T.C. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KALP ve DAMAR

advertisement
T.C. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KALP ve DAMAR CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT KAPATILMASINDA
GLUTERALDEHİDLE FİKSE EDİLMİŞ OTOLOG PERİKARD
KULLANIMI SENTETİK MATERYAL KULLANIMINA
ÜSTÜN MÜDÜR?
UZMANLIK TEZİ
Dr. Uygar YÖRÜKER
ANKARA, 2011
T.C. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KALP ve DAMAR CERRAHİSİ ANABİLİM DALI
VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT KAPATILMASINDA
GLUTERALDEHİDLE FİKSE EDİLMİŞ OTOLOG PERİKARD
KULLANIMI SENTETİK MATERYAL KULLANIMINA
ÜSTÜN MÜDÜR?
UZMANLIK TEZİ
Dr. Uygar YÖRÜKER
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Rıza TÜRKÖZ
ANKARA, 2011
Uzmanlık eğitimim süresince zengin bilgi birikimlerinden ve engin tecrübelerinden istifade
etmeme fırsat tanıyan ve olanak sağlayan başta Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. M.
Sait AŞLAMACI olmak üzere tüm öğretim üyesi ve görevlisi büyüklerime şükranlarımı
sunmak isterim.
Uzmanlık eğitimim döneminde ve tezimin hazırlanma sürecinde yakın ilgisini,
desteğini ve yol göstericiliğini hissettiğim tez danışmanım Prof. Dr. Rıza TÜRKÖZ‘e
teşekkürlerimi arz ederim.
Uzmanlık eğitimim boyunca yorgun anlarımda ve zor zamanlarımda yanımda olan
ve moral veren aileme, dostluklarını esirgemeyen tüm asistan, hemşire ve mesai
arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Uygar YÖRÜKER
ÖZET
Ventriküler septal defekt (VSD) sağ ve sol ventrikülü ayıran interventriküler septumdaki
bir veya daha fazla açıklık olarak tanımlanabilir. En sık görülen konjenital kalp
hastalığıdır. VSD‘lerin çoğu spontan kapanma eğiliminde olmasına rağmen spontan
kapanmayanlarda invaziv olarak kapama metotları denenebilir. Cerrahi kapamada en sık
kullanılan materyal Dakron‘dur. Otolog ve xenograft materyaller alternatif materyallerdir.
Otolog perikard kolay erişilebilir olması, steril olması, immun reaksiyon yaratmaması ve
maliyetinin olmaması nedeniyle iyi bir alternatiftir. Otolog perikard gluteraldehidle fikse
edilmeden fresh olarak ya da gluteraldehidle fikse edildikten sonra kullanılabilir.
Perikardın fresh olarak kullanılması cerrahi sırasındaki kontrolü zorlaştırmaktadır ve
postoperatif döneme anevrizma formasyonu görülebilmektedir. Gluteraldehid ile fiksasyon
ile bu dezavantajları ortadan kaldırılabilir.
Çalışmamızda VSD tanısı alan ve VSD‘si cerrahi olarak kapatılan 105 hasta
retrospektif olarak incelendi. Grup 1 VSD‘si Dakron yama materyali kullanılarak kapatılan
56 hastadan Grup 2 ise VSD‘si gluteraldehid ile fikse edilmiş otolog perikard materyali
kullanılarak kapatılan 49 hastadan oluştu. Hastaların tümüne preoperatif kateter anjiografi
ve ekokardiyografi yapıldı. Hastalara postoperatif 1.haftada, 1.ayda ve 6-12.ay arasında
kontrol amaçlı ekokardiyografi yapıldı, hastalar postoperatif rezidüel ventriküler septal
defekt, postoperatif triküspit yetmezliği, postoperatif yamada oluşan anevrizma
formasyonu açısından değerlendirildi. Grup 1 ve Grup 2‘deki hastalar aortik kros klemp
süreleri, kardiyopulmoner by-pass süreleri, entübasyon süreleri, yoğun bakımda kalış
süreleri, hastanede kalış süreleri, postoperatif rezidüel ventriküler septal defekt,
postoperatif triküspit yetmezliği, postoperatif yamada gözlenen anevrizma formasyonu,
postoperatif morbidite ve mortalite açısından karşılaştırıldı.
Her iki grupta da VSD‘ye konulan yamada ventrikül çıkış yolunu daraltan
anevrizma formasyonuna rastlanmadı. Ekstübasyon zamanı, postoperatif enfeksiyon
oranları dakron grubunda istatistiksel anlamlı olarak düşük saptandı, diğer parametreler
arasında fark saptanmadı.
Çalışmamız sonucunda gluteraldehid ile fikse edilmiş otolog perikardın Dakron
yamaya üstün olmadığı ancak iyi bir alternatif olduğunu düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Ventriküler Septal Defekt, otolog perikard, Dakron
i
ABSTRACT
IS GLUTARALDAHYDE FIXATED AUTOLOGOUS PERICARDIUM SUPERIOR
TO SYNTHETIC MATERIAL IN VENTRICULAR SEPTAL DEFECT CLOSURE?
Ventricular septal defect (VSD) is a hole or multiple holes in the interventricular septum. It
is the most common congenital heart defect. VSD tends to close spontaneously; otherwise
invasive techniques or surgery is required for closure. Generally, patch materials are used
for closure of VSD. The most preferred material is synthetic materials especially Dacron.
Autologus and xenograft materials are the alternatives. Autologus pericardium has several
advantages including the fact that it is immediately avaliable, sterile, nonimmunreactive
and free. Autologus pericardium can be used in fresh state or can be used after fixation
with glutaraldehyde. Fresh, untreated pericardium is difficult to handle and
has the
disadvantage of patch aneurysm formation which all can be eliminated with glutaraldehyde
fixation.
In our study we retrospectively analyzed 105 patients whose VSDs had been closed
with patch material. In Group 1 there were 56 patients whose VSDs had been closed with
Dacron material and in group 2 there were 49 patients whose VSDs had been closed with
glutaraldehyde fixed autologus pericardium. Catheter angiograms and two –dimensional
echocardiography
were
employed
to
all
patients
preoperatively.
Postoperative
echocardiograms were performed at the postoperative first week, first month and between
postoperative 6-12th months. Postoperative residual VSD, tricuspid regurgitation and patch
aneursym have been analyzed. We compared two groups with respect to age, weight,
cardiyopulmonary by pass time, aortic cross clamp time, ventilatory time, intensive care
unit stay time, in-hospital stay time, postoperative residual VSD rates, postoperative
tricuspid regurgitation rates and patch aneursym rates. We also compared morbidity and
mortality rates. Extubation time and postoperative infection rates were found to be lower in
Dacron group, other parametres were similar. There was no patch aneurysm in both
groups.
In this study, glutaraldehyde fixed pericardium is not found to be superior to
Dacron patch, however it is a valuable alternative material for VSD closure.
Key Words: Ventricular Septal Defect, autologous pericardium, Dacron
ii
İÇİNDEKİLER
ÖZET ...................................................................................................................................... i
ABSTRACT .......................................................................................................................... ii
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................... iii
KISALTMALAR ve SİMGELER DİZİNİ .......................................................................... vi
ŞEKİLLER DİZİNİ ............................................................................................................. vii
TABLOLAR DİZİNİ.......................................................................................................... viii
1. GİRİŞ ................................................................................................................................. 1
2. GENEL BİLGİLER ........................................................................................................... 2
2.1. Ventriküler Septal Defekt ........................................................................................... 2
2.1.1. Tanım ................................................................................................................... 2
2.1.2. Tarihçe ................................................................................................................. 2
2.2. Ventriküler Septumun Embriyolojisi ......................................................................... 3
2.3. Etiyoloji ...................................................................................................................... 3
2.4. Epidemiyoloji ............................................................................................................. 4
2.5. Morfoloji ve Sınıflandırma ......................................................................................... 4
2.6. Patofizyoloji ............................................................................................................... 8
2.6.1. Pulmoner Vasküler Rezistans .............................................................................. 9
2.6.2. Sağ Ventrikül Çıkış Yolu Darlığı Varlığında Patofizyoloji .............................. 10
2.6.3. VSD Nedeniyle Kalpte Olan Değişiklikler ....................................................... 10
2.7. Klinik Belirtiler ........................................................................................................ 10
2.8. Tanı ........................................................................................................................... 11
2.8.1. Elektrokardiyogram ........................................................................................... 11
2.8.2. Ekokardiyogram ................................................................................................ 11
2.8.3. Kardiyak Kateterizasyon ................................................................................... 12
2.8.4. Manyetik Rezonans Görüntüleme ..................................................................... 12
iii
2.8.5. Fetal Tanı ........................................................................................................... 12
2.9. Ventriküler Septal Defektin Doğal Seyri.................................................................. 12
2.9.1. Spontan Kapanma .............................................................................................. 12
2.9.2. Pulmoner Vasküler Hastalık .............................................................................. 13
2.9.3. İnfektif Endokardit ............................................................................................ 14
2.9.4. Aort Kapak Prolapsusu ve Aort Yetersizliği ..................................................... 14
2.9.5. Kalp Yetersizliği ve Ölüm ................................................................................. 15
3. VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKTLERDE TEDAVİ ................................................ 16
3.1. Medikal Tedavi ......................................................................................................... 16
3.2. Ventriküler Septal Defektlerin Cerrahi ve İnvaziv Yöntemlerle Kapatılması ......... 16
3.2.1. Cerrahi Yaklaşım ............................................................................................... 16
3.2.2. Ventriküler Septal Defektin Transkateter Yol ile Kapatılması ......................... 17
3.3. Cerrahi Endikasyon .................................................................................................. 18
3.4. Ventriküler Septal Defektin Cerrahi Olarak Kapatılması......................................... 20
3.4.1. Perimembranöz Defektler .................................................................................. 21
3.4.2. Subarteriel (Jukstaarteriel) Defektler................................................................. 23
3.4.3. Musküler Defektler ............................................................................................ 24
3.5. Ventriküler Septal Defekt Kapatılmasında Kullanılan Materyaller ......................... 25
3.5.1. OtologPerikard .................................................................................................. 25
3.5.2. Otolog Perikardın Gluteraldehid İle Fiksasyonu ............................................... 25
3.5.3. Perikardın Fresh Olarak Kullanılması ............................................................... 26
3.5.4. Gluteraldehid İle Fikse Edilmiş Xenograft Perikard ......................................... 26
3.5.5. Dakron ............................................................................................................... 26
3.5.6. PTFE .................................................................................................................. 27
3.6. Postoperatif Bakım ve Sonuçlar ............................................................................... 27
4. HASTALAR VE YÖNTEM ........................................................................................... 30
4.1. İstatistiksel Analiz .................................................................................................... 31
iv
4.2. Cerrahi Teknik .......................................................................................................... 32
5. BULGULAR ................................................................................................................... 33
6. TARTIŞMA ..................................................................................................................... 44
7. SONUÇ............................................................................................................................ 50
8. KAYNAKLAR ................................................................................................................ 51
v
KISALTMALAR ve SİMGELER DİZİNİ
ASD
Atrial Septal Defekt
AV
Atrioventriküler
CPB
Kardiyopulmoner by pass
CC
Aortik kros klemp
DSM
Diskrete Subaortik Membran
EF
Ejeksiyon Fraksiyonu
EKO
Ekokardiyografi
FK
Fraksiyonel Kısalma
LVA
Sol Ventrikül Alan
LVH
Sol Ventrikül Hacim
LVEDD
Sol Ventrikül Diastol Sonu Çap
LVESD
Sol Ventrikül Sistol Sonu Çap
MR
Manyetik Rezonans
PAB
Pulmoner Arter Basıncı
PAPVD
Parsiyel Anormal Pulmoner Venöz Dönüş Anomalisi
PDA
Patent Duktus Arteriozus
PVRİ
Pulmoner Vasküler Rezistans İndeks
Rp
Pulmoner Damar Direnci
RVOTR
Sağ Ventrikül Çıkış Yolu Rekonstruksiyonu
TGA
Büyük Arterlerin Transpozisyonu
TOF
Fallot Tetralojisi
TP
Triküspit Plasti
TY
Triküspit Yetmezliği
VSD
Ventriküler Septal Defekt
Qp
Pulmoner Kan Akımı
Qs
Sistemik Kan Akımı
vi
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 1. Sağ Ventrikül Tarafından Bakıldığında Membranöz ve Musküler Septumun
Bölümleri ................................................................................................................. 5
Şekil 2. Modifiye Soto Sınıflamasında Sağ Ventrikül Tarafından Bakıldığında
Defektlerin Ventriküler Septumdaki Konumları...................................................... 7
Şekil 3. Ventriküler Septum Defektlerinde Aort Valv Prolapsusu ve Aort Yetersizliği
Gelişimi .................................................................................................................. 14
Şekil 4. Gruplara Göre Postoperatif Enfeksiyon Oranları ................................................... 38
Şekil 5. Son Eko İncelemelerinde Gruplara Göre Rezidüel VSD Oranları ......................... 42
Şekil 6. Son Eko İncelemelerinde Gruplara Göre Triküspit Yetmezliği Oranları……….. 43
vii
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 1. Ventriküler Septal Defektlerin Sınıflaması ............................................................. 6
Tablo 2. Hastaların Demografik Özellikleri ........................................................................ 33
Tablo 3. Preoperatif Kateter ve Preoperatif Eko Değerleri ................................................ 35
Tablo 4. VSD‘ nin Anatomik Yerleşimi.............................................................................. 35
Tablo 5. Kardiyo-Pulmoner By-Pass ve Aortik Kros Klemp Süreleri ................................ 36
Tablo 6. VSD Kapatılmasına Ek Olarak Yapılan İşlemler .................................................. 37
Tablo 7. Hastaların Gruplara Göre Entübasyon, Yoğun Bakım, Göğüs Tüpleri Kalış
ve Ameliyat Sonrası Hastanede Yatış Süreleri ................................................... 37
Tablo 8. Hastaların Postoperatif İlk Eko Değerleri .......................................................... 40
Tablo 9. Hastaların Postoperatif Son Eko Değerleri .......................................................... 41
viii
1. GİRİŞ
Ventriküler septal defekt interventriküler(VSD) septumda her iki ventrikül arasında
ilişkiye neden olan bir veya daha fazla deliğin varlığı olarak tanımlanabilir. En sık gözüken
doğumsal kalp hastalığıdır(1). İzole olabileceği gibi diğer birçok doğumsal kalp hastalığına
da eşlik edebilir. En sık patent duktus arteriozus ve atrial septal defekt birlikteliği
gözükmektedir.
Ventriküler septal defektlerin spontan kapanma ihtimali vardır. Bu ihtimal ilk
aylardan itibaren yaşla azalan bir eğri çizer. Ventriküler septal defektlerin spontan
kapanma dışında sıklıkla tedavisi cerrahidir. Cerrahi endikasyon hastanın klinik durumuna
ve patofizyolojiye göre konulur. Ventriküler septal defekt kapatılması en sık yapılan
pediatrik kardiyak operasyondur(2).Genellikle VSD‘lerin kapatılması için yama materyali
kullanılır.
En
sık
kullanılan
materyaller
polyethyleneterephtlalate
(Dakron)
ve
polytetrafluoroethylene (PTFE)‘dir. Sentetik materyal kullanımı sonrası düşük de olsa
infektif endokardit riski bulunmaktadır. Otolog materyaller ve xenograft materyaller VSD
kapatılmasında kullanılabilen alternatif materyallerdir. Otolog perikard doğal olması, steril
olması, kolay erişilebilir olması ve maliyetinin olmaması nedeniyle tercih edilebilir. Otolog
perikard gluteraldehidle fikse edilmeden ―fresh‖ olarak kullanıldığında yamanın cerrahi
sırasındaki kontrolü zor olabilmektedir. Ayrıca hastaların ameliyat sonrası takiplerinde
VSD‘ye konulan yamada anevrizma formasyonu gelişebilmektedir(3). Bu dezavantaj
gluteraldehidle fikse edilmiş otolog perikard kullanımı ile azaltılabilir.
Bu çalışmada 2009-2011 yılları arasında VSD kapatılması ameliyatı yapılan ve
ameliyatta Dakron materyali kullanılan 56 hasta ve gluteraldehidle fikse edilmiş otolog
perikard kullanılan 49 hasta değerlendirilmiştir.
1
2. GENEL BİLGİLER
2.1. Ventriküler Septal Defekt
2.1.1. Tanım
Ventriküler septal defekt (VSD) sağ ve sol ventrikülü ayıran interventriküler septumdaki
bir veya daha fazla açıklık olarak tanımlanabilir. VSD biküspit aortik kapaktan sonra en sık
görülen doğumsal kardiyak malformasyondur. Her 1000 canlı doğumda 1,5-2,5 oranında
görülmektedir(1) VSD‘ye diğer kardiyak malformasyonlar eşlik edebildiği gibi VSD Fallot
tetralojisi(TOF), komplet atrioventriküler septal defekt, düzeltilmiş büyük arterlerin
transpozisyonu, trunkus arteriozus, triküspit atrezisi, kesintili arkus aorta, büyük arterlerin
transpozisyonu(TGA) gibi birçok kompleks doğumsal kardiyak malformasyonlara eşlik
edebilmektedir.
2.1.2. Tarihçe
VSD ilk olarak 1879 yılında Henry Roger tarafından tanımlanmıştır. VSD‘nin klinik
özellikleri 1932‘de Abbott, 1947‘de Taussig tarafından incelenmiştir. İlk olarak 1954
tarihinde Lillehei ve Varco tarafından kontrollü kros sirkülasyon uygulanarak
intrakardiyak tamir yöntemi ile kapatılmıştır. Birkaç yıl sonra kardiyopulmoner by-passın
(CPB) rutin olarak kullanıma girmesiyle kalp cerrahisinde büyük gelişmeler olmuştur.
1955 yılında Lillehei ve arkadaşları VSD nedeniyle ameliyat ettikleri sekiz hastayı
yayınlamışlardır. 1956 yılında Mayo Klinik‘te DuShane ve arkadaşları pump-oksijenatör
kullanarak ameliyat ettikleri 20 geniş VSD‘li hastayı yayınladılar ve o zaman için çok
düşük olan %4 mortalite oranını yakaladılar. Truex ve Lev kalp ileti sisteminin
lokalizasyonu üzerine çalışmalar yaptı. Lev‘in çalışmalarının ışığında Kirklin ve DuShane
VSD tamiri sırasında tam blok oluşumunu önleyen bir teknik geliştirdiler. Lillehei 1957
yılında atrial yaklaşımla da VSD‘nin başarıyla kapatıldığını gösterdi. VSD‘nin infantlarda
hipotermik sirkülatuar arrest altında ve ısınma sırasında pompa ve oksijenatör kullanılarak
başarılı şekilde kapatılması Okamoto tarafından bildirilmiştir(4). 1961 yılında Kirklin ve
DuShane ve 1967 yılında Sloan ve arkadaşları infantlarda VSD‘nin primer tamirini
2
bildirmişlerdir(5,6). 1971 yılında Barratt-Boyes ve arkadaşları ise infantlarda primer
kapamanın pulmoner arteryel bantlama yöntemine üstün olduğunu gösterdiler.
2.2. Ventriküler Septumun Embriyolojisi
İntrauterin yaşamın 3. haftasında kardiyak lupun oluşumu tamamlanır. Daha sonra
ventriküler kısımdan primitif sol ventrikül, bulbus kordisin proksimal kesiminden de
primitif sağ ventrikül gelişir(7). Bu iki yapı arasında primer interventriküler foramen
bulunur. Her iki ventrikül sağ ve sol atrioventriküller kanallar aracılığıyla atriumlar ile
ilişkilidir. İntrauterin yaşamın 4. haftasının sonunda musküler ventriküler septum ventrikül
tabanından yukarı doğru gelişmeye başlar ve ventrikülü sağ ve sol olarak ikiye ayırır.
Beşinci haftanın sonunda ise trunkus arteriozusda karşılıklı iki kabartı oluşur. Bunlara
konotrunkal çıkıntı da denir. Bu kabartılar birbirine doğru spiral yapacak şekilde büyür ve
karşılıklı birleşerek aortikopulmoner septumu oluşturur. Atrioventriküler kanallar arasında
bulunan endokardiyal yastık dokusu da bu dönemde gelişir. Aortikopulmoner septum, bir
diğer deyişle konal septum, aşağıya ventriküle doğru uzanır, daha önceden birleşmiş olan
musküler septum ve endokardiyal yastık dokusu ile birleşir. İntrauterin yaşamın 7.-8.
haftasında bu üç yapının birleşmesi tamamlanmış olur ve interventriküler foramen
kapanmış olur. Daha sonraki dönemde septumun bu bölgesi ince membranöz
interventriküler septum olarak şekillenir.
2.3. Etiyoloji
Ventriküler septum defektlerinin etiyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte hem genetik
faktörlerin hem de çevresel faktörlerin etiyolojide rol oynadığı düşünülmektedir. Annenin
sigara, alkol ve amfetamin kullanması, annede diabetes mellitus varlığı, annenin boya
sanayisinde çalışması etiyolojide suçlanmaktadır(8,9). Tarım ilaçları gibi çevresel ajanların
etiyolojideki rolü tartışmalıdır. Baltimore-Washington infant çalışması ve diğer bazı
araştırmalar anne veya babanın tarımsal ajanlara maruziyetinin çocuklarda artmış izole
VSD riski ile birlikteliğini gösterirken bunun aksini savunan araştırmalar da vardır
Aralarında 3.derece akrabalık bulunan anne veya babadan herhangi birinde VSD
bulunduğunda çocukta VSD görülme ihtimali %4,4‘tür(10).
3
2.4. Epidemiyoloji
İzole VSD biküspit aortik kapak deformitesinin ardından en sık görülen doğumsal kalp
hastalığıdır. İzole VSD‘li hastalar genellikle asemptomatik oldukları için ve VSD‘lerin
spontan kapanma oranları yüksek olduğu için ancak ekokardiyografinin ve renkli Doppler
ultrasonografinin rutin kullanımı sonrası gerçek prevalans hakkında bilgi sahibi
olunmuştur. VSD konjenital kardiyak defektlerin %31‘ine eşlik etmektedir. 1000 canlı
doğumda 2,56-2,74 oranında olduğunu gösteren çalışmalar vardır(11). Ekokardiyografinin
kullanıldığı ve spontan kapanma oranı yüksek musküler defektlerin de saptanmasıyla
prevelans 1000 canlı doğumda 3-3,5 oranında saptanmaktadır. VSD prematürelerde ve
düşük doğum ağırlıklı çocuklarda daha sık gözükür. Cinsiyet, ırk, anne yaşı, doğum sırası
ve sosyoekonomik statü VSD insidansında belirleyici değildir. Genetik faktörler insidansta
belirleyici olmamakla beraber VSD‘nin spesifik tiplerinde genetik kalıtım önemlidir.
―Doubly committed‖ subarteriel defektler Asya popülasyonunda sık gözükürken musküler
defektler bu popülasyonda çok nadirdir. Subarteriel defektler batı popülasyonunda cerrahi
gerektiren VSD‘lerin sadece %5‘ni oluştururken bu oran Asya populasyununda %30‘a
kadar çıkmaktadır(12).
2.5. Morfoloji ve Sınıflandırma
Kısa eksende her iki ventrikül görüntülendiğinde hilal şeklinde sağ ventrikül ile kısmen
çevrelenmiş dairesel sol ventrikül görülür. İnterventriküler septum 100-120 derecelik bir
yay şeklindedir ve bu anatomik yapı septumu güçlendirir. Pulmoner kapak triküspit
kapaktan krista supraventrikülaris ya da ventriküloinfundibuler katlantı (fold) olarak
adlandırılan musküler bir yapı ile ayrılır. Aort kapağı, triküspit ve mitral kapaklara olan
―wedge‖ konumu nedeniyle ventrikül tabanında biraz daha derine yerleşmiştir. Aort kapağı
ile mitral ve triküspit kapaklar arasında fibröz devamlılık vardır ve bu bölge santral fibröz
cisim olarak adlandırılır. Santral fibröz cismin ventriküler septumdaki uzantısı membranöz
septumu oluşturur. Membranöz septum mitral kapağın ön yaprakçığı ve triküspit kapağın
septal yaprakçığı ile bağlantılıdır. Membranöz septum triküspit kapağın septal yaprakçığı
tarafından iki kısma ayrılır. Triküspit kapağın septal yaprakçığı mitral kapağın ön
yaprakçığından daha apikale yerleştiği için sol ventrikül tarafından bakıldığında
membranöz septumun arka parçası iki ventrikülün arasında değil, sol ventrikül ve sağ
4
atriyumun arasında gibi görünür. Bu septum bölgesi membranöz atriyoventriküler septum
olarak adlandırılır. Musküler septum, tepesi membranöz septum tarafından oluşturulan
üçgen şeklinde üç bölgeye ayrılır, bunlar; inlet, outlet ve trabeküler parçalardır (Şekil 1).
Septum, sağ ventrikül tarafında sola kıyasla daha yoğun bir trabekülasyon gösterir. Burada
özel bir yapı olan trabekülo-septo-marjinalis bulunmaktadır. Bir gövde ve iki bacaktan
oluşan ve ―Y‖ harfine benzeyen bu yapı ventrikül apeksine doğru oblik şekilde uzanarak
moderatör bantı oluşturur. Kraniyal uçta ise gövde ön ve arka kollara ayrılır, ön kol
pulmoner kapağı desteklerken arka kol membranöz septuma uzanır. Ön ve arka kolların
ayrım bölgesinde ise medial papiller kas yerleşmiştir (Lancisi kası)(13).
Şekil 1. Sağ Ventrikül Tarafından Bakıldığında Membranöz ve Musküler Septumun Bölümleri
VSD‘nin yerleşimi ve defektin büyüklüğü hastalığın seyrini ve tedaviyi belirleyen
en önemli faktörlerdir.
VSD‘lerin değişik özellikleri dikkate alınarak birçok sınıflandırma yapılmıştır. Lev
defektleri yüksek ve alçak, Taussig basit defektler ve aortun ―overridingi‖ ile beraber olan
defektler olarak ikiye ayırmış, Goor septumu oluşturan yapıların gelişimsel orijinleri temel
alan bir sınıflandırma yapmıştır. Van Praagh morfolojik ve embriyolojik özelliklerin
birlikte kullanıldığı bir sınıflandırma yapmıştır. Soto‗nun ve Anderson‘un sınıflandırmaları
günümüzde en sık kullanılan sınıflandırmadır(14,15). Defektin septumdaki yerini ve
sınırlarını oluşturan dokuları belirleyen ve defektin ileti sistemi ile ilişkisini tanımlayan,
dolayısıyla cerrahi planlamaya uygun bir sınıflandırma olması nedeniyle Anderson ve
5
arkadaşlarının yaptığı sınıflandırma 2000 yılından beri Avrupa Pediatrik Kardiyoloji
derneği tarafından da kabul edilmiştir. Bu sınıflamaya göre defektler perimembranöz,
musküler, subarteriel defektler olarak üç ana gruba ayrılmıştır. Bu sınıflamanın temel esası
interventriküler septumda üç musküler ve bir fibröz komponenti tarif etmesidir.
Ventriküler septuma sağ taraftan bakıldığında inlet septum, trabeküler septum, outlet
(infindubuler septum) ve membranöz septum olarak dörde ayrılabilir. İnlet septum;
triküspit kapak anulusu ile triküspit kapakçıklarının septuma tutunduğu aralıktır, trabeküler
septum; triküspit kapakçıklarının tutunduğu yerden önde apekse ve yukarıda krista
supraventrikülarise kadar olan bölümdür, outlet veya infindubular septum ise kristadan
pulmoner kapağa kadar olan kısımdır. Membranöz septum ise ortada kalan küçük bir
bölgedir. VSD‘ler septumdaki konum ve komşuluklarına göre sınıflandırılırlar ve uzanım
gösterdikleri sağ ventrikül septum parçasına göre de inlet, outlet ve trabeküler alt gruplara
ayrılır. Sağ ventrikülde birden fazla bölgeye açılan defektler konfluen(birleşik) defektler
olarak tarif edilir. Modifiye Soto sınıflamasında ise inlet musküler septumdan triküspit
anulusa doğru uzanan ve membranöz septumla direkt olarak bağlantısı olmayan defektler
jukstatriküspit nonmembranöz olarak ifade edilmiş ve 4. grup olarak (Tablo 1) eklenmiştir
(Şekil 2).
Tablo 1. Ventriküler Septal Defektlerin Sınıflaması
1. Perimembranöz Defektler
a)
Perimembranöz inlet defekt
b)
Perimembranöz trabeküler defekt
c)
Perimembranöz outlet defekt
d)
Konfluen defektler (kombine defektler)
2. Musküler Defektler
a)
Musküler İnlet defekt
b)
Musküler trabeküler defekt
c)
Musküler outlet defekt
d)
Multipl (çoklu) musküler defektler
3 Subarteriel (jukstaarteriel) defektler
4. Jukstatriküspit Nonmembranöz Defektler(Modifiye Soto Sınıflaması)
6
Şekil 2. Modifiye Soto sınıflamasında Sağ Ventrikül Tarafından Bakıldığında Defektlerin
Ventriküler Septumdaki Konumları RV: Sağ Ventrikül PM: Perimembranöz, MO:
Musküler Outlet, JA: Jukstaarteriel, JT: Jukstatriküspit, Mİ: Musküler İnlet, MT:
Musküler Trabeküler, OE: Outlet Uzanım, İE: İnlet Uzanım TE: Trabeküler Uzanım
(Kaynak 16)
Perimembranöz defektler, ventriküler septal defektlerin % 80‘ini oluşturur. Defekt,
çoğunlukla membranöz septum alanından daha geniştir. Üst kenarını aortik kapak
komşuluğu ve bunun santral fibroz cisme bağlantısı teşkil eder. Postero- inferior bölgede
ise, triküspit kapakla komşuluğu söz konusudur. Bu tip defektlerin, inlet septuma uzanarak,
defektin büyük bölümünün medial papiller adele kordasının posteriorunda kalan tiplerine,
perimembranöz inlet defektler denir. Bu tip defektlerde inlet musküler septumun bir kısmı
membranöz septuma komşu olan bölgede VSD‘ye katılmıştır. Defektin apekse doğru
yönelme göstererek medial papiller adele ve kordalarını ortalayarak hem inlet musküler
hem de outlet septumun bir bölümünü içerisine alması ve ağırlıklı olarak trabeküler
musküler septumun defekte katılması halinde perimembranöz trabeküler defektlerden
bahsedilir. Outlet septumun ağırlıklı olarak defekte katılması ve defektin medial papiller
adelenin anteriorunda olması ise perimembranöz outlet tipi oluşturur. Perimembranöz
outlet
defektlerde
septumun
öne
ve
arkaya
doğru
yer
değiştirmesiyle
―malalignment‖defektler söz konusu olabilir ve birçok doğumsal anomaliye eşlik eden
VSD‘de bu değişiklikler vardır. Örnek olarak Fallot Tetralojisinde eşlik eden anterior
malalignment ile aortanın dektropozisyonu söz konusudur. Dolayısıyla VSD‘nin alt kenarı
ve üst kenarı aynı düzlemde değildir. Perimembranöz defektlerin, yukarıda anılan
bölgelerden bir kaçını içerisine alan genişlikte konfluen defektler olarak adlandırılan tipleri
7
de mevcuttur(17). Perimembranöz defektlerde triküspit septal ve anterior leaflet dokusunun
defekte yapışma özelliği sonucunda sol ventriküler sağ atrial defektler de olabilir (Gerbode
tipi defekt). Perimembranöz defektlerin tüm tiplerinde, iletim sisteminin seyri birbirine
benzerlik gösterir. Normal kalplerde olduğu gibi, A-V nod, Koch Üçgeninin tepe
noktasında olup, bu tepe doğrultusunda santral fibröz cisim boyunca penetre olan ileti yolu,
defektin postero-inferioru ile yakın komşuluk göstererek, septumun sol tarafına doğru
seyreder.
Musküler defektler, defektin tüm kenarlarını musküler dokunun yaptığı
defektlerdir. İnterventriküler septumda bulundukları yere göre üç tip söz konusudur. İnlet
septumda olanlara musküler inlet, trabeküler bölgede olanlara musküler trabeküler,
infindibüler septumda olanlara musküler outlet septal defektler adı verilir. Birden fazla
küçük trabeküler defektin varlığında ―swiss-cheese‖ defektler ismi kabul görmüştür ve
cerrahi tamirleri oldukça güçlük taşıyan defektlerdir.
Subarteriel defektler ise, outlet septumun önemli ölçüde olmadığı ve defektin üst
kenarını pulmoner ve aortik kapak dokusunun oluşturduğu defektlerdir. Septomarginal
trabeküler dokunun üzerinde yerleşimlidirler. Aortik kapakların prolapsusuna sebebiyet
vermeleri açısından önem kazanırlar. Perimembranöz bölgeye uzanım gösteren geniş
defektler tarzında olabilirler.
2.6. Patofizyoloji
Patofizyolojiyi belirleyen temel iki faktör vardır. Birincisi defektin büyüklüğü, ikincisi de
pulmoner vasküler rezistanstır. Defektin büyüklüğü çok önemlidir. Belirli bir boyutun
altında defektin kendisi akıma karşı direnç oluşturur ve akımı sınırlandırır. Büyüklük
arttıkça akıma karşı direnç ortadan kalkar ve akımı sınırlandıran tek faktör olarak pulmoner
vasküler rezistans kalır. Bu kritik boyut net olarak belirli değildir. Bazı yazarlar aortik
orifisten küçük olan defektlerin restriktif olduğunu belirtmektedirler. Diğerleri bu kritik
değeri vücut kitle indeksine göre belirlemek gerektiğini, defekt çapı baz alındığında
1cm/m² (vücut kitle indeksi) ya da VSD alanını 0.8cm²/m² (vücut yüzey alanı) sınır kabul
etmektedirler(18). Bu değerlerin altındaki defektleri restriktif olarak nitelendirmekte ve
hemodinamik olarak önemsiz kabul etmektedirler. Pratikte defektin büyüklüğü
hemodinamik parametrelerle değerlendirilmektedir. Defektten sol-sağ şant meydana
8
geliyorsa ve defekte pulmoner stenoz eşlik etmiyorsa büyük bir defekt her iki ventrikül
sistolik basınçlarında eşitlenmeye yol açar. Sağ ve sol ventrikül tam olarak aynı anda
kasılmadıkları için her iki ventrikül arasında bir miktar basınç farkı kaçınılmaz olarak
kalır. Sistolün büyük bir bölümünde basınç farkı nedeniyle sol-sağ şant meydana gelir.
İzovolumetrik relaksasyon aşamasında ise sağ-sol şant akımı da oluşur ancak bu akım
diastolde tekrar terse döner.
Sağ ventrikül basıncının ve pulmoner arter sistolik basıncının sol ventrikül ve aorta
basıncının altında olduğu defektler restriktiftir. Sağ ventrikül basıncında bir miktar artış
olabileceği gibi tamamen normal olarak da kalabilir. Nonrestriktif defektler ise sol-sağ
şanta yol açarlar sağ ventrikül ve pulmoner arter basıncında artışa yol açarak hemodinamik
etki oluşturular.
2.6.1. Pulmoner Vasküler Rezistans
Patofizyolojide önemli bir diğer faktör pulmoner vasküler rezistanstır. Restriktif
defektlerde akımın sınırlandırılmasında esas faktör defektin genişliğidir. Nonrestriktif
defektlerde ise pulmoner vasküler rezistans ve daha az önemli olarak da sistemik vasküler
rezistans önem kazanır. Pulmoner vasküler rezistans ne kadar düşükse pulmoner kan akımı
da o kadar fazla olur. Doğumda pulmoner vasküler rezistans yüksektir, ilk iki hafta
içerisinde normal sınırlara döner. Bu yüzden doğumdan hemen sonra defektten çok akım
olmaz. Postnatal ikinci haftadan sonra pulmoner vasküler rezistansın düşmesiyle defekten
akım belirgin hale gelir. Pulmoner direncin zamanla düşmesi, pulmoner kan akımında,
sistemik kan akımının bir kaç misli düzeyinde artışlara neden olmaktadır. Zamanla bu artış,
yeniden pulmoner direncin artmasına ve sekonder değişikliklerin oluşmasına ve pulmoner
vasküler obstruktif hastalığa yol açmaktadır(19). Pulmoner vasküler hastalığın artması sağ
ventrikül basınçlarında artışa, pulmoner arterde genişlemeye ve pulmoner yetersizliğe yol
açabilir. Defekt restriktif ise defektin büyüklüğü önem kazanır. Birçok olguda defekt çok
küçüktür ve bu durumda pulmoner vasküler rezistans önem arz etmez ve pulmoner kan
akımında belirgin artış olmaz. Bazı defektlerde ise defekt restriktiftir ancak daha büyüktür,
bu durumda her iki ventrikül basınç değerlerinde eşitlenme olmaz, ancak sağ ventrikül ve
pulmoner arter basınç değerlerinde artış oluşur. Bu tip defektlerde pulmoner vasküler
rezistansın derecesi pulmoner kan akımının miktarını belirlemede önemlidir. Pulmoner
vasküler rezistans arttıkça defekten geçen akım azalır. Pulmoner vasküler rezistans
9
sistemik rezistansa ulaştığında ise akım terse döner sağ-sol şant meydana gelir
(Eisenmenger Sendromu).
2.6.2. Sağ Ventrikül Çıkış Yolu Darlığı Varlığında Patofizyoloji
Sağ ventrikül çıkış yolu darlığı valvüler ya da subvalvüler olabilir. Her iki durumda da
sanki pulmoner vasküler rezistans yüksekmiş gibi akıma karşı direnç oluşur. Restriktif
olmayan defektlerde akım, darlığın derecesine göre kısıtlanır. Restriktif defektlerde yine
darlığın ciddiyeti sağ ventrikül basıncına artış olarak yansır. Sağ ventrikül çıkış yolunda
ciddi darlığı olan vakalarda sağ ventrikül basıncı sistemik basıncı geçer ve şant terse
dönebilir.
2.6.3. VSD Nedeniyle Kalpte Olan Değişiklikler
Restriktif olmayan defektlerde artmış pulmoner kan akımı sol ventrikül diastol sonu
hacminde, sol atrium boyutunda ve sol ventrikül kitlesinde artışa yol açar. Sol ventrikülün
artmış iş yükü nedeniyle sol ventrikül hipertrofiye gider. Pulmoner kan akımının ciddi
oranda arttığı durumlarda sağ ventrikül boyutlarında da artış olur. Sağ ventrikül iş
yükündeki artış da sağ ventrikül hipertorfisine yol açar bu da sağ ventrikül çıkış yolunda
darlığa (subvalvüler pulmoner stenoz) yol açabilir.
2.7. Klinik Belirtiler
VSD‘li hastaların klinik durumu defektin genişliğine, pulmoner vasküler rezistansın
derecesine ve yaş ile olan değişikliklerine bağlıdır. Küçük VSD‘li hastalar genellikle
asemptomatiktir, çoğunlukla tanı başka bir hastalık nedeniyle yapılan fizik muayenede
konulur. Soldan sağa şantın fazla olduğu hastalarda ise ilk yıl içerisinde kalp yetersizliği,
gelişme geriliği, tekrarlayan pulmoner enfeksiyonlar ön plandadır. Takipne, aşırı terleme
ve beslenme sırasında yorulma sık görülen semptomlardır. Pulmoner venöz basınç artışı ve
akciğer kompliyansının azalmasına bağlı respiratuar infeksiyonların sık görüldüğü bu hasta
grubunda tablo infeksiyonlarla beraber ağırlaşabilir. Geniş VSD‘li hastaların motor
gelişimi aksayabilir ve kilo alımı durabilir.
10
2.8. Tanı
Fizik muayenede pansistolik bir üfürüm duyulabilir. Küçük defektlerden geçen akımın hızı
büyük defektlerden geçen akımdan daha hızlı olduğu için duyulan ses küçük defektlerde
genellikle daha kuvvetlidir ve üfürüme tril eşlik edebilir. Büyük defektlerde mitral
kapaktan geçen akım artışına bağlı apekste diyastolik üfürüm duyulabilir. Eisenmenger
Sendromlu hastalarda siyanoz ve çomak parmak deformitesi vardır. S2‘nin pulmoner
komponentinde belirginleşme ve aortik komponente yakınlaşma vardır. Bu nedenle S2 tek
ve sert duyulur, genellikle üfürüm duyulmaz.
2.8.1. Elektrokardiyogram
Elektrokardiyogram bulgular nonspesifiktir. Elektrokardiyografi küçük defektlerde normal
olabilir. Sol ventrikül volüm yüklenmesi varlığında sol ventrikül hipertrofisine ait bulgular
izlenebilir. Pulmoner hipertansiyon veya sağ ventrikül çıkış yolu darlığı nedeniyle artan
sağ ventrikül basıncı nedeniyle sağ ventrikül hipertrofisi bulguları görülebilir.
2.8.2. Ekokardiyogram
İki boyutlu ekokardiyografi VSD tanısında klinikte en sık kullanılan inceleme
yöntemidir(20,21). Ekokardiyografik(EKO) inceleme ile defektin büyüklüğü, triküspit,
aort ve pulmoner kapaklarla ilişkisi, sağ ve sol ventrikül çıkış yolu darlığı varlığı, eşlik
eden aortik kapak prolapsusu, sağ ventrikül basıncı, sol ventrikül sistol sonu ve diastol
sonu hacmi ve çapı hakkında bilgi edinilebilinir. İki boyutlu ekokardiyografinin renkli
Doppler ultrasonografi ile kullanımı sayesinde ventriküler septal defektin yeri, sağ
ventrikül ve pulmoner arter basınçlarının ölçümü, sol ventrikül ve sağ ventrikül basınç
farkı ölçümü güvenli bir şekilde yapılabilmektedir(22).
Ekokardiyografi ekstrakardiyak vasküler yapılar hakkında da bilgi verir. Özellikle
eşlik eden aort koarktasyon varlığının saptanmasında önemlidir. Ayrıca pulmoner arterler,
pulmoner venler ve sistemik venler hakkında da fikir sahibi olunabilinir. Transözefageal
ekokardiyografi özellikle de intraoperatif olarak yapılan işlemin denetlenmesi ve varsa
rezidüel defektlerin erken olarak saptanmasında çok önemlidir(23). Üç boyutlu
ekokardiyografi son yıllarda kullanımı giderek artan bir araçtır. Özellikle kompleks
11
kardiyak
anomalilere
eşlik
eden
atipik
yerleşimli
VSD‘lerin
saptanmasında
kullanılmaktadır(24).
2.8.3. Kardiyak Kateterizasyon
Günümüzde kardiyak kateterizasyon komplike vakalar dışında kullanılmamaktadır.
Pulmoner vasküler rezistansın ölçülmesinde ve transkateter yolla kapatılması düşünülen
VSD‘lerde tercih edilmektedir.
2.8.4. Manyetik Rezonans Görüntüleme
Manyetik Rezonans görüntüleme(MR) özellikle ekokardiyografik incelemenin teknik
olarak yetersiz kaldığı durumlarda kullanılmaktadır. Çift odacıklı sağ ventrikül gibi
kompleks patolojilerde faydalıdır. Ayrıca MR ile pulmoner kan akımının sistemik akıma
oranı (Qp/Qs), sağ ve sol ventrikül atım hacmi ve pulmoner vasküler rezistans ölçümleri
yapılabilmektedir(25). Özellikle ileri yaş grubunda ekokardiyografi ile saptanması zor
olabilen eşlik eden aort koarktasyonu, pulmoner arter dallarında darlık gibi ekstrakardiyak
anomaliler kolayca görüntülenebilir.
2.8.5. Fetal Tanı
Son yıllardaki görüntüleme tekniklerindeki ilerleme sayesinde intrauterin olarak VSD
tanısı konulabilmektedir. Flexner ve arkadaşları intrauterin olarak tanı koydukları 113
hastayı bir yıl boyunca izlemişlerdir. 37 hastada VSD‘lerin intrauterin dönemde 50 hastada
ise ilk bir yılda kapandığını saptamışlardır(26).
2.9. Ventriküler Septal Defektin Doğal Seyri
2.9.1. Spontan Kapanma
VSD‘lerin çoğu spontan kapanma eğilimindedir. Spontan kapanma genellikle ilk 1 yıl
içerisinde oluşur. 1 yıldan sonra VSD‘lerin spontan kapanma ihtimali yaşla beraber azalır.
Perimembranöz VSD‘lerin spontan kapanmasında triküspit kapak septal leafletin ya da
12
kordal dokuların defektin kenarına yapışması rol alır. Küçük musküler VSD‘ler çevre
dokuda oluşan fibröz yapılar ile kapanabilirken, musküler trabeküler VSD‘ler sağ ventrikül
septal trabekülasyonun hipertrofisi ile kapanır. Subaortik VSD‘lerde ise prolabe aortik
kapak defekti kapayabilir. Ekokardiyografide defektin kapanmasına yardımcı bir yapı olan
membranöz septum anevrizması görülebilir. Membranöz septum anevrizması genellikle iyi
huylu bir yapı olmakla beraber nadiren de olsa triküspit yetmezliğine ve sağ ventrikül çıkış
yolu darlığına yol açabilir, infektif endokarditte rol oynayan bakteriler için kaynak olabilir.
Perimembranöz VSD‘ler, subarteriel VSD‘ler ve inlet VSD‘lerin spontan kapanma ihtimali
düşüktür.
2.9.2. Pulmoner Vasküler Hastalık
Geniş VSD‘lerde yaş arttıkça hipertansif pulmoner vasküler hastalık riski de artar. Geniş
VSD‘li hastalarda ciddi pulmoner vasküler hastalık genellikle 2 yaştan sonra görülür. Bazı
geniş VSD‘li hastalar ve orta büyüklükteki VSD‘si olan hastaların çoğunda ilk dekat
boyunca pulmoner vasküler rezistans normal kalabilir ya da hafif derecede yükselebilir. Bu
süreçte VSD halen açık kalmışsa pulmoner vasküler hastalık daha sonraki yıllarda
gelişebilir. Soldan sağa şantın fazla olduğu büyük VSD‘li hastalarda, artan pulmoner
vasküler rezistans ve sonunda pulmoner damar yatağında gelişen vasküler patoloji, bu
hastalığın doğal seyri içerisinde yaşamı kısıtlayan en önemli faktördür. Pulmoner kan
akımını regüle eden faktörler, defektin büyüklüğü ve pulmoner vasküler yatağın
rezistansıdır. VSD‘nin kısıtlayıcı rol oynamadığı hastalarda pulmoner direnç pulmoner kan
akımını regüle eden tek regulatördür. Doğumdan sonra 1-2 hafta içinde normale düşen
pulmoner vasküler direnç
VSD‘li hastalarda
gecikebilir. Bu gecikmede, postnatal
dönemde yetersiz akciğer gelişimi, intraasiner damarlarda sayısal azlık, intraasiner
damarlarda musküler hipertrofi gibi faktörler rol oynamaktadır.
Pulmoner direncin zamanla düşmesi pulmoner kan akımında önce artışa neden olur.
Fakat zamanla yeniden pulmoner direncin artmasına ve sekonder değişikliklerin
oluşmasına yol açar. Heath ve Edwards, pulmoner vasküler yatakta oluşan patolojik
değişimi, altı evrede tarif ederek, pulmoner vasküler hastalığın gelişimini ve pulmoner
dirençle olan korelasyonunu göstermişlerdir (27). Birinci evrede medial hipertrofi, ikinci
evrede intimal proliferasyonun eklenmesi, üçüncü evrede intimal fibrosis ve vasküler
dilatasyonun görülmeye başlaması, dördüncü evrede generalize vasküler dilatasyon ve
13
vasküler oklüzyonun görülmesi, beşinci ve altıncı evrelerde, nekrozitan arterite doğru gidiş
söz konusudur. Küçük VSD‘li hastalarda pulmoner vasküler hastalık gelişmez.
2.9.3. İnfektif Endokardit
VSD‘li hastalarda infektif endokardit nadirdir, yılda %0,15, %0,3 oranında görülür(28).
Erkeklerde ve 20 yaşın üzerinde daha sık gözükür. Küçük ve orta büyüklükteki VSD‘lerde
büyük VSD‘lere göre daha sık olarak görülür. Kalbin sağ tarafına lokalize bakteriyel
vejetasyonların embolisi ya da VSD‘den sol-sağ şant yoluyla geçen bakterilerin embolisi
nedeniyle genellikle ilk belirti akciğerlerde olur. Modern antibiyotik tedavisi ile prognoz
genellikle iyidir.
2.9.4. Aort Kapak Prolapsusu ve Aort Yetersizliği
Sistolün başlamasıyla ventriküler septal defektten geçen kan defekt kenarlarında negatif
basınç oluşturur. Buna Venturi etkisi de denir. Bu etki ile anatomik destekten yoksun olan
aortik kapak (sıklıkla sağ koroner kapakçık) ve sinüs sağ ventriküle doğru yönelir. Orta
veya şiddetli prolapsus olan vakalarda prolapsus ekokardiyografi ya da anjiokardiyografi
ile tespit edilebilir. Elonge olmuş sinüs VSD akımını sınırlandırabilir, defekt prolabe
kapakçık tarafından kısmen ya da tamamen kapanabilir. Diyastolde artan intraaortik
basıncın etkisi ile normalde her üç kapakçığın serbest kenarı birleşir ve kapak kapanır.
Aort kapak prolapsusu varlığında ise prolabe kapakçığın serbest kenarı diğer iki
kapakçığın serbest kenarından aşağıda kalır ve aortik basıncın etkisiyle sarkarak diğer
kapakçıkları da aşağıya çeker. Sonuç olarak diğer iki kapakçığın da fonksiyonu bozulur ve
aort yetersizliği meydana gelir(29).
(Kaynak: 30)
Şekil 3. Ventriküler Septum Defektlerinde Aort Valv Prolapsusu ve Aort Yetersizliği Gelişimi
14
2.9.5. Kalp Yetersizliği ve Ölüm
Cerrahi girişim yapılmayan infant yaş grubunda geniş VSD‘li hastaların %9‘u ilk bir yıl
içerisinde ölmektedir(31). Mortalite sıklıkla kalp yetmezliğine bağlıdır. Kalp yetmezliği
erken dönemde görülebileceği gibi sıklıkla küçük pulmoner arterlerdeki medial
hipertrofinin regrese olduğu 3.aydan sonra belirginleşir. Mortalitenin bir diğer sebebi
pulmoner venöz basınç yüksekliği nedeniyle oluşan pulmoner ödeme bağlı tekrarlayan
pulmoner enfeksiyonlardır. Bu enfeksiyonlarda viral patojenler esas etkenlerdir. Geniş
VSD‘si olan ve patent duktus arteriozus, aort koarktasyonu ve geniş atrial septal defekt
birlikteliği olan hastalarda mortalite daha fazladır. Küçük VSD‘li hastalarda mortalite
nadirdir ve genellikle infektif endokardite sekonderdir.
15
3. VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKTLERDE TEDAVİ
3.1. Medikal Tedavi
Küçük defektli hastalar genellikle asemptomatiklerdir ve genellikle medikal tedavi
gerekmez. Orta ve büyük defetlerde ise artmış pulmoner kan akımına bağlı ve sol ventrikül
hacim yüklenmesi ve kalp yetmezliği tablosu gelişebilir. Bu hastalar farmakolojik olarak
tedavi edilmelidirler. Tedavide ilk sırada diüretik tedavi verilir ve en sık olarak da
furosemid kullanılır. Tedaviye sistemik karşı yükü(afterload) azaltmak için kaptopril ve
enalapril gibi anjiotensin konverting enzim inhibitörleri de sıklıkla eklenir. Kaptopril,
pulmoner damar direncini azaltmaz ancak pulmoner kan akımını ve sistemik direnci azaltır
ve sistemik kan akımını arttırır. Diüretik ve karşı yükü azaltıcı tedaviye rağmen kalp
yetmezliği devam eden hastalarda tedaviye digoksin eklenmelidir. Büyük defekti olan ve
ağır kalp yetmezliği tablosunda olan hastalar hastaneye yatırılarak tedavi edilmelidir. Bu
hastalarda sıvı ve fiziksel aktivitede kısıtlamaya gidilmelidir. Diüretik ve digital tedavisi
başlanmalı, hipoksinin eşlik ettiği hastalarda viral ya da bakteryel pnömoni araştırılmalıdır,
gerekirse ampirik olarak antibiyoterapi verilmelidir. Hipoksisi olan hastalara oksijen
tedavisi verilmeli, solunum sıkıntısı devam eden hastalar entübe edilerek pozitif basınçlı
ventilasyon ile solunum yükü azaltılmalıdır.
3.2. Ventriküler Septal Defektlerin Cerrahi ve İnvaziv Yöntemlerle Kapatılması
3.2.1. Cerrahi Yaklaşım
Ventriküler septal defektler yama materyali kullanılarak yaklaşık 50 yıldır başarıyla
kapatılmaktadır. Erken tanı ve erken cerrahi girişim yapılması ve perioperatif ve
postoperatif bakımda yaşanan gelişmeler sayesinde çok düşük mortalite ve morbidite
oranlarına ulaşılmıştır(32). VSD‘ler genellikle ventrikulotomiye gerek olmaksızın atrial
yol ile atrioventriküler kapaklar aracılığıyla ya da semilunar kapaklar aracılığıyla
kapatılabilmektedirler. Bazı hastalarda cerrahi görüşü arttırmak amacıyla triküspit kapak
septal leafleti geçici olarak anuler bölgeye yakın yerden kesilerek ayrılabilir (detachment).
16
Hastaların çoğu operasyon sonrasında yaşıtlarıyla kıyaslandığında normal bir yaşam
kalitesine ve okul performansına sahiptirler.
Gelişmekte olan ülkelerde hastalar genellikle ileri yaşlarda ve pulmoner vasküler rezistansı
yüksek olarak cerrahiye alınmaktadır(33). Bu hastalarda pulmoner arter ve sağ ventrikül
basınç yüksekliğine bağlı operasyondan sonra görülebilecek sağ ventrikül yetmezliği
nedeniyle mortalite ve morbidite halen yüksektir. Bu grup hastada delikli ya da
kapaklı(valved)
yama
tekniği
kullanılarak
daha
düşük
mortalite
oranları
bildirilmektedir(34). Bu yama sağ ventrikül basıncı, sol ventrikül basıncını geçtiğinde tek
taraflı olarak sağdan sola şanta izin vermektedir. Ancak bu tekniğin konvansiyonel tekniğe
üstünlüğü halen tartışmalıdır(35).
Pulmoner arteryel banding geçmişte özellikle infant yaş grubunda palyatif amaçlı
sık yapılan bir operasyondu. Günümüzde ancak seçilmiş hasta grubunda çoklu ventriküler
septal defektli hastalarda ya da cerrahi olarak ulaşmanın zor olduğu apikal defektlerde
kullanılmaktadır.
Absorbe olabilen ve balon dilatasyon yapılabilen bandların kullanılmasıyla defektin
zamanla küçüldüğü durumlarda bandın ikinci bir operasyon ile çıkarılması ihtiyacı da
ortadan kalkmıştır(36).
VSD‘nin atrial yol ile ve semilunar kapaklar aracılığıyla ulaşılamadığı apikal
yerleşimli olgulara yaklaşım halen tartışmalıdır. Bu olgularda ventrikulotomi yapılabilir ya
da transkateter girişim düşünülebilir.
3.2.2. Ventriküler Septal Defektin Transkateter Yol ile Kapatılması
VSD‘lerin transkateter yol ile kapatılması son 10 yılda büyük bir gelişim göstermiştir.
Özellikle cerrahi olarak ulaşımın zor olduğu musküler defektlerde iyi bir tercih olarak
karşımıza çıkmaktadır(37). Son yıllarda perimembranöz defektlerin kapatılmasında da
kullanılmaya başlanmıştır ancak işlem sonrası görülebilen yüksek atrioventriküler(A-V)
tam blok oranları nedeniyle birçok klinik perimembranöz defektlerde halen cerrahi
kapamayı tercih etmektedir(38,39). Kapama için kullanılacak yeni ve daha hafif cihazların
gelişimiyle perimembranöz defektlerin transkateter olarak kapanmasının gelecekte tekrar
gündeme gelmesi beklenmektedir. İnfant yaş grubunda cerrahi ve transkateter olarak
kapamanın zor olduğu musküler defektlerde hybrid teknikler tercih edilebilir. Standart
17
olarak yapılan sternotomi sonrası defekti kapatmak için kullanılacak cihaz sağ ventrikül ön
duvarından transözofageal ekokardiyografi ve fluroskopi eşliğinde defekte implante
edilir(40).
3.3. Cerrahi Endikasyon
Spontan kapanma dışında VSD‘lerin tedavisi cerrahidir. VSD‘lerin büyük çoğunluğunun
kendiliğinden kapanma olasılığı olduğundan yakın takip altında beklenebilir. Ancak
medikal tedaviye cevapsız kalp yetmezliği, sık ve tedaviye dirençli pulmoner
komplikasyonlar, büyüme ve gelişmenin durması gibi durumlarda cerrahi tedavi yaşa
bakılmaksızın yapılmalıdır.
Geniş nonrestriktif VSD‘lerin çapı genellikle aortik anulusun çapından daha
büyüktür. Bu tip defektlerde sağ ventrikül ve pulmoner arter basıncı yükselmiştir. Hatta
bazı hastalarda sistemik basınca eşitlenmiştir. Bu tip hastalarda pulmoner vasküler hastalık
gelişimini engellemek için hasta 3-6 aylıkken VSD‘yi kapatmak gerekir. Pulmoner kan
akımının sınırlanmadığı bu tip defektlerde 1-2 yıl içerisinde geri dönüşümsüz olarak
pulmoner vasküler hastalık yani ―Eisenmenger Sendromu‖ gelişir(41). Pulmoner vasküler
rezistansın geri dönüşümsüz olarak artmasıyla defektten meydana gelen şant terse döner ve
sağdan sola doğru olmaya başlar. Bu hastalarda siyanoz ve sağ ventrikül yetmezlik
bulguları ortaya çıkar. Pulmoner vasküler hastalığın geri dönüşümsüz aşamaya geldiği bu
noktadan sonra VSD kapatılsa bile hastalar postoperatif dönemde gelişecek olan sağ
ventrikül yetmezliği nedeniyle kaybedilirler.
Restriktif VSD‘lerde defektin çapı genellikle aortik anulus çapından küçüktür. Bu
hastalarda sağ ventrikül ve pulmoner arter basıncı artmış olsa da sistemik basınçtan
düşüktür. Bu hastalar infant döneminde medikal olarak takip edilebilirler. Küçük musküler
ve perimembranöz defektlerin yaklaşık %80‘i spontan olarak kapanırlar. Spontan kapanma
ilk bir yılda en fazladır, daha sonraki yıllarda kapanma ihtimali azalır, 5 yaşından sonra ise
spontan kapanma ihtimali çok düşüktür. Takipte aort kapak prolapsusu ve aort
yetmezliğinin eşlik etmediği defektler kateter ölçümlerinde Qp/Qs 1,5‘u geçtiyse 4
yaşından sonra kapatılabilirler.
18
Altıncı aya ulaşmış geniş VSD‘li hastalarda spontan kapanma ihtimali azalmıştır.
Pulmoner vasküler direnç(Rp) 8 wood ünitenin üzerinde ise vakit kaybetmeden cerrahi
planlanmalıdır.
İnfant döneminden sonra tanı almış VSD hastalarında kardiyak kateter
ölçümlerinde Rp‘nin 6 wood ünitenin altında olduğu hastalarda primer tamir yapılabilir.
Rp‘nin 6 wood ünite üzerinde olduğu hastalarda kardiyak kateterizasyon sırasında
pulmoner vazoreaktivite testi uygulanır(42). Vazoreaktivite testinde en sık kullanılan
ajanlar oksijen, inhale nitrik oksit, epoprostenol, inhale ilioprost ve adenozindir. Teste
pozitif yanıt için kriterler şöyle sıralanabilir:
1) Ortalama pulmoner arter basıncında >10 mmHg‘den fazla düşüş veya ortalama
PAB‘ın < 40 mmHg‘ye düşmesi
2) Pulmoner vasküler dirençte (Rp) %30 düşüş
3) Normal kardiyak output
Pulmoner vazoreaktivite testi negatifse VSD kapatılması önerilmez. Bu hastalarda
defektin kapatılması sonrasında egzersiz sırasında oluşacak sağdan sola şant olmaz ve
egzersiz kapasitesi belirgin olarak azalır.
Daha büyük geniş VSD‘li hastalarda istirahat Qp/Qs 1,5-1,8 arasında olan ve
egzersiz ile bu oranın 1 ve altına düştüğü hastalar cerrahi için uygun gözükmemektedir.
Egzersiz ile meydana gelen arteryel saturasyon düşüklüğü durumunda da cerrahi
kararından uzaklaşılmalıdır. Yine de kesin olarak karar vermek için vazoreaktivite testi
uygulanmalıdır. Yüksek oksijene verilen cevabın değerlendirilmesi sınırda olan hastalar
için doğru değildir.
Orta genişlikte VSD‘si olan pulmoner arter basıncının 40-50 mmHg‘ye ulaşmadığı
hastalarda Rp‘de artış olmaz ancak Qp/Qs 3,0‘e kadar çıkabilir, hafif kalp yetmezliği
semptomları ve pulmoner semptomlar eşlik edebilir. Kalp yetersizliği bulguları yoksa
VSD‘nin spontan kapanma ihtimali göz önünde bulundurularak hastalar 5 yaşına kadar
beklenebilir. Takiplerde iki boyutlu renkli Doppler ekokardiyografi ile VSD boyutu takip
edilir, küçülme yoksa cerrahi kararı verilir. Ekokardiyografik takiplerde aort kapak
prolapsusu gelişiyorsa gelişebilecek aort yetmezliği nedeniyle daha fazla beklemeden
cerrahi yapılmalıdır.
19
Küçük VSD‘li genç hastalarda cerrahi önerilmez. 10 yaşına gelen küçük VSD‘li
hastalarda ise cerrahi tartışmalıdır. Cerrahiyi önermeyen gruplar VSD‘nin halen spontan
kapanabileceğini, bu hastalarda tek riskin infektif endokardit olduğunu ve günümüzde
tedavisinin mükemmel sonuçları olduğunu savunmaktadırlar. Cerrahi öneren grup ise
küçük de olsa infektif endokardit riski olduğunu, adolesan ve genç erişkinlerde bu
hastalığın psikolojik etkilerinin olduğunu, VSD küçük olsa bile ventriküler disfonksiyon
gelişebileceğini ve operasyon sonrası tam düzelme oranın çok yüksek olduğunu
savunmaktadır. Bu yüzden her hasta kendi başına değerlendirilmelidir.
Subarteriel VSD‘ler için özel bir durum söz konusudur. Bu VSD‘ler
ekokardiyografi ve anjiografide tespit edilen aort kapak prolapsusu varlığında aort
yetmezliği gelişimini engellemek için defektin boyutuna bakılmaksızın kapatılmalıdır.
VSD‘li hastalarda infektif endokardit insidansı 10000 de 14,5‘dur. Bu insidans
normal popülasyonda görülen infektif endokardit insidansının 35 katıdır. VSD‘nin
kapatılmasıyla subakut bakteriyel endokardit gelişme riski %50 oranında azaltılmış olur.
VSD‘nin endokarditi önlemek için kapatılması halen tartışmalıdır, ancak daha önce
subakut bakteryel endokardit gelişen VSD‘li hastalarda VSD mutlaka kapatılmalıdır(43).
‖Swiss cheese‖ septumu olan hastalarda ise cerrahi risk yüksek olduğu için ilk 3
ayda önce pulmoner arteryel band konabilir ve tam düzeltme daha büyük yaşlara
ertelenebilir. ‖Swiss cheese‖ VSD ve aort koarktasyonu birlikteliğinde, koarktasyona
müdahale ve pulmoner arteryel banding yapılabilir. Yine VSD‘ye eşlik eden triküspit
kapak ―straddling‖ varlığında tam düzeltme yerine öncellikle pulmoner arteryel band
ameliyatı planlanabilir.
3.4. Ventriküler Septal Defektin Cerrahi Olarak Kapatılması
Ventriküler septal defekt kapatılmasında kardiyopulmoner by-pass ve kardiyoplejik arrest
kullanılır. VSD‘lerin çok büyük bir kısmı total sirkulatuar arreste gerek kalmadan
kapatılabilir. Ancak kesintili arkus aorta birlikteliği olan hastalarda ve 3 kilogramın
altındaki prematüre hastalarda sirkulatuar arrest kullanımı faydalı olabilir. VSD
kapatılmasında aortik ve bikaval kanulasyon sonrası aortik kross klemp konulur. Kan veya
kristaloid kardiyoplejinin verilmesinin ardından VSD kapatılır. Sağ superior pulmoner
vene ya da patent foramen ovale yoluyla konan vent cerrahi esnasında sol ventrikül ve sol
20
atriumdan kanı çekerek cerrahi süresince kansız bir ortam sağlayarak operasyonu
kolaylaştırır.
Cerrahi sırasında uygulanacak yaklaşım VSD‘nin tipine göre değişebilir.
Perimembranöz VSD‘ler genellikle sağ atriotomi uygulanarak kapatılabilir. Subarteriel
defektler pulmoner arter yoluyla kapatılabilir. Musküler VSD‘ler genellikle sağ atriotomi
ile kapatılabilirken, pulmoner arter yoluyla ya da sağ ve sol ventrikulotomi yapılarak da
kapatılabilir. Bazı perimembranöz defektler ve özellikle de aort yetmezliğinin eşlik ettiği
subarteriel defektler aorta ve aortik kapak yoluyla kapatılabilir(44).
3.4.1. Perimembranöz Defektler
Tüm perimembranöz defektler sağ atrium yolu ile kapatılabilir. Oblik veya sağ
atrioventriküler birleşkeye 3-4 mm kalmak üzere paralel şekilde yapılan bir sağ atriotomi
ile özellikle outlet uzanımı olan VSD‘ler için iyi bir görüş sağlanır. Atriotomi sağ atrial
apendiksin bazalinden başlar ve sağ koroner artere paralel olarak devam eder. Atriotomi
esnasında sağ koroner arter ile en az 3-4 mmlik bir mesafenin olduğundan emin
olunmalıdır. Atriotomi sağ koroner arter ve vena kava inferior kanulü arasına doğru
koroner sinüs ağzına kadar uzatılır. Sağ atriumda ve triküspit kapak orifisinde daha iyi bir
cerrahi görüş sağlamak için atriuma tespit dikişleri konulur.
Perimembranöz VSD triküspit kapak anterior ve septal leafletin retraksiyonu ile
ortaya çıkarılır. Bazı hastalarda VSD, defektin üzerini saran triküspit kapak dokusu
nedeniyle tam olarak görülemez. Defekti saran bu yapıya triküspit kapak poşu da (triküspit
valve pouch) denebilir. Defektin üzerinin triküspit kapak dokusu nedeniyle örtüldüğü
olgularda triküspit kapak septal leafletine yapılacak radial tarzda bir kesi faydalı olabilir ve
bu şekilde VSD tüm hatlarıyla görülebilir. Triküspit kapak leafletini açmadan önce
konacak tespit dikişleri VSD kapatılması sonrası yapılacak kapak tamirini kolaylaştırır.
VSD‘nin sınırları saptanır, özellikle de aortik kapaklara bakılır. Kapaklar defektin içine
prolabe olmuş olabilirler bu yüzden VSD kapatılırken aortik kapaklara zarar gelmemesine
dikkat edilmelidir.
VSD kapatılırken çeşitli materyaller ve sütür teknikleri kullanılabilir. Defekt çok
küçük
ise
defekt
primer
polytetrafluoroethylene(PTFE)
de
kapatılabilir.
VSD
kapatılması
için
Dakron,
gibi sentetik materyaller kullanılabileceği gibi fresh
21
perikard, gluteraldehidle fikse edilmiş perikard gibi otolog materyaller ve sığır perikardı
gibi xenograftler de kullanılabilir. VSD inspekte edildikten sonra VSD‘nin sınırları
ölçülerek yama hazırlanır. Genellikle defektin 1,5 katı olacak şekilde yama kesilerek
hazırlanır. Yama tek tek plejitli sütürler ile kapatılabileceği gibi devamlı sütür tekniği ile
de kapatılabilir. Perimembranöz defektler kapatılırken özellikle A-V noda ve ileti
sistemine zarar gelmemesine dikkat edilmelidir.
İleti sistemine zarar vermemek için defektin inferior ve posteriorunda sütürler
yüzeyel olarak geçilmelidir ve VSD‘nin sağ ventriküler tarafında bırakılmalıdır. Lancisi
kasından
(konusun medial papiller kası) Koch üçgeninin tepesindeki triküspit kapak
anulusuna kadar olan alanda ileti sistemi VSD‘ye yakın olarak seyreder. Koch üçgeninin
sınırları triküspit kapak anulusu, koroner sinüs orifisi ve Todaro tendonu tarafından
belirlenir. Bazı vakalarda sütürler atriumdan triküspit kapak anulus yoluyla sağ ventrikül
tarafına doğru geçilir, bu hastalarda triküspit anulusun diğer tarafında bulunan aortik
kapağın zedelenmemesine dikkat edilmelidir. Plejitli sütür tekniği kullanılan hastalarda
yamanın ölçüsü defektin yaklaşık 1,5 katı olmalıdır. Bu sayede yamanın kenarında plejitli
sütür için 2-3 mmlik bir alan kazanılmış olur. Tüm sütürler sırayla yamadan geçildikten
sonra yama defektin üzerine oturtulur ve tüm sütürler sırayla bağlanır. VSD kapatılması
sonrası triküspit kapak 6/0 prolene dikişlerle tek tek dikiş tekniği ile tamir edilir. Triküspit
kapak tamiri sonrası sağ ventriküle şırınga ile serum fizyolojik enjekte edilerek ciddi
triküspit kapağı olup olmadığı değerlendirilir. Sağ atrium ilk sırası matress sütürler olmak
üzere çift sıra prolene dikişlerle devamlı sütür tekniği ile kapatılır. Kalpten hava
çıkarılması için inferior ve süperior vena kavayı sıkan turnike gevşetilerek kalbin dolması
sağlanır. Bu sırada aort kökü venti serbest kanamaya bırakılır. Venöz oklüzyon ve derin
ventilasyon yapılarak sol kalp boşluklarının da tam olarak dolması sağlanır. Hasta bu
sırada trendelenburg pozisyonuna alınır. Kalpten hava çıkarma işlemi tamamlandıktan
sonra aortik kross klemp kaldırılır, çıkan aortadaki kardiyopleji kanülü vente
dönüştürülerek aortaya gidebilecek rezidüel hava taneciklerini aspire etmek için kullanılır.
Spontan olarak aktivasyon başlamayan ventriküler fibrilasyonlu ve taşikardili hastalarda 1
joule/kg olacak şekilde defibrilasyon işlemi uygulanır. Atrioventriküler tam blok gelişen
hastalarda istenen kalp hızı pace-maker ile sağlanır. Ventilasyonu takiben kardiyak
fonksiyonlar yeterli ise hasta kardiyopulmoner by-passtan ayırılır.
22
3.4.2. Subarteriel (Jukstaarteriel) Defektler
Batı popülasyonunda kapatılan VSD‘lerin %5-10‘unu oluşturan subarteriel VSD‘ler Asya
popülasyonunda kapatılan VSD‘lerin ise %30‘unu oluşturmaktadır. Tüm subarteriel
VSD‘ler yüksek aortik kapak prolapsus riski ve sonrasında gelişebilecek aort yetmezliği
riski nedeniyle cerrahi olarak kapatılmalıdır.
Bu defektler ana pulmoner arter ve pulmoner kapak yoluyla kapatılabilir.
Kardiyopulmoner by pass ve kardiyoplejinin verilmesinden sonra ana pulmoner artere
vertikal bir insizyon yapılır. İnsizyon ana pulmoner arterden pulmoner kapak sinüs
valsalvasına doğru öne ve hastanın sağ tarafına doğru uzatılır. Pulmoner artere konan tespit
dikişleri ve küçük ven retraktörlerinin yardımıyla jukstaarteriel VSD görünür hale gelir.
VSD plejitli sütürler ile kapatılır. Aortik kapak ve pulmoner kapak arasında musküler
septum olmadığı için pulmoner kapak altına atılacak olan sütürler bu defektin
kapatılmasında kritik önem arz eder. Defektin superior bölümü kapatılırken pulmoner
kapak ve aortik kapağın hasarlanmamasına dikkat edilmelidir(45).
VSD kapatıldıktan sonra pulmoner arter prolene dikişlerle sürekli dikiş tekniği ile
kapatılır. Hava çıkarma işlemi perimembranöz VSD‘lerde olduğu gibi yapılır ve daha
sonra aortik kross klemp kaldırılır.
Sağ Ventriküler Yaklaşım
Jukstaarteriel VSD‘ler sağ ventrikül infundibulumu aracılığıyla da kapatılabilirler.
Özellikle eşlik eden sağ ventrikül çıkış yolu darlığı sebebiyle kas rezeksiyonu gereken
olgularda bu yöntem tercih edilebilir. İnfundibular yaklaşım ile kas rezeksiyonun ve VSD
kapatılmasını
daha
kolay
olduğunu
düşünen
cerrahlar
bulunmaktadır
ancak
ventrikulotominin postoperatif ventrikül fonksiyonları ve postoperatif aritmi insidansı
üzerine olumsuz etkileri bilinmektedir. Sağ ventrikülotomi transvers ve vertikal olarak iki
şekilde yapılabilir. Transverse insizyon sirküler kaslara daha az zarar verir ancak bu
yöntemle cerrahi görüş kısıtlıdır. Bu yöntem özellikle infundibulumun yama ile
genişletilmesi gereken vakalarda uygun değildir. Vertikal insizyon yapılacaksa
infundibulum ile sınırlı olmalıdır. Ventrikülotomi yapmadan önce mutlaka koroner
arterlerin dağılımı incelenmelidir. Özellikle sol ön inen koroner arterin (LAD) sağ koroner
arterden (RCA)
köken aldığı hastalarda ventrikülotomi tehlikelidir ve LAD
23
yaralanabileceği için ventrikülotomiden kaçınılmalıdır. Nadiren de olsa infundibulumu
çaprazlayan arterler intramyokardial olarak seyredebilir ve myokardiyal yüzeyde
görülemeyebilir. Preoperatif olarak yapılan aortik anjiografi veya preoperatif yapılan
ekokardiyografi ile koroner arterlerin dağılımı incelenmelidir.
Transaortik Yaklaşım
VSD‘ye eşlik eden aort kapak yetmezliği varsa VSD kapatılmasına ek olarak aortik kapak
tamir işlemi gerekebilir(46). Bu vakalarda transaortik yaklaşım tercih edilir. Kardiyopleji
verilmesini takiben çıkan aortanın ön yüzünden geriye nonkoroner sinüse doğru bir
insizyon yapılır. İnsizyon gerekirse transvers olarak sola doğru genişletilebilir. Aortik
kapak kaspları retrakte edilerek VSD görülür hale getirilir. Sıklıkla defektin superiorunda
musküler bir yapı yoktur bu da defektin üst kısmının kapatılmasını zorlaştırmaktadır. Bu
yüzden burada transpulmoner yaklaşımda olduğu gibi aortik kapak sinüslerinin içerisinden
ventriküle doğru dikişlerin geçilmesi uygun bir yöntemdir. Ancak burada farklı olarak
plejitli sütürlerin kullanılması adezyonlara yol açarak aort yetmezliği geliştirebileceği için
genellikle tercih edilmemektedir.
3.4.3. Musküler Defektler
Musküler defektler genellikle birden fazla sayıdadır ve cerrahi olarak kapatılmaları diğer
tiplere göre daha zordur. Eskiden musküler defekti olan hastalar özellikle de birden fazla
defekti (multipl) olan hastalara primer kapama öncesi palyatif amaçlı pulmoner arteryel
banding ameliyatı yapılıyor hasta büyüdükten sonra da defekt kapatılıyordu. Günümüzde
bu iki aşamalı yöntem yerini büyük oranda tek aşamalı tam düzeltme işlemlerine
bırakmıştır(47). Sağ atrial, sağ ventriküler ve sol ventriküler yol ile musküler VSD‘ler
kapatılabilir. Sağ ventriküler trabekülasyonlarının kesilmesi musküler VSD‘lerin tamamen
görünür hale gelmesini sağlayabilmektedir. Mid-trabeküler VSD‘lerde moderatör bandın
kesilmesi cerrahi görüşü arttırabilir ancak bu yöntem sağ dal bloğu insidansını
arttırmaktadır. Pulmoner arteryel band ameliyatları sonrası trabekülasyonlarda artış olması
nedeniyle birçok cerrah artık elektif primer kapama yöntemini tercih etmektedir.
Transkateter yol ile kapama özellikle de apikal musküler defektler için iyi bir alternatif
olarak değerlendirilebilir.
24
Sol Ventriküler Yaklaşım
Sol ventriküler yaklaşım çok sayıda apikal ―Swiss Cheese‖ tipi VSD‘si olan hastalarda
tercih edilmektedir. Bu tip defektler sol ventrikül tarafından daha rahat kapatılabilir çünkü
sol ventrikülde sağ ventrikül ile kıyaslandığında daha az trabekülasyon vardır, septum daha
düz bir yapıdadır ve genellikle VSD‘ler tek bir orifise açılmaktadır. Sol ventrikülotomi
genellikle vertikal olarak yapılır ve avasküler apikal bölge ile sınırlandırılır. Koroner arter
hasarını engellemek için ventrikülotomi öncesi koroner arter dağılımı mutlaka
incelenmelidir. Ventrikülotomi uzun dönemde sol ventrikül disfonksiyonuna yol açması
nedeniyle seçilmiş vakalar dışında tercih edilmemelidir.
3.5. Ventriküler Septal Defekt Kapatılmasında Kullanılan Materyaller
3.5.1. OtologPerikard
Otolog perikard yama materyali olarak en sık kullanılan materyallerden birisidir. Çabuk
ulaşılabilir olması, steril olması, maliyetinin olmaması, immun reaksiyon yaratmaması
avantajlarıdır. Otolog perikard fresh olarak kullanılabilir ya da gluteraldehid ile fiske
edildikten sonra kullanılabilir. İğne deliklerinden kanamanın az olması otolog perikard
kullanımının bir diğer avantajıdır. Perikardda zamanla kalınlaşma ve fibrozis gelişmekle
beraber Dakron materyalde görülen çevre dokuda oluşan fibroz reaksiyon gözlenmez.
3.5.2. Otolog Perikardın Gluteraldehid İle Fiksasyonu
Otolog perikardın %0,6‘lık gluteraldehid ile fiksasyonu sonrası kollajen moleküller
arasındaki bağlarda artış olur ve bu yüzden perikard daha sert bir hal alır. Ayrıca bu şekilde
perikadın elastik yapısında azalma meydana gelir. Perikard işlem öncesi düz sert bir yüzey
üzerinde tutulur böylece büzüşmesi ve kenarlarının kıvrılması engellenmiş olur.
Gluteraldehid ile fiksasyon süresi kullanılacak yüzeye göre 15-30 dakika arasındadır.
Glutrealdehid ile fiksasyon sonrasında perikard rahatlıkla kontrol edilebilir, kesilebilir,
kıvrılma ihtimali azalmış olur. Gluteraldehid ile fiksasyonun en büyük avantajı sistemik
basınç karşısında zamanla oluşabilecek anevrizma formasyonu ihtimalinin azalmasıdır.
Gluteradehid ile fiksasyon sonrası çok sık gözükmemekle beraber kalsifikasyon oluşabilir.
Fiksasyon sonrası perikardın genişleme yeteneği kaybolur bu yüzden büyüme potansiyeli
25
istenen dokularda tercih edilmez. Gluteraldehid toksik bir madde olduğu için cerrahi ekibin
kullanırken dikkatli olması gerekir. Fiksasyon sonrası serum fizyolojik ile iyice yıkanması
gerekir.
3.5.3. Perikardın Fresh Olarak Kullanılması
Gluteraldehidle müdahale edilmeden kullanılan perikardın kontrolü (handling) daha zor
olmaktadır. Zamanla boyutunda kısalma ya da uzama meydana gelebilir. Özellikle sistemik
basınca maruz kaldığı zaman anevrizma formasyonu gelişebilmektedir. Perikardın
pediküllü ya da serbest graft olarak kullanımı arasında belirgin bir fark bulunmamaktadır.
3.5.4. Gluteraldehid İle Fikse Edilmiş Xenograft Perikard
Gluteraldehid ile fikse edilmiş sığır ya da eki at perikardı kullanılabilecek diğer bir
materyaldir. Hızlı ulaşılabilir olması ve viral enfeksiyon riski taşımaması avantajlarıdır.
Ancak xenograft dokuya karşı oluşan immun reaksiyon ve gluteraldehid fiksasyonun
birkaç ay gibi kısa bir sürede yamada oluşabilecek kalsifikasyonu arttırdığı bilinmektedir.
3.5.5. Dakron
Dakron (polyethyleneterephthalate) sentetik bir materyaldir. 1950‘li yıllarda plastik
teknolojisinin gelişmesiyle geliştirilmiştir. Zaman içinde biyolojik olarak degradasyona
karşı direçli olduğu ve stabil kaldığı görüldüğü için kalp cerrahisinde kullanılan polymerler
Nylon ve Ivalon ‗un yerini almıştır(48).
Dakron implante edildiği çevre dokuda fibrotik bir reaksiyonu tetiklemektedir. Bu
özellikle ventriküler septal defekt nedeniyle kullanıldığında bir avantaj haline gelmektedir.
Ameliyat sonrası yama etrafındaki rezidüzel defektlerin fibrotik süreç sonunda zamanla
kapanması kolaylaşmaktadır. Daha az immun reaksiyon oluşturan perikard ve expanded
polytetrafluoro ethylene (ePTFE)‘de yama etrafında rezidüel defektlerin kapanması daha
düşük oranda görülür. İmmun reaksiyonu tetiklemesi ve fibrozis oluşturması nedeniyle
semilunar kapaklara yakın bölgelerde kullanılması dezavantaj oluşturabilmektedir. Elastik
olması nedeniyle cerrahi sırasında kontrolünün zor olması bir dezavantajdır(49).
Enfeksiyon riski düşük olmakla beraber bulunmaktadır.
26
3.5.6. PTFE
PTFE (polytetrafluoroethylene) Dakron gibi sentetik bir polymer olan Teflonun
filamanlarının birbirine bağlanmasıyla oluşan özel bir formdur. İhtiva ettiği porları
sayesinde porlar içerisine büyüme şansı yaratır ve gelişecek pseudointimanın tutunması
için bir çekirdek görevi görür, bu yüzden vaskuler bir graft olarak özellikle tercih edilir.
Dakron ile kıyaslandığında daha az fibrotik reaksiyon yaratır bu postoperatif rezidüel
defektlerin kapanmasında dezavantaj oluştururken materyal baffle olarak kullanıldığında
bir avantaj oluşturur. Dakron ile kıyaslandığında cerrahi kontrolü daha kolaydır ancak
sistemik basınç altında iğne deliklerinden kanama daha fazla görülür. PTFE dikişlerin
kullanımıyla iğne deliklerinden kanama azaltılabilmektedir.
3.6. Postoperatif Bakım ve Sonuçlar
Preoperatif dönemde pulmoner hipertansiyonu hafif, ilave anomalisi olmayan, kalp
yetmezliği kontrolde olan hastaların postoperatif dönemleri de oldukça sakin geçer. Buna
karşılık preoperatif pulmoner vasküler rezistansı ve pulmoner arter basıncı yüksek, kalp
yetmezliği, pulmoner komplikasyonlar ve buna bağlı gelişme geriliği gösteren hastalarda
postoperatif dönem en az ameliyat kadar önemlidir. Bu hastalarda pulmoner kan akımını
sınırlayan valvüler ya da subvalvüler pulmoner stenoz yoksa pulmoner arter kateteri
pulmoner arter basıncını izlemede kullanılabilir. Bu hastalarda persistan pulmoner
hipertansiyon ve pulmoner hipertansif kriz postoperatif dönemde akut kalp yetmezliği ve
ölüme neden olan en önemli komplikasyondur. Pulmoner hipertansif kriz, pulmoner
basıncın akut olarak yükselmesi, sistemik basıncın düşmesi ve oksijen saturasyon
düşüklüğü ile seyreden malign bir klinik tablodur. Pulmoner hipertansif krize yatkın
hastalara pulmoner arter basınç eğrisi dikkatle izlenmeli, hastalar sedatize olarak takip
edilmeli, ventilasyon tedavisinde aksaklıklar ve uzamış aspirasyon işlemlerinin emosyonel
stres oluşturarak pulmoner hipertansif krizi tetikleyebilceği unutulmamalıdır. Pulmoner
direnç ile pulmoner hipertansif kriz arasında önemli bir ilişki olmakla beraber VSD
ameliyatı olmuş her hastada pulmoner hipertansif kriz oluşabilir(50). Bu hastalarda
pulmoner vazodilatör tedavi hem krizi önlemede hem de krizin kontrolünde önemlidir.
Bunun için nitrik oksit tedavisi en önemli yöntemdir. Ancak temininde ve uygulamadaki
27
zorluklar nedeniyle, enoksimon ve milrinon gibi fosfodiesteraz inhibitörleri ilioprost,
perlinganit, sildenafil gibi ajanlar kullanılmaktadır.
VSD kapatılması sonrası görülen akut kalp yetmezliğinin bir diğer önemli nedeni
intraoperatif olarak yetersiz myokardiyal korumadır ve mortalitenin önemli bir nedenidir.
Eskiden erken mortaliteyi oluşturan risk faktörleri arasında erken yaşta cerrahi girişim
birinci sıradayken günümüzde primer tamir mortalitesinin azalması ve kardiyopulmoner by
pastaki gelişmeler sayesinde erken yaş eşlik eden kardiyak anomalilerin varlığında risk
faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Multilpl VSD olmasının eskiden riski belirgin arttığı
düşünülürken,
myokardial
koruma
tekniklerindeki
gelişmeler,
ventrikülotomiden
kaçınılması ve device ile kapatmalar sayesinde bu risk belirgin ölçüde azalmıştır. Major
kardiyak anomalilerin eşlik ettiği hastalarda özellikle de multipl VSD‘li hastalarda risk
belirgin ölçüde artmaktadır(51). Eşlik eden aort koarktasyonu ve patent duktus arteriozus
varlığı mortaliteyi arttırmazken, eşlik eden konjenital mitral kapak hastalığında mortalite
belirgin ölçüde artmaktadır. Son yıllarda myokardiyal korumadaki ve kardiyopulmoner bypasstaki ilerlemeler sayesinde kompleks kardiyak anomalili hastalarda da mortalite oranları
azalmıştır. Pulmoner vasküler rezistansın preoperatif düşük olduğu hastalarda erken
mortalite %2,5‘un altındadır, deneyimli merkezlerde bu oran sıfıra yaklaşmıştır. VSD‘nin
ilk 2 yılda kapatıldığı hastalarda fonksiyonel aktivite ve yaşam beklentisi normal
populasyon ile eşittir.
İleti sisteminde cerrahi tamir nedeniyle tam blok gelişme oranı %1‘in altındadır ve
deneyimli merkezlerde sıfıra yaklaşmıştır. Bu oran multipl VSD‘li hastalarda biraz daha
yüksektir (%4). Postoperatif dönemde sağ dal bloğu ise sık gözükmektedir. VSD‘nin sağ
ventrikülotomi ile kapatıldığı birçok hastada sağ dal bloğu gözükmektedir. Gelband ve
arkadaşlarının çalışmalarında esas sebebin ventrikulotomi olduğunu bildirmişlerdir(52).
Weidman ve arkadaşlarının Mayo Klinik‘ten yaptıkları çalışmada ise, sağ atriotomi
yoluyla kapatılan perimembranöz VSD‘li 36 hastanın %44‗ünde yeni gelişen sağ dal bloğu
saptamışlardır(53). Rein ve arkadaşları infant dönemde sağ atriotomi ile opere edilen
hastalarda bu oranı %34 olarak saptamışlardır(54). Sağ dal bloğunun perimembranöz
VSD‘lerin inferior sınırının kapatılması sırasında oluşan sağ dal hasarına bağlı olduğu
düşünülmektedir. Yine de sağ dal bloğu en az sıklıkla sağ atriotomi yapılan hastalarda
gözükmektedir. Ciddi ventriküler aritmiler ve ani ölüm VSD kapatılması sonrası nadiren
gözükmektedir. Houyel ve arkadaşlarının 4-5 yaş arası VSD kapatılması ameliyatı yapılan
hastalarda yaptıkları çalışmada postoperatif Holter monitorizasyonu ile premature
28
ventriküler erken atım oranlarını %40 olarak saptamışlardır(55). Ancak hastaların hepsinin
asemptomatik olduğunu belirtmişlerdir. Monitorizasyonda ventriküler taşikardiye ise hiç
rastlamamışlardır. Ventriküler aritmi prevalansı atrial yolla kapatılan ve daha küçük
hastalarda daha az olarak saptanmıştır. VSD‘nin yaşamın ilk 2 yılında ve modern
tekniklerle sağ atriotomi ya da sağ ventrikulotomi yoluyla kapatıldığı hastalarda kardiyak
fonksiyonlar genellikle normaldir. Mason ve arkadaşları büyük hastalarda sol ventrikül
boyutlarında ve fonksiyonlarında düşüklüğün postoperatif dönemde de devam ettiğini
belirtmişler ancak hastalarda semptom saptamamışlardır(56). Genel olarak büyük VSD‘si
olan hastaların 2 yaşın altında ve tercihen de 1 yaşın altında opere edilmesinin postoperatif
kardiyak fonksiyonlar üzerine olumlu etkisi olduğu düşünülmektedir. VSD‘nin sol
ventrikülotomi ile kapatıldığı hastalarda sol ventrikül fonksiyonlarında azalma ve sol atrial
basınç değerlerinde artma saptanmıştır. Sol ventrikülotomi yapılan hastalarda postoperatif
dönemde sol ventrikül pseudoanevrizması da görülebilmektedir. VSD ameliyatları sonrası
gözüken bir diğer komplikasyon da rezidüel defektlerin olması ve defektten meydana genel
sol-sağ şanttır. Modern tekniklerin kullanılmasıyla postoperatif dönemde operasyon
gerektiren rezidüel sol-sağ şant oranı azalmıştır. Boston grubu tarafından yapılan
çalışmada 138 hastalık geniş VSD‘li hastaların sadece birinde rezidüel VSD nedeniyle
ikinci bir ameliyat yapılmıştır(57). Green Lane hastanesinden yapılan bir diğer çalışmada
158 hastalık seride 3 hastaya rezidüel VSD nedeniyle ek girişim gerekmiştir.
Hemodinamik önem arz etmeyen küçük rezidüel VSD‘ ler de teorik olarak infektif
endokardit için risk oluşturmaktadırlar. Kesin insidans ancak postoperatif olarak yapılan
sol ventrikülografi ile konabilir ancak bu klinik pratikte mümkün değildir. Green Lane
hastanesinde 35 hastaya başka nedenlerle yapılan kateterizasyon sonrası 3 hastada oksijen
saturasyon çalışmasıyla 4 hastada ise sol ventrikülografiyle rezidüel VSD saptanmış, bütün
defektler hemodinamik olarak anlamsız kabul edilmiştir.
29
4. HASTALAR VE YÖNTEM
Başkent Üniversitesi Etik Kurulu‘nun onayı(Onay tarihi: 18 /10/ 2011, Onay Numarası:
KA11/204) alınarak, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İstanbul Eğitim ve Araştırma
Hastanesi‘nde Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim tarafından 2009-2011 yılları arasında
VSD tanısı alan ve VSD‘si cerrahi olarak ve yama materyali kullanılarak kapatılan 105
hasta retrospektif olarak incelendi. Grup 1 ve Grup 2 olacak şekilde 2 hasta populasyonu
oluşturuldu. Grup 1 ‗de opere edilen hastalarda VSD Dakron yama materyali kullanılarak
Grup 2‘de opere edilen hastalarda ise VSD gluteraldehid ile fikse edilmiş otolog perikard
materyali kullanılarak kapatıldı. Grup 1, 56 hastadan Grup 2, 49 hastadan oluştu. Grup 1 ve
Grup 2‘deki tüm hastalar aynı cerrahi ekip tarafından opere edildi. Hastaların yoğun bakım
ve servis takibi de aynı cerrahi ekip tarafından yapıldı. Çoklu ventriküler septal defektli
hastalar, daha önce pulmoner arteryel band ameliyatı yapılmış olan hastalar ve ventriküler
septal defekt aort koarktasyonu birlikteliği olan hastalar çalışmaya alınmadılar.
Hastaların bilgileri hastane veri bankası olan Avicenna programından ve hasta
dosyalarının retrospektif olarak incelenmesi sonucu elde edildi. Hastaların yaşı, kilosu,
vücut yüzey alanı hasta dosyalarından kaydedildi. Hastaların tümüne preoperatif tanısal
amaçlı kateter anijografi ve ekokardiyografi yapıldı. Hastaların kateter anjiografi
ölçümlerinden pulmoner vasküler rezistans(PVR), pulmoner arter basıncı(PAB) , pulmoner
kan akımının sistemik kan akımına oranı(Qp/Qs) değerleri kaydedildi. Hastaların eşlik
eden kardiyak anomalileri eğer varsa kaydedildi. VSD‘nin tipi yine anijografik ve
ekokardiyografik verilerden yararlanarak kaydedildi. Preoperatif ejeksiyon fraksiyonu(EF),
fraksiyonel kısalma(FK), sol ventriküler alan(LVA), sol ventriküler hacim(LVH), sol
ventrikül sistol sonu çapı(LVESD), sol ventrikül diastol sonu çapı(LVEDD) değerleri
ekokardiyografik verilerden kaydedildi. Bu değerlerden LVA, LVH, LVESD, LVEDD
değerleri vücut yüzey alanına bölünerek indeksleme yapıldı. Hastaların preoperatif aort
yetmezliği, preoperatif triküspit yetmezliği değerleri preoperatif yapılan ekokardiyografi
sonuçlarından belirlendi. Grup 1 ve Grup 2‘deki hastalar aortik kros klemp süreleri,
kardiyopulmoner by-pass süreleri, ektübasyon süreleri, yoğun bakımda kalış süreleri,
hastanede kalış süreleri, postoperatif A-V tam blok, postoperatif rezidüel ventriküler septal
defekt, postoperatif yamada gözlenen anevrizma formasyonu, postoperatif triküspit
yetmezliği açısından karşılaştırıldı. Hastalara postoperatif erken dönemde, 1. haftada,
30
1.ayda ve 6-12.ay arasında pediatrik kardiyoloji bölümünce kontrol amaçlı ekokardiyografi
yapıldı, postoperatif rezidüel ventriküler septal defekt, postoperatif triküspit yetmezliği,
postoperatif yamada anevrizma formasyonu ve buna bağlı oluşan sağ ve sol ventrikül çıkış
yolu
darlığı
açısından
değerlendirildi.
Ameliyatta
hangi
materyal
kullanıldığı
ekokardiyografik değerlendirme yapan pediatrik kardiyologlar tarafından bilinmiyordu.
Postoperatif EF, FK, LVA, LVH, LVESD, LVEDD ölçümleri de ekokardiyografik olarak
yapıldı. Ölçümlerden LVA, LVH, LVESD, LVEDD ölçümleri hastaların kontrol
sırasındaki vücut yüzey alanına bölünerek indeksleme yapıldı. Hastaların aortik kross
klemp süreleri, kardiyopulmoner by pass süreleri, ekstübasyon süreleri, yoğun bakımda
kalış süreleri, göğüs drenaj tüplerinin kalış süreleri, hastanede kalış süreleri hasta
dosyalarından kaydedildi. Postoperatif dönemde A-V tam blok ritm problemi varlığı ve
kalıcı pil gereksinimi hasta dosyalarından araştırıldı. Postoperatif dönemde enfeksiyon
varlığı ve eksitus varlığı hasta dosyalarından araştırıldı. Grup 1 ve Grup 2‘deki hastalar
aortik kros klemp süreleri, kardiyopulmoner by-pass süreleri, ektübasyon süreleri, yoğun
bakımda kalış süreleri, göğüs tüpü kalış süreleri, hastanede kalış süreleri, eksitus varlığı,
postoperatif A-V tam blok, postoperatif rezidüel ventriküler septal defekt, postoperatif
yamada gözlenen anevrizma formasyonu, postoperatif triküspit yetmezliği açısından
değerlendirildi. Postoperatif ekokardiyografik ölçümlerden EF, FK, LVA, LVAİ, LVH,
LVHİ, LVEDD, LVEDİ, LVESD, LVESDİ değerleri her iki grup arasında karşılaştırıldı.
4.1. İstatistiksel Analiz
Projenin başlangıcında üniversitemizin Biyoistatistik Anabilim Dalı ile görüşülerek örnek
genişliği ve testin gücü belirlendi, daha sonra tüm istatistiksel değerlendirmeler
Biyoistatistik Anabilim Dalı tarafından yapıldı. Elde edilen değerler tablolarda aritmetik
ortalama±standart sapma (Ort±s.s.) ve medyan(minimum-maksimum) (Medyan(min-mak))
olarak gösterilmiştir. İstatistiksel hesaplamalar için SPSS(Statistical Package for the Social
Sciences for Windows, version 17,0)programı kullanıldı. İki grup karşılaştırılmasında
normallik ve varyansların homojenliği testleri yapılarak parametrik veya parametrik
olmayan testlerin kullanılacağına karar verildi. Buna göre parametrik değişkenler için,
bağımsız iki grup karşılaştırması, student t testi, parametrik olmayan değişkenler için ise
Mann- Whitney U testi yapıldı. p< 0.05 çıkan sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı olarak
yorumlandı. Değişkenlerin ikisinin de kategorik olduğu durumlarda, Chi- square, Fisher
31
Exact veya Mantel- Hansel ki- kare testleri yapıldı, yine p< 0.05 istatistiksel anlamlı olarak
yorumlandı.
4.2. Cerrahi Teknik
Ameliyat öncesi hasta yakınlarına işlem ve olası komplikasyonları detaylı bir biçimde
anlatıldı ve her hastadan imzalı onay formu alındı.
Tüm hastaların ameliyatı genel anestezi altında yapıldı. Hastanın cildi uygun
cerrahi temizlikten sonra steril olarak örtülüp operasyona hazırlandı. Median sternotomi
yapıldı. Bikaval ve aortik kanulasyonu takiben kros klemp konuldu ve kan kardiyoplejisi
kullanılarak kardiyak arrest sağlandı. Tüm hastalarda orta derecede hipotermi(32-34°C)
sağlandı. 103 hastada sağ atriotomi yoluyla 2 hastada pulmoner arter yoluyla VSD
kapatıldı. VSD‘nin cerrahi olarak görünümümün yetersiz olduğu hastalarda triküspit septal
leaflet radial tarzda bir kesiyle açıldı ya da triküspit kapak kordal dokular kesilerek cerrahi
görüş arttırıldı. VSD‘ler Dakron yama materyali ya da gluteraldehidle fikse edilmiş otolog
perikard yama materyali kullanılarak kapatıldı. VSD kapatılırken tüm hastalarda 5/0 veya
6/0 prolene dikiş ve devamlı sütür tekniği kullanıldı. VSD kapatılırken otolog perikard
kullanılan hastalarda sternotomi sonrası ufak bir parça perikard disseke edilerek çıkarıldı
ve %0,6‘lık gluteraldehid içerisinde yaklaşık yarım saat kadar bekletildi. Sonrasında
perikard %0,9‘luk serum fizyolojik ile 3 kez 30‘ar saniye yıkandı. Kullanıma kadar 1
litrelik %0,9‘luk serum fizyolojik içerisinde bekletildi. Sertleşmiş olan perikard VSD
çapına göre kesilerek kullanıldı. VSD kapatılması öncesinde triküspit septal leafletin
kesildiği hastalarda septal leaflet 6/0 prolene dikişlerle tamir edildi, kordal yapıların
kesildiği hastalarda kesilen yapılar 6/0 prolene dikişlerle reimplante edildi. İşlem sonrası
triküspit kaçağını anlamak için içerisinde SF olan 50‘lik enjektör ile sağ ventrikül hızlı bir
şekilde dolduruldu ve kaçak olup olmadığı değerlendirildi. Sağ atrium iki sıra prolen
dikişlerle devamlı sütür tekniği kullanılarak kapatıldı, aortik kros klemp alındı. Isınma ve
hava çıkarma işlemleri sonrasında hasta kardiyopulmoner-by-passtan ayırıldı. Tüm
hastalara kardiyopulmoner by pass sonrası modifiye ultrafiltrasyon işlemi uygulandı.
Kanama kontrolü sonrası pacemaker telleri ve göğüs drenaj tüpleri konulduktan sonra
katlar anatomisine uygun şekilde kapatılarak operasyon sonlandırıldı.
32
5. BULGULAR
Retrospektif olarak yapılan çalışmada grup 1 Dakron yama kullanılan hastalar, Grup 2
otolog perikard kullanılan hastalar olarak iki gruba ayrıldılar. Grup 1‘de hastaların sayısı
56 ortalama yaş 14,5±4,94 ay idi. Grup 2‘de hasta sayısı 49 ortalama yaş 10,8±1,97 ay idi.
Grup 1‘de hastaların 38‗i erkek, 18‘i kızdı. Grup 2‘de hastaların 25‘i erkek, 24‘ü kızdı.
Grup 1‘de hastaların ortalama ağırlığı 7375±870 gram, Grup 2‘de 7020±816 gramdı. Grup
1 hasta grubunda ortalama vücut yüzey alanı 0,36±0,3 m², Grup 2 otolog perikard
kullanılan grupta ise 0,36±0,26 m² idi. Grup 1‘de 56 hastanın 5‘inde ve Grup 2‘de 49
hastanın 4‗ünde eşlik eden Down Sendromu bulunmaktaydı. İki grup yaş, cinsiyet, kilo,
vücut yüzey alanı ve Down Sendromu birlikteliği yönünden karşılaştırıldığında istatistiksel
bir fark tespit edilmedi (Tablo 2).
Tablo 2. Hastaların Demografik Özellikleri
Grup 1 (Dakron)
(ortss)
Grup 2 (Otolog)
(ortss)
p
Hasta Sayısı (n)
56
49
p>0,05
Erkek Sayısı (n)
38
25
p>0,05
Kız Sayısı (n)
18
24
p>0,05
Yaş (ay)
14,5 4,94
10,8 1,97
p>0,05
Ağırlık (Gram)
7375870
7020816
p>0,05
Vücut Yüzey Alanı (m2)
0,36 0,3
0,36 0,26
p>0,05
5
4
p>0,05
Down Sendromu
Birlikteliği (n)
Hastaların preoperatif ekokardiyografik ölçümleri değerlendirildiğinde grup 1‘de
ortalama sol ventrikül alanı (LVA) 9,6±1,0 cm², sol ventrikül alanının vücut yüzey alanına
bölümü olan sol ventrikül alan indeks (LVAİ) ortalama 25,9±1,44 cm²/m², ortalama sol
ventrikül hacim (LVH) 19,6±3 ml, ortalama sol ventrikül hacim değerinin vücut yüzey
alanına bölümü olan sol ventrikül hacim indeksi ( LVHİ) 51,6±4,82 ml/m², ortalama sol
33
ventrikül diastol sonu çap (LVEDD) 25,3±1,4 mm, ortalama sol ventrikül diastol sonu
çapının vücut yüzey alanına bölümü olan sol ventrikül diastol sonu çap indeksi (LVEDDİ)
72,8±4,2 mm/m², sol ventrikül sistol sonu çap (LVESD) ortalama 14,9±0,98 mm, sol
ventrikül sistol sonu çapın vücut yüzey alanına bölümü olan sol ventrikül sistol sonu çap
indeksi (LVESDİ) ortalama 41,9±2,22 mm/m² idi. Grup 1‘de preoperatif ortalama EF
75,7±1,81 (%), preoperatif ortalama FK 43,2±1,75 (%) olarak saptandı. Grup 2‘de ise,
ortalama LVA 9,6±0,56 cm², ortalama LVAİ 27,5±1,26 cm²/m², ortalama LVH 18,6±1,77
ml, ortalama LVHİ 51,5±2,82 ml/m², ortalama LVEDD 28,2±1,1 mm, ortalama LVEDDİ
82,4±4,5 mm/m², ortalama LVESD 16,3±0,88 mm, ortalama LVESDİ 47,3±2,88 mm/m²
olarak tespit edildi. Preoperatif ortalama EF 73,1±1,5(%), preoperatif ortalama FK
41,0±1,36(%) olarak saptandı. Preoperatif yapılan ekokardiyografik incelemede her iki
grupta da önemli aort yetmezliği saptanmadı. Preoperatif yapılan ekokardiyografide
Dakron grubunda 52 hastada triküspit yetmezliği saptanmadı, 4 hastada ise orta derecede
triküspit yetmezliği saptandı, ağır yetmezliği olan hasta yoktu, otolog grubunda ise 46
hastada triküspit yetmezliği yoktu, 2 hasta orta derecede ve 1 hastada da ise ağır triküspit
yetmezliği mevcuttu. Her iki grup preoperatif ekokardiyografik özellikler bakımından
değerlendirildiğinde istatiksel bir fark tespit edilmedi. (Tablo 3). Hastaların preoperatif
kardiyak kateter bulguları incelendiğinde Dakron yama kullanılan Grup 1 hasta grubunda
ortalama pulmoner vasküler rezistans indeksi
(PVRİ) 0,97±0,25 Unit · m², ortalama
pulmoner arter basıncı (PAB) 30±3,08 mmHg, ortalama preoperatif pulmoner kan
akımının sistemik kan akımına oranı (Qp/Qs) 4,7±0,98 olarak saptandı. Otolog perikard
kullanılan Grup 2‘de ortalama PVRİ 1,2±0,32 Unit · m², ortalama PAB 27±3 mmHg,
ortalama Qp/Qs 3,9±0,68 olarak saptandı. Her iki grup preoperatif kateter bulguları
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (Tablo 3).
34
Tablo 3. Preoperatif Kateter ve Preoperatif Ekokardiyografik Değerleri
PAB(mmHg)
GRUP 1
(ort±ss)
30 ± 3,08
PVRİ(unit · m²)
0,97 ± 0,25
1,2 ± 0,32
p>0,05
4,7 ± 0,98
3,9 ± 0,68
p>0,05
75,7 ± 1,81
43,2 ± 1,75
9,6 ± 1,0
25,9 ± 1,44
19,6 ± 3
51,6 ± 4,82
25,3 ± 1,4
72,8 ± 4,2
14,9 ± 0,98
41,9 ± 2,22
73,1 ± 1,5
41,0 ± 1,36
9,6 ± 0,56
27,5 ± 1,26
18,6 ± 1,77
51,5 ± 2,82
28,2 ± 1,1
82,4 ± 4,5
16,3 ± 0,88
47,3 ± 2,88
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p>0,05
QP/QS
EF (%)
FK (%)
LVA (cm²)
LVAİ (cm²/m²)
LVH (ml)
LVHİ (ml/m²)
LVEDD (mm)
LVEDDİ (mm/m²)
LVESD (mm)
LVESDİ(mm/m²)
GRUP 2
(ort±ss)
27 ± 3
p
p>0,05
Dakron yama kullanılan 56 hastanın oluşturduğu Grup 1‗de VSD 51 hastada
perimembranöz outlet, 1 hastada perimembranöz inlet, 2 hastada musküler outlet bölgede,
1 hastada musküler trabeküler ve 1 hastada da subarteriel bölgede yerleşimliydi. 49
hastadan oluşan Grup 2‗de ise VSD 43 hastada perimembranöz outlet, 1 hastada
perimembranöz inlet, 1 hastada musküler outlet ve 4 hastada subarteriel yerleşimliydi.
VSD‘nin yerleşimi açısından her iki grup arasında istatistiksel olarak fark yoktu (Tablo 4).
Tablo 4. VSD‘ nin Anatomik Yerleşimi
Grup 1
Grup 2
p
Perimembranöz
Outlet
51
43
p>0,05
Perimembranöz İnlet
1
1
p>0,05
Musküler Outlet
2
1
p>0,05
Musküler Trabeküler
1
0
p>0,05
Subarteriel
1
4
p>0,05
35
VSD‘ler 103 hastada sağ atrial yaklaşımla, 2 hastada pulmoner arter yoluyla
kapatıldı. Pulmoner arter yoluyla kapatılan hastalar otolog perikard grubundaydı. Her iki
hasta grubunda da ventrikulotomi yapılmadı.
Hastaların ortalama kardiyopulmoner-by-pass (CPB) ve aortik kros klemp (CC)
süreleri Grup 1 ‗de sırasıyla 59,7±12,2 dakika ve 46,3±10,7 dakika, Grup 2‘de 63,3±12,3
dakika ve 47,7±12,1 dakika olarak tespit edildi. Her iki gruptaki hastalar CPB ve CC
süreleri bakımından karşılaştırıldığında istatistiksel bir fark tespit edilmemiştir (Tablo 5).
Tablo 5. Kardiyo-Pulmoner By-Pass ve Aortik Kros Klemp Süreleri
Grup 1
(ort±ss)
Grup 2
(ort±ss)
p
CPB (dakika)
59,7±12,2
63,3±12,3
p>0,05
CC (dakika)
46,3±10,7
47,7±12,1
p>0,05
Dakron yama kullanılan Grup 1‘de VSD kapatılmasına ek olarak bazı işlemler
yapıldı. On sekiz hastaya atrial septal defekt kapatılması, 4 hastaya patent duktus arteriozus
ligasyonu, 10 hastaya sağ ventrikül çıkış yolunu daraltan kas rezeksiyonu(RVOTR), 3
hastaya triküspit plasti, 15 hastaya diskrete subaortik membran rezeksiyonu, 3 hastaya
pulmoner valvulotomi, 1 hastaya mitral kapak tamiri, 1 hastaya parsiyel anormal pulmoner
venöz dönüş anomalisi(PAPVD) tamiri, 1 hastaya cor triatriatum tamiri yapıldı (Tablo 6).
Grup 1‘de VSD‘nin cerrahi görüşünü kolaylaştırmak için 7 hastada kordal yapılar rezeke
edildi, işlem sonrası kordal yapılar reimplante edildi. 17 hastada triküspit septal leaflet
radial tarzda kesilerek cerrahi görüş arttırıldı. İşlem sonrası septal leaflet tekrar anulusa
dikildi.
Otolog perikard kullanılan Grup 2 hasta grubunda VSD kapatılmasına ek olarak 11
hastaya ASD kapatılması, 12 hastaya PDA ligasyonu, 7 hastaya RVOTR, 7 hastaya
triküspit plasti, 5 hastaya DSM rezeksiyonu, 1 hastaya pulmoner valvulotomi ve 1 hastaya
da mitral kapak tamir işlemi yapıldı(Tablo 6). Grup 2‘de VSD‘nin cerrahi görünümü
arttırmak için 7 hastada kordal yapılar kesildi ve işlem sonrası reimplante edildi, 3 hastada
ise triküspit kapak septal leaflet radial tarzda kesildi ve işlem sonrası tekrar anulusa dikildi.
36
Tablo 6. VSD Kapatılmasına Ek Olarak Yapılan İşlemler
ASD Kapatılması(n)
Grup 1
18
Grup 2
11
PDA Ligasyonu (n)
4
12
10
7
3
7
15
5
Pulmoner Valvulotomi(n)
3
1
Mitral Kapak Tamiri(n)
1
1
PAPVD Tamiri (n)
1
0
Cor Triatriatum Tamiri(n)
1
0
RVOTR (n)
TP(n)
DSM Rezeksiyonu(n)
Hastaların ortalama ektübasyon zamanı, yoğun bakımda kalış süreleri, göğüs drenaj
tüplerinin kalış süreleri ve hastanede kalış süreleri Grup 1‗de sırasıyla 17,9±3,6 saat,
1,8±0,33 gün, 2,4±0,27 gün, 6,75±0,87 gün idi. Aynı parametreler Grup 2‘de sırasıyla
31,2±9,94 saat, 2,4±0,48 gün, 2,1±0,14 gün ve 7,5±0,77 gün olup, ekstübasyon zamanı
Dakron grubunda istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha kısaydı. Diğer
parametreler karşılaştırıldığında her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmamaktadır (Tablo 7).
Tablo 7. Hastaların Gruplara Göre Entübasyon, Yoğun Bakım, Göğüs Tüpleri Kalış ve Ameliyat
Sonrası Hastanede Yatış Süreleri
Grup 1
( ort±ss)
(median(min-max))
17,9±3,6
17,5 (7-68)
Grup 2
(ort±ss)
(median(min-max))
p
31,2±9,94
14 (6-173)
P<0,05
Yoğun Bakımda
Kalış Süresi (gün)
1,8±0,33
1(1-5)
2,4±0,48
1(1-8)
p>0,05
Tüp Kalış Süresi
(gün)
2,4±0,27
2(1-5)
2,1±0,14
2(1-4)
p>0,05
Taburculuk Süresi
(gün)
6,75±0,87
5(3-20)
7,58±0,77
6(4-16)
p>0,05
Entübasyon
Süresi (saat)
37
Her iki grup A-V tam blok yönünden karşılaştırıldığında, Dakron yama kullanılan
grupta 56 hastanın 3‘ünde A-V tam blok gelişti ve kalıcı pacemaker implantasyonu yapıldı.
Otolog perikard kullanılan hasta grubunda 1 hastaya A-V tam blok nedeniyle kalıcı pil
implantasyonu yapıldı. Her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
yoktu(p>0,05).
Hastalar postoperatif görülen enfeksiyon açısından karşılaştırıldığında dakron
grubunda 3 hastada otolog perikard grubunda 9 hastada enfeksiyon tespit edildi ve tedavi
edildi. Her iki grup postoperatif enfeksiyon açısından karşılaştırıldığında Dakron grubunda
istatistiksel olarak anlamlı ölçüde enfeksiyon daha azdı(Şekil 4). Dakron grubunda 1 hasta
kan kültüründe üreme nedeniyle, 1 hasta idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle ve 1 hasta da
hem kan hem de idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle tedavi edildi. Otolog perikard grubunda
1 hasta kateter enfeksiyonu, 1 hasta keratit, 4 hasta pnömoni nedeniyle, 2 hasta pnömoni ve
kan kültüründe üreme, 1 hasta kan ve idrar kültüründe üreme nedeniyle tedavi edildi.
Her iki grupta da postoperatif dönemde derin yara yeri enfeksiyonu ve mediastinit
izlenmedi.
60
50
40
hastalar(n)
30
20
postop enfeksiyon
10
yok
0
var
dakron
otolog
Şekil 4. Gruplara Göre Postoperatif Enfeksiyon Oranları
Her iki grupta da postoperatif dönemde diafragma paralizisine rastlanmadı.
38
Her iki grupta da erken mortaliteye rastlanmadı. Dakron grubunda bir hasta
postoperatif 2.ayda dış merkezde septisemiden ve otolog perikard grubunda 1 hasta dış
merkezde postoperatif 3.ayda pnömoniden kaybedildi.
Hastaların
postoperatif
yapılan
1.haftada
perikardiyal
efüzyona
yönelik
ekokardiyografik incelemelerinde Dakron grubunda 1 hastada ve otolog perikard grubunda
yine bir hastada perikardiyal efüzyon saptandı (p>0,05).Her iki hastada da cerrahi
müdahaleye gerek kalmadan medikal tedaviyle perikardiyal efüzyon kayboldu.
Hastaların postoperatif 1.ayda yapılan ekokardiyografik incelemelerinde Grup 1‘de
ortalama LVA 8,6±3,8 cm², ortalama LVAİ 23,2±4,5 cm²/m², ortalama LVH 17±12,7 ml,
ortalama LVHİ 43±15,7 ml/m², ortalama LVEDD 25,3±7,13 mm, ortalama LVEDDİ
73,1±17,4 mm/m² , ortalama LVESD 17,9±5,3 mm, ortalama LVESDİ 50,4±12,3 mm/m²,
ortalama EF 61,6±9,61(%), ortalama FK 31,7±7,3(%) olarak saptandı. Grup 2‘de ise,
ortalama LVA 7,9±2,6 cm², ortalama LVAİ 24,2±5,22 cm²/m², ortalama LVH 14,5±7,59
ml ortalama LVHİ 42,4±12,7 ml/m², ortalama LVEDD 23,8 ±6,3 mm, ortalama LVEDDİ
74,4±19 mm/m², ortalama LVESD 15,8±5,52 mm, ortalama LVESDİ 49,4 ±16,3 mm/m²
idi. Ortalama EF 63,7±9,43(%) ve FK 33,2±6,2(%) olarak saptandı. Her iki grup
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamaktaydı(Tablo 8). Her iki
grupta da VSD‘ye konulan yamada ventrikül çıkış yolunu daraltan anevrizma
formasyonuna rastlanmadı. Dakron grubunda 13 hastada ve otolog perikard kullanılan
grupta 16 hastada rezidüel VSD bulunmaktaydı. Her iki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark yoktu, rezidüel VSD‘ler 2,5mm‘nin altında idi ve hemodinamik olarak
önemsizdi. Dakron grubunda 6 hastada, otolog perikard grubunda 4 hastada orta derecede
triküspit yetmezliği saptandı, diğer hastalarda triküspit yetmezliği hafifti ya da yoktu. Ağır
triküspit yetmezliği saptanan hasta olmadı. Her iki grup arasında triküspit yetmezliği
açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
39
Tablo 8. Hastaların Postoperatif İlk Ekokardiyografi Değerleri
GRUP 1
(ort±ss)
GRUP 2
(ort±ss)
p
EF (%)
61,6 ± 9,61
63,7 ± 9,43
p>0,05
FK (%)
31,7 ± 7,3
33,2 ± 6,2
p>0,05
8,6 ± 3,8
7,9 ± 2,6
p>0,05
LVAİ(cm²/m²)
23,2 ± 4,5
24,2 ± 5,22
p>0,05
LVH (ml)
17,0 ± 12,7
14,5 ± 7,59
p>0,05
LVHİ(ml/m²)
43,0 ± 15,7
42,4 ± 12,7
p>0,05
LVEDD(mm)
25,3 ± 7,13
23,8 ± 6,3
p>0,05
LVEDDİ(mm/m²)
73,1 ± 17,4
74,4 ± 19
p>0,05
LVESD (mm)
17,9 ± 5,3
15,8 ± 5,52
p>0,05
LVESDİ(mm/m²)
50,4 ± 12,3
49,4 ± 16,3
p>0,05
LVA(cm²)
Hastaların ortalama takip süresi Dakron grubunda 18±6,29 ay ve otolog perikard
grubunda 8,12±4,55 ay idi.
Hastaların taburculuk sonrası son eko incelemelerinde Grup 1‘de ortalama LVA
10,0±0,7 cm², ortalama LVAİ 20,5±1,04cm²/m², ortalama LVH 19,2±2,43 ml, ortalama
LVHİ 40,3±3,37ml/m², ortalama LVEDD 30,8±2,36 mm, ortalama LVEDDİ 57,6±2,28
mm/m², ortalama LVESD 17,3±0,8 mm, ortalama LVESDİ 33,6±1,8 mm/m² idi. Ortalama
EF 72,5±1,45 (%) ve ortalama FK 40,5±1,29 (%) olarak saptandı. Grup 2‘de ise, ortalama
LVA 8,5±0,48 cm², ortalama LVAİ 24,6±1,27 cm²/m², ortalama LVH 15,6±1,37 ml,
ortalama LVHİ 43,6±2,82 ml/m², ortalama LVEDD 26,6±1,04 mm, ortalama LVEDDİ
69,7±3,38 mm/m², ortalama LVESD 15,9±0,66 mm, ortalama LVESDİ 40,8±2,01 mm/m².
Ortalama EF 68,5±2,13(%) ve ortalama FK 37,7±1,58 (%) olarak saptandı. Her iki grup
istatistiksel olarak karşılaştırıldığında LVEDD Dakron grubunda LVEDDİ ve LVESDİ
değerleri otolog perikard grubunda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksektir. Diğer
parametreler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (Tablo 9).
40
Tablo 9. Hastaların Postoperatif Son Ekokardiyogafi Değerleri
GRUP 1
(ort±ss)
GRUP 2
(ort±ss)
p
EF (%)
72,5 ± 1,45
68,5 ± 2,13
p>0,05
FK (%)
40,5 ± 1,29
37,7 ± 1,58
p>0,05
LVA(cm²)
10,0 ± 0,7
8,5 ± 0,48
p>0,05
LVAİ (cm²/m²)
20,5 ± 1,04
24,6 ± 1,27
p>0,05
LVH (ml)
19,2 ± 2,43
15,6 ± 1,37
p>0,05
LVHİ (ml/m²)
40,3 ± 3,37
43,6 ± 2,82
p>0,05
LVEDD (mm)
30,8 ± 2,36
26,6 ± 1,04
p<0,05
LVEDDİ(mm/m²)
57,6 ± 2,28
69,7 ± 3,38
p<0,05
LVESD (mm)
17,3 ± 0,83
15,9 ± 0,66
p>0,05
LVESDİ(mm/m²)
33,6 ± 1,08
40,8 ± 2,01
p<0,05
Her iki grupta da VSD‘ye konulan yamada ventrikül çıkış yolunu ya da ventrikül
girişini daraltan anevrizma formasyonuna rastlanmadı. Gruplar rezidüel ventriküler septal
defekt yönünden karşılaştırıldığında Dakron grubunda bir hastada ve otolog perikard
grubunda yine bir hastada rezidüel ventriküler septal defekt saptandı, her iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu ve rezidüel ventriküler septal defektler hemodinamik
olarak önemsizdi(şekil 5).
41
60
50
40
30
h a s t a l a r (n)
20
son eko rezidüel vsd
10
yok
0
var
dakron
otolog
Şekil 5: Son Eko İncelemelerinde Gruplara Göre Rezidüel VSD Oranları
Postoperatif yapılan son ekokardiyografik incelemelerde Dakron grubunda 3
hastada, otolog grubunda 2 hastada orta derecede triküspit yetmezliği saptandı. Diğer
hastalarda triküspit yetmezliği hafifti ya da yoktu. Ağır yetmezlik saptanan hasta olmadı.
Her iki
grup arasında triküspit
yetmezliği açısından istatistiksel olarak fark
bulunmadı.(şekil 6)
42
60
50
40
30
H a s t a la r (n)
20
son eko ty
10
yok
0
var
dakron
otolog
Şekil 6: Son Eko İncelemelerinde Gruplara Göre TY Oranları
Her iki grupta da takiplerde klinik ve ekokardiyografik olarak infektif endokardit
saptanmadı.
43
6. TARTIŞMA
VSD nedeniyle ameliyata alınan ve interventriküler ilişkinin 2 farklı materyalle kapatıldığı
hastaları incelediğimiz bu retrospektif çalışmada, gluteraldehidle fikse edilmiş otolog
perikardın Dakron yamaya üstün bir materyal olmadığı ancak iyi bir alternatif olduğu
kanısına varılmıştır.
Ventriküler septal defekt interventriküler septumdaki bir veya daha fazla delik
olarak tanımlanabilir. En sık gözüken doğumsal kalp hastalığıdır. VSD ilk olarak 1954
yılında Lillehei ve Varco tarafından kapatılmıştır. Daha sonraki yıllarda CPB‘nin rutin
kullanıma girmesiyle ve buna paralel olarak kalp cerrahisinde yaşanan gelişmeler
sayesinde günümüzde deneyimli merkezlerde düşük yaş grubunda bile sıfıra yakın
mortalite oranlarıyla yapılabilmektedir. Ventriküler septal defektlerin çoğu spontan
kapanma eğiliminde olmakla beraber spontan kapanma ihtimali ilk aylardan itibaren yaşla
azalan bir eğri çizer. Spontan kapanma dışında VSD‘nin tedavisi invaziv olarak VSD‘nin
kapatılmasıdır. Son yıllarda invaziv kardiyolojideki gelişmeler sayesinde VSD‘lerin bir
kısmı transkateter veya hybrid yaklaşımlarla başarılıyla kapatılabilmekteyse de özellikle de
perimembranöz VSD kapatılması sonrası gözüken yüksek A-V tam blok oranları
nedeniyle, birçok merkez halen transkateter
yöntemleri musküler defektlerde ya da
postoperatif rezidüel defektlerin kapatılmasında tercih etmektedirler ve cerrahi tedavi VSD
kapatılmasında halen en sık kullanılan yöntemdir.
VSD kapatılırken genellikle yama materyali kullanılır, çok küçük defektler primer
de kapatılabilir. VSD kapatılması sırasında en sık kullanılan yama materyalleri sentetik
materyallerdir. Sentetik materyaller içerisinde de en sık Dakron materyali kullanılmaktadır,
ikinci olarak da PTFE kullanılmaktadır.
Dakron implante edildiği dokuda fibrotik bir reaksiyonu tetiklemektedir. Bu
özellikle VSD ameliyatları sonrası gözüken rezidüel VSD‘lerin bu fibrotik süreç sonunda
kapanmasını kolaylaştırmaktadır. İmmun reaksiyonu tetiklemesi ve fibrozis oluşturması
nedeniyle semilunar kapaklara yakın kullanılması durumunda semilunar kapaklarda
çekilmelere
neden
olabilir(49).
Elastik
yapıda
olması
cerrahi
sırasındaki
kontrolünü(handling) zorlaştırmaktadır. Tüm sentetik materyallerde olduğu gibi enfeksiyon
riski düşük de olsa bulunmaktadır.
44
PTFE içerdiği porları sayesinde gelişecek pseudointimanın gelişebileceği bir
çekirdek görevi görür ve bu yüzden vasküler graft olarak kullanımı daha sıktır. Dakron ile
karşılaştırıldığında daha az fibrotik reaksiyon yaratması postoperatif rezidüel VSD‘lerin
kapanmasında dezavantaj oluşturmaktadır. Cerrahi sırasındaki kontrolü ise daha kolaydır.
Otolog perikard VSD kapatılmasında kullanılabilen bir diğer materyaldir. Steril
olması, immun reaksiyon yaratmaması, kolay erişilebilir olması ve hemostatik olması
avantajlarıdır. Perikardda zamanla fibrozis ve kalınlaşma görülebilir ama dakron
materyalde görülen çevre dokuda oluşan fibröz reaksiyon izlenmez. Otolog perikard
―fresh‖ olarak kullanılabilinir ya da gluteraldehid ile fikse edildikten sonra kullanılabilinir.
Otolog perikardın fresh olarak kullanılması yamanın cerrahi sırasındaki kontrolünü
zorlaştırmaktadır. Ayrıca postoperatif dönemde VSD‘ye konulan yamada anevrizma
formasyonu gelişebilir. Oluşan anevrizmatik yapı sağ veya sol ventrikül çıkım yolunda
veya sağ ventrikül giriminde darlık oluşturarak akut kalp yetmezliği tablosu yaratabilir.
Ger ve arkadaşları TGA ve VSD nedeniyle opere ettikleri ve VSD kapatılması için fresh
otolog perikard kullandıkları bir hastada operasyondan 1,5 ay sonra sağ ventrikül girişini
daraltan ve akut kalp yetmezliği tablosunda olan 2 aylık bir hastada acilen VSD yamasını
çıkarmışlar ve PTFE yama kullanarak VSD‘yi tekrar kapatmışlardır(58).Fernando ve
arkadaşlarının TGA ve VSD nedeniyle opere ettikleri ve VSD‘yi fresh perikard ile
kapattıkları 14 günlük bir hasta 4 ay sonra sağ kalp yetmezliği semptomları ile başvurmuş
ve yapılan ekokardiyografik incelemede ventrikül sistolünde sağ atriuma prolabe olan dev
anevrizma formasyonu ve ağır triküspit yetmezliği saptamışlardır(59).
Hastayı tekrar
ameliyata alarak anevrizmatik yamayı çıkararak PTFE yama ile defekti tekrar kapatmışlar
ve triküspit kapağı tamir etmişlerdir. Otolog perikardın gluteraldehid ile fikse edilmesi
oluşabilecek anevrizmatik yapının önüne geçebilir. Gluteraldehidin kalp cerrahisinde
kullanımı ilk olarak Alain Carpentier tarafından olmuştur. Perikardın gluteraldehid ile
fiksasyonu bağ dokusundaki kollajen moleküller arasındaki çapraz bağların oluşmasını
arttırır, biyodegredasyonu azaltır, anatomik yapının korunmasını sağlar ve böylece
perikardın daha sert ve daha kuvvetli ve trombojenik olmayan bir yapıya kavuşmasına yol
açar. Perikardın elastik yapısının azalması nedeniyle perikardın cerrahi sırasındaki kontrolü
de kolaylaşır. Vincent ve arkadaşları içerisinde TOF, çift çıkımlı sağ ventrikül gibi
kardiyak patolojilerin de olduğu 60 hastanın VSD‘sini gluteraldehidle fikse ettikleri otolog
perikard ile kapatmışlar ve 6 aylık takiplerde yamada anevrizma, kalsifikasyon ve yama
etrafında rezidüel ventriküler septal defekt saptamamışlardır(60). Otolog perikardda oluşan
45
anevrizmatik yapının bir sebebinin de intraoperatif yanlış olarak alınan VSD yama ölçüsü
ve buna bağlı oluşan çekme kuvveti olduğunu savunan görüşler vardır. Schoff ve
arkadaşları fresh otolog perikard kullandıkları 102 hastalık bir çalışmada, postoperatif
ekokardiyografik takiplerde 3 hastada yamada anevrizma yapısı görmüşler ve bir hastayı
bu yüzden tekrar ameliyat etmişlerdir(61). Yaptıkları mikroskopik incelemede perikardda
inflamatuar ya da dejeneratif değişiklikler saptamamışlardır ve bu yüzden anevrizma
yapısının
yama
ölçüsünün
defekte
göre
büyük
alınması
nedeniyle
olduğunu
düşünmüşlerdir. Bizim hasta grubumuzda postoperatif dönemde yapılan ekokardiyografik
incelemelerde Vincent ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmada elde ettiği sonuçlara
uyumlu olarak gluteraldehidle fikse edilmiş otolog perikard kullanılan hiçbir hastamızda
yamada anevrizma formasyonu tespit edilmemiştir. Otolog perikardın sağ ventrikül çıkım
yolu rekonstruksiyonu amacıyla kullanıldığı durumlarda perikardın fiksasyonu için gerekli
sürenin 10-15 dakika kadardır. Ancak otolog perikardın sol ventrikül çıkım yolu gibi
basıncın daha yüksek olduğu bölgelerde kullanılacağı durumlarda otolog perikardın daha
fazla sertleştirilmesi hedeflenmelidir. Biz hastalarımızda otolog perikardın fiksasyonun
süresini 30 dakika olarak yapmaktayız. Ameliyatta 30 dakika fiksasyon yaptığımız bu
olgulardaki perikard, TOF olgularında kullandığımız 15 dakika fiksasyona göre daha sert
yapıda bir perikard oluşturmaktadır. Bu durum, interventriküler ilişkinin otolog perikard ile
kapatıldığı hastalarda neden anevrizma formasyonu gelişmediğinin yanıtı olabilir.
Literatürde fiksasyon süresinin daha da uzun olması gerektiğini savunan yazarlar da
bulunmaktadır. Vincentelli ve arkadaşlarının perikardı gluteraldehid ile 3 dakika ile 6 ay
arasında değişen sürelerde muamele ettikleri deneysel çalışmanın sonunda gluteraldehid ile
fiksasyon için ideal sürenin 100±0,77 dakika olması gerektiğini belirtmişlerdir(62). Daha
yüksek konsantrasyon oranlarında fiksasyonun gerektiğini savunan yazarlar da
bulunmaktadır. Kapısız ve arkadaşlarının 60 erişkin hastada %0,5, %1 ve %2‘lik
konsantrasyonlarda ve 5, 10, 20 dakika fiksasyon süresi altında uniaksiyal germe testi
kullanarak yaptıklar çalışmada %2‘lik konsantrasyon ve 5 dakikalık fiksasyon süresiyle en
yüksek germe kuvveti bulmuşlardır(63). Literatürde otolog perikardda gözlenen anevrizma
formasyonu perikardın fresh olarak kullanıldığı vakalarda ve genellikle de ilk 1 yıl
içerisinde izlenmiştir. Ancak Kawashima ve arkadaşlarının yine fresh perikard
kullandıkları 9 hastanın 5‘inde yamada anevrizma formasyonu saptamışlardır, 4 hastada ilk
1 yıl içerisinde 1 hastada ise 4 yıl sonra anevrizma formasyonu görmüşlerdir(3). Otolog
perikard kullanılan hasta grubumuzun takip süresi ortalama 8±4 ay gibi kısa bir süredir bu
46
yüzden kesin kanıya varmak için daha uzun takip sürelerine ihtiyaç olduğu
düşünülmektedir.
Rezidüel interventriküler ilişki VSD kapatılması ameliyatlarından sonra mortalite
ve morbiditeyi etkileyen önemli faktörlerden biridir. Literatürde Dakron yamanın
çevresinde oluşturduğu fibrozis nedeniyle takiplerde rezidüel VSD‘lerin kapandığı
belirtilmektedir. İnterventriküler ilişkinin Dakron yama ile kapatıldığı hasta grubumuzda
postoperatif 1. ayda yapılan ekokardiyografik incelemelerde rezidüel VSD görülme sıklığı
%23 (n=13) olup, rezidüel VSD‘lerin çapı 2,5mm‘nin altında idi ve hemodinamik olarak
önemsizdiler. Ortalama 18±6 aylık takip süresi sonunda bir hasta dışındaki diğer bütün
hastalarımızda rezidüel defektin kapandığı tespit edilmiştir, kapanmayan hastada defekt
hemodinamik olarak önemsizdi. İstatistiksel olarak önemsiz olmakla beraber erken
postoperatif dönemde otolog perikard kullanılan grupta hastaların %32‘sinde (n=16)
rezidüel VSD saptandı, rezidüel VSD‘ler 2,5mm‘nin altında ve hemodinamik olarak
önemsizdiler. Ortalama 8±4 aylık takip süresi sonunda yine sadece bir hastada
hemodinamik olarak önemsiz rezidüel VSD saptanmıştır. Bu durum otolog perikardın
rezidüel VSD açısından Dakron yama kadar güvenilir bir materyal olduğunu
düşündürmektedir. Rezidüel defektlerin prognozunda defektin büyüklüğünün önemli bir
parametre olduğunu düşündüren yayınlar vardır. Dodge-Khatami ve arkadaşları xenograft
perikard kullandıkları 100 VSD vakasında postoperatif erken dönemde 2 mm altında tespit
edilen rezidüel VSD‘lerin %90‘ının ilk bir yıl içerisinde kendiliğinden kapandığını
saptamışlardır. İntraoperatif TEE‘nin rutin kullanımı ve 2,5 mm‘den büyük defektlerin
intraoperatif
revize
edilmesiyle
rezidüel
VSD
miktarının
azalabileceğini
savunmuşlardır(64).
Hastalarımızın yapılan son ekokardiyografik incelemelerinde LVEDDİ ve LVESDİ
parametreleri otolog perikard kullanılan grupta daha yüksek bulunmuştur. Bunda Dakron
grubunun takip süresinin 18±6 ay, otolog grubun ise 8±4 ay olmasının etkili olmuş
olabiliceğini düşünüyoruz. Preoperatif genişlemiş olan sol ventrikül boyutlarının
regresyonu için Dakron grubunda daha fazla zaman geçmiş olmasının bu değerleri
açıklayabileceğini düşünüyoruz. Hastaların EF, FK, LVA, LVAİ, LVH, LVHİ
parametreleri incelendiğinde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit
edilmemiş olması nedeniyle bu parametreler tek başına değerlendirildiğinde klinik olarak
anlam ifade etmemektedir.
47
VSD ameliyatlarından sonra postoperatif mortalite ve morbiditenin en önemli
nedenlerinden biri pnömonidir. Bizim çalışmamızda interventriküler ilişkinin otolog
perikard ile kapatıldığı hasta grubunda görülen akciğer enfeksiyonu istatistiksel olarak
anlamlı şekilde Dakron yama kullanılan hasta grubundan yüksek bulunmuştur. Ancak bu
fark kullanılan materyalin cinsinden ziyade istatistiksel bir fark oluşturmamakla beraber
yaş ve ağırlık ortalamalarının otolog perikard grubunda daha düşük olmasına bağlanabilir.
Ayrıca otolog perikard kullanılan grupta prematüre doğum öyküsü olan 2 hastanın olması
bu duruma katkıda bulunmuş olabilir. Postoperatif akciğer komplikasyonlarından biri de
diafragma paralizisidir. Akay ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada kardiyak cerrahi sonrası
diafragma paralizisi insidansı %4,9 olarak bildirilmiş ve vakalarının büyük bir kısmının
geniş perikard kullanılan Fallot Tetralojisi ve arteryel switch ameliyatları sonrası geliştiği
belirtilmiştir(65). Joho-Arreola ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada ve Watanebe ve
arkadaşlarının yaptıkları çalışmada benzer şekilde geniş perikard kullanılan vakalarda
diafragma paralizinin daha sık olduğunu tespit etmişlerdir(66,67). Bizim hasta grubumuzda
diafragma paralizisi saptanmamıştır çünkü kullanılan perikard parçası VSD çapından biraz
büyüktür ve alınan perikard parçası frenik sinirden oldukça uzaktadır.
İnterventriküler ilişkinin sentetik materyaller ile kapatıldığı hastalarda infektif
endokardit gelişimi nadiren de olsa bildirilmiştir. Aoyagi ve arkadaşları Dakron materyal
kullandıkları VSD ameliyatından 16 gün sonra Dakron yama etrafında büyük vejetatif kitle
görmüşler ve yamayı ameliyatla çıkarak otolog perikardiyal yama ile defekti tekrar
kapatmışlardır(68). Amato ve arkadaşları TOF ameliyatından 15 yıl sonra Dakron
materyalin
enfeksiyonu
nedeniyle
hastayı
ameliyat
ederek
enfekte
yamayı
çıkarmışlardır(69). Vaideeswar ve arkadaşları 15 yıllık periyotta 13 hastanın Dakron yama
endokarditi nedeniyle kaybedildiğini otopsi sonuçlarıyla bildirmişlerdir(70). Bu durum
dakron yama kullanımı için bir dezavantaj oluşturmakla beraber hiçbir hastamızda
takiplerde infektif endokardite rastlanmamıştır.
VSD ameliyatlarından sonra ritm problemleri özellikle de A-V tam blok
karşılaşılabilen bir komplikasyondur. İstatistiksel bir fark oluşturmamakla birlikte Dakron
yama ile kapatılan 3 hastada, otolog perikard ile kapatılan bir hastada A-V tam blok
gelişmiştir. A-V tam blok gelişimindeki en önemli faktör VSD‘nin posterior inferior
riminden geçilen dikişlerin penetrating bundle‘ı yaralaması sonucudur. Özellikle küçük yaş
grubunda daha fazla inlete uzanım gösteren VSD bulunması ve bu bölgedeki
48
interventriküler septumun (posterior inferior kenar) daha ince olduğu vakalarla sıklıkla
karşılaşıyoruz. Bu olgularda yamanın yerleştirilmesi sırasında doku uyumu daha fazla olan
perikard yerine sentetik materyallerin kullanılması sütüre daha fazla traksiyon
uygulamaktadır. İstatistiksel bir fark olmamakla beraber doku uyumu daha fazla olan
otolog perikardın kullanılması daha az A-V tam blok görülmesinin bir nedeni olabilir.
Her iki grup postoperatif triküspit yetmezliği açısından karşılaştırıldığında
postoperatif erken ve geç dönemde triküspit yetmezliği açısından fark saptanmadı. Son
dönemde gerektiğinde cerrahi görüşün arttırılması için daha sık olarak triküspit kapak
septal leafletin anulustan ayrılabileceği ya da kordal yapıların kesilebileceği görüşü öne
çıkmaktadır. Bizim çalışmamızda da her iki grupta cerrahi görüşü arttırmak için
gerektiğinde kordal yapılar kesildi veya triküspit septal leaflet anulustan ayırıldı. Her iki
grupta 7‘şer hastada kordal yapılar kesildi, triküspit septal leaflet Dakron grupta 17 hastada
otolog grupta ise 3 hastada anulustan ayırıldı. Mavroudis ve arkadaşları izole VSD
nedeniyle opere ettikleri 366 hastanın 230‘unda (%63) triküspit kapak septal leafleti radial
bir kesiyle ayırmışlar ve hastaların %95‘inde triküspit yetmezliği saptamamışlar %5‘inde
orta derecede yetmezlik saptamışlardır ve septal leafletin ayrılmadığı hastalar ile oranları
benzer bulmuşlardır(71). Spray ve arkadaşları VSD ameliyatı yaptıkları hastaların
%23‘nde triküspit septal leafleti ayırmışlar yapmışlar ve triküspit yetmezliği ve A-V tam
blok açısından yapılmayan grup ile fark saptamamışlardır(72). Bizim çalışmamızda da her
iki grupta da ciddi triküspit yetmezliği saptanmadı.
49
7. SONUÇ
VSD kapatılmasında gluteraldehidle fikse edilmiş otolog perikard ile sentetik materyalin
karşılaştırıldığı çalışmamız sonucunda gluteraldehid ile fikse edilmiş otolog perikardın
Dakron materyale üstün olmadığı, ancak iyi bir alternatif olabileceği kanısına varılmıştır.
Özellikle infant döneminde frajil dokuları olan hastalarda doku uyumu daha iyi olan
perikard kullanılabilir. Postoperatif dönemde gelişebilecek olan anevrizma formasyonu
için daha uzun takip sürelerinin daha iyi fikir verebileceği için orta ve uzun dönem
sonuçların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Retrospektif ve nonrandomize yapılan
çalışmamızda elde ettiğimiz verilerin prospektif ve randomize olarak planlanan çalışmalar
sonucunda daha anlamlı ve yararlı olabileceği kanaatindeyiz.
50
8. KAYNAKLAR
1. Hoffman JI. Incidence of congenital heart disease: I—postnatalincidence. Pediatr
Cardiol 16: 103–13, 1995.
2. Fyler DC. Trends. In Fyler DC (ed). Nadas‘ pediatriccardiology. Philadelphia: Hanley
Et Belfus, 273–80, 19923. Kawashima Y, Nakano S, Kato M, Danno M, Sato K: Fate
ofpericardium of utilized for the closure of ventricular septaldefect. Postoperative
ventricular septal aneurysm. J ThoracCardiovasc Surg 68: 209–18, 1974.
4. Okamoto Y. Clinical studies for open heart surgery in infants with profound
hypotermia. Nippon Geka Hokan 38: 188, 1969.
5. Kirklin JW, DuShane JW. Repair of ventricular septal defect in infancy. Pediatrics 27:
961, 1961.
6. Sigmann JM, Stern AM, Sloan HE. Early surgical correction of large ventricular septal
defects. Pediatrics 39: 4, 1967.
7. Goor DA, Edwards JE, Lillehei CW, The devolepment of the interventricularseptum of
the human heart; correlative morphogenetic study. Chest 58: 453-67, 1970.
8. Ferencz C, Loffredo CA, Correa-Villansenor AC, et al. Genetic and environmentalrisk
factors
of
major
cardiovascular
malformations:
Baltimore-Washington
InfantStudy:1981–9.Armonk, NY: Futura, 1997.
9. Tikkanen J, Heinonen OP. Maternal exposure to chemical and physical factorsduring
pregnancy and cardiovascular malformations in the offspring. Teratology.43: 591-600,
1991.
10. Batra M, Heilke CL, Phillips RC. Geographic and Occupational Risk Factorsfor
Ventricular Septal Defects. Washington State 1987-2003. Arch Pediatr AdolescMed.
161: 89-95, 2007.
11. Samanek M, Voriskova M. : Congenital heart disease among 815, 569 children born
between 1980 and 1990 and their 15-year survival: A prospective Bohemia survival
study. Pediatr Cardiol 20: 411-417, 1999.
12. Wilkinson J.L: Ventricular Septal Defect In: Cardiovascular Medicine. Pediatric, ed.
Moller JH Hoffman JIE, New York: Churchill Livingstone 289-309, 2000.
13. Anderson RH, Becker EA, The fibrous skelaton of the heart. In: Cardiac Anatomy. An
integrated Text and Atlas. Edinburg: Churchill Livingstone, pp. 5.2-5.13, 1980.
14. Soto B, Becker AE, Moulaert AJ, Lie JT, Anderson RH. Classification of ventricular
septal defects. Br Heart J 43: 332-343, 1980.
15. Anderson RH, Macartney FJ, Shinebourne EA, Tynan M. ―Pediatric Cardiology‖ p:
615-642. Churchill Livingstone, 1987.
51
16. Freedom RM, Mawson JB, Yoo SJ, Benson NL, : Congenital Heart Disease; Textbook
of Angiocardiography. Armonk NY: Futura publishing Co. , Inc.1997
17. Classification of hearts with overriding aortic and pulmonary valves. International
Journal of Cardiology 9: 353-360, 1985.
18. Ucas Jr. R.V, Adams Jr. P, Anderson R.C, : The natural history of isolated ventricular
septal defect: A serial physiologic study. Circulation 24: 1372-1387, 1961.
19. Aworth S.G, Shuer U, Buhlmeyer K, Reid L. : Development of the pulmonary
circulation in ventricular septal defect: A quantitative structural study. Am J Cardiol
40: 781-788, 1977.
20. Heatham JP, Latson LA, Gutgesell HP. Ventricular septal defect in infancy: detection
with two dimensional echocardiography. Am J Cardiol 47: 85–89, 1981.
21. Sutherland GR, Godman MJ, Smallhorn JF, Guiterras P, Anderson RH, Hunter S.
Ventricular septal defects: two dimensional echocardiographic and morphological
correlations. Br Heart J 47: 316–28, 1982.
22. Sommer RJ, Golinko RJ, Ritter SB. Intracardiac shunting in children with ventricular
septal defect: evaluation with Doppler color flow mapping. J Am Coll Cardiol 16:
1437–44, 1990.
23. Bezold LI, Pignatelli R, Altman CA, et al. Intraoperative transesophageal
echocardiography in congenital heart surgery: the Texas Children‘s Hospital
experience. Texas Heart Inst J 23: 108–15, 1996.
24. Chen FL, Hsiung MC, Nanda N, Hsieh KS, Chou MC. Real time three-dimensional
echocardiography in assessing ventricular septal defects: an echocardiographic-surgical
correlative study. Echocardiography 23: 562–68, 2006.
25. Muthurangu V, Taylor A, Andriantsimiavona R, et al. Novel method of quantifying
pulmonary vascular resistance by use of simultaneous invasive pressure monitoring
and phase-contrast magnetic resonance fl ow. Circulation 110: 826–34, 2004.
26. Axt-Fliedner R, Schwarze A, Smrcek J, Germer U, Krapp M, Gembruch U. Isolated
ventricular septal defects detected by color Doppler imaging: evolution during fetal and
fi rst year of postnatallife. Ultrasound Obstet Gynecol 27: 266–73, 2006.
27. Heath D, Edwards JE. The pathology of hypertensive pulmonary vascular disease: a
description of six grades of structural changes in the pulmonary arteries with special
reference to congenital cardiac septal defects. Circulation18: 533-540, 1963.
28. Shah P, Singh WS, Rose V, Keith JD, İncidence of bacterial endocarditis in ventricular
septal defects. Circulation 34: 127, 1966.
29. Tatsuno K, Konno S, Ando M, Sakakibara S. Pathogenetic mechanisms of prolapsing
aortic valve and aortic regurgitation associated with ventricular septal defect.
Circulation 48: 1028-1037, 1973.
52
30. Thomas P. Graham Jr. Ann Kavanaugh-McHugh Ventricular septal defect and aortic
regurgitation. Progress in Pediatric Cardiology 163-173, 2001.
31. Eith JD, Rose V, Collins G, Kidd BS. Ventricular septal defect: incidence, morbidity,
and mortality in various age groups. Br Heart J 33: 81, 1971.
32. Scully BB, Morales DLS, Zafar F, McKenzie ED, Fraser CD, Heinle JS. Current
expectations for surgical repair of isolated ventricular septal defects. Ann Thorac Surg
89: 544–49, 2010.
33. Jonas RA. Congenital heart surgery in developing countries. Semin Thorac Cardiovasc
Surg Pediatr Card Surg Annu 11: 3–6, 2008.
34. Novick WM, Sandoval N, Lazorhysynets VV, et al. Flap valve double patch closure of
ventricular septal defects in children with increased pulmonary vascular resistance. Ann
Thorac Surg 79: 21–28, 2005.
35. Gan H-L, Zhang J-Q, Zhang Z-G, Luo Y, Zhou Q-W, Bo P.The unidirectional valve
patch provides no benefi ts to earlyand long-term survival in patients with ventricular
septal defectand severe pulmonary artery hypertension. J Thorac Cardiovasc Surg 139:
950–55, 2010.
36. Brown S, Boshoff D, Rega F, Eyskens B, Meyns B, Gewillig M.Dilatable pulmonary
artery banding in infants with low birthweight or complex congenital heart disease
allows avoidance orpostponement of subsequent surgery. Eur J Cardiothorac Surg 37:
296–301, 2010.
37. Lim DS, Forbes TJ, Rothman A, Lock JE, Landzberg MJ. Transcatheter closure of
high-risk muscular ventricular septal defectswith the CardioSEAL occluder: initial
report from the CardioSEALVSD registry. Catheter Cardiovasc Interv 70: 740–44,
2007.
38. Dumitrescu A, Lane GK, Wilkinson JL, Goh TH, Penny DJ, Davis AM. Trancatheter
closure of perimembranous ventricularseptal defect. Heart 93: 867, 2007.
39. Collins NJ, Benson L, Horlick E. Late complete heart block in anadult patient
undergoing percutaneous ventricular septal defectclosure. J Invasive Cardiol 20:
E200–03, 2008.
40. Crossland DS, Wilkinson JL, Cochrane AD, D‘udekem Y, Brizard CP, Lane GK.
Initial results of primary device closure oflarge muscular ventricular septal defects in
early infancy usingperventricular access. Cathet Cardiovasc Interv 72: 386–91, 2008.
41. Diller GP, Gatzoulis MA. Pulmonary vascular disease in adults with congenital heart
disease. Circulation 115: 1039–50, 2007.
42. Goren Flo M, Bettendorf M, Brockmeier K, Ulmer HE. Pulmonary vasoreactivity and
vasoactive mediators in children with pulmonary hypertension. Z Kardiol:
89(11):1000-8, 2000 Nov
53
43. Gersony WM, Hayes CJ, Driscoll DJ. Bacterial endocarditis in patients with aortic
stenosis, pulmonary stenosis, or ventricular septal defect. Circulation 87(suppl I), I121-6, 1993.
44. Timoty J.Gardner, Thomas L. Spray. Operative Cardiac Surgery. Hodder Arnold 2004:
p 673-687
45. Acker, C.L, Idriss, F.S, Zales, V.R. Surgical management of the conal (supracristal)
ventricular septal defect. Journal of Thoracic and Cardiovascular Surgery 102, 288-96,
1991
46. Rusler, GA, Williams, WG, Smallhorn, JF, Freedom, RM. Late results with repair of
aortic insufficiency associated with ventricular septal defect. Journal of Thoracic and
Cardiovascular Surgery 103, 276-81, 1992.
47. Serraf A, Lacour-Gayet, F Bruniaux J. Surgical management of isolated multiple
ventricular septal defect. Annals of Thoracic Surgery 69(suppl I), s25-35, 1992.
48. Deterling RA, Bhoanslay SB. An evaluation of synthetic materials and fabric suitable
for blood vessel replacement. Surgery 38: 71, 1955.
49. Richard A.Jonas Comprehensive Surgical Management Of Congenital Heart Disease
Hodder Arnold Publishment 29-31, 2004.
50. Aşlamacı S. Ventriküler Septal Defekt. Kalp ve Damar Cerrahisi(Paç M, Akçevin A,
Aka SA, Büket S, Sarıoğlu T) NM Medikal&Nobel 1379-1387, 2004.
51. Rizzoli G, Rubino M, Mazzuco A, Rocco F, Bellini P, Brumana T. Progress in the
surgical management of ventricular septal defect: an analysis of a twelve years
experience. Thorac Cardiovasc Surg 31: 382, 1983.
52. Gelband H, Waldo AL, Kaiser GA, Bowman FO Jr, Malm JR, Hoffman BF. Etiology
of right bundle-branch block in patients undergoing total correction of tetralogy of
Fallot. JAMA 164:847, 1957.
53. Okoroma EO, Guller B, Maloney JD, Weidman WH. Etiology of right bundle-branch
block pattern after surgical closure of ventricular septal defects. Am Heart J 90: 14,
1975.
54. Rein JG, Freed MD, Norwood WI, Castaneda AR. Eraly and late results of closure of
ventricular septal defect in infancy. Ann Thorac Surg 24: 19, 1977.
55. Houyel L, Vaksmann G, Fournier A, Davignon A. Ventricular arrhythmias after
correction of ventricularseptal defects: importance of surgical approach. J Am Coll
Cardiol 16: 1224, 1990.
56. Mason DT, Spann JF Jr, Zelis R, Amsterdam EA. Comparision of the contractile state
of the normal, hypertrofied, and failing heart in man. In Alpert N, ed. Cardiac
hypertophy. New York: Academic, p.433, 1971.
54
57. Blackstone EH, Kirklin JW, Bradley EL, DuShane JW, Appelbaum A. Optimal age
and results in repair of large ventricular septal defects. JThorac Cardiovasc Surg 72:
661, 1976.
58. Ger B, Bennink GB, Hitchcock FJ, Molenschot M, Hutter P, Sreeram N. Aneurysmal
pericardial patch producing right ventricular inflow obstruction. Ann Thorac Surg 71:
1346–47, 2001.
59. Fernando A, Jorge YA, Luiz FC, Autologous pericardial patch aneurysm after
ventricular septal defect closure and arterial switch operation. J Card Surg 24: 479-480,
2009.
60. Vincent O, Anil KD, Sunil KS, Nagarajan R, Sreekanthan S, Samba K, Experience
with autologous pericardial patch closure of vetricular septal defect IJCVS 22: 212214, 2006.
61. Schoof PH, Hazekamp MG, van Ulzen K, Bartelings MM, Bruyn JA, Helbing W, et al:
Autologous pericardium for ventricular septal defect closure. J Heart Valve Dis 7:
407–09, 1998.
62. Vincentelli A, Zegdi R, Fabre O, de Ibarra JS, Latrémouille C, Chachques JC, Prat A,
Fabiani JN, Is 10 minutes the optimum immersion time in % 0, 6 glutaraldehyde for
human pericardium J Heart Valve Dis 9(4):567-9, 2000 Jul.
63. Kapısız NS, Kapısız HF, Doğan OV, Dolgun A, Yücel E, Glutaraldehyde Fixation of
Autologous Pericardial Patches. Trakya Univ Tıp Fak Derg 25(2):124-129, 2008
64. Ali K, Walter K, Maren T, René P, Dominique B, Valentin R, Urs B, Spontaneous
Closure of Small Residual Ventricular Septal Defects After Surgical Repair Ann
Thorac Surg 83: 902– 6, 2007.
65. Akay TH, Ozkan S, Gultekin B, Uguz E, Varan B, Sezgin A, et al. Diaphragmatic
paralysis after cardiac surgery in children: incidence, prognosis and surgical
management. Pediatr Surg Int 22: 341-6, 2006.
66. Joho-Arreola AL, Bauersfeld U, Stauffer UG, Baenziger O, Bernet V Incidence and
treatment of diaphragmaticparalysis after cardiac surgery in children. Eur J
CardiothoracSurg 27(1):53–57, 2005.
67. Watanabe T, Trusler GA, Williams WG, Edmonds JF, ColesJG, Hosokawa Y Phrenic
nerve paralysis after pediatric cardiac surgery. Retrospective study of 125 cases. J
ThoracCardiovasc Surg 94(3): 383–388, 1987.
68. Aoyagi S, Kawara T, Mizoguchi T. Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus
endocarditis following patch closure of a ventricularseptal defect: report of a case. Surg
Today Jpn J Surg 24: 644–647, 1994.
69. Amato JJ, Douglas WI, Lukash F. Removal of an infected ventricular septal defect
patch after tetralogy repair. Ann Thorac Surg 70: 2140–2142, 2000.
70. Vaideeswar P, Mishra P, Nimbalkar M. İnfective endocarditis of the Dacron patch- a
report of 13 cases at autopsy. Cardiovasc Pathol. 20(5): 169-75, 2011 Sep-Oct
55
71. Russell HM, Forsberg K, Backer CL, Wurlitzer KC, Kaushal S, Mavroudis C.
Outcomes of radial incision of the tricuspid valve for ventricular septal defect closure.
Ann Thorac Surg. 92(2):685-90, 2011 Aug
72. Gaynor JW, O'Brien JE Jr, Rychik J, Sanchez GR, DeCampli WM, Spray TL. Outcome
following tricuspid valve detachment for ventricular septal defects closure. Eur J
Cardiothorac Surg. 19(3):279-82, 2001 Mar.
56
Download