GDO nedir? Frankeştayn nedir? Ülkemize GDO ürün girişi hakkındaki yönetmelik bazılarımızı "GDO" ismiyle ilk kez tanıştırdı. GDO nedir, neden tehlikelidir, nelerde bulunur? Bu akşam yemeğinizde, büyük emeklerle pişirildiğini, tuzunun bile sevgiyle serpildiğini düşündüğünüz bir patates oturtma yediniz. Yediğinizin güvenli olduğunu farz ettiniz. Kimya ve genetik endüstrilerinin, yediğiniz patatesin DNA’sını yapay yöntemlerle değiştiren yeni bir teknoloji kullandığından haberiniz yoktu. Genleri değiştirilmiş patatesler sanki normal, doğal patateslermiş gibi, etiketlerinde hiçbir bilgi verilmeden satılmıştı. Bu yazıda size genleriyle oynanmış yiyeceklerden bahsedeceğim. İnsanlar üzerine etkilerinin ne olduğu araştırılmadan piyasaya sürülen bu yiyeceklerin zararlarını anlatacağım. Diyelim ki, günümüzde Frankeştayn’ın torunlarından Küçük Frankeştayn diye biri var. Frankeştayn’ın kim olduğunu da hatırlatalım; hani ölmüş insanların değişik organlarını ve elektriği kullanarak bir canavar yaratmıştı… Küçük Frankeştayn da dedesi gibi, garip teknik araştırmalar yapmak istiyor. Ama özellikle gıda endüstrisi üzerinde çalışıyor. Küçük Frankeştayn’nın yaptığı kaçık deneyleri bir düşünelim… Dedesinin izinden giderse, birbiriyle hiç alakası olmayan şeyleri bir araya getirip yepyeni şeyler ortaya çıkarmak isteyecek. Doğada hiçbir şekilde görülmeyecek canlıları laboratuarında üretecek. Gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Elektron mikroskobuyla patatesin içindeki DNA’yı keser mesela. Binlerce nesildir patatesin nasıl büyüyeceğine, nasıl yaşayacağına ilişkin bilgileri içeren çift sarmal yapılı, canlı ve çok değerli DNA’sını. Milyonlarca yıllık doğal süreçlerle oluşmuş genetik kodu keser. Gen tabancası isimli yeni bir aletin kullanıldığı deneysel bir yöntemle, Küçük Frankeştayn, doğal süreçler yerine, kendi kişisel, yapay seçimlerini uygular. Mesela, kesilmiş patates DNA’sı ile bir böceğin ve genleri değiştirilmiş bir bakterinin DNA’larını birleştirir. Gen tabancasını kullanarak balıkla domatesin, domuzla insanın, bakteriyle soya fasulyesinin, virüsle mısırın DNA’larını birleştirir. Bunun üstüne bir de Küçük Frankeştayn’ın Amerikan Tarım Bakanlığı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) gibi kuruluşları; genetik mühendisliğiyle yiyecek üretimi konusunda devasa şirketler haline gelmiş Monsanto, DuPont, Galgene, Novartis gibi çokuluslu firmaları yönettiğini varsayalım. Bu durumda, garip deneylerini gerçekleştirmek için çok büyük paralara erişebilir. Büyük bir güce sahip olur, devleti, hukuku kendi çıkarları uğruna manipüle eder. Tarım Bakanlığı laboratuarlarına, üniversite laboratuarlarına ve dünyanın her yerindeki laboratuarlara ödenekler verir. Üniversiteleri, Tarım Bakanlığı’nı, FDA’yı kontrolü altına alır. Onun direktifleri doğrultusunda farklı canlıların DNA’ları birbirine birleştirilir, sonra da insanlara etkisi bilinmeksizin, etiketinde hiçbir bilgi verilmeden, habersiz insanlara yedirilir. Ürettiği bu garip yiyecekleri gizlice başka ülkelere satmaya çalışır. Eğer bu ülkeler itiraz edecek olurlara parasını, gücünü, etkisini ve bağlantılarını kullanarak onları ticari savaş tehdidiyle korkutur. Tabii ki Monsanto, DuPont, Calgene, Novartis, biyoteknoloji şirketleri, ABD Tarım Bakanlığı ve FDA’nın bu tür şeytani niyetleri olamaz. Onlar sadece işlerini en iyi şekilde yapabilmek için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Küçük Frankeştayn bir hayali figür. Fakat, bu şirketlerin, Tarım Bakanlığı’nın, FDA’nın ve yiyecek teknisyenlerinin yaptığı işler tıpkı Küçük Frankeştayn’ın yapacağı cinsten. Uluslararası biyoteknoloji şirketleri, Tarım Bakanlığı ve FDA sadece hırslarını önemsiyor ve hiçbir şeyin yarınını düşünmüyorlar. Bilimsel teknisyenler olarak, yaptıklarının uzun vadeli etkilerini görme yetenekleri yok. Kimya/ genetik mühendisliği endüstrisi ve Tarım Bakanlığı çok farklı canlıların DNA’larını birbiri ile birleştirerek, daha önce dünya üstünde hiç görülmemiş canlılar üretiyorlar. Daha sonra, genetik mühendisliği lobicileri, kanunlarda gedikler bularak deneysel üretimlerinin piyasada satılmasını sağlıyorlar. Birçok kuruluşlara yapılan ödemeler (ya da kanuni rüşvetler diyebiliriz), etkili yerlerde çalışan eski ahbaplar ve devlet kurumlarıyla şirketler arasındaki maddi çıkar ilişkileri sayesinde ABD ve başka birçok ülke bu sentetik yiyeceklerin insanlara satılmasını onayladı hatta destekledi. Genetik mühendisliği endüstrisi bu ürünlerin etkilerinin ne olacağını test etmeden ve etiketlerine hiçbir bilgi koymadan satıyor. Üstüne üstlük, ABD hükümeti bu ürünleri reddeden veya etiketlerine bilgi koymak isteyen ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü (DTO) yaptırımlarıyla tehdit ediyor. Bütün dünyadaki tüketiciler olarak ne yediğimizi bilmeye hakkımız var. Bu yiyecekleri isteyip istemediğimize karar verme hakkımız var. Çocuklarımızın bu yiyecekleri yiyip yemeyeceğine karar verme hakkımız var. Dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, marketlerde bu Frankeştayn yiyecekler test edilmeden ve etiketlerinde bilgi verilmeden satılıyor. 1994 yılından itibaren genetik endüstrisi genleri değiştirilmiş domates ve genleri değiştirilmiş hormon (bovine growth hormone – rBGH) içeren süt satmaya başladı. 1997 yılında senelerdir yaptığı araştırmaların parasını çıkarmak istercesine test edilmemiş 30 bin çeşit genleriyle oynanmış ürünü piyasaya soktu. Neden tehlikeli? Genleri değiştirilmiş yiyecekler, tüketiciler bilmeden yediği için alerjilere, sakatlıklara ve ölümlere sebep oldu. 1997 yılında genetik mühendisliği ürünü triptofan’ın üretimi sırasında ortaya çıkan zehirli ve ölümcül bakteriler nedeniyle 51 kişi öldü ve bin 500 kişi kalıcı olarak sakatlandı. Soya fasulyesine eklenmiş olan brezilya fıstığı genleri birçok insanın ciddi alerjik reaksiyonlar göstermesine sebep oldu. Daha fazla yan etki ve ölüm vakalarının olabileceğini tahmin etmek zor değil. Etiket üstünde doğru bilgi verilmezse sağlık problemlerinin sonu gelmez. Genetik mühendisliği çevreye, ekosisteme geri dönüşü veya temizlenmesi mümkün olmayan, korkunç zararlar veriyor. Mikroorganizmalar, bitkiler ve diğer canlılar genleriyle oynanmış bu ürünlerle zehirlendikleri zaman gelecekte doğada nasıl bir değişim göreceğimizi tahmin bile edemiyoruz. Doğal hayatı, yabani bitkileri bile etkileyecek olan bu değişim artık geri döndürülemez bir süreç haline gelecek. Genetik kirlilik, canlıların kendi bedenlerinde devam edecek, her canlının DNA’sının içine girecek. Bu, nükleer bombadan bile daha korkunç. Ne kadar uzun sürerse sürsün, nükleer bombanın etkisi bir zaman sonra sona eriyor fakat genetik kirliliğin geri dönüşü yok! Bunu neden yapıyorlar? Genleriyle oynanmış yiyeceklerin büyük miktarlarda satılması kimya/ genetik endüstrilerinin karlarını artırıyor. Genetik araştırmaları için harcadıkları milyarlarca doları geri kazanmak istiyorlar. Stratejileri, genlerini değiştirdikleri yiyecekleri en hızlı şekilde piyasaya sürmek. ABD Tarım Bakanlığı, FDA, bunların varlıklı destekçileri, genetik mühendisliği şirketleri dünyadaki açlık sorununu çözmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar. Ancak biraz daha dikkatli bakılınca gerçek hedefleri görülebiliyor. ABD hükümeti varlıklı ve fakat sorumsuz destekçilerinin en yüksek refah seviyesinde kalmasına çalışıyor. İkinci hedef de, biyoteknoloji şirketlerinin global yiyecek piyasasını deneysel üretimleriyle kontrol etmeleri. Devletlerin büyük şirketleri korumaya çalışmalarını anlayabiliyoruz. Şirketlerin kar elde etmeye çalışmalarını da. Ama, biyoteknoloji şirketleri bu hedeflere ulaşırken ürünlerinin uzun vadedeki etkilerini görmezden geliyorlar. Biyoteknoloji şirketlerinin yiyeceklerin genleriyle oynama sebepleri şunlar: Ürünün raf ömrünü uzatarak karlarını artırmak, kimya endüstrisinin böcek ilaçlarıyla ve yabani ot ilaçlarıyla uyumlu bitkiler üreterek karlarını artırmak, daha pahalı satılan (ama içinde kendi yabani ot ilacını barındırdığı için çiftçiye cazip gelen) tohumlar üreterek karlarını artırmak. Gerçek bilim ve sahte bilim Eğer bütün bu kurumları Küçük Frankeştayn yönetiyor olsaydı, şeytani kumpaslarının ismi “bilim” olamazdı. Çünkü hiçbir zaman, aile soframıza koyacağımız yiyeceklerin güvenliğini test etmezdi. Gerçek bilim ise “bilimsel metot” ile çalışır. Bilimsel metot teoriyle pratiğin uyup uymayacağını görmek için testler yapar. Yeni bir teknolojinin insanlar için güvenilir ve faydalı olduğu uzun bir zaman test edildikten sonra market raflarına konabilir. Gerçek bilim, insanları deney faresi gibi kullanmaz. Burada da, biyoteknoloji şirketlerinin aynı Küçük Frankeştayn gibi işler yaptığını görüyoruz. İnsana ne etki edeceği araştırılmamış deneysel yiyecekler, üzerinde hiçbir uyarı etiketi taşımadan bütün dünyaya satılıyor. Biraz da genetik mühendisliği şirketlerinin geçmişine bakalım. Mesela, Monsanto. Geçmişte neler yaptığına bakarak bugünü ve geleceği hakkında da bir fikrimiz olabilir. Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında “Agent Orange” ismi verilen biyolojik bombanın bir parçasını 2,4,5-T’yi üretti. Bu bomba insanları öldürdü. Monsanto, kanser riski taşıdığı ve üreme sistemine zarar verdiği için ABD’de 1976 yılında yasaklanan PCB (poly-chlorinated-biphenyls)’nin de tek üreticisi idi. Bugün yapılan araştırmalar çok küçük dozlarda çocuklarda gelişim bozukluklarına sebep olduğunu gösteriyor. Bütün insanlar şu anda vücutlarında bir miktar PCB taşıyor çünkü bu madde “lipofilik” ve gıda zincirinde çoğalıyor. Bunun anlamı şu: Dünyadaki bütün canlıların fizyolojilerine yavaş yavaş yayılıyor. Monsanto suni kimyasal tatlandırıcı Aspartam’ın da sahibi ve üreticisi. NutraSweet markasıyla pazarlanan bu ürünü kanser riski ile ilişkilendirilen bir ilaç olmasına karşın kanundaki boşluklarla bir gıda katkı maddesiymiş gibi satılıyor. Monsanto, ABD Tarım Bakanlığı ve FDA, tüketicilerin sütüne rBGH (bovine growth hormone) hormonu katmak için işbirliği yaptı. Bu hormon inekleri hasta etmekle ve kanser risklerini artırmakla ilişkilendiriliyor. Şimdi de, Monsanto ve diğer biyoteknoloji şirketleri yiyeceklerimizin genlerini değiştirmek istiyor. Yiyeceklerimiz konusunda bu şirketlere güvenebilir miyiz? Bu şirketler şu ana kadar sadece patatesin genleriyle oynamadılar. Domates, mısır, soya, kabak, kanola, pamuk ve sütün genlerini de değiştirdiler. Biyoteknoloji şirketleri yaptıklarının uzun zamandır uygulanan melezleme ve aşılama pratiğinin doğal, normal bir uzantısı olduğunu iddia ediyorlar. Aslında gerçeğe bakarsak, daha önce hiç görülmemiş garip bir teknolojiyi insan ırkı üzerinde deniyorlar. Küçük Frankeştayn bu günleri görseydi çok memnun olurdu… Bu yiyecekler bütün dünyaya pazarlanıyor. Birçok hükümet safiyane bir şekilde Amerikan hükümetine, Tarım Bakanlığı’na, FDA’ya güvendiği için ABD ne derse onu yapıyor. Böylece, bütün dünyadan insanlar deney faresi gibi, kendilerine ne etki edeceği bilinmeyen yiyeceklerle besleniyor. Nasıl korunabilirsiniz? Bu konuda daha fazla bilgilenerek sevdiklerinizi koruyabilirsiniz. Genetik mühendisliği kullanan ürünleri ve markaları öğrenerek bunların boykot edin. Hükümetinize, yöneticilerinize, bu deneysel yiyecekleri yemek istemediğinizi söyleyin. Medyaya, televizyonlara, gazetelere yazın. Genetik mühendisliği kullanan ürünler: Coca Cola (mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker) ve/ veya Aspartam) Fritos (mısır) McDonalds patates kızartması (patates) Nestle çikolata (soya) NutraSweet (Aspartam) Kraft salata sosları (kanola yağı) Similac bebek maması (soya) Land o Lakes tereyağı (rBGH) (Not: Bu kısa liste 1997 yılında yazarın yakalayabildikleri. Günümüzde bu listenin sayfalarca olacağını söylemeye gerek bile yok.) Genetiği değiştirilmiş yiyecekler: Domates: Bakteriden elde edilmiş “kanamycin” direnç genleri, virüsler, dil balığı ve Kuzey Atlantik midyesi DNA’ları ile genetik mühendisliği ürünü. Patates: Bir böceğin (wax moth) DNA’sı ile genetik müheldisliği ürünü. Bacillus thuringiensis bakterisinin DNA’sı ile kendi böcek ilacını içinde üretiyor. Mısır: Kimyasala böcek ilacı glufosinat’ın yüksek miktarlarına toleranslı olması için genleriyle oynandı. Bacillus thuringiensis bakterisinin ve bir virüsün DNA’sı ile birleştirildi. Soya: Monsanto bir bakterinin genleriyle soyanın genlerini birleştirdi. Böylece Monsanto’nun ürettiği kimyasal böcek ilacı (glyphosate)’na dayanıklı hale geldi. Kanola yağı: California şalgamı, değişik virüsler ve bakterilerin DNA’ları ile birleştirildi. Bu genetik mühendisliğinin sonucunda daha fazla laurik asit üretiyor. Pamuk çekirdeği yağı: Arabidopsis bakterileri ve virüslerden DNA aktarıldı. Bromoxynil isimli kimyasal böcek ilacına dayanıklı hale getirildi. Bromoxynil insanlarda doğum anomalilerine sebep oluyor. Bu yiyeceklerin genetik mühendisliğiyle üretilmiş olanları, etiketlerinde hiçbir bilgi taşımayacağı için normal yiyeceklermiş gibi ABD’de marketlerde satılıyorlar. Eğer sizin ülkenize de ABD veya Kanada’dan bu ürünler geliyorsa bunları yemekten veya içinde bunların kullanıldığı paketli ürünleri yemekten kaçının. Mümkün olduğunca, organik yiyeceklerle beslenmeye çalışın. Kendiniz bir şeyler yetiştirmek isterseniz sadece organik tohum kullanın. Mısır ve soyaya dikkat: Mısır ve soyaya özellikle çok dikkat etmek lazım çünkü birçok paketli üründe kullanılıyorlar. İçeceklerde, asitli meşrubatlarda, tatlı yiyeceklerde, şekerlemelerde ve aspirinde bulunan mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, fruktoz ve fruktoz mısır şurubundan kaçının. Mısır yağı, mısır nişastası, mısır unu, karbonat, kabartma tozu, glikoz şurubundan uzak durun. Soyadan uzak durun. Soya unu kullanılan hamur işleri, pizza, kurabiye, kek, makarna, et ürünleri (mesela Big Mac), tofu, soya sütü, bebek maması, gofret, margarin, dondurma, kedi-köpek maması, hazır salata sosları, soya sosu, lesitin ve soya lesitini yemeyin. Bu liste toplam 30 bin üründen uzak durun anlamına geliyor. Süt ve peynir: Monsanto’nun genetik mühendisliğiyle ürettiği rBGH hormonu ineklerin daha fazla süt vermesine sebep oluyor ve korkunç derecede mastit (meme iltihabı)’e sebep oluyor. Bu hasta ineklerin devamlı doktor gözetimi altında olması gerekiyor ve antibiyotiklerle tedavi ediliyorlar. Sütleri yüksek oranda cerahat içeriyor. İnsanlarda kanser riskini artıran rBGH içeriyor. Peynir satın alırken organik mayayla yapılmış olanları satın alın. Günümüzde çoğu peynir genetik mühendisliği ürünü “chymosin” isimli mayayla yapılıyor. Hamur işleri: Bazı ekmek ve hamur işlerinde genetik mühendisliği ürünü enzimler veya diğer maddeler kullanılıyor. “Dough conditioner”, “amylase”, “catalase” ve “lactase” gibi maddelerden uzak durun. Et, tavuk, balık: Modern çiftliklerde büyüyen çoğu hayvan genleri değiştirilmiş yemlerle besleniyor. Üstüne üstlük, hastalıklı ve ölmüş hayvanlardan elde edilmiş korkunç karışımlar yediriliyor. Bugün yenebilecek en güvenilir et ve tavuk organik yemlerle beslenenler. Çiftlik balıklarından da uzak durun. (İyilikgüzellik’ten not: 1997 yılında yazılmış bir yazı olmasına rağmen, günümüz için de son derece faydalı olacağını umduğumuz için bilginize sunuyoruz. Yazarın listelediği genleriyle oynanmış yiyecekler de, paketli ürünler de bugün kat kat fazla.) Yazar: Peter M. Ligotti (Orijinal başlık: Avoiding Dangerous Foods) http://online.sfsu.edu/~rone/GEessays/Ligotti%20Websites.htm Çeviri: www.iyilikguzellik.com