KALP VE KULAKLARI MÜHÜRLÜ, GÖZLERİ PERDELİ OLANLAR Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ Yüce Allah, kulluk etmesi için yarattığı insana (Zariyat, 51/56) bu görevini yerine getirebilmesi için hakîkati anlayıp idrak edebileceği “kalp”, doğruları duyabileceği “kulaklar” ve gerçeği görebileceği “gözler” vermiş, ayrıca ilk insandan itibaren hakîkati, doğruları ve gerçeği bildirip açıklamak ve yol göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. (Fatır; 35/24; Hadîd, 57/25) Son olarak Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.s) bütün insanlara peygamber göndermiş ve Kur’ân-ı Hakîm’i indirmiştir. (Sebe’, 34/28; Ahzab, 33/40) Peygamberimizin ilk muhatabı olan Mekkeliler, başlangıçta tek ilah inancına, bir insanın Peygamber olmasına ve özellikle ahiret hayatına, öldükten sonra dirilmeye karşı çıktılar (Sâd, 384-5; Yasin, 36/78-79; Furkan, 25/4-8), Peygamberimizi ve Kur’ân’ı yalanladılar, ayetlerle mücadele ettiler. (Fussilet, 41/4, 40; Mümin, 40/69, 70) Peygamberimiz (s.a.s.), insanlar iman etmiyorlar diye çok üzülüyordu. “Ey Peygamberim! Mümin olmuyorlar diye adeta kendini helak edeceksin” (Şuara, 26/3) buyuran yüce Rabbimiz; “Eğer yüz çevirirlerse, biz seni onlara bekçi göndermedik, sana düşen, sadece tebliğdir.” (Şura, 42/48) ayetiyle Peygamberin üzülmesini istemedi, görevinin sadece tebliğ olduğunu, dinde zorlamanın bulunmadığını (Bakara, 2/256), dileyenin iman, dileyenin de inkâr edebileceğini bildirdi. (Kehf, 18/29) Mekke’de Allah’a ortak koşanların inkârları ve direnişleriyle karşılaşan Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’ye göç ettiğinde bu sefer Yahudilerin inkâr, direniş ve alayları ile karşı karşıya kaldı. Yüce Allah, “(Ey Peygamberim!) İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, onlara asla iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/6-7) anlamındaki ayet ile bir kısım insanların iman etmeyeceklerini, uyarının da fayda vermeyeceğini, çünkü bu kimselerin kalp ve kulaklarının mühürlü ve gözlerinin perdeli olduğunu bildirdi. I. KELİME TAHLİLİ 1. "Küfr" kelimesinin kökü olan “k-f-r” maddesi sözlükte iki anlama gelir. Biri nimeti örtmek yani nankörlük etmek, diğeri ise her hangi bir şeyi örtmek ve gizlemektir. Bu sebeple tohumu toprağa ekip gizledikleri için Kur’ân’da çiftçilere “küffar” denilmiştir. (Hadîd, 57/20) Din dilinde “küfür”; iman esaslarını kabul etmemek demektir. “Küfür”; Allah’tan başka ilah edinmek (şirk), ayetleri veya Kur’ân’da ismi geçen herhangi bir peygamberi inkâr etmek, yalanlamak veya alaya almak, Kur’ân’da yer alan hükümleri, emir ve yasakları, helal ve haramları kabul etmemek ve iman esaslarını kalp ile tasdik etmemek şeklinde ortaya çıkar. Kalp ile yalanlamak küfür olduğu gibi zorlama olmaksızın (Nahl, 16/37) söz, eylem ve davranış ile yalanlamak; iman edilmesi arzu edilen şeylere fiilen hakaret etmek veya onları alaya almak ve küçümsemek, bozmaya ve değiştirmeye çalışmak da küfürdür. Eylem ve davranış ile yalanlamanın küfür olmasına karşılık amelin yokluğu yani dini görevlerin yerine getirilmemesi küfür değil itaatsizliktir, büyük günahtır. Diliyle inkâr ettiğini söylemese bile fiilen İslamî hükümlerin değersiz ve çağ dışı olduğunu savunmak, günahı ve haramı helal, helâlı haram saymak da küfürdür. Küfür için iman edilecek şeylerin hiç birine iman etmemek şart değildir, birine bile iman etmemek küfürdür. 2. "İnzar"; korkulu bir şeyden sakındırmak için bildirmek, yani "ilerde şu fenalık var, şu azap var, şu sıkıntı var sakın!" diye doğru yolu göstermek demektir. Beşîr ve nezîr olması hem Peygamberin hem de Kur’ân’ın iki temel özelliğidir. (Fussilet, 41/4; Ahzab, 33/46) 3. "Hatm" kelimesinin temel iki anlamı vardır; biri bir şeyin üzerini mühürlemek, diğeri bir şeyi sona erdirmektir. (bk. Yasin, 36/65; Ahzab, 33/40) Kalp, kulak ve gözlerin mühürlenmesi, “hatm” kelimesinin dışında “tab’” kelimesi ile de ifade edilmiştir. 4. "Kalp", yürek ve gönül demektir. Kalp kelimesi biri maddî diğeri manevî olmak üzere iki anlamda kullanılır: a) Maddî kalp; göğsün sol tarafında, sol memenin altına doğru konulmuş, çam kozalağına benzeyen, içinde karıncık ve kulakçıkların bulunduğu atar ve toplardamarların kökü olan et parçasıdır. Kan dolaşımını bu kalp sağlar. Kalbin solunum ve akciğer hareketi ile bir ilgisi ve paralelliği vardır. Bu kalp insan iradesi dışında kendi kendine hareket eder. Türkçemizde bu kalbe “yürek” denir. b) Manevî kalp; bütün bilinç, vicdan, duygu, sezgi ve düşünme kuvvetimizin kaynağı olan ve bedende yeri belli olmayan kalptir. İnsanı sorumlu kılan bu kalptır. Bütün benliğimiz öncelikle bu kalptedir. Bu kalp ruhumuzun bir gözü gibidir. Sezgimiz bu kalbin bakışı, aklımız bunun ruhu, irademiz bunun kuvvetidir. Dilimizde bu kalbe "gönül" de denir. Türkçe’deki "gönlümden geçti", "kalbimden geçti", "zihnimden geçti" ve "aklımdan geçti" dediğimiz zaman hepsinde aynı anlamı kastederiz. "Temiz kalpli insan", "kör kalpli adam", "kalbi bozuk" ve "kalpsiz" ifadelerinde geçen “kalp” kelimesi bu anlamdaki kalptir. Allah'ı bilen, tanıyan, düşünen ve anlayan, iman eden veya inkâr eden bu kalptir. (Mâide, 5/41; Tevbe, 9/77; Hucûrât, 49/14; Mücadele, 58/22) Bu ruhanî kalbin bütün beden ile ve maddî kalp ile ilişkisi vardır. Kur’ân’da “kalp” kelimesi maddî anlamda kullanılmakla birlikte (Ahzâb, 33/4) daha çok manevî anlamdaki kalp kullanılmıştır. Kur’ân’da; Allah’a yönelen, hidayete eren, Müslüman, muttakî ve iman ile mutmain olan, saygılı, Allah’tan korkan ve gerçekleri anlayan kalpten söz edildiği gibi; gafil, günahkâr, hastalıklı, gerçekleri görmeyen, katılaşmış, kilitli, perdeli, mühürlü, paslı-kirli, dağınık, kin tutan, eğlenceye dalan ve gerçekleri anlamayan kalpten de söz edilmiştir. (bk. Kâf, 50/33; Teğabün, 64/11; Şuara; 26/89; Hac, 22/32; Nahl, 16/106; Hac, 22/54; Müminûn, 23/60; (Bakara, 2/46; Kehf, 18/28; Bakara, 2/283; Ahzâb, 33/32; Hac, 22/46; Bakara, 2/74; Muhammed, 47/24; Nisa, 4/155; Yunus; 10/74; Mutaffifîn, 83/14; Haşr, 59/14; Haşr, 59/10; Bakara, 2/13; A'râf, 7/179) II. AYETLERİN İÇERDİĞİ HÜKÜMLER Birinci ayette Peygamberin uyarısının kâfirlere fayda vermeyeceği, bu sebeple iman etmeyecekleri; ikinci ayette ise Allah’ın kâfirlerin kalplerini ve kulaklarını mühürlediği ve gözlerinde perde bulunduğu, bu mühür ve perdenin kâfirlerin iman etmelerine engel olduğu, kâfirler için büyük bir azap bulunduğu bildirilmektedir. 1. Kalpleri ve Kulakları Mühürlü Olanlar Yüce Allah, kendisine kulluk etmesi için yarattığı insanın iman ve ibadet etmesini istemekte ve bu amaçla Kur’ân’da “iman edin” ve “ibadet edin” diye emretmektedir. (Teğabün, 64/8; Hac, 22/77) Yüce Allah; akıl vermek, Peygamber ve kitap göndermek suretiyle insana rehberlik etmiş ancak onu iman ve ibadete zorlamamıştır. “(Ey Peygamberim!) De ki: “Hak Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29) “(Ey Peygamberim!) De ki: “Ey insanlar, size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar.” (Yunus, 10/108) anlamındaki ayetlerle bu gerçeği bildirmiştir. Eğer Allah insanları ima etmeye zorlasaydı iman etmeyen bir tek insan kalmazdı: “(Ey Peygamberim!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mümin olsunlar diye insanları zorlayacaksın?” (Yunus, 10/99; bk. Şuara, 26/4) Dolayısıyla yüce Allah, iman edip etmemeyi insan iradesine bırakmıştır. Bu itibarla iman etmek isteyen insana Allah engel olmaz. Ancak aklını kullanmayanlar, vahyin hayat veren ışığına gözünü kapayanlar, nefsin, şeytanın ve kötü insanların vesvesesine ve kötü telkinlerine kapılanlar inkâr ederler veya inkârda diretirler. Bu konuma düşen insanlara artık uyarı ve öğüt fayda vermez. Allah’ın, kâfirlerin kalp ve kulaklarını mühürlediğini bildirmesi bu gerçeği dile getirmek içindir. Çünkü yüce Allah, kullarının küfrüne razı olmaz, aksine iman ve ibadet etmelerinden memnun olur: “(Ey insanlar!) Eğer inkâr ederseniz şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur.” (Zümer, 39/7; bk. Fatır, 35/39) ayeti bu gerçeği açıkça dile getirmektedir. “Allah, kâfirlerin kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir” cümlesi; aklını ve yeteneklerini gerçeği anlamakta kullanmayan, nefsinin ve şeytanın esiri olan insanların; hakkı düşünüp bulmaya, doğruyu dinleyip işitmeye yetenekleri kalmamış demektir. Bu tür kimselerde aslî kalp vardır fakat ilk yaratılıştaki safiyetini yitirmiş, dolayısıyla hakkı anlamaz ve doğruyu dinlemez hale gelmiştir. Artık bu kimseler; kendi istek ve arzularından, şahsî ve nefsanî gayelerinden başka hiçbir şeyi düşünmezler. Gerçeği anlamak için yaratılmış olan kalplerin bütün faaliyet ve yetenekleri nefse ait arzularla boğulmuş, artık küfür onların kazançları, huyları ve karakterleri olmuştur. Bu sebeple onlar, “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” (Hac, 22/46) anlamındaki ayette ifade edildiği gibi ne Kur’ân’daki ve kâinattaki delilleri düşünürler ne de gerçeği ve doğruyu dinlerler, dinleseler bile kabul etmezler. Nitekim Mekkeli kâfirler Peygamberimize “(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır” demişlerdi. (Fussilet, 41/5) Kalp nasıl mühürlenir? Bilindiği üzere mühürlemek; zarf, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. İnsanların kalpleri bilgilerin zarfları, kulakları da kapıları gibidir. Dolayısıyla kalbin mühürlenmesi, zarfın mühürlenmesine, kulakların mühürlenmesi ise kapıların mühürlenmesine benzetilmiştir. Bu hususu Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle dile getirmiştir: "İnsan bir günah işlendiği zaman kalpte bir siyah nokta yani kara bir leke oluşur. Eğer kişi pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse kalp temizlenir ve parlar. Eğer günahtan tövbe edip vaz geçmez ve günah işlemeye devam ederse, o kara leke artar, sonra arta arta öyle bir duruma gelir ki, kara leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar. İşte Mutaffifîn sûresinde, "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas tutmuştur." (Mutaffifîn, 83/14) ayetindeki "rân" budur." (Tirmizî, Tefsir, 73) Bu hadis gösteriyor ki, küfre ve günahlara devam ettikçe kalpler bir kılıf gibi kaplanır. İşte bu, tahlil ettiğimiz ayetteki kalp ve kulakların mühürlenmesidir. Başlangıçta kalpteki kara leke, parlak bir yazı kağıdı üzerine dökülmüş ve silinmesi mümkün olan bir mürekkep gibiyken, günahta ısrar edilmesi sonucu kara leke matbu ve silinmez bir hale gelir. Bu mühürlemenin kazanılması kuldan, yaratılması Allah'tandır. İnsan yaratıcı değildir, çünkü Allah’tan başka bir yaratıcı yoktur? (Fatır, 35/3; Ra’d, 13/16) Yüce Allah, insanlara başlangıçta kalp vermeseydi veya mühürlü olarak verseydi, o zaman zorlama olurdu. Hâlbuki dinde zorlama yoktur. (Bakara, 2/256) Bu ayetlere dayanarak dinde zorlama olduğunu söylemek ayeti anlamamaktır. Bu husus, Allah’ın geçmişi ve geleceği aynen bilmesiyle ilgilidir. Yüce Allah, insandaki kalbin ve kulakların mühürlenmesini kulun istemesinden sonra yaratmıştır, dolayısıyla sorumlu insandır. Kader, zorlama değildir. İnsanlar, Allah bildiği için kâfir olmamış, Allah bu insanların kâfir olacaklarını ezelde bilmiş ve öyle takdir etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlerin (A’raf, 7/101), münafıkların (Nisa, 4/93; Tevbe, 9/87; Münafikun, 63/3), arzularını tanrı edinenlerin, (Casiye, 45/23) dinden irtidat eden gafillerin (Nahl, 16/106-108) Hz. Peygamber ile alay edenlerin (Muhammed, 47/16), ayetlerle mücadele eden, kibirli ve zorba insanların, (Mümin, 40/35), ilahî sınırlara tecavüz edenlerin (Yunus, 10/74), hakkı tanımayan ve bilmeyenlerin günahta ısrar edenlerin (A’raf, 7/100), verdikleri sağlam sözü bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, Hz. Meryem’e iftira etmeleri ve Hz. İsa’yı öldürdüklerini iddia etmeleri sebebiyle (Nisa, 4/155-157) Yahudilerin kalplerinin mühürlendiği bildirilmektedir. Kalp ve kulaklardaki mührün kaldırılması, ancak Allah’ın dilemesi ve insanın iradesini iman istikametinde kullanması ile mümkün olur. (En’am, 6/46) 2. Gözleri Perdeli Olanlar “Gözlerinin üzerinde bir perde vardır” ayeti, kâfirlerin kulaklarını gerçeği duymada kullanmadıkları gibi gözlerini de hakikati görmede kullanmadıklarını ifade eder. İnkâr ve isyan sebebiyle kâfirlerin kalpleri ve kulakları mühürlendiği gibi gözleri de perdelenir. Bu sebeple kâinatın şekli, madenlerin oluşumu, bitkilerin ve hayvanların durumu, insanın yapısı ve daha nice varlıklara bakıp gerçekleri göremezler. Onları gaflet, şehvet, kötülük ve bencillik perdesi bürümüştür. Her gün gökyüzüne, yeryüzüne ve nice varlıklara bakarlar da bu varlıkları yaratanı tanımaz, onun peygamberini ve kitabını kabul etmezler. Allah’ın gerçekleri anlaması için verdiği kalbi, gerçekleri görmesi için var ettiği gözleri, gerçekleri duyması ve dinlemesi için yarattığı kulakları kullanmayan insanların, hayvanların durumuna düştükleri bildirilmektedir: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Belki bunlar daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf, 7/179) 3. Kâfirler İçin Büyük bir Azap Vardır “Onlar için büyük bir azap vardır” cümlesi, kâfir olarak ölen kimselerin ahiretteki akıbetini bildirmektedir. Kur’ân-ı kerimde; kâfir, münafık ve müşriklerin affedilmeyecekleri, cehenneme atılacakları, orada ebedî olarak kalacakları, çok şiddetli, çok elem verici ve çok büyük bir azaba maruz kalacakları, azabın hafifletilmeyeceği, derileri yandıkça azabı tatmaları için derilerinin yenileyeceği ve azaptan kurtulmalarının mümkün olmayacağı bildirilmektedir. (Nisa, 4/56; Fatır, 35/36-37) Sonuç olarak; yüce Allah; kendisine kulluk etmesi için yarattığı insana bu görevini yapabilecek yetenek ve imkân vermiş, ayrıca peygamber ve kitaplar göndermek suretiyle rehberlik etmiştir. Aklını ve yeteneklerini kullanıp bu rehberlikten yararlanan insanlar; iman edip ibadet ederek, haram ve günahlardan sakınarak Allah’a kulluk görevini yerine getirirler. Bir kısım insanlar ise akıllarını, gözlerini ve kulaklarını gerçeği bilme ve anlamada kullanmazlar, günahta ve isyanda ısrar ederler ve neticede inkâr bataklığına saplanmış kalırlar. Allah da bunların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürler. Artık inkârı tercih eden bu insanlar, uyarı ve öğüt fayda (Rum, 30/59), etmez duruma gelir. Bakara suresinin altı ve yedinci ayetleri bu gerçeği dile getirmektedir. Gerçekten akıllarını, gözlerini ve kulaklarını gerçeği anlamada kullanmayan nice insanlar; kâinattaki yüzlerce delili anlayamamakta ve görememektedir. İnsanın kulluk görevini yerine getirebilmek ve dünya sınavını kazanıp ilahî rızayı, cennet ve nimetlerini kazanabilmek için iman, ibadet ve Kur’ân ahlakına devam etmek, günah ve haramlardan uzak durmak, beşer icabı işlenen günahlara hemen tövbe etmek gerekir. (Nisa, 4/17-18) Aksi takdirde kalbin kararmasına ve katılaşmasına, iman ve İslam’dan uzaklaşılmasına, neticede kalp, kulak ve gözlerin mühürlenip küfür bataklığına düşülmesine sebep olur. İmanı son nefese kadar koruyup Müslüman olarak bu dünyadan ayrılabilmek için (Al-i İmran, 3/102) ibadetlere devam etmenin ve günahlardan uzak durmanın yanında Allah’a sığınıp O’ndan yardım istemek gerekir. Al-i İmran suresinin yedinci ayetinde, “Ancak akıl sahipleri (gerçeği) düşünüp anlar” denildikten sonra sekizinci ayette bu kimselerin; “Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi haktan saptırma, bize katından bir rahmet bahşet, şüphesiz sen çok bahşedensin” diye dua ettikleri bildirilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.), kalbin günahlarla kararmaması ve neticede mühürlenmemesi için ümmetine örnek olmak üzere şöyle dua etmiş ve dolayısıyla bizlerin de böyle dua etmemizi tavsiye etmiştir: "Allah'ım! Kalbime hidayet ver, imanla ilgili delilimi sabit eyle, dilimi doğru eyle, kalbimden kini ve öfkeyi çıkar." (Hâkim, Dua, 1981) “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl." (Tirmizî, Deavât, 90) "Allah'ım! İlmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi imandan kaydırma, bize katından bir rahmet ver, şüphesiz sen çok bahşedensin." (Hâkim, Dua, No: 1981) "Allah'ım! İmanı bize sevdir, imanla kalplerimizi süsle, bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı çirkin göster ve bizi doğru yolu bulanlarda eyle." (Hâkim, Dua, No:1868) “Allah'ım! Beyaz elbiseyi kirlerden temizlediğin gibi kalbimi günahlardan temizle." (Hâkim, Dua, No: 1922) “Allah'ım! Senden, Sana teslim olan bir kalp, doğru sözlü bir dil ve güzel ahlak istiyorum." (Hâkim, Dua, No: 1872) "Allah'ım! Faydası olmayan ilimden ve Allah'a saygı duymayan kalpten Sana sığınırım," (Müslim, Dua, 73)