Yardımcı Üreme Teknikleri - Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı

advertisement
Görünüm
Ekim 2012
Yardımcı Üreme
Teknikleri
Prof. Dr. Aydın Arıcı
Yardımcı Üreme Tekniklerini
Değerlendirdi
www.tapv.org.tr
Dr. Gürkan Sert Yardımcı Üreme
Tekniklerinin Etik Boyutunu Anlattı
Şanlıurfa Gençlerin Güçlendirilmesi
Projesi Başlıyor
Güvenli Annelik Programı
Doğum Sonrası Cinsel
Yaşam ve Aile Planlaması
Kadın Sağlığı Eğitim Programı
Şanlıurfa’da ve Van’da Yaygınlaşıyor
Görünüm
Ekim 2012
1
Yardımcı
Üreme
Teknİklerİ
Dünyanın
ilk tüp
bebeği
1978
yılında, o zamana
kadar kısır
olarak
bilinen bir
anneden
doğdu.
2
Görünüm
Ekim 2012
Tıbben “infertilite”, toplumda
“kısırlık” diye tanımlanan
ve pratikte kişilerin çocuk
sahibi olmak istediği halde
bunu başaramadıkları halleri
anlatan duruma çözüm bulma
çalışmalarının geçmişi çok eski
yıllara dayanmaktadır. İkinci
dünya savaşından sonra gelişen
tıp teknolojisi, embriyoloji gibi
bilimler, istediği halde çocuk
sahibi olamayanlar için yeni
ufuklar açtı. Dünyanın ilk tüp
bebeği 1978 yılında, o zamana
kadar kısır olarak bilinen
bir anneden doğdu. Bir “tıp
mucizesi” olan bu olay, aslında
uzun araştırmalar sonunda
gerçekleşmişti. İşin başlangıcı
1960’larda, İngiltere’de kadın
doğum uzmanı olan Dr. Patrick
Steptoe’nun yaptığı ilk çalışmalara
dayanıyordu. Dr. Steptoe’ya göre,
başlıca kısırlık nedeni olan, fallop
tüplerinin tıkanıklığı aşılabilecek
bir engeldi. Ancak bunun için
dört aşamalı bir süreç gerekliydi.
Önce kadından ameliyatla bir
yumurta hücresi alınmalıydı. İkinci
olarak, laboratuarda bu yumurta,
erkekten gelen bir spermle
döllenmeliydi. Üçüncü aşama,
embriyonun varlık göstermesine
kadar birkaç gün yumurtayı
laboratuarda canlı tutmaktı.
Son aşamada bu embriyon,
doğrudan kadının dölyatağına
aşılanacaktı. Bundan sonrası her
gebelikte görülen süreci izliyordu.
Aslında bu, özde, yıllar sonra
gerçekleştirilecek olan tüp bebek
tekniğinden farklı bir şey değildi.
1960’ların ortalarına gelindiğinde,
Dr. Steptoe, fizyolog Dr.Robert
Edwards ile tanıştı ve bu
karşılaşma, yapay dölleme
konusundaki önemli bir adım
oldu. Döllenmenin olabilmesi
için, spermle karşılaştığında
yumurtanın belirli bir olgunlaşma
aşamasında olması gerekmektedir.
Dolayısıyla bunun yumurtalıktan
alınma zamanlaması çok iyi
ayarlanmalıdır. Normalde
olgunlaşma süreci, yumurta
fallop tüpünden aşağıya doğru
inerken de devam etmektedir
ve bu ortamda özel salgılar
bulunmaktadır. Dr.Edwards
bunlara karşılık olacak şekilde
birtakım besleyici kimyasal
maddeler geliştirdi, 1966 yılına
gelindiğinde, Dr. Edwards,
artık mikroskopla baktığında
yumurtanın döllenmeye hazır
olduğu olgunlaşma aşamasına
gelip gelmediğini anlayabiliyordu.
Erkek hücreyle birleşeceği zaman
yumurtanın görünümü hafifçe
değişiyordu.
1969 Şubatında ilk önemli haber
duyuldu. Steptoe ve arkadaşları,
ilk kez vücut dışında birkaç
insan yumurtasını döllemeyi
başardıklarını bildiriyorlardı.
Ekip, 1971’e gelindiğinde
döllenmiş yumurtaları, normal
olarak dölyatağına ulaşabilecek
düzeyde büyütebilmeyi de
başarmıştı ancak bu kez de
sorun olan bu embriyonun
rahim iç duvarı tarafından kabul
edilir olmasıydı. Çalışmaları
sırasında döllenmiş yumurtayı
içinde bulunduğu sıvı ile bir
cerrahi işlem olmaksızın rahim iç
duvarına boşaltıyorlardı, ancak
gebeliğin devamında sorunlar
vardı. Gebeliğin sürdürülmesini
sağlamak için çalışmalarına
yıllarca devam ettiler. Bu tedaviyi
1973 ile 1977 arasında 77 kadın
üzerinde uyguladılar. Bunlardan
üçünde gebelik oluşabildi fakat
çeşitli nedenlerle gebelikler
devam etmedi. Sonunda Edwards
başarısızlıklarının nedenini anladı
ve bu yöntemden vazgeçildi.
1977’de bu yöntemin yerine
doğal adet döngüsü içinde tam
doğru zamanda bir yumurtanın
alınarak dölleme işleminin
gerçekleştirilmesine karar verildi.
Bu yöntemde zamanlamanın
önemi çok büyüktü ve takip
için önemli bir ekip desteği
gerekiyordu. Yeni çalışmada,
uygun zamanda laporoskopi ile
olgunlaşan yumurtanın alınması,
kültür ortamında spermlerle
karşılaştırılması, döllenmesi
gerçekleştikten sonraki 2. günde
rahim içine yerleştirilmesi
öngörüldü. Yeni deney programında
bu aşamalar izlendi. Yeniden 77
kişilik bir hasta grubu ele alındı ve
deneyler başladı. 1978 yılının 25
Temmuz günü öğleye doğru anne
rahmi dışında döllenmiş ilk insan,
Louise
Brown,
dünyaya
geldi, bunu
takiben 6 ay
sonra ikinci
bebek de
doğdu.
Tüp bebek
fikrinin
orijinal çıkış
noktası
tüplerin
tıkalı olduğu
durumlar
olmakla
birlikte,
bu fikir
giderek olgunlaşmış, uygulama
alanları ve nedenleri de her geçen
gün artmıştır. Oluşan embriyonun
kadına verilme yöntemlerindeki
yenilikler önemli aşamalardır.
Yine spermlerle ilgili sorunu
olan çiftler için de geliştirilen
yöntemlerle sperm-yumurta
buluşması sağlanmıştır. Ancak
gerçek ilerleme 1996’da bir
tesadüf sonucu mikroenjeksiyon
uygulamalarının bulunması ile
sağlanmıştır. Kısaca mikroinjeksiyon
açık olarak Intrasitoplasmik Sperm
Injeksiyon (ICSI) adı verilen bu
işlem bir mikromanipulasyon
işlemi olup tek bir spermin bir
mikropipet yardımıyla olgun
bir yumurtanın içine verilmesi
anlamına gelmektedir. Genellikle
spermlerdeki çeşitli sorunlardan
ve bazen yumurta hücresinin
dış zarından kaynaklanan
nedenlerle döllenme işleminin
mümkün olmadığı durumlarda
uygulanan bu yöntem, daha
önce tüp bebek uygulamasının
çeşitli yöntemleri denendiği
halde gebelik elde edilemeyen
durumlarda da uygulanmaktadır.
Yine bu yöntemle menide spermin
olmadığı, doğrudan testislerden
cerrahi yolla sperm elde edilebilen
çiftler çocuk sahibi olabilmektedir.
Mikroenjeksiyon yönteminin
uygulanmaya başlanması ile tüp
bebek uygulamalarının başarı oranı
daha da artmış, önceleri çözümsüz
sanılan erkeğe bağlı kısırlık
problemlerinde önemli bir mesafe
kat edilmiştir.
Türkiye’de Tüp Bebek
Ülkemizde ilk uygulama, dünyadaki
ilk uygulamadan yaklaşık 11 yıl
sonra gerçekleştirildi ve Türkiye’nin
ilk tüp bebeği 18 Nisan 1989
yılında doğdu. Bu tarihten itibaren
de 1990’lı yılların sonuna kadar
sadece İstanbul, Ankara ve İzmir
gibi büyük şehirlerdeki birkaç
hastanede gerçekleştirilebilen
ve toplum tarafından pek
bilinmeyen bir tedavi yöntemi
olarak kaldı. Ancak 2000’li yıllara
gelindiğinde artan başarı oranı,
görece ödenebilir fiyatlar ve
sosyal güvenlik şemsiyesinin bu
uygulamaları kapsar hale gelişi
ile yılda 40-50 bin çiftin tedavi
gördüğü bir alan haline geldi. Bu
alanda şu an Dünya’da ilk on ülke
arasındayız. Türkiye genelinde
120 civarında özel ve kamuya ait
tüp bebek tedavi merkezi mevcut,
özellikle son yıllarda gerek Sağlık
Bakanlığı tarafından oluşturulan
yönetmelikler, gerekse
mesleki derneklerin
oluşturduğu
uygulama kılavuzları
ile uygulama
yöntemlerine ve
transfer edilen
embriyo sayısına
getirilen kısıtlamalar,
merkezlerin
başarı oranlarını
koruyabilmek ve
hatta arttırabilmek
için yüksek teknoloji
kullanılan donanım
ve gelişmiş tıbbi
protokollerin rutin
uygulamalarda
kullanılması sonucunu
doğurmuştur. Bu alanda uygulanan
teknikler, “Yardımcı Üreme
Teknikleri” ya da “Üremeye Yardımcı
Teknikler” diye adlandırılmaktadır.
Toplumda kısaca “Tüp bebek”
diye adlandırılan bu uygulamalar,
erkek, kadın ve bazen çiftlerin
her ikisinde de mevcut olan bir
nedenden dolayı yumurta ve sperm
hücrelerinin bir araya gelemediği,
embriyo oluşmadığı veya oluşan
embriyonun rahme tutunamadığı
durumlarda, adı geçen hücrelerin
vücut dışına alınarak laboratuar
ortamında embriyo elde edilmesi,
embriyoların da gebelik oluşturma
amacı ile rahme transferi işlemlerini
ifade etmektedir.
Görünüm
Ekim 2012
3
Prof. Dr. Aydın Arıcı
Yardımcı Üreme Tekniklerini Değerlendirdi
Prof. Dr. Aydın Arıcı
Eğitim Aldığı ve Çalıştığı
Kurumlar
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp
Fakültesi
University of Paris, Fransa
Columbia University College of
Physicians & Surgeons, Amerika
University of Texas, SW Medical
Center, Amerika
Yale University School of
Medicine, Amerika
Tıbbi İlgi Alanları ve
Aktiviteleri
Kısırlık, hormon ve üreme
bozuklukları
Laparoskopik ve histeroskopik
cerrahi
6 uluslararası derginin editörü
20 uluslararası derginin yayın
kurulu üyesi
16 uluslararası dernek üyesi
Certified, American Board of OB/
GYN
Certified, American Board
of OB/GYN, Reproductive
Endocrinology
4
Görünüm
Ekim 2012
1. Dünyada ve Türkiye’de infertiliteye
ilişkin oranlar ve nedenleri
konusunda bilgi verebilir misiniz?
İnfertilite sıklığı ve nedenleri yıllara
göre nasıl bir değişim gösteriyor?
Dünyada ve Türkiye’deki infertilite
oranları birbirine benziyor. Yalnız
sebeplerinde ülkeler arası dağılımda
biraz farklılıklar söz konusu. Kabaca
infertilite bir yıl içinde düzenli ilişkiye
rağmen hamile kalamama demektir.
100 çiftten 80’i bir yıl içerisinde hamile
kalır. Eğer hamile kalmayan grup 1
yıl daha denemeye devam ederse
genellikle bu grubun yarısı da hamile
kalabilir. Bu nedenle infertilite oranını
yüzde 15’dir demek doğrudur. Ülkelere
göre dağılımı farklıdır. Özellikle
günümüzde Batı toplumlarında ve
Türkiye’de kadınların gebelik yaşının
ileri yaşlara ertelenmesi nedeniyle
infertilite görülmektedir. Erkeklerde
ise her yıl yapılan semen analizlerinde
ciddi düşüşler söz konusu. Bunları
çevre kirliliğine, bazı ilaç kullanımlarına
ve endüstrileşme ile birlikte stres
düzeyinin artmasına bağlamak
mümkün. Dolayısıyla kombine birçok
sebep infertilite oranının artışına sebep
olabiliyor.
70’li yıllarda pelvik enfeksiyonlar
çok sıktı. Buna bağlı olarak tüplerde
tıkanma ve infertilite görülüyordu. Daha
sonra AIDS korkusu nedeniyle kişiler
tek eşliliğe yönelince bu sebebe bağlı
infertilite çok az görülmeye başlandı. En
çok görülen sebep gebelik yaşının ileriki
yaşlara ertelenmesi ve erkeklerdeki
sperm parametrelerinin düşmüş olması.
2. İnfertilite tedavisinde Dünyada
gelinen noktayı değerlendirebilir
misiniz? Türkiye bu çerçevede nerede
yer alıyor?
İnfertilite tedavisinde Türkiye dünyanın
en ileri ülkeleri arasında yer alıyor.
Rahatlıkla ilk 5’e girebilir diyebilirim.
Bunu söylerken de 30 yıldır Amerika’da
çalışmış ve bu konuda dünyayı
gezmiş bir uzman olarak söylüyorum.
İnfertilite tedavisi sürekli ilerlemekte.
Spermi ve yumurtası olan bir çift,
genellikle yüzde 90 oranında bebek
sahibi olabiliyor. Ama komple yumurta
eksikliği, çok ciddi yumurta hasarı veya
spermin olmaması durumunda pek
başarılı sonuçlar elde edemiyoruz. Batı
ülkelerinde bu kişilere donör yumurtası
ve donör spermi tavsiye edilirken
ülkemizde kanunen bunlar yasak.
Dolayısıyla son yıllardaki araştırmalar bir
kişinin kendi kök hücrelerinden sperm
veya yumurta üretmeye yoğunlaşmış
durumda. Ancak bu konuda çok fazla
yol katedilmiş değil. Şu an hayvan
deneyleri yapılıyor ama insanlar için
anlamlı sonuçlar henüz alınmadı. Ama
önümüzdeki 5-10 yıl içinde bu da
başarılacaktır. İnfertilitede kullanılan
ilaçlar bir kadının vücudunda bulunması
gereken hormonlar. Bu ilaçların kötü
etkisi bugüne kadar görülmemiştir. Ama
kişiye gerekli dozun üzerinde bir doz
uygulanırsa kısa vadede sağlık riskleri
söz konusudur. Bu nedenle ilaçların
kullanımı, bu konudaki uzman kişiler
tarafından verilmelidir. Ülkemizde sağlık
bakanlığı bu konuda oldukça kısıtlama
getirmiştir. Başarı oranları ülkemizde
Amerika, İngiltere gibi ülkelerle
karşılaştırıldığında hiç aşağıda sayılmaz.
Bunun en önemli göstergesi; sırf
Amerika’dan tüp bebek için ülkemize
gelen kişilerin sayısının yüksekliği. Bu
durum sadece maddi açıdan uygunluğu
nedeni ile değil, başarı oranlarının
yüksekliğinden de kaynaklanıyor.
3. Yardımcı üreme teknikleri talep
eden herkes için uygun mudur,
uygulama seçimindeki kriterler
nelerdir?
Hamilelik için gerekli 3 şartın dikkate
alınması gerekiyor. Bunlar sperm,
yumurta ve rahimdir. Rahmi olmayan,
yumurtalıkları olmayan bir kişiye
uygulanamaz. Spermde istisnai
bir durum vardır; semende sperm
bulunmaması durumunda kişinin
testisinden iğneyle veya açık cerrahiyle
sperm alınabiliyor. Aynı şekilde yaşın
ilerlemesiyle kadınlarda infertilite
oranları artıyor. Bunu 34 yaşından
itibaren gözlemlemeye başlarız. 40’tan
sonra ciddi bir şekilde azalır. Özellikle
45 yaşından sonra bir kadının sağlıklı
bir hamilelik geçirme oranı oldukça
düşüktür. %1’den daha azdır. 45
yaşından daha büyük kadınlara bu
tekniklerin uygulanması bence uygun
değildir.
4. Yöntemlerin içerdiği risklerden
ve olumlu yönlerinden bahsedebilir
misiniz?
Bu yöntemlerin uzun vadede riski
görülmemiştir. Ancak kullanılan
ilaçların dozları, o kişinin ihtiyacının
üzerindeyse çok fazla sayıda yumurta
üreyip çok fazla sayıda östrojen
salgılayacağından yumurtalıkların
portakal kadar büyümesi, kasıklarda
ağrı ve karın boşluğunda su tutulması
söz konusu olabilir. Tedbir alınmazsa
bu su akciğerlere kadar çıkar ve hayatı
riske atabilir. Tedavinin olumlu yönü
ise hamileliktir. Tedavilerin hamilelik
dışında kalıcı bir olumlu etkisi yoktur.
Ama genel olarak gözlemlediğimiz; tüp
bebek tedavisinin başarılı olduğu ilk
hamileliğin ardından doğal yollardan
ikinci, üçüncü hamilelikler söz konusu
olabiliyor.
tüpleri açık ise ve spermde de bir
sorun yoksa bizim ilk uyguladığımız
yöntem aşılamadır. Aşılamada spermi
yıkayıp, hareketli olan spermleri
konsantre ederek tam yumurtlama
sırasında rahime bırakıyoruz. Bu
tekniğin avantajı normal ilişkiye göre
gebelik şansını 2-3 kat artırmasıdır.
Eğer kadının tüpleri tıkalıysa ve
çok ciddi sperm sorunu varsa veya
kadının yaşı ileriyse biz bu kişiye
direk tüp bebek yöntemini öneririz.
Bunun dışında bir de mikroenjeksiyon
yöntemi vardır. Mikroenjeksiyonda
sperm yumurtaya doğrudan doğruya
enjekte edilir. Bu aslında ek bir
tekniktir. Biz bu tekniği ciddi sperm
sorunu olanlara uyguluyoruz. Özel bir
mikroskobu vardır. En uygun spermi
bu yolla seçeriz. Bazen embriyonun
kabuğu sert olur biz embriyoyu
traşlarız. Bunlar modern tekniklerle
çalışan tüp bebek merkezlerinde
uygulanan tekniklerdir. Ülkemizde
en çok mikroenjeksiyon yöntemi
uygulanır. Avrupa ve Amerika’da ise
direk tüp bebek yöntemi uygulanır.
Genellikle direkt mikroenjeksiyon bu
ülkelerde uygulanmaz ancak döllenme
görülmemişse sonraki denemelerde
mikroenjeksiyon kullanılır. Yardımcı
üreme tekniklerinin en büyük
risklerinden biri de çoğul gebeliklerdir.
Uzun yıllardır ülkemizde sınırsız şekilde
embriyo transferi yapılıyordu. Neyse
ki yönetmelik değişti. Artık 35 yaşın
altındaki kişilerin ilk iki denemesinde
tek embriyo zorunluluğu var. 35
yaş üstü ve iki başarısız denemesi
olmuş kişilerde iki embriyo transferi
yapılabiliyor. Genel olarak bu kuralı
destekliyorum. Çünkü ikiz üstü
gebelikler anne ve çocukların sağlığı
açısından çok riskli. Günümüzde
bunları önlemek için değişik teknikler
uyguluyoruz. Başarısızlığın en önemli
nedenlerinden biri embriyolardaki
genetik problemler. Bu nedenle
embriyolar üçüncü günlerindeyken
onlardan birer hücre örnek olarak alınıp
tüm 46 kromozoma bakılıyor, buna
CGH (komple genomik hibridizasyon)
yöntemi diyoruz.
7. Yardımcı üreme tekniklerinin
geleceğine ilişkin eklemek
istedikleriniz?
En büyük beklentimiz kök hücrelerden
sperm ve yumurta üretilmesidir.
Bunun dışında gen hastalıklarının
temizlenmesi konusunda araştırmalar
yapılıyor ama bunlar henüz günümüzde
uygulanmıyor.
5. Yardımcı üreme tekniklerinin
Dünyada uygulama protokollerinin
ana hatları nelerdir? Bu protokoller
ve yasalar açısından ülkemizdeki
durum nasıl?
Günümüzde birkaç ülke haricinde
donor uygulaması çok kabul görmüş
bir uygulamadır. Bu uygulamalar
ülkemizde kanunen yasaktır. Bu
noktada çok fazla teknik detaya girmek
istemiyorum.
6. Ülkemizde en yüksek oranda
hangi teknik uygulanıyor? Nedeni/
nedenleri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Yardımcı üreme tekniklerinin çeşitli
türleri var. Eğer ki bir çiftte kadının
Görünüm
Ekim 2012
5
DR. Gürkan sert
Yardımcı Üreme Tekniklerinin Etik Boyutunu, Tartışmaları, Farklılıkları,
Gelişmeleri ve Yasal Çerçeveyi Dr. Gürkan Sert’ten dinledik
Dr. Gürkan Sert
Antakya 1975 doğumlu Gürkan
Sert, 1999’da Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesinden mezun
olmuştur. Marmara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim
Dalı’nda 2003’te Yüksek Lisans
ve 2007 yılında doktora eğitimini
tamamlamıştır. İlk kitabı olan “Hasta
Hakları -Uluslararası Bildirgeler ve
Tıp Etiği Açısından-” 2004’te, ikinci
Kitabı “Tıp Etiği ve Mahremiyet
Hakkı” 2008’de Babil Yayınlarından,
üçüncü kitabı Medical Law in
Turkey 2011’de Kluwer Press’ten
yayınlanmıştır.
Gürkan Sert’in hekimlerin ve diş
hekimlerinin hukuki sorumluluğu,
hasta hakları, HIV’le yaşayan kişilerin
hakları, üreme hakları, sağlık
yönetiminde etik, eczacılık etiği
konularında bilimsel faaliyetleri
bulunmaktadır. Sivil toplum
örgütlerinin, Sağlık Bakanlığı’nın,
yerel yönetimlerin yürüttüğü hasta
hakları, üreme hakları, projelerinde
eğitmen ve danışman olarak da
görev almış ve 2005 yılında Hasta
ve Hasta Yakını Hakları Derneği’nin
“Yılın Hukukçusu Hizmet Plaketi”ni
almıştır.
Halen Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi
olan Gürkan Sert, Marmara
Üniversitesi’nde, Lisans, Yüksek
Lisans ve Doktora programlarında
ders vermektedir.
6
Görünüm
Ekim 2012
1. Tıp alanındaki ahlaki değerler nasıl
belirleniyor, standartları ne belirliyor?
Öncelikle şunu söylemek gerekir.
İnsanlar arası ilişkilerde iyi-kötü, doğru
– yanlış insanların kendilerine özgü,
toplumsal yaşamından etkilenir. Tıp
alanındaki ahlaki değerler de bundan
çok farklı değildir. Değerlerden beklenti
de tüm ilişkilerde dürüstlük, güven ve
saygı ile adil davranılmasıdır. Örneğin,
sorumuz açısından önemli bir kavram
olan “tıp etiği” günümüzde bir yandan
hekim-hasta ilişkilerinde, tıbbın
uygulanmasında, iyi-kötü, doğru-yanlış
üzerinde sorgulamada bulunan, bir
yandan da bazı kurallar ile iyiye ve
doğruya ulaşılmasını amaçlayan bir alanı
ifade etmektedir.
Tarihsel nedenler, toplumsal yapı ve
ilişkilerin değişmesi, teknolojideki
gelişmeler, tıp alanında iyi-kötü, doğruyanlış sorgulamasının başlamasında
ya da daha güncel hale gelmesinde ve
hatta kuralların oluşturulmasında etkili
olmuştur. Nazi Almanya’sındaki veya
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki insan
üzerindeki deneyler hekimlere kayıtsız
şartsız güvenin gerçekçi olmadığını
göstermiştir. Bireylerin haklarının
bilincine varması ve bu haklarını talep
etmeleri de beden dokunulmazlığı,
özerklik gibi hakların öne çıkmasına
ve değer olarak kabul edilmelerine
neden olmuştur. Özellikle teknolojideki
gelişmelerin tıp alanına yansıması tıp
alanında yeni etik ikilem ve sorunların
artmasını, bazı değerlere saygıyı zorunlu
kılmıştır. Tüm bu gelişmelerde temel
hareket noktası ve standartların kaynağı
insanın insan olması nedeni ile sahip
olduğu haklar ve değerdir.
2. Etik tartışmaları dünya genelinde
nasıl değerlendirirsiniz? Kültürel
değerlerin etik tartışmalar üzerinde
etkisi nelerdir?
Ahlaki değerler üzerindeki tartışmalar
kuşkusuz dünyanın farklı yerlerinde farklı
boyut ve yaklaşımlar ile yürüyecektir.
Yaşam ne zaman başlar? Ne zaman
sona erer? Embriyonun ahlaki değeri
nedir? gibi sorulara kültürel faktörler,
inançlar, yaşam koşulları, ekonomik
ve sosyal ilişkiler gibi pek çok neden
farklı yaklaşımları getirecektir. Örneğin
istemli düşüğe yaklaşım ile ilgili ahlaki
değerler dünyanın her yerinde aynı
değildir. Yardımcı üreme tekniklerinin
uygulanması ve sınırlanması konusunda
yaklaşımlar çok farklıdır. Farklılıkları ve
bunlara neden olan faktörleri kabul
etmekle beraber insani değerleri göz
ardı eden insan onuru ve özgürlüğü
ile bağdaşmayan yaklaşımlar bence
ciddi sorunlar getirmektedir. Cinsiyet
ayırımcılığını empoze eden bir yaklaşım,
kadının beden bütünlüğü haklarını
sınırlayan, kadın erkek eşitliğini kabul
etmeyen yaklaşımlar aslında “ahlaki
değeler” içinde kabul görse de etik
açıdan eleştiriye açık ve kabul edilemez
yaklaşımlardır. Özellikle kadın hakları ile
ilgili belgelerde farklılıkların özellikle bu
yönlerine haklı bir şiddetli karşı koyma
vardır.
3. Yardımcı üreme teknikleri
konusunda etik tartışmalar ne zaman
başlamıştır, düzenlemelere neden
ihtiyaç duyulmuştur?
Tarih kaynaklarında üremeye
yardımcı yöntemler ile ilgili ilginç
uygulama ve denemelerden söz edilir.
İnsan yumurtasının vücut dışında
dölenmesinin 1960’ta başarıldığı
biliniyor. Konu ile ilgili farklı pek çok
çalışmadan sonra 1978’de ilk tüp
bebek dünyaya gelmiştir. Bu başarı
uygulamaların yaygınlaşmasını da
getirmiştir. Gelişmeler hızlı, tartışmalar
geniş ggerçekleşti. Çünkü bilim ve
teknolojideki ilerleme insan yaşamına
pek çok yeni kavramı dahil etmiştir. Ana
rahmi dışında embriyo mesela…
Yaşamın doğal olmayan yollarla veya
doğal sürece müdahale edilmesiyle
başlatılması girişimleri, bu girişimlerin
doğaya müdahale ya da inançlara
aykırılık oluşturduğu iddialarıyla
eleştirilmiştir. Bu eleştirilere rağmen
günümüzde dünyanın pek çok
ülkesinde Üremeye Yardımcı Teknik
Etiği (ÜYTE) uygulamaları yasalar ile
getirilen çeşitli sınırlamalar ile olsa da
uygulanmaktadır. Bu süreç yeni etik ve
yasal sorunları gündeme getirmiştir.
Örneğin ÜYTE uygulamalarından
yararlanabilecek kişilerin sınırlanması,
(evli olmayanlar, eşcinseller, sonraki
nesillere kalıtsal hastalık aktarma riski
olanlar, HIV’le yaşayanlar vb. açısından
getirilen sınırlamalar) üreme hakları,
ayırımcılık… Biyolojik kökenini bilme
hakkı, cinsiyet seçimi, çoğul gebeliklerin
oluşması, taşıyıcı annelik bu tartışmalara
eklenebilir.
ÜYTE uygulamalarındaki teknolojinin
insan üreme hücrelerinin alınmasını,
saklanmasını ve aşılanmasını mümkün
kılması bu hücreler konusunda
da yeni tartışmaları getirmiştir. Bu
hücrelerin, alınma, saklanma, aşılanma
koşulları, saklanma süreleri, imhaları ve
satılabilmeleri olarak kullanılabilmeleri
gibi pek çok konu da biyoetiğin ve
biyohukukun konuları arasında yer
almıştır.
Bu tartışmalar ÜYTE konusunda
nerdeyse her adımın düzenlenmesini
zorunlu kılmıştır. ÜYTE uygulamaları ile
ilgili ayrıntılı düzenlemelere gidilmiştir.
Dünya genelinde 1980’lerin başında
ÜYTE uygulamalarının erkek ve kadın
infertilite tedavisinde yasal yönden
kabul edilmesi belirginleşmiştir. Üreme
hakları kapsamında tartışılmaya
başlanmıştır. Çıkarılan düzenlemelerde
hastanelerin yetkilendirilmesi, yöntemin
uygulanacağı eşlere danışmanlık
hizmetlerinin kimler tarafından
verileceği, yetki verilmeyen hastanelerde
IVF uygulamasının yasaklanması gibi
maddelere yer veriliyordu. Taşıyıcı
anneliğin yasaklanması, sınırlanması
ya da uygulanma koşulları ile ilgili
düzenlemeler, çıkmıştır. Çiftlerin evli
olup olmamasına göre sınırlamalara
gidilmiştir. Araştırma amaçlı embriyo
üretimi ile ilgili yasal metinler
oluşturulmuştur.
4. Yardımcı üreme tekniklerine
etik yaklaşım boyutunda, ülkeler
düzeyinde belirgin farklılıklardan
bahsedebilir misiniz?
Farklılıklar tabi ki olacak. Önemli tartışma
alanlarından biri bu uygulamaların
evlilik içi olup olmaması başlığında
yoğunlaşmaktadır. Bazı ülkeler ÜYTE
uygulamalarının sadece evlilik birliği
içersinde gerçekleştirilmesine izin
verirken bazı ülkeler bu konuda
sınırlamaya gitmemektedir. Bazı
ülkelerde taşıyıcı anne uygulamasına izin
verilirken bazı ülkeler bu uygulamaya
izin vermemektedir. Tek seferde
aktarılabilecek embriyo sayısı ile ilgili
sınırlamalar ile ilgili de farklı yaklaşımlar
bulunuyor… Bu konular ile ilgili
yaklaşımlar üreme haklarına ve aileye
yaklaşım çerçevesinde hukuksal açıdan
kabul edilmekte ya da ret edilmektedir.
Ancak günümüzdeki ulaşım ve
seyahat koşulları düşünüldüğünde
imkanı olanlar yasaklamaların veya
engellemelerin olmadığını söylemek
mümkün.
5. Ülkemizde, yardımcı üreme
teknikleri kullanımı kapsamında
bireylerin hakları nelerdir?
Bu soruda aslında hakların sınırları
neler? şeklinde bir manipülasyon belki
var olan durumu açıklama açısından
daha doğru olacaktır. Türkiye’de ÜYTE
uygulamalarının yasal çerçevesi bir
Yönetmelik ile düzenlenmiştir.
Yönetmelikte en dikkat çekici sınırlama
tabiî ki ÜYTE uygulanması için evli çift
olma, sadece kendilerine ait üreme
hücrelerinin kullanılması sınırlamasıdır.
Kendilerine ÜYTE uygulanacak
eşlerden alınan yumurta ve spermler
ile bunlardan elde edilen embriyoların
yönetmelikte belirtilen amaçlar dışında
bir başka maksatla bulundurulması,
kullanılması, nakledilmesi ve satılması
yasaklanmıştır.
Yönetmelik çoğul gebelikleri önleme
amacı taşımaktadır. ÜYTE merkezlerinde
birden fazla embriyo aktarımın
yapılmaması esas alınmıştır. Bazı
hallerde bunun dışına çıkılabileceği
kabul edilmiştir. Buna göre 35 yaşına
kadar birinci ve ikinci uygulamada
tek embriyo aktarılabilecektir. Ancak
üçüncü uygulamada iki embriyo
aktarılabilecektir. 35 yaş ve üzeri
kadınlara yapılacak tüm uygulamalarda
iki embriyo aktarımı yapılabilecektir.
Yönetmelik üreme hücreleri ve gonad
dokularının saklanmasını yasaklamıştır.
Ancak yönetmelikte tıbbî zorunluluk
hallerinde üreme hücreleri ve
gonad dokuların saklanabileceği de
belirtilmiştir. Kadın ve erkek için bazı
istisnalar yönetmelikte belirlenmiştir.
Özellikle üreme fonksiyonlarının kaybı
ihtimali göz önünde bulundurulmuştur.
Ayrıca embriyo saklanmasına da
izin verilmiştir. Ancak dondurma ve
saklama işlemleri ile ilgili sıkı kurallar
getirilmiş ve çiftin ya da bireylerin
dokuları üzerinde sıkı bir denetiminin
sağlanması amaçlanmıştır. Başvuran
çiftin bilgilerinin gizlilik içinde
arşivlenmesi ve uygulamalar konusunda
bilgilendirilmesi zorunluluğu da
bulunmaktadır. Yönetmelik bireyleri
yanlış yönlendirecek, yanıltacak yayın ve
reklamları yasaklamıştır. Cinsiyetle ilgili
ciddi bir hastalıktan kaçınma hali hariç,
doğacak çocuğun cinsiyetini belirleme
amaçlı gonad ve /veya embriyo seçimi
ve transferini de yasaklamıştır.
6.Yasal düzenlemelerdeki temel
eksiklikler neler, değerlendirebilir
misiniz?
Yasal düzenlemedeki eksiklik belki
dava konusu olması halinde İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları
çerçevesinde değiştirilecektir. Bu
konuda mahkemenin kararı var. Ancak
Türkiye’de bu yönde herhangi bir dava
gitmemiştir. Sadece evli çiftlere ÜYTE
uygulamaları ile çocuk sahibi olma hakkı
tanınmaktadır. Burada bir düzenleme
değişikliğine gitmek gerekir. Bireylerin
üreme haklarına eşitlik açısından
problem içeren bir yaklaşım var.
ÜYTE uygulamaları ile ilgili düzenleme
tamamen kadın ve erkeğin ortak
kararlarını dayatır bir içeriktedir.
Kadınların bu süreçteki özerkliği
ve özerklik konusundaki önceliği
öne çıkarılmalıdır. Aslında ÜYTE
uygulamalarının çoğunda risk büyük
ölçüde kadın bedenindedir.
Yasal düzenlemede yasaklanmış olsa
da konu ile ilgili yazılı veya görsel
yayınlarda kadının duygularını istismar
etmeye yönelik tanıtımlar konusunda
yeterli önlemden söz etmek mümkün
değil. Reklam amaçlı olmasa da yapılan
bilgilendirmede, ama tırnak içinde
bir bilgilendirmeden söz ediyorum
uygulamanın risklerine dikkat
çekilmemektedir. Belki anne ve baba
adayı risk olarak sadece uygulamaların
başarısızlığı konusunda bilgi sahibi
olarak merkeze başvurmaktadır.
Özellikle kadınlar daha ayrıntılı
bilgilendirilmeli ve tanıtıcı yayınlarda
uygulamaların riskleri konusunda
bilgilere de yer verilmelidir.
Görünüm
Ekim 2012
7
Açı İlköğretim Okulu Rehberlik Birimi
Ergene Cinsel Eğitim ve Danışmanlık Çalıştayı
TAP Vakfı eğitim ekibi tarafından
okullarda yürütülen Cinsel Sağlık
Eğitim Programı’nın portföyüne bu
yıl Açı İlköğretim Okulu da dahil oldu.
Rehberlik birimiyle işbirliği içinde
çalışılarak okulun ve öğrencilerin
profiline, ihtiyaçlarına, beklentilerine
uygun bir içerik hazırlandı. 20122013 eğitim-öğretim dönemi içinde
4. sınıflarla pilot çalışma yapılmasına,
takip eden yıllarda programın diğer
kademelere yaygınlaştırılmasına karar
verildi.
paylaşılması ve programın
tanıtılmasının ardından katılımcılara
cinsel sağlık eğitimi ile ilgili çeşitli
araştırma sonuçlarını, dünyadan
farklı modelleri ve ilkeleri içeren bir
sunum yapıldı. Sonrasında, okullarda
uygulanan “Cinsel Sağlık Eğitim
Programı” süresince edinilen gözlemler
ve deneyimler paylaşıldı. Bu bölümde
özellikle, öğrencilerin tepkileri-sorularıyorumları-paylaşımları, toplumsal
cinsiyet kalıplarının zihinlerindeki ve
Açı İlköğretim Okulu rehberlik
biriminden gelen talep üzerine,
4. sınıflarla yapılacak çalışma
başlamadan önce, ilköğretim
kademesinde görev yapan
psikolojik danışmanların
cinsel eğitim konusunda daha
donanımlı, güçlü, yapıcı bir
noktaya taşınması ve Cinsel
Sağlık Eğitim Programı’nın daha
sürdürülebilir hale getirilmesi
amacıyla “Ergene Cinsel Eğitim ve
Danışmanlık Çalıştayı” yapılması
planlandı.
• Cinselliğe yaklaşımlarını
ve bu konudaki değerlerini
fark etmelerini sağlayarak
bilgilendirme-danışmanlık
süreçlerinde objektif bir duruş
sergilemeleri,
• Okulda uygulanacak Cinsel Sağlık
Eğitim Programı’nın öncesinde ve
sonrasında programı destekleyici
çalışmalar yapmaları hedeflendi.
3-5 Eylül 2012 tarihlerinde Açı
İlköğretim Okulu’nun Sarıyer
kampüsünde gerçekleştirilen çalıştaya,
Sarıyer ve Akatlar kampüsünden 13
psikolojik danışman katıldı.
Açılış, tanışma, beklentilerin
8
Görünüm
Ekim 2012
Ergene cinsel eğitim ve danışmanlık
verirken dikkat edilmesi gereken önemli
noktalardan biri olan “değer yansıtması”
konusu “Değerler ve Öğrenciye
Yansıyanlar” oturumunda ele alındı.
Katılımcıların cinsellik konusundaki
değerlerini ve bu değerlerin öğrencilere
nasıl yansıdığını fark etmeleri amacıyla
“Cinsellik ve Değerler” egzersizi yapıldı,
okul ortamında yaşanan değer
yansıtmaya yönelik örnek olaylar
paylaşıldı. Cinsellik kavramı,
cinsel davranışlar, cinsel yönelim,
toplumsal cinsiyet, özel alan gibi
konularda öğrencilere değer
yansıtmanın riskleri üzerine
tartışıldı.
Katılımcıların “cinsellik” kavramına
bütüncül yaklaşmaları ve bilgidanışmanlık süreçlerinde ergenlere
“güvenli cinsellik” perspektifi
kazandırmanın önemini fark
etmeleri amacıyla yapılandırılan
“Cinsellik Kavramı ve Güvenli
Cinselliğe Yaklaşım” bölümünde,
cinsellik kavramı ve cinselliğin
boyutları ile ilgili grup çalışması
gerçekleştirildi. Ardından, güvenli
cinsellik kavramı, ergenler ve riskler,
bilgi kaynakları ve pornografi
gibi başlıkları içeren bir sunumla
bilgilendirme yapıldı.
Bu çalıştayla, Açı İlköğretim
Okulu’nda görev yapan psikolojik
danışmanların;
• Toplumsal cinsiyet eşitliğine
duyarlı, cinsel haklara saygılı, özel
hayatın sınırlarını koruyabilen
bir eğitim-danışmanlık ortamı
oluşturmaları,
dinlendi. Cinsellik hakkında -özellikle
öğrencilerle- konuşmanın zorlukları
üzerine tartışıldı.
hayatlarındaki karşılıkları, cinsellik
kavramını algılayışları üzerinde duruldu.
Programın bu giriş bölümünden
sonra, katılımcıların cinsellik
kavramına yaklaşımlarını ve cinselliğin
konuşulabilirliği konusunda nerede
durduklarını fark etmeleri amacıyla
yapılandırılan “Cinselliğe Yaklaşım”
bölümüne geçildi. Bu bölümde,
“Cinsellik Benim İçin..” başlıklı kolaj
çalışması, cinselliğin konuşulabilirliği
egzersizi ve role play (canlandırma)
yapılarak katılımcıların paylaşımları
Çalıştayın ikinci gününde
katılımcılara ergenlik döneminde
bedensel-duygusal değişimler,
cinsiyet hormonlarının etkileri,
erken-geç ergenlik, kadın üreme
organları, adet döngüsü, erkek üreme
organları, üreme organları hijyeni,
gebeliğin oluşumu konularında bilgi
içeren sunumlar yapıldı.
“Nasıl Cevap Verelim?” başlıklı
oturumda, psikolojik danışmanlarla
3-8. sınıf öğrencilerinin sık sorduğu
sorular paylaşıldı, çocukların gelişim
dönemi özellikleri dikkate alınarak bu
sorulara nasıl cevap verilmesi gerektiği
tartışıldı. Bilgi-danışmanlık almak üzere
psikolojik danışmanına başvuran 6. sınıf
öğrencisini konu alan yapılandırılmış
bir senaryo üzerinden role play
(canlandırma) gerçekleştirildi.
Hümanist Büro’dan Avukat Seda Akço
ergenlerle çalışan uzmanları ilgilendiren
yasal süreçler hakkında iki ayrı
oturumda bilgi verdi. “Ergen Cinselliği
ve Yasal Boyut” başlıklı ilk oturumda
ergenler arası cinsel deneyimlerin yasal
boyutu ve bilgilendirme-danışmanlık
süreçleri; “Cinsel İstismar ve Yasal Boyut”
başlıklı ikinci oturumda ise cinsel
istismarın yasal boyutu ve önlememüdahale-yönlendirme süreçleri
hakkında bilgi paylaşımı yapıldı.
Okul ortamında toplumsal cinsiyet
eşitliğine duyarlı bir yaklaşım
sergilemenin önemi, yapılmasıyapılmaması gerekenler hakkında
tartışmak üzere yapılandırılan
“Giydirilmiş Kimlik: Kadınlık ve Erkeklik”
oturumunda, toplumsal cinsiyet
kavramı ve etkileri hakkında interaktif
bir sunum yapıldı ve katılımcılar
cinsiyet rollerinin kendi hayatlarındaki
yansımaları üzerine paylaşımlarda
bulundu.
Uzman Klinik Psikolog İzlem Aybastı,
“Cinsel Kimlik Gelişimi ve Cinsel
Yönelim” oturumunda, cinsel kimlik
gelişimi, cinsel yönelim, homofobi
konularını içeren interaktif bir sunum
yaptı ve ergenlerin bu konularla ilgili
soruları karşısında nasıl bir tutum
sergilenmesi gerektiği üzerinde durdu.
Katılımcıların her birinden, çalıştayın
beklentilerini ne ölçüde karşıladığına ve
üç günlük çalışma sürecinin sonunda
kendilerini nasıl hissettiklerine dair
sözlü geribildirim alınarak çalışma
tamamlandı.
Katılımcıların geribildirimleri:
• Kendi değerlerimin farkında olmamın
tutumlarımda çok önemli olduğunu bir
kez daha anladım.
• Öğrencilere nasıl davranacağım
konusunda kaygım azaldı.
• Eksik olduğum geliştirmem gereken
alanları daha net görüyorum.
• Cinselliği çocukların perspektifinden
değerlendirmeden önce kendi kafamızda
kavramı farklı boyutlarıyla netleştirdik.
Vaka çalışmaları ile de uygulamaya
yönelik sorular oluşturduk.
• Anlatılanları düşündüğümde bilgi
olarak eksik kaldığım yerler olduğunu
fark ettim. Bu boşlukları doldurmak iyi
geldi. Hem kendi gelişimim için hem de
alanda çocuklara daha faydalı olabilmek
adına eğitimden aldığım teorik ve pratik
(vaka) bilgileri çalışmaları çok iyi geldi.
• Monoton olmaması çok verimli
geçmesini sağladı.
• Cinsellik kavramına dair bilmediğim
pek çok şeyi öğrendim.
• Çalışmalarla birebir içinde olmamız
bizi daha aktif hale getirdi.
• Çocukların sorularına cevap bulma
kısmı çok faydalıydı.
• Karşıma çıkabilecek sorunlar hakkında
bilgi sahibi oldukça biraz kaygım arttı.
Nasıl cevap verirdim çeşitli sorulara
diye düşündüm. Diğer yandan konular
hakkında kulak dolgunluğu olması iyi
geldi. Biraz daha rahat konuşabileceğimi
düşündüm.
• Bugün eğitim süresince başlarda
daha çekingen olacağımı düşünsem
de zamanla rahatladığımı fark ettim.
Kafamdaki bazı soruların daha da
netleştiğini fark ettim.
• Çocuğa yaklaşım konusunda nötr
olmanın ve duruşun önemini anladım.
• Ne dememiz gerektiğini biliyor, nasıl
anlatacağımızı bilmiyorduk. Bu kadar
basitleştirerek anlatabileceğimi görmek
güzeldi.
• Kendi değer yargılarımı yansıtır
mıyım kaygısı vardı, biraz olsun ondan
kurtuldum. Bu benim için çok önemliydi.
Karşılaşabileceğimiz sorular yanında
meseleye bedensel, sosyal, hukuki
yönlerden çok boyutlu bakmak iyi geldi,
kaygılarımı azalttı.
• Burada edindiğimiz bilgiler çocukların
sorularına karşılık kendimizde
hissetmemiz gereken güveni ve temeli
oluşturmamızı sağladı. Hukuki bakımdan
bilgi en eksik ve gerekli alandı.
• Konuyla ilgili bu kadar detaylı bilgi
almak kafamda eksik olan bağlantıları
kurmada oldukça etkiliydi. İşin hukuki
boyutuyla incelenmesi de beni en çok
memnun edenlerden..
• Çok etkili ve faydalı bir eğitim oldu. Çok
teşekkür ederiz.
• Çok memnunum, kendimi çok daha
rahatlamış hissediyorum.
• Ekip olarak ortak bir dile sahip olduk,
en önemlisi de bu.
• Açı Okulları olarak uzun süredir
üzerinde düşündüğümüz, çalıştığımız
bir konuydu. Sizin gibi aynı dili
konuştuğumuz bir ekiple karşılaşmak
bizim için büyük şans..
Görünüm
Ekim 2012
9
Yardımcı
Üreme
Teknikleri
Olağan haliyle gebelik, gerek
kadında ve gerekse erkekte
üreme hücrelerinin hazırlanıp
olgunlaşması, bu iki hücrenin
(yumurta ve sperm) bir araya
gelebilmesi için önce spermlerin
kadın vajinasına dökülmesi,
hareketlenip uterus içine giriş,
buradan tüplere doğru gidiş ve
tüp ampullalarında yumurtayla
birleşme (döllenme, fertilizasyon),
ardından döllenmiş yumurtanın
(zigot) gelişerek kendini uterus
duvarına gömmesi ve gelişmesini
sürdürmesiyle başlayan bir
süreçtir. Bu sürecin herhangi bir
aşamasında oluşan durumlar ya da
sorunlar gebeliğin oluşmamasına
yol açabilmektedir. Bu duruma
infertilite diyoruz. İnfertilite
kadından, erkekten ya da her
ikisinden kaynaklanan birçok
nedenle gelişebilir.
İnfertilite tanısı alan çiftlerin
üreme şanslarını arttıracak
müdahalelere yardımcı üreme
teknikleri denmektedir. Bu
teknikler spermle yumurtayı
yakınlaştırıcı uygulamalarla
başlayıp, beden dışında döllenme,
spermin doğrudan yumurta içine
enjeksiyonuna kadar giden ve
giderek ileri teknoloji gerektiren
uygulamalardır. Yine erkeklerde
sperm üretim ve atımında sorun
olduğu durumlarda sperm elde
etmeye yönelik tekniklerde bu
kapsamda değerlendirilmektedir.
Yardımcı üreme tekniklerinin
uygulanmasına ilişkin protokoller
çerçevesinde yapılacak ilk işlem
infertilite nedenine yönelik
muayene ve testlerdir. Bu
uygulanacak yöntemi tespit için
gerekli ve önemlidir. Kabaca
bakıldığında inferilite olgularının
yarısında kadından ya da erkekten,
dörtte birinde her ikisinden ve
%20 sinde nedeni belirlenemeyen
durumlar neden olmaktadır. Bazen
çok basit müdahalelerle gebeliğin
oluşması sağlanabilmektedir.
İnfertilite nedeninin bulunmasının
ardından yapılacak tedavi
protokolüne göre yumurtaların
toplanması, döllenmenin
gerçekleştirilmesi, döllenmiş
yumurtanın seçilmesi ve uterus
içine yerleştirilmesi gibi aşamalarla
gebeliğin oluşması sağlanmaya
çalışılmaktadır.
10
Görünüm
Ekim 2012
Bu uygulamalarda başarı oranları
her ne kadar hasta yaşı, önceki
deneme sayısı, kısırlık nedeni,
daha önce geçirilmiş cerrahi
operasyonlar vb. nedenlere bağlı
olarak kişiye göre çok değişkenlik
gösterse de yüksek standartlara
sahip bir merkezde gerçekleştirilen
uygulamalarda, yumurta
gelişiminin beşinci gününde
(blastosist aşaması) kaliteli
olarak seçilmiş bir embriyonun
embriyo transferi sonrası uterusa
tutunma olasılığı ortalama %30-40
civarındadır. Bu oran 40 yaşı üzeri
bir kadın için %10 lara düşebildiği
gibi 20’lerinde bir kadın için
%70’lere de çıkabilmektedir.
Yardımcı üreme teknikleri şöyle
sıralanabilir:
1.İntrauterin inseminasyon (IUI; aşılama)
2.İn vitro fertilizasyon (IVF; tüp bebek)
3.İntrasitoplazmik sperm
enjeksiyonu (ICSI) ve
Intracytoplasmic MorphologicallySelected Sperm Injection (IMSI)
4.Microsurgical testicular sperm
aspiration (MESA)/ Testicular sperm
extraction (TESE)
5.Percutaneous Epididymal Sperm
Aspiration (PESA)
İntrauterin inseminasyon (IUI; aşılama)
Cinsel ilişki sırasında spermleri
içeren meni sıvısı, vajinanın dip
kısmına (arka forniks) dolayısıyla
rahim boynu (serviks) yakınına,
boşalır. Sperm hücreleri hareket
etmeye başlar ve önce serviksi
geçerek uterusa, daha sonra da
döllenmenin (fertilizasyonun)
gerçekleştiği tüpe ulaşırlar.
Oysa intrauterin inseminasyon
yönteminde erkekten alınan sperm
hücreleri, doğrudan doğruya
rahim içerisine verilir ve böylece,
fertilizasyon noktasına daha yakın
bir konumda bırakılır.
Yöntem çok basittir ve
ovulasyon dolayında, doktorun
muayenehanesinde uygulanır.
Gebelik şansını artırmak amacıyla
IUI genellikle, kadında ilaç
tedavisinin uygulanmasıyla birlikte
gerçekleştirilir. Gebelik şansı, her
IUI siklusu için yaklaşık %10’dur.
İn vitro fertilizasyon (IVF; tüp bebek)
In vitro fertilizasyon, en fazla
kullanılan yardımcı üreme
tekniğidir. IVF, birkaç aşamalı
bir uygulamadır: Önce kadından
yumurta hücresi alınır, laboratuvar
ortamında erkeğin spermiyle
döllenir, erken embriyo dönemi
geçtikten sonra da kadının rahmine
(uterus) yerleştirilir. Döllenmenin
ardından kadının rahmine en fazla
iki embriyo yerleştirilir. Siklus başına
başarı oranı %20 dolayındadır.
İntrasitoplazmik sperm
enjeksiyonu (ICSI) /
Intracytoplasmic
morphologically-selected sperm
injection (IMSI)
İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu
(ICSI), şiddetli sperm anormallikleri
mevcut olduğunda gebelik şansını
artırmak için IVF yöntemiyle birlikte
uygulanır. ICSI yönteminde tek
bir sperm hücresi laboratuvar
ortamında, mikroskop ve uzmanlık
aletlerinin yardımıyla bir yumurta
hücresine yerleştirilir. İlk olarak
1992’de tanımlanan bu yöntem;
yalnızca erkekte şiddetli kısırlık
mevcut olan çiftlerde değil, ayrıca
sperm kalitesi normal olan, ancak
geleneksel IVF yöntemiyle hiç
embriyo elde edilemeyen veya çok
az sayıda elde edilen çiftlerde de
kullanılır. Her ICSI siklusu başına
hesaplanan başarı oranı ortalama
%25’tir.
Microsurgical testicular sperm
aspiration (MESA)/ Testicular
sperm extraction (TESE)
Sperm hücrelerini normal olarak
üreten bir erkeğin spermleri,
tıkanıklık ya da kalıtsal bir sorun
nedeniyle testislerde ‘kısılıp kalırsa’,
buradan cerrahi girişimle alınabilir
Spermlerin epididimden alındığı
ameliyat MESA (mikro-cerrahi
yöntemle sperm aspirasyonu
[emilmesi]), testisten alındığı
ameliyata TESE (testisten sperm
alınması) adı verilir.
Percutaneous epididymal sperm
aspiration (PESA)
Bu tedavi, erkeğin ejakülasyon
(boşalma) sıvısında, sperm
kanallarının tıkalı olması nedeniyle
hiç sperm mevcut olmayan çiftler
için yeni bir seçenektir. Burada
epididimden sperm hücrelerini
alabilmek amacıyla iğneyle testis
ponksiyonu yapılır. Elde edilen
sperm hücreleri, geleneksel ICSI
yönteminde kullanılabilir.
Yardımcı üreme teknikleriyle
gündeme gelen en önemli soru
özellikle embriyo transferinde kaç
embriyonun transfer edileceğidir.
Çünkü birden fazla embryo
transferi çoğul gebelik demektir ve
çoğul gebeliklerden kaynaklanan
birçok olumsuz durum mevcuttur.
Bu nedenle transfer edilecek
embryo sayısı bir süre önce iki
olarak tanımlanmış ve fazlasına
izin verilmemeye başlanmıştır. Bu
durum üçüz ve üzeri doğumları
azaltmış ancak ikiz doğumlara etkisi
olmamıştır. Dünyada ikiz doğum
oranları artmaktadır, bu artışın en
önemli sebepleri ileri anne yaşı
ve yardımcı üreme tekniklerinin
kullanımıdır. Son zamanlarda
çoğul gebelik oranını azaltmak
için seçilmiş tek embriyo transferi
(sTET) önerilmektedir. Amaç gebelik
oranlarını azaltmadan çoğul gebelik
oranlarını düşürmektir.
Çoğul gebeliğin anne ve çocuk
sağlığı açısından önemli riskleri
bulunmaktadır bu riskleri şöyle
sıralayabiliriz:
1. Çoğul gebeliklerde anne ölüm
hızı üç katına kadar çıkabilmektedir.
2.İkiz gebeliklerde hipertansiyon
görülme olasılığı2-3 kat fazladır
3. Çoğul gebeliklerde postpartum
kanama 3-4,5 kat fazla
görülmektedir.
4. Yine bu gebeliklerde sezaryenle
doğum 3 kat fazla görülmektedir.
5. Doğum sonu yoğun bakım
ihtiyacı bu grupta çok fazladır (15 kat)
6.Prematüre oranı tekillere göre 4
kat fazladır.
7. İkizlerde düşük doğum
ağırlıklı bebek oranı yüksektir.
(ikiz doğumlarda bebeklerin
neredeyse yarısı 2500 gr’dan küçük
doğmaktadır.
8. İkizlerde ileri prematürite ve
düşük doğum ağırlığı yaşama
şansını azaltmaktadır.
Yine bu tekniklerle doğacak
bebeklerin genetik olarak ta sağlıklı
olmasına dikkat edilmelidir.
Yardımcı üreme teknikleri diye
tanımladığımız ve yukarda söz
ettiğimiz tüm yöntemlerin önemli
bir bölümünde spermle yumurta
beden dışında birleştirilir ve
laboratuvar ortamında oluşturulan
embriyo/embriyolar, belli bir
olgunluğa ulaştığında ana rahmine
(uterus) nakledilir. Özellikle anne
ve babanın kalıtsal hastalık taşıdığı
ya da böyle bir riskin olduğu
durumlarda embriyonun genetik
sağlığı için bazı uygulamalar
yapılabilir. İmplantasyon öncesi
genetik tanı denilen uygulama
bu duruma önemli ölçüde açıklık
getirebilmektedir. İmplantasyonÖncesi Genetik Tanı (Preimplantation Genetic Diagnosis;
PGD) yeni bir tekniktir.
İmplantasyon-öncesi genetik
tanıda, laboratuar ortamında
elde edilen embriyolarda, ana
rahmine nakledilmeden önce,
kalıtsal kusurları araştıran testler
yapılmaktadır. Fertilizasyonun
(döllenmenin) gerçekleşmesinden
sonra 8-hücreli (yaklaşık 3-günlük)
embriyodan alınan bir ya da
iki hücre hızla genetik açıdan
incelenmekte ve bu inceleme
sonunda genetik olarak sağlıklı
olduğuna kara verilen embrio/
embriolar rahime nakledilmektedir.
Bu yöntem çok yaygın olmayan
günümüzde az sayıda merkezde
uygulanan bir yöntemdir. Yapılan
çalışma çok ileri düzeyde bir
uygulamadır.
Rutin uygulamalarda embrio
seçimi diş görünüme (morfoloji)
bakılarak yapılmaktadır. Morfolojisi
itibariyle sağlıklı izlenimi veren
embryo/embriolar anne rahmine
yerleştirilmektedir.
Görünüm
Ekim 2012
11
Güvenli Annelik Eğitim ve Danışmanlık Programı
Kapsamında Doğum Sonrası Cinsel Yaşam ve Aile
Planlaması
Doğum sonrası dönem bebeğin
aileye katılmasıyla çiftin annelik
ve babalık rollerine başladıkları
mutlu bir süreçtir. Bebek bakımı
yorucudur ve çift gebelik
sürecinde anne ve baba rollerine
ne kadar hazırlık yapsa da doğum
sonrasında beklenmedik sorunlarla
karşılaşabilir.
Genellikle; aileye yeni katılan bebek
nedeni ile çift yeni bir gebeliğe hazır
değildir ve çoğu çift gebeliklerin
arasını açmak ister. Doğurganlık
doğum sonrası dönemde erken geri
dönebilir. Özellikle, infertil dönem
emzirmeyen kadınlarda çok kısadır.
Emziren kadınlarda ise emzirmenin
süresine, sıklığına ve ek besinlere
başlanmasına bağlı olarak değişir.
Doğum sonrası dönem üreme
sağlığı hizmetleri açısından özel bir
dönemdir. Başta birinci basamakta
sunulan lohusalık izlemleri olmak
üzere bu dönemde sunulan
danışmanlık ve sağlık hizmetleri
bireylerin tüm yaşamını etkiler.
Doğumun gerçekleştiği hastanede
taburculuk öncesi ve lohusalık
kontrolleri sırasında tekrar gebe
kalmak istemeyen çiftlere aile
planlaması yöntemleri konusunda
danışmanlık verilmesi önemlidir.
Doğum sonrası dönemde çift bir
yandan yeni bebekle ilgili bakım
sorumluluğunu üstlenirken diğer
12
Görünüm
Ekim 2012
yandan cinsel yaşama tekrar
başlar. Cinsellik yaşamın doğal
bir bölümüdür, özellikle ilk 6
ayda sık görülen cinsel sağlık
sorunları nedeni ile eşlerin birbirine
anlayış göstermesi gerekebilir. Bu
dönemde çiftler cinsel sorunlarla
baş etmek için profesyonel
desteğe ihtiyaç duyabilirler. Bu
ihtiyacı karşılamak üzere; İl Sağlık
Müdürlükleri ile yürüttüğümüz
“Güvenli Annelik Eğitim ve
Danışmanlık Programı” kapsamında
bir bilgi dosyası geliştirdik;
sağlık hizmet sunucularına
verilmek üzere bir bilgi notu ve
lohusalar için broşür hazırladık.
Doğum Sonrası Cinsel Yaşam ve
Gebelikten Korunma Yöntemleri
kapsamındaki çalışmalarımız, sağlık
çalışanlarından aldığımız talepler
doğrultusunda şekillendi.
İlk olarak 17 Temmuz’da Rize’de
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Konferans Salonunda toplandık.
Toplantıya, Rize İl Halk Sağlığı
Müdürü Dr. Faik Özşahin, Bulaşıcı
Olmayan Hastalıklar Birimi
çalışanları ve ilde Güvenli Annelik
Eğitim Danışmanlık Programına
katılan sağlık hizmet sunucuları
olmak üzere 73 kişi katıldı.
Toplantıda söz alan, İl Halk Sağlığı
Müdürü Dr. Faik Özşahin ilde
yapılan üreme sağlığı çalışmalarını
özetledi ve TAP Vakfı’na
işbirliğinden dolayı teşekkür etti.
Çalışmaların gelecekte de Aile
Hekimliği Birimleri’ne yönelik yeni
adımlarla gelişebileceğini paylaştı.
Hazırladığımız broşürün ve
danışmanlık sürecinde kullanılacak
materyallerin tanıtımı amacıyla,
İl Halk Sağlığı Müdürlükleri
işbirliğinde, 17 ve 18 Temmuz 2012
tarihlerinde Rize ve Trabzon’da
birinci ve ikinci basamak sağlık
çalışanları ile bir araya geldik.
Toplantılar kapsamında Güvenli
Annelik Eğitim ve Danışmanlık
Programı çalışma raporları ve
‘Doğum Sonu Cinsel Yaşam ve
Aile Planlaması’ konuları hakkında
paylaşımlar gerçekleştirdik.
•Rize İl Sağlık Müdürlüğü ile
güvenli annelik hizmet kullanıcıları
bilgilendirme ve danışmanlık
çalışmaları için Mart 2010-Şubat
2012 tarihleri arasında uygulamak
üzere bir işbirliği metni hazırlandı,
TAP Vakfı – Rize İl Sağlık
Müdürlüğü Güvenli Annelik
Programı adımları;
•Bu işbirliği kapsamında; 24-26
Mart 2010 tarihleri arasında Ordu
ilinde düzenlenen eğitici eğitimine
eğitim ekibinden 4 kişi katıldı. 2830 Haziran 2010 tarihlerinde ikinci
basamak Güvenli Annelik Eğitici
Eğitimi gerçekleştirildi,
•15-16 Aralık 2010 tarihinde aile
hekimleri ve sağlık personeline
bilgilendirme eğitimleri yapıldı,
•Aralık 2010 itibariyle Aile Hekimleri
ve sağlık personeline yönelik
başlatılan eğitim programları ile
Mayıs 2011 tarihine kadar; 51
Hekim, 66 Ebe, 20 Hemşire, 1 Sağlık
memuru olmak üzere toplam 138
sağlık çalışanı Güvenli Annelik
Eğitim ve Danışmanlık Programına
katıldı,
•Programın etkililiğini ve gelinen
noktayı paylaşmak amacıyla Aralık
2011 de eğitimi alan ve programı
uygulayan tüm sağlık çalışanlarının
katılımı ile Güvenli Annelik
Projesi il değerlendirme toplantısı
düzenlendi.
Rize’deki toplantımızın ardından
18 Temmuz’da Trabzon’daydık.
‘Doğum Sonu Cinsel Yaşam ve
Aile Planlaması’ konularında
bilgilendirme amacıyla
düzenlediğimiz toplantıda,
Karadeniz Teknik Üniversitesi Halk
Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Prof Dr. Gamze Çan, bulaşıcı
olmayan hastalıklar birimi
çalışanları ve ilde Güvenli Annelik
Eğitim Danışmanlık Programına
katılan sağlık çalışanları ile birlikte
70 kişiydik. Bulaşıcı Olmayan
Hastalıklar Birimi sorumlusu Dr. Selma Bulut ilde yapılan üreme
sağlığı çalışmaları hakkında bilgi
verdikten sonra TAP Vakfı’nın
çalışmalarının katkıları ve sonuçları
üzerinde durdu. Sonrasında,
Vakfı temsilen Dr. Doğan Güneş
Tomruk doğum sonrası emzirme
ve gebelikten korunma yöntemleri
hakkında sağlık çalışanlarını
bilgilendirici bir sunum yaptı.
Sunumunda özellikle emzirme
döneminde kadınların hangi
yöntemlerle korunabileceği,
yöntem danışmanlığı yapılırken
nelere dikkat edilmesi gerektiğini
vurguladı. Emzirmenin Türkiye’deki
durumu ve sağlık çalışanlarının
sorumlukları tartışıldı.
Prof. Dr. Gamze Çan; Trabzon
Güvenli Annelik Eğitim
ve Danışmanlık Programı
Değerlendirme çalışmasının
sonuçlarını paylaştı.
Uygulanan eğitim programının
değerlendirilmesi, uygulamaya
katılan hekimlerin, ebe ve
hemşirelerin görüşleri, programın
sağlık personeline mesleki
yönüyle katkıları ve hizmetten
yararlananların değerlendirmeleri
üzerinde duruldu.
Değerlendirme kapsamında 26
Ekim 2011 tarihinde 32 ebe ve
hemşire, 27 Ekim 2011 tarihinde 25
hekimin katılımı ile katılımcılardan
serbest çağrışımlarla, yürütülen
programla ilgili; olumlu yönler,
geliştirilmesi gereken yönler, pozitif
etkili dış faktörler, negatif etkili dış
faktörler sorgulandı.
Ebe, hemşire ve hekimler
programın olumlu yönleri olarak:
•Doğum öncesi ve sonrası
bakım, gebe eğitimi konusundaki
çalışmalarına standart getirdiğini,
•Gebelerin güvenini kazanmalarını
sağladığını,
•Sağlık personeli olarak bilgilerinin
yenilenmesini getirdiğini,
•Planlı, bilinçli, özgüvenli
çalışmalarına katkıda bulunduğunu,
•Annelerin kendine güvenini
desteklediğini ve gebeler ile
ilişkileri güçlendirdiğini ifade ettiler,
Araştırmanın hizmet kullanıcı
bölümüne katılan 481 kadın ise
programın kendileri için oldukça
yararlı olduğunu, eğitimler
sonrasında kendilerini daha iyi
hissettiklerini belirtiler.
TAP Vakfı – Trabzon İl Sağlık
Müdürlüğü Güvenli Annelik
Programı adımları;
•Trabzon İl Sağlık Müdürlüğü
ile 2008’de başlatılan işbirliği
ile Güvenli Annelik Eğitim ve
Danışmanlık Programı uygulamaya
geçti,
•İl üreme sağlığı eğitici ekibi
çalıştayı sonrasında, üreme sağlığı
hizmet içi eğitimleri kapsamında il
genelinde 525 hizmet sunucu bu
eğitime katıldı,
•Toplam 215 Aile Sağlığı Merkezine,
Karadeniz Teknik Üniversitesi ve
Doğumevine eğitim materyalleri
ulaştırıldı,
•2008 yılında başlayan Güvenli
Annelik Eğitim ve Danışmanlık
Çalışması Değerlendirmesi ise
2012 yılında Karadeniz Teknik
Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim
Dalı tarafından yapıldı.
Görünüm
Ekim 2012
13
Şanlıurfa’da Gençlerin Güçlendirilmesi Projesine
Başlıyoruz
İsveç ve Hollanda Baş
Konsoloslukları işbirliği ile
‘Şanlıurfa’daki Gençlerin
Güçlendirilmesi’ projesine
başlıyoruz. Eylül 2012 - Şubat 2014
tarihleri arasında Şanlıurfa Gençlik
Merkezi, GAP İdaresi Gençlik ve
Kültür Evi ve Şanlıurfa Belediyesi
Hayati Harrani Kadın Destek
Merkezlerinde uygulayacağımız
proje kapsamında 1500 genç yaşam
becerilerini geliştirecek eğitim
programlarına katılacaklar. Gençlik
merkezlerinde çalışan eğitmenlerin
bir atölye çalışması sonunda görev
alacağı proje 10-19 yaş grubu
ergenleri hedefliyor.
Proje kapsamında, 27 Eylül
2012’de Şanlıurfa Elruha Otel’de
gerçekleştirdiğimiz açılış
toplantısında gençlik merkezleri
yöneticileri, sivil toplum kuruluşu
temsilcileri ve eğitmen adayları ile
bir araya geldik. Şanlıurfa İl Milli
Eğitim Müdürü Ahmet Pala’nın,
Kent Konseyi Kadın Meclisi
Başkanı Dilşah Beyaz Öztürkmen
ve Gençlik Meclisi Başkanı Haluk
Özbek’in de katıldığı toplantıda,
gençlerin özellikleri, bölgesel
farklılıklar ve öncelikli ihtiyaçlar
üzerinde duruldu. İlk olarak
Vakıf temsilcisi, yürütülecek olan
projenin hedefi, faaliyet planı
ve proje ortakları hakkında bilgi
verdi. Proje hakkında bilgi alan
katılımcılar, Şanlıurfa Gençlik
14
Görünüm
Ekim 2012
Merkezi Müdürü İbrahim Halil Alp’in
proje hakkındaki düşüncelerini
dinlediler. Alp projenin ilin önemli
bir ihtiyacına cevap vermekte
olduğunu, gençlerin bu tür
eğitimlere ihtiyaç duyduğunu ve
vâkıfın çalışmasının bir başlangıç
olmasını dilediğini vurguladı.
Alp konuşmasını tamamladıktan
sonra, Vakıf Genel Koordinatörü
Nurcan Müftüoğlu, Türkiye’deki
ergen profili üzerinde detaylı bilgi
vererek; projenin gerekçelerini
açıkladı. Ergenlik dönemini farklı
boyutları ile ele alan Müftüoğlu,
yaşanan değişikliklerin, duygusal
ve bilişsel boyuta etkilerinden
bahsetti. Rakamlarla Türkiye’deki
ergenlerin sağlık sorunları, maruz
kaldıkları şiddet türleri ve oranları
hakkında katılımcılara detaylı
bilgi verdi. Türkiye’deki yaygın
toplumsal cinsiyet rollerinden,
erken evliliklerin gençlerin hayatları
boyunca devam eden olumsuz
etkilerinden söz etti. Konuşmasında
yasal boyuta da yer vererek,
Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye
kapsamında, ergenlik döneminde
sahip olunan haklara, kurumların
ve ailelerin yükümlülüklerine
değindi. Vakfın geçmişte yürüttüğü
programlardan edilen tecrübeyle,
toplumsal cinsiyet konusunda
farkındalık ve duyarlılık yaratmanın
getirdiği olumlu dönüşümlerden
örnekler verdi.
Katılımcıların soruları ile interaktif
geçen sunumda; katılımcı gençlerin
ve yöneticilerin merak ettiği
noktaların üzerinden geçildi ve
yapılan öneriler proje uygulama
süreçinde dikkate alınmak üzere
kaydedildi, öneriler içerisinde
dezavantajlı grup içerisinde yer
alan kırsaldaki gençlere, engelli
gençlere ulaşmanın önemli olduğu
vurgulandı. Vakıf koordinatörünün
ardından, Vakıf eğitmeni Efsun
Sertoğlu, ilk olarak ergenlik
döneminde yaşanan bedensel
değişimin, ruhsal değişime
etkilerinden bahsetti, eğitimler
süresince gençler ile yaşadığı
tecrübeleri, gençlerin eğitim
öncesinde ve sonrasında verdikleri
geribildirimlerle zenginleştirerek
aktardı. Sertoğlu’nun gözlemleri
ve notları yoluyla, katılımcılar
ergenlerin yaşadıkları duyguları,
sorunları ve beklentileri dinleme
şansı buldular.
Son olarak söz alan Şanlıurfa
İl Milli Eğitim Müdürü Ahmet
Pala ergenlerin ve gençlerin
eğitimine yönelik çalışmalarından
memnuniyet duyduğunu,
Şanlıurfa’da kendisine bağlı tüm
kurumların eğitim çalışmalarında
işbirliğine açık olduğunu dile
getirerek gelecek adımlar için umut
kaynağı oluşturdu.
Kadın Sağlığı Eğitim Programı, 7. - 8. Eğitici
Eğitimleri Van’da ve Şanlıurfa’da Yapıldı
Kasım 2010 tarihinde alan
çalışmalarına başlayan Kadın
Sağlığı Eğitim Programı (KSEP) iki
yıla yaklaşan uygulama sürecinde
organize ettiği 6 eğitici eğitimi
programı ile 156 eğiticiye ulaştı.
42 kurumsal işbirliği ile 10 ilde
çalışmalarını sürdüren
program 2500 kadına
ulaştı. 13 hafta süren KSEP
uygulaması için eğitici
adayları 10 günlük bir
eğitici eğitimine katılıyorlar.
Şanlıurfa ve Van’daki eğitici
eğitimlerimiz ile KSEP eğitici
sayımız 176’ya yükseldi.
katılımcı toplum modelleri
geliştirmektedir. ÇATOM’larda
kadınlara, meslek edindirme ve
istihdama yönelik kurslar, okumayazma kursları, sosyal-kültürel
eğitim programları ve etkinlikleri
düzenlenmektedir. Merkezlerde
Kadınların güçlenmesi
amacıyla oluşturduğumuz
programı ülkenin faklı
noktalarına, daha fazla
kadına ulaştırmak üzere
yaygınlaşmaya devam ediyor.
Şanlıurfa’yı takiben; 24-28 Eylül
ve 15-19 Ekim 2012’de Van’da
sivil toplum kuruluşlarından 17
adayın katıldığı, 8. KSEP eğitici
eğitimi gerçekleştirildi.
Kadın Sağlığı Eğitim Programı
kapsamında, 17-21 Eylül
2012 ve 8-12 Ekim 2012
tarihlerinde Şanlıurfa’da,
Kalkınma Bakanlığı
Güneydoğu Anadolu Projesi
Bölge Kalkınma İdaresi
Başkanlığı Çok Amaçlı Toplum
Merkezleri’nden (ÇATOM)
gelen 18 eğitici adayın
katıldığı 7. eğitici eğitimini
düzenledik.
ÇATOM, Güneydoğu Anadolu
Projesi (GAP) bölgesinde 1995
yılından itibaren açılmaya
başlanmış, hedef kitlesini kadınların
oluşturduğu merkezlerdir
ve şu anda 9 ilde 30 ÇATOM
çalışmalarını sürdürmektedir.
ÇATOM’lar kadınların sorunlarının
farkına varmalarına, çözümü için
insiyatif kullanabilmelerine fırsat
yaratmak, kadınların kamusal
alana daha fazla katılımını
sağlamak, kadın istihdamını ve
girişimciliği artırmak, toplumsal
cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi
için kadının güçlenmesine destek
vermek amaçlarıyla kurulmuş
çalışmalarımız, 2011 yılında
Mardin ve Diyarbakır illerinde
bulunan 8 merkezde, 8 eğitmen
ile başladı. Çalışmamız, 7. KSEP
eğitici eğitiminin Şanlıurfa’da
gerçekleştirilmesi ile güç kazandı.
Eğitime, KSEP eğiticisi olmak
amacıyla; Şanlıurfa, Gaziantep,
Kilis, Şırnak, Siirt, Batman, ve
Adıyaman illerinde bulunan
Kilis ÇATOM, Hilvan ÇATOM,
Parmaksız ÇATOM, Suruc
ÇATOM, Bozova ÇATOM,
Ceylanpınar ÇATOM, Nurdağı
ÇATOM, Silopi ÇATOM, Şirvan
ÇATOM, Yeşiltepe ÇATOM, 19
Mayıs ÇATOM ve Gerger ÇATOM
eğitimciler katıldı.
sosyal destek programları ve
kültürel etkinliklerle hane halkının
tümüne ulaşarak kadının toplum
içindeki yerinin güçlenmesi
sağlanmaya çalışılmaktadır.
Her yıl yüzlerce kadın ÇATOM
programlarına katılmakta ve
etkinliklerden yararlanmaktadır.
Mahalle içlerinde açılan ÇATOM’lar
evden ve bölgesinden çıkamayan
kadınlar için birer fırsat niteliğini
taşımaktadır.
KSEP, ÇATOM’ların amaçları ile
örtüşerek merkezlere gelen
kadınların güçlenmesine
destek olmaktadır. ÇATOM ile
Van’daki eğitime ise, Muş,
Van, Ağrı-Doğubayazıt ve
Diyarbakır’dan gelen sivil
toplum kuruluşu ve yerel
yönetimlerin eğiticileri katıldı.
VAKASUM (Van Belediyesi
Kadın Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi), MUKADER
(Muş Kadın Derneği), Van
Saray Kadın Derneği, Ağrı
Doğubayazıt Belediyesi Kadın
Merkezi, Diyarbakır Umut
Işığı Kadın Kooperatifi, Diyarbakır
Yenişehir Belediyesi, Epidem
Kadın Merkezi çalışmaya katılan
kurumlardır. Bu kurumlar, kadınların
toplumsal süreçlere katılımı, kadına
karşı şiddetin, ayrımcılığın, erken
yaş evliliklerinin önlenmesi ve
kadın istihdamının artması için
kendi bölgelerinde, kadınların
bilinç düzeylerini geliştirmeye,
özgüvenlerini güçlendirmeye
yönelik eğitim programları
yürütmekte, KSEP’i illerine
taşıyarak, kurumlarda sürdürülen
programlara destek olmayı ve
bölgede daha fazla kadına ulaşmayı
hedeflemektedirler.
Görünüm
Ekim 2012
15
Görünüm
Ekim 2012
Görünüm
Türkiye Aile Sağlığı ve
Planlaması Vakfı bültenidir.
Üç ayda bir yayınlanır.
16
Görünüm Ekim 2012
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Nurcan Müftüoğlu
Yayın Ekibi: Dr. Enis Balkan, Ezgi Öztosun
Efsun Sertoğlu, Eylem Karakaya
Poster İllüstratör: Başak Günaçan
Sayfa Mizanpajı: Müşerref Öztürk
Yönetim Yeri ve Haberleşme Adresi: Ulus Mahallesi Güzel Konutlar
Sitesi A-Blok Daire: 3-4 34760 Etiler - İstanbul
Tel: (0212) 257 79 41 - 42 Faks: (0212) 257 79 43
[email protected] www.tapv.org.tr
www.dikkatbebek.org.tr www.gencakran.net
Baskı: Maydanoz Matbaa ve Reklamcılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Tel: 0212 619 13 71 www.maydanozmatbaa.com
Download