Remzi Demir: Osmanlı Döneminde İmparatorluğu Türk Felsefesi

advertisement
Franz Martin Wimmer: Kültürlerarası Felsefe. Çeviren Mustafa Tüzel. İstanbul: İş Bankası,
2009.
Önsöz
Vii: Biz insanlar sadece doğal değil, aynı zamanda kültürlü bir
biçimde yaşıyoruz. Bu durum, birbirimize selam verme ya da küfür
etme tarzımızla ilgilidir. Yediğimiz şeylerle ve onları nasıl
yediğimizle ilgilidir. Düşünmüş tarzımızla, bize neyin kendiliğinden
anlaşılır ve neyin tuhaf göründüğüyle, neye inanıp neye
inanmadığımızla ilgilidir. Felsefeyle, Gerçek olan nedir?, Neyi
bilebiliriz?, Ne yapmalıyız? gibi soruları yanıtlamak için genel
kavramların kurulmasıyla da ilgilidir. Geleneksel bir terminolojiye
göre bunlar ontolojik, bilgikuramsal ve etik sorulardır. Bu sorularla
birçok kültürün yazılı ve sözlü belgerlerinde çok çeşitli biçimlerde
karşılaşırız. Bu sorular, kavramsal olarak geliştirildiklerinde,
karşımızda felsefe var demektir.
Bu kitap felsefeye bir giriştir, ama belirli, „kültürlerarası“ bir
perspektiften bir giriş. Belirli bir alanda, pratik bir beceriye ya da
bir teoriye girişin hedefi, giriş yapacak kişinin daha sonra bu alanda
bir şeyler yapabilmek ya da en azından o alandaki başka kişilerin
ortaya koyduklarını, eğitilmiş bir yargılama yetisiyle
değerlendirebilmek açısından, eskisinden daha iyi bir durumda
olmasını sağlamaktır. Bu kişinin söz konusu alanda kendi ilgilerinin
nerede olduğunu ve kişisel olarak zayıf ya da güçlü yanlarının neler
Viii: olduğunu keşfetmesi de bu girişe dahildir. Ayrıca, söz konusu
alandaki başarılı ve başarısız denemeler hakkında en azından bir kez
bilgilenmiş olması da sağlanır. Bu durum yalnızca genel olarak
felsefe için değil, „kültürlerarası“ felsefe ya da belki tercih etmemiz
gereken daha iyi bir deyişle „kültürlerarası yönelişli felsefe“ için de
geçerlidir.
Bir alana giriş yapan kişi, bu hedefe ulaşmak için, bu alanda bir
dereceye kadar etkin de olmalıdır. Felsefeye giriş yapması sağlanan
kişi, felsefecileri tanımlayan etkinlik içinde, yani felsefe yapmakta,
kendi deneyimlerini oluşturursa, felsefeye giriş ancak o zaman
hedefine ulaşmış olur. Daha doğru bir deyişle, bir girişin hedefi,
belirli bir alanda genel olarak yetkin bir aşınalık oluşturmaktan
ibaret değildir; bugün teknolojinin, geleneklerin ve bilgilerin eriştiği
belirli bir düzeyde, söz konusu alanda neler yapılabileceğine ilişkin
bir bilgiyi de sağlaması gerekir. Yeni başlayanlar, bir dalın tarihsel
bilgi yolunun tümünü önce bir kez daha güç bela kat etmek zorunda
kalmamalıdırlar; belirli bir bilgi ve beceriler mevcudunu,
geliştirilmiş ve sınanmış bir mevcut olarak devalmalıdırlar. Yani
genel olarak bir bilime, tekniğe ya da sanata giriş yapıyog
değillerdir; bu dalların gelişim süreçlerindeki belirli bir noktaya
adım atıyorlardır. Söz konusu dalın belirli bir şeklini, bugün kabul
edilen ve uygulanan biçimini öğreniyorlardır ve bu biçimin, şu an
mevcut olan en geliştirilmiş biçim olduğundan emin
olabilmelidirler. Bilimin, sanatın ya da tekniğin bir dalına giriş
Wimmer 2009, önsöz, s. 2
yapması sağlanan kişi, daha sonra bu alanda kendi başına bu dalın
güncel düzeye uygun düşecek bir biçimde ilerleyebilmek için,
eskisinden daha iyi bir konumda olabilmelidir.
Konu: Felsefe
Viii: Bizim örneğimizde, bir alandan söz ederken kullandığımız
felsefî, felsefe yapmak, felsefe sözcükleri gündelik yaşinda o kadar
çeşitli anlamlara gelecek şekilde kullanılırlar ki, belki de tüm
insanlar, bu konuda bir deneyimleri olduğunu ileri sürebilirler. Her
insan herhangi bir meselede bir „felsefe“si olduğunu ya da zaman
IX
zaman „felsefe yaptığı“nı söyleyebilir. Bunun için bir giriş kitabına
gerek yoktur.
Ancak, kendi kavramsallaştırmalarını ve düşünme biçimlerini, kendi
yöntemlerini ve standartlarını geliştirmiş bulunan ve gelişigüzel
olmayan bir anlamda „felsefe“ olarak tanımlanan bir düşünme türü,
bir disiplin var olduğunda, bir felsefeye giriş kitabına gerek duyulur.
Bunun böyle olduğunu görmek de kolaydır: Herkesin „yaptığı
felsefe“yi basmayan „felsefe“ dergileri vardır; „felsefe“ kongreleri,
kitapları vb. vardır. Dünyadaki üniversitelerin çoğunda „felsefe“
bölümleri ya da enstitüleri bulunur; insanlar buralarda yıllar
boyunca ve bazen ömürleri boyunca felsefe çalışırlar ya da
öğretirler.
Bunun ardında zaten her zaman yaptığımız şeyden fazlası
olmasaydı, rastgele düşünüyor ya da özel bir tercihimizi dile
getiriyor olsaydık, böyle bir şey vazgeçilebilir bir lüks olduğu kadar
tamamen anlamsız da olurdu. Gündelik olmayan bir anlamda
„felsefe“ denilince anlaşılan şeyin önemli ya da önemsiz, anlamlı ya
da gereksiz, mümkün ya da nafile mi olduğu sorusuna kişisel olarak
verilecek yanıt, ancak bir giriş bölümüyle gerçekleştirilebilir. Bu
yüzden, başlangıç olarak kendimize birden fazla soru yöneltmemiz
gerekiyor.
Felsefecilerin bugün genel olarak ne yaptıklarını, akademik felsefe
uğraşıyla hangi yeteneklerin edinildiğini, geliştirildiğini ya da teşvik
edildiğini sormamız gerekiyor kendimize. Bu dalın yöntembilgisel
düzeyinin ne olduğunu; günümüz felsefecilerinin ortaya attıkları
soruları yanıtlamak için hangi kavramların problem formüllendirme
biçimlerini ve çözüm yöntemlerini geliştirdiklerini ve bu sırada
nasıl davrandıklarını da sormalıyız. Bu sorunun net olarak
yanıtlanamayacağı, yani belki de akademik felsefenin günümüzde
bir değil, birden fazla be birbirinden farklı biçimlerinin var olduğu
ortaya çıkacak olursa, o zaman felsefeye bir giriş sağlama iddiamızı
biraz tenzil etmemiz ve bu girişten sadece günümüzde felsefe
yapmanın bir ya da birden fazla olanakları hakkında bilgi edinmeyi
beklememiz gerrekecektir. Hangi düşünme ve yargılama
biçimlerinin olası felsefe diye kabul edilemeyeceklerini de sormak
X: gerekecektir. Bu yüzden birinci bölümde öncelikle bu gibi
soruları ele alacağız.
Das Thema:
Philosophie
Wimmer 2009, önsöz, s. 3
Sonra da düşünmüşlerimizin herhangi bir biçimde geçerlilik iddiası
taşıyıp taşiyamayacakları; bu düşünüşlerin, felsefi düşünceyi
anlamak için şu ânı, özel toplumlsallaşma durumunu aşan bir
kavrayıcılık iddiasında olup olmayacakları sorusunu da ele almamız
gerekiyor. Bu soru, felsefenin kültürel belirlenmişliği sorusudur.
Bundan sonra da felsefenin, tezahür ettiği biçimlerin, içeriklerin
hiçbirinin diğer kültürel alanlardan ve içeriklerden bağımsız
olmadığını, ama yine de hep yeni baştan bu koşullanmışlığa karşın
ve özellikle de kültürel olarak belirlemiş araçlarla, sorularına genel
yanıtlar arama iddiasıyla ortaya çıktığını dikkate almamız
gerekecektir. Her felsefenin kültürelliğı ikilemiyle karşı karşıya
kalacağız; bu ikilem, bir proje olarak felsefenin bir yandan da her
zaman, anlatım araçlarını ve belirli soru soruş biçimlerini ondan
almakla kalmayıp aynı zamanda anlaşılırlığının ve ikna gücünün de
ona göre ölçüldüğü bir kültürel bağlam içinde yer alıyor oluşundan
kaynaklanmaktadır.
Tüm soruların onun içinde sorulduğu, tüm kavramların onun içinde
geliştirildiği ve bunların yalnızca orada gerçekleştiği tek bir kültürel
bağlam bulunduğundan tamamen eimi olabilseydik, konu teorik
açıdan daha az sorunlu olurdu. Elbette böyle bir şey pratik açıdan
zor olurdu, direnişle karşılarşırdı, beki de başarısız kalırdık. Belki
de hiçbir özel etkinlikte bulunmak gerekmezdi, çünkü bu münhasır
ve üstün kültür zaman içinde nasıl olsa tüm insanların onu kabul
edecekleri kadar bir çekicilik kazanırdı. Her halükârda, vicdanımız
şu açıdan rahat olabilirdi: İnsanın doğasında olan bu kültürün genel
olarak yerleşmesiyle önemli ve doğru bir şey bastırılmış
olmayacaktı.
Asıl sorun, bu sorunun yanıtından emin olmak için yeterli
nedenimizin bulunmayışıdır. „Kültür“ ya da „kültürel“ bağlamı
nasıl tanımlarsak tanımlayalım ... insanların tarihinde, geçmişte ve
günümüzde her zaman teklikle değil, çoklukla karşılaşacağız.
Gelecek için nihai bir şey
XI: söylenemez. Ne var ki yaşama ve düşünme biçimlerinin
tamamen eşbiçimliliği ve tekliği ortaya çıksa bile bunun hep kalıcı
olma olasılığı düşüktür. Bunun için kehanette bulunmamıza gerek
yok, sadece günümüzün felsefesini anlamamız gerekiyor. Bunun
için şimdiye kadar felsefenin, üzerine yeni bir şeyler koyup
sürdürebileceğimiz bir – ve yalnızca bir – gelişiminin mi olduğu
sorusuna açıklık kazandırmaktan başka bir şey yapmamız
gerekmiyor. Eğer böyle olmuşsa, gerçi bunun yanında başka, az ya
da çok benzer düşünsel gelişmeler de var olmuş olabilir; ama
bunların tümü de gerçekte önemli değillerdir.
Böyle bir fikir var. Yalnızca felsefe sözcüğünün değil, bu sözcükle
imlenen konunun da yalnızca Eski Yunan kültüründe ve daha sonra
onunla bağlantılı olan Batı kültüründe izlenip oluşturulduğu
tasavvuru var. Bu konuda emin olabilseydik, felsefeye bir girişin,
Yunan ve Batı felsefesine bir giriş olması, bundan ne az ne de fazla
Wimmer 2009, önsöz, s. 4
olması gerekirdi. Gerçekten be sayıları hiç de az olmayan bu felsefe
serimlemelerinin – ister felsefe tarihine ilişkin yapıtlar isterse
fesefenin edinilmesi için hazırlanan müfredatlar olsun – böyle bir
tasavvurun kılavuzluğunda gerçekleştirildikleri, üstelik bunların
dünya çapında bir yaygınlıkları bulunduğu izlenimi edilinebilir.
Dolayısıyla bunun gerekçeleri varmış gibi görünüyor. Bu
gerekçelerin doğru olup olmadığını da sormamız gerekecek.
...
XII: Birçok filozof için çalıştıkları dalın tarihi büyük önem taşır ve
tahminen dünyanın dört bir yanında da durum böyledir. Bu tarih
bilinmeden felsefede hiçbir şey yapılamayacağını düşünürler.
Birçokları için kendi kültüründeki felsefi geleneğin bilinmesi
kesinlikle yeterli görünmektedir. Bu durum, münhasıran olmasa bile
özellikle Batı felsefesinin tarihi için gecerlidir: bu felsefenin
bilinmesinin, genel olarak falsefeyi bilmek için gerekli, ama aynı
zamanda yeterli de olduğu düşünülür.
Bu düşünce belirli bir açıdan doğrudur. Felsefe düşünce, tek bir
örnek üzerinden tanınabilir. Ne var ki böylesi tekil örneklerle yalXIII: nizca Batı’da değil, birçok dilde, birçok toplumda ve kültürde
karşılaşıyoruz. Burada karşımıza çıkan farklılıklar ise temel
problemlere ilişkin oluyorlar. Felefe yapan herkes birçok kültürde
felsefi düşüncenin varlığına ilişkin belgelere, günümüzce ve uzun
süreden bu yana erişebilir. Bu yüzden, arğümantasyonlarına ve
düşünüşlerine yabancı, farklı düşünceyi de katabilecekleri gibi,
felsefeci olarak bir genellik iddiasında bulunuyorlarsa, katmaları da
gerekir.
Felsefe her zaman bir konum içinde yer alır. İçinde bulunduğumuz
konum, esasen küresel olarak işleyen süreçlerin damgasını taşır. Bu
birçok yaşam alanının küreselleşmesi konumu içinde, felsefenin
karşısına yeni sorular ve görevler çıktığı gibi, felsefenin kendi
haklılığını ve yön gösterme işlevini de kanıtlaması gerekir. Felsefe
bunu yapabilirse, soruları karşılıklı alışveriş, karşılıklı eleştiri ve
teşvik içinde aydınlatmanın bir yolunu bularak yapabilir ancak.
...
Durum: Küreselleşme
XIII ss.
Vesile: Merkezcilikler
XVI: Kendi geleneğine ait bir uzlaşıyı olası biricik ölçüt ilan etmek
ve bu ölçüte evrensel bir geçerlilik kazandımanın etkili yollarını
aramak; hem dinlerde, hem felsefi ve bilimsel geleneklerde hem de
siyasal temsilcilerde rastlanan bir yaklaşımdır. Genişlemeci
merkezcilik olarak tanımlanabilecekt böyle bir denemeyi, hem
sömürgeciliğin hem de gelişme teorisinin ve politikasının tarihinden
ve bugününden olduğu kadar, dinsel misyoneliğin tarihinden de
biliyoruz. Genişlemeci bir kültürel merkezcilik, kendisine rakip olan
tüm anlam ve yönlenme seçeneklerini devre dışı bırakmak için etkin
bir biçimde çalışacaktır.
Kendine ait yöneliş değerlerinin rakipsiz bir biçimde geçerli
olduğundan emin olunduğu durumlarda, mantıksal açıdan
bakıldığında, örnek oluşturma etkisine güvenerek, tamamen karşıt
Die Situation:
Globalisierung
Der Anlass:
Zentrismen
Wimmer 2009, önsöz, s. 5
bir strateji de izlenebilir. Biricik iyi yaşam biçimi kendi kendinin
reklamını yapar; rakip görüşleri sahadan kovmak için ne tehdit
yoluyla korkutmaya ne de vaat yoluyla umut vermeye gerek duyar,
argümantasyonlara da girişmez. Buna bütünleyici merkezcilik
denilebilir. Sözü edilen birinci yaklaşımda olduğu gibi, bu
yaklaşimda da başlıca içeriklerinin – mümkünse küresel – bir
yaygınlık kazandıklarında değişmede kalacakları, sessizce kabul
edilmektedir; ne var ki aldatıcı bir varsayımdır bu, çünkü her bir
benimseniş sürecinde fikir ve değerler değişirler. Dahası, merkez
kendi
XVII: çekim kuvvetinin kendisi için tehlikeli olduğunu düşünüp bu
süreci sınırlar çekerek denetim altında tutmaya çalışabilir. Birinci
yaklaşımda olduğu gibi bu yaklaşımda da asıl teorik zorluk, temelde
yatan, kendinin genelgeçer olduğu varsayımının sorgulanamayışıdır.
Bu yüzden, kendi düşünme ve değerlendirme tarzının genel olarak
kabul ettiilebilirliği sorgulanır olduğunda, ortaya üçüncü bir
yaklaşım çıkabilir: Birileri, diğerlerini teorik olarak rahat bırakırlar
ve nihayetinde kendileri de rahat bırakılmak isterler. Ortak olarak
savunulabilir çözümler bulunmaya çalışılmaz; eleştiri daha çok
genel olarak evrenselci denemelere yöneltilir. Ben buna ayırıcı
merkezcilik diyorum. Bu yaklaşımda elbette, olabildiğince homojen
olarak gösterilen kendi grubunun üyeleri dışında, farklı
düşünenlerin massedilmesi söz konusu değildir. Ayırt edilebilir
gruplar arasında bir toleransın hüküm sürmesi öngörülür. Dışarıya
yönelik bu toleransa, içe yönelik bir toleransın karşılık düşmeyişi,
bu yaklaşımın bir çıkmaz noktasıdır (Crux). Bir başka çıkmaz nokta
da gerçeklikte, farklılıkların tolere edilmesinde her zaman içeriklsel
kısıtların bulunmasıdır.
Yayılmacı, bütünleyici ve ayırıcı olmak üzere bu üç merkezcilik
biçimi, gerçek süreçlere katıksız vakalar halinde ortaya çıkmazlar:
Birbirlerinden ancak ideal tip olarak ayrılabilirler. Yine de çatışma
durumlarında bunları teşhis edebiliriz. Örneğin insanın temel hakları
fikrini ele alalım. Bu fikrin yerleşmesine yönelik yayılmacı
merkezci bir strateji, buna uymayan gelenekleri çeşitli etkileme
yöntemleriyle, genelgeçer olduğu postule edilen kendi inançını
benimsetmeye dayanır. Bütünleyici bir strateji aynı amaçla aktif
etkileme yönteminden kaçınarak, kendi kanaatinin tutarlı bir
biçimde örnek olarak yaşanıldığında alternatif kanaatleri zamanla
susturmak için yeterli çekiciliğe sahip olduğunu görecektir. İlk iki
strateji, evrenselciliğin değişkeleri, üçüncüsü ise görecilik olarak
görülebilir. Bu üç yaklaşım da günümüzün tartışmalarında önemli
bir rol oynamaktadır.
Filozoflar aslında bu üç yaklaşımdan hiçbirini yeterli bulmazlar.
Onlar, kendi argümanlarının ikna güçünden başka hiçbir şeXVIII: ye dayanmazlar – bu yüzden, başka kanılarla
karşılaştıklarında, hiçbir şeyi sorgulama dışında bırakamazlar.
İkincisi, filozoflar değerli olan her şeyi kendi geleneklerinin zaten
içerdiğine güvenemezler – ve bu yüzden başkalarının fikirlerini
sormaları ve bu fikirlerle aynı düzlemde argümantasyona girmeleri
Wimmer 2009, önsöz, s. 6
gerekir. Üçüncüsü, filozoflar tek bir etnik, kültürel, dinsel, ulusal ya
da herhangi bir bakından sınırlı bir geçerlilikle yetinemezler – bu
yüzden, amaçları gereği sürekli evrenselci olmak durumundadırlar,
ama yine de her defasında başkaları tarafından eleştirilebilir bir
kanıya sahip olduklarının bilincindedirler. Buna deneme amaçlı ya
da tentatif merkezcilik adını veriyorum. Yabancı, farklı düşünceyle
böyle bir tutum içinde ilişkiye girerek felsefe yapmak, kendi
görüşünün tüm insanlar için mutlak geçerliliği iddiasını kendine
çıkış noktası alamaz; fakat ortak konuşmada böyle bir geçerliliğe
ulaşma ödevine uyulacaktır. Bu yüzden gerek kendine, gerek
başkalarına ait bir görüş ve bakış açısını o bağlama indirgemek ya
da görelileştirmek yoluna gidilmeyecektir. Bu anlamda, içerikleri
farklı eşitler arasında polilog bir davranış olarak felsefe,
küreselleşme koşullarında yönlenme sürecinde bir görev olabilir.
...
Hedef: Farklılıklarla Birlikte ve Farklılıkların Arasında Felsefe
Yapmak
Sorular: Kültürler, Tarihler, Normlar
((Metin))
Das Ziel:
Philosophieren mit
und zwischen
Differenzen
Die Fragen:
Kulturen,
Geschichten,
Normen
Der Text
Download