14.2.2. Dünya`da ve Türkiye`de Yaşlılara Yönelik Sosyal

advertisement
Ondördüncü Bölüm
Kadınlara ve Yaşlılara
Yönelik Sosyal Politikalar
Ders: Sosyal Politika
Hedefler
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
- Toplumsal cinsiyet ve kadın sorunlarını açıklayabilecek
- Dünya’da ve Türkiye’de kadın emeğini korumaya yönelik sosyal politika
önlemleri hakkında bilgi sahibi olacak
- Yaşlılık kavramını ve sorunlarını öğrenecek
- Yaşlılara yönelik sosyal politika düzenlemeleri konusunda
bilgilendirileceksiniz.
Anahtar Kelime
Kadın işgücü
Cam tavan
Kronolojik Yaş
Fonksiyonel yaş
Gri tavan
Kısmi süreli çalışma
İçindekiler
14. Kadınlara ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
14.1. Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar
14.1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı
14.1.2. Dünya’da ve Türkiye’de Kadın Emeği, Sorunlar ve Düzenlemeler
14.2. Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
14.2.1.Yaşlılık Kavramı ve Sosyal Politikanın Gerekliliği
14.2.2.Dünya’da ve Türkiye’de Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
2
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
14. KADIN VE YAŞLILARA YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR
Kadın ve yaşlılar özel olarak korunması gereken gruplar arasında yer almaktadır.
Kadınların özellikle çalışma yaşamına giriş ile birlikte istihdam alanında yaşadıkları
sorunlar sosyal politikanın bu alanda düzenlemeler yapmasını gerekli kılmıştır. Diğer
yandan yaşam döngüsünün önemli ve hassas bir dönemini ifade eden yaşlılığın birey
üzerindeki olumsuz sosyal ve ekonomik etkileri de sosyal politika düzenlemeleri ile
giderilmeye çalışılmaktadır.
14.1. Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar
14.1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı
Hedef: Toplumsal cinsiyet kavramını öğrenmek
Cinsiyet kavramı kadın ya da erkek olmanın biyolojik / anatomik yönünü işaret
ederken, “toplumsal cinsiyet” kavramı kadın ve erkek kimliklerine toplumsal olarak
yüklenen anlamı ve rollerin de bu anlamda kurgulanmasını ifade etmektedir. Bilindiği
gibi erkek ve kız çocukları içinde bulundukları toplumun yargıları etrafında
sosyalleşmekte ve bu süreçte toplumsal olarak belirlenmiş olan cinsiyet rollerini
öğrenmektedirler. Aile, bu rollerin ilk öğrenildiği ve çocuk tarafından gözlemlendiği
yerdir. Ancak toplumsal cinsiyet kavramı sadece aile ve hane içinde görülenlerden
ibaret değildir. Toplumsal cinsiyet kavramının ekonomik sistemler, siyaset ve iktidar
gibi bir dizi faktörle yakından ilişkisi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla kadınların
temel sorun alanını oluşturan cinsiyete dayalı ayrımcılık / eşitsizlik sadece bir alanda
değil, yaşamın hemen her alanında ortaya çıkmaktadır (Yılmazer,2011:282).
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, kadınla erkeğin sosyal ve
kültürel açıdan tanımlanmasını, toplumların bu iki cinsi birbirinden ayırt etme biçimini,
onlara verdiği toplumsal rolleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır (Ecevit,2011:4).
Yani toplumsal cinsiyet, toplumun verdiği roller, görev ve sorumluluklar, toplumun
bireyi nasıl gördüğü, algıladığı ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır (Üner,2008:6).
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’nin birinci
maddesi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın veya
erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne
olursa olsun kadınlara tanınmasını içermektedir. Kadınların bu haklardan
yararlanmalarını veya bu haklarını kullanmalarını engelleme, hükümsüz kılma amacını
taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dışlama veya
kısıtlama anlamına gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü toplumsal cinsiyette eşitliği karar
verme, seçme, fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması, kullanılması ve hizmetleri elde
etmede cinsiyete bağlı ayrımcılık yapılmaması olarak tanımlanmaktadır.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadınlar siyasal, yasal, sosyal ve
ekonomik haklara sahip olmada, bu hakları kullanmada, toprak ve sermaye gibi
kaynaklara sahiplikte eşitsizliklere uğramaktadır (Üner,2008:7).
Cinsiyete dayalı eşitsizliklerin yoğun olarak çalışma hayatında ortaya çıktığı
görülmektedir. Buna göre “belirli iş tiplerinin belirli insan kategorilerine
bölüştürülmesini” ifade eden cinsiyete dayalı işbölümü, bazı işlerin kadın ve erkek işi
olarak ayrılmasına neden olarak çalışma hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık / eşitsizlik
gibi sorunları doğurmaktadır (Yılmazer,2011:282).
14.1.2. Dünya’da ve Türkiye’de Kadın Emeği, Sorunlar ve
Düzenlemeler
Hedef: Dünya’da ve Türkiye’de kadınlara yönelik uygulanan sosyal politikalar
hakkında bilgi sahibi olmak
Dünya’da Kadın Emeği ve Sorunlar
Kadınlar tarihin her aşamasında dönemin özelliklerine uygun olarak farklı
statülerde çalışma yaşamında yer almışlardır. İlkel toplumlarda kadınlar fizyolojik
özelliklerine bağlı olarak bitki toplama, çocuk bakımı, dokuma, çeşitli ev aletlerinin
yapımı ile uğraşmış, erkekler avcılık görevini üstlenmişlerdir. Bu dönemde kadınlar
doğurganlık özellikleri ve yaptıkları işlerle aile içinde üstün bir statü elde etmiş,
anaerkil aile yapısı ortaya çıkmıştır. Yerleşik düzene geçilmesi ile birlikte toplumların
ekonomik, sosyal ve siyasi yapısında köklü değişiklikler olmuş, yerleşim merkezlerinin
kurulması sonucu mübadele ekonomisi doğmuş, ticaret başlamış, üretim araçları
çeşitlenmiş, tarımsal faaliyetler artmış, yeni işkolları ortaya çıkmıştır. Bu olumlu
gelişmelere karşılık insanlar, doğa ve birbirleri ile egemenlik savaşına girişmiş, fiziksel
güç ve üstünlük ön plana çıkmış, bu durum kadın erkek ilişkilerine de yansımıştır.
Erkekler fiziksel güç gerektiren işlerle uğraşırken, kadınlar aktif üretim sürecinden
3
4
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
evlerine çekilmişler. Anaerkil aile düzeni yerini ataerkil aile düzenine bırakmıştır.
Kölelik döneminde kölelerin büyük bir bölümünü kadınlar oluşturmuş, X ile XV.
yüzyıllar arasında geçerli olan Feodal dönemde kadınlar tarım sektöründe ve ev
işlerinde çalıştırılmışlardır. XV ile XVIII. yüzyıllar arasında lonca düzeni içinde bazı
sanat kollarında çok yaygın olmamakla birlikte kadınlar da yer almışlardır.
Kadınların ücretli işçi statüsünde çalışmaları, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında
Sanayi Devrimi ile birlikte başlamıştır. Bu dönemde kadınların çalışma yaşamına
girmelerinde; ailenin gelirinin yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik nedenler, gelişen
teknoloji, kadınların tüm ülkelerde sanayileşmenin ilk başladığı sektör olan dokuma
sektöründe erkeklere göre daha başarılı, daha uysal ve daha az ücretle çalışmaya razı
olmaları etkili olmuştur. Sanayi Devrimi sonrasında kadınlar tekstil ve dokuma işkolları
başta olmak üzere birçok işkolunda çok aşır koşullar altında çalışmak zorunda
kalmışlardır. Bu durum toplumda düzen ve birliğin bozulmasına, âhlaki çatışmalara
neden olmuş, yoğun tepkiler üzerine İngiltere’de kadınların çalışma yaşamında özel
olarak korunmaları ile ilgili ilk hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bunu Fransa, Almanya
ve diğer ülkelerde yapılan düzenlemeler izlemiştir. Bu düzenlemelerle kadınların
çalışma süreleri azaltılmış, yer altında ve gece çalıştırılmaları yasaklanmıştır.
Uluslararası alanda da kadınların çalışma süreleri, gece dönemlerinde ve madenlerde
çalıştırılmalarının yasaklanması ile ilgili tavsiye niteliğinde kararlar alınmış ancak bu
kararlar uygulamaya konulamamıştır.
XIX. yüzyılın sonunda ise metalürji, araba, kimya gibi sektörlerdeki gelişmeler
kadın işgücü kullanımını geçmişe oranla büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Ancak XIX.
yüzyılın son çeyreğinde kadınların analık nedeniyle korunmalarına yönelik
düzenlemeler de yapılmaya başlanmıştır. Örneğin Almanya’da sosyal sigortalar
kapsamında analık sigortası, İsviçre’de analık halinde kadın işçilere izin verilmesi
konusunda hukuki düzenlemeler yapılmış, bu tür politikalar XX. yüzyılın başında diğer
ülkelerde de yaygınlaşmaya başlamıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında kadınlar erkeklerin
boş bıraktıkları yerleri doldurmuş, onların hâkim oldukları sektörlerde çalışmaya
başlamışlardır. 1921-1931 yılları arasında kadınlar, yeni sektörlere ve ticarete girmiş
ancak 1929 Ekonomik Bunalımından en fazla etkilenen kesim yine kadınlar olmuştur.
Örneğin ABD’de evli kadınların çalışmalarına karşı devletin de desteklediği
kampanyalar başlatılmış, İngiltere’de sadece bekar kadınların çalışmalarına izin
verilmiştir. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kadınlar yeniden erkeklerin
yerine istihdam edilmeye başlanmıştır (Topoğlu, 2007: 19-20). Bu dönemde kadınların
çalışmalarını sağlamak amacıyla kısmi süreli çalışma teşvik edilmiş, çocuklar için kreş
ve çocuk yuvaları açılmıştır. Savaşlar kadınların statüsünde önemli değişikliklere yol
açmış, kadın ve erkek eşitliğine yönelik akımlar güçlenmiştir. Demokrasi, insan
haklarının gelişimi yükselen kadın hareketi ile birleşince gelişmiş ülkelerde kadın-
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
erkek eşitliğini sağlamak amacıyla anayasa ve kanunlarda kadın-erkek eşitliği
doğrultusunda düzenlemeler yapılmış, XVIII. Ve IX. yüzyılda kadına sağlanan eğitim
hakkından sonra ABD ve Kanada’da 1920, İngiltere ve Almanya’da 1928, Fransa’da
1945, İtalya’da 1946 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış, aile ve miras
hukukunda düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca kadınların çalışma yaşamına girmeleri ve
çalışma
yaşamında
koşulların
iyileştirilmesine
yönelik
düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde; gelişmiş ülkelerde kamu
ve hizmet sektörünün gelişmesi, demografik gelişmeler, eğitim olanaklarının artması,
çekirdek ailelerin yaygınlaşması, evlenme oranlarındaki azalma, boşanma oranlarındaki
artış, toplumun kadının çalışmasına bakış açısının değişmesi, çocuk, yaşlı ve özürlü
bakım hizmetlerinde sağlanan gelişmeler, kadının ev işlerini azaltan ve kolaylaştıran
teknolojik gelişmeler, üretim ve hizmet sektöründe kullanılan ve üretimi basitleştirip
kolaylaştıran yeni teknolojiler gibi nedenlerle kadının işgücüne katılımı artmıştır.
Küreselleşme, özellikle 80’li yıllar ve sonrasında uygulanan neo-liberal politikalar,
bunlarla bağlantılı esnekleştirme uygulamaları ise kadınların üretim sürecine daha fazla
ancak daha kötü koşullarda katılmalarına neden olmuştur. Kadınlar halen gelişmekte
olan ülkelerde çok uluslu şirketlerin ucuz emeğini oluşturmakta, giderek artan
uluslararası kaçak işgücü göçü içinde yer alan göçmen kadınlar göç ettikleri ülkelerde
sanayi ve hizmet sektöründe kayıt dışı çalışmaktadırlar. Küreselleşme kadın ile erkek ve
kadınlar arasındaki eşitsizliği daha da arttırmaktadır. 1980 sonrası artan özelleştirme
uygulamaları ise kamuda yoğun şekilde çalışan kadın işgücünü olumsuz yönde
etkilemektedir (Tokol,2013:111-112).
OECD ve AB ülkelerinin çoğunda kadının işgücüne katılım oranı aşamalı olarak
artmaktadır. ancak kadınların katılım oranları erkeklerinkiyle kıyaslandığında
yetersizdir. Genel olarak bakıldığında emek piyasasında kadın istihdamının yetersiz
olmasının yanı sıra istihdam edilen kadın emeği de eşitlik sorunuyla karşı karşıya
kalmaktadır. Dünyada kadın ve erkek işgücünün istihdamdaki sektörel dağılımına
bakıldığında dünya çapında eşitsizlik göze çarpmaktadır. Kadınların ağırlıklı olarak
hizmet sektöründe erkeklerin ise sanayi sektöründe istihdam edildiği görülmektedir.
Cinsiyete dayalı işbölümü tek başına önemli bir sorun olmasının yanında ücret
eşitsizliği gibi önemli bir sorunun ortaya çıkmasında da önemli rol oynamaktadır.
Kadınların erkeklere göre daha az kazanması, kadınların tüm hayatları boyunca daha az
emeklilik geliri almaları ve daha fazla yoksulluk riski ile karşı karşıya kalmaları
anlamına gelmektedir.
Kısmi süreli çalışma1 başta olmak üzere kadın emeğinin yoğun olarak esnek
nitelikteki işlerde kullanılması, günümüz emek piyasalarında çalışma biçimlerinin
cinsiyetler üzerinden eşitsiz örgütlendiğini göstermektedir. Kadınların işgücüne katılım
1
Normal çalışma süresinden önemli ölçüde kısa, isteğe bağlı ve düzenli bir çalışma şeklidir.
5
6
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
oranının görece yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde bile erkeklerle kıyaslandığında kısmi
süreli işlerde çalışanların %73’ü ve OECD ülkelerinde ise %69’u kadınlardan
oluşmaktadır (Yılmazer,2013:296-298).
Diğer yandan kayıt dışı çalışmada da kadınların yoğun olarak görüldüğü
bilinmektedir. Kayıt dışı çalışmanın yaygın olmasında eğitim yetersizliği, kadınların
gelirlerinin ekonomik destek olarak görülmesi, kayıt dışı işlerin aile üyeleri ile birlikte
yapılması, düzenlilik gerektirmemesi, bu tür işlere ulaşma kolaylığı ve cinsiyete dayalı
işbölümü gibi nedenler önemli rol oynamaktadır. Dünya genelinde kadınların kayıt dışı
sektördeki payı, kayıtlı sektörden daha yüksektir. Kayıt dışı çalışmanın en yaygın biçimi
olan evde çalışma2 içinde kadınların oranı erkeklere göre tüm dünyada yüksektir.
Örneğin Hindistan’da evde çalışanların %84’ü, İspanya’da %75’i, Hollanda da %95’i
kadındır (Tokol,2013:113)
Türkiye’de Kadın Emeği ve Sorunlar
İslamiyet’in kabul edilmesinden önce Türk kadını toplumda önemli bir role
sahip olmuş, ticaretle uğraşmış, toplumsal yaşama ve üretime katılmış, hakanın
(hükümdarın) eşi devlet yönetiminde söz sahibi olmuştur (Ertürk, 2008: 12). Özellikle
Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla yerleşik yaşama geçen kadın daha pasif roller almış
ve statüsü değişmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan XVI. yüzyıla kadar kadının
toplumsal gelenek ve görenekler çerçevesinde konumunun korunduğu ve dokuma gibi
geleneksel alanlarda ailenin geçimine katkıda bulunduğu görülmektedir. Tarım
kesiminde ise kadın yüzyıllarca ücretsiz aile yardımcısı olarak çalışmış, geçici tarım
işçileri arasında az sayıda da olsa kadınlar da yer almışlardır. XVI. yüzyıldan
Tanzimat’a (1839) kadar geçen dönemde yapılan tüm düzenlemeler ise kadınların
kapanmalarına, sosyal hayattan soyutlanmalarına yönelik olmuştur. Bu dönemde
İmparatorluğa hâkim olan toplumsal ve kültürel yapı nedeniyle kentlerde kadınların
herhangi bir işte çalışmaları şer’ren yasaklanmıştır. Tanzimat döneminde kadın hakları
yönünden önemli gelişmeler sağlanmış, kölelik, cariyelik kaldırılmış, kadın ve erkeklere
veraset alanında eşitlik sağlanmış, eğitim alanında kadınlar için ortaokul, sanayi okulu
ve öğretmen okulu açılmıştır. Sanayi okulu ile kadınların küçük sanayi işletmelerinde,
öğretmen okulu ile resmi olarak eğitim alanında çalışmaları sağlanmıştır. 1869 yılında
Maarif Umumiye Nizamnamesi ile 7-11 yaşları arasındaki kızlar için ilköğretim zorunlu
hale getirilmiş, bu düzenleme 1876 Anayasası’nda anayasal zorunluluk haline
dönüştürülmüştür. Evlerde kurulan tezgâhlarda aile ve piyasa için gerçekleştirilen halı
ve dokuma işleri, kadınların XIX. yüzyılın ortalarından itibaren, önce küçük atölyelerde
daha sonra fabrikalarda çalışma hayatına girdikleri ilk alan olmuştur. Balkan Savaşı ve
2
İşçinin ücret karşılığında, işverenin belirlediği bir malı veya hizmeti, bağlı olduğu işverene ait işyeri
veya sair bir tesis dışında evde üretmesidir.
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
I. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin savaşa gitmeleri nedeniyle işgücü açığı ortaya
çıkmış, Avrupa’da olduğu gibi bu açık kadınlarla karşılanmış, kadınlar kamuda memur
olarak, daha önce çalışmadıkları işlerde ve hizmet sektöründe işçi olarak çalışmaya
başlamışlardır. 1915 yılında yapılan, ülkenin sanayi bakımından gelişmiş bölgelerindeki
önemli sanayi kuruluşlarını içeren, 1913-1915 Sanayi Sayımına göre bu dönemde
önemli sanayi kuruluşlarında çalışanların yaklaşık üçte birini kadınlar oluşturmuştur. Bu
kadınların büyük bölümü geleneksel faaliyet alanı olan dokuma ve gıdada yer almış,
erkeklere göre daha düşük ücret ve daha uzun çalışma süreleri ile çalıştırılmışlardır
Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın - erkek eşitliğine yönelik olarak eğitim, medeni ve
siyasi haklar alanında gelişmiş ülkelerden de ileri düzeyde hukuki düzenlemeler
yapılmış, bu düzenlemeler kadının çalışma yaşamına girişinde önemli rol oynamıştır
(Tokol,2013:114-115). Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte merkezi olarak planlanan
sanayileşme sürecinde kadın emeği kullanılmaya başlanmış ve kadınların işgücüne
katılım oranları bir dönem hızlı bir artış göstermiştir. Bu artışın sağlanmasında savaşlar
dolayısıyla erkek nüfusun azalması önemli rol oynamıştır. 1950’li yıllar Türkiye
ekonomisi için devlet işletmelerinin yoğun olarak kurulduğu ve buna bağlı olarak kadın
istihdamının da arttığı yıllar olmuştur. Ancak erkek nüfusun genel nüfus içindeki
payının artmasıyla birlikte 1960’lı yıllardan itibaren kadının işgücüne katılım oranı
düşmeye başlamıştır. Bu yıllardan günümüze kadar geçen sürede Türkiye’de kadınların
işgücüne katılım oranlarında aşamalı bir azalma göze çarpmaktadır. Türkiye’deki
kadınların işgücüne katılım oranı dünyadaki yüksek gelir grubuna sahip ülkelere göre
oldukça düşüktür. Kadınların işgücüne katılım oranları AB ülkeleri başta olmak üzere
birçok ülkeden oldukça düşüktür. Bu durumun ortaya çıkmasında; din, gelenekler, aile
içinde kadına yüklenilen rol, kadının eğitim düzeyinin yetersizliği, gelir durumu,
işyerlerinde yaşanan ayrımcı uygulamalar önemli rol oynamaktadır. Ayrıca çocuk,
hasta, yaşlı bakımında ülkenin sunduğu kamusal hizmetlerin yetersizliği kadının
işgücüne katılım kararını önemli ölçüde belirlemekte, kadın emek arzını kısıtlamaktadır
(Yılmazer,2013:298-299).
Türkiye’de emek piyasasında kadın istihdamının yetersiz olmasının yanı sıra istihdam
edilen kadının da eşitlik sorunuyla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Türkiye’de
kadın işgücünün tarımsal faaliyetlerle, tarım dışı faaliyetlerde dağılımında önemli bir
eşitsizlik söz konusudur. Tarım dışı faaliyetlerde Türkiye’de de kadın işgücünün sanayi
sektöründen daha yüksek oranda hizmet sektöründe istihdam edildiği görülmektedir.
Bunun nedeni hizmet ile ilgili işlerin kadın işi olarak tanımlanması ve istihdam
seçiminin buna uygun olarak yapılmasıdır. Çalışan kadınlar için işte yükselme ve karar
alma süreçlerinde erkeklerle eşit oranda varlık gösterememeleri sorunun başka bir
boyutunu oluşturmaktadır. kadın emeğinin önemli bir bölümü küçük işletmelerde,
enformel sektörde, istihdam güvencesi olmayan, geçici işlerde istihdam edilmektedir.
7
8
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
Günümüz Türkiye’sinde formel işlerde bile yaşanan ücret ayrımcılığı sorunu kadınların
çalışma hayatında karşılaştıkları sorunların başında gelmektedir. Türkiye’de kadın
emeği erkeklerle kıyaslandığında, kadın emeği değerinin altında ücretlendirilmekte, bu
uzun dönemde kadının daha düşük emeklilik geliri ve daha fazla yoksulluk riski ile
karşı karşıya olduğu anlamına gelmektedir.
Çalışma hayatında kazanılan gelirin eşitsiz olmasının yanısıra bir başka sorun
örgütlenememe/sendikalaşamama sorunudur. Sendikalaşan kadınların ise yönetime
katılma ve karar alma süreçlerinde eşit fırsatlara sahip olmadıkları görülmektedir. Bu
durumun ortaya çıkmasında kadının aile içindeki sorumlulukları önemli rol
oynamaktadır (Yılmazer,2013:300-302).
Kadın Emeğinin Karşılaştığı Sorunları Gidermeye Yönelik Düzenlemeler
Tarihi gelişim süreci içinde kadınların öncelikle fizyolojik, biyolojik farklılıkları
nedeniyle özel olarak korundukları, bu korumanın yetersiz kalması üzerine kadın erkek
arasında hukuki eşitliğin sağlanması yoluyla doğrudan ayrımcılığın, olumlu ayrımcılık
uygulamaları ile dolaylı ayrımcılığın ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Günümüzde ise AB düzeyinde ve Birlik ülkelerinde kadınların geleneksel
sorumluklarının azaltılmasına ve işgücü piyasası ile uyumlaştırılmasına yönelik
politikalar önem kazanmıştır (Tokol,2013:120-121).
Kadının çalışma hayatında korunması ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı çeşitli
tarihlerde Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından çok sayıda
sözleşme kabul edilmiştir. Hukuki alanda yapılan her bir düzenlemenin, dönemin
çalışma hayatında var olan bir sorunun giderilmesine dönük olarak gerçekleştiği
görülmektedir. ILO ve BM sözleşmelerine ek olarak AB’nde de cinsiyet ayrımcılığı ile
ilgili Birlik Antlaşmalarında bazı düzenlemeler yapılmış, farklı tarihlerde direktifler
kabul edilmiştir. Bunlardan ilki, Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması’nın (Roma)
119. Maddesinde yer alan “eşit işe eşit ücret” ilkesidir (Yılmazer,2013:303).
Kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacıyla tüm ülkelerde
kanunlarla kadınların yer altı ve su altında yapılan işlerde çalıştırılmaları
yasaklanmakta, sanayiye ait işlerde gece çalıştırılmaları belli kurallara bağlanmakta,
çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir.
Kadınların analık durumunda korunmaları ile ilgili olarak doğum öncesi ve sonrasına
yönelik özel düzenlemeler yapılmaktadır. Doğum öncesi koruma ile ilgili düzenlemeler
arasında; hamilelik süresince kadınlara belli aralıklarla iş süresinden sayılmak üzere
periyodik sağlık kontrolleri, gerekiyorsa tedavileri için ücretli izin verilmesi, doğumdan
önce belirlenecek belli bir süre boyunca hamile kadınların sağlığına zarar verecek
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
işlerde çalıştırılmaması veya yaptığı işin geçici bir süre için değiştirilmesi, doğumdan
belli bir süre önce gece çalıştırılmasının yasaklanması, doğumdan önce ve sonra
ülkelere göre değişen süreler boyunca (Tunus, Suudi Arabistan’da 12 haftadan az.
Hindistan, Çin, ABD ve Meksika’da 12-13 hafta, Japonya, Almanya, Fransa’da 14-17
arası, Bosna Hersek, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve İsveç’te 26 haftadan fazla,
Türkiye’de 16 hafta ) hiç çalıştırılmaması yer almaktadır. Doğum sonrası koruma ile
ilgili düzenlemeler arasında ise emzikli kadınların belli bir süre boyunca sağlığına zarar
verecek işlerde çalıştırılmaması veya işinin geçici olarak değiştirilmesi, belli bir süre
gece çalıştırılmaması, fazla çalışmasının yasaklanması, kadının isteğine bağlı olarak
işine dönebilme hakkı saklı kalmak koşuluyla ülkelere göre değişen belli bir süre için
ücretsiz izin verilmesi (Türkiye’de işçilerde 6 aya, memurlarda 1 yıla kadar ), belirli
sayının üzerinde kadın işçi çalıştıran işyerlerinde işverene emzirme odası ve kreş açma
zorunluluğu getirilmesi, süresi ve kullanma zamanı ülkelere göre değişen, iş süresinden
sayılan süt izninin verilmesi yer almaktadır.
Kadınların cinsiyet ayrımcılığına karşı korunmasına yönelik düzenlemeler haklara
sahip olmada ve haklardan yararlanmada kadın ile erkek arasında cinsiyetlerinden
dolayı yapılan ayrımı önlemeyi amaçlamaktadır. Eşitlik bakımından kadınların çalışma
yaşamında korunmasının eşit davranma ve eşit değerde işe eşit ücret olmak üzere iki
boyutu bulunmaktadır.
Günümüzde AB düzeyinde ve Birlik ülkelerinde bu politikalara ek olarak
kadınların geleneksel sorumluluklarının bir ölçüde de olsa azaltılmasına ve işgücü
piyasası ile uyumlaştırılmasına yönelik politikalar uygulanmaktadır. Çocuk bakımı
konusunda kadın ve erkek rollerini biraz olsun değiştirmeyi hedefleyen bu
politikalardan biri ebeveyn izni’dir. Ebeveyn izni ilk olarak 1974 yılında İsveç’te kabul
edilen bir kanun ile uygulanmaya başlanmış, daha sonra AB üyesi diğer ülkelerde de
uygulama alanı bulmuştur (Tokol,2013:120-122).
Çalışma hayatında
sözleşmeleri;
-
cinsiyete
dayalı
ayrımcılığı
gidermeye
Zorla Çalıştırma
Maden ocakları ve yer altı işlerinde kadınların çalıştırılmaması
Eşit İşe Eşit Ücret
Zorla çalıştırılmasının kaldırılması
İstihdam ve İşte Ayrımcılığın engellenmesi
Muamele eşitliği
İstihdam politikası
Kısmi süreli çalışma
Ev Eksenli çalışma
yönelik
ILO
9
10
Sakarya Üniversitesi
-
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
Anneliğin korunması
Birleşmiş Milletlerin 1979 yılında onayladığı Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın
önlenmesi sözleşmesi de kadınlara yönelik imzalanan sözleşmeler arasında yer
almaktadır.
Ayrımcılığın önlenmesi ve kadın-erkek eşitliği ile ilgili uluslar arası düzenlemeler
çerçevesinde, Türkiye, iç hukuk alanında, çalışma hayatını doğrudan ilgilendiren önemli
değişiklikler ve düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Örneğin, Türkiye BM’nin “Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde (CEDAW)” yer alan
çekincelerini iç hukukta ilgili düzenlemeleri yaparak 1999 yılında tamamen
kaldırılmıştır. 2002 yılında da CEDAW Ek İhtiyari Protokolü’nü onaylanmıştır. Ayrıca
Türkiye farklı tarihlerde ILO sözleşmelerinin bazılarını onaylamıştır.
Çalışma hayatına ilişkin olarak 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş
Kanunu’nun hazırlanmasında da AB’ne üyelik sürecinde direktiflere uyum sağlanmaya
çalışılmıştır. Örneğin, kadın işçileri çalışma yaşamında cinsiyete dayalı ayrımcılığa
karşı koruma ile ilgili düzenlemeler; çalışma yaşamında eşitlik ve ayrımcılık yasağı ile
ilgili 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesinde eşit davranma ilkesi başlığı altında
düzenlenmiştir.
Türkiye’de genel olarak, kadın-erkek eşitliği ve ayrımcılığın önlenmesi bakımından
ulusal düzenlemeler uluslararası süreci biraz geriden takip etmektir. İstihdamda fırsat
eşitliği, eşit işe eşit ücret ve kadın emeğinin güvencesiz ve sigortasız çalıştırılması gibi
bazı temel sorunlar halen varlığını sürdürmektedir (Yılmazer,2013:304-307).
14.2. Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
Yaşlılık; çocuk ve genç kavramı gibi çok yönlü bir kavramdır. Bu nedenle genel
kabul gören, yaşlılığı tüm yönleri ile açıklayan bir yaşlılık tanımı yapmak oldukça
güçtür. Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmektedir. İklim,
çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler
genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını güçleştirmektedir. Yaşlılık, çocuk ve genç
kavramı gibi biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kronolojik boyutları olan
çok yönlü bir kavramdır (Tokol, 2013:65).
14.2.1. Yaşlılık Kavramı ve Sosyal Politikanın Gerekliliği
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
Hedef: Yaşlılık kavramını ve sorunlarını öğrenmek
İnsan hayatının yaşam dönemlerinden biri olarak “yaşlılık”; genel olarak 60 yaş ve
sonrası dönem olarak kabul edilmektedir. Yaşlılık; hayatın diğer evreleri gibi doğal,
kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir durumdur. Yaşlılık; bireyin kalıtımsal
özelliklerine, beslenme alışkanlıklarına, çevre koşullarına ve kültürel özelliklerine bağlı
olarak erken veya geç, sorunlu veya az sorunlu yaşanabilmektedir.
Yaşlılık kavramını tanımlayabilmek için farklı açılardan yaklaşmak ve “yaş”
kavramı üzerinde durmak gerekir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan bir ayırıma
göre; “45-59 yaş arası orta yaş”; “60-74 yaş arası yaşlılık”; “75-89 yaş arası ileri
yaşlılık”; “90 ve üstü ise ihtiyarlık” kategorisi içinde yer almaktadır.
Yaşlılık, hem “kronolojik yaş” hem de “fonksiyonel yaş” açısından ele
alınmaktadır. Kronolojik yaş, insanın doğum tarihi ile başlayan bir süreçtir. Bu süreç,
bir şey için uygun olan ve olmayan insanların ayrıştırılmasında yararlanılan temel araç
ve gösterge konumundadır. Ancak kronolojik yaş ile yaşlanmanın belirtileri tam
anlamıyla ortaya konulamadığı için nüfusun belirli bir bölümünün yanlış
sınıflandırılması söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle yaşlılığın “fonksiyonel” yanına
da bakılması gerekir. Başka bir ifadeyle, fiziksel güç, hareketlilik, dayanıklılık,
koordinasyon ve zihinsel kapasite gibi özelliklerle insanların yaş kategorilerine
ayrılması da önem taşımaktadır.
Modern toplum anlayışında yaşlı, 65 yaşına ulaşan ve emeklilik hakkı elde eden
kişidir (Yıldız,2013:387).
Yaşlılık tanımları farklı olsa da yaşlılık sorunlarla dolu bir dönemi ifade eder.
Yaşlıların birbiri ile iç içe geçmiş çok sayıda sorunu bulunmaktadır. Bu sorunların bir
bölümü yaşlının fiziki, ruhsal ve ekonomik durumundan, bir bölümü yaşadığı ülkenin
ekonomik, sosyo-kültürel politika ve uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Yaşlıların
yaşadıkları sorunlar; sağlık sorunları, ekonomik sorunlar, psikolojik sorunlar ve sosyokültürel sorunlar şeklinde gruplanabilmektedir. Yaşlıların en önemli sorunlarının
başında sağlık sorunları gelmektedir. Yaşlıların bakım sorunu, yaşlı istismarı ve ihmali
sağlık sorunları ile bağlantılı diğer sorunlar arasında yer almaktadır. Ekonomik sorunlar
yaşlıların büyük bölümünün ana sorununu oluşturmaktadır. Gelirin emeklilik veya
yaşlılıktan dolayı işten ayrılma nedeniyle azalması ve artan sağlık sorunlarına bağlı
gider artışı yaşlıları olumsuz etkilemektedir. Gelirin azalışının yanı sıra emekliliğe özgü
diğer sorunlar, yaşlıları psikolojik sorunlarla karşı karşıya bırakabilmektedir. Yaşlılıkta
11
12
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
psikolojik değişiklikler eskiye aşırı bağlılık, değişen koşullara uyum sağlayamama,
yeniliklerden korkma ve egoizm şeklinde sıralanabilir. Yaşlılarda yaşlanma ile birlikte
sosyal rollerini, kendilerine güven ve otoritelerini kaybetme, yetersizlik, çaresizlik, işe
yaramama, yalnız kalma, başkalarına bağımlı olma ve ölüm korkusu başlamaktadır.
Yaşlıların sosyo-kültürel sorunları arasında ise aile yapısındaki değişme, barınma, şehir
yaşamına uyum sağlayamama, yalnızlık, rol ve statü kaybı, kuşaklar arası çatışma ve
ulaşım gibi sorunlar yer almaktadır (Tokol, 2013:66).
Bir diğer ifadeyle Yaşlılarda başlıca görülen psiko-sosyal, ekonomik ve tıbbî
sorunlar kısaca şunlardır (Seyyar, 2005):

Fiziksel güçten düşme ve emeklilik gibi ihtiyarî veya gayri-ihtiyarî
sebeplerden dolayı meslekî ve toplumsal fonksiyonlardan ayrılma,

Sosyo-ekonomik statü kaybına uğrama ve gelir yetersizliğinden dolayı
yüksek hayat kalitesinden mahrum olma,

Sosyal etkileşimden mahrum olma ve toplumdan kısmen veya tamamen
uzaklaşma veya dışlanma,

Aile fertlerinden kopma, yalnızlığa ve içine kapanmaya itilmenin bir
sonucu olarak kendini lüzumsuz ve faydasız hissetme ve psiko-sosyal sorunların ve
bunalımların içine sürüklenme.
Özellikle sakatlanmalarda veya ileri yaşlılıkta başkalarına sürekli olarak
bağımlı olma ve değişik derecelerde sürekli olarak bakım ihtiyacı duyma, ileri yaşta
bulunanların en önemli sorunudur. Normal hayatını yaşayabilmek ve sürdürebilmek
için, değişik derecelerde de olsa, başkalarının sürekli (uzun dönemli) bakımına zorunlu
ve bir zaruretin gereği olarak ihtiyaç duyan yaşlı, artık bağımsızlığını da yitirmiş
sayılır. Bir başka ifadeyle, yapılması zarurî olan temel hareketleri artık kendi kendine
yapma gücüne sahip olmayan bakıma muhtaç yaşlı, hayatını idame ettirebilmek için,
bundan böyle başkalarına bağımlıdır (Seyyar,2011:383).
Yaşlılara yönelik sosyal politika oluşturulma nedenlerini değişen sosyal yapı ile
ilgili nedenler, ekonomik nedenler, insani nedenler ve sosyal devlet anlayışı başlıkları
altında dört temel unsur üzerinden açıklamak mümkündür.
Değişen Sosyal Yapı ile İlgili Nedenler; Hayat koşullarının gelişmesi ve iyileşmesi
ile tüm dünyada hayatta kalma süresi ve yaşlı nüfus artmış, artan yaşlı nüfus için yeni
ve farklı uygulamaların oluşturulması gündeme gelmiştir. Modernleşme ile birlikte
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
ortalama insan ömrü uzamaya başlamıştır. Ölüm oranları ve doğum oranları azalmış,
salgın hastalıklarla mücadele teknikleri gelişmiş, beslenme, barınma, sağlık ve çalışma
koşulları iyileşmiş ve ortalama hayat süresi uzamıştır. Nüfusun yanı sıra aile
kurumunun yapısı da değişmiştir. Geleneksel, geniş ailenin yerini aile üye sayısının
azaldığı çekirdek aile almıştır. Değişen aile yapısı, yaşlıların aile içindeki konumlarını
da değişmiştir. Geleneksel yapı, yaşlıların aile içinde bakımını sağlamış ancak ailenin
küçülmesi, yetişkin çocukların yaşlılara bakma imkanlarını azaltmıştır. Bu durum,
zaman içinde yaşlıların sorumluluğunu üstlecek kişilerin oranının azalmasına neden
olmuştur. Ayrıca kültürel değerlerdeki değişimle beraber, aile ve çevrenin yaşlılara karşı
sorumluluğu topluma devredilmiştir.
Ekonomik Nedenler: Ekonomik nedenlerin başında gelirin yetersizliği buna karşılık
giderlerin artışı gelmektedir. Bireyin emekli olması veya yaşlanması nedeniyle işinden
ayrılması gelirinde belirgin bir azalmaya, yaşlanmaya bağlı olarak giderlerinde artışa
neden olmaktadır. Aktif nüfus dışında kalan yaşlı nüfusun, ekonomik anlamda herhangi
bir üretimde bulunmadığı sürece; sadece tüketmesi söz konusudur. Bu durum ise yaşlı
nüfus içinde bağımlılık oranının artmasına ve toplam nüfusa ek bir yük getirmesine yol
açacaktır. Başka bir deyişle; bağımlılık oranları yüksek olan ülkelerde yaşlılar, ulusal
gelirin oluşumuna hiçbir katkıda bulunmadan, gelirden az veya çok, doğrudan veya
dolaylı pay almış olacaklardır. Bu durum hem bireylerin hem de ailelerin refah düzeyine
olumsuz bir şekilde yansıyacaktır.
İnsani Nedenler: Yaşlı olmak, ayrımcılık unsuru olamayacağından yaşlıların da
ayrımcılığa uğramamaları ve dışlanmaya maruz kalmamaları gerekir. Yaşlanma, en
temel insani bir durum olduğuna göre, yaşlanma ile ortaya çıkabilecek olan güçlüklerle
ilgilenmek ve bunları gidermek insani bir davranış olarak kabul edilmekte, bu yaklaşım
çerçevesinde, yaşlıların toplumdaki hayatlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde
geçirmeleri gerektiği konusuna vurgu yapılmaktadır.
Sosyal Devlet Anlayışı: Sosyal devlet anlayışını benimseyen ülkelerde, tüm
bireylere insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak devletin görevleri arasındadır.
Bu doğrultuda; eşitlik ilkesinin vazgeçilmezliği ile birlikte toplumda ayrımcılığın bir
şekli olan “yaş ayrımcılığı” olarak adlandırılan “ageism sorunu”, sosyal politika
uygulamaları içinde ele alınması gereken önemli bir konu olarak görülmektedir. Yaşlı
bireylere yeterince aktif ve dinamik olamadıkları için ayrımcılığın uygulanması “yaş
ayrımcılığı” olarak kabul edilmektedir (Yıldız,2013:389-390).
13
14
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
14.2.2. Dünya’da ve Türkiye’de Yaşlılara Yönelik Sosyal
Politikalar
Hedef: Dünya’da ve Türkiye’de yaşlılara yönelik uygulanan sosyal politikaları
öğrenmek
Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası çalışmalar 20. yüzyılda başlamıştır.
Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) , Birleşmiş Milletler Eğitim
Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), ILO, Avrupa
Komisyonu, Avrupa Birliği gibi örgütler bu konu ile ilgili olarak çeşitli belge, ilke ve
programlar oluşturmuşlardır. Ancak bu uluslararası örgütlerin yaşlıların korunması ile
ilgili çalışmaları özel olarak korunması gereken diğer gruplara oranla daha sınırlı
düzeydedir. Yaşlılarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı önemli belgeler arasında
10.12.1948 tarihli İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, 1991 yılında BM Genel
Kurulu tarafından kabul edilen Yaşlılık İlkeleri yer almaktadır. Ayrıca 3.5.1996
tarihinde kabul edilen Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi,
7.12.1989 tarihinde kabul edilen Avrupa Birliği belgelerinden Temel Haklar Şartı’nın
25. maddesi konu ile ilgilidir.
Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar ülkelerin ekonomik ve sosyo-kültürel
yapılarına göre farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde bu politikaların kapsamı
yaşlıların sağlık, ekonomik, sosyo-kültürel ve psikolojik sorunlarının önemli bir
bölümünü içerecek şekilde oldukça geniştir. Buna karşılık bu sorunun gelişmiş ülkeler
kadar geniş boyutlara ulaşmadığı gelişmekte olan ülkelerde yaşlılarla ilgili politikalar
henüz yeterli düzeye ulaşamadığı görülmektedir (Tokol,2013:67).
Günümüzde gelişmiş ülkelerde yaşlılarla ilgili politikalar ve programlar, hem hayat
kalitesini artırmaya hem de genel sağlığı iyileştirmeye yöneliktir. Yaşlılara yönelik
sosyal politika uygulamalarının kapsamı oldukça geniştir. Çalışma hayatı, sağlık,
bakıma muhtaçlık, konut, toplumsal yapı içinde yaşlıların sosyo-kültürel konumu,
serbest zamanın değerlendirilmesi ve eğitim alanları sosyal politika uygulamaları
kapsamında sayılabilir. Bu uygulamaların genişliği ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel
yapıları ile doğrudan ilişkili olmakla birlikte şu şekilde belirtilebilir:
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
-
-
-
-
Gelir güvencesi sağlamak: Yaşlı nüfusa sahip ülkeler, bağımlılık oranlarını
düşürebilmek için, bireyleri erken emeklilikten uzak tutup yaşlılık
döneminde de çalışmayı teşvik edecek uygulamaları gündeme
getirmektedirler. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde “emekli aylığı”,
yaşlı bireylerin temel geçim kaynağıdır. Ancak sigortalı olmayanlar, düzenli,
yeterli ve sürekli bir gelirden yoksundurlar. Bu nedenle yeterli geliri
olmayanlara “sosyal gelir” adı altında ödemelere yapılmaktadır. Yaşlılar için
bir diğer gelir kaynağı, muhtaç yaşlılara verilen “sosyal yardımlar”dır.
İstihdam edilebilirliklerini arttırmak: Yaşlı işgücünün en önemli istihdam
sorunu, göreli olarak, nitelik düzeylerinin düşük olmasıdır. Bu nedenle
yaşlıların eğitim düzeyleri yükseltilerek yeni nitelikler kazanmaları
sağlanmaktadır. Yaşlıların istihdam edilebilirliği arttıran diğer bir yol, onlara
kariyer değişikliği yapabilme imkanlarının sağlanmasıdır. Yaşlıları,
yaşlanamadan etkilenmeyen, yeteneklerini kullanabilecekleri işlere
çekebilme imkanlarının sağlanması en önemli yollardan biridir.
Yaş ayrımcılığına karşı korumak: Ayrımcılık şekillerinden biri olan yaşa
dayalı ayrımcılık, çalışma hayatının önemli sorunlarından biridir. “Gri Tavan
Sendromu” olarak adlandırılan bu sorun özellikle ücretlerin ödenmesinde ve
işte yükseltilmede ortaya çıkmaktadır. Yaşlıların gençlere göre daha az
üretken oldukları, daha fazla ücret talep edecekleri, uyum güçlüğü
çekecekleri, çalışmak istemeyecekleri gibi önyargılar ayrımcılığa yol
açabilmektedir.
Evde ve kurum çatısı altında verilen bakım ve gözetim hizmetleri: Gelişmiş
ülkelerde toplumsal kurumlar geliştirilerek “evde bakım”, “eve hizmet
götürme” şeklinde mevcut düzenin sürdürülmesi hedeflenmekte ve çok ileri
yaşlarda da “kurum bakımı” söz konusu olmaktadır. Bu bakım ve gözetim
hizmetleriyle muhtaç yaşlılar, sağlık, sosyo-ekonomik ve psikolojik
ihtiyaçlarını kurumsal bir çatı altında karşılamaktadırlar.
Yaşlılara yönelik ulusal sosyal politikaların kapsamı ülkelere göre değişmekle birlikte
sosyal sigortaların kapsamı içinde yaşlılık sigortası, bakım sigortası (Seyyar, 2006: 301)
gibi uygulamalar yer almaktadır. Bunlardan yaşlılık sigortası yaşlılara yönelik sosyal
politika uygulamalarının en yaygın olanıdır. Yaşlılık sigortası nın amacı kişilerin
yaşlanma sonucu işgücünden ayrılmaları nedeniyle ortaya çıkan gelir azalması ve gelir
kaybını telafi ederek tüketim ihtiyaçlarını sağlamak ve kişiyi güvence altına almaktır
(Taşçı, 2010: 183). Yaşlılık sigortasından sağlanan en önemli güvence yaşlılık aylığı
bağlanmasıdır. Aylık bağlanma koşulları ülkelere göre değişmekle birlikte ilgili
kanunlarda öngörülen yaş, sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı gibi koşulların
yerine getirilmesi gerekir. Yaşlılar için yaşlılık aylığına (emeklilik aylığı) hak kazanmak
kadar bu aylığın kişinin emeklilik öncesi yaşam standardını devam ettirebilecek
15
16
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
düzeyde olması da önemlidir. Gelişmiş ülkelerde sosyal sigortalara ilave olarak özel
sigortalar kapsamında ikinci bir aylık alan kişilerin emeklilik sonrası dönemde daha iyi
bir yaşam standartına kavuştukları görülmektedir. Ancak halen gelişmiş ülkelerde bile
özel sigorta sisteminden yararlanan yaşlı sayısı oldukça sınırlıdır. Bu nedenle yaşlılık
aylığına hak kazanan birçok emekli, gelirlerinin yeterli olmaması karşısında yeniden
çalışma hayatına dönmek zorunda kalmaktadır. Özellikle bu duruma erken emeklilik
uygulamalarında daha sık rastlanmaktadır. Yaşlılık aylığının yeterli olması halinde de
bazı emeklilerin psikolojik nedenlerle veya çalışma arzu ve gücünde olmaları nedeniyle
yeniden çalışma yaşamına döndükleri görülmektedir. “ (Tokol,2013:68).
Türkiye’nin yaşlı nüfusla ilgili mevcut ve potansiyel sorunların çözümü,
ekonomik kaynaklarla yakından ilgilidir. Türkiye’de yaşlı nüfus giderek artmaktadır.
Son elli yılda Türkiye’deki yaşlı nüfus oranı, dünya yaşlı nüfus oranına göre %8
oranında artmıştır. Türkiye’de yaşlı nüfusun giderek artmasına karşılık, bu gruba
yönelik sosyal politikalar henüz yetersizdir. Ancak çeşitli tarihlerde sınırlı da olsa bazı
hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin 1982 Anayasası’nın eşitlik ilkesi ile yaşlılara
yönelik pozitif ayrımcılığa yer verilmiştir. Anayasadaki düzenlemeler doğrultusunda
halen aile içi bakımın yanı sıra yaşlılara yönelik olarak yaşlılık sigortası yardımları,
sosyal hizmetler, yaşlı yardımlaşma merkezleri, sosyal yardımlar ve kurumsal bakım ve
gözetim hizmetleri verilmektedir (Yıldız,2013:394-396).
Türkiye’de Yaşlılık sigortası yaşlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının
başında gelmektedir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na
göre; yaşlılık sigortasından bağlanacak yaşlılık aylığından belli bir süre prim ödeyen
(7200-9000 gün veya 20-25 tam yıl), kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını dolduran
sigortalılar yararlanmaktadır. Bu sigortalılara prim ödeme gün sayısı dikkate alınarak
yaşlılık aylığı bağlanmaktadır. Ancak emeklilik yaşı 2036 yılından itibaren kademeli
olarak yükseltilerek, 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65 yaşına çıkacaktır . Türkiye’de
2011 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre yaklaşık 6.5 milyon kişi
yaşlılık sigortasından yararlanmaktadır. Halen yaşlılık sigortasından yararlanan kişi
sayısı sınırlı, yaşlılık (emeklilik) aylığının miktarı oldukça düşüktür. Yaşlılık aylığına
ek olarak 170’i aşan kurum ve kuruluş tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumu olarak
üyelerine ek garantiler sağlamaktadırlar. Bu kurumlar arasında en başarılı olanı askeri
personel için oluşturulan Ordu Yardımlaşma Kurumu’dur (OYAK). Kurum üyelerine
tazminat niteliğinde ödemelerin yanı sıra, ikinci emeklilik aylığı da ödemektedir.
Tamamlayıcı sosyal güvenlik hizmeti veren diğer bir kurum 28.3.2001 tarih ve 4632
sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile oluşturulan Bireysel
Emeklilik Şirketleri’dir. Bu şirketlere 18 yaşın üzerindeki kişiler istedikleri takdirde
kayıt olabilmekte, en az 10 yıl prim ödemek ve 56 yaşını doldurmak koşuluyla
emeklilik hakkı kazanmakta, toptan ödeme veya aylık olarak birikmiş tasarruflarını
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
alabilmektedirler. Bireysel Emeklilik Şirketleri’ne ise 2011 Aralık ayı sonu itibariyle
yaklaşık 2.650 bin kişi kayıt olmuştur. Türkiye’de yaşlılık aylığının düşük olması,
erken emeklilik uygulamaları ve psikolojik nedenlerle yaşlıların önemli bir bölümü
emekli olduktan sonra yeniden çalışma yaşamına dönmektedir. Ancak yaşlılık aylığı
almaya hak kazanan emeklilerin yeniden çalışması konusunda sosyal güvenlik mevzuatı
ile getirilen bazı sınırlamalar nedeniyle, bu durumda olan emeklilerin büyük bir bölümü
düşük ücretlerle kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadır. Ayrıca yaş ayrımcılığı diğer
ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de yaşlıların işe girmesinde, işin devamında ve işten
çıkarılmalarında söz konusu olmakta ancak yaş ayrımcılığını engellemeye yönelik
hukuki düzenlemeler henüz bulunmamaktadır.
Türkiye’de düzenli bir yaşlılık aylığına sahip olmayan, çalışma yaşamına
giremeyen, girse bile çok düşük ücretle çalışmak zorunda kalan yaşlıların yoksulluğa
karşı korunması önem kazanmaktadır. Bu durumda olan yaşlıların korunması için bazı
hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan 1.7.1976 tarih ve 2022 sayılı 65 Yaşını
Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması
Hakkındaki Kanun ile 65 yaşını doldurmuş, hiçbir gelire sahip olmayan, muhtaçlığını
kanıtlayan, Türk vatandaşlarına hayatta kaldıkları süre içinde aylık bağlanmaktadır.
1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra dağınık olan sosyal hizmetleri bir çatı
altında toplamak amacıyla 24.5.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kurumu Kanunu kabul edilmiştir. Kanunla korunmaya ve bakıma veya
yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer kişilere götürülen hizmetlerin ve
faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlanmıştır. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile kaldırılarak bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na
bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır.
Yaşlı ve özürlülerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri
Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur.
2828 sayılı Kanun’un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaşlılara yönelik
kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde
yaşlılara yönelik kurumsal bakım; huzurevi ve yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezleri
aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır. 16.9.2011 tarihi itibariyle SHÇEK ait 99;
derneklere/vakıflara, azınlıklara ve gerçek kişilere ait 166 özel huzurevi; diğer
bakanlıklar ve belediyelere ait 27 huzurevi/yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezi
bulunmakta, bunların sağladıkları hizmetlerden 22.207 yaşlı yararlanmaktadır.
2828 sayılı Kanun çerçevesinde çıkarılan Yönetmelik doğrultusunda Türkiye’de evde
bakım ile ilgili ilk proje 1993 yılında SHÇEK Genel Müdürlüğü tarafından dört büyük
ilde uygulanmış ancak başarılı olmamıştır. Buna karşılık Ankara Büyükşehir Belediyesi
evde bakım hizmetleri, istanbul Büyükşehir Belediyesi evde sağlık destek hizmetleri ile
bu alanda diğer belediyelere örnek olmuşlardır. Halen büyük şehirlerde az sayıda özel
17
18
Sakarya Üniversitesi
Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar
işletme ücretli tıbbi bakım ve refakat hizmeti sunmaktadır. Kendi evlerinde yaşamlarını
sürdüren yaşlılara yönelik alternatif bir gündüzlü hizmet modeli olarak uygulanan Yaşlı
Dayanışma Merkezleri ise başarılı olmadığından, organize edilerek Yaşlı Hizmet
Merkezi olarak yeniden açılmıştır (Tokol, 2013:70-72).
Değerlendirme Soruları
1- Türkiye’de çalışma hayatında kadın emeğini korumaya yönelik geliştirilen
sosyal politikalar hakkında bilgi veriniz.
2- Dünya’da ve Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politika düzenlemelerinin
gerekliliğini tartışınız.
Kaynakça
Altan, Ömer Zühtü (2007), Sosyal Politika, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını
No:1744, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Haziran, Eskişehir
Ecevit, Yıldız ve diğerleri (2011), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, T.C. Anadolu
Üniversitesi Yayını No:2307, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Ağustos,
Eskişehir
Seyyar, A. (2011). Sosyal Politika Bilimine Giriş, Ders Notları, Sakarya Yayıncılık
Yıldız, Selver (2013), “Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar”, İçinde: Tokol, Ayşe ve
Yusuf Alper, Sosyal Politika, 4. Baskı, Dora Yayınları, Bursa
Tokol, Aysen (2013), “Özel Olarak Korunması Gereken Gruplar”, İçinde: Sosyal
Politika II, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir
Yılmazer, Işın Ulaş Ertuğrul (2011), “Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar” İçinde:
Tokol, Ayşe ve Yusuf Alper, Sosyal Politika, 1. Baskı, Dora Yayınları, Bursa
Üner,Sarp (2008) “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü
http://www.aileicisiddet.net/egitim/set/Toplumsal-Cinsiyet-Esitligi.pdf
Erişim Tarihi: 12.10.2012
Download