Ondördüncü Bölüm Kadınlara ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Ders: Sosyal Politika Hedefler Bu üniteyi çalıştıktan sonra; - Toplumsal cinsiyet ve kadın sorunlarını açıklayabilecek - Dünya’da ve Türkiye’de kadın emeğini korumaya yönelik sosyal politika önlemleri hakkında bilgi sahibi olacak - Yaşlılık kavramını ve sorunlarını öğrenecek - Yaşlılara yönelik sosyal politika düzenlemeleri konusunda bilgilendirileceksiniz. Anahtar Kelime Kadın işgücü Cam tavan Kronolojik Yaş Fonksiyonel yaş Gri tavan Kısmi süreli çalışma İçindekiler 14. Kadınlara ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar 14.1. Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar 14.1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı 14.1.2. Dünya’da ve Türkiye’de Kadın Emeği, Sorunlar ve Düzenlemeler 14.2. Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar 14.2.1.Yaşlılık Kavramı ve Sosyal Politikanın Gerekliliği 14.2.2.Dünya’da ve Türkiye’de Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar 2 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar 14. KADIN VE YAŞLILARA YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR Kadın ve yaşlılar özel olarak korunması gereken gruplar arasında yer almaktadır. Kadınların özellikle çalışma yaşamına giriş ile birlikte istihdam alanında yaşadıkları sorunlar sosyal politikanın bu alanda düzenlemeler yapmasını gerekli kılmıştır. Diğer yandan yaşam döngüsünün önemli ve hassas bir dönemini ifade eden yaşlılığın birey üzerindeki olumsuz sosyal ve ekonomik etkileri de sosyal politika düzenlemeleri ile giderilmeye çalışılmaktadır. 14.1. Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar 14.1.1. Toplumsal Cinsiyet Kavramı Hedef: Toplumsal cinsiyet kavramını öğrenmek Cinsiyet kavramı kadın ya da erkek olmanın biyolojik / anatomik yönünü işaret ederken, “toplumsal cinsiyet” kavramı kadın ve erkek kimliklerine toplumsal olarak yüklenen anlamı ve rollerin de bu anlamda kurgulanmasını ifade etmektedir. Bilindiği gibi erkek ve kız çocukları içinde bulundukları toplumun yargıları etrafında sosyalleşmekte ve bu süreçte toplumsal olarak belirlenmiş olan cinsiyet rollerini öğrenmektedirler. Aile, bu rollerin ilk öğrenildiği ve çocuk tarafından gözlemlendiği yerdir. Ancak toplumsal cinsiyet kavramı sadece aile ve hane içinde görülenlerden ibaret değildir. Toplumsal cinsiyet kavramının ekonomik sistemler, siyaset ve iktidar gibi bir dizi faktörle yakından ilişkisi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla kadınların temel sorun alanını oluşturan cinsiyete dayalı ayrımcılık / eşitsizlik sadece bir alanda değil, yaşamın hemen her alanında ortaya çıkmaktadır (Yılmazer,2011:282). Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, kadınla erkeğin sosyal ve kültürel açıdan tanımlanmasını, toplumların bu iki cinsi birbirinden ayırt etme biçimini, onlara verdiği toplumsal rolleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır (Ecevit,2011:4). Yani toplumsal cinsiyet, toplumun verdiği roller, görev ve sorumluluklar, toplumun bireyi nasıl gördüğü, algıladığı ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır (Üner,2008:6). Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’nin birinci maddesi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın veya erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını içermektedir. Kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya bu haklarını kullanmalarını engelleme, hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dışlama veya kısıtlama anlamına gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü toplumsal cinsiyette eşitliği karar verme, seçme, fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması, kullanılması ve hizmetleri elde etmede cinsiyete bağlı ayrımcılık yapılmaması olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadınlar siyasal, yasal, sosyal ve ekonomik haklara sahip olmada, bu hakları kullanmada, toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahiplikte eşitsizliklere uğramaktadır (Üner,2008:7). Cinsiyete dayalı eşitsizliklerin yoğun olarak çalışma hayatında ortaya çıktığı görülmektedir. Buna göre “belirli iş tiplerinin belirli insan kategorilerine bölüştürülmesini” ifade eden cinsiyete dayalı işbölümü, bazı işlerin kadın ve erkek işi olarak ayrılmasına neden olarak çalışma hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık / eşitsizlik gibi sorunları doğurmaktadır (Yılmazer,2011:282). 14.1.2. Dünya’da ve Türkiye’de Kadın Emeği, Sorunlar ve Düzenlemeler Hedef: Dünya’da ve Türkiye’de kadınlara yönelik uygulanan sosyal politikalar hakkında bilgi sahibi olmak Dünya’da Kadın Emeği ve Sorunlar Kadınlar tarihin her aşamasında dönemin özelliklerine uygun olarak farklı statülerde çalışma yaşamında yer almışlardır. İlkel toplumlarda kadınlar fizyolojik özelliklerine bağlı olarak bitki toplama, çocuk bakımı, dokuma, çeşitli ev aletlerinin yapımı ile uğraşmış, erkekler avcılık görevini üstlenmişlerdir. Bu dönemde kadınlar doğurganlık özellikleri ve yaptıkları işlerle aile içinde üstün bir statü elde etmiş, anaerkil aile yapısı ortaya çıkmıştır. Yerleşik düzene geçilmesi ile birlikte toplumların ekonomik, sosyal ve siyasi yapısında köklü değişiklikler olmuş, yerleşim merkezlerinin kurulması sonucu mübadele ekonomisi doğmuş, ticaret başlamış, üretim araçları çeşitlenmiş, tarımsal faaliyetler artmış, yeni işkolları ortaya çıkmıştır. Bu olumlu gelişmelere karşılık insanlar, doğa ve birbirleri ile egemenlik savaşına girişmiş, fiziksel güç ve üstünlük ön plana çıkmış, bu durum kadın erkek ilişkilerine de yansımıştır. Erkekler fiziksel güç gerektiren işlerle uğraşırken, kadınlar aktif üretim sürecinden 3 4 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar evlerine çekilmişler. Anaerkil aile düzeni yerini ataerkil aile düzenine bırakmıştır. Kölelik döneminde kölelerin büyük bir bölümünü kadınlar oluşturmuş, X ile XV. yüzyıllar arasında geçerli olan Feodal dönemde kadınlar tarım sektöründe ve ev işlerinde çalıştırılmışlardır. XV ile XVIII. yüzyıllar arasında lonca düzeni içinde bazı sanat kollarında çok yaygın olmamakla birlikte kadınlar da yer almışlardır. Kadınların ücretli işçi statüsünde çalışmaları, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Sanayi Devrimi ile birlikte başlamıştır. Bu dönemde kadınların çalışma yaşamına girmelerinde; ailenin gelirinin yetersizliğinden kaynaklanan ekonomik nedenler, gelişen teknoloji, kadınların tüm ülkelerde sanayileşmenin ilk başladığı sektör olan dokuma sektöründe erkeklere göre daha başarılı, daha uysal ve daha az ücretle çalışmaya razı olmaları etkili olmuştur. Sanayi Devrimi sonrasında kadınlar tekstil ve dokuma işkolları başta olmak üzere birçok işkolunda çok aşır koşullar altında çalışmak zorunda kalmışlardır. Bu durum toplumda düzen ve birliğin bozulmasına, âhlaki çatışmalara neden olmuş, yoğun tepkiler üzerine İngiltere’de kadınların çalışma yaşamında özel olarak korunmaları ile ilgili ilk hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bunu Fransa, Almanya ve diğer ülkelerde yapılan düzenlemeler izlemiştir. Bu düzenlemelerle kadınların çalışma süreleri azaltılmış, yer altında ve gece çalıştırılmaları yasaklanmıştır. Uluslararası alanda da kadınların çalışma süreleri, gece dönemlerinde ve madenlerde çalıştırılmalarının yasaklanması ile ilgili tavsiye niteliğinde kararlar alınmış ancak bu kararlar uygulamaya konulamamıştır. XIX. yüzyılın sonunda ise metalürji, araba, kimya gibi sektörlerdeki gelişmeler kadın işgücü kullanımını geçmişe oranla büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Ancak XIX. yüzyılın son çeyreğinde kadınların analık nedeniyle korunmalarına yönelik düzenlemeler de yapılmaya başlanmıştır. Örneğin Almanya’da sosyal sigortalar kapsamında analık sigortası, İsviçre’de analık halinde kadın işçilere izin verilmesi konusunda hukuki düzenlemeler yapılmış, bu tür politikalar XX. yüzyılın başında diğer ülkelerde de yaygınlaşmaya başlamıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında kadınlar erkeklerin boş bıraktıkları yerleri doldurmuş, onların hâkim oldukları sektörlerde çalışmaya başlamışlardır. 1921-1931 yılları arasında kadınlar, yeni sektörlere ve ticarete girmiş ancak 1929 Ekonomik Bunalımından en fazla etkilenen kesim yine kadınlar olmuştur. Örneğin ABD’de evli kadınların çalışmalarına karşı devletin de desteklediği kampanyalar başlatılmış, İngiltere’de sadece bekar kadınların çalışmalarına izin verilmiştir. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kadınlar yeniden erkeklerin yerine istihdam edilmeye başlanmıştır (Topoğlu, 2007: 19-20). Bu dönemde kadınların çalışmalarını sağlamak amacıyla kısmi süreli çalışma teşvik edilmiş, çocuklar için kreş ve çocuk yuvaları açılmıştır. Savaşlar kadınların statüsünde önemli değişikliklere yol açmış, kadın ve erkek eşitliğine yönelik akımlar güçlenmiştir. Demokrasi, insan haklarının gelişimi yükselen kadın hareketi ile birleşince gelişmiş ülkelerde kadın- Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar erkek eşitliğini sağlamak amacıyla anayasa ve kanunlarda kadın-erkek eşitliği doğrultusunda düzenlemeler yapılmış, XVIII. Ve IX. yüzyılda kadına sağlanan eğitim hakkından sonra ABD ve Kanada’da 1920, İngiltere ve Almanya’da 1928, Fransa’da 1945, İtalya’da 1946 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış, aile ve miras hukukunda düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca kadınların çalışma yaşamına girmeleri ve çalışma yaşamında koşulların iyileştirilmesine yönelik düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde; gelişmiş ülkelerde kamu ve hizmet sektörünün gelişmesi, demografik gelişmeler, eğitim olanaklarının artması, çekirdek ailelerin yaygınlaşması, evlenme oranlarındaki azalma, boşanma oranlarındaki artış, toplumun kadının çalışmasına bakış açısının değişmesi, çocuk, yaşlı ve özürlü bakım hizmetlerinde sağlanan gelişmeler, kadının ev işlerini azaltan ve kolaylaştıran teknolojik gelişmeler, üretim ve hizmet sektöründe kullanılan ve üretimi basitleştirip kolaylaştıran yeni teknolojiler gibi nedenlerle kadının işgücüne katılımı artmıştır. Küreselleşme, özellikle 80’li yıllar ve sonrasında uygulanan neo-liberal politikalar, bunlarla bağlantılı esnekleştirme uygulamaları ise kadınların üretim sürecine daha fazla ancak daha kötü koşullarda katılmalarına neden olmuştur. Kadınlar halen gelişmekte olan ülkelerde çok uluslu şirketlerin ucuz emeğini oluşturmakta, giderek artan uluslararası kaçak işgücü göçü içinde yer alan göçmen kadınlar göç ettikleri ülkelerde sanayi ve hizmet sektöründe kayıt dışı çalışmaktadırlar. Küreselleşme kadın ile erkek ve kadınlar arasındaki eşitsizliği daha da arttırmaktadır. 1980 sonrası artan özelleştirme uygulamaları ise kamuda yoğun şekilde çalışan kadın işgücünü olumsuz yönde etkilemektedir (Tokol,2013:111-112). OECD ve AB ülkelerinin çoğunda kadının işgücüne katılım oranı aşamalı olarak artmaktadır. ancak kadınların katılım oranları erkeklerinkiyle kıyaslandığında yetersizdir. Genel olarak bakıldığında emek piyasasında kadın istihdamının yetersiz olmasının yanı sıra istihdam edilen kadın emeği de eşitlik sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Dünyada kadın ve erkek işgücünün istihdamdaki sektörel dağılımına bakıldığında dünya çapında eşitsizlik göze çarpmaktadır. Kadınların ağırlıklı olarak hizmet sektöründe erkeklerin ise sanayi sektöründe istihdam edildiği görülmektedir. Cinsiyete dayalı işbölümü tek başına önemli bir sorun olmasının yanında ücret eşitsizliği gibi önemli bir sorunun ortaya çıkmasında da önemli rol oynamaktadır. Kadınların erkeklere göre daha az kazanması, kadınların tüm hayatları boyunca daha az emeklilik geliri almaları ve daha fazla yoksulluk riski ile karşı karşıya kalmaları anlamına gelmektedir. Kısmi süreli çalışma1 başta olmak üzere kadın emeğinin yoğun olarak esnek nitelikteki işlerde kullanılması, günümüz emek piyasalarında çalışma biçimlerinin cinsiyetler üzerinden eşitsiz örgütlendiğini göstermektedir. Kadınların işgücüne katılım 1 Normal çalışma süresinden önemli ölçüde kısa, isteğe bağlı ve düzenli bir çalışma şeklidir. 5 6 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar oranının görece yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde bile erkeklerle kıyaslandığında kısmi süreli işlerde çalışanların %73’ü ve OECD ülkelerinde ise %69’u kadınlardan oluşmaktadır (Yılmazer,2013:296-298). Diğer yandan kayıt dışı çalışmada da kadınların yoğun olarak görüldüğü bilinmektedir. Kayıt dışı çalışmanın yaygın olmasında eğitim yetersizliği, kadınların gelirlerinin ekonomik destek olarak görülmesi, kayıt dışı işlerin aile üyeleri ile birlikte yapılması, düzenlilik gerektirmemesi, bu tür işlere ulaşma kolaylığı ve cinsiyete dayalı işbölümü gibi nedenler önemli rol oynamaktadır. Dünya genelinde kadınların kayıt dışı sektördeki payı, kayıtlı sektörden daha yüksektir. Kayıt dışı çalışmanın en yaygın biçimi olan evde çalışma2 içinde kadınların oranı erkeklere göre tüm dünyada yüksektir. Örneğin Hindistan’da evde çalışanların %84’ü, İspanya’da %75’i, Hollanda da %95’i kadındır (Tokol,2013:113) Türkiye’de Kadın Emeği ve Sorunlar İslamiyet’in kabul edilmesinden önce Türk kadını toplumda önemli bir role sahip olmuş, ticaretle uğraşmış, toplumsal yaşama ve üretime katılmış, hakanın (hükümdarın) eşi devlet yönetiminde söz sahibi olmuştur (Ertürk, 2008: 12). Özellikle Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla yerleşik yaşama geçen kadın daha pasif roller almış ve statüsü değişmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan XVI. yüzyıla kadar kadının toplumsal gelenek ve görenekler çerçevesinde konumunun korunduğu ve dokuma gibi geleneksel alanlarda ailenin geçimine katkıda bulunduğu görülmektedir. Tarım kesiminde ise kadın yüzyıllarca ücretsiz aile yardımcısı olarak çalışmış, geçici tarım işçileri arasında az sayıda da olsa kadınlar da yer almışlardır. XVI. yüzyıldan Tanzimat’a (1839) kadar geçen dönemde yapılan tüm düzenlemeler ise kadınların kapanmalarına, sosyal hayattan soyutlanmalarına yönelik olmuştur. Bu dönemde İmparatorluğa hâkim olan toplumsal ve kültürel yapı nedeniyle kentlerde kadınların herhangi bir işte çalışmaları şer’ren yasaklanmıştır. Tanzimat döneminde kadın hakları yönünden önemli gelişmeler sağlanmış, kölelik, cariyelik kaldırılmış, kadın ve erkeklere veraset alanında eşitlik sağlanmış, eğitim alanında kadınlar için ortaokul, sanayi okulu ve öğretmen okulu açılmıştır. Sanayi okulu ile kadınların küçük sanayi işletmelerinde, öğretmen okulu ile resmi olarak eğitim alanında çalışmaları sağlanmıştır. 1869 yılında Maarif Umumiye Nizamnamesi ile 7-11 yaşları arasındaki kızlar için ilköğretim zorunlu hale getirilmiş, bu düzenleme 1876 Anayasası’nda anayasal zorunluluk haline dönüştürülmüştür. Evlerde kurulan tezgâhlarda aile ve piyasa için gerçekleştirilen halı ve dokuma işleri, kadınların XIX. yüzyılın ortalarından itibaren, önce küçük atölyelerde daha sonra fabrikalarda çalışma hayatına girdikleri ilk alan olmuştur. Balkan Savaşı ve 2 İşçinin ücret karşılığında, işverenin belirlediği bir malı veya hizmeti, bağlı olduğu işverene ait işyeri veya sair bir tesis dışında evde üretmesidir. Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar I. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin savaşa gitmeleri nedeniyle işgücü açığı ortaya çıkmış, Avrupa’da olduğu gibi bu açık kadınlarla karşılanmış, kadınlar kamuda memur olarak, daha önce çalışmadıkları işlerde ve hizmet sektöründe işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. 1915 yılında yapılan, ülkenin sanayi bakımından gelişmiş bölgelerindeki önemli sanayi kuruluşlarını içeren, 1913-1915 Sanayi Sayımına göre bu dönemde önemli sanayi kuruluşlarında çalışanların yaklaşık üçte birini kadınlar oluşturmuştur. Bu kadınların büyük bölümü geleneksel faaliyet alanı olan dokuma ve gıdada yer almış, erkeklere göre daha düşük ücret ve daha uzun çalışma süreleri ile çalıştırılmışlardır Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın - erkek eşitliğine yönelik olarak eğitim, medeni ve siyasi haklar alanında gelişmiş ülkelerden de ileri düzeyde hukuki düzenlemeler yapılmış, bu düzenlemeler kadının çalışma yaşamına girişinde önemli rol oynamıştır (Tokol,2013:114-115). Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte merkezi olarak planlanan sanayileşme sürecinde kadın emeği kullanılmaya başlanmış ve kadınların işgücüne katılım oranları bir dönem hızlı bir artış göstermiştir. Bu artışın sağlanmasında savaşlar dolayısıyla erkek nüfusun azalması önemli rol oynamıştır. 1950’li yıllar Türkiye ekonomisi için devlet işletmelerinin yoğun olarak kurulduğu ve buna bağlı olarak kadın istihdamının da arttığı yıllar olmuştur. Ancak erkek nüfusun genel nüfus içindeki payının artmasıyla birlikte 1960’lı yıllardan itibaren kadının işgücüne katılım oranı düşmeye başlamıştır. Bu yıllardan günümüze kadar geçen sürede Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranlarında aşamalı bir azalma göze çarpmaktadır. Türkiye’deki kadınların işgücüne katılım oranı dünyadaki yüksek gelir grubuna sahip ülkelere göre oldukça düşüktür. Kadınların işgücüne katılım oranları AB ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeden oldukça düşüktür. Bu durumun ortaya çıkmasında; din, gelenekler, aile içinde kadına yüklenilen rol, kadının eğitim düzeyinin yetersizliği, gelir durumu, işyerlerinde yaşanan ayrımcı uygulamalar önemli rol oynamaktadır. Ayrıca çocuk, hasta, yaşlı bakımında ülkenin sunduğu kamusal hizmetlerin yetersizliği kadının işgücüne katılım kararını önemli ölçüde belirlemekte, kadın emek arzını kısıtlamaktadır (Yılmazer,2013:298-299). Türkiye’de emek piyasasında kadın istihdamının yetersiz olmasının yanı sıra istihdam edilen kadının da eşitlik sorunuyla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Türkiye’de kadın işgücünün tarımsal faaliyetlerle, tarım dışı faaliyetlerde dağılımında önemli bir eşitsizlik söz konusudur. Tarım dışı faaliyetlerde Türkiye’de de kadın işgücünün sanayi sektöründen daha yüksek oranda hizmet sektöründe istihdam edildiği görülmektedir. Bunun nedeni hizmet ile ilgili işlerin kadın işi olarak tanımlanması ve istihdam seçiminin buna uygun olarak yapılmasıdır. Çalışan kadınlar için işte yükselme ve karar alma süreçlerinde erkeklerle eşit oranda varlık gösterememeleri sorunun başka bir boyutunu oluşturmaktadır. kadın emeğinin önemli bir bölümü küçük işletmelerde, enformel sektörde, istihdam güvencesi olmayan, geçici işlerde istihdam edilmektedir. 7 8 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Günümüz Türkiye’sinde formel işlerde bile yaşanan ücret ayrımcılığı sorunu kadınların çalışma hayatında karşılaştıkları sorunların başında gelmektedir. Türkiye’de kadın emeği erkeklerle kıyaslandığında, kadın emeği değerinin altında ücretlendirilmekte, bu uzun dönemde kadının daha düşük emeklilik geliri ve daha fazla yoksulluk riski ile karşı karşıya olduğu anlamına gelmektedir. Çalışma hayatında kazanılan gelirin eşitsiz olmasının yanısıra bir başka sorun örgütlenememe/sendikalaşamama sorunudur. Sendikalaşan kadınların ise yönetime katılma ve karar alma süreçlerinde eşit fırsatlara sahip olmadıkları görülmektedir. Bu durumun ortaya çıkmasında kadının aile içindeki sorumlulukları önemli rol oynamaktadır (Yılmazer,2013:300-302). Kadın Emeğinin Karşılaştığı Sorunları Gidermeye Yönelik Düzenlemeler Tarihi gelişim süreci içinde kadınların öncelikle fizyolojik, biyolojik farklılıkları nedeniyle özel olarak korundukları, bu korumanın yetersiz kalması üzerine kadın erkek arasında hukuki eşitliğin sağlanması yoluyla doğrudan ayrımcılığın, olumlu ayrımcılık uygulamaları ile dolaylı ayrımcılığın ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Günümüzde ise AB düzeyinde ve Birlik ülkelerinde kadınların geleneksel sorumluklarının azaltılmasına ve işgücü piyasası ile uyumlaştırılmasına yönelik politikalar önem kazanmıştır (Tokol,2013:120-121). Kadının çalışma hayatında korunması ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı çeşitli tarihlerde Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından çok sayıda sözleşme kabul edilmiştir. Hukuki alanda yapılan her bir düzenlemenin, dönemin çalışma hayatında var olan bir sorunun giderilmesine dönük olarak gerçekleştiği görülmektedir. ILO ve BM sözleşmelerine ek olarak AB’nde de cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili Birlik Antlaşmalarında bazı düzenlemeler yapılmış, farklı tarihlerde direktifler kabul edilmiştir. Bunlardan ilki, Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması’nın (Roma) 119. Maddesinde yer alan “eşit işe eşit ücret” ilkesidir (Yılmazer,2013:303). Kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacıyla tüm ülkelerde kanunlarla kadınların yer altı ve su altında yapılan işlerde çalıştırılmaları yasaklanmakta, sanayiye ait işlerde gece çalıştırılmaları belli kurallara bağlanmakta, çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir. Kadınların analık durumunda korunmaları ile ilgili olarak doğum öncesi ve sonrasına yönelik özel düzenlemeler yapılmaktadır. Doğum öncesi koruma ile ilgili düzenlemeler arasında; hamilelik süresince kadınlara belli aralıklarla iş süresinden sayılmak üzere periyodik sağlık kontrolleri, gerekiyorsa tedavileri için ücretli izin verilmesi, doğumdan önce belirlenecek belli bir süre boyunca hamile kadınların sağlığına zarar verecek Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar işlerde çalıştırılmaması veya yaptığı işin geçici bir süre için değiştirilmesi, doğumdan belli bir süre önce gece çalıştırılmasının yasaklanması, doğumdan önce ve sonra ülkelere göre değişen süreler boyunca (Tunus, Suudi Arabistan’da 12 haftadan az. Hindistan, Çin, ABD ve Meksika’da 12-13 hafta, Japonya, Almanya, Fransa’da 14-17 arası, Bosna Hersek, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve İsveç’te 26 haftadan fazla, Türkiye’de 16 hafta ) hiç çalıştırılmaması yer almaktadır. Doğum sonrası koruma ile ilgili düzenlemeler arasında ise emzikli kadınların belli bir süre boyunca sağlığına zarar verecek işlerde çalıştırılmaması veya işinin geçici olarak değiştirilmesi, belli bir süre gece çalıştırılmaması, fazla çalışmasının yasaklanması, kadının isteğine bağlı olarak işine dönebilme hakkı saklı kalmak koşuluyla ülkelere göre değişen belli bir süre için ücretsiz izin verilmesi (Türkiye’de işçilerde 6 aya, memurlarda 1 yıla kadar ), belirli sayının üzerinde kadın işçi çalıştıran işyerlerinde işverene emzirme odası ve kreş açma zorunluluğu getirilmesi, süresi ve kullanma zamanı ülkelere göre değişen, iş süresinden sayılan süt izninin verilmesi yer almaktadır. Kadınların cinsiyet ayrımcılığına karşı korunmasına yönelik düzenlemeler haklara sahip olmada ve haklardan yararlanmada kadın ile erkek arasında cinsiyetlerinden dolayı yapılan ayrımı önlemeyi amaçlamaktadır. Eşitlik bakımından kadınların çalışma yaşamında korunmasının eşit davranma ve eşit değerde işe eşit ücret olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Günümüzde AB düzeyinde ve Birlik ülkelerinde bu politikalara ek olarak kadınların geleneksel sorumluluklarının bir ölçüde de olsa azaltılmasına ve işgücü piyasası ile uyumlaştırılmasına yönelik politikalar uygulanmaktadır. Çocuk bakımı konusunda kadın ve erkek rollerini biraz olsun değiştirmeyi hedefleyen bu politikalardan biri ebeveyn izni’dir. Ebeveyn izni ilk olarak 1974 yılında İsveç’te kabul edilen bir kanun ile uygulanmaya başlanmış, daha sonra AB üyesi diğer ülkelerde de uygulama alanı bulmuştur (Tokol,2013:120-122). Çalışma hayatında sözleşmeleri; - cinsiyete dayalı ayrımcılığı gidermeye Zorla Çalıştırma Maden ocakları ve yer altı işlerinde kadınların çalıştırılmaması Eşit İşe Eşit Ücret Zorla çalıştırılmasının kaldırılması İstihdam ve İşte Ayrımcılığın engellenmesi Muamele eşitliği İstihdam politikası Kısmi süreli çalışma Ev Eksenli çalışma yönelik ILO 9 10 Sakarya Üniversitesi - Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Anneliğin korunması Birleşmiş Milletlerin 1979 yılında onayladığı Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi de kadınlara yönelik imzalanan sözleşmeler arasında yer almaktadır. Ayrımcılığın önlenmesi ve kadın-erkek eşitliği ile ilgili uluslar arası düzenlemeler çerçevesinde, Türkiye, iç hukuk alanında, çalışma hayatını doğrudan ilgilendiren önemli değişiklikler ve düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Örneğin, Türkiye BM’nin “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde (CEDAW)” yer alan çekincelerini iç hukukta ilgili düzenlemeleri yaparak 1999 yılında tamamen kaldırılmıştır. 2002 yılında da CEDAW Ek İhtiyari Protokolü’nü onaylanmıştır. Ayrıca Türkiye farklı tarihlerde ILO sözleşmelerinin bazılarını onaylamıştır. Çalışma hayatına ilişkin olarak 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun hazırlanmasında da AB’ne üyelik sürecinde direktiflere uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Örneğin, kadın işçileri çalışma yaşamında cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı koruma ile ilgili düzenlemeler; çalışma yaşamında eşitlik ve ayrımcılık yasağı ile ilgili 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesinde eşit davranma ilkesi başlığı altında düzenlenmiştir. Türkiye’de genel olarak, kadın-erkek eşitliği ve ayrımcılığın önlenmesi bakımından ulusal düzenlemeler uluslararası süreci biraz geriden takip etmektir. İstihdamda fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret ve kadın emeğinin güvencesiz ve sigortasız çalıştırılması gibi bazı temel sorunlar halen varlığını sürdürmektedir (Yılmazer,2013:304-307). 14.2. Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Yaşlılık; çocuk ve genç kavramı gibi çok yönlü bir kavramdır. Bu nedenle genel kabul gören, yaşlılığı tüm yönleri ile açıklayan bir yaşlılık tanımı yapmak oldukça güçtür. Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmektedir. İklim, çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını güçleştirmektedir. Yaşlılık, çocuk ve genç kavramı gibi biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kronolojik boyutları olan çok yönlü bir kavramdır (Tokol, 2013:65). 14.2.1. Yaşlılık Kavramı ve Sosyal Politikanın Gerekliliği Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Hedef: Yaşlılık kavramını ve sorunlarını öğrenmek İnsan hayatının yaşam dönemlerinden biri olarak “yaşlılık”; genel olarak 60 yaş ve sonrası dönem olarak kabul edilmektedir. Yaşlılık; hayatın diğer evreleri gibi doğal, kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir durumdur. Yaşlılık; bireyin kalıtımsal özelliklerine, beslenme alışkanlıklarına, çevre koşullarına ve kültürel özelliklerine bağlı olarak erken veya geç, sorunlu veya az sorunlu yaşanabilmektedir. Yaşlılık kavramını tanımlayabilmek için farklı açılardan yaklaşmak ve “yaş” kavramı üzerinde durmak gerekir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan bir ayırıma göre; “45-59 yaş arası orta yaş”; “60-74 yaş arası yaşlılık”; “75-89 yaş arası ileri yaşlılık”; “90 ve üstü ise ihtiyarlık” kategorisi içinde yer almaktadır. Yaşlılık, hem “kronolojik yaş” hem de “fonksiyonel yaş” açısından ele alınmaktadır. Kronolojik yaş, insanın doğum tarihi ile başlayan bir süreçtir. Bu süreç, bir şey için uygun olan ve olmayan insanların ayrıştırılmasında yararlanılan temel araç ve gösterge konumundadır. Ancak kronolojik yaş ile yaşlanmanın belirtileri tam anlamıyla ortaya konulamadığı için nüfusun belirli bir bölümünün yanlış sınıflandırılması söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle yaşlılığın “fonksiyonel” yanına da bakılması gerekir. Başka bir ifadeyle, fiziksel güç, hareketlilik, dayanıklılık, koordinasyon ve zihinsel kapasite gibi özelliklerle insanların yaş kategorilerine ayrılması da önem taşımaktadır. Modern toplum anlayışında yaşlı, 65 yaşına ulaşan ve emeklilik hakkı elde eden kişidir (Yıldız,2013:387). Yaşlılık tanımları farklı olsa da yaşlılık sorunlarla dolu bir dönemi ifade eder. Yaşlıların birbiri ile iç içe geçmiş çok sayıda sorunu bulunmaktadır. Bu sorunların bir bölümü yaşlının fiziki, ruhsal ve ekonomik durumundan, bir bölümü yaşadığı ülkenin ekonomik, sosyo-kültürel politika ve uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Yaşlıların yaşadıkları sorunlar; sağlık sorunları, ekonomik sorunlar, psikolojik sorunlar ve sosyokültürel sorunlar şeklinde gruplanabilmektedir. Yaşlıların en önemli sorunlarının başında sağlık sorunları gelmektedir. Yaşlıların bakım sorunu, yaşlı istismarı ve ihmali sağlık sorunları ile bağlantılı diğer sorunlar arasında yer almaktadır. Ekonomik sorunlar yaşlıların büyük bölümünün ana sorununu oluşturmaktadır. Gelirin emeklilik veya yaşlılıktan dolayı işten ayrılma nedeniyle azalması ve artan sağlık sorunlarına bağlı gider artışı yaşlıları olumsuz etkilemektedir. Gelirin azalışının yanı sıra emekliliğe özgü diğer sorunlar, yaşlıları psikolojik sorunlarla karşı karşıya bırakabilmektedir. Yaşlılıkta 11 12 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar psikolojik değişiklikler eskiye aşırı bağlılık, değişen koşullara uyum sağlayamama, yeniliklerden korkma ve egoizm şeklinde sıralanabilir. Yaşlılarda yaşlanma ile birlikte sosyal rollerini, kendilerine güven ve otoritelerini kaybetme, yetersizlik, çaresizlik, işe yaramama, yalnız kalma, başkalarına bağımlı olma ve ölüm korkusu başlamaktadır. Yaşlıların sosyo-kültürel sorunları arasında ise aile yapısındaki değişme, barınma, şehir yaşamına uyum sağlayamama, yalnızlık, rol ve statü kaybı, kuşaklar arası çatışma ve ulaşım gibi sorunlar yer almaktadır (Tokol, 2013:66). Bir diğer ifadeyle Yaşlılarda başlıca görülen psiko-sosyal, ekonomik ve tıbbî sorunlar kısaca şunlardır (Seyyar, 2005): Fiziksel güçten düşme ve emeklilik gibi ihtiyarî veya gayri-ihtiyarî sebeplerden dolayı meslekî ve toplumsal fonksiyonlardan ayrılma, Sosyo-ekonomik statü kaybına uğrama ve gelir yetersizliğinden dolayı yüksek hayat kalitesinden mahrum olma, Sosyal etkileşimden mahrum olma ve toplumdan kısmen veya tamamen uzaklaşma veya dışlanma, Aile fertlerinden kopma, yalnızlığa ve içine kapanmaya itilmenin bir sonucu olarak kendini lüzumsuz ve faydasız hissetme ve psiko-sosyal sorunların ve bunalımların içine sürüklenme. Özellikle sakatlanmalarda veya ileri yaşlılıkta başkalarına sürekli olarak bağımlı olma ve değişik derecelerde sürekli olarak bakım ihtiyacı duyma, ileri yaşta bulunanların en önemli sorunudur. Normal hayatını yaşayabilmek ve sürdürebilmek için, değişik derecelerde de olsa, başkalarının sürekli (uzun dönemli) bakımına zorunlu ve bir zaruretin gereği olarak ihtiyaç duyan yaşlı, artık bağımsızlığını da yitirmiş sayılır. Bir başka ifadeyle, yapılması zarurî olan temel hareketleri artık kendi kendine yapma gücüne sahip olmayan bakıma muhtaç yaşlı, hayatını idame ettirebilmek için, bundan böyle başkalarına bağımlıdır (Seyyar,2011:383). Yaşlılara yönelik sosyal politika oluşturulma nedenlerini değişen sosyal yapı ile ilgili nedenler, ekonomik nedenler, insani nedenler ve sosyal devlet anlayışı başlıkları altında dört temel unsur üzerinden açıklamak mümkündür. Değişen Sosyal Yapı ile İlgili Nedenler; Hayat koşullarının gelişmesi ve iyileşmesi ile tüm dünyada hayatta kalma süresi ve yaşlı nüfus artmış, artan yaşlı nüfus için yeni ve farklı uygulamaların oluşturulması gündeme gelmiştir. Modernleşme ile birlikte Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar ortalama insan ömrü uzamaya başlamıştır. Ölüm oranları ve doğum oranları azalmış, salgın hastalıklarla mücadele teknikleri gelişmiş, beslenme, barınma, sağlık ve çalışma koşulları iyileşmiş ve ortalama hayat süresi uzamıştır. Nüfusun yanı sıra aile kurumunun yapısı da değişmiştir. Geleneksel, geniş ailenin yerini aile üye sayısının azaldığı çekirdek aile almıştır. Değişen aile yapısı, yaşlıların aile içindeki konumlarını da değişmiştir. Geleneksel yapı, yaşlıların aile içinde bakımını sağlamış ancak ailenin küçülmesi, yetişkin çocukların yaşlılara bakma imkanlarını azaltmıştır. Bu durum, zaman içinde yaşlıların sorumluluğunu üstlecek kişilerin oranının azalmasına neden olmuştur. Ayrıca kültürel değerlerdeki değişimle beraber, aile ve çevrenin yaşlılara karşı sorumluluğu topluma devredilmiştir. Ekonomik Nedenler: Ekonomik nedenlerin başında gelirin yetersizliği buna karşılık giderlerin artışı gelmektedir. Bireyin emekli olması veya yaşlanması nedeniyle işinden ayrılması gelirinde belirgin bir azalmaya, yaşlanmaya bağlı olarak giderlerinde artışa neden olmaktadır. Aktif nüfus dışında kalan yaşlı nüfusun, ekonomik anlamda herhangi bir üretimde bulunmadığı sürece; sadece tüketmesi söz konusudur. Bu durum ise yaşlı nüfus içinde bağımlılık oranının artmasına ve toplam nüfusa ek bir yük getirmesine yol açacaktır. Başka bir deyişle; bağımlılık oranları yüksek olan ülkelerde yaşlılar, ulusal gelirin oluşumuna hiçbir katkıda bulunmadan, gelirden az veya çok, doğrudan veya dolaylı pay almış olacaklardır. Bu durum hem bireylerin hem de ailelerin refah düzeyine olumsuz bir şekilde yansıyacaktır. İnsani Nedenler: Yaşlı olmak, ayrımcılık unsuru olamayacağından yaşlıların da ayrımcılığa uğramamaları ve dışlanmaya maruz kalmamaları gerekir. Yaşlanma, en temel insani bir durum olduğuna göre, yaşlanma ile ortaya çıkabilecek olan güçlüklerle ilgilenmek ve bunları gidermek insani bir davranış olarak kabul edilmekte, bu yaklaşım çerçevesinde, yaşlıların toplumdaki hayatlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde geçirmeleri gerektiği konusuna vurgu yapılmaktadır. Sosyal Devlet Anlayışı: Sosyal devlet anlayışını benimseyen ülkelerde, tüm bireylere insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak devletin görevleri arasındadır. Bu doğrultuda; eşitlik ilkesinin vazgeçilmezliği ile birlikte toplumda ayrımcılığın bir şekli olan “yaş ayrımcılığı” olarak adlandırılan “ageism sorunu”, sosyal politika uygulamaları içinde ele alınması gereken önemli bir konu olarak görülmektedir. Yaşlı bireylere yeterince aktif ve dinamik olamadıkları için ayrımcılığın uygulanması “yaş ayrımcılığı” olarak kabul edilmektedir (Yıldız,2013:389-390). 13 14 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar 14.2.2. Dünya’da ve Türkiye’de Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Hedef: Dünya’da ve Türkiye’de yaşlılara yönelik uygulanan sosyal politikaları öğrenmek Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası çalışmalar 20. yüzyılda başlamıştır. Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) , Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), ILO, Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği gibi örgütler bu konu ile ilgili olarak çeşitli belge, ilke ve programlar oluşturmuşlardır. Ancak bu uluslararası örgütlerin yaşlıların korunması ile ilgili çalışmaları özel olarak korunması gereken diğer gruplara oranla daha sınırlı düzeydedir. Yaşlılarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı önemli belgeler arasında 10.12.1948 tarihli İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, 1991 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Yaşlılık İlkeleri yer almaktadır. Ayrıca 3.5.1996 tarihinde kabul edilen Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi, 7.12.1989 tarihinde kabul edilen Avrupa Birliği belgelerinden Temel Haklar Şartı’nın 25. maddesi konu ile ilgilidir. Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar ülkelerin ekonomik ve sosyo-kültürel yapılarına göre farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde bu politikaların kapsamı yaşlıların sağlık, ekonomik, sosyo-kültürel ve psikolojik sorunlarının önemli bir bölümünü içerecek şekilde oldukça geniştir. Buna karşılık bu sorunun gelişmiş ülkeler kadar geniş boyutlara ulaşmadığı gelişmekte olan ülkelerde yaşlılarla ilgili politikalar henüz yeterli düzeye ulaşamadığı görülmektedir (Tokol,2013:67). Günümüzde gelişmiş ülkelerde yaşlılarla ilgili politikalar ve programlar, hem hayat kalitesini artırmaya hem de genel sağlığı iyileştirmeye yöneliktir. Yaşlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının kapsamı oldukça geniştir. Çalışma hayatı, sağlık, bakıma muhtaçlık, konut, toplumsal yapı içinde yaşlıların sosyo-kültürel konumu, serbest zamanın değerlendirilmesi ve eğitim alanları sosyal politika uygulamaları kapsamında sayılabilir. Bu uygulamaların genişliği ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapıları ile doğrudan ilişkili olmakla birlikte şu şekilde belirtilebilir: Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar - - - - Gelir güvencesi sağlamak: Yaşlı nüfusa sahip ülkeler, bağımlılık oranlarını düşürebilmek için, bireyleri erken emeklilikten uzak tutup yaşlılık döneminde de çalışmayı teşvik edecek uygulamaları gündeme getirmektedirler. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde “emekli aylığı”, yaşlı bireylerin temel geçim kaynağıdır. Ancak sigortalı olmayanlar, düzenli, yeterli ve sürekli bir gelirden yoksundurlar. Bu nedenle yeterli geliri olmayanlara “sosyal gelir” adı altında ödemelere yapılmaktadır. Yaşlılar için bir diğer gelir kaynağı, muhtaç yaşlılara verilen “sosyal yardımlar”dır. İstihdam edilebilirliklerini arttırmak: Yaşlı işgücünün en önemli istihdam sorunu, göreli olarak, nitelik düzeylerinin düşük olmasıdır. Bu nedenle yaşlıların eğitim düzeyleri yükseltilerek yeni nitelikler kazanmaları sağlanmaktadır. Yaşlıların istihdam edilebilirliği arttıran diğer bir yol, onlara kariyer değişikliği yapabilme imkanlarının sağlanmasıdır. Yaşlıları, yaşlanamadan etkilenmeyen, yeteneklerini kullanabilecekleri işlere çekebilme imkanlarının sağlanması en önemli yollardan biridir. Yaş ayrımcılığına karşı korumak: Ayrımcılık şekillerinden biri olan yaşa dayalı ayrımcılık, çalışma hayatının önemli sorunlarından biridir. “Gri Tavan Sendromu” olarak adlandırılan bu sorun özellikle ücretlerin ödenmesinde ve işte yükseltilmede ortaya çıkmaktadır. Yaşlıların gençlere göre daha az üretken oldukları, daha fazla ücret talep edecekleri, uyum güçlüğü çekecekleri, çalışmak istemeyecekleri gibi önyargılar ayrımcılığa yol açabilmektedir. Evde ve kurum çatısı altında verilen bakım ve gözetim hizmetleri: Gelişmiş ülkelerde toplumsal kurumlar geliştirilerek “evde bakım”, “eve hizmet götürme” şeklinde mevcut düzenin sürdürülmesi hedeflenmekte ve çok ileri yaşlarda da “kurum bakımı” söz konusu olmaktadır. Bu bakım ve gözetim hizmetleriyle muhtaç yaşlılar, sağlık, sosyo-ekonomik ve psikolojik ihtiyaçlarını kurumsal bir çatı altında karşılamaktadırlar. Yaşlılara yönelik ulusal sosyal politikaların kapsamı ülkelere göre değişmekle birlikte sosyal sigortaların kapsamı içinde yaşlılık sigortası, bakım sigortası (Seyyar, 2006: 301) gibi uygulamalar yer almaktadır. Bunlardan yaşlılık sigortası yaşlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının en yaygın olanıdır. Yaşlılık sigortası nın amacı kişilerin yaşlanma sonucu işgücünden ayrılmaları nedeniyle ortaya çıkan gelir azalması ve gelir kaybını telafi ederek tüketim ihtiyaçlarını sağlamak ve kişiyi güvence altına almaktır (Taşçı, 2010: 183). Yaşlılık sigortasından sağlanan en önemli güvence yaşlılık aylığı bağlanmasıdır. Aylık bağlanma koşulları ülkelere göre değişmekle birlikte ilgili kanunlarda öngörülen yaş, sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı gibi koşulların yerine getirilmesi gerekir. Yaşlılar için yaşlılık aylığına (emeklilik aylığı) hak kazanmak kadar bu aylığın kişinin emeklilik öncesi yaşam standardını devam ettirebilecek 15 16 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar düzeyde olması da önemlidir. Gelişmiş ülkelerde sosyal sigortalara ilave olarak özel sigortalar kapsamında ikinci bir aylık alan kişilerin emeklilik sonrası dönemde daha iyi bir yaşam standartına kavuştukları görülmektedir. Ancak halen gelişmiş ülkelerde bile özel sigorta sisteminden yararlanan yaşlı sayısı oldukça sınırlıdır. Bu nedenle yaşlılık aylığına hak kazanan birçok emekli, gelirlerinin yeterli olmaması karşısında yeniden çalışma hayatına dönmek zorunda kalmaktadır. Özellikle bu duruma erken emeklilik uygulamalarında daha sık rastlanmaktadır. Yaşlılık aylığının yeterli olması halinde de bazı emeklilerin psikolojik nedenlerle veya çalışma arzu ve gücünde olmaları nedeniyle yeniden çalışma yaşamına döndükleri görülmektedir. “ (Tokol,2013:68). Türkiye’nin yaşlı nüfusla ilgili mevcut ve potansiyel sorunların çözümü, ekonomik kaynaklarla yakından ilgilidir. Türkiye’de yaşlı nüfus giderek artmaktadır. Son elli yılda Türkiye’deki yaşlı nüfus oranı, dünya yaşlı nüfus oranına göre %8 oranında artmıştır. Türkiye’de yaşlı nüfusun giderek artmasına karşılık, bu gruba yönelik sosyal politikalar henüz yetersizdir. Ancak çeşitli tarihlerde sınırlı da olsa bazı hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin 1982 Anayasası’nın eşitlik ilkesi ile yaşlılara yönelik pozitif ayrımcılığa yer verilmiştir. Anayasadaki düzenlemeler doğrultusunda halen aile içi bakımın yanı sıra yaşlılara yönelik olarak yaşlılık sigortası yardımları, sosyal hizmetler, yaşlı yardımlaşma merkezleri, sosyal yardımlar ve kurumsal bakım ve gözetim hizmetleri verilmektedir (Yıldız,2013:394-396). Türkiye’de Yaşlılık sigortası yaşlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının başında gelmektedir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre; yaşlılık sigortasından bağlanacak yaşlılık aylığından belli bir süre prim ödeyen (7200-9000 gün veya 20-25 tam yıl), kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını dolduran sigortalılar yararlanmaktadır. Bu sigortalılara prim ödeme gün sayısı dikkate alınarak yaşlılık aylığı bağlanmaktadır. Ancak emeklilik yaşı 2036 yılından itibaren kademeli olarak yükseltilerek, 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65 yaşına çıkacaktır . Türkiye’de 2011 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre yaklaşık 6.5 milyon kişi yaşlılık sigortasından yararlanmaktadır. Halen yaşlılık sigortasından yararlanan kişi sayısı sınırlı, yaşlılık (emeklilik) aylığının miktarı oldukça düşüktür. Yaşlılık aylığına ek olarak 170’i aşan kurum ve kuruluş tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumu olarak üyelerine ek garantiler sağlamaktadırlar. Bu kurumlar arasında en başarılı olanı askeri personel için oluşturulan Ordu Yardımlaşma Kurumu’dur (OYAK). Kurum üyelerine tazminat niteliğinde ödemelerin yanı sıra, ikinci emeklilik aylığı da ödemektedir. Tamamlayıcı sosyal güvenlik hizmeti veren diğer bir kurum 28.3.2001 tarih ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile oluşturulan Bireysel Emeklilik Şirketleri’dir. Bu şirketlere 18 yaşın üzerindeki kişiler istedikleri takdirde kayıt olabilmekte, en az 10 yıl prim ödemek ve 56 yaşını doldurmak koşuluyla emeklilik hakkı kazanmakta, toptan ödeme veya aylık olarak birikmiş tasarruflarını Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar alabilmektedirler. Bireysel Emeklilik Şirketleri’ne ise 2011 Aralık ayı sonu itibariyle yaklaşık 2.650 bin kişi kayıt olmuştur. Türkiye’de yaşlılık aylığının düşük olması, erken emeklilik uygulamaları ve psikolojik nedenlerle yaşlıların önemli bir bölümü emekli olduktan sonra yeniden çalışma yaşamına dönmektedir. Ancak yaşlılık aylığı almaya hak kazanan emeklilerin yeniden çalışması konusunda sosyal güvenlik mevzuatı ile getirilen bazı sınırlamalar nedeniyle, bu durumda olan emeklilerin büyük bir bölümü düşük ücretlerle kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadır. Ayrıca yaş ayrımcılığı diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de yaşlıların işe girmesinde, işin devamında ve işten çıkarılmalarında söz konusu olmakta ancak yaş ayrımcılığını engellemeye yönelik hukuki düzenlemeler henüz bulunmamaktadır. Türkiye’de düzenli bir yaşlılık aylığına sahip olmayan, çalışma yaşamına giremeyen, girse bile çok düşük ücretle çalışmak zorunda kalan yaşlıların yoksulluğa karşı korunması önem kazanmaktadır. Bu durumda olan yaşlıların korunması için bazı hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan 1.7.1976 tarih ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ile 65 yaşını doldurmuş, hiçbir gelire sahip olmayan, muhtaçlığını kanıtlayan, Türk vatandaşlarına hayatta kaldıkları süre içinde aylık bağlanmaktadır. 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra dağınık olan sosyal hizmetleri bir çatı altında toplamak amacıyla 24.5.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu kabul edilmiştir. Kanunla korunmaya ve bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer kişilere götürülen hizmetlerin ve faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlanmıştır. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. Yaşlı ve özürlülerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. 2828 sayılı Kanun’un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaşlılara yönelik kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde yaşlılara yönelik kurumsal bakım; huzurevi ve yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır. 16.9.2011 tarihi itibariyle SHÇEK ait 99; derneklere/vakıflara, azınlıklara ve gerçek kişilere ait 166 özel huzurevi; diğer bakanlıklar ve belediyelere ait 27 huzurevi/yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezi bulunmakta, bunların sağladıkları hizmetlerden 22.207 yaşlı yararlanmaktadır. 2828 sayılı Kanun çerçevesinde çıkarılan Yönetmelik doğrultusunda Türkiye’de evde bakım ile ilgili ilk proje 1993 yılında SHÇEK Genel Müdürlüğü tarafından dört büyük ilde uygulanmış ancak başarılı olmamıştır. Buna karşılık Ankara Büyükşehir Belediyesi evde bakım hizmetleri, istanbul Büyükşehir Belediyesi evde sağlık destek hizmetleri ile bu alanda diğer belediyelere örnek olmuşlardır. Halen büyük şehirlerde az sayıda özel 17 18 Sakarya Üniversitesi Kadın ve Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar işletme ücretli tıbbi bakım ve refakat hizmeti sunmaktadır. Kendi evlerinde yaşamlarını sürdüren yaşlılara yönelik alternatif bir gündüzlü hizmet modeli olarak uygulanan Yaşlı Dayanışma Merkezleri ise başarılı olmadığından, organize edilerek Yaşlı Hizmet Merkezi olarak yeniden açılmıştır (Tokol, 2013:70-72). Değerlendirme Soruları 1- Türkiye’de çalışma hayatında kadın emeğini korumaya yönelik geliştirilen sosyal politikalar hakkında bilgi veriniz. 2- Dünya’da ve Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politika düzenlemelerinin gerekliliğini tartışınız. Kaynakça Altan, Ömer Zühtü (2007), Sosyal Politika, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:1744, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Haziran, Eskişehir Ecevit, Yıldız ve diğerleri (2011), Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:2307, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Ağustos, Eskişehir Seyyar, A. (2011). Sosyal Politika Bilimine Giriş, Ders Notları, Sakarya Yayıncılık Yıldız, Selver (2013), “Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar”, İçinde: Tokol, Ayşe ve Yusuf Alper, Sosyal Politika, 4. Baskı, Dora Yayınları, Bursa Tokol, Aysen (2013), “Özel Olarak Korunması Gereken Gruplar”, İçinde: Sosyal Politika II, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir Yılmazer, Işın Ulaş Ertuğrul (2011), “Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar” İçinde: Tokol, Ayşe ve Yusuf Alper, Sosyal Politika, 1. Baskı, Dora Yayınları, Bursa Üner,Sarp (2008) “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü http://www.aileicisiddet.net/egitim/set/Toplumsal-Cinsiyet-Esitligi.pdf Erişim Tarihi: 12.10.2012