TİYATRODA REALİZM VE KARŞI GERÇEKÇİLER Dramatik realizm insana ayrı, bağımsız bir yer ve ortamıyla ilişiklik vermiştir; insan zaman ve mekan içine yerleştirilmiştir. Realizm insana işlevselliği olan bir insani varlık özelliklerini farkedilebilir biçimde vermiştir. Realizm insaı “varolmakla” (existence) değerlendirmiştir; karşı-gerçekçilerin savı olan, “özünü” bağışlayamadıysa da onu1 sahnede varetmiştir. Oysa karşı-gerçekçiler dramda insanın “özü”nü belki varettiler ama insan yitirildi, sahnede bir öz dolaşıyordu ama insan varolamamıştı. Realizme karşı çıkan aşırı hallerde insan bir feryat ve bir jest olmuştur. Dışavurumcu’da bir fırtınadır, bir soyutlamanın birbirine dönüşen parçası olmuştur ya da toplumsal bir makine... ya da Pirandellovari evrende çok biçimli bir karakter... Oysa gerçekçi tiyatroda en kötü durumda bir ahmaktır. Sembolistler insanı nüanslar içinde ya da simgeler ormanında bir gölge yapmışlardır. Simgesel dekor oyuncuya bir figür görevi yüklemiştir. Stanislavski’nin asal ilkesi oyuncunun temsilde karakter olarak gelişimiydi. Yönetmenin başlıca görevi; oyuncuyu karakter olarak yaşamaya muktedir kılmasıydı. Duygusal-bellek ile oyuncu, karakteri geliştirmeye çalışır. Gordon Craig, Max Reinhardt ve teyetral estetikçiliğin diğer önderleri oyuncubireyi sahne üzerindeki aydınlatıcı, çağrıştırıcı düzenlemelere dayandıran bir karşı hareketi başlatılar. Meyerholdt Sovyet rejiminin ilk yıllarında aşırı konstrüktivizmi kullanan otokrat bir yönetmendi. Oyuncuunu ise 1918den sonra bir akrobata dönüştüren uygulamalara başladı “Değişen Avrupa’da Tiyatro”da Jozef Gregor şöyle yazmıştı: “Köşeli, mekanik hareketler yapan ve kendi dışından hareket ettirilen kuklalar kalabalığı idi Meyerholdt Tiyatrosu” Meyerholdt’un makineleştirme tutkusu, Dışavurumcu sahnenin aşırı biçimlerince de benimsenerek Sovyet Rusya’da olduğu kadar Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupasınca da tutuldu. Makineye tapma düşkünlüğü İtalya’da da güçlüydü. İtalya’da mekanik stilizasyon “Fütürizmi” doğurmuştu; çünkü mekanik sanata geleceğin kaçınılmaz sanatı olarak bakılıyordu. Dekorda bir yapı iskeleti gibi ortaya çıkan Konstrüktivizm “yapı ustasının, mimarın, mühendisin fikirlerini ve mekaniği tiyatroya” getirmiş ve “halka” ‘toplumsal yaşamın çevreleriyle’ ilgili yeni bir kavram getirmişti. Böylece mühendislik ilkelerine dayanan sahnelemelerin oyuncuyu bir ‘gereç’ haline getirmesi pek şaşırtıcı değildir. Meyerholdt’un oyunculuk sistemi “Taylorizm”in 1 İnsanı etkisini taşıyordu. Zihni, oyundan çıkarıp atmayı ve xx? Algılamayı ve sözü savunan Behaviorizm’i (Davranışçılık) içeriyordu. Simgecilik ve “gerçek olmayanın illüzyonu” Ondokuzuncu yüzyıl yarısında yapay realizm yeni bir yazarlık akımı ile karşı karşıya geldi. Bu yeni romantik girişim “ gizemlinin duygusuna” yönelmişti. Belirsiz, usdışı duygu ve görüntüler bu simgecilik tiyatrolarının özel ilgi alanı oldu. Işık müziğin görsel eşdeğeri olarak kullanılıyordu. Bu akım, sahneye büyük bir görsel güzellik getirdi. Amerikalı sahne tasarımcısı Robert Edmund Jones görüşlerini şöyle özetlemişti: “ İyi bir sahne tasarımı bir resim değil bir imge olmalıdır’’. Tiyatro sanatı betimleyici değil çağrıştırıcı olmalıydı. “Güzellik, yüzeyselliklerin arındırılmasıdır.” Veya yüzeysellikten arındırma. Realistleri, “Yaşamın gerçekliğini neşesiz ve rengi uçmuş kelimelerle dile getirdikleri için protesto ediyorlardı. Realistlerin tiyatro ideali ‘psikolojik ve toplumsal gerçekliğin bir illüzyonunu üreten bir sanat’ idi. Simgecilerin tiyatro ideali ise ‘Manevi gerçekliğin illüzyonunu üreten bir sanat’dı. Tiyatrodan büyü bekleniyordu. Büyü ise illüzyona dayanırdı. Bundan dolayı ışıklama çok önem kazanmıştı. (Oysa güneş ışığı altında oynanan Antik Yunan ve Elizabet tiyatrolarında sahnede intiharlar, savaşlar olmasına rağmen illüzyonu olmayan bir oyun oynanırdı. Karşıt bir etken ‘uzaklaştırma ve soyutlama’ söz konusuydu, (maskeler ve trajik uzaklık ile) Öznelci Parçalama (Dışavurumculuk) Epik Bütünleme (Brecht Tiyatrosu) Simgeci akım gerçekçi dram sanatını yumuşattı, inceltti; dışavurumculuk ise, gerçekliğin parçalanmasını getirdi. Dışavurumculuk, gerçekliğin dışsal biçiminin yıkımını isteyen bir hayat ve sanat görüne sahipti. Dışavurumcu için sanat ve sahne modern insanın ve yirminci yüzyıl toplumunun parçalanmasını, dağılışını, bölünüşünü yansıtmalıydı. Fütüristler ve Konstrüktivistler içinse sahne, makinenin olağanüstü dinamik yapısını yadetmeliydi. Sürrealist için sahne, gerçekçiliğin engellediği bilinçaltının özgür fantazilerini boşaltma alanıydı. (O, bilinçaltı ki insanın asıl gerçeklerini taşıyordu) Alman dışavurumcularının betimlediği toplum çağunlukla bir kabustan, karabasandan pek farklı değildi. Sürrealistler daha da ileri gittiler; tanıdık, alışılmış, bildiğimiz gerçekliği yadsıdılar; onun düzenini vr derlitoplu mantığını bir hile, bir sanrı olarak aldılar. Gerçekliğin yüzü bilinçaltı sanatta ortaya çıkarılacaksa parçalanmalı, bozulmalıydı. Kuşkusuz bu yüzü yıkmak için dramın gerçekçi biçimini yıkmak gerekliydi. Bu yüz kaldırılınca da usdışı olup bitenler, kaygılar, saplantılar ve ilkel arzular ortaya çıkacaktı. Çünkü bunlar hergünki davranışlarımızın altında yatan hakiki gerçeklikdi. Bununla birlikte toplumsal gerçekliğe verilen önem, yönetmen Erwin Piscator ve Şair Bertoldt Brecht’in 1920de geliştirmeye başladıkları ‘Epik Realizm’ diye bilinen yazarlık ve sahneleme biçimleriyle tekrar etkili olmaya ve önem kazanmaya başladı. Şimdi, tekerlek tam bir daireyi dönerek Ortaçağların çoklu sahnesine geri dönmüştü. Reinhardt bu konvansiyonu yüzyılın başında Hofmansthal’ın ‘Büyük Dünya Tiyatrosu’nu aynı hat üzerine yerleştirilmiş küçük ayrı mansiyonlar dizerek gerçekleştirmişti. Bununla birlikte Epik Tiyatro en hasından teyetral hatta şendi. Oyun da, sahne temsili de aktüalitenin illüzyonunu korumayacaktı. Epik ve Politik tiyatrolarda karakterin içsel çözümlemelerine başvurulmadı. Sahne devingen yapıldı; sürekli olarak işleyen bir makine gibi düşünüldü. (Özellikle Piscator sahnesi) ‘Makine olarak sahne’ kavramı yeniden geldi. Oyunculukta gestus’a önem verildi. Oyuncunun her duygu ve heyecanı görünür olmalı ve gestus’a dönüşmelidir. Epik tiyatro hem karşı-gerçekçi, hem de karşı-Aristotelesçidir; yani illüzyona ve dramatik yapıya karşıdır. Bununla birlikte Epik gerçekçilik nesnel bir sanattır. Gerçekçilik (Realizm) ve Klasisizm Modern Realizm klasisizmin karşıtı değildir. klasisizmin asal ögelerine sahiplerdir. Nesnellik : Yazarın bakış açısı Akılcılık : Yazarın kavrayışı Düzen : Yazarın anlaşılmak için sunduğu biçim Sorumluluk : Sanatçının insanlığa ve topluma karşı sahip olduğu değerler. Bunlar onun sunduğu dünyadır. Modern Realizm, Klasisizme, uygarlığın değerlerine sahip çıkma ve koruma bakımından benzer. Klasizk eser temelde çağı ile bir ilişki içindedir. Klasisizm yalnızca konvansiyon savunması değildir ya da konvansiyonlar bütünü değildir. Sembolizm ve Romantizm Romantizm Fransız Devrimini hazırlayan rüzgarlar arasındadır. Otoriteye ve kurallara karşı çıkıp özü; siyasal bir hareket olan Fransız Devrimi’nin içinde olduğu gibi sanatsal bir akım olan aynı zamanda ortaya çıkan Romantizm içinde de bulunur. Yalnız devrim öncesi Romantizm ile Devrim sonrası Romantizm özellikle Fransa’da başka ya da farklı görünüm içindedir. Devrim önce başkaldırı, krallığa ve klasik sanata yönelmiştir ve daha olumlu bir ruh durumunu yansıtır. Devrim sonrası orta sınıfın, devrimi birlikte yaptığı halk tabakasına sırtını çevirmesi Devrimci sanatçıları hayal kırıklığına uğratmış,ihanete uğradıkları kanısıyla siyasete egemen olan orta sınıftan kaçışı, hayalkırıklığını, yalnızlığı, sevgi arayışını dile getirmişlerdir. 1890lardan sonra Romatizm’in tekrar canlandığı görülüyor. 2 Bu dönem sahnelerinin en gözde oyunu Cyrano de Bergerac’tır. Bir mistisizmi içeren Sembolistler=Simgecilerin dramlarında ve temsillerinin özünde de bir romantiklik bulunur. Yaşamın bilinen görünümlerini ele aldıkları zaman bile simgeci yazarlar, romantik yalnızlığın, yalıtılmışlığın acısını (pathosunu), gizemini ve şaşkınlığı uyandırmak istemişlerdir. Romantik dram açık ve anlaşılırdır fakat simgeci dram ima edici, éörtük konuşucu”dur. Simgeci dramın olaylar dizisi hafifçe gölgeli ve kaçamaklıdır, müphemdir. Mecaz (Metafor) Estetiği Neoromantik bir yazar kuşkusuz mecaz kullanır, fakat simgeci yazarlıkta oyunun kendisi mecaz olur. Maeterlinck’in Kör oyunu vb. Simgeci yazar çevreyi kullanırken romantikler gibi onu çekici bir öge gibi değil de oyunun ruhunun bir simgesi olarak alır. Sembolizm gerçekçilikten saparken Romantiklerden daha kökten ve modern ayrılmalar, kaymalar yapmıştır. G. Craig, ilk makalesinde şöyle yazmıştır: “Önce doğaya değil şairin oyununa bakınız.” (Gerçekçiler aksiyonların ateşleyicisi olarak; Romantikler de tiksindikleri kent ve cemiyet yyaşamından arı olduğu için doğaya öncelik tanımışlardı.) Realizme karşı olan akımlar içinde simgeciler dramaturginin temel taşını mecaz yapmışlardı. Dışavurumcu dram ve tiyatro da belirgin olarak mecaziydi.3 Epik gerçekçiler bile simgeci ve dışavurumcu öznellikle ilgileri olmadıkları halde dramatik aksiyonlarını durum ya da aksiyon içinde bir sorun olarak mecazı sunmaya eğilimliydiler. Hatta simge gerçekçi yazarlar tarafından da kullanıldı. Yaban Ördeği , Yapı Ustası Solness, Martı , vişne bahçesi , Bütün Oğullarım v.b gibi. Fakat yaşantı ve gözlemle sarmalanmış simge ile, gözlem ve yaşantıdan yoksun ve iddalı ve gösterişli olduğu için ‘‘basit ’’ ve ‘büyük’4 olan simge arasında çok önemli farklar vardır. Kimileri bu akıma Neoromantizm adını veriyorlar. Hatta dışavurumcu oyunları (Woyzeck’i bile) Alman Neoromantizmi sayıyorlar. Çünkü romantizmin abartısı burada ters işliyor ve ideal romantik kahraman çürümüş kahraman oluyor. 2 Mecaz – söz oyunu; bir şeyi diğerine benzetmeyle kullanırken benzetilen şeyin bir özelliğinden yola çıkılır. (‘gibi’ sözcüğü kullanılırsa bu mecaz değil teşbih olur) Mecaza örnek: hayat bir sahnedir. Tanrı da yönetmen 3 büyük denmekle adeta oyunun tümünü kaplar biçimde hacimli ve bundan dolayı incelikten yoksun olanı anlıyoruz. 4 Teyetralcilik Tiyatronun gerçekçi olmayan biçimleri az çok teyetralcilik sınıfına girerler . Fakat teyetralcilik5 klasik bir görünüş ve biçim almamıştır çünkü tutarlı bir form bulamamıştır. Yüzyılımız boyunca teyetral sanat düşüncesi bizimle birlikte olmuştur fakat onun çeşitli biçimsel (formalist) ve stilistik görünümleri deneme niteliğinde biraz aldatıcı ya da kırıklı olmuştur. Birçok dışavurumcu oyunun kırıklandığı gibi... Teyatralciliğin formları süreksiz ve geçicidir aşırı basitleştirme kalın çizgili olursa incelik yitiyor; seyircinin dikkati ......... ve durumdan çekilip en kalın çizgili taslaklar üzerinde duruyor. ‘Formaldeanın modern theater’ J. Gassner Teyetralciliğin temel yapısı tiyatronun dar anlamada bir taklit olmadığıdır. İnsanın tiyatroda olmadığını idda etmenin hiç bir anlamı yoktur; tiyatro (mekanı) dramatik sanatın ortamıdır. Sanatta ise etkililik , ortamı gizleyerek değil kullanarak ortaya çıkar. Ortamın gizlenmesi , sanatın hiçlenmesine eşittir. Tiyatroya gitmenin ereği bir gösteriyi görmek bir yaşantıyı yaşamaktır; gerçekliği görmek ve yaşamak değildir. Teyetralciliğin ideal sahnesi “bir sahneden başka bir şey olmayan sahne”dir. Oyuncunun oynaması istenen herhangi bir yükselti veya zemin sahne’dir. Bu sahnede, seyirciye, bir illüzyoncunun oyunbazlığının kurbanı gibi davranılmaz. Fakat gerçekçi temelden yoksun, teyetralciliğin önemi yoktur. Teyetral vurgu ve yoğunluğu olmayan gerçekçilik ise ‘donuk’ bir temsil olmaktan öteye gidemez. Burada klasik sözcüğü “son biçimini almış, değişmez bir biçim ya da sisteme oturmuş, ekol olmuş anlamında kullanılmıştır. 5