Spor ve Hastalıklar

advertisement
SPOR VE
HASTALIKLAR
Hazırlayan:
Tuba ŞİNOFOROĞLU
Düzenli olarak yapılan sportif aktivitelerin
kardiovasküler ve diğer hastalıklara yakalanma
riskini azalttığı konusunda çok az şüphe vardır.
Kronik
egzersiz
antrenmanları
şişmanlık
problemlerini ve kardiovasküler hastalıkları
önemli şekilde azaltmaktadır.
Kronik hastalığı olan bir kısım hastaların aktif
spor yapmaları sakıncalı olduğu halde, dozu
belirlenmiş ve her hasta için özgün düzenlenmiş
egzersiz programlarının zararından bahsetmek
mümkün değildir. Üstelik bu tip hastalıkların
çoğunda sporun bedensel performansı arttırıcı,
olumlu etkilerinden yararlanmak, hastalığın
tedavisine katkıda bulunmak olanağı vardır.
KARDİOVASKÜLER HASTALIKLAR

Kalp Krizi veya Koroner Kalp Hastalıkları
Koroner arterial hastalık, kalp yetersizliği ve hipertansiyon yaygın kalp hastalıkları arasındadır ve
yaklaşık olarak bu kalp damar hastalıklarının 2/3’ü miyokard enfarktüsü ile ortaya
çıkmaktadır. Koroner arter hastalığının en kötü yanı, bir uyarı olmaksızın ortaya çıkması ve ilk
kalp atağını geçiren her 5 kişiden birinin derhal ölmesidir.
Koroner Damar Hastalığı: Kalp kasını besleyen damarlar (koroner arterler) daraldığında,
kalbe olan kan akımı hızlanır. Normalde azalmış kan akımı kalbin fonksiyonunu engellemez.
Fakat kalbe daha çok kan pompalanması için baskı uygulandığında (egzersiz sırasında,
korkulduğunda, streste), yetersiz kan akımı ortaya çıkar ve durum ağrıya neden olur. Bu ağrı,
“angina pectoris” olarak bilinir ve bu duruma iskemik kalp hastalığı denir.
Kalp krizinin esas sebebi damar sertliğidir. Koroner arterlerin daralması sonucunda oluşur. Bu
daralmanın sebebi arterlerin iç duvarında depolanan yağlı maddeler, kalsiyum ve diğer
hücresel maddelerdir. Arterlerin daralmasının dışında arterlerin esnekliği de kaybolur ve
arterler sertleşir.
Koroner bir damar tıkanırsa bu damarın kan taşıdığı kalp bölümüne olan kan akımı kesilir ve bu
bölümde ölü kalp dokusu oluşur. Buna miyokard enfarktüsü denir. Küçük bir enfarktüs
etkilenen kısmın iyileşmesi ve buraya skar dokunun yerleşmesi ile sessiz kalabilir. Fakat Mİ
bölgesi geniş ise hasta. “kalp sektesi” belirtileri gösterir. Eğer kalbin büyük bir bölümüne
veya tamamına giden koroner damar tıkanır ve buraya kan akımı kesilirse, ani ölüm meydana
gelebilir.
Kalp damarlarında tamamen tıkanma oluştuğunda , kalp kaslarını besleyen arterler ölür ve kalp
krizine yol açar.
Kalp krizi riskini arttıran faktörler şunlardır:









Yaş : Yaş ilerledikçe kalp krizi riski de artar
Kalıtım: Kalıtımın kalp krizi riskinde oynadığı rol tam olarak bilinmemektedir. Fakat
genetik yapıdan çok aile yaşantılarının (yemek yeme, egzersiz yapma)etkisinin daha çok
olduğu düşünülmektedir.
Sigara: Günde içilen sigara sayısı kalp rahatsızlıkları ve akciğer
kanseri riskini arttırır.
Egzersiz: Fiziksel aktivite koroner kalp hastalıklarını azaltır
Şişmanlık: Vücuttaki yağ oranıyla paralel olarak kalp krizi riski artar.
Kan kolesterol seviyesi: Kandaki kolesterol ve trigliseritlerin
(doymuş yağlar) yüksekliği .
Kan basıncı: Sistolik kan basıncı 1500 mmHg’nin üstünde olan bireyler, 120 mmHg’nın
altında olan bireylere oranla 2 kat daha fazla koroner kalp hastalıkları riski taşırlar.
Cinsiyet: Genç erkeklerde genç bayanlara oranla daha fazladır. 44-33 yaşları arasında
erkeklerin ölüm oranı bayanlarınkinden 6 kat daha fazladır. İleriki yaşlarda bu oran
hemen hemen eşitlenmektedir. Bayanlardaki östrojenin koruyucu bir görev üstlendiği
düşünülmektedir. Daha önce kalp krizi geçiren erkeklere östrojen hormonu enjekte
edildiğinde daha sonra olabilecek kriz sayısının azaldığı belirlenmiş ve kadınların
menopoz döneminden sonra östrojen hormonunun birden azalmasına bağlı olarak
koroner kalp hastalıkları riskinin arttığı bildirilmiştir.
Stres: yüksek seviyede saldırganlık, rekabet ve liderlik vasıflarını taşıyanlarda hastalık
riski çok fazladır.
Kalp Krizi – Koroner Kalp Hastalıkları
ve Egzersiz






Fiziksel aktivitenin koroner damar hastalığı ile olan ilişkisi birçok araştırmacı tarafından
incelenmiştir. Bu çalışmalar, düzenli fiziksel aktivitenin kalp hastaları için zararlı değil
tam aksine yararlı olduğunu göstermiştir.
Efraim ve arkadaşları 1986’da fiziksel antrenman ve risk faktörlerinin kontrolü ve kalp
damar fonksiyonlarının takip edilmesini gerektiren bir rehabilitasyon programının hem
hastaya, hem de ailesine ekonomik ve psikososyal yararlar getirmenin yanı sıra (işin
hafiflemesi ve iyi hissetme) fonksiyonel kapasitenin arttırılmasında da yarar
sağlayabileceğini belirtmişlerdir.
Bulguları normal olan hastalara, her hafta yeniden düzenlenen programlarla, dozu
yavaş yavaş artan egzersizlere başlatılır. Dikkat edilecek nokta, egzersizlerin daha çok
aerobik nitelikte olmasıdır. İzometrik egzersizler veya kuvvet antrenmanları, kesinlikle
bu tür hastalara uygulanmamalıdır. Yürüme, jogging, koşma, bisiklet, yüzme, tenis en
uygun egzersiz tipleridir.
Düzenli yapılan sportif etkinlikler sayesinde HDL(iyi huylu)/LDL(kötü huylu) kolesterol
oranındaki iyileşmenin yanı sıra yağlı vücut kitlesinde de azalma olur ve kalbin yükü
azalır.
Çoğu araştırmacıya göre, haftada 3 kez 20-30 dakika süreli egzersiz yeterli sayılır.
Egzersizlerin yoğunluğu belirlenirken yaşa göre maksimal nabız hesabından
yararlanılabilir. Daha önce tamamen sedanter yaşam süren bir hastada, yaşa göre
maksimal nabzın %60 oranı ile başlanır ve zamanla %10’luk artışlar halinde egzersizin
yoğunluğu yeniden belirlenir

Yayınlanan yeni bir çalışmaya göre, günde üç km. ya da daha fazla bir mesafe yapılan
yürüyüş, tüm ölüm riskini yarıya indirmektedir. Kanser ve kardiovasküler
hastalıklardan ölme riskini de azaltmaktadır. Birkaç merkezde yürütülen çalışmada,
yaşları 61 ile 81 arasında değişen, sigara içmeyen ve her gün düzenli olarak yürüyüş
yapabilen 707 emekli erkek, 12 yıl süre ile takip edildiler. Bu süre içinde gruptan 208
kişi öldü. Çalışma sonuçlarına göre, günde 1.5 km. ve daha az yürüyenlerin % 43.1'i
ölürken, 3 km.'den fazla yürüyenlerde ölüm oranı, yaklaşık bunun yarısı kadar, %
21.5 oldu. Araştırmacılardan Dr. Abbott, düzenli yürünen mesafenin ölüm riski
üzerinde önemli bir rol oynadığını, günde 1.5 km.'den daha az yürüyenlerin en
yüksek ölüm riskine sahipken, 1.5-3 km. arasında yürüyenlerin ikinci yükseklikte
ölüm riskine, 3 km.'den daha fazla yürüyenlerin en az ölüm riskine sahip olduklarını
ve günlük yürünen mesafenin her 1.5 km.'lik artışı için, ölüm riskinde % 19'luk bir
azalmanın olduğunu açıkladı. Çalışmada takip edilen hastalarda görülen en sık ölüm
nedeni kanser oldu. Kansere bağlı ölüm, günde 1.5 km.'den daha az yürüyenlerde %
13.4, 3 km. den fazla yürüyenlerde % 5.3 olarak gerçekleşti. Daha uzun mesafe
yürüyebilenlerde kardiovasküler ve felç gibi nedenlerle görülen ölümler, istatiksel bir
farklılık taşımamakla birlikte, kısa yürüyenlere göre daha azdı.

Bu araştırmalar, düzenli yapılan yürüyüşlerin insan sağlığı üzerindeki olumlu
etkilerini göz önüne sermektedir. Daha önce yapılan pek çok çalışma da, yürüyüş ya
da diğer düzenli egzersizlerin kan basıncını düşürdüğünü, damar sertliğini azalttığını,
kan lipit düzeyleri ve pıhtılaşma mekanizmaları üzerinde olumlu etkilere neden
olduğunu ortaya koymuştur. Düzenli yapılan hareketlerin kan dolaşımını artırarak,
organların kanlanmasını, dolayısıyla beslenmesini ve metabolizma artıkları ile toksik
(zehirli) maddelerin vücuttan atılmasını hızlandırır. (The New England Joumal of
Medicine, 1998; 338: 94-99)
Wilson’a göre kardiyak rehabilitasyon programına katılan
hastalarda şu değişiklikler görülmüştür:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Maksimal oksijen tüketiminde önemli artışlar
Dinlenme ve submaksimal çalışmada sistolik kan
basıncının ve nabzın düşmesi
Kas kütlesinin artması ve yağ oranının düşmesi gibi
önemli vücut kompozisyonu değişiklikleri
Cinsel yetenekte artış
Olumlu düşünme ve iyi yeme alışkanlıklarının
geliştirilmesi
Dinlenme ve submaksimal çalışmada kalp kası
çalışmasında düşme
Merkezi ve periferik dolaşımda önemli gelişmeler
Bu değişiklikleri kardiyak rehabilitasyon programına
katılmayan hastalarda gözlenmemiştir.
Hipertansiyon

En sık görülen kardiovasküler hastalıkların başında hipertansiyon gelir.

Kan basıncını düzenleyen mekanizmaların genellikle bilinmeyen bir
nedenle olumsuz etkilenmeleri sonucu, kan basıncı normalin çok üstüne
çıkar ve arterlere büyük bir baskı uygular. Bu hipertansiyon veya yüksek
kan basıncı olarak bilinmektedir. Yıllarca fark etmeksizin kişi yüksek
tansiyonlu olabilir. Sessiz olmasına rağmen hipertansiyon zararsız değildir.
Kalp, böbrekler ve beyin gibi organlara giden damarlardaki aşırı baskı bu
organlarda zamanla ciddi yıpranmalara yol açar.

Hipertansiyonlu hastaların %90’ında esansiyel bir kan basıncı yüksekliği
söz konusudur. Geri kalan %10’da ise daha çok böbrek hastalığından
sonra görülen hipertansiyon olguları yer alır.

Hipertansiyondan en fazla etkilenen organların başında böbrekler gelir.
Egzersiz böbreklerdeki iskemik durumun daha da ilerlemesine yol açabilir.
Bir diğer önemli organ kalptir. Hipertansiyon nedeniyle büyümüş olan kalp,
egzersiz sırasında yeterli kanı pompalamakta güçlük çeker.

EKG’de sol ventrikül hipertrofisi bulunmayan ve kan basıncı 250/115’ten
daha yüksek olmayan hastaların aerobik, yürüyüş ve yorucu olmayan diğer
spor dallarını yapması önerilebilir.
Hipertansiyon ve Egzersiz

Koroner kalp hastalığı riski dinlenik sistolik ve diyastolik kan basıncının
artmasıyla paralel olarak artar.

Amerika’da hipertansiyonlu hastalar üzerine yapılan bir çalışmada sistolik
ve diyastolik kan basınçlarında; sodyum alımının azaltılmasıyla 5 ve 4
mmHg azalma olduğu, 9,8 kg civarında bir kilo kaybının da 15 ve 10
mmHg düşüşe neden olduğu belirtilmiştir.
(Kaplan,N. M., Clinical Hypertension)

Benzer olarak, Hagberg’in çalışmasında dayanıklılık antrenmanı yapan
hipertansiyonlu hastaların sistolik ve diyastolik basınçlarının ortalama 10
mmHg azaldığını bildirmiştir.

Yakın çalışmalar kan basıncını düşürmek için yapılacak dayanıklılık
çalışmaları için düşük şiddette (%40 -%60 VO2max) egzersizleri tavsiye
etmişlerdir. Bu şiddette yapılacak olan egzersizler haftada en az 3-4 kere
ve daha fazla miktarda kalori harcamak için yeterli uzunlukta (30 – 60 dk)
yapılmalıdır. Gordon ve arkadaşları hedef olarak haftada 14-20 kcal/kg
(70 kg’lık bir kişi için 980 -1440 kcal) göstermiştir.

Hipertansiyon hastası olmayan aynı yaştaki kişiler üzerinde yapılan
araştırmalar, spor yapanlarda kan basıncının daha düşük olduğunu ortaya
çıkarmıştır.
Solunum Sistemi Hastalıkları
ASTIM




Solunum sistemi hastalıkları içinde en sık görülenlerden
biri astıdır. Astım çeşitli uyaranlara karşı trakea ve
bronşların aşırı yanıt vermeleri ve hava yollarının
daralması sonucu gelişir.
Astım kronik tıkayıcı (obstrüktif) bir akciğer hastalığıdır.
Astımda akciğerlerin hava dağılımının gerçekleştiği
bronşiollerde spazm oluşur.
Astımın oluş nedeni kişinin bağışıklık sisteminin aşırı
duyarlılığı, alerji ve hava keseciklerinin kimyasal
uyaranlara karşı fiziksel duyarlığı olabilir.
Göğüste sıkışma hissi, hışırtı sesi, nefes alıp vermede
güçlük ve öksürük görülür.
Bir astım nöbetinde nefes yolları aniden
daralarak nefes almayı güçleştirir. Bu durum
hava kirliliğinden egzersize kadar çeşitli faktörler
nedeniyle ortaya çıkabilir. Buna karşılık
araştırmalar, astımlı kişilerin akciğerlerini
kuvvetlendirmesi ve günlük enerjik faaliyetleri
daha iyi yapa bilmesine olanak sağlaması
nedeniyle, egzersizden yarar görüldüğünü ortaya
çıkarmıştır. Astım ilaçlarla kontrol edilebilir ve
egzersizi aksatmaz.
 1984 Olimpiyat Oyunlarında yarışan sporculardan
67’si astımlıydı ve 41’i madalya kazandı.

Egzersiz ve Astım

Astımı uyaranlardan biri de fiziksel aktivitedir. Hastalar yoruldukları zaman astım krizinin geleceğini
bildiklerinden, her türlü sportif etkinlikten uzak durmaya çalışırlar. Bazı hastalarda ise krizi ortaya
çıkaran yegane faktör, fiziksel aktivitelerdir. Bu itibarla astımlı hastalarda egzersiz konusunda çok
dikkatli olmak gereklidir.

Egzersiz nedeniyle ortaya çıkan astım genellikle antrenman sırasında değil ancak hemen sonra
ortaya çıkar.

Astımlı çocuklar egzersiz sırasında aşırı sık soluk alırlar. Bu nedenle O2 alımında yetersizlik ve
aerobik güçte düşme görülür. 1983’te Cumming adlı bir araştırmacı egzersizin astımlı çocukların
kalplerine zarar verebileceğini bildirmiş ve astımlılarda aşırı antrenman yüklenmelerinden
kaçınılmasını önermiştir.

Astımlı hastalar tedavi amacıyla yüzmeye yönlendirilmiştir. Yüzme havuzlarında solunan havanın
nemli ve ılık olması egzersizle ortaya çıkacak astımı engeller. Diğer branşlarda sporcu olan astımlılar
kapalı yüzme havuzu gibi nem ve ısısı uygun ortamlarda antrenman yaparlarsa nöbetlerden
korunabilirler. Eğer dışarıda, soğuk havada egzersiz yapılacaksa bir yüz maskesi veya atkı
kullanılarak nemin tutulması sağlanabilir.

Astımlı kişiler spor branşı seçerken sürekli aktiviteyi gerektiren (bisiklet, koşu vb) sporlar yerine,
yoğun kısa aktiviteleri ve dinlenme devreleri olan (futbol, basketbol, tenis vb) spor branşlarını tercih
etmelidirler. Yüzme ideal bir spordur. Ayrıca maksimal kalp atım oranının %70-75’iyle yapılan
aktiviteler astımlı hastaların yapabileceği egzersizlerdir.

Egzersizlerin haftada 3-5 kez, 30-60 dk’lık programlar halinde yapılması uygundur. İleri derecede
astımlı ve egzersize aşırı yanıt veren hastaların egzersiz öncesi ilaç almaları gerekir.

Astımlı sporcular burundan solunum yapmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Böylece solunan
havanın ısınması ve allerjen maddelerden süzülmesi sağlanır.

Egzersize başlamadan 3-4 saat önce bir krizin atlatılmış olması, refrakter periyot niteliğiyle hastayı
yeni bir krizden korur.
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
(KOAH)

Solunum sitemi hastalıkları içinde diğer önemli grup, kronik
obstrüktif akciğer hastalığıdır. KOAH hava yollarının daralması veya
akciğer harabiyeti (amfizem) nedeniyle ortaya çıkar.

Kronik bronşit ve aşırı sigara içme alışkanlığı, bu tablonun
gelişmesinde en önemli rol oynayan etkenlerdir. Sigara, proteolitik
enzimleri çıkaran akciğer hücrelerini tahrip eder ve sonuçta
amfizeme sebep olur. Astım ve hava kirliliği de KOAH gelişiminde rol
oynayan etkenler arasındadır.

Koah daralan solunum yolları sebebiyle soluk verme yeteneğindeki
azalma ile nitelendirilir ve hırıltılı soluma sesi oluşur. Koah olan bir
kişi iş kapasitesinde azalma ile karşılaşır, fakat aynı zamanda
psikolojik problemlerde de (endişe ve depresyon) artış görülür.
Egzersiz ve KOAH

Bu hastaları spor ve egzersizden yararlandırmak için
kişiye özgü bir programın düzenlenmesi gerekmektedir.
Egzersizin yoğunluğunu belirlemek amacıyla 12 dk
yürüyüş testi yaptırmak yararlıdır. Test sırasında kalp hızı
sayılır ve ilerleyen dakikalar içinde yürüyüşün nasıl etki
ettiği hesaplanır. Bu testten alınan yanıtlar
değerlendirilerek maksimal kalp atım hızının %70’i
dolayında bir egzersiz programı düzenlenir.

Egzersiz programından sonra hastaların fiziksel
kapasitelerinde bir gelişme olduğu görülür. Diğer taraftan
solunum kapasitesinde ve pulmoner hipertansiyonda
anlamlı bir iyileşme sağlanamamıştır. Ayrıca egzersiz
sırasında aritmi, sistemik hipotansiyon ve PCO2 artışı gibi
komplikasyonlar ortaya çıkabilir.
Sinir Sistemi Hastalıkları
Sara (Epilepsi)

Sara (epilepsi) beyin kabuğundaki sinir hücrelerinin muhtelif
bozuklukları sonucu oluşur. Gerçi bilinç kaybı, istemsiz kasılmalar,
duygu, düşünce ve davranış değişiklikleriyle karakterize, nöbet
şeklinde görülen bir hastalıktır.

Haftada bir kez den daha fazla nöbet geçiren kişilerin yarışmacı
düzeyinde spor yapmaları sakıncalı kabul edilmektedir.

6-9 yaş arasındaki epileptik çocuklar uygun tedavi ve kontrol altında
iseler yaşlarına uygun sporları yapmalarına izin verilir.

Ancak hava sporları; paraşüt, yamaç paraşütü ile dağcılık, scuba
dalışı gibi sporlarda katılmalarına izin verilmez. Yüzme saralılar için
kontrol altında yapılabilecek bir spor olmasına karşın çok tehlikelidir.
ŞEKER HASTALIĞI





İnsanda kan şekeri belirli yoğunlukta olmalıdır. 80-110 mg/dL kadar
olan değerler normal kabul edilir. Bu orandan yüksek kan şekeri
“hiperglisemi” tablosunu oluşturur. Kandaki şeker oranı azaldığında
ise “hipoglisemi” gelişir.
Şeker
hastalığı
(diabetus
mellitus)
organizmanın
şeker
harcamasındaki dengesizlik nedeniyle ortaya çıkar.
İnsülin yapımındaki yetersizlik veya yapılan insülinin etkisini
engelleyen faktörlerin varlığına bağlı olarak ortaya çıkan bir
sendromdur.
İnsülin, pankreasta üretilen ve şekerin hücrelere girmesini sağlayan
bir hormondur. İnsülin yetersizliği veya etkisizliği, bir yandan
hücrelerin şekeri enerji kaynağı olarak kullanmasını engeller, diğer
yandan da kan şekerinin yükselmesine (hiperglisemi) neden olur. Bu
durumda, hücreler enerji gereksinimlerini başka yollardan
karşılamaya başlarlar. Bu esnada oluşan metabolik artıklar ve yüksek
kan şekerinin doku proteinleri ile birleşmesi, hastalığın yol açtığı bir
çok bozukluklardan sorumlu tutulmaktadır.
Diyabet bazı özellikleri nedeniyle gruplanarak değerlendirilir:
TİP 1 VEYA İNSÜLİNE BAĞLI DİYABET

Tip I Diabet, çok genç yaşlarda başlar. Bu tipte, pankreasta üretilen
insülin miktarı çok düşüktür veya üretim tamamen durmuştur.
İnsülinsiz kontrolü mümkün değildir.

Tip 1 şeker hastalarının en büyük sorunu kan şekeri düşmesidir.
Hipoglisemi belirtileri; çift görme, aşırı açlık, çarpıntı, sinirlilik, baş
ağrısı, uyuşukluk, konuşmada zorluk, aşırı terleme ve ellerin
titremesidir. Bu tablo hızlı insülin emilimi sebebiyle oluşur.
Engellemek için, düşük yoğunlukta egzersiz ve insülin enjeksiyonu
gerekir.

Egzersiz, Tip 1 şeker hastalarına doğal tedavi olarak önerilir. Egzersiz
ile insülin ihtiyacı azaltılabilir. Egzersizin olası komplikasyonlarına
karşı antrenman öncesinde karbonhidrat ağırlıklı beslenme yapılır.
Hastanın insülin dozu ayarlanır. İnsülin dozu azaltılarak ya da
egzersiz öncesinde ve sonrasında karbonhidrat alımı arttırılarak
hipoglisemiye engel olunabilir.
TİP 2 DİYABET

Tip II Diabet, yetişkin yaşlarda başlar. Burada insülin üretiminin
eksikliğinden ziyade, üretilen insülin gerektiği şekilde etki
gösterememektedir. Dikkatli bir diyet ve sporla kontrol edilebilir.

Tip 2 şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri tip 1 şeker hastalarına
göre büyük değişiklikler göstermezler. Egzersiz yapmak bu tip
hastalarda da çok önemlidir. Düzenli yapılan antrenmanlar, kilo
azaltma ve düşük kalorili diyet ile tip 2 hastalarının kan şekeri
düzeyleri normal sınırlarda tutulabilir. Bu şekilde uzun dönemli
düzenli egzersiz programları ile şeker hastalığı komplikasyonları olan
sinir harabiyeti (nöropati) ve göz hasarı (retinopati) azaltılabilir.

Günlük fiziksel aktivite birden azaltılırsa belirgin hiperglisemi tablosu
gelişir. Artmış susuzluk hissi, sık idrara çıkma gibi belirtiler görülür.

Ayrıca yatkınlığı olan kişilerde, gebelikte
üretilen bazı hormonlara ve metabolik
yükteki artışa bağlı olarak gebelik sırasında
ortaya çıkan ve gestasyonel (gebelik)
diabet adı verilen bir diabet çeşidi daha
vardır.

Bu tip diabette, kan şekeri hamilelik
sonrasında genellikle normale döner.
Ancak bu kişilerin yaklaşık % 40'ında,
sonraki 15 yıl içerisinde Tip II diabet
gelişir.
Şeker Hastalığı Tanısı Koyabilmek İçin:

Herhangi bir zamanda ölçülen kan şekerinin 200
mg/dl'nin üzerinde olması (hastada çok yeme, çok su
içme ve çok idrar yapma gibi diabetin klasik semptomları
görülsün veya görülmesin), veya;

İki değişik zamanda ölçülen açlık kan şekerinin 140
mg/dl'nin üzerinde bulunması, veya;

Şüpheli durumlarda yapılan şeker yükleme testi
sonucunda, ikinci saatte alınan kan örneğinde ya da test
esnasında diğer örneklerden herhangi birinde kan
şekerinin 200 mg/dl'nin üzerinde olması gerekir.

Egzersiz glikozun kandan atılma hızını artırdığı
için, diyabet olan bir çocuk insülin ve
karbonhidrat alımını herhangi bir egzersizle
dengelemeye ihtiyaç duyar.

Bir insülin iğnesinden 2 ile 4 saat sonrasına
kadar insülin faaliyeti en üst düzeyde
olduğundan, bu süre içerisinde genellikle yoğun
egzersizlerden kaçınılmalıdır.

Genel olarak ifade etmek gerekirse uygun
gözetim altındaki bir diyabetin sorunla
karşılaşacağı bir spor dalı yoktur. Çok sayıda
olimpik ve profesyonel sporcu diyabetlidir.
Şeker Hastası Sporcular

Günümüzde birçok diyabetli sporcu amatör ve profesyonel düzeyde
spora katılmaktadır. Ancak bu sporcuların diğerlerine göre bazı
metabolik dezavantajları vardır. Şeker hastası sporcularda azalmış
glikojen depoları ve laktat üretimi başlıca dezavantajlardır. Şeker
hastalarının kaslarında yüksek oranda glikoz emilemediği gibi daha
hızlı bir oranda glikoz salınımı olur

Genç sporcularda sportif etkinlikle insülin salınımı artabilir. Bu durum
glikozun periferik kullanımını yükselterek sporcuyu hiperglisemiye
sokabilir. Sıcak ortamlarda spor yapılıyorsa fiziksel aktivitenin neden
olduğu terleme asidoza yol açabilir. Bu noktada dikkatli olunmalıdır.

Aşırı aktivite nedeniyle ve diğer nedenlerle kandaki şeker oranı
düşer. Bu durumdan beyin etkilenir. Kandaki şeker oranının
düşmesiyle bayılma, komaya girme, hatta ölüm olabilir. Baş dönmesi,
halsizlik, sarhoşluk hissi vardır. Hastanın mental durumu bozulur.
Nabız hızlıdır, deri donuklaşmış ve terlidir, titreme eklemlerden
başlayarak vücuda yayılır.
Diyabetlilerde Egzersiz

Egzersizin glikoz metabolizması üzerine en önemli etkisi, bir taraftan karaciğerden
glikoz salınımını arttırırken, diğer taraftan kas hücrelerinin glikoz kullanmasını (7-20
kat)çoğaltmasıdır. Hücre membranındaki insülin reseptörlerinin sayılarının artması
sonucunda, kas hücrelerinin insüline duyarlılığı %30 oranında artar.

Diyabetli hastalarda egzersiz, kan glikozunu düşürür, glikoza toleransı artırır ve
böylece ekzojen insülin gereksinimi azalır.

Şeker hastalarında egzersiz yapılması hastalığın klinik seyrini etkiler. Yeni başlayan
diyabetliler için egzersizler 10 dakikadan başlayarak 35-40 dakikaya kadar
artırılabilir.

Tip 1 ve tip 2 şeker hastaları haftada 3-5 defa %50-70 yüklenmeyle aerobik aktivite
yapmalıdır. Önerilen bu programda kalp hızı dakikada 160 atımdır.

Diyabetli kişi için egzersiz tipi ve yoğunluğu belirlenir. Her hasta aldığı insülin ve
diyetine uygun egzersizleri yapar. Örneğin 40 dakikalık bir basketbol oyunu 0,5 – 1,5
ünite insüline , 5 millik bir koşu 2- 3,5 ünite insüline eşdeğerdir.

Sporcu olmayan diyabetlilerin egzersiz yapmaya yönlendirmede amaç; kan şekerini
normal sınırlarına indirmektir. Düzenli egzersiz yapan şeker hastalarında dışardan
alınan insülin veya antidiabetik ilaçlara gereksinim azaldığı ve kişinin glikoz
toleransının arttığı belirlenmiştir. Diyabetli çocukların haftada 20 saat sportif
etkinlikte bulunması önerilmiştir.

Egzersiz programı her hastaya göre düzenlenmelidir. Belirgin insülin yetmezliği olan
hastalarda, egzersizle beraber insülin veya oral antidiabetikler kullanılmalıdır.
Hiperlipemi ve Hiperkolestrolemi

Kardiyovasküler risk faktörlerinin en önemlilerinden biri kandaki
yağların ve kolesterol miktarının normalden yüksek olmasıdır. Başta
koroner ve serebral arterler olmak üzere, yaşamsal önemi çok fazla
olan arterlerin lümenlerinin daralmasına ve sonunda tıkanmasına yol
açan, damar duvarının elastikiyetini azaltan arterioskleroz gelişiminin
en önemli nedeni kandaki bazı lipoproteinlerin aşırı yükselmesidir.

Düzenli fizik egzersizler arterioskleroz oluşumunu kolaylaştıran
LDL(low density lipoproteins) düzeyini azaltırken, arteriskleroza
engel olan HDL (high density lipoproteins) düzeyinin yükselmesini
sağlar.

Özellikle vücut ağırlığı fazla olan kişilerde, egzersizin kan yağları
üzerindeki etkileri daha belirgindir. Egzersiz kandaki trigliserit
düzeyini düşürür. Trigliseritle beraber kolesterol azalır ve HDL/LDL
oranı, HDL lehine yükselir.
Egzersiz ve Hiperlipemi -Hiperkolestrolemi


Uzun süredir sedanter bir yaşam süren ve vücut ağırlığı
artmış, kandaki yağ oranları yükselmiş bir kişiye
önerilecek egzersiz programının en başta gelen özelliği,
aerobik nitelikli olmasıdır.
Başlangıçta çok temkinli ve yoğunluğu az olan bir
egzersiz programı uygulamak gerekir. 2-3 haftalık süreyi
yalnızca kültür-fizik hareketleri, germe egzersizleri ve
ısınma hareketleriyle geçirmekte yarar vardır. Egzersizin
yoğunluğu kişinin durumuna göre, maksimal kalp hızının
%60-70’ini geçmeyecek düzeyde ve haftada 3-4 kez
olmalıdır. Vücut ısısını yükselterek terletecek düzeyde
şiddet yeterlidir.
Kanser








Kanser; hücrelerin kontrolsüz üremesi ve normal olmayan doku ve tümör
oluşturmasıdır.
Tümör, herhangi bir dokuda oluşan normal dışı şişlik ve kitle demektir.
Her organ, ( hücrelerin devamlı üremesiyle ) yenilenme gösterir. Bu yenilenme
sırasında bazı hücreler, çeşitli etkenlerin etkisiyle kontrolsüz üremeye başlar. Bu
şekilde üreyen dokuya tümör adı verilir.
Tümör oluşumu sırasında hücrelerin yapısı, esas organın hücre yapısına benzeme
derecesine göre sınıflandırılır.
Orijinal hücreye çok benzeyen hücrelerden oluşan dokular, iyi huylu (selim, benign
) tümörleri oluştururlar. Selim tümörler, çok çabuk büyüyerek çevre dokuları işgal
etmezler.
Eğer bir tümörün hücreleri, esas dokunun hücrelerine benzemeyen özellikler
taşıyorsa, bunlar kötü huylu ( habis, malign ) olarak adlandırılır.
Kanser olarak adlandırılan hastalıklar, işte bu kötü huylu hücrelerin
oluşturduğu tümörlerdir. Tümör hücresinin, ana hücreyi taklit etme özelliği ne
kadar azsa, bu hücrelerin habislik oranı o kadar yüksektir ve bu tip kanserlerin tedavi
başarıları da o denli düşüktür.
Hücrelerde kontrolsüz üremeyi başlatan birkaç etken vardır. Tıp dilinde karsinojen
olarak adlandırılan bu maddeler, sürekli olarak bölünerek çoğalan hücrelerin genetik
yapısını tahrip ederek mutasyon denen genetik değişikliklere neden olurlar. Bunun
sonucunda da normal hücre, önce prekanseröz ( kanser öncesi ) hücreye, daha sonra
da kanser hücresine dönüşür.
Kansere neden olan etkenleri şu başlıklar altında
toplayabiliriz:












Kalıtsal yakınlık, (kalınbağırsak, makat ve meme kanserlerinde)
Kalori değeri yüksek, hayvansal yağdan zengin, et içeriği zengin
beslenme, (sindirim sistemi, meme ve prostat kanserlerinde)
Sigara ve diğer tütün ürünleri içmek, (akciğer, ağız , gırtlak, yemek
borusu, mide , pankreas ve mesane kanserlerinde)
Aşırı alkol, (ağızdan makata kadar tüm sindirim sisteminde, karaciğer ve
meme kanserlerinde)
Aşırı güneş ışığı ve ultraviyole ışınları, (her türlü cilt kanserlerinde)
Bedensel hareketsizlik, (rahim, prostat, meme ve kalınbağırsak
kanserlerinde)
Cinsel temasla bulaşan virüsler, (üreme sisteminin yanı sıra karaciğer
kanserlerine, lenfoma ve sarkoma türü tümörlere)
Ev ve işyerindeki kimyasal karsinojenler, (katran, is, naftilamin,
benzidin, nikel bileşikleri, krom, kadmiyum, asbest ve arsenik bileşikleri)
Radyoaktif maddeler,
Bazı hormonlu bileşikler,
Dokuların devamlı tahrişi,
Kişinin bağışıklık sistemindeki kusurlar,
Egzersiz ve Kanser

Şu ana kadar yapılan bağışıklık dizgesi ile ilgili çalışmalarda kanser ve spor arasında
bağışıklık dizgesi bakımından henüz net bir ilişki saptanmamıştır. Buna karşın
epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarını da dikkate alarak, kanser riskini düşürmek
amacıyla dinçlik (fitness) için sporun yapılması uygun olacaktır.

Bedensel etkinlik ile insanlardaki kanser riski arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan
farklı mekanizmalar ortaya atılmıştır. Bedensel etkinlik; bedensel yağ miktarını azaltır
ve dolayısıyla obezite insidansını azaltarak, obezitenin risk etmeni olduğu;
endomentrial meme ve kolon kanseri gibi belirli kanser türlerinin oluşumunu
azaltabilir. Spor, meme kanseri gelişiminden sorumlu tutulan estradiol gibi
hormonların düzeyini etkileyebilmektedir. Ayrıca spor yapan bireyler daha sağlıklı bir
yaşam tarzını benimseyerek, sigara içiminden ve yüksek yağ içerikli besinlerin
alımından vazgeçebilirler. Düzenli bedensel etkinlikler stres düzeylerini azaltarak,
bağışıklık dizgesinin ur (tümör) büyümesine karşı direncini arttırabilir. Kanser
hastalarında yapılan spor, ruhsal durumu düzeltirken meme kanseri kemoterapisi
gören hastalarda şişmanlamayı önlemektedir. Yüklenmeler sırasında hastaların
bulantılarının azaldığı ilginç bir bulgudur. Ancak bu bulgular yalnızca meme kanserine
ilişkindir. Yüklenmenin diğer kanser türlerine etkileri bilinmemektedir. Özellikle kalp
ve pulmoner myopatilere ya da aritmilere yol açan kemoterapilerde dikkatli olunmalı
ve kemoterapinin uygulandığı gün spor yapılmamalıdır.

Frish ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir araştırmada kolej seviyesinde spor
yarışmalarına katılan bayan sporcularda rahim ve göğüs kanseri görülme sıklığı daha
azdır.
Paffenbarger ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir araştırmada da sportif
faaliyetlere katılan bayan ve erkeklerin, kansere yakalanma riskinin daha az olduğunu
belirtmişlerdir.
Günümüzde halen daha egzersiz ve kanser oluşumu arasında direkt bir ilişki
kurulamamıştır.


AİDS

Aids sporcularda yorgunluğa neden olup vücut direncini
azaltabileceği endişesiyle spor yapmalarının sakıncalı olacağı
düşünülmüştür. Ancak, daha sonra bu görüşte farklılıklar meydana
gelmiş ve sporun yararlı olacağı kanısına varılmıştır. Bu düşünceden
yola çıkarak Magic Johnson 1992 de Barcelona Olimpiyat Oyunlarına
katılmış ve çok iyi bir performans göstererek takımının altın madalya
kazanmasında büyük rol oynamıştır.

Ancak AIDS virüsü(HIV) taşıyan kişilerin spor yapması konusunda,
sağlıklı kişiler açısından bazı tereddütlü durumlar ortaya
çıkabilmektedir.

Spor karşılaşmalarında HIV geçişi mümkün olabilmektedir. Güreş ve
futbol gibi cilt sıyrıklarının sık olduğu spor dallarında, HIV geçişi
teorik olarak mümkünse de, henüz böyle bir geçiş bildirilmemiştir.
Sadece bir tane, futbolcuların çarpışması ile ilgili olası bir HIV geçişi
bildirilmiştir. Ancak İtalya’ya ait bu olay dökümante edilmemiştir.
Download