dıscurso de agradecımıento al recıbır el premıo

advertisement
ULUSLARARASI HRANT DİNK VAKFI
TÖRENİNDE MİNNETTARLIK KONUŞMASI
2010
ÖDÜL
Sevgili dostlar,
Öncelikle, Uluslararası Hran Dink Vakfı Başkanı Rakel
Dink’e ve Vakfın Uluslarası Ödül Komitesi Başkanı Ali
Bayramoğlu'na daha iyi, barışcıl, ayrımcılığın, ırkçılığın ve
şiddetin olmadığı bir dünya için gösterilen çabayı
destekleyen bu ödülü bana layık gördükleri için
teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Aynı zamanda, en kötü koşullarda tam bir cesaret ve
inanç örneği sergileyerek bugün bizleri burada buluşturan
değerleri savunmak adına hayatını veren kişiyi takdir ve
saygıyla anmak istiyorum.
Basın bir ülke demokrasinin inşaasında vazgeçilmez bir rol
oynar. Hoşgörüsüzlüğe, bağnazlığa karşı çıkan ve
habercilikte çoğulcuğu savunan gazetecilere ve
haberleşme araçlarına saldırı en kötü ve en çok
kınanabilecek saldırı türlerinden biridir. Her Devlet,
vatandaşlarını korumak için gerekli tüm araçları
sunmalıdır; özellikle daha özgür, daha eşit ve daha adil bir
toplum kurmak söz konusuysa.
Bir insan ve yargıç olarak; halklar arasında barışı sağlamak
ve onları ırkçılık, ayrımcılık ve şiddet gibi başka
felaketlerden kurtarmak için; suçlulara ceza, mağdurlara
ise telafi getiren ve aynı zamanda cezasızlık karşıtı
sistemler bütünü olarak tanınan adaletin en açık ve
tanımlanmış yollardan biri olduğuna her zaman inandım.
Dünya'nın herhangi bir yerindeki kitlesel suçların
karşısında, her tür ve şekilde gerçekleşen cezasızlığın
karşısında, ve hemen hemen her zaman unutulmuş ya da
kaybolmuş mağdurları destekleyen adalet hareketinin ise
yanında kararlı bir şekilde durmak bir yargıç olarak temel
hedefimi oluşturdu.
Bugün kendimi, diğer bir çok insan gibi, tamamen farklı
olana ve bu topraklardaki kısa ömrümüzde eksik olana
umudun örneği olacak ütopyanın savunucusu diye
adlandırıyorum.
Gerekli Adaletin basit bir temsilcisi olarak, bu adaleti
engelleyen felaketlere (cezasızlık, yabancı düşmanlığı,
ırkçılık) karşı hareket eden evrensel vicdan çerçevesinde,
hakları unutulan ya da bilinmeyen mağdurların, kişisel ve
toplu halde, yasa aracılığıyla, sadece yerel olarak değil
Evrensel anlamda da savunulması için çalışıyorum.
Cezasızlık, unutulma, af ve bunları yaratan kurallar Hukuk
Devleti'ni belirleyen temel ilkeleri red anlamı taşır...
İnsanlık tarihi, cezasızlığın ve suç inkarlarının kural olduğu
örneklerle doludur. Bugüne kadar, Ermeni veya Tibet
soykırımları haksız olarak inkar edildiler ve inkar
ediliyorlar; Ulusal Güvenlik prensibiyle korunan Latin
Amerika
diktatörlüklerinin
işlediği
suçlar
veya
Kamboçyadakiler, Timordakiler ya da diğer yerlerde
yaşanan olaylar ancak şimdi araştırılıyor; İspanya’da
Franko diktatörlüğünün insanlığa karşı işlediği suçlar,
130.000’den fazla kayıp insan olmasına rağmen, suç
olarak bile tanınmıyor; adam kaçırmalar, kaybolmalar,
işkenceler
ya
da
teröre
karşı
mücadeleyle
gerekçelendirilen suçlar, tüm yasallık fikirleriyle çatışıyor
ve yasallık karşısında güvenlik ilkesinin başarısızlığını
gösteriyor; şu anda kitlesel olarak Afrika’da, Irak’ta,
Filistin’de veya Afganistan’da işlenmeye devam eden
suçlar Uluslararası Toplumun sahip olduğu etki eksikliğini
gösteriyor; insanlığın bozulmasının bir başka örneği olarak
gelişen cinsiyet suçları insan gelişiminin yanlış tarihlenmiş
ve olumsuz bir görüntüsü olarak ortaya çıkıyor ve
demokrasinin olmadığı ülkelerle olan diplomatik ve
iktisadi ilişkilerine öncelik veren bir çok demokratik
devletin takip talebi yerine hassasiyetsizliğini doğruluyor.
Ancak, biz bu tablonun değişmesini sağlamalıyız.
Uluslararası adalet sistemi, insan haklarından muaf
serbest bölgelerin var olmasına izin veremez. Bu bir
gelenek değil, özgün hukuk değil; bu bir vahşet ve hepimiz
buna karşı bir duruş sergilemeliyiz ve bu eylemleri sadece
resmi olarak kınamakla kalmamalı, yetkili mercilerden
bunların engellenmesi veya önlenmesi için gerekeni
yapmalarını talep etmeliyiz.
Bu eksiklikler ve mağdurlara zarar veren istismarlar
karşısında ve işlenen suçların (soykırımlar, işkenceler,
zorunlu kaybolmalar gibi insanlığa karşı işlenen suçlar
veya savaş suçları) türü de değerlendirilince, Uluslararası
Adalet ve Evrensel Adalet söz almalı ve cezasızlığa karşı
bir hareket başlatmalıdır. Bu son çağre, hazırlaması en zor
olan ama en çok korunması gereken kaynaktır. Bağımsız
bir yargıç varsa, gezegenin en uzak yerinde bile olsa, umut
kaybedilmemiştir.
Şair Gabriel Celaya’nın sözlerini yorumlayacak olursak;
Adalet, her geçen gün insanlığını daha da yitirmiş ve daha
vahşi bir dünyadaki olası evrensel mağdurların elinde,
küreselleşmenin karanlık yüzüne karşı, gelecekle dolu bir
silahtır, vatandaşın silahıdır.
Bu nedenle; içeride veya dışarıda işlenen uluslararası
suçlara karşı Yargı erkinin eylemsizliği ve kayıtsızlığı,
Adaletin ve dolayısıyla bir ülkedeki ve dünyadaki
demokratik hayatın yenilgisi, cezasızlığın da zaferini
oluşturur.
Sonuç olarak, söz konusu olan sakar bile olsalar medeni
insanları, akıllı bile olsalar zalimlerden ayıran eski evrensel
kuralları temel alan değerlere dayalı bir gelecek inşaa
etmek.
Yoksulluk rakamlarına, terör vahşetine, göç olgusuna,
ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve dünyadaki insanlık
krizlerine rağmen, bugün özgürlük ve adalet yararına
mücadelenin temellerini atmak için güzel bir gün. Hayat
ve mücadelemiz yalnızca özgürlük ve adalette anlam
kazanıyor. Kader yıldızlarda yazılı değildir; onu her gün biz
oluşturuyoruz; ne acılar ne unutkanlık; ne cezasızlık ne
adalet. Korkuyu yenmek ve onu ellerimiz açık ve bütün
yüreğimizle karşılamak önemli.
Sevgili dostlar, bugün yaşadığımız dünya büyük bir
farklılıklar haritası. Onu sadece hoşgörü kurtarabilir.
Kültürel alışveriş ne kadar geniş olursa birbirimizden o
kadar çok öğreniriz. Hiç olmadığı kadar çoğulcu ve çeşitli
bir dünyada bulunuyoruz. Küreselleşme dünyadaki
kültürleri sonlandıramaz; sadece bir tane daha ekler. Bu
küresel kültürün temeli çoğulculuk olmalı çünkü çeşitlilik
birliğine bizi yönlendirecek diğerlerini kapsayan Yegane
değerdir.
Bunu nasıl oluşturacağımız, insanoğlu olarak geleceğimizi
ve evrenin bir parçası olarak imkanlarımızı belirleyecektir.
Kültür, bize etik imlemler sunar ve Borges’in dediği gibi
“Bunca felakete rağmen, evrende etik bir son olduğunu,
evrenin iyiye karşılık verdiğini düşünmeyi tercih ederdim
ve umutlarımı bu teze bağlıyorum”. Bu sebeple, nefret
tohumları eken hoşgörüsüzlere karşı; cinayetlere veya
korkunun zorla götürülen bir insanlığı ele geçirmesine izin
veren ya da arka çıkan yönetimlere ve dini, aşırı
köktencilikle karıştıranlara karşı tek çözüm yolu, daha
özgür, demokratik ve hoşgörülü bir dünya için, şimdi daha
önce hiç olmadığı kadar, sağlam ve samimi inanç etiği
talepleriyle sorumluluk etiğini geri kazanmaktır.
Değerlerden yoksun, etik belirsizliğine veya fırsatçı siyaset
olasılıklarına gömülü bir demokrasi, görünür ya da örtülü
bir mutlak idareye dönüşmeye ve Tocquevill’in uyardığı
gibi demokratik toplumun temelinin halkın etik
durumunda yattığını unutmaya eğilimlidir.
Bu sebeple, insanın etik güvenilirliğe tekrar değer katmak
için, insan haklarının korunmasında ortak bir ideoloji elde
etmek için tüm güçleri birleştiren, iktisadi çıkar yerine
kamu idaresi etiğini kayıtsızlık yerine sorumluluğu
uzlaşmazlık yerine farklılığın kabulünü ve çeşitliliği öne
çıkaran yeni bir evrensel vicdana ihtiyacımız var.
Sayıca çokuz ve büyümeye devam edeceğiz; keyfiyete ve
hoşgörüsüzlüğe karşı gerçek bir güç olacağız. Bazen bir
Evrensel Adalet şekli, bazen bir savaşın kınanması, bazen
doğayı bozan ve en zayıf olanları fakirleştiren başarısız ve
kültürsüz küreselleşmeye karşı mücadele ederek; bazen
dikdatörlüklere karşı mücadele ederek ve ortak çalışma
programları geliştirerek ve bazen de sınırların halkların
itibarını bozmaması hakkını savunarak ve barış, hoşgörü,
çeşitlilik entegrasyonu, güven ve inanırlılığın şiddet,
ayrımcılık, ırkçılık, anlayışsızlık ve adaletsizlik karşısında
evrensel bir ittifak etrafında birleşmesi şeklinde olacaktır.
Dünyayı değiştirmek için, bu yenileştirici ve evrenselliğe
inanan akım hayatı ve dünya vicdanlarını dolduracaktır.
Belki yakın bir gelecekte dünyadaki “Guantanamolar” ı
sonlandırabiliriz; belki sonunda Birleşmiş Milletler’in
görevi olan insani liderliği üstlenmesini ve uluslararası
kuralların uygulanmasını talep etmesini sağlarız; belki her
türlü toplu insan hakkı ihlalini engelleyecek evrensel bir
programa sahip bir eğitim aracı buluruz; belki de AB her
kültür için sahip olması gereken entegre edici ve
dayanışmacı anlamı bulur ve ırkçılık ve uyruk sebepleriyle
gerçekleşen toplu ihraçlar ortadan kaybolur; belki
arkadaşlar, hep birlikte, cezasızlığı ortadan kaldırabilir ve
gerçek bir Uluslararası Adalet kurarız; bu, cezasızlık için
Yegane Çözüm olmayacak ama ona karşı mücadele
ederken gereklidir.
Sevgili dostlar, insan hakları için verilen mücadelenin artık
eskimiş olduğunun engellenemeyeceğini kabul edemeyiz.
Durum bunun tam tersidir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi,
62 yaşında hiç olmadığı kadar geçerli ve her Hükümetin
en iyi siyasi programı olurdu. İnsan hakları için mücadele
vermeye değer çünkü geleceğimiz o mücadelenin
sonucuna bağlıdır.
Bazen, sayılı bir kaç insanın çabası dünyadaki olayların
gelişimini değiştirmeyi başarır.
Çok teşekkür ederim.
15 EYLÜL 2010, İSTANBUL
BALTASAR GARZÓN REAL.
Download