaki ilişkiye senyörlük denirdi.
Sonuçta, Avrupa ülkelerin de krallılar bu dönemde yavaş yavaş ortaya çıktı. Karolenj
İmparatorluğu’ nun bölünmesiyle Fransa ve Almanya oluştu. X. yy ’da Vikinglere karşı
verilen savaşım sırasında Anglosakson krallarınca birleştirilen İngiltere,Normanlarla bağlantı
kurdu. Yüzeyde varlıklarını sürdürebilen Hıristiyan devletçiliklerin yüzyıllar boyu süren bir
savaşım sonunda ülkeyi Müslümanların elinden geri almaları üzere İspanya zamanla gelişti.
Doğuda, Polonya, Macaristan ve Bohemya Katolik Hıristiyanlığı benimsemelerinin ardından
Avrupa yörüngesine oturtuldu. Kuramsal olarak kutsal Roma Germen İmparatorlu’ nun bir
parçası olan İtalya ölünmüş durumda kaldı: Kuzey birtakım kent devletçiliklerince işgal
edilmişti, orta alanları papalığın ve güneyde bir Norman krallığı olan Sicilya’nın denetimi
altındaydı. Ekonomik açıdan ortaçağ döneminin başlıca özelliği tarımdaki gelişmeler ve gerek
tarımda gerek kent yaşamında gerçekleşen büyük canlılıktır. Ortaçağ uygarlının mimarlık baş
yapıtları hala Avrupa’yı baştan başa süsleyen roman ve Gotik kiliselerin bir çoğunda görülür.
Ortaçağ Uygarlının Çöküşü:
XIV. yy’ da kutsal Roma Germen İmparatorluğu önemini yitirirken ve papalık hizipleşme
yüzünden zayıflarken, ulusal monarşiler güçlerini ve saygınlıklarını artırdılar. Yüzyılın
başlarında Avrupa nüfusu Roma’nın çöküşünden bu yana belki de en iyi durumdaydı. Ama
insanlar eski çağları hala Altın çağ olarak görüyorlardı. Onlar için Roma’nın geçmişteki
görünüşü gelecekteki herhangi bir dönemden çok çekiciydi.1400’den önce görünürde
Avrupa’nın geleceği pek parlak değildi: Güney İspanya Müslümanların elindeydi ve Rusya
Moğollara haraç veriyordu;batı Hıristiyanlığı hala kapalı bir dünyaydı. Asya’nın
zenginliklerine giden yol, Güney ve doğudaki tüm toprakları denetimleri altında tutan düşman
İslam güçlerince kesilmişti ve Müslümanlar her zamankinden daha güçlü görünüyorlardı.
Ayrıca, Avrupa bir kez daha dışardan tehdide uğramıştı. Batı Anadolu’da küçük bir sülale
olarak ortaya çıkan Osmanlı Türkleri, XVI. yy’ın sonarına doğru Balkanların büyük bir
bölümünü fethettiler, daha sonra Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırıp Konstantinopolis’i
ele geçirerek burasını İstanbul adıyla kendi başkentleri yaptılar.(1453) Bunu izleyen yüzyılda
Avrupa devletlerini baskı altında tutmayı sürdürdüler. Türk orduları 1477’de Venedik ve
1500’de Vicenza dolaylarına ulaştı,1529’da Viyana’yı kuşattı.
ÇAĞDAŞ AVRUPA’NIN DOĞUŞU:
XV. yy’ dan XX. yy’ a kadar Batının tarihi sanatta,dinde, bilim ve teknolojide,siyasal ve
ekonomik alanlarda ve insanların kendi kavramlarında devrimci değişimlerle tanımlanır.
Rönesans:
Bu devrimin ilk aşaması,XIV. yy’ da İtalya’da başlayan Rönesans ile ilgilidir. Başlangıçta
Rönesans edebiyat ve güzel sanatlara yönelik bir akımdı. Eskiçağ klasik yapıtlarının daha
mükemmel bir taklidini başarma isteği onu Ortaçağ geçmişinden ayıran başlıca nedenlerden
biri oldu. Ama Eskiçağ Yunan ve roma sanatının derinliklerinden gelen biçimleri yeniden
yaratma girişimi yeni icatlara yol açtı. Lirik şiirde,dramda ve eleştiride Avrupa’ lılar eskilerle
eşit duruma gelir yada onları aşarlarken roman gibi yeni türlerde yarattılar. Yeni ve daha
gelişmiş müzik aletlerinin yapılması,müziği daha yüksek bir düzeye çıkardı ve dinsel olmayan
müzik daha önem kazandı. Görsel sanatlarda, özellikle resimde, Rönesans ustaları klasik
dönemde düşlenen her şeyi aştılar.
Denizaşırı Yayılmacılık:
Yine Rönesans’la ilgili olarak çeşitli teknolojik buluşlar çağdaş dünyanın doğuşunda
önemli bir rol oynadı. Bunlar pusula, barut ve matbaa gibi icatların benimsenmesini
içeriyordu. Bunların tümüde klasik geçmişte değil,Çin’de geliştirilmişti. İlk ikisi XV. yy
ortalarında büyük Avrupa girişimleri olarak başlayan keşifler ve yayılmacılık için
gerekliydi.1440 1540 yılları arasında Avrupalı denizciler ve kaşifler ilk kez yer kürenin
boyutlarını gözler önüne serdiler. Dünyayı çepeçevre dolaşmaları sonucu Büyük Okyanus’un
karşı kıyılarında ticaret bağlantıları kurarak,geniş yeni bölgeleri kendi kıtalarıyla temasa
geçirdiler. İlk öncüler Portekizliler oldular;İspanyol, Fransız,Hollandalı ve İngiliz denizciler
onları izledi. Kristof Kolomb ve Amerigo Vespucci gibi İtalyanlar bu batılı öncülerle kaptan
yada rehber olarak denize açıldılar. Çok sayıda köle,tarım işçisi olarak Afrika’dan
Amerika’ya götürüldü. Kolombiya, Meksika ve Bolivya’nın altın ve gümüşü Avrupalıların
hem masalarında ışıldadı hem de ceplerini doldurdu. Frengi Amerika’dan Avrupa’ya geri
getirilirken Batı yarıküreye götürülen kızamık, grip ve çiçek hastalığı Amerikan Kızılderili
nüfusunu kırıp geçirdi.
Bilimsel Devrim:
Erken Çağdaş Avrupa’nın bilincini olumlu yönde değiştiren son belki de en köklü
değişiklikler modern bilimdeki gelişmelerin ürünüdür. İnsan mantığına inancı ve özgür
soruşturma ruhuyla, eskiçağ Yunan bilim geleneği Avrupa’nın eskiçağdan aldığı mirasın bir
parçasıydı. Pek çok Yunan yapıtı ortaçağın değişik dönemlerinde Müslüman bilginlerce
çevrilerek Avrupa’ya tanıtılmıştı. Bu bilgi birikimi XVI. ve XVII. yy’lardaki bilimsel
devrimin temelini oluşturdu. Bunlar daha çok Rönesans, Reform hareketleri ve keşif
yolculukları gibi yeniliklerle beslendi. Daha başka destek doğanın gücünü araştırma
sonucunda insan yeniliğini vurgulayan simya geleneğinden gelirdi. Erken dönem modern
bilim adamının karşısına dikilen en önemli soru işareti doğa, evrenin çalışma koşulları ve
insanlarla doğal dünya arasındaki ilişkilerle ilgiliydi. Evren konusunda bu görüşü düzeltme
çalışmaları Polonyalı gökbilimci Mikolaj Kopernik ile başlayacaktı. Kopernik De
Revolutionibus Orbium Coelestium (Gökyüzü cisimlerinin Dönmeleri üzerine,1543) adlı
kitabında Yer’in Güneş’in çevresinde döndüğünü öne süren Güneş merkezli bir sistem öne
sürmüştü.
Tüm bu yeniliklere karşın, Bacon ,Descartes ve Newton’ın yazıları gene de varlığın
çalışmalarını yansıttığını kanıtlamak için çaba gösterdiler. Ne var ki bunu ancak söz konusu
bilim adamlarının izinde yürüyen XVII. yy. ‘‘Aydınlanma Çağı’’Filozofları
gerçekleştirebildiler. Aydınlanma çağı filozofları bilim tanrı bilimden ayırma çalışmalarının
tanımlayarak, din dışı bir dünya görüşünün temellerini attılar.
Ulus Devlet:
Avrupa’nın siyasal kuruluşlarının en önemli özelliklerinden biri ulus devlettir. Ortaçağın
sonlarından Fransız devrimi dönemine kadar olan süreçte yüzyıllar boyunca gelişen bu
kuruluş, başlangıçta belirli bir monarşi yada sülaleye bağlılığa, daha sonrada orta bir dil ve
geleneklere sahip insanların birliğine dayanıyordu. İngiltere,Fransa ve İspanya XV. yy.’ a
gelindiğinde ulusçuluğu başarmışlardı. Hollanda, İsveç,Prusya ve diğerleri XVI. ve XVII.
yy’larda onları izlediler. Bu oluşumdan ulusçuluk öğretisi ortaya çıktı: Her ulusal gurubun
bağımsızlığa ve özgür iradesini kullanma hakkına sahip olduğu inancı. Bu öğreti XIX. ve XX.
yy. dünyasının en güçlü ideolojik kavramlarından biri oldu.
Avrupalıların Amerikalı ve Afrikalı halklara karşı kazandıkları zaferlerde önemli bir etken
lan barut,ayrıca Avrupalı kralların ülkelerinde yönetimlerine karşı çıkanları yok etmelerine de
yardımcı oldu. Barutun ilk etkili kullanımı topçuluk alanında gerçekleşti.
Kapitalizm ve sanayi sisteminin başlangıcı:
Bir bakıma kapitalizm,tıpkı ticaret gibi,ilk tüccarlar İsa’dan binlerce yıl önce lav taşlarını
Fırat ırmağından aşağı,Mezopotamya kentlerine taşıdıkları zaman başladı. Eskiçağ
dünyasında bankacılığın ve tefeciliğin basit biçimleri gelişti. Ama çağdaş anlamda
kapitalizmin temelleri ortaçağ Avrupa’sının son dönemlerinde atıldı. Modern finans uluslar
arası dalgalanmalar ve kumarbazlık ruhu o dönemin İtalyan,özellikle Floransalı bankerlerinin
işiydi. Çağdaş bankacılık yöntemleri İtalya’dan Avrupa’nın başka yerlerine, XVI. yy’ ın
büyük finansman merkezi olan Antwerp’e, XVII. yy’ da Antwerp’in izinde yürüyen
Amsterdam’a yayıldı.
Nüfus ve Tıp Devrimi:
Avrupa’nın sanayi devrimini gerçekleştiren nüfusu bu güne oranla çok kalabalık değildi.
XVIII. yy başlarında yaklaşık 20 milyonluk nüfusuyla Fransa, Avrupa’nın en kalabalık
ülkesiydi. Prusya Avusturya ve Almanya’da bir 20 milyon kadar daha insan daha yaşıyordu.
İtalya’da nüfus 14 milyona, büyük Britanya ve İspanya’nın her birinde yaklaşık 7 milyona
ulaşıyordu.
1750’lerde Avrupa’nın ve tüm dünyanın nüfusu beklenmedik bir hızla artmaya başladı.
XVIII. yy. ortalarından yaklaşık 700 milyon olan dünya toplam nüfusu bu gün 4 milyarın
üzerine çıkmıştır. Bu artış erken evrelerde tıpta gerçekleşen ilerlemelerin sonucu değildi.
Sağlık bakımından köklü gelişmeler XIX. yy’ ın ortalarından önce gerçekleşmedi. XVIII.
yy’da görülen nüfus artışı yiyecek dağılımının artmasıyla ilgiliydi. Daha sonra, çağdaş tıp
biliminin çarpıcı başarıları sonucu ölüm oranında büyük bir gerileme olasıyla, bu nüfus
patlaması meydana geldi.
AVRUPA’NIN ÜSTÜNLÜK ÇAĞI
Çağdaş Avrupa uygarlığının zaferleri aynı oranda büyük trajedilerle eşleşti. Sözgelimi,
çağdaş ilaçların tanıtımı sonucunda ortaya çıkan nüfus artışları, bu nüfusları beslemek
zorunda olan Üçüncü dünya Ülkelerinde büyük sorunlar yarattı. Öte yandan Avrupa’da, her
teknolojik ilerleme,her tür kültürel ürün uluslarla insanlar arsında çıkan çatışmada zorla
hizmete sokuldu. Büyük tarihçiler tarihin öğretim ve yazımını ulusçu propaganda olarak
biçimlendirmek de gecikmediler. Romancılar ve şairler ustalıklarını aynı amaç uğrunda
kullandılar. Richard Wagner’in izinde olanlar ve diğer ulusçu besteciler için sanatların en aza
siyasal oranı müzik bile ırkçı ve ulusçu anlaşmazlıkları körüklemeye yarayan bir araç oldu.
Güçler Dengesi:
Avrupa tarihi savaşlarla doludur. Avrupalılar keşifleriyle dünyayı genişlettiler ve dünyayı
açıkladılar. Ama aynı zamanda yalnız kendi bölgelerini değil, Okyanusları ve yeni
keşfedilmiş toprakları da bir biriyle savaşmak için kullanarak,düşmanlıklarını yeryüzünün en
uzak köşelerine kadar taşıdı.
Fransız Devrimi:
1774’te tahta çıkan Fransa kralı Louis XVI,devraldığı sistemin yanlışlarını düzeltmek için
bazı girişimlerde bulundu. Ancak kralın kendi savurganlığı ve havai olduğu için1770’ler ve
1780’lerde monarşi birbiri ardısıra parasal bunalımlar yaşadı. Gırtlağına kadar boca gömülen
ülkede kimse sorumluluğu üslenmek istemiyordu. Bu durum 1789’da,modern Avrupa
tarihinin en önemli olaylarından biri olan Fransız devrimi ile noktalandı. On yıl boyu Fransa
şiddetli bir ayaklanmayla çalkalandı. Devrimci orduların sınırların ötesine taşıdığı bu isyan
ateşi boydan boya tüm kıtaya yayıldı. Fransa’da aristokrat sınıf devrildi,kral ve kraliçenin
boyunları vuruldu ve her geleneksel kuruluş yoklanarak suçlu bulundu.
Alman ve İtalyan İşbirliği:
XVIII. yy’ da canlanmaya başlayan Alman kültürü ve Alman ulusçuluğu akımlarını J.W
von Goethe ve Friedrich Schilder gibi edebiyat devleri,İmmanuel Kant ve G.W.F. Hegel gibi
filozoflar J.S. Bach, F.J. Haydn,W.A. Mozart ve Ludvig van Beethoven gibi besteciler temsil
etmektedir. Ancak siyasal bakımdan Almanya bölünmüş durumdaydı. Hükümdarı geleneksel
olarak Almanya’nın da lideri sayılan Avusturya;Macarları,Çekleri,İtalyanları ve daha başka
halkları içeren bir İmparatorluğun merkeziydi. Almanya’daki diğer büyük güç Prusya’ydı.
Ama onun liderliği tüm halklarca, özellikle güneyde yaşayan Katolik Almanlarca, kabul
edilebilir nitelikte değildi.
Prusya’nın yönettiği bir Alman İmparatorluğunun ortaya çıkması Avusturya’nın Almanca
konuşulan kesiminin dışlanması demekti.1866’da Prusya karşısında yenilgiye uğramasından
hemen önce, Avusturya İmparatorluğu Avusturya-Macaristan ikili monarşi biçiminde yeniden
düzenlenmiştir. Bu statü Macarlara özellik verirken, Habsburg yönetimi altındaki diğer
halkları doyumsuz bırakmıştı. Ulusçu duyguların doruğa tırmandığı bir çağda,bu çokuluslu
devlet tam bir huzursuzluk yuvası oldu. Tuhaf bir rastlantı olara, gerek Avrupa’nın yıkımına
neden olan Yahudi düşmanlığının mimarı Adolf Hitler,gerek Siyonist akımının kurucusu
Theoder Herzl gençlik yıllarını Avusturya’nın başkenti Viyana’da geçirdiler. Almanya’nın
Fransa-Prusya Savaşı’nda (1870-1871) Fransa’ya karşı kazandığı zaferin ardından, yeni
Alman İmparatorluğunun şansölyesi(Başbakan) olarak Bismarck, ustaca bir diplomasiyle
ülkesinin konumunu sağlama aldı:Rusya,Avusturya-Macaristan ve İtalya ile ittifaklar
oluşturdu.;Alman veliahdının kaynanası olan kraliçe Victoria’nı İngiltere’siyle de yakın
dostluk ilişkileri kuruldu.
Birinci Dünya Savaşı Arifesinde Avrupa:
1890’da Bismarck’ın sahneden çekilmesinden sonra durum karışmaya başladı.
Bismarck’ın yerine geçenler Almanya’nın Rusya ile yaptığı antlaşmanın bozulmasına izin
verince, Ruslarda Fransa ile bir ittifak anlaşması imzaladı. Almanya bir donanma kurmaya
başlayınca,korkuya kapılan İngiltere,Üçlü Antant diye anılan Fransa ile Rusya arasındaki
Antlaşmaya katıldı. (1907). Bismarck sisteminin bozulması üzerine bir çıkar ve entrika
oyunun içine düşen Avrupa, sonuçta, Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasına yol açtı.
Savaş Sonrası:
Elbette savaş sonrası bir altın çağ olmayacaktı. Birkaç aydan fazla sürmeyeceği sanılan
savaş Dört yıl sürdü ve 8 milyondan fazla insanın canına mal oldu. Çatışmalar ancak bir
dünya savaşında olabileceği biçimde Güney Atlas okyanusundan Hint Okyanusu ve
Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar yayıldı. Ayrıca, savaşan ülkeler birbirlerinin iç işlerine de
müdahale ederek rakiplerini sömürmeye çalıştılar. Sözgelimi Almanya, Rusya’da çarlık
rejimini devirmeye çalışan devrimcileri destekledi ve İrlanda’da İngiliz yönetimine karşı
ayaklanan asilere yardım etti. İngiltere,Almanya’nın müttefiki Osmanlılara karşı bir Arap
ayaklanması başlattı. Tüm müttefik güçler,Avusturya-Macaristan İmparatorluğundaki Slav
halk arsındaki baş gösteren ulusal Ayaklanmaları desteklediler. Savaş süresince iki tarafında
birbirine üstünlük sağlayamadığı bir kilitlenme meydana geldi. Bu arada Rusya Devrim
dolayısıyla pes etti. Ve savaştan çekildi. Bu müttefikler için ciddi bir darbe oldu,ama aynı yıl
ABD, Müttefikler yanında savaşa katılarak çarpışmaların kaderini Almanlar aleyhine çevirdi
ve Almanya ile bağlaşıkları ertesi yıl teslim olmak zorunda kaldılar. Böylece Yeni
Dünya,eskisinin dengesini yeniden düzenlemeye çağrıldı. Savaştan sonra Avrupa çok değişti.
Avusturya-Macaristan
ortadan
kalktı.
Yerini
bağımsız
devletler
olarak
Avusturya,Macaristan,Çekoslovakya ve Yugoslavya aldı.
İkinci Dünya Savaşı:
Almanya silahsızlanmaya zorlanmış ve Müttefiklere yüklü bir savaş tazminatı ödemek
zorunda kalmıştı. Alman Ekonomisinin felce uğraması sonucu Orta Avrupa’da yıkıcı
enflasyon ve kargaşa hüküm sürmeye başladı.1920’lerin bu belalı sürecinde her yerde türeyen
silahlı siyasal gruplar,tüm Avrupa’yı barbarlık dönemini andıran bir kan gölüne çevirdiler.
Kökleri sosyalizm ve Anarşizme dayanan bu gibi silahlı çetelerden biri –Benito Mussolini’nin
Faşist Partisi 1922’de İtalya’da İktidarı ele geçirdi. Almanya’daki Nasyonal Sosyalist hareketi
bir bakıma Muusolini örneğinden esinlendi. Bu hareketin lideri Adolf Hitler,Almanya’nın
Birinci Dünya Savaşındaki yenilgisinin öcünü almaya ve Yahudilerin Avrupa toplumundaki
etkilerini kırmaya yönelik ırkçı bir doktrine adamıştı. 1920’lerede çevresine kalabalık bir
izleyici grubu toplayarak popüler olan ve terörle yıldırma etkinlerini önemli bir silah olarak
kullanan Hitler, daha sonra Avrupa’da yeni bir düzen kurmak üzere kolları sıvadı. 1938’de
Avusturya Ve Çekoslovakya’yı kontrolü altına aldı ve SSCB ile bir saldırmazlık paktı
imzaladıktan sonra ertesi yıl Polonya’ya saldırdı.
XX. YY’IN İKİNCİ YARISINDA AVRUPA
Sovyet Birliklerinin Doğu Avrupa’nın büyük bölümünü işgal etmesiyle savaş son buldu.
Polonya,Macaristan,Bulgaristan,Romanya,Yugoslavya,Çekoslovakya ve Almanya’nın Sovyet
Kontrolündeki bölgesinde. Sovyet modeline göre Komünist hükümler kuruldu. Eğer Batı
Avrupa’da Amerika’nın varlığı olmasaydı,tüm kıta Sovyet etkisi altına girebilirdi.
Komünist ve SSCB:
Rusya’nın bir Avrupa devleti olup olmadığı sorusu,bu ülke komünist bir devlete
dönüştükten sonra her zamankinden daha çok kuşku bulutuna gömüldü. XX. yy’ da dünyanın
her yanına sıçrayan komünizm ya da markçı sosyalizm hiç kuşkusuz bir Avrupa icadıdır.
Özel mülk varlığına son vererek yoksulluğu ve eşitsizliği ortadan kaldırma düşüncesi,XIX.
yy. başlarında Fransa ve diğer ülkelerdeki köktenci reformcular arasında geçerlilik kazandı.
Bu düşüncenin marsçı yorumu özel mal sahipliğine dayalı kapitalist sistemin kaçınılmaz
çöküşünün habercisi olmuştur. Bunun yerini üretim araçlarının halk tarafından ortaklaşa
kullanıldığı ve işçilerin egemen olduğu bir sosyalist sistem olacaktı. Bu da yerini sonunda
sınıfsız bir komünist toplumuna bırakacaktı. XX. yy’ ın başlarında,marksçı sosyalizm
Avrupa’nın işçi hareketlerinde etkin bir üstünlük sağlamayı başarmıştı.
Soğuk Savaş:
Müttefikler zaferi kazanır kazanmaz lider üyeler olan ABD ile Sovyetler birliği arasında
‘‘Soğuk Savaş’’ adı verilen bir anlaşmazlık gelişmeye başladı. Komünistlerin gizli
niyetlerinden kuşkuya kapılan Amerikalılar,Sovyetler’in doğu Avrupa’daki uydularında
serbest seçimlere izin vermeyi reddetmesine öfkelendikleri gibi,güçlü komünist akımlarının
bulunduğu Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın geleceği konusunda kaygılandılar. Sovyet etkisini
kırmak için ABD,Batı Avrupa’nın savaştan yıkılmış ülkelerini yeniden canlandırmak üzere
bir ekonomik ve teknik yardım programı başlattı.
Sömürgelerin Elden Çıkması:
Bu arada büyük Avrupa sömürge İmparatorlukları çözülüyordu. İkinci Dünya savaşı
sırasında Güneydoğu Asya’daki komünist ayaklanmaları desteklenmesi sonucu bir zamanların
yenilmez Avrupalıları denetimi sağlamakta güçlük çektiler.1947’de İngiltere Hindistan’a
bağımsızlığını verdi ve ertesi yılda Hollandalılar Endonezya’yı boşalttılar. ABD tarafından
desteklenen Fransız,Çinhindin’deki isyancılara karşı uzun bir savaş yürütülürse de ,sonunda
1954’te çekilmek zorunda kaldılar.
Download