TMH FELSEFE AÇISINDAN ETİK: TANIMLAR - SINIRLAR Betül ÇOTUKSÖKEN (*) Hangi çerçevede olursa olsun ya da hangi sorun/ sorunlar bağlamına ilişkin olursa olsun, her bilgi elde etme sürecini olduğu gibi felsefeyi de bir etkinlik olarak gerçekleştirme olanağını sağlayan, varolanı düşünmede ve dilde toparlayabilmedir. Bu, aslında felsefeyi öteki bilgi dallarıyla eş düzeyde tutan bir açıklama biçimidir. Ancak felsefe böyle bir çabanın yanı sıra, söz konusu işleyişin de hesabını vermeye çalışmaktadır. Daha açık bir deyişle felsefe, tek tek olup bitenlerin (:ana çizgileriyle dışdünya bağlamı), kavramlarla (:düşünme bağlamı), sözcüklerle (:dil bağlamı) olan bağıntısının nasıl kurulduğunu belirgin kılmaya çalışır. Böyle bir çabada tanım ve sınır kavramı öne çıkmakta; felsefe de artık öteki bilgilerle eş düzeyde olmamakta, daha temelde ya da daha tepede yer almakta; hiçbir başka bilgisel etkinliğin yapmadığını yapmakta; yeni bir işlevi yerine getirmektedir. Felsefe artık varlığın bilgisi (:ontoloji), bilginin bilgisi (:epistemoloji) olmaktadır. Bu yaklaşım, insan dünyasının her bağlamı için daha ayrıntılı kılınabilir ya da söz konusu edilebilir(1). Temelde tekil yapılanmalar içinde olan ancak insanın düşünsel yeterliği dolayımında sorunlaştırılan insan dünyasına felsefece yönelmede kendi içinde iki ana yaklaşımdan söz edebiliriz: Yaklaşımlardan birinde nesneleştirilen varolanlar alanının anlaşılmasının anlatılabilmesinin, dile getirilebilmesinin koşullarının bilgisi ortaya konulur ya da bu bağlamlardan hangisine ağırlık, öncelik veriliyorsa, o yolda yürüme içeriklendirilerek belirginleştirilir. Bu saptama, burada “etik” bağlamında yapılacaktır. Öyleyse şu sorular sorulabilir: Şimdiye değin yapılan önbelirlemeler “etik” bağlamında nasıl bir anlam taşıyabilir ya da “etik”le nasıl ilişkilendirilebilir? Etik söz konusu olduğunda bir bakıma salt bu türden açıklamalarla sonuca varmak ya da yetinmek olanaklı mıdır; adına “etik” denilen yapılanmalar düşüneni, insan dünyasının gerçeği de göz önünde alındığında, bir adım daha öteye götürmez mi? Daha açık bir deyişle, etik salt saptayıcı/ belirleyici bir dille/söylemle yetinebilir mi; daha öteye gidip değerlendirici bir dili/söylemi içererek dönüştü(*) Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi, İstanbul 12 Etik bir tür bilgidir. Öyleyse yapılacak iş bir bilgi dalı olarak etiğin, neyin/nelerin bilgisi olduğunu ve taşıdığı özellikleri felsefece ele almak olacaktır. rücü olmaya çalışmaz mı? Etik salt “düzsöz edimi” midir, yoksa “etkisöz edimi” olarak da kendini var edebilir mi(2)? Bütün bu belirlemeler aslında etiği her şeyden önce bir bilgi dalı olarak görmeyi ve değerlendirmeyi içermez mi? Buradaki temel yaklaşım şudur: Etik bir tür bilgidir. Öyleyse yapılacak iş bir bilgi dalı olarak etiğin, neyin/nelerin bilgisi olduğunu ve taşıdığı özellikleri felsefece ele almak olacaktır. Etiği felsefece yönelimle mercek altına almak demek ya da etiğe felsefe aracılığıyla bakmak demek, etiği konusu, konusuna bakışı ve dile getirişi bakımından incelemek demektir(3). Söz konusu ayrıntılı belirlemelerin dışında, etiğe yaklaşımlar ve etikteki yaklaşımlar adı altında daha incelikli belirlemeler yapmak olanaklıdır(4). Felsefi etik diye ayrı bir belirleme tam da bu bağlamda yapılabilir. Böyle bir vurgulamanın ya da belirlemenin nedeni, günümüzde özellikle önplana çıkan meslek etikleri deyişiyle birlikte kaçınılmaz olmakta, böyle bir ayrım yapma gereksinimi doğmaktadır. Etik bağlamda çeşitlenmeler olmasaydı, sadece etik deyişi yeterli olabilirdi; ancak böyle bir gelişmeden sonra “felsefi etik” diye yeni bir belirleme yapmak ve bu etiği her türlü etiğin ortak paydası olarak görmek önem kazanmaktadır. Etiği felsefece boyutlandırmada bir tutamak noktası olarak, gündemde yer alan tanımlardan yola çıkabiliriz; ayrıca etiğin en çok kendisiyle/kendileriyle karıştırıldığı kavramlara yönelebiliriz. Öyleyse ilkin etiğe ilişkin tanım denemelerine, ardından da etikle bir ve aynıymış gibi yorumlanan kavramlara bir göz atalım; etik bir kaynakta şöyle tanımlanıyor: <<En genel TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 423 - 2003/1 TMH anlamıyla “İyi”nin, iyi olanın, iyi davranışların doğasını, özünü ve kaynaklarını araştıran; “İnsan için iyi bir yaşam ne tür bir yaşamdır?”, “Nasıl bir yaşam yaşamaya değerdir?”, “Doğru bir yaşam sürmek için hangi seçimlerin yapılması gereklidir? türünden birbirini bütünleyen sorular eşliğinde “Nasıl yaşamalı?” sorusuna yanıt arayan geleneksel felsefe dalı.>>(5) Felsefe Sözlüğü, etiğe sınırlar çizme, onu, öyle olmayandan ayırma konusunda, uzun uzun açıklamalar yapmayı sürdürüyor. Ancak tanım denemesinin ilk sözcüklerinden de anlaşıldığı gibi, burada genel bir yaklaşım söz konusudur. Bu ve buna benzer belirlemelerle sınırları çizilen etiğe, daha farklı bir yönelimle, daha farklı bir sınır ya da sınırlar çizmek söz konusu olamaz mı? Ahlak, ertelemeye hiç mi hiç gelmeyen yaşamın akışı içinde bize sunulan, yukarıda da belirtildiği gibi, kimi zaman onarılan değerlerin toplamını, tümünü oluşturmaktadır Ahlak ve içinde ahlak sözcüğünün yer aldığı dilsel yapıların da anlaşılır kılınması bu bağlamda çok önemli görünmektedir. Aynı kaynak, ahlakı da şöyle tanımlamaktadır: <<İnsanların gerek yaşam ilgileri gerek metafizik bağlanımları gerekse değer yönelimleri bakımından kendisine göre yaşamakla yükümlü olduklarını duyumsadıklar temelli dünya görüşü; saltık anlamda iyi olduğu düşünülen bir yaşam görüşünde yapılanıp yerleşiklik kazanan, gelenekler ile görenekler yoluyla taşınan yazılı ya da yazılı olmayan davranış kuralları; yaşam ülküsü olarak bilinçli ya da bilinçsiz olarak seçilen yaşama değerleri, erekleri ile tasarıları (...)>>(6). Tanımlama çabası alıntının veriliş biçiminden de anlaşıldığı gibi, sürüp gidiyor. Her iki bağlam için de tanımları çoğaltmak mümkün. Ancak yapılan tanımların ortak paydası dikkate alındığında, gözden kaçırılan birçok noktanın olduğu anlaşılıyor. Öyleyse her şeyden önce herhangi bir tanıma bağlanmaksızın ya da sonunda en genel belirlemelere ulaşmak üzere, can alıcı noktaları belirgin kılmak, hesaba katılması gereken ilk noktayı oluşturuyor. Belki de burada adına “etik”, “ahlak” denilen yapıların yukarıda da kısaca değinildiği gibi, konu, konuya bakış ve dile getiriliş bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada ilkin “etik” öne çıkarılarak sorun bağlamları ele alınmaya başlandı; ancak şimdi de biraz tersinden giderek, ahlakı öne almak sonra da etikte yoğunlaşmak daha doğru gibi görünüyor. Ahlak denilen yapıyla bağlantılı olarak, olağan durumda insan, yukarıdaki tanımdan da anlaşıldığı gibi, anlama yetisinin etkinlikleri de içinde olmak üzere, eyleyen, davranan, tutum/tavır takınan bir varlık; zaman zaman ya da her zaman bir özne. Onun böyle bir varlık oluşunun temeli, dayanak noktası, zamanı üç boyutlu olarak yaşamasıyla, belleği olmasıyla ve bilinçli bir varlık olmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Türdeşiyle olan ilişkisini, farkına varmasa da toplumsallık, tarihsellik ve kültürellik içinde kuran ve böylece, bu yollarla “kendisi olan”, ahlaka, etiğe var olma olanağını sağlayan insan, dışdünyada sadece davranışlara yansıyan değerlerin taşıyıcısı durumundadır. Biz o değerleri görmeyiz; ama o değerlere göre davrandığımızı hepimiz -biraz düşününce- bulgulayabiliriz. Eğitilen varlıklar olarak bize sürekli bir biçimde özellikle de günlük ya da dinsel inanç dizgelerine yapışık bir biçimde çeşitli davranış kalıpları öğretilmektedir. Kendimizi bu bağlamda şöyle bir yoklayalım: Bize, olup bitenler karşısında nasıl davranmamız gerektiği ya öğretilmekte ya da bizler davranış kalıplarını toplumsallık ortamında görerek içselleştirmekteyiz. Zaman zaman da davranış kalıplarını onarma gereksinimini duymaktayız. Ama bunun, öyle kolayca edinilen bir davranış biçimi olmadığını da daha baştan söyleyebiliriz. Öyleyse, ahlak alanında belli değerlere ve değerlerin belirlediği niyetlere, yönelimlere göre sergilenen davranışların söz konusu olduğu ileri sürülebilir. Ahlak, ertelemeye hiç mi hiç gelmeyen yaşamın(7) akışı içinde bize sunulan, yukarıda da belirtildiği gibi, kimi zaman onarılan değerlerin toplamını, tümünü oluşturmaktadır ve dilsel yönden de bakıldığında, “etkisöz edimi” olarak çoğun kendini göstermektedir; örneğin “On Emir”de(8) olduğu gibi. Bu bağlamda uyandırılan bilinç de olsa olsa, şu ya da bu ahlaksal öğüdü seçmede kendini belli eder. Toplum içinde kişiler hakkında “ahlaklı” ya da “ahlaksız “ denildiğinde ya da “örnek bir ahlak”tan söz edildiğinde kişinin sergilediği davranışlarının ardındaki değerlere dikkat çekilmektedir. Eylemin değerini; içerdiği yönelim, davranış doğrultusu ve ulaşılmak istenen amaç belirlemektedir(9). Etiğe gelince, kimi yaklaşımlar daha baştan yapısı gereği etiği, bir felsefe dalı olarak ele almaktadırlar. Kimi yaklaşımlar ise, etiği günlük kullanımları içersinde, ahlakla aynılaştırmaktadır. Kimi yaklaşımlar da etiği içeriklendirmekte; bu yolla, “etikteki yaklaşımlar nelerdir?” sorusuna yanıt oluşturacak belirlemeler yapmaktadır. Haklı olarak bu belirlemelerin ardından da meslek etikleri diye adlandırılabilecek doğrultular gelmektedir. Burada izlenecek yol ise etiği, ahlaka -davranışlar ve onların belirleyicilerine- ilişkin her şeyi bilgi bağlamına taşıyan bir düşünme doğrultusu olarak görmek; bunun yanı sıra felsefenin sorgulayıcı, çözümleyici bakış açısıyla etiği ele almak (:davranışların ardındaki değerleri öne çıkarmak, niyet, amaç kavramları üzerinde ve kullanılan dil/söylem üzerinde bilgisel olarak durmak) olacaktır. TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 423 - 2003/1 13 TMH Yukarıda da dile getirildiği gibi, etik burada, konusu, konusunun bakışı ve kullandığı dil bakımından ele alınacaktır. İlk bağlam, varlıksal bağlamdır; etiğin ontolojisidir; ikinci ve üçüncü bağlam ise etiğin epitemolojisini ve lingüistiğini, dilsel yönünü oluşturur. Etiğin konusu, özneleşen (:özne olarak kendini kuran) insanların birbirleriyle ilişkileri, davranışlarıdır. Bu; görünen, algılanan, dışdünya ortamıdır. Ancak bu dışdünyanın ardında görülmeyen yönelimler çerçevesi, niyetler, amaçlar ağı söz konusudur. Niyetler de her zaman şimdi ve burada olana bağlı olmayanlardır; çünkü insan bellek aracılığıyla, bellekte sakladıklarıyla, kendini -salt- şimdi ve burada olana bağlı olmaktan kurtarır. Kişi, o an için -görünürde- hiç de belirleyici olmayanı anımsayarak, gündeminde en ön sıraya yerleştirebilir. Bu da insan dünyasında düz çizgi halinde işleyen bir belirleme ilişkisinin neredeyse -tümüyleolmadığını göstermektedir. İnsanın kendince önemliyle önemsizi ayırmasının; seçmek, karar vermek, değerlendirmek, hatta yargılamak gibi edimleri gerçekleştiriyor olmasının neden olabileceği belirsizlikler, eylem bağlamındaki çözümleme ve değerlendirme, doğru bir biçimde yargılama (:yargıda bulunma) edimlerini iyiden iyiye zorlaştırmaktadır. Kişinin görünür, algılanır, duyumsanır davranışlarının ötesinde yer alan ve genellikle “değer” sözcüğüyle karşılananlar, kavramsal yapılardır. Genel bir sözcük olan değerin dışdünya bağlamındaki davranışın güdücüsü olduğu ileri sürülebilir. Değer -bu bağlamdadüşünsel nitelikli bir varolandır ve yansızlığın ancak dilde/söylemde yansıtır. Bilgi bağlamında kendisine yönelinen değer oldukça soyut bir belirlenim olarak görünür. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, örneğin “erdem” kavramından söz edilebilir. Bilindiği gibi, felsefi etik tarihi de başlangıç dönemlerinde daha ağırlıklı olmak üzere, erdeme ilişkin açıklamalarla doludur(10). Günlük yaşamın amaçlarıyla, insana öğretilen birtakım yaklaşımlarla bağlantısı içinde ulaşılmak istenen yapılar olarak belirir değerler genellikle. Bir bilgi alanı olarak etiğin düşünsel öğelerinin toplamı, tek tek ya da hep birlikte belirleyici oldukları için aslında en önemli boyutu oluştururlar. Değerler, niyetler ve/ veya amaçlar olarak somutlaştırılırlar. Kimi zaman bu somutlaştırmanın hiç gerçekleşmemesi de olanaklıdır. Etiği felsefe açısından ele almada kendisini gösteren üçüncü boyut ise dil boyutudur. Burada iki türlü dil kullanımdan söz etmek olanaklıdır. Örneğin şimdiye değin yaptığımız açıklamaların olarak “düzsöz edimi”(11) (betimleyici/bilgi verici) olarak belirmektedir. Ancak ödevler söz konusu olduğunda, “etkisöz edimi”(12) (dönüştürücü/buyurucu) biçiminde bir dil kullanımı ortaya çıkmaktadır. Öyleyse, etiğin dili, betimleyici, bilgi verici bir dil olduğu gibi, değerlendirici, buyurucu bir dil olarak da kendini göstermektedir. Etik varlıksal, düşünsel ve dilsel kısaca bilgisel bir etkinlik 14 olarak davranışın, eylemin varoluşunun bilinme koşullarının bilgisidir. Nasıl ki varolana onu bilmek üzere yönelme durumunda herhangi bir varolan nesne durumuna geliyorsa; tıpkı bunun gibi, eylem de kendisine bir öznenin yönelmesi durumunda bilme ediminin nesnesi olmaktadır. Eylem bir bütünlük olarak arka planıyla algılanmakta, çözümleme edimi bu andan başlayarak kendini göstermektedir. Kullanılan dil burada tümüyle betimsel, bilgisel ya da bilgi aktarıcı düz bir dildir. Ancak ardından değerlendirici, buyurucu bir dil kullanımı da gelebilir. Kişi; kendisiyle ve diğer kişilerle ilişkisi içinde davranmakta, eylemde bulunmakta; belli değerlere sahip olmakta; kendisini (:en zor olanı -genellikle-) ve öteki kişileri, eylemleri (:daha kolay olanı -genellikle-) değerlendirmektedir. “Mühendisin meslek bilgilerini kullanırken salt bunlara bağlı olarak davranmasıyla, kişi olarak davranması, etik değerlerin belirleyiciliği altında davranması arasında belli bir fark var mıdır?” sorusunu yanıtlamak çok önemlidir. Şimdiye değin yapılan çalışmalar etik ya da felsefi etik bağlamına yönelmenin sonuçları olarak belirmektedir. Konuya meslek etikleri açısından bakıldığında, felsefi etik, etiğe ilişkin diğer yönelimlerin ortak paydası olarak kendini göstermektedir. Öyleyse bu bağlamda “meslek etikleri nedir?” sorusuna açıklık getirilmelidir. Bu soru yanıtını, belli bir mesleği icra ederken, kendisinden yararlanılacak ya da kullanılacak olan ortak ölçütlerde bulur(13). Mesleki eylemleri gelecek boyutunda ayrıntılı olarak düşünenler, benzer çözümlemeleri yapmaktadırlar, hatta yapmak zorundadırlar; böylece, meslek alanı yeni bir ölçüt/ölçütler geliştirmenin ortamı olmaktadır. Bu bağlamda çözümlemeler herhangi bir meslek ya da iş alanı üzerinden yapılmaktadır. Burada bu türden belirlemeleri, amacımız doğrultusunda mühendislik üzerinden yapabiliriz. Tam da bu noktada “mühendis nasıl bir öznedir?”; “mühendisin meslek bilgileri ile etik bağlamdaki bilgileri (:kendisine, benimsediği değerlere, insan/kişi olarak yönelimlerine ilişkin bilgileri) nasıl bilgilerdir?”, “bu bilgilerini mühendis nasıl edinmiştir?”, “mühendisin genellikle insan, varlık ve bilgi anlayışı nedir?” türünden sorularla; “mühendisin meslek bilgilerini kullanırken salt bunlara bağlı olarak davranmasıyla, kişi olarak davranması, etik değerlerin belirleyiciliği altında davranması arasında belli bir fark var mıdır?” sorusunu yanıtlamak çok önemlidir. TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 423 - 2003/1 TMH Mühendis, mesleğini uygulama alanına soktuğu andan itibaren, kendisi de içinde olmak üzere her insanın çevresiyle, sanal ya da gerçek dünyasıyla olan ilişkilerini olağan ya da olağanüstü her durumda belirleyen, düzenleyen, dönüştüren kişi oluvermektedir. <<Mühendis yaratıcısı ve uygulayıcısı olduğu teknik aracılığıyla insanın içinde yer aldığı ortamı değiştirir, farklılaştırır. Mühendis farklı kılma işlemini bir yandan gereksinimler doğrultusunda yapar; ancak bir yandan da mühendis, yine tekniğin yaratıcısı ve uygulayıcısı olarak yeni gereksinimlerin oluşmasında da katkılı olur. Doğal gereksinimler ve yeni yaşam biçimleri doğrultusunda yaratılan gereksinimler, mühendise sürekli olarak sorumluluklar yükler.>>(14). Öyleyse mühendis aklını, yaratma etkinliğini insanı ve insanın çevresiyle olan ilişkisini ölçü alarak kullanmak durumundadır; bu, aklın toplumsal ve kamusal kullanımından başka bir şey değildir. Bu bağlamda da çok yönlü düşünmek, insana saygıyı öne çıkarmak, insanın doğal ve kültürel çevreyle olan ilişkilerinde gelecek boyutunu sürekli bir biçimde gündeminde saklı tutmak, hesaba katmak ve önemli yönleri oluşturmaktadır. NOTLAR (1) Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir? (1991, 1994), İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2000; Betül Çotuksöken, Felsefeyi Anlamak Felsefe ile Anlamak (1995), İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2001; Betül Çotuksöken, “Sınır Çizme Çabası Olarak Felsefe”, Kavramlara Felsefe ile Bakmak, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 1998, ss. 22-26. (2) Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül Çotuksöken, Felsefe: Özne - Söylem, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2002. (3) Bu çerçevede çeşitli belirlemeler yapılmaktadır; Annemarie Pieper’in belirlemesi de bunlardan biridir: <<1. Etik, insanın eylemlerini konu alır. Buna rağmen karakteristik bir eylem kuramı sayılamaz, zira etiğin konusunu her türlü insan faaliyeti ve eylemi değil de öncelikle ahlakiliği vurgulayan, yani ahlaki eylemler oluşturur (...). 2. Etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı amaçlar; dolayısıyla ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir (...). 3. Etiğin amacına gelince (...): - İnsan pratiğini ahlaki niteliği bakımından aydınlatma, - Eleştirel, ahlak tarafından bir bilinci geliştirebilecek etik argümantasyon biçimlerine ve temellendirme süreçlerine girebilme, - Ahlaki eylemin, insanın isterse gerçekleştirebileceği, istemezse vazgeçebileceği keyfi bir eylem olmadığını; aksine, insan olarak varlığına ilişkin vazgeçilmez bir niteliğin ifadesi olduğunu gös- terebilme, yani insanı sevmeyi öğretebilme.>> (Annemarie Pieper, Etiğe Giriş, Çev. Veysel Atayman-Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, ss. 16-18). (4) <<(...) Bugün felsefede etik adı altında ve etik adına yapılanlara baktığımızda, varolan normları temellendirmeye çalışan t e o r i l e r l e (faydacılık, kontraktualizm gibi); üst normlar getirmeye çalışan t e o r i l e r l e (örneğin Rawl’un teorisiyle) ve relativist etiğe karşı çıkan, ama yine de aynı çerçeve içinde hareket eden t e o r i l e r l e (“iletişim etiği”, “tartışma etiği” vb.) karşılaşıyoruz. (...) Etik tarihi üzerine yazılan el kitaplarına gelince: Bunların çoğuna göre etik, aşağıdaki gelişme çizgisini izlemiştir: Eski Yunan etiği mutlulukçu (eudaimonist) etik idi (...); Kant’la deontolojik etik (...) başladı; 20. yüzyılda değerler etiği başlıyor; günümüzde de etiğin ulaştığı nokta metaetiktir (yani norm önermelerini çözümlemeye ve temellendirmeye ya da temelini bulmaya çalışan etik.>> (İoanna Kucuradi, “Felsefi Etik ve ‘Meslek Etikleri’”, Etik ve Meslek Etikleri, Yay. Haz. Harun Tepe, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, 19 - 20). Bu yazı çerçevesinde yapılan çalışma ise, büyük ölçüde son öbeğe ve onun son belirlemesine (“normların temelini bulmaya çalışan etik”) uygun düşmektedir. Bu bağlamdaki belirlemeler, yapılan çalışmaların n i ç i n ini, a m a c ı nı ortaya koyması bakımından önemli görünmektedir. (5) Sarp Erk Ulaş ve diğ., Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002, ss. 500-501. (6) a.g.y., ss. 24-25. (7) Bu bağlamda Descartes’ın yaptığı belirleme çok ilginçtir: <<Yaşamın kuramsal boyutunu Descartes böyle kurarken öte yandan yaşamın ertelenemeyen yönlerini de hesaba katarak, ivedi karar verme durumlarında geçerli olmak üzere geçici bir ahlak edindiğini açıklar. Descartes’ın bilgi kavrayışını ortaya koyma çabalarında bu geçici nitelikli davranış kuralları sık sık göz ardı edilir; oysa bu ilkeler Descartes’ı bütünlüğü içinde anlamanın vazgeçilmez koşullarını içerirler. Descartes’ın birinci yaşama ilkesi şudur: “(...) ülkemizin yasalarına ve adetlerine uymaktı” (Discours de la methode. CEuvres de Descartes içinde. Par Charles Adam et Paul Tannery. Leopold Cerf. Paris, 1902, ss. 22-23). Diğer ilkeler ise şöyle sıralanmaktadır: “İkinci ilkem, eylemlerimde olabildiğim kadar çok sağlam ve kararlı olmaktı ve en kuşkulu sanıları, bir kez karar verdiğimde, pek güvenilir görüşlermiş gibi sürekli olarak izlemekti. “(a.g.y., s. 24). “Üçüncü ilkem her zaman talihten çok kendimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok arzularımı değiştirmeye; ayrıca genel olarak düşüncelerimizden başka hiçbir şeyin tümüyle elimizde olmadığına; öyle ki dışımızda olan şeylerle ilgili olarak TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 423 - 2003/1 15 TMH elimizden geleni yaptıktan sonra, bizim açımızdan başarmamızın mutlak olarak imkansız olduğu şeylerin varlığına inanma alışkanlığını edinmekti. (a.g.y., s.25). “Nihayet, bu ahlakın sonucu olarak, insanların bu yaşamdaki çeşitli uğraşlarını -başkalarının yaptığı işler hakkında hiçbir şey söylemeksizin- en iyisini seçmeye çalışarak, gözden geçirmeyi düşündüm; bulunduğum yerde yaptığım işi sürdürmekten yani, kendime buyurduğum yöntemi izleyerek, hakikatin bilgisinde ilerleyebildiğim kadar ilerlemekten ve bütün yaşamımı aklımı geliştirmekle geçirmekten daha iyisini yapamayacağımı düşündüm (a.g.y., s.27). İşte burada yaşamın gerçekleriyle tam anlamıyla yüzyüze gelmiş olan ve olup bitenler karşısında mutlaka belli bir tavır takınmanın gerekliliğini savunan, yaşamın ertelenemez oluşunu gören bir Descartes’la karşı karşıyayız. Çünkü yöntemin indirgemeci, son derece biçimsel olan yönünün başka insanlarla ilişkiler söz konusu olduğunda sorun çözücü olmadığının farkındadır. Bir süre için de olsa kendisine kararlarında yardımcı olacak bir eylem planı, doğrultusu oluşturmak zorundadır. Çağdaşlarıyla yoğun entelektüel ilişkiler içinde bulunan, birçok kişiyle mektuplaşan, zamanın tavır takınan bir insanı olarak, kendisini çevresinden hiç bir şekilde soyutlamayan Descartes vardır karşımızda: Gezen, tartışan, mektuplaşan olukça ileri denilecek bir yaşta ülke değiştirmeyi dahi göze alan, verdiği sözleri tutan, bir Descartes’la karşı karşıyayız.>> (Betül Çotuksöken, “Descartes’ta Özne Kavramı”, Kavramlara Felsefe ile Bakmak, İnsancıl Yayınları, 1998, ss. 88-89). Günümüz açısından Descartes’a yönelecek olursak, pratikte, eylem alanında oldukça yerel bir tutumu benimsediğini öne sürebiliriz. (8) Kutsal Kitapta geçen On Emir (Decalogue: Ten Commandments) Sina’da Musa’ya bildirilen on Tanrı buyruğu. (9) Çoğunlukla yerel nitelikli ve kısa erimli “iyi”, “kötü” değerlendirmelerinde olduğu gibi, eylemin yapı- cısı durumundaki birey -çoğun- alışkanlıklarına dayalı olarak davranmaktadır. Kendisine niçin şöyle değil de böyle davrandığı sorulduğunda, belli bir gerekçe göstermektedir. Örneğin “x böyle yapmamı istedi” diyebilmektedir. Burada dikkati çeken öyleyse, sadece gerekçe göstermek değil; bu gerekçenin nereden ve hangi amaç için türetildiğidir. Gerekçelerin büyük ölçüde koşullu yapıya uygun ya da onu içerecek bir biçimde türetildiği de en sık rastlanan durumdur: “Eğer şu davranışta bulunursam, şu amacıma ulaşabilirim”. Eylem öznesi bunu çoğun, açık seçik bir biçimde ortaya koymaz; kendisiyle ilişkisinde bir iç eylem olarak gerçekleştirir. (10) Eskiçağ ve Ortaçağda dört ana (bilgelik, adalet, yiğitlik, ölçülülük) erdemi içeren tüm belirlemeler burada anımsanabilir. Ancak bu erdemlerin temellendirilişi her dönemde birbirinden farklı olmuştur. Farklı oluşun nedeni, her dönemde filozofların dışdünya düşünme-dil ilişkilerini farklı doğrultularda kurmalarıdır. (11) Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül Çotuksöken, Felsefe: Özne-Söylem, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2002. (12) a.g.y. (13) <<İnsan etkinliklerinin çeşitli alanlarında karşılaşılan etik sorunlar t e k l i k l e r i n d e tümüyle farklı oldukları halde, ‘meslek etikleri’nden söz etmeyi mümkün kılan, onların hepsinin -her biri kendi hesabına-, belli yollar izlenerek g e ç e r l i k ı l ı n a c a k ve bu ya da şu mesleğin icrası sırasında kullanılacak ortak norm arayışı içinde olmalarıdır.>> (İoanna Kucuradi, “Felsefi Etik ve ‘Meslek Etikleri’”, Etik ve Meslek Etikleri, Yay. Haz. Harun Tepe, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, 23) (14) Betül Çotuksöken, “Etik İlişkinin Öznesi Olarak Mühendis”, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesinin düzenlediği “Etik Kurallar ve Mühendislik Etiği” konulu konferansta yapılan konuşma, 05.04.2002. 1. ULUSLARARASI TÜRKİYE İŞ VE MESLEK AHLAKI KONGRESİ 17-19 Eylül, 2003, Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi, Ankara İş ve meslek ahlakı, tarih boyunca önemini korumuş bir konu olagelmiştir. Ancak ülkemizde son yıllarda öneminin giderek arttığına tanık oluyoruz. Son ekonomik krizle birlikte açığa çıkan yolsuzluklar ve bankacılıkla ilgili skandallar, iş ahlakını ülkemizde hayati önemde bir konu haline getirmiştir. İnsanların mesleklerini standartlara uygun olarak icra etmedikleri bir ekonominin asla gelişmiş bir ekonomi olamayacağı noktasından hareketle Hacettepe Üniversitesi Etik Merkezi, (HÜEM) “1. Türkiye Uluslararası İş ve Meslek Ahlakı Kongresi”ni organize 16 etmektedir. Avrupa İş Ahlakı Örgütünün Türkiye koordinatörlüğünü üstlenen HÜEM, bu faaliyetle, Avrupa İş Ahlakı Örgütünün Türkiye Branşının kurulmasında önemli bir adım atılacağını düşünmektedir. Bu amaçla yurt içi ve yurt dışından katılan uzman akademisyenler ile iş dünyası ve meslek örgütlerinden katılımcılar bir araya gelecektir. “Etik 2003” kongresinde şu konulara yer verilecektir: İş ahlakı, Meslek ahlakı, Çalışma ahlakı, Siyasi ahlak, Basın ahlakı, Pazarlamada ahlaki sorunlar, Muhasebe ve finansta ahlaki sorunlar. TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 423 - 2003/1