T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI BAKIRKÖY PROF DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 11. PSİKİYATRİ BİRİMİ Klinik Şefi: Doç Dr. Duran ÇAKMAK MADDE BAĞIMLILARINDA İKİNCİ EKSEN KOMORBİDİTE VE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN BAĞIMLILIK ŞİDDETİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Uzmanlık Tezi Dr. Cenk YANCAR İstanbul 2005 Psikiyatri eğitimim ve tez hazırlama sürecim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlanma fırsatı bulduğum, her konuda yardım ve desteğini hissettiğim klinik şefim Doç. Dr. Duran Çakmak’a, rotasyon dönemlerinde birlikte çalışma fırsatı bulduğum Doç. Dr. Hüsnü Erkmen’e, Dr. Latif Alpkan’a, Dr. Niyazi Uygur’a ve Doç. Dr. Baki Arpacı’ya, kliniklerde çalıştığım sürelerde bilgi ve görüşlerini paylaşan tüm uzman ve asistan arkadaşlarıma, hemşirelere, sağlık ve güvenlik personeline, teşekkür ederim. Tez çalışmamın her aşamasında klinik beceri ve tecrübesini esirgemeyen Dr. Cüneyt Evren’e, desteği ve anlayışından ötürü Dr Ömer Saatçioğlu’na ve tüm AMATEM kliniği çalışanlarına ilgi ve yardımları için teşekkür ederim. En büyük destekçim, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan canım eşime ve bugünlere gelmemde büyük emeği olan aileme teşekkür ederim. Mesleki olarak varlık sebebimiz olan ve dünyalarını bizimle paylaşan hastalarımıza sonsuz teşekkürler.... Dr. Cenk YANCAR 2 İÇİNDEKİLER GİRİŞ VE AMAÇ 4 GENEL BİLGİLER 5 Madde kullanımının tarihçesi 5 Bağımlılık yapan maddelerin farmakolojisi ve etkileri 5 Madde bağımlılığının tanımı 9 Madde bağımlılığının yaygınlığı 10 Bağımlılık ve komorbidite tanımı 11 Kişilik bozuklukları, mizaç ve karakter 13 Madde bağımlılığı kişilik özellikleri ve bozuklukları 16 Farmakolojik yatkınlık 20 Duygulanım regülasyonu 21 Suç eğilimi 21 Yaşam kalitesi Yaşam kalitesi göstergeleri 25 26 Bağımlılık şiddeti 28 YÖNTEM VE ARAÇLAR 31 BULGULAR 36 TARTIŞMA 57 SONUÇ VE ÖNERİLER 68 ÖZET 70 KAYNAKLAR 74 3 GİRİŞ Madde kullanımı çağımızın en ciddi ve kapsamlı sorunlarından biridir. Sorun yalnızca madde kullanan bireyi değil, ailesini, ailesinin parçası olduğu toplumu ve toplumun kültürel özelliklerinden, ekonomik ve hukuksal işleyişine kadar her alanı etkilemektedir. Araştırmalara göre birçok madde bağımlısında eş zamanlı başka psikiyatrik sorunlar bulunmaktadır. Bunlardan en sık görülen tanılar kişilik bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve duygudurum bozukluklarıdır. Eşlik eden psikiyatrik sorunların değerlendirilmesi, birincil ya da ikincil olup olmadığı, bağımlılığın süreci, ayırıcı tanı ve sağaltımda özellikle önem taşır. Yapılan çalışmalarda kişilik bozukluğunun eşlik ettiği madde bağımlılarında tedaviye başvuru ve tedaviyi bırakma sıklığının daha yüksek olduğu görülmüştür (Thomasson ve Vaglum, 1998). Behrman ve Noble (1993), risk alma ve yenilik aramaya yol açan kişilik özelliklerinin bağımlılıktaki rolüne dikkat çekmiştir. Madde bağımlılarında, bağımlılığın şiddetini belirlemek bağımlı bireyin o andaki sorunlarını değerlendirmek açısından önem taşımaktadır. Örneğin; opiyat bağımlılarında, bağımlılık şiddetinin ölçümü için yapılan çalışmalarda, borderline kişilik bozukluğu (BKB) olan hastaların daha çok psikiyatrik problemler yaşadığı, antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) olan grubun yasal sorunlarla daha sık karşılaştıkları ve narsistik kişilik bozukluğu grubunda sağlık problemlerinin ön planda olduğu gözlenmiştir (Kosten ve ark. 1989). Böylece bireyin tedavisinde öncelik verilecek alanları belirlemek ve buna göre tedavi planını düzenlemek ekonomik olacak ve tedavi masraflarının azalmasını sağlayacaktır. Bu şekilde kişilerin yaşam kalitesinin nasıl etkilendiği tespit edilecek, psikososyal problemlerin izlenmesi ve taranması sağlanacaktır. Ayrıca bireyin psikoterapi veya psikolojik danışmadan hangisine ihtiyacı olduğuna karar vermek, hastaları etkin bir biçimde eşleştirerek uygun tedaviye başlamak ve tedavi sonrası sonuçları değerlendirmek daha kolay olacaktır. 4 AMAÇ Madde bağımlılarında komorbid ikinci eksen tanılarının, mizaç ve karakter özelliklerinin araştırılması, bu özelliklerin madde kullanım şiddetine ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GENEL BİLGİLER Madde kullanımının tarihçesi Madde kullanımı binlerce yıl evveline dayanmaktadır. Opium ile ilgili ilk yazılı bilgilere M.Ö. 3 yüzyıl yazıtlarında rastlanmıştır. Çin yazıtlarından ise kannabisin şifalı bir bitki olarak tavsiye edildiğini öğrenmekteyiz. 1860 yılında coca yapraklarından elde edilen kokain kısa bir sürede Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) ve Avrupa’da yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır. Amfetamin, sedatif-hipnotik ve anksiyolitik ajanlar ilk olarak 1930’lu yıllarda üretilmiştir ve geniş çaplı olarak kötüye kullanımı II. Dünya Savaşı dönemine ve 1960’lı yıllara rastlar. Eski Delphi kahinlerinin hava boruları ile doğal karbondioksidi soluyarak trans benzeri bir durum yarattıkları bilinmektedir. Uçucu maddelerin kötüye kullanım potansiyelinin anlaşılması petrokimya endüstrisinin hızla gelişip uçucu madde üretiminin de arttığı son yıllara denk gelmektedir. Uçucu madde kötüye kullanımı ile ilgili vakalar 1950 yılında bildirilmeye başlanmıştır. Bağımlılık Yapan Maddelerin Farmakolojisi ve Etkileri A. Opiyatlar: Opiyatlar; opium, morfin, kodein gibi doğal maddeler, küçük kimyasal değişiklerle elde edilen yarı sentetik maddeler eroin, hidromorfin, oksikodon ve sentetik analjezikler propoksifen, meperidin yer almaktadır. Bütün bu maddelerin metabolizmaları benzer olup, karaciğerde metabolize olmakta ve metabolitler idrar ve safra ile atılmaktadır. Atılımın %90’ından fazlası ilk 24 saatte olmakta, ancak metabolitler idrarda 48 saat veya biraz daha fazla görülebilmektedir. Çok uzun etkili bir madde olan metadon bu kurala uymamaktadır. 5 Opiyatlar gastrointestinal sistemden, nazal mukozadan ve akciğerden hızla emilirler. Parenteral uygulamada da kan düzeyi hızla yükselir, alınan doza bağlı olarak intoksikasyon oluşabilir. En yüksek plazma düzeyine 30 dakikada ulaşır, ardından vücut dokularında yoğunlaşır. Bir bölümü ise kan beyin engelini aşar. Plazma düzeyi ile intoksikasyon derinliği doğrudan orantılıdır. Opiyatlar seçici olarak özgül nöronal reseptörlere bağlanır. Bu reseptörler beyinde ve bağırsaklarda bulunur. Bu opiyat reseptörleri büyük olasılıkla doğal opioid peptidlerin (enkefalinler, dinorfin ve endorfin) etkisine aracılık ederler. Şimdiye kadar belirlenmiş olan reseptör alt tipleri ise Mu, Kappa, Sigma, Delta reseptörleridir. Opiyatların başlıca etkileri; analjezi, duygudurumda değişiklik, sedasyon ve yüksek dozlarda santral sinir sistemini (SSS) baskılamasıdır. Opiyatların SSS’ni baskılamaları sonucu zihinsel işlevlerde azalma ve solunum depresyonu olur. Opiyatlar özellikle damar yoluyla alındığında akut olarak yüksek düzeyde haz verici etki yaratır. Vücutta ısınma ve sıcaklık hissini, öfori ve canlı rüya benzeri yaşantılar izler. Bağırsak hareketlerini azaltarak kabızlığa ve pupillerde küçülmeye (myozis) yol açar. Aşırı dozdan ölümler genellikle solunumun baskılanmasına bağlıdır. Opiyat yoksunluğunda klinik belirtiler anksiyete, göz yaşarması, burun akıntısı, esneme, terleme, uykusuzluk, kaslarda ağrı, pupilla genişlemesi (midriazis), piloereksiyon, tremor, bulantı, kusma ve ishaldir. Yoksunlukta, insan ve hayvanlarda noradrenerjik denge bozukluğuna işaret eden yüksek plazma ve beyin MHPG konsantrasyonlarıdır. Opiyat yoksunluğunda da semptomların şiddeti noradrenerjik aktivite düzeyi ile doğru orantılıdır. Bu bulgular, klonidin gibi, bazı alfa 2 adrenerjik reseptör agonistlerinin opiyat yoksunluk semptomlarının tedavisinde kullanılmasına neden olmuştur (Jacobsen ve ark. 2001). Opiyatlara karşı fiziksel bağımlılık hızla gelişir. En şiddetli bağımlılık yapan opium türevi eroindir. B. İnhalanlar: En yaygın olarak kullanılan uçucu maddeler; yapıştırıcılar, boya, tiner, temizleme solüsyonları, aseton, çakmak gazları ve aerosollerdir. İnhalasyon yolu ile kullanılan tinerin içinde birçok madde vardır. Bu maddeler esterler, n-hekzan, eter, etil asetat, 6 isobütil metil keton, isopropil alkol ketonlarıdır. Bütün bu ürünlerin ana molekülleri aromatik hidrokarbonlardan oluşur (Özden 1992). Bally olarak piyasada satılan ve uçucu olarak kullanılan maddelerin içinde toluen bulunmaktadır. Toluen birçok yapıştırıcıda esas maddedir İnhale edilen maddenin yaklaşık 2/5’i akciğerlerden değişmeden atılır. Asıl metabolizma yeri ise karaciğerdir. Uçucu maddeler, kullanımdan sonra 4-6 saat içinde kanda saptanabilirler. MSS depresanlarına benzedikleri ve gamaaminobütirik asit (GABA) sistemini yükselttikleri düşünülmektedir. İnhalasyona bağlı etkiler, kullanım sonrası, ani bir şekilde ortaya çıkar. Bu etkilerin ortaya çıkabilmesi için 1-2 nefes çekmek yeterlidir. Öfori, baş dönmesi, uyuşukluk, ağırlık hissi ve disosiyasyon yaşanır. Taşkın davranışlar, canlılık hali, disinhibisyon, anlaşılmayan konuşmalar, muhakeme bozuklukları ve algısal çarpıtmalar da olabilir. Son zamanlarda artan yaygın kullanım nedenlerini, arkadaş etkisi, ucuzluğu, kolay bulunmaları ve hızlı mizaç yükseltici etkilerinde aramak gerekir. Hızla geçen bir iyilik haline neden olurlar. Kullananlar psikolojik ve fiziksel yönden etkilenirler. Gazyağı ve tiner yüksek derecede toksik olup, major organlara zarar verirler. İnhalan kötüye kullanımı, ani kalp durması, asfiksi ve kazalara neden olur (Schuckit 1993). C. Kannabis: Birçok araştırmaya göre kannabis dünyanın en sık kötüye kullanılan maddesidir. Tüm Dünya’ da yaklaşık 200-300 milyon kişi tarafından kullanıldığı tahmin edilmektedir. Kannabis sativa bitkisinden elde edilen altmışın üstünde kanabinoid madde vardır. Bunların içinde 9-tetrahidrocanabinol (THC) psikoaktif etkilerden sorumludur. THC yağda çözülür ve inhalasyon sonrası süratle absorbe olur. Proteinlere yüksek afinitesi vardır. 2/3’ü karaciğerde metabolize olurken kalan 1/3’ü böbrek yolları ile atılır. Kanabinoidler SSS de adenilat siklaz aktivitesini inhibe ederler. SSS üzerindeki etkileri bu özelliklerine bağlıdır. Kannabisin inhale edildikten sonra bir dakikadan kısa sürede etkisi başlar. Dış uyaranlara karşı duyarlılığı arttırır, renklerin daha parlak ve zengin görülmesini sağlar ve zaman akış algılamasını yavaşlatır. Kannabisin barbiturat benzeri antikonvülsan etkisinin yanında analjezi, hipotermi, konstipasyon ve artmış katekolamin üretimi gibi opioid benzeri etkileri de vardır. 7 D. Kokain: Erythroxilon coca bitkisinin yapraklarından elde edilir. Oral, damar yoluyla ve burundan kullanılabilir. Burun yoluyla kullanıldığında bukkal membranlardan, nefes yoluyla kullanıldığında ise pulmoner alveollerden absorbe olur. Plazma yarı ömrü 30-90 dakika arasında değişir. Plazma psödokolinesteraz ve karaciğer esterazları tarafından inaktif metabolitlere hidrolize olur. SSS’de mezolimbik ve mezokortikal dopaminerjik sistemleri aktive eder. Dopamin taşıyıcı mekanizmayı işgal ederek salgılanan dopaminin geri alımını inhibe eder. Bunun neticesinde uyanıklık, iyi olma duygusu ve öfori yaratır. Açlık duygusu ve uyku ihtiyacı azalır. Yorgunluğun neden olduğu performans bozuklukları ortadan kalkar. Kokain aynı zamanda şüphecilik, paranoya ve paranoid şizofreniden ayırt edilemeyen psikoza neden olabilir. Kardiyovasküler sistem üzerindeki etkileri ise taşikardi, kardiak aritmiler, yüksek kan basıncı gibi toksisite ile sonuçlanabilir. E. Halüsinojenler: Bu grupta liserjik asid dietilamid (LSD), fenil alkil aminler, indoller ve piperidil benzilat esterler yer alır. Son yıllarda dünyada ve ülkemizde kullanımı yaygınlaşan ekstazi de bunların metilendioksiamfetamin arasındadır. (MDMA) dir. Etkin kimyasal Dopamin ve maddesi diğer 5-metoksi-3,4- nörotransmiterleride etkilemesine rağmen ana etki mekanizması postsinaptik serotonin (5-hydroksitriptamin) tip 2 (5-HT2) reseptöründe agonist etkilerinden oluşur. Karaciğerde hidroksilasyon ve konjugasyon ile metabolize olur. Ekstazinin stimulan etkileri 30 dakikada doruk noktaya ulaşır ve iyi olma duygusu, öfori ve kendine güven ile başlar. Daha sonra renklerde parlaklık, şekil değişiklikleri, zaman kavramının ortadan kalkması, yanıp sönen ışıkların görülmesi, tanıdık objelerin fantastik şekiller alması gibi algısal bozukluklar eşlik etmeye başlar. Ekstazi; hipertansiyon, taşikardi ve hipertermiye de neden olabilir. Toksik dozlarda koma, hiperpireksi, disemine intravasküler koagülopati ve akut böbrek yetmezliği görülmektedir. F. Sedatif- Hipnotik- Anksiyolitikler: Bu grupta benzodiazepinler ve benzodiazepin reseptör agonistleri, barbituratlar, meprobamat, kloralhidrat, glutetimid ve metakualon gibi çeşitli sedatif hipnotikler yer alır. Çoğu karaciğerde oral alındıktan sonra hepatik oksidasyon yolu ile biyotransformasyona 8 uğrar. Genellikle de aktif metabolitleri vardır. Barbituratlar, benzodiazepinler ve agonistleri primer etkilerini gama-aminobutirik asit (GABA) tip a reseptör kompleksi üzerinden gösterirler. Çoğunun SSS üzerinde doza bağlı doğrudan depresan etkisi vardır. Epilepsi eşiğini yükseltirler, beyin dalgalarının frekans ve aktivitelerini arttırırlar. Plazma en yüksek düzeyine oral alındıktan bir saat sonra ulaşılır. Kısa süreli gevşeme ve öfori dönemi ile birlikte cinsel aktivitede artış gözlenir. Daha sonra koordinasyon bozukluğu, düşünme ve bellekte zorluklar, cinsel ve agresif dürtülerde disinhibisyon ve emosyonel labilite eklenir. Yüksek dozda benzodiazepinler barbituratlara göre daha emniyetlidir. Sedatif-Hipnotik ve anksiyolitiklerin toksik dozunda nistagmus, diplopi, strabismus, ataksik yürüyüş, hipotoni, konfüzyon ve vital bulguların baskılanması ortaya çıkar. Madde Bağımlılığının Tanımı: Madde kullanımı yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Ancak 1890’ların sonuna doğru kamuoyu ve tıp çevreleri uyuşturucu kullanımı ve alışkanlığı ile ilgili kaygı ve arayış içine girmiş, bunun sonucu olarak da bazı adımlar atılmıştır. İngiltere, A.B.D. ve Avrupa’daki tıp otoriteleri önlem alınması için çalışmalar başlatmışlardır. 1912’de uyuşturucu maddelerin kontrolü, trafiği ve benzeri önlemleri içeren uluslararası bir anlaşma imzalanmıştır. 1920 yılında alkol 1937 yılında ise esrar yasaklanmıştır. Bu süreçler bağımlılık sınıflandırma çalışmalarının da gelişmesine yansımıştır. Madde bağımlılığı ile ilgili bugün kullanmakta olduğumuz sınıflandırmalar 1980’de uluslararası bir çalışma grubunun geliştirdiği içerikten ortaya çıkmıştır. Bu araştırma Alcohol, Drug Abuse, and Mental Health Administration (ADAMHA) ve World Health Organisation (WHO) tarafından yürütülmüştür. Bu araştırmaya göre psikoaktif maddeyi kullanma davranışı kişi için daha önceleri değerli olan herhangi bir davranıştan çok daha önceliklidir. Bu görüş Amerikan Psikiyatri Birliği Tanı sınıflandırmasında (DSM-IV) şu şekilde devam ettirilir: Bağımlılığın en önemli özelliği bir grup kognitif, davranışsal ve fizyolojik semptomlardan oluşmasıdır ve bu semptomlar kişinin maddeye bağlı olarak yaşadığı önemli problemlere rağmen madde kullanmayı sürdürdüğünü gösterir. DSM-IV, 9 klinisyenin klinik durumları kolayca ayırt etmesi için tolerans ve fiziksel bağımlılık konusuna da çok önem vermektedir (Jaffe 2000). DSM-IV’deki madde bağımlılığı kriterleri aşağıda belirtilmiştir: 12 aylık bir dönem içinde herhangi bir zaman ortaya çıkan, aşağıdakilerden üçü (ya da daha fazlası) ile kendini gösteren, klinik olarak belirgin bir bozulmaya ya da sıkıntıya yol açan uygunsuz bir madde kullanımı örüntüsü: 1) Aşağıdakilerden biri ile tanımlandığı üzere tolerans gelişmiş olması; a) Entoksikasyon ya da istenen etkiyi sağlamak için belirgin olarak artmış miktarlarda madde kullanma gereksinmesi b) Sürekli olarak aynı miktarda madde kullanılması ile belirgin olarak azalmış etki sağlanması 2) Aşağıdakilerden biri ile tanımlandığı üzere yoksunluk gelişmiş olması; a) Söz konusu maddeye özgü yoksunluk sendromu b) Yoksunluk semptomlarından kurtulmak ya da kaçınmak için aynı madde ya da benzeri alınır. 3) Madde, çoğu kez tasarlandığından daha yüksek miktarlarda ya da daha uzun bir dönem süresince alınır. 4) Madde kullanımını bırakmak ya da denetim altına almak için sürekli bir istek ya da boşa çıkan çabalar vardır. 5) Maddeyi sağlamak (örn. çok sayıda doktora gitme ya da uzun süreli araba kullanma), maddeyi kullanmak (örn. birbiri ardına sigara içme) ya da maddenin etkilerinden kurtulmak için çok fazla zaman harcama 6) Madde kullanımı yüzünden önemli toplumsal, mesleki etkinlikler ya da boş zamanları değerlendirme etkinlikleri bırakılır ya da azaltılır 7) Maddenin neden olmuş ya da alevlendirmiş olabileceği, sürekli olarak var olan ya da yineleyici olarak ortaya çıkan fizik ya da psikolojik bir sorunun olduğu bilinmesine karşın madde kullanımı sürdürülür. Madde Bağımlılığının Yaygınlığı: A.B.D.’de Ulusal Eştanı Araştırmasında (National Comorbidity Survey – NCS) 19901992 yılları arasında madde kullanımının yaşam boyu yaygınlığı %14.7 (erkeklerde %16.4, kadınlarda %12.6) olarak saptanmıştır. Yine bu çalışmada 12 aylık madde 10 kullanım yaygınlığı %1.8 olarak bulunmuştur. Yaşamlarının herhangi bir döneminde madde kullananlarda ise 12 aylık yaygınlık %3.5 olarak tespit edilmiştir. Opiyat bağımlılığının yaşam boyu yaygınlığı %0.7, kannabis bağımlılığı %4.4, halüsünojen bağımlılığı %0.4, kokain bağımlılığı %0.2, sedatif hipnotik bağımlılığı %1.2 olarak bildirilmiştir. Amerika’da Ulusal Madde Bağımlılığı Enstitüsünün (Natıonal Instute on Drug Abuse – NIDA) yaptığı bir çalışmada 1991 yılında ABD nüfusunun %37’sinin hayatında en az bir kez yasadışı madde kullandığı, %13’ünün son 1 yıl içinde madde kullandığı tespit edilmiştir. NCS’nin madde kötüye kullanım ve bağımlılık oranları Epidemiyolojik Alan Çalışması’nın (Epidemiological Catchment Area - ECA) sonuçları ile benzerlik göstermektedir. ECA, A.B.D.’de 18 yaş ve üzeri popülasyonun %16.7’sinde madde kullanım bozukluğu saptamıştır (Jaffe 2000). Yapılan birçok araştırmada madde kötüye kullanım ve bağımlılığı erkeklerde, kadınlara oranla daha sıktır. Son yıllarda bütün dünyada 18 yaşın altındaki ergen ve çocuklarda maddeye başlama yaşı giderek düşmektedir. Londra’da 16 yaşına kadar olan çocukların %26 ‘sının en az bir defa madde kullandığı ve %16 oranında düzenli kullanımı olduğu belirtilmiştir. Ülkemizde madde kullanım bozukluklarının yaygınlığı hakkında hastane ve polis kayıtlarının dışında yeterli araştırmalar yapılamamıştır. 1990 yılında İstanbul’da üniversite öğrencilerinde yapılan başka bir araştırmada sedatif hipnotik kullanım oranı %15, uyarıcı ilaç kullananlar %2.6 ve esrar kullanımı olanlar %6 olarak bulunmuştur (Yüksel ve Dereboy 1994). 1995 yılında Sağlık bakanlığının 7 ilde yaptığı bir çalışmada alkol dışı madde kullanım oranı %3.5 olarak bulunmuştur. Bir diğer çok merkezli araştırmada, 6800 öğrenciye uygulanan anket taramasında lise öğrencilerinin %4.2’si en az bir kez madde kullandığı saptanmıştır. En sık kullanılan madde esrar olarak belirtilmektedir (Ögel ve ark. 1996). Bağımlılık ve komorbidite kavramı Maddenin insan psikolojisi ve psikiyatrik bozukluklar üzerindeki etkisi eski zamanlardan beri bilinmektedir. Fakat nedense çok uzun yıllar madde kullanımına eşlik eden psikiyatrik bozuklukları ve bunlar arasındaki bağlantıyı incelemek araştırmacıların pek ilgisini çekmemiş, bilim dünyasının gündemine bu konu pek girmemiştir. 11 Çok eksenli tanı sistemlerinin yaygın olarak kullanılmaya başlaması ile birlikte psikiyatrik bozuklukları daha ayrıntılı inceleyebilme ve eşlik eden psikoaktif madde kullanım bozuklukları ile birlikte değerlendirme olanağı doğmuştur. Amerikan Psikiyatri Birliği Tanı sınıflandırmasının ilk tanı ölçütlerinde (DSM-I, 1952 ve DSM-2, 1968) madde bağımlılığı sosyopatik kişilik rahatsızlıklarından biri olarak sınıflandırılmış ve kişilik bozuklukları başlığı altında yer almıştır. Ancak DSM-III ve ondan sonra gelen sınıflandırma sistemlerinde madde bağımlılığı ile birlikte, ona eşlik eden psikiyatrik bozuklukları kodlamayı engelleyen yapılanma söz konusu değildir. Yani madde bağımlılığı ve madde kötüye kullanımı tanılarına ek olarak birden çok eksende birden çok psikiyatrik tanı kodlamak mümkündür. Bu durum, madde bağımlılığına eşlik eden I. ve II. eksen psikiyatrik bozuklukların dikkat çekici bir biçimde kodlanmaya başlamasına neden olmuştur. Son yıllarda yapılan çalışmalar alkol ve madde kullanım bozukluklarına eşlik eden psikiyatrik rahatsızlıkların görülme sıklığının fazlalığını ortaya koymaktadır (Merikangas ve ark. 1996). Günümüzde, alkol ve madde kullananlarda psikiyatrik bozukluk ya da sendromların nasıl geliştiği, henüz tam olarak bilinmemektedir. Eşlik eden psikiyatrik belirtiler ve bozukluklar birincil ve ikincil olarak gelişebilmektedir. Ayrıca eşlik eden psikiyatrik bozukluklar, bağımlılığın tanı, gidiş, sonlanım ve sağaltımını da güçleştirmektedir (Davitson, 1999). ABD’de 1994 yılında yapılan bir çalışmada, madde bağımlılığı tanısı alan erkeklerin %76’sında, madde bağımlılığı tanısı alan kadınların %65’inde komorbid psikiyatrik bir rahatsızlığın bulunduğu tespit edilmiştir (Am Psychiatry Assoc. 1994). Madde bağımlılığında eşlik eden tanılar için farklı hipotezler bulunmaktadır: Kendi kendini tedavi hipotezi (Self Medication Hypothesis): Alkol ve madde kullananlarda, eşlik eden psikiyatrik bozuklukların görece olarak yüksek oranlarda olmasının bir nedeni, psikiyatrik bozuklukları olan kişilerin rahatsızlıkları ile başa çıkmak için bu maddeleri kullanması ve zaman içinde bu maddelere karşı bağımlılık geliştirmesidir. Kendi kendini tedavi hipotezine göre hastalar, istenmeyen mizaç durumlarını değiştirmek, dayanılmaz anksiyeteleri azaltmak, bazı bilişsel bozuklukları ile başa çıkabilmek için bu maddeleri kullanmaya başlamaktadır. Kendi kendini tedavi hipotezinin kökleri ise, kontrollü klinik çalışmalardan çok bireysel, dinamik yönelimli psikoterapi veya psikanalizlerden toplanan klinik gözlemlerle desteklenmektedir. 12 Khantzian’ın opiatların öfke ve agresyon duygularını kontrol altına aldığını ve opiat bağımlılarının bu etkiden faydalanmak için opiat kullandıkları şeklindeki görüşü söz konusu hipoteze bir örnek olarak verilebilir (Norman 1991). Maddeye bağlı artefakt hipotezi (substance-related artifact hypothesis): Tedaviye başvuran bağımlılarda tedaviye başvurmayanlara göre daha fazla komorbid psikiyatrik hastalığa rastlanmaktadır. Komorbid psikiyatrik rahatsızlığı olan bağımlılar daha fazla yardım ve destek ihtiyacı hissetmektedirler. Bu durum maddeye bağlı artefakt hipotezi olarak adlandırılmıştır (Verhaul ve ark. 2000). Ayrıca bağımlılık ve komorbiditeyi genetik olarak da açıklamaya çalışan araştırmalar vardır. Psikiyatrik semptomatolojinin şiddeti, hastaların madde ve alkolü kullandıkları süre ile de bağlantılı olarak değişmektedir (Griffin ve ark. 1987). Kişilik bozuklukları, mizaç ve karakter Kişilik oldukça karmaşık ve emsalsiz yapıdır. İnsanlar, davranışlarının özellikleri açısından birbirinden farklıdır. Yapısal açıdan, kişiliğin mizaç (temperament), karakter ve zekadan oluştuğu konusunda çoğu araştırmacı hem fikirdir. Mizaç, biyolojik faktörlerin kişiliğe katkılarını, karakter ise sosyal ve kültürel etkilerini yansıtmaktadır. Zeka, hem yapısal, hem sosyal özellikleri etkileyip, bütünsel kişilik fonksiyonlarını düzenlemektedir. Kişiliğin temel fonksiyonları düşünmek, duymak ve algılamaktır. Bunların neticesinde hedefe yönelik davranışlarda bulunulur (Kaplan ve Sadock 1995). Kişilik bireyin kendine özgü tutum, duruş ve davranış kalıbını yansıtır (Cloninger ve Svrakic 2000). Cloninger kişililiğin iki temel bileşeni olan mizaç ve karakterdeki normal ve anormal değişiklikleri açıklayan boyutsal bir psikobiyolojik kişilik modeli geliştirmiştir. Cloninger’in kişilik kuramı; psikometrik kişilik çalışmalarının yanısıra ikizler ve ailelerle yapılan uzun süreli gelişim çalışmaları ve nörofarmakolojik - nörodavranışsal öğrenme çalışmalarından elde edilen bilgilerin sentezi üzerine kurulmuştur. Cloninger’in psikobiyolojik kişilik kuramı; yenilik arayışı, zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı ve sebat etme olmak üzere dört boyutlu bir mizaç tanımlar. Bu mizaç özellikleri, algıya dayalı mizaçlar ve becerilerde bireysel farklılıkları yansıtır ve genetik olarak homojen ve birbirinden bağımsızdır. Yenilik Arayışı; davranışsal aktivasyon sistemi ile bağlantılıdır ve yeni bir uyarana yanıtta keşfedici bir etkinliğe doğru kalıtsal bir yatkınlığı kapsar. Dürtüsel karar verme, 13 ödül ipuçlarına yaklaşımda aşırıya kaçma, çabucak öfkelenme ile engellenmeden aktif kaçınmayı da içerir. Zarardan Kaçınma; davranışsal inhibisyon sistemi ile ilişkilidir ve davranışların önlenmesi ya da durdurulmasına dair kalıtsal bir eğilimdir. Kendisini gelecek sorunlara ilişkin karamsar bir endişe hali, belirsizlik korkusu, yabancılardan çekinme ve çabuk yorulma gibi pasif kaçınma davranışları gösterir. Ödül Bağımlılığı; davranışsal sürdürme sistemi ile ilişkilidir ve duygusallık, sosyal bağlanma, başkalarının onayına bağımlılık ile kendisini gösteren kalıtsal bir eğilimdir. Sebat Etme; engellenme ve yorgunluğa karşı koymaya yönelik kalıtsal eğilimdir. Sebat eden bireyler insanı engelleyen ödül yokluğu durumlarıyla karşılaştıklarında bu davranışın sönmesine karşı direnç sergilerler. Cloninger’in modeli ayrıca kendini yönetme, iş birliği yapma ile kendini aşma olmak üzere üç boyutlu bir karakter tanımı içerir. İnsanın yaşı ilerledikçe bu karakter bileşenleri benlik kavramları ile uğraşma ya da erişkinlikle gelen kişisel veya sosyal etkinliliğin getirdikleriyle olgunlaşır. Karakter bileşenlerinin mizaç bileşenlerinden farklı olarak daha çok kültürel olarak kalıtıldıklarına inanılır. Kendini yönetme; kişinin kendi tercihleri konusunda sorumluluğunu kabul etmesi, bireysel açıdan anlamlı amaçların belirlenmesi ve sorunları çözmede beceri ve güvenin gelişimi ile kendini kabullenmeden oluşur. Kendini yöneten birey otonom bir bireydir, sorumludur, amaçları vardır, beceriklidir, kabul edicidir ve görev duygusu olan bireydir. İş birliği yapma; sosyal kabul, empati, yararlılık, sevecenlik, erdemli ve vicdanlı olmaktan oluşur. İş birliği yapan insanlar hoşgörülü, empati yeteneği olan, yararlı, sevecen ve erdemlidirler. Kendini aşma; kendilik kaybı, kişilerarası özdeşim ve manevi kabulden oluşur. Kendini aşan bireyler yaratıcı, bencil olmayan, inançlı, manevi duyguları olan, idealist bireylerdir. Cloninger’in kişilik kuramı, kişililiği çok katlı düzeyde anlamaya yardımcı olur. Bu düzeyler kişiliğin genetiği, davranışın nörobiyolojik temelleri, bilişsel, duygusal yapı ve kişiliğin gelişimi, kişilik boyutlarındaki bireysel farklılıkların davranışsal karşılıklarını ve kişilik yapılarıyla gelişimsel etmenlerin etkileşiminin psikiyatrik bozukluklara yatkınlığa yol açması gibi düzeylerdir. Cloninger mizaç konusunda şunları belirtir: Mizaç bir ölçüde kalıtımsaldır. Yaşam boyu sabittir ve merkezi sinir sistemindeki sinir ileticisi fonksiyonları arasındadır (Cloninger 1993). Cloninger’in kişilik modeli davranışlar ile nörotransmiterler arasında bağlantı kurma olanağı da verir. Yenilik arayışı (davranışsal aktivasyon) ile dopamin, zarardan 14 kaçınma (davranışsal inhibisyon) ile serotonin ve ödül bağımlılığı (davranışı sürdürme) ile norepinefrin, sebat etme (davranışta ısrar etme) ile glutamaterjik aktivite arasında ilişki olduğu bildirilmiştir. Kişilik özellikleri; kalıcı, alışılmış, yineleyen davranışların toplamıdır. Kişilik özellikleri kişiliğin belirginleşmiş yönleri olup, her zaman patolojik bir duruma işaret etmez. Kişilik bozukluğu ise birçok farklı kişisel ve toplumsal durumlara esnek olmayan yanıtlarla kendini gösteren içe sinmiş ve kalıcı davranış kalıplarıdır (ICD- 10). Bu davranışlar bir kültürel ortamdaki ortalama bireyin algılama, düşünme, duyma ve özellikle başkalarıyla ilişki kurma biçimlerinden belirgin bir sapma gösterir. Bu duruma işaret eden ilk davranışlar çocukluk ya da ergenlik döneminde başlayıp daha sonra aile, arkadaş grubu, iş ortamı gibi hayatın farklı alanlarında süreklilik kazanır. Sosyal ve mesleki işlevsellikte belirgin bozulma ya da bireysel huzursuzluk ile karakterize uyumsuz davranış örüntüsüdür (Öztürk 1992). Kişilik bozuklukları kişiyi, ailesini ve eşzamanlı görülen diğer psikiyatrik bozuklukların gidişini ve tedaviye yanıtını da etkilemektedir. DSM-III ile birlikte, kişilik bozukluklarının sanıldığından çok daha yaygın olduğu ortaya çıkmıştır. Gelişmiş Batı toplumlarında genel popülasyonun en az % 10-15’inde kişilik bozukluğu olduğu söylenmektedir. Yatan psikiyatrik hastaların yarıdan fazlasında, ayaktan izlenenlerin ise % 30-40’ında tek başına ya da başka bir ruhsal hastalığa eşlik eden bir kişilik bozukluğu olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’ye özgü epidemiyolojik çalışmalar henüz yetersiz olmakla birlikte, kentsel yörelerde kişilik bozukluğunun Batıdaki kadar sık olduğunu düşündüren bulgular vardır. Bununla birlikte Türkiye için de geçerli olan önemli bir gerçek vardır. Kişilik bozuklukları, başka psikiyatrik hastalıkların gelişmesine yatkınlık yaratan çok uygun zeminler olduğu gibi, kendilerine eşlik eden başka bozuklukların tedavisini de zorlaştırır (Sorias 1997). Amerikan Psikiyatri Birliğinin DSM-IV sınıflandırma sistemine göre kişilik bozuklukları 3 küme altında toplanmaktadır: 1) A kümesi: Eksantrik ya da garip özellikleri olan ve psikoza yakın olanlar (paranoid, şizoid ve şizotipal kişilik bozuklukları); 2) B kümesi: Oynak ve dramatik olan ve empati kuramayanlar (histriyonik, narsistik, antisosyal ve borderline kişilik bozuklukları); 15 3) C kümesi: Anksiyeteli, inhibe ve korku dolu olan ve anksiyeteye yakın olanlar (kaçıngan, obsesif- kompulsif, bağımlı ve önceden bu kümede olup DSM-IV’te ek bölümlere taşınmış olan pasif-agresif ve kendini yeren kişilik bozuklukları) Kişilik bozuklukları genel olarak bazı özelliklere sahiptir. Kişilik bozukluğu için genel tanı ölçütleri aşağıda belirtilmiştir: A. Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan, sürekli davranış ve iç yaşantısı örüntüsü. Bu örüntü aşağıdaki alanlardan ikisinde ya da daha fazlasında kendini belli eder: 1) Bilişsel (kognisyon) (kendini, başka insanları ve olayları algılama ve yorumlama yolları) 2) Duygulanım (afektivite) (duygusal tepkilerin görülme aralığı, yoğunluğu, değişkenliği ve uygunluğu) 3) Kişiler arası işlevsellik 4) Dürtü kontrolü B. Bu sürekli örüntü esneklik göstermez ve çok çeşitli kişisel ve toplumsal alanları kapsar. C. Bu sürekli örüntü, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya yol açar. D. Bu örüntü değişmez, uzun bir süredir vardır ve başlangıcı en azından ergenlik ya da genç erişkinlik dönemine uzanır. E. Bu sürekli örüntü başka bir mental bozukluğun bir görünümü ya da sonucu olarak açıklanamaz. F. Bu sürekli örüntü bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç ya da tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel bir tıbbi durumun (örn. kafa travması) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir. Madde bağımlılığı kişilik özellikleri ve bozuklukları Uzun yıllardan beri araştırıcıların en önemli ilgi odaklarından biri alkol ve madde bağımlılığına neden olabilecek bir kişilik yapısı ya da bozukluğu olmuştur. 1960’lı yıllardan başlayarak, alkol ve madde bağımlılığına yatkınlığı arttıran kişilik özellikleri ile 16 ilgili çok sayıda etiolojik model ortaya atılmış, ancak hiçbiri alkol ve madde ile karşılıklı etkileşimi tam olarak yansıtamamıştır. Madde kullanan kişilerde aşırı cesaret, kendine güven ve saldırganlık olduğunu bildirmiştir (Mc Cord 1960). 1968’de Jones özdenetim yokluğu, aşırı güven, eyleme vurma, saldırganlık ve dürtüsellikten, Nylander ise 1969’da saldırganlık, hiperaktivite ve yoğunlaşma güçlüklerinden bahsetmiştir. Loper ve arkadaşlarının (1973) yaptıkları araştırmada alkol ve madde bağımlısı kişilerde önceden psikopati ve hipomani, dürtüsellik, gelenek dışı davranış ve sosyal saldırganlık olduğunu belirtmişlerdir. Hagnell ve arkadaşları (1986), bağımlılarda üstün değerlilikten, Özer ve arkadaşları (1990) ise macera, heyecanı sevme ve hayalcilik özelliklerinden söz etmişlerdir. Bu özelliklerin, alkol ve madde kötüye kullanımı veya bağımlılığın gelişmesinde yüksek risk oluşturduğu ve bilinen antisosyal kişilik bozukluğu özelliklerine benzediği bildirilmiştir (Lewis ve Bucholz 1991). Daha yeni araştırmalar risk alma ve yenilik aramaya yol açan kişilik özelliklerinin rolüne dikkat çekmektedir (Behrman ve Noble 1993). Bağımlılığa temel teşkil ettiği kabul edilen özel bir kişilik yapısı ya da bozukluğu saptanamamıştır. Tarihsel olarak incelendiğinde bağımlılık, kişilik bozukluğunun bir semptomu olarak düşünülmüştür. DSM’nin gelişmesi ile birlikte 1980’li yıllarda kişilik bozuklukları ve madde kullanım bozuklukları ayrı klinik sendromlar olarak tanımlanmış ve kişilik patolojisinden ayrılmıştır. Sonrasında gelen tanısal araştırmalar, kişilik bozuklukları ile bağımlılık arasında her iki popülasyonda ve klinik örneklem gruplarında yoğun bir komorbidite olduğuna dikkat çekmiştir (Verheul ve ark. 2000). ECA çalışmasının sonuçlarına göre antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alanlardan % 84’ü en az bir alkol ve/veya madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı tanısı da almaktadır. Alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığı tanısı alan grupta antisosyal kişilik bozukluğu yaygınlığı %14.5, madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı grubunda ise bu oran % 18’dir. Alkol veya esrar dışında madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı grubunda ASKB oranı %25-40 arasında iken bu oran kokain kullananlar için % 43, opiyat kullananlar için %37, barbiturat kullananlar için % 30, amfetamin ve halüsinojen kullananlar için ise %25-29 olarak bulunmuştur (Regier ve ark. 1990). Kişilik bozukluklarının semptoma yönelik klasik tedavi müdahalelerine cevap vermesi zor olduğu gibi, eşlik ettiği madde kullanım bozukluğu tedavisini de komplike hale getirir. Nace ve arkadaşlarının (1991) yapmış olduğu bir başka çalışma kişilik bozukluğu ve madde kullanımı olanların kişilik bozukluğu 17 olmayanlara göre yoğun miktarda ve daha fazla zaman harcayarak madde kullandıkları saptanmıştır. Kişilik bozukluğu ve madde bağımlılığı olan grupta, kişilik bozukluğu olmayan gruba göre daha impulsif, depresif ve izole olarak gözlenmiştir. Ağır psikopatolojinin daha yaygın görüldüğü, kişilerin sosyal hayat, duygusal sağlık, insan ilişkileri, meslek, okul ve iş performansı gibi bir çok alanda, yaşam kalitesi itibariyle daha az hoşnut oldukları öğrenilmiştir. Yine bu gruptakiler, kişilik bozukluğu olmayan gruba göre çok daha genç, daha az eğitim almış ve daha düşük oranda evlilik yapmıştır. Woody ve arkadaşları ise şimdiye kadar belli bir bağımlı kişiliğin tanımlanamayacağını, madde kullanım bozuklukları olan kişilerin bağımlı kişilik özellikleri olduğu, ancak bunun olasılıkla madde kullanımına ikincil olduğunu ileri sürerek bağımlı kişilikle örtüşen kişilik bozukluğunun antisosyal kişilik bozukluğu olduğunu savunmuştur. Ancak, özellikle alkol bağımlılarında antisosyal kişilik bozukluğunun daha düşük oranlarda saptandığı belirtilmektedir (İbiş, 1997). Literatürde yayınlanan önemli ilişki madde bağımlılığı ve antisosyal kişilik bozukluğu arasındadır. Bu ilişki hem klinik hem genel popülasyon örneklemlerinde saptanmıştır. Çift yönlü bir birliktelik söz konusudur. Madde kullananlarda belirgin olarak artmış antisosyal kişilik bozukluğu oranları saptanırken antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alan suçlularla yapılan çalışmalarda artmış madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı bulunmuştur. NCS çalışması sonuçlarına göre yaşam boyu madde bağımlılığı tanısı alan erkeklerin %17’si, kadınların ise %8’inde antisosyal kişilik bozukluğu belirlenmiştir (Kessler ve ark. 1995). Tomasson ve Vaglum (1995) ise sağaltım gören madde bağımlılarının %28’inde (erkeklerin % 33’ünde, kadınların % 19’unda) antisosyal kişilik bozukluğu saptamıştır. Schukit’e (1995) göre antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler ikincil olarak madde kullanım sorunları geliştirmekte, yüksek özkıyım girişimleri, afektif bozukluk ve psikotik davranışları ve hastane yatışları daha fazla olmaktadır. Tedavi süresince antisosyal kişilik bozukluğu olan alkol veya madde bağımlılarının daha olumsuz bir klinik seyre sahip olduğunu belirtmiştir. Ross ve arkadaşları (1988), bağımlılık araştırma ve tedavi merkezine başvuran 511 alkol veya madde bağımlısı ile yaptıkları çalışmada %47 oranında eşzamanlı antisosyal kişilik bozukluğu tespit etmişlerdir. Bu rakam grubun nerede ise yarısını yansıtmaktadır. Komorbid bozuklukların içinde ön sırayı alan antisosyal kişilik 18 bozukluğunu, sıra ile anksiyete bozuklukları bozuklukları), psikoseksüel disfonksiyonlar, (fobik depresyon ve genelleşmiş ve distimi anksiyete izlemektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu belirtileri ise % 99 oranında alkol veya madde kullanım bozukluğundan önce başlamaktadır. Başka çalışmaların sonuçları ile de uyumlu olan bu bulgu, antisosyal kişilik bozukluğunu alkol veya madde kullanım bozukluğuna predispozan faktör olarak ileri sürülmektedir. Sosyodemografik faktörlerin etkisini inceleyen Ross ve arkadaşları madde bağımlılarından daha genç olanların, hiç evlenmeyenlerin, eğitim düzeyi daha düşük olanların (lise bitirmeyenler) ve halen çalışmayanların daha yüksek oranda antisosyal kişilik bozukluğu tanısı aldıklarını görmüşlerdir. Geniş bir grup ile yürütülen çalışmada aynı zamanda farklı madde kullanım bozukluğu olan alt gruplar da kıyaslanmış ve sadece alkol kullananların arasında antisosyal kişilik bozukluğu oranının %41, sadece madde kullananların arasında %43, hem alkol hem madde kullananların arasında ise %80 olduğuna dikkat çekilmiştir. Rounsaville ve arkadaşları (1982), opiyat bağımlıları ile yaptıkları çalışmada, DSM-III kriterlerini kullanarak benzer sonuçlar elde etmiş, %54 oranında antisosyal kişilik bozukluğu saptamışlardır. Hastanede yatarak tedavi gören madde bağımlılarında yapılan bir araştırmada ise antisosyal kişilik bozukluğu oranını %41 olarak bulunmuştur (Hesselbrock ve ark. 1988). Madde bağımlılarında en çok saptanan diğer kişilik bozukluğu ise borderline kişilik bozukluğudur (BKB). Borderline kişilik bozukluğunda öfkeyi kontrol edememe, sık ve yoğun duygudurum değişiklikleri, dürtüsel ve hayati tehlikesi olan davranışlar, kişilerarası ilişkilerde bozukluk en önemli özelliklerdir. Trull ve arkadaşlarına göre (1994) hem yatan hasta, hem ayaktan izlenen hasta popülasyonlarında borderline kişilik bozukluğu en sık görülen kişilik bozukluğudur. Komorbid borderline kişilik bozukluğu tanısı ise çoğu eksen I bozuklukların prognozunu olumsuz yönde etkiler (Shea ve ark. 1992). En yüksek komorbidite oranları borderline kişilik bozukluğu ile duygudurum bozuklukları, madde kullanımı ve diğer kişilik bozuklukları arasında saptanmıştır. Yapılan araştırmalar borderline kişilik bozukluğu olanların ailelerinde, normal popülasyona göre duygudurum bozukluklarına ( depresyon ve İUMB) ve engellenme psikopatolojilerine (madde kullanım bozuklukları) daha sık rastlandığını gösterilmiştir (Trull ve ark. 1994). Hem fiziksel, hem cinsel istismarın sık görüldüğü bu hastalarda, diğer kişilik bozukluklarına göre etiolojide cinsel istismar daha fazla önem teşkil 19 etmektedir (Zanarini ve Frankenburg 1997). Ayrıca borderline kişilik bozukluğunda Hipotalamo-Pitüiter-Adrenal eksende geri bildirim (feedback) duyarlılığında dengesizlik ve noradrenerjik hipersensitivite tespit edilmiştir (Figueroa ve Silk 1997). Bu nörobiyolojik bulgular ailede yüklü psikopatoloji öyküsü ile birlikte madde kullanım bozukluklarının etiolojisinde yer almaktadır (Brown ve ark. 1995, Sabo 1997). Etiolojideki ortak risk faktörlerinin dışında, BKB ile madde kullanım bozukluklarının arasındaki yüksek komorbidite oranını açıklayabilecek bir başka teori ise bu bozuklukların birbirine neden olabileceği teorisidir. Örneğin, kronik yoğun alkol tüketimi serotonin miktarında eksilmeye neden olmaktadır. Bu ise impulsif, kendine zarar verici davranışların temelinde yatan nörobiyolojik bulgudur. Ayrıca madde kullanımına bağlı olan yaşam olayları BKB gelişimi için yatkınlığı olan kişilerde kritik risk faktörleri olabilir (Ballenger 1997). Öte yandan BKB olan kişiler, duygudurum dengesizlikleri, boşlukta hissetme ve sıkıntı ile başa çıkmak için kendi kendini tedavi etme yöntemine başvurup madde kullanabilirler. Bu durum BKB de madde kullanım bozukluğu gelişimine neden olabilmektedir (Dulit ve ark. 1990). BKB ve madde kullanım bozukluklarının arasındaki ilişkiyi açıklayabilecek bir diğer olasılık da, komorbidite geliştikten sonra her bir bozukluğun diğerinin idamesi için katkıda bulunduğu olasılığıdır (resiprokal etki modeli). Bu modeli destekleyen çalışmalarda madde kullanım bozukluklarının BKB kronisitesini, BKB’nin de madde kullanım kronisitesini arttırdığını göstermişlerdir (Links 1995, Kruedelbach 1993). Madde kullanım bozuklukları ile BKB arasındaki yüksek komorbidite oranını açıklayabilecek üç önemli teorik model ortaya konulmuştur: Farmakolojik yatkınlık: Geçen yüzyıl içinde birçok bilimadamı alkol ve maddenin insanlarda neden olduğu etkileri inceleyip, kişisel farklılıklara dikkat çekmiştir. Bu alanda en önemli ilişki dürtüsellik ve düşük engellenme eşiği ile alkol ve maddenin stres azaltıcı etkileri arasındadır (Levenson ve ark.1987). BKB’nin en önemli özelliği olan dürtüsellik ve düşük engellenme eşiği alkol ve madde kullanım bozukluğu için de bir risk faktörüdür. Birçok çalışma her iki bozukluğun da bulunduğu komorbid durumlarda dürtüsellik düzeyinin daha yüksek olduğunu göstermiştir (Kruedelbach 1993, Morgenstern ve ark. 1997). Dürtüsellik, psikoaktif madde kullanma kararını etkileyebildiği gibi, kullanımı sürdürmekte de etkili olabilir. Engellenme eşiği daha düşük olan insanlar madde kullanımı ile birlikte daha fazla rahatlama bildirmektedir. Buna bağlı olarak yoğun 20 miktarda madde kullanmaları çok daha olasıdır. BKB’de dürtüsellik madde kullanım alanının dışında da devam etmektedir. Bu kişilerde kendilerine ve diğer insanlara karşı zarar verici davranışlar oldukça sık görülür. Bu davranışlara, madde kullananlarda da rastlanır. Dolayısıyla ortak dürtüsellik özelliği BKB ile madde kullanımı arasında yüksek oranda komorbiditeye yol açmaktadır (Trull 2000). Duygulanım regülasyonu: İnsanları madde kullanmaya sevk eden kişilik özellikleri (dürtüsellik, negatif duygulanım) ile madde kullanım bozuklukları arasındaki bağlantıya duygulanım regülasyonu aracılık eder (Sher ve ark. 1999). Örneğin; Cooper ve arkadaşları (1995), dürtüsellik ve düşük engellenme eşiğinin pozitif duygular elde etmek için madde kullanımı ile ilişkili olduğunu, dürtüselliğin içme davranışı üzerindeki etkisine aracılık ettiğini göstermişlerdir. Negatif duygulanım başa çıkmak için madde kullanımı ile ilişkilidir ve negatif duygulanımın içme davranışı üzerindeki etkilerine aracılık eder. BKB’deki duygulanım düzensizlikleri patognomonik belirtilerden biridir. Duygulanımdaki aşırı uçlar hastalar tarafından öngörülemez ve istenmedik değişikliklerdir. Dolayısıyla da bu kişiler istenmeyen negatif duygulanım ile başa çıkabilmek için madde kullanmaya yatkındırlar. Örneğin Kruedelbach (1993), madde bağımlıları ile yaptığı çalışmada, komorbid borderline kişilik bozukluğu olanların daha fazla istek duyma (craving), negatif duygulanım, sosyal dışlanma yaşadığı ve baskı ile başa çıkmak için madde kullanımına daha sık başvurduklarını göstermiştir. BKB hastalarında negatif duygulanım ile baş etmeye çalışma eğilimlerinin yaygın olduğu tespit edilmiş, bunların bazen bedenlerini kesmek gibi kendine zarar verici davranışlar olduğu, bazen de madde kullanımı olarak ortaya çıktığı gösterilmiştir. Suç eğilimi: Bu modelde kişilik özellikleri, dürtüsellik ve düşük engellenme eşiği gibi faktörlerin ebeveyn kontrolündeki eksiklikler ile çift yönlü etkileşip, sosyalizasyonda sorunlara neden olduğu varsayılmaktadır (Sher ve ark.1999). Bu sorunların birlikte getirdiği sonuçlar ise okul performansında düşüş, suç işleme ve madde kullanımıdır. Böylece başlangıçta neticelerle ilişkisi çok net olarak fark edilmeyen dürtüsellik, madde kullanım bozukluğuna neden olabilmektedir. Dürtüselliğin borderline kişilik bozukluğunun en önemli özelliği olduğu düşünüldüğünde, bu kişilerin toplum kurallarını sık sık ihlal ettiği şaşırtıcı olmamalıdır. Bunun yanısıra, BKB’nin çok sık olarak ASKB ile birlikte bulunduğu (Widiger ve Trull 1993), ASKB’ nin ise diğer insanların haklarını önemsememek ve ihmal etmek olduğu unutulmamalıdır (Trull 2000). 21 Yapılan çalışmalarda, madde bağımlılarında yüksek oranda saptanan iki kişilik bozukluğu; antisosyal ve borderline kişilik bozukluğunun tanı kriterlerinin aynı zamanda madde bağımlılığının tanı kriterleri ile en çok çakışan iki kişilik bozukluğu olması ilginç bir sonuçtur. Borderline kişilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğunun ortak klinik özellikleri dürtüsellik, sosyal üretkenlik rollerini yürütmede başarısızlık, hayal kırıklıklarını tolere edememe ve depresif atakların görülmesidir. Borderline kişilik bozukluğunda depresyon ve anksiyete sıkça klinisyen tarafından gözlenebildiği halde antisosyallerin kronik depresyonları ve anksiyeteleri ancak izlendiklerinde görülebilir. Bu anksiyete ve depresyonla başa çıkılmasında, yaşanan hayal kırıklıklarına tahammül edememede, dürtülerini denetlemedeki başarısızlıkta ve kişiler arası ilişkilerde yaşanan sorunlarında alkol ve madde sığınılacak bir liman işlevi görmektedir. Psikoanalitik görüşe göre bu iki bozukluğun oral döneme ait taşıdığı patolojiler veya biyolojik görüşün nörotransmiterler düzeyinde açıkladığı patolojiler klinisyeni aynı sonla karşı karşıya bırakmaktadır. Borderline veya antisosyal kişilik özelliklerine sahip kişiler yaşam boyu daha fazla alkol ve/veya madde kullanmakta ve bağımlılık tedavisine beklenen olumlu yanıtı verememektedir (Verhaul ve ark. 2000). Nurnberg ve arkadaşlarının (1989) yapmış olduğu çalışmada en yaygın kişilik bozukluğu tanılarının paranoid (%44), antisosyal (%20), kaçıngan (%20), pasif agresif (%18) ve borderline kişilik bozukluğu (%16) olduğu saptanmıştır. Morgenstern ve arkadaşları (1997) ise antisosyal kişilik bozukluğu, borderline kişilik bozukluğu ve paranoid kişilik bozukluklarının madde kullanımı ve diğer klinik problemlerle semptomatoloji açısından daha şiddetli bağlantı gösterdiğini tespit etmişlerdir. Brooner ve arkadaşları 1997’de sadece opiyat bağımlıları ile yaptıkları çalışmada 716 hasta ile kapsamlı görüşmeler yapmışlardır. 378 erkek ve 338 kadının katıldığı araştırmada %35 oranında kişilik bozukluğu tespit edilmiştir. Bunlardan ASKB %25.1 oranında (erkekler için %34, kadınlar için %15.4), BKB %6.2 oranında (erkekler için %2.3, kadınlar için %9.5), kaçıngan KB %5.2 oranında (erkekler için %3.4, kadınlar için %7.1), Pasif- agresif KB %4.1 oranında (erkekler için %3.7, kadınlar için %4.4), Paranoid KB %3.2 oranında (erkekler için %4.5, kadınlar için %1.8) bulunmuştur. Frei ve Rehm (2002) madde bağımlılarında %58 oranında kişilik bozukluğu belirlemişlerdir. Bu çalışmada %53 oranında B ve C kümesi kişilik bozukluğu saptanmıştır. Yine Rousanville ve arkadaşları (1998), madde bağımlılarında %57 oranında kişilik bozukluğu 22 bulmuşlardır. Skodal ve arkadaşları (1999) ise opiyat bağımlılarındaki kişilik bozukluğu oranının %60 olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu konuda kapsamlı bir araştırma da Verheul ve arkadaşları (2000) tarafından yapılmıştır. Alkol ve madde bağımlısı 370 hastanın %57’sinde en az bir kişilik bozukluğu bulunduğunu belirlemişlerdir. En sık görülen B kümesi kişilik bozukluklarıdır ve bunlardan ASKB %27.0 ve BKB %18.4 oranlarında görülmektedir. A kümesi kişilik bozukluklarından en sık görülen paranoid KB (%13.2) olup ve C kümesinden de kaçıngan KB %16.4 dür. Alkol ve madde bağımlılarında birinci eksen komorbiditesini prospektif olarak değerlendiren çalışmanın bir diğer önemli bulgusu da özellikle B kümesi kişilik bozukluklarının ileride anksiyete bozukluklarına yol açtığı yönündedir. Borderline kişilik bozukluğu olanlarda antisosyal kişilik bozukluğu veya depresif kişilik bozukluğu komorbiditesi madde bağımlılığında prognozu kötüleştirir (Moos ve ark. 2001). Bu konuda yapılan kapsamlı çalışmalardan birinde opiyat bağımlıları arasında %67.6 oranında kişilik bozukluğu tespit edilmiştir. Bu çalışmada borderline kişilik bozukluğu %34 olarak bulunmuştur (Fassino ve ark. 2004). Ülkemizde yapılan klinik araştırmada bağımlılarda en fazla antisosyal %9, kaçıngan %6 ve bağımlı %4 kişilik bozuklukları saptanmış, %24’ü eşik veya eşik altı kişilik bozukluğu göstermiştir (İncesu 1993). Öner ve arkadaşları (2002) alkol bağımlılığı olan hastaların %72.5 oranında en az bir kişilik bozukluğu tespit etmiş olup, en sık görülen kişilik bozukluğunun %37.5 oranıyla antisosyal kişilik bozukluğu olduğunu belirlemiş, ikinci sırada borderline kişilik bozukluğunun %20 geldiğini bildirmişlerdir. Bir diğer çalışmada yatarak tedavi gören 132 alkol ve/veya madde bağımlısında alkol bağımlıları grubunda %27.3, madde bağımlıları grubunda %42.4 oranında kişilik bozukluğu tespit edilmiş, kişilik bozukluğu olan grupta antisosyal kişilik bozukluğu %67 oranında tespit edilmiştir (Kural 2003). Son zamanlarda madde bağımlıları ayrı iki grup gibi düşünülmektedir. Düşük derecede psikopatolojiye ve iyi ilişki yeteneklerine sahip olanları içeren minör tip ve antisosyal kişilik bozukluğu veya borderline kişilik bozukluğu gibi kişilik bozukluklarında görülen ileri derecede ilişki kurma zorlukları ve kötü prognoza sahip olanları içeren major tip olduğu belirtilmiştir (Gabbard 1996, Goldstein 2001, Kubler ve ark. 2000). Bağımlılarda mizaç ve karakter envanteri ile yapılan çalışmalarda genellikle yenilik arayışında yüksek puanlar, zarardan kaçınma ve ödül bağımlılığında orta/düşük puanlar bulunmuştur (Ball 1997, Conway ve ark. 2003). Gomez ve arkadaşları (2001) 23 bağımlılarda mizaç ve karakter envanterinde, sebat etmede düşük puanlar bulmuştur. Yenilik arayışı, erken yaşta maddeye başlamanın belirleyicisi gibi görünüyor (Wills ve ark. 2001). Yenilik arayışı, tedavinin ilk dönemlerinde tedaviye bağlılığı arttırabilmekte, fakat tedavinin ilerleyen aşamasında nüksetme sebebi olabilmektedir (Helmus ve ark. 2001). Amfetamin ve benzodiazepin bağımlılarında yapılan çalışmada yenilik arayışı yüksek ve zarardan kaçınma da düşük puanlar aldığı ve alkoliklere göre anlamlı olduğu belirlenmiştir (Gardener ve ark. 2002). Yenilik arayışı, ödül bağımlılığı ve kendi kendini yönetme, bağımlılığın başlama yaşının; işbirlikçilik ise sosyal fonksiyonların tahmin edilmesinde yararlıdır. Kişilik bozukluğu olanların fiziksel, psikolojik ve varoluşsal sıkıntıları kişilik bozukluğu olmayanlara göre daha fazladır (Fassino ve ark. 2004). Biyolojik, psikolojik, ailevi ve sosyal sorunlar bağımlılarda kişilik özellikleri ile karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedir (Franques ve ark. 2000). Madde bağımlıları ile yapılan çalışmada yenilik arayışı, zarardan kaçınma ve kendini aşma puanları kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Bağımlılığın başlama yaşında çoklu regresyonda yenilik arayışı, ödül bağımlılığı ve kendini yönetme önemlidir (Fassino ve ark 2004). Yatarak tedavi gören 41 metamfetamin bağımlısı ve 35 kontrol hastası ile yapılan çalışmada yenilik arayışı, zarardan kaçınma ve kendini aşma puanları önemli derecede yüksek iken sebat etme, kendini yönetme ve işbirliği yapma puanları kontrol grubuna göre daha düşük saptanmıştır (Hosak ve ark. 2004). Laviola ve arkadaşlarının (1999) araştırmasında, insan ve hayvan örnekleri üzerine uyarıcılara karşı savunmasızlığa yönelik monoaminerjik fonksiyonun bozulması ve yenilik arayışında yükselmiş puanların uyarıcı madde kullanımı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Beynin mezolimbik dopamin sisteminin aktivasyonu maddenin ödüllendirici etkilerinin ve yenilik arayışının nörobiyolojik mekanizmasını gösterdiği belirtilmiştir. Madde bağımlıları ile yapılan diğer çalışmada kendini yönetme ve işbirliği yapma değerleri kontrol grubundan düşük iken, kendini aşma puanları kontrol grubundan çok daha yüksek çıkmıştır (Paccini ve ark. 2001). Bu veriler gerçekleri objektif bir şekilde değerlendirmekteki beceri zayıflığı ve izolasyon eğilimi hipotezini destekler (Cloninger ve ark. 1991). Svrakic ve arkadaşları (2003) yaptığı çalışmada madde bağımlıları yüksek yenilik arayışı ile beraber aynı zamanda yüksek ödül bağımlılığı ve düşük kendini yönetme puanları bulmuştur. Bu bulgular bağımlılarda kırılgan, güvensiz, her zaman dış kaynaklı yeni ödüle gereksinim duyan, kolayca sıkılan ve hedeflerini sürdürmekte sorun yaşayan karaktere sahip 24 oldukları tezini desteklemektedir. Yaşam kalitesi Yaşam koşulları düzeldikçe ve bilim ilerledikçe, yaşam süresi de uzamaktadır. Hastalarına yaşamları konusunda yardımcı olabilmeleri için günümüz hekimlerinin hastalığın ya da tedavinin hastayı ne derece etkilediği konusunda bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü; sağlığı, “yalnızca hastalığın bulunmayışı değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali” olarak tanımlar. Bu tanımın çerçevesinde sağlık hizmetlerinde hastalıkları ve hastalıkların şiddeti gibi özelliklerinin yanı sıra sağlıkla ilişkili iyilik halinin de tanımlanmasını öngörür. Yaşam kalitesi, “kişinin kendi durumunu, kültürü ve değerler sistemi içinde algılayış biçimi” olarak tanımlamıştır. Yaşam kalitesi kavramı içinde fiziksel sağlık, ruh sağlığı, bağımsızlık düzeyi, sosyal ilişkiler, çevre etkenleri ve kişisel inançlar öznellik temelinde yer alır (WHO 1994). Çünkü yaşam kalitesi genel anlamda, bireysel iyi oluşu tanımlamak için sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel etmenlerle belirlenir. Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi hasta merkezlidir, hastanın görüşlerini vurgular. Hastaları sadece “olgular” olarak değil, hastalıkla ilgili olmayan yaşam alanları da olan bireyler olarak ele alır. Sağlık personeli, genellikle tüm sorunları varolan hastalıkla ilişkili olarak ele alma eğilimindedir. Yaşam kalitesi, hastalıkların mekanik tedavisi ve semptomların iyileştirilmesinde yoğunlaşan günümüz tıbbına hümanistik bir bakış açısı getirmektedir. Yaşam kalitesi, hastanın sorunlu yaşam bölümünü tanımlamaya yardım eder. Geleneksel klinik ve biyokimyasal değerlendirmelere yaşam kalitesi ölçütleri eklenmelidir, böylece sağlık çalışanları tedavi ve ortamın etkilerini anlayabilirler. Yaşam kalitesinin ölçümü yeni bir konu değildir. 1800’lerin başlarında Bentham, iyi olma durumunun ölçümleri ile ilgili yaklaşımlara yer vermiştir. Bentham, tanımlayıcı psikoloji ile ilgili yazısında psikiyatride yaşam kalitesinin ölçümü konusunda ilk adımları atmıştır. O’na göre doğa insanoğlunu “ağrı” ve “haz” gibi iki ana duygunun egemenliği altına sokmuştur. Daha sonra terminolojide bunların yerini “yeti yitimi” ve “yaşam kalitesi” terimleri almıştır. günümüzde de Bunu izleyerek kullanılmakta olan 1920 ve yaşam 1930’da kalitesi Thurstone ölçekleri ve Likert, geliştirmişlerdir. Yaşam kalitesi kavramını ilk kez Thorndike, sosyal çevrenin bireyde yansıyan 25 tepkisi olarak tanımlamıştır. Andrews ve Withey yaşam kalitesi kavramını, bireylerin doyumu ve onların sosyal ilişkilerinin kesişimi, Weinstein ve Frankel ise, bireyin kendi yaşamında doyum bulması ve mutluluk kapasitesi olarak tanımlamışlardır. Yaşam kalitesi kavramını tanımlamak ve sınırlamak için sosyal, psikolojik göstergeler ve yaşam olayları kullanılarak çeşitli tanımlar yapılmaya çalışılmıştır. Burtchard’a göre yaşam kalitesi tanımı; yaşamdan doyum bulma, bireylerin fiziksel ve ekonomik yönden iyi olması, bireyler ile iyi ilişkiler kurması, toplumsal, vatandaşlık ve medeniyete ait davranışlarda sosyal güç yeterliliğine sahip olması bireylerin kendilerini geliştirmeye ve eğlenmeye zaman ayırması şeklindedir. Shin, Johnson ve Patterson yaşam kalitesinin tüm yönlerini değerlendirmede gerekli olduğu varsayılan özellikleri saptayarak farklı bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Bu özellikler; genel sağlık, performans durumu, genel rahatlık, ekonomik durum ve sağlık durumunu kapsamaktadır. Yaşam kalitesi ölçümleri geleneksel klinik ve biyokimyasal değerlendirmelere eklenmelidir, böylece sağlık çalışanları tedavi ve ortamın etkilerini anlayabilirler. Yaşam Kalitesinin Göstergeleri : Objektif göstergeler: Fiziksel iyilik hali yaşam kalitesinin objektif göstergeleri arasında yer alır. Bireyin hangi durumda olursa olsun, yürüme, koşma, merdiven çıkma, eğilme, doğrulma gibi fiziksel dayanıklılık isteyen aktiviteleri ve günlük yaşam aktivitelerini yerinde getirebilmesidir. Burada bireyin günlük yaşam aktivitelerini ve öz bakımını yerine getirebilmesinin yanında bunların yeterli düzeyde olması ve kişinin bu durumdan doyum bulması önemlidir. Subjektif göstergeler: Psikolojik iyilik hali bireyin sübjektif yaşam kalitesi göstergelerinin ifadesidir. Bunlar yaşam doyumu, psikolojik etki ve emosyonel iyilik hali olup, yaşam deneyimlerinin sübjektif olarak değerlendirilmesi ile elde edilir. Psikolojik göstergeler içinde bireyin kendi yaşamını değerlendirmesi temel etmendir. Bu anlamda yaşam kalitesi kişinin değerlendirdiği öznel bir doyum ya da sonuçtur. Yaşam kalitesi ölçümlerinin kullanım alanları giderek artmaktadır. Bireysel hasta bakımı sırasında oluşabilecek psikososyal problemlerin izlenmesi bilinen tıbbi sağlık sorunlarına değerlendirmelerde, sağlık yönelik toplum hizmetlerinin ve taranmasında, tabanlı çalışmalarda, değerlendirildiği araştırmalarda, 26 özellikle kronik hastalıklarda hastalığın seyrinin izlenmesi ve tedavi yönteminin belirlenmesinde, klinik araştırmalarda ve kullanım maliyeti analizlerinde kullanılmaktadır. Kısaca yaşam kalitesi ölçümleri hastaların özel dikkat isteyen ihtiyaçlarını tespit etmede yaygın olarak kullanılmaktadır. Bağımlı hastaların subjektif iyiliğini değerlendirmek için yöntemsel güvenilirliği olan çok az materyal bulunmaktadır. Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36); psikiyatri dışı alanlarda mükemmel geçerlilik ve güvenilirlilik göstermiş, en sık kullanılan sağlık bakım ve tedavi sonuçlarını ölçme materyali haline gelmiştir. Depresif hastalarda ve şizofreni hastalarında geçerliliği onaylanmıştır. Madde bağımlılığı tedavisi alanında çalışmalar mevcuttur. Genellikle bağımlıların subjektif iyilikleri tedavi programlarında nadiren ele alınmıştır. Ancak son yıllarda özellikle bağımlılarda kendi sağlıkları ve hastalıklarının seyri konusundaki görüşlerinin profesyonel perspektiften farklı olduğu görülmüştür. Artık güncel tedavilerde madde kullanımından kaçınma tedavinin ana hedefi değildir. Fiziksel sağlık, sosyal ve kişisel işlerliğin geliştirilmesi, mental sağlık da tedavi programlarının hedefleri arasındadır (Richter ve ark. 2003). Çok az çalışmada bağımlılarda yaşam kalitesi araştırılmış, genellikle metadon idame tedavisindeki hastalar değerlendirilmiştir (Rehm 2001, Giacomuzzi 2001). Madde bağımlısı olan kişilerde eş zamanlı psikopatoloji yaygındır ve bu yaşam kalitesini etkileyecek bir durumdur (Schaar ve ark. 1995). Welsh ve arkadaşları (1993) Life Situation Survey (LSS) kullanarak yaptıkları bir araştırmada madde bağımlılarında yaşam kalitesi kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur. Nothingham Health Profile (NHP) ile yapılan başka bir çalışmada alkol ve madde sorunları olanlarda yaşam kalitesi toplam puanları düşük ve NHP’nin uyku, sosyal izolasyon, ağrı, fiziksel hareketlilik, enerji ve duygusal tepkiler alanlarında yüksek ilişki saptanmıştır (Foster ve ark. 1998). SF-36 kullanılarak alkol bağımlılarında yapılan bir çalışmada bağımlıların yaşam kalitesi alt grup puanları kontrol grubuna göre birçok alanda daha düşük bulunmuştur (Volk ve ark. 1997). SF-36 kullanılarak bağımlılarda yapılan çalışmalarda kontrol gruplarına ve genel nüfusa göre bağımlıların daha düşük puanlar aldığı saptanmıştır (Stein ve ark. 1998, Garg ve ark. 1999, Morgan ve ark. 2003). Bağımlılarda yaşam kalitesinin daha düşük ve sağlık hizmetlerinin daha fazla kullanıldığı belirtilmiştir (McKenna ve ark, 1996). Daeppen ve arkadaşları (1995), madde bağımlılarının yaşam 27 kalitesi alt ölçeğinin psikolojik işlevsellik puanlarını düşük bulmuşlardır. Almanya’da hastanede yatan 100 madde bağımlısı ile yapılan çalışmada bağımlıların SF-36 ile değerlendirildiklerinde kontrol grubuna göre emosyonel rol, enerji ve mental sağlık alt başlıklarında daha düşük puanlar aldığı saptanmıştır (Richter ve ark. 2004). Bu konudaki tedavi izleme çalışmalarında ise uzun süre alkol veya madde kullanmayan remisyondaki bağımlılarda yaşam kaliteleri tedavi başlangıcına göre artmıştır (Rather ve Sherman 1989). Almanya’da 6 yıllık takip çalışmasında 4 yıldır alkol içmeyenlerde %65 oranında yaşam kalitesinde iyileşme olmuştur (Mann ve ark. 1997). Kişilik bozukluğu olan bağımlıların, olmayan bağımlılara göre yaşam kalitesi ölçeğinden daha düşük puanlar aldığı, özellikle yaşam kalitesinde sosyal fonksiyonların önemli derecede olumsuz etkilendiği saptanmıştır. Yaşam kalitesinin algılanması ile mizaçtan çok karakter arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur (Svrakic ve ark. 2003). Bağımlılık süresi ile yaşam kalitesi arasında (SF-36) anlamlı ters ilişki saptanmıştır (Richter ve ark. 2003). Yaşam kalitesi puanlarının, kişilik bozukluğu olmayanlarda, kişilik bozukluğu olanlara göre daha yüksek olduğu, mizaç ve karakter envanterinin zarardan kaçınma ve kendini yönetme alt grupları ile yaşam kalitesi ölçeği arasında ilişki bulunduğu bildirilmiştir. Kendini yönetme ile yaşam kalitesi ölçeğinin psikolojik bölümü arasında negatif ilişki saptanmıştır (Fassino ve ark 2004). Bağımlılık şiddeti Madde bağımlılığı çok çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Bu sorun üretimde zararlara, toplumda suça, sosyal düzende bozulmaya, sağlık alanında çok ciddi kayıplara, trafik ve iş kazalarının artmasına ve toplumsal çöküşe neden olmaktadır. Böylece tüketilen madde, sadece madde kullanan bireyi ve bireyin içinde yer aldığı sosyal çevresini etkilemekle kalmamakta, toplumu ve giderek o toplumda kültürel yapı özelliklerinden ekonomik işleyişe kadar değişik şiddette ve biçimlerde etkilemektedir (McLellan ve ark. 1992, Isralowitz ve Peleg 1996). Bu açıdan madde bağımlılarında bağımlılığın şiddetini belirlemek bağımlı bireyin o andaki sorunlarını değerlendirmek ve bireyin tedavisinde öncelik verilecek alanları saptamak açısından önem taşımaktadır. Bağımlılık şiddeti bu kavram üzerine doğmuştur. Bağımlılık şiddetini belirlemek üzere McLellan ve arkadaşları tarafından 1979 yılında geliştirilen “Bağımlılık Şiddetini Belirleme Ölçeği (Addiction Severity Index-ASI) 28 olarak bilinen ölçme aracı 140 maddeden oluşan, yarı yapılandırılmış klinik ölçme aracıdır. Bu ölçek alkol ve madde kullanım bozukluklarında; kullanılan alkol veya maddeden dolayı etkilenen tıbbi, iş-destek, madde ve alkol kullanımı, yasal, aile-sosyal ilişkiler ve psikiyatrik sorun alanlarını belirleyerek, bireyin bu sorun alanlarında tedaviye ve danışmaya olan gereksiniminin şiddetini değerlendirmek üzere hazırlanmıştır. Birçok çalışmada alkol ve madde bağımlılarında, bağımlılığın tedavisinin başlangıcından itibaren tedavinin her aşamasında kullanılmıştır. Çeşitli psikometrik çalışmalarda ASI esas olarak alkol ve madde bağımlılarının, ayakta ve yatarak tedavi modellerindeki problemlerini değerlendirmekte hem güvenilir hem de geçerli bir enstrüman olarak kabul edilmiştir (Kosten ve ark. 1983). ASI hem tedavi başlangıcında, hem de tedavi sonrası takipte yaygın bir kullanıma sahiptir (McLellan ve ark. 1980, 1992). Başlıca psikiyatrik tedavi merkezlerinde ASI madde bağımlıları için uygun bir değerlendirme enstrümanı olarak kabul edilmektedir (Zanis ve ark. 1994). Bağımlılık Şiddeti Ölçeğinin her bir alt bileşeni yeterli psikometrik öğelere sahiptir (Alterman ve ark. 1998). Hodgins ve El-Guebalu (1992), ASI’nin majör psikiyatrik bozukluğu olan madde bağımlılarında da kullanıldığında genel olarak güvenilir ve geçerli bir değerlendirme enstrümanı olarak kabul etmişlerdir. Dixon ve arkadaşları (1998), madde bağımlıları, remisyonda madde bağımlıları ve kontrol grubu karşılaştırdıkları çalışmada madde bağımlılarının ve geçmiş madde kullanım öyküsü olanların aile sorunları şiddetinin kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yine aynı çalışmada madde bağımlılarının yasal sorunları şiddeti, diğer iki gruba göre (remisyonda madde bağımlıları ve kontrol grubu) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Madde kullanım bozuklukları tedavisinde, madde kullanım şiddeti ve tedavi sonuçlarını ölçen değerlendirmelere verilen önem artmaktadır (Morgan ve ark. 2003). Örneğin 353 opiyat bağımlısında bağımlılık şiddeti ölçeği kullanılarak ölçülen medikal şiddet seviyesi yüksek olanlar yoğun tedavi müdahalelerine daha zayıf tepki vermişlerdir (Saxon ve ark. 1996). Metadon tedavisi gören opiyat bağımlılarında medikal şiddet puanları yüksek olanlara verilen arttırılmış medikal hizmetler ile daha iyi tedavi sonucu alınmıştır (McLenna ve ark.1993). Almanya’da 100 eroin bağımlısı ile yapılan bir çalışmada psikolojik durum, iş destek durumu ve aile-sosyal destek alt başlıklarında kontrol grubuna göre daha yüksek puanlar aldıkları, daha çok yasal sorun yaşadıkları 29 gözlenmiştir (Richter ve ark. 2004). Amerika’da 674 madde bağımlısı ile yapılan bir çalışmada ASI’de iş-destek ve psikolojik şiddet başlıklarında yüksek puanlar aldığı bulunmuştur (Calsyn ve ark. 2004). Yunanistan’da 226 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada grubun %61.2’sinde kişilik bozukluğu saptanmış, antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda maddeye başlama yaşı daha düşük bulunmuştur. Depresyon ve anksiyete semptomları kişilik bozukluğu olanlarda daha yüksek tespit edilmiştir. B kümesi kişilik bozukluğu olanlarda iş-destek puanları daha fazla, antisosyallerde iş-destek sorunları, borderline kişilik bozukluğu olanlarda işte tatmin sorunları, şizotipal kişilik bozukluğu olanlarda medikal sorunlar, yine borderline kişilik bozukluğu olanlarda ve antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda psikiyatrik sorunlara daha sık rastlanmıştır (Kokkevi ve ark. 1997). Bu konuyla ilgili diğer çalışmalar da aile ve sosyal ilişkiler konusunda kişilik bozukluğu olanların daha yüksek şiddet puanları aldıklarını göstermektedir (Koeter ve ark. 1997). 150 opiyat bağımlısında, bağımlılık şiddeti ölçeği kullanılarak kişilik bozukluğu olanlar ve olmayanlar karşılaştırıldığında, kişilik bozukluğu olanların daha çok iş-destek sorunları yaşadığı, borderline kişilik bozukluğu olanların ciddi psikiyatrik problemler yaşadığı, antisosyal kişilik bozukluğu olanların yasal sorunlarla daha sık karşılaştıkları ve narsistik kişilik bozukluğu grubunda sağlık problemlerinin ön planda olduğu gözlenmiştir (Kosten ve ark. 1989). 1997 yılında madde bağımlılığı ve antisosyal kişilik bozukluğu tanısı konan ve kişilik bozukluğu olmayan madde bağımlıları grubuyla yapılan çalışmada ASI ile kişilik bozukluğu olanların daha yüksek yasal sorunlar yaşadığı, psikiyatrik şiddet puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır (Brooner ve ark. 1997). Gladys ve arkadaşları (2000), 313 kokain bağımlısı ile yaptıkları çalışmada antisosyal kişilik bozukluğu olan bağımlıların daha çok yasal sorun yaşadığı ve tedavi sürecinde ASI alt başlıklarında şiddette azalma olduğu bulunmuştur. Madde bağımlılarında düzenli kullanım süresi ile Bağımlılık Şiddeti Ölçeğinin alt başlıkları ile olumlu ilişki saptanmıştır (Richter ve ark. 2003). 30 YÖNTEM VE ARAÇLAR Örneklem Bu araştırma, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, AMATEM (Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma Tedavi ve Eğitim Merkezi) biriminde Kasım 2004 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında yapıldı. Araştırmaya ardışık olarak, yatarak takip ve tedavi edilen, DSM-IV Madde bağımlılığı tanı ölçütlerini karşılayan 100 hasta alındı. Araştırma hakkında bilgilendirildikten sonra katılmayı kabul eden ve aşağıda belirtilen dışlama ölçütlerini taşımayan hastalar araştırma grubuna alındı. Görüşmeler iki aşamalı olarak yapıldı. İlk aşamada çalışmaya katılanlara yatış günü Bağımlılık Şiddeti Ölçeği (ASI) ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36) uygulandı. İkinci görüşme; yatış tarihinden en az 15 gün sonra ve klinisyen tarafından madde detoksifikasyonlarının tamamlandığına karar verildiğinde yapıldı. İkinci görüşmede DSMIII-R için yapılandırılmış klinik görüşme formu kişlik bozuklukları envanteri (SCID II), Mizaç ve Karekter Envanteri (TCI), Hamilton Depresyon Ölçeği ve Hamilton Anksiyete Ölçeği uygulandı. Detoksifikasyon süresi kannabis için 2-3 gün, opioidlerden eroin için 7-10 gün, sedatif-hipnotikler için 8 gün, kokain için 3 hafta olduğu, ayrıca alkol ve maddenin kesilmesi sonrasındaki ilk 1-2 haftada anksiyete ve duygudurum bozukluklarına daha sık olarak rastlandığı belirtilmiştir (Kaplan ve Sadock 1995). Bu bulgular gözönünde bulundurularak ikinci görüşmeler detoksifikasyonun 15. gününden sonra uygulandı. İlk görüşmede; madde bağımlılığı tanı ölçütleri, dışlama ölçütleri, araştırmaya kabul etme, yoksunluk belirtileri değerlendirildi. Gönüllü olarak katılma belgesi imzalatıldı ve her türlü kişisel bilginin gizli kalacağı, çalışma içerisinde isminin geçmeyeceği anlatıldı. Çalışmaya katılmaktan herhangi bir zamanda vazgeçebilecekleri ve katılmamalarının tedavi programını etkilemeyeceği hastalara belirtildi. DSM-III-R için yapılandırılmış klinik görüşme formu (SCID-II), Mizaç ve Karakter Envanteri (TCI) kendi kendine uygulaması istendi. Yaklaşık 3 gün sonra 3. görüşmede deneğin bu süre içinde doldurduğu, SCID-II klinik görüşme formu, Mizaç ve Karakter Envanteri (TCI) verdiği yanıtlar gözden geçirildi. 31 Dışlama kriterleri: 1-Herhangi bir fiziksel kısıtlılığı olma 2- Madde ve alkol yoksunluk döneminde bulunma 3- Okuma yazma bilmeme 4- Mental retardasyonu olma 5- 18 yaş altı ve 65 yaş üstünde olma 6- Psikotik hastalık tanısı olma Çalışmada kullanılan gereçler: 1- Sosyodemografik Veri Formu: Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek amacıyla hazırlandı. Form; yaş, cinsiyet, öğrenim düzeyi, medeni durum, çalışma durumu, tercih maddesi, kullanım şekli, kullanım süresi, sosyal güvence, sosyal destekler, yatış sayısı ve tedavi öyküsünden oluşmaktadır. 2- DSM-III-R ölçütlerine göre Eksen II Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu (SCID-II): 1987 yılında Spitzer ve arkadaşları tarafından yapılandırılmış bir klinik tanı koyma aracı olarak geliştirilen SCID-II, deneklerde kişilik bozukluklarının eşik altı ve eşik üstü olarak değerlendirilmesi için uygulandı. Eşik üstü DSM III-R ölçütlerini doldurduğunu ifade etmektedir. Kesin tanı klinisyenin görüşmesi sonrası yaptığı değerlendirme ile konur. 1989 yılında Türkçe’ye uyarlanmış ve geçerlilik güvenilirlik çalışmaları Sorias ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. 3- Bağımlılık Şiddetini Belirleme Ölçeği (Addiction Severity Index-ASI): Bağımlılık şiddetini belirlemek üzere McLellan ve arkadaşları tarafından 1979 da geliştirilen bu ölçme aracı 140 maddeden oluşan yapılandırılmış klinik ölçme aracıdır. Alkol ve madde kullanım bozukluklarında, kullanılan alkol veya maddeden dolayı etkilenen tıbbi durum, iş, madde ve alkol kullanımı, yasal, aile ve psikiyatrik sorun alanlarını belirleyerek, bu alanlarda tedaviye veya danışmana olan gereksiniminin şiddetini değerlendirmek üzere hazırlanmıştır. Bu ölçek; tıbbi durum 11 madde, iş destek durumu 24 madde, yasal 32 durum 30 madde, alkol ve madde kullanımı 27 madde, aile-sosyal ilişkiler 26 madde ve psikiyatrik durum 22 maddeden oluşan 6 alt ölçekten meydana gelmiştir. Bu ölçekte her sorun alanının şiddeti, görüşmeci tarafından 10’lu (0-9) derecelendirme ile puanlanmaktadır. Ölçek, görüşmeci tarafından bireyin yaşam boyu ve son 30 gündeki her bir sorun alanının önemini ve şiddetini subjektif olarak yansıtmaktadır. Puanların yükselmesi bireyin tedavi veya danışma gereksiniminin fazla olduğunu göstermektedir (McLellan ve ark.1980, 1988). Ölçekten iki tür puan elde edilmektedir: 1) Şiddet puanı; bireyin yaşam boyu ve şimdi ki problem şiddetini ve tedaviye olan gereksinimini 0-9 arasında değerlendiren subjektif puandır. Yüksek puanlar, problemin şiddetinin büyüklüğünü göstermektedir. 2) Bileşik puan; bireyin son 30 gündeki davranışlarını değerlendiren belirli soruların hesaplanmasıyla oluşan matematiksel bir puandır. Bu matematiksel puanı elde edebilmek için belirli formüllerden yararlanılmaktadır. 0 ile 1 arasında değer elde edilmekte ve yüksek değerler problem şiddetinin büyüklüğünü göstermektedir. Bu puan daha çok karşılaştırmalı araştırmalarda (ön test-son test, izleme çalışmaları vb.) bireydeki değişikliği ve tedavinin etkililiğini değerlendirmek üzere kullanılmaktadır (McLellan ve ark.1985, Zanis ve ark. 1997). Yapılan çeviri çalışmaları sonucunda Bağımlılık Şiddetini Belirleme Ölçeği, yarı yapılandırılmış klinik ölçme aracı olarak oluşturulmuştur (Demirbaş ve ark. 2003) 4- Mizaç ve Karakter Ölçeği (TCI-Temperament): Cloninger kişiliğin iki temel bileşeni olan mizaç ve karakterdeki normal ve anormal varyasyonları açıklayan boyutsal bir psikobiyolojik kişilik modeli geliştirmiştir. Mizaç boyutu; yenilik arayışı (NS), zarardan kaçınma (HA), ödül bağımlılığı (RD) ve sebat etme (P); karakter boyutu ise; kendini yönetme (SD), işbirliği yapma (C) ve kendini aşma (ST) alt ölçeklerinden oluşur. Mizaç ve Karakter Envanteri (TCI) kişiliğin yedi temel boyutunu ölçmeye yarayan, 240 maddeden oluşan “Doğru” ya da “Yanlış” şeklinde yanıtlanan bir kendini değerlendirme ölçeğidir. TCI önceden geliştirilmiş kişilik modellerini kuramsal ve ampirik açıdan desteklerken, klinik kullanımdaki sınırlılıkları da ortadan kaldırmıştır. Bu çalışmada Köse ve Sayar (2002) tarafından çevrilen Türkçe TCI’nin sağlıklı bir Türk örnekleminde psikometrik özellikleri ve faktör yapısı araştırılmıştır. Çalışmanın örneklemini Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinde, hayatlarının hiçbir döneminde ruhsal rahatsızlık nedeniyle tedavi görmemiş sağlıklı gönüllü 683 33 denek oluşturmuştur. Mizaç boyutunda, Türk toplumu ortalama yenilik arayışı, ödül bağımlılığı puanları Amerikan toplumu ortalamalarından anlamlı olarak düşük, zarardan kaçınma puanları Amerikan toplumu ortalama değerlerinden anlamlı olarak yüksek bulundu. Karakter boyutunda; kendini yönetme, iş birliği yapma, kendini aşma puanları Amerikan toplumu ortalama değerlerinden anlamlı olarak düşük bulundu. Kendini yönetme ile zarardan kaçınma, iş birliği yapma ile ödül bağımlılığı ve iş birliği yapma ile kendini yönetme arasında anlamlı ilişki bulundu. Türkçe TCI ölçeklerinin Cronbach alfa değerleri mizaç boyutunda (.60) ile (.85), karakter boyutunda (.82) ile (.83) arasında bulundu. En düşük Cronbach alfa katsayıları ödül bağımlılığı (.60) ve sebat etme (.62) olarak bulundu. Oblimin dönüştürümlü faktör analizinde, mizaç boyutunda yenilik arayışı ve zarardan kaçınma alt ölçeklerinin oldukça güçlü yüklemede bulundukları saptandı. Ödül bağımlılığı ve sebat etmenin göreceli olarak daha zayıf yüklemede bulunduğu saptandı. Karakter boyutunda; işbirliği yapma ve kendini aşmanın oldukça tutarlı ve güçlü yüklemede bulundukları gözlendi. Türkçe TCI’nin geçerlik ve güvenilirliği, ölçek puanlarının dağılımı, yeterli düzeyde iç tutarlık katsayısı ve yapı geçerliği tarafından desteklenmiştir. Bu öncül çalışma Türkçe TCI’nin Türk toplumunda Cloninger’in yedifaktörlü kişilik modelini başarıyla ölçebileceğini göstermektedir. Türkçe TCI psikiyatrik hasta popülasyonunda klinik uygulamalarda, nörobiyolojik çalışmalar ve beyin görüntüleme çalışmalarında kişiliği ölçmede yararlı bir araç olarak görünmektedir. Bu versiyon Türkçe TCI olarak Cloninger tarafından onaylanmıştır 5- Hamilton Depresyon Ölçeği (Hamilton Depression Scale): Hamilton’un 1960 yılında geliştirdiği 17 maddeli ölçek kullanılmıştır. Ölçeğin uykuya dalma güçlüğü, gece yarısı uyanma, sabah erken uyanma, somatik semptomlar, genital semptomlar, zayıflama ve içgörü ile ilgili maddeleri 0-2, diğer maddeleri 0-4 arasında derecelendirilmiştir. 0-7 puan depresyon olmadığını, 8-15 puan arası hafif derecede depresyonu, 16-28 arası orta derecede depresyonu, 29 ve üzeri ağır derecede depresyonu göstermektedir. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği Akdemir ve arkadaşları (1996) tarafından yapılmıştır. 34 6-Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (Hamilton Anxiety Rating Scale): Hamilton’un 1959 yılında geliştirdiği 13 maddelik ölçek kullanılmıştır. Ölçek son 72 saat içindeki anksiyete düzeyini değerlendirmek için kullanılır. Her maddenin puanı 0-4 arasında, ölçeğin toplam değeri 0-56 arasında değişmektedir. Türkiye için herhangi bir kesme puanı hesaplanmamıştır. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği Yazıcı ve arkadaşları (1998) tarafından yapılmıştır. 7- Kısa form-36 (The MOS 36 İtem short form health survey (SF-36)): Yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla Rand Corporation tarafından geliştirilmiş ve kullanıma sunulmuştur. Türkçe’ye çevrilmiş ve geçerlilik, güvenilirlik çalışması Aydemir ve arkadaşları tarafından 1999 yılında yapılmıştır. Jenerik ölçüt özelliğine sahip bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Sekiz boyutun ölçümünü sağlayan 36 maddeden oluşmaktadır. Fiziksel fonksiyon, sosyal fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, emosyonel rol güçlüğü, mental sağlık, enerji, ağrı ve sağlığın genel algılanması alt ölçekleri sağlığı 0100 puan arasında değerlendirir. Araştırmada kullanılan istatistik yöntemleri Veriler SPSS 11.5 for Windows programı ile değerlendirildi. İstatistiksel değerlendirmelerde değişkenler arasında ilişkileri değerlendirmek için ki-kare testi ve iki gruba ait sürekli değişkenlerin ortalamaları arasındaki farkı değerlendirmek için t testi, parametrik olmayan değişkenlerde Mann-Whitney U testi, üç gruba ait sürekli değişkenlerin ortalamaları arasındaki farkı değerlendirmek için ise One-way Anova ve Post-hoc değerlendirmede Tukey testi uygulanmıştır. Mizaç ve Karakter Envanterinin, Bağımlılık Şiddeti Ölçeği (ASI) ve Yaşam Kalitesi Ölçeğinin alt başlıkları ile olan ilişkisinin yönü ve düzeyinin belirlenebilmesi amacıyla Pearson ilişki katsayısı hesaplandı. Mizaç ve karakter özelliklerinin belirleyici değişkenlerinin saptanması için lojistik regresyon testleri uygulanmıştır. 35 BULGULAR Bu araştırmaya Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma Tedavi ve Eğitim Merkezi (AMATEM) biriminde Kasım 2004 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında yatarak tedavi gören toplam 100 kişi katılmıştır. A- Sosyodemografik Özellikler Tablo 1. Yaş ve eğitim süresi ortalamaları Min. 19 5 YAŞ EĞİTİM YILI Max. 62 16 Ort. 30.41 7.95 SS 8.41 2.95 Çalışmaya katılanların yaş ortalaması 30.41 ± 8.41 ve ortalama eğitim yılı 7.95 ± 2.95 olarak saptandı. Tablo 2. CİNSİYET MEDENİ HAL KİMİNLE YAŞIYOR EĞİTİM Sosyodemografik özellikler Erkek Kadın Evli Dul Boşanmış Ayrı Bekar Eş Anne-baba Yalnız Yakını ile Diğer İlk Orta Lise Üniversite n 89 11 28 3 15 6 48 29 58 8 3 2 59 23 14 4 % 89 11 28 3 15 6 48 29 58 8 3 2 59 23 14 4 Çoğunluğu erkekler (%89) oluşturuyordu. Büyük çoğunluğu (%58) ebeveynleri ile yaşıyordu. Çalışmaya katılanların çoğunluğu ilkokul (%59) mezunu idi. 36 Tablo 3. Sosyodemografik özellikler ÇALIŞMA GELİR (YTL/ay) GÜVENCE İşsiz Düzenli Düzensiz Emekli Öğrenci 0-250 250-500 500-750 750 ve üzeri Yok SSK-Bağkur-ES. Yeşil kart n 47 19 24 6 4 3 16 24 57 17 28 55 % 47 19 24 6 4 3 16 24 57 17 28 55 Çalışmaya katılanların çoğunluğu işsiz (%47) idi. Düzenli işi olanlar grubun %19’unu oluşturuyordu. Bununla beraber olguların %57’sinin aylık eve giren gelir düzeyi 750 YTL ve üzerindeydi. Sosyal güvencesi olmayanlar %17 oranında olup %55’inin ise yeşil kartı bulunmakta idi. Tablo 4. AİLEDE MADDE AİLEDE PSİKOLOJİK SORUN AİLEDE ŞİDDET Aile öyküsü Yok Alkol Madde Alkol-madde Yok Var Yok Sözel Fiziksel Cinsel n 67 15 10 8 82 18 55 12 31 2 % 67 15 10 8 82 18 55 12 31 2 Çalışmaya katılanların ailelerinin %15’inde alkol, %10’unda madde ve %8’inde alkol+madde birlikte kullanımı mevcuttu. Olguların %18’inin ailesinde psikolojik sorun tanımlanıyordu. Araştırma grubunun %55’i aile içi şiddet tarif etmiyordu. %31’lik grup fiziksel, %12’lik grup sözel, % 2’lik grupta cinsel şiddet olduğu saptandı. 37 Tablo 5. TERCİH MADDESİ KULLANIM ŞEKLİ EKMADDE Madde kullanım özellikleri Esrar n 28 % 28 Uçucu madde 10 10 Eroin 43 43 Kokain 8 8 Diğerleri 11 11 Per oral 11 11 Nazal 20 20 İnhalasyon 36 36 Enjeksiyon 23 23 Diğerleri 10 10 Yok 21 21 Alkol 14 14 Esrar 36 36 Kokain 2 2 Benzodiazepin 11 11 Diğerleri 16 16 Tercih maddesi olarak en sık tercih edilen madde eroin (%43) idi. Esrar (%28), uçucu madde (%10), kokain (%8) ve diğer maddeler (%11) oranında kullanılıyordu. Ek madde kullananlar %79 oranında bulundu. Ek madde olarak esrar (%36), alkol (%14), benzodiazepin (%11), kokain (%2) ve diğer maddeler, özellikle ekstazi (%16) tercih ediliyordu. Tablo 6. Madde kullanımı ile ilgili tedavi ve remisyon TEDAVİ REMİSYON Yok Kendi Ayaktan Yatarak Yok 2-6 ay 6-12 ay 12-24 ay 24 ay ve üstü n 15 8 24 53 42 18 17 10 13 % 15 8 24 53 42 18 17 10 13 Daha önceden tedavi girişimi olmayanlar %15 oranında idi. Önceden sağlık kuruluşuna başvuranlar arasında yatarak tedavi için %53 ve ayaktan tedavi için %24 oranında 38 başvuru olduğu saptandı. Remisyon yönünden incelendiğinde remisyon tanımlamayanların oranının %42 olduğu öğrenildi. Tablo 7. Madde kullanım süreleri (yıl) tablosu Min. Max. Ortalama SS KULLANIM SÜRESİ 2 44 12.25 7.46 İLK MADDE YAŞI 8 36 18.25 5.16 TERCİH MADDESİ YAŞI 11 45 21.85 6.08 DUZENLI KULLANIM YAŞI 15 54 23.89 6.61 Ortalama madde kullanım süresi 12.25±7.46 yıldı. İlk maddeye başlama yaşı 18.25±5.16 ve grubun düzenli madde kullanım yaşı ise 21.85±6.61 olarak saptandı. B- Kişilik Bozuklukları Tablo 1. KİŞİLİK BOZUKLUĞU Kişilik Bozuklukları n % Yok 10 10 Sadece kişilik özelliği var 14 14 Tek tip kişilik bozukluğu var 72 72 Birden fazla kişilik bozukluğu var 4 4 Olguların %76’sında kişilik bozukluğu saptandı. %14 oranında kişilik bozukluğu olmaksızın kişilik özellikleri mevcut iken, %10’unda kişilik bozukluğuna veya özelliğine rastlanmadı. Tüm olguların %4’ünde birden çok kişilik bozukluğu olup hepsinde borderline kişilik bozukluğuna ek olarak antisosyal kişilik bozukluğu ve histrionik kişilik bozukluğu saptandı. 39 Tablo 2. Kişilik bozukluğu tipleri Yok Özellik var Bozukluk var N (%) Kaçıngan kişilik bozukluğu 95 (95) 2 (2) 2 (2) OBS-KOMP. Kişilik bozukluğu 94 (94) 2 (2) 4 (4) Pasif-agresif kişilik bozukluğu 94 (94) 2 (2) 4 (4) Kendini yeren kişilik bozukluğu 98 (98) 2 (2) - Paranoid kişilik bozukluğu 67 (67) 31 (31) 2 (2) Histrionik kişilik bozukluğu 84 (84) 4 (4) 12 (12) Narsisistik kişilik bozukluğu 96 (96) 2 (2) 2 (2) Borderline kişilik bozukluğu 74 (74) 8 (8) 18 (18) Antisosyal kişilik bozukluğu 55 (55) 10 (10) 35 (35) Antisosyal kişilik bozukluğu (%35) en sık rastlanan kişilik bozukluğuydu. Borderline kişilik bozukluğu (%18), histrionik kişilik bozukluğu (%12) sıklık sırasıyla rastlanan kişilik bozukluklarıydı. Diğer kişilik bozuklukları ise pasif-agresif kişilik bozukluğu (%4), obsesif kompulsif kişilik bozukluğu (%4), kaçıngan kişilik bozukluğu (%3), paranoid kişilik bozukluğu (%2) ve narsisistik kişilik bozukluğu (%2) olarak tespit edildi. Kişilik bozukluğu olanların %49‘unda kişilik bozukluğuna başka bir kişilik özelliği eşlik ediyordu. En sık eşlik eden kişilik özelliği paranoid kişilik özellikleri idi. E- Kişilik bozukluğunun varlığına ve kişilik bozukluğu alt tiplerine göre sosyodemografik ve klinik özelliklerin dağılımı 40 Tablo 1. Kişilik bozukluğuna göre sosyodemografik özelliklerin dağılımı Kişilik Bozukluğu Yok Yaş N=24 % 35.25±11.03 Kişilik Bozukluğu Var N=76 % 28.88±6.79 Cinsiyet Erkek 19 79.2 70 92.1 Kadın 5 20.8 6 7.9 Medeni Durum Evli 9 37.5 19 25.0 Dul 2 8.3 1 1.3 Boşanmış 5 20.8 10 13.2 6 7.9 40 52.6 Ayrı yaşıyor Bekar 8 33.3 Kimlerle Yaşıyorlar Eş 9 37.5 20 26.3 Anne-baba 10 41.7 48 63.2 Yalnız 2 8.3 6 7.9 Yakını 1 4.2 2 2.6 Diğer 2 8.3 Çalışma Durumu Çalışmıyor 8 33.3 39 51.3 Düzenli 4 16.7 15 19.7 Düzensiz 8 33.3 16 21.1 Emekli 4 16.7 2 2.6 4 5.3 Öğrenci Eğitim İlkokul 9 37.5 50 65.8 Ortaokul 7 29.2 16 21.1 Lise 6 25.0 8 10.5 Üniversite 2 8.3 2 2.6 ss χ2 F=2.47 p 0.014 * 3.12 1 0.13 8.04 4 0.09 8.72 4 0.07 9.74 4 0.04 * 7.21 3 0.07 *İstatistiksel olarak anlamlı 41 İki grup yaş yönünden karşılaştırıldıklarında kişilik bozukluğu olan grubun yaş ortalamasının 28.88±6.79 olduğu, kişilik bozukluğu olmayan grupta 35.25±11.03 olduğu bu sonucun istatistiksel açıdan anlamlı olduğu tespit edildi (p<0.05). Cinsiyet yönünden gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). Kimlerle yaşadıkları karşılaştırıldığında kişilik bozukluğu olanların daha yüksek oranda (%63.2) ebeveynleri ile yaşadıkları, kişilik bozukluğu olmayanlarda evli olma oranının (%37.5) daha yüksek olduğu saptandı. Ancak bu farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Çalışma durumları karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı fark tespit edildi. Kişilik bozukluğu olanlarda çalışmayanların %51.3 olduğu, olmayanlarda ise bu oranın %33.3 olduğu tespit edildi (p<0.05). Eğitim durumu karşılaştırıldığında kişilik bozukluğu olan grupta eğitim daha düşüktü, ancak bu durum istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.07). Tablo 2. Antisosyal Kişilik Bozukluğunun diğer Tip Kişilik Bozuklukları ve Kişilik Bozukluğu olmayanlarla sosyodemografik özellikler yönünden karşılaştırılması Yaş (ort±SS) Antisosyal Kişilik Bozukluğu Diğer Tip Kişilik Bozuklukları Kişilik Bozukluğu olmayanlar N=35 N=41 N=24 % 26.1±5.3 % 31.2±7.1 % 35.3±11.0 Cinsiyeti Kadın 1 2.9 5 12.2 5 20.8 Erkek 34 97.1 36 87.8 19 79.2 Medeni durum Evli 4 11.4 15 36.6 9 37.5 Boşanmış, Dul, Ayrı 3 8.6 14 34.1 7 29.2 Bekar 28 80.0 12 29.3 8 33.3 Çalışma durumu Çalışmıyor 23 65.7 16 39.0 8 33.3 Düzenli 4 11.4 11 26.8 4 16.7 Düzensiz 6 17.1 10 24.4 8 33.3 Emekli-öğrenci 2 5.7 4 9.8 4 16.7 Eğitim durumu χ2 ss F=10.41 p <0.001 4.8 2 0.091 22.32 4 <0.001 9.84 6 0.13 9.85 6 0.13 42 İlk okul 25 71.4 25 61.0 9 37.5 Orta okul 8 22.9 8 19.5 7 29.2 Lise 2 5.7 6 14.6 6 25.0 Üniversite 0 0.0 2 4.9 2 8.3 Yaş ortalamasına bakıldığında antisosyal kişilik bozukluğu olanların (26.1±5.3) diğer kişilik bozukluğu olanlara (31.2±7.1) ve KB olmayanlara (35.3±11.0) göre daha düşüktü (p<0.05). Cinsiyet yönünden karşılaştırıldıklarında anlamlı fark yoktu. Medeni durumu yönünden antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda (%80), diğer kişilik bozukluğu olanlar (%29.3) ve kişilik bozukluğu olmayanlara göre (%33.3) bekar olma oranı daha yüksekti (p<0.05). Tablo 3. Kişilik bozukluğuna göre yaş ve madde kullanım süreleri Kişilik Bozukluğu yok n=24 Ort. ss Kişilik bozukluğu var n=76 Ort. ss z p İlk madde yaşı 18.88 3.44 18.05 5.60 -1.21 0.226 Kullanım süresi 16.42 11.49 10.93 5.07 -1.69 0.092 Düzenli kullanım yaşı 27.38 9.24 22.79 5.14 -2.64 0.008 * *İstatistiksel olarak anlamlı İki grup arasında maddeye başlama yaşı yönünden anlamlı fark yoktu. Ancak kişilik bozukluğu olmayan grubun kullanım süresi (16.42±11.49), diğer gruba (10.93±5.07) göre daha fazlaydı. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Kişilik bozukluğu olanların daha erken yaşta maddeyi düzenli kullanmaya başladıkları (22.79±5.14, diğer grup 27.38±9.24) bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p<0.05). 43 Tablo 4. Kişilik bozukluğuna göre tercih maddeleri ve klinik özelliklerin dağılımı Kişilik Bozukluğu Yok N=24 % Kişilik Bozukluğu Var N=76 % Tercih maddesi Esrar 6 25.0 22 28.9 Uçucu madde 4 16.7 6 7.9 Eroin 14 58.3 29 38.2 Kokain 0 0.0 8 10.5 Diğerleri 0 0.0 11 14.5 Tedavi girişimi Yok 2 8.3 13 17.1 Kendi başına 0 0.0 8 10.5 Ayaktan tedavi 8 33.3 16 21.1 Yatarak tedavi 14 58.3 39 51.3 İntihar girişimi Yok 20 83.3 46 60.5 Var 4 16.7 30 39.5 χ2 ss p 9.23 4 0.06 4.78 3 0.19 4.23 1 0.03 *İstatistiksel olarak anlamlı Tercih maddeleri yönünden karşılaştırıldıklarında kişilik bozukluğu olmayan grupta ağırlıklı madde kullanımının esrar ve eroin olduğu, ancak bu grupta tercih maddeleri içinde ekstazi ve kokain kullanımının bulunmadığı saptandı. Kişilik bozukluğu olan grupta daha çeşitli madde kullanımının olduğu bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi (p>0.05). Tedavi girişimleri yönünden karşılaştırıldıklarında iki grup arasında anlamlı fark olmadığı saptandı (p>0.05). İntihar girişimi yönünden de iki grup arasında anlamlı fark saptandı (p<0.05). Kişilik bozukluğu olan grupta intihar girişimi oranı (%39.5) diğer gruba göre (%16.7) daha yüksekti. 44 Tablo 5. Kişilik bozukluğuna göre aile özelliklerin dağılımı Kişilik Bozukluğu Yok N=24 % Kişilik Bozukluğu Var N=76 % Ailede Alkol-Madde Kulanım yok 20 83.3 47 61.8 Alkol 0 0.0 15 19.7 Madde 4 16.7 6 7.9 Alkol-Madde 0 0.0 8 10.5 Ailede psikolojik sorun Yok 20 83.3 62 81.6 Var 4 16.7 14 18.4 Ailede şiddet Yok 18 75.0 37 48.7 Sözel 2 8.3 10 13.2 Fiziksel 4 16.7 27 35.5 Cinsel 0 0.0 2 2.6 χ2 ss p 9.92 3 0.02* 0.38 1 1.00 5.38 3 0.15 *İstatistiksel olarak anlamlı Kişilik bozukluğu olanların ailelerinde alkol, madde veya alkol + madde birlikte kullanma oranı %39.2 iken diğer grupta %16.7 oranındaydı. İki grup arasında anlamlı fark tespit edildi (p<0.05). Ailede şiddet yönünden karşılaştırıldıklarında kişilik bozukluğu olanların (%35.5) kişilik bozukluğu olmayanlara (%16.7) göre daha çok fiziksel şiddete maruz kaldığı ancak bu farkın anlamlı olmadığı saptandı (p>0.05). E-Kişilik Bozukluğunun Varlığına ve Kişilik Bozukluğu Alttiplerine Göre Bağımlılık Şidddeti, Yaşam Kalitesi, Depresyon ve Anksiyetenin Değerlendirilmesi 45 Tablo 1. Kişilik bozukluğu ve bağımlılık şiddeti (ASI) Medikal durum İş-destek durumu Yasal durum Aile-sosyal ilişkiler Alkol kullanımı Madde kullanımı Psikiyatrik durum Kişilik Bozukluğu yok n=24 Ort. ss 0.14 0.16 0.41 0.40 0.08 0.15 0.35 0.21 0.01 0.04 0.26 0.08 0.26 0.22 Kişilik bozukluğu var n=76 Ort. ss 0.08 0.15 0.67 0.23 0.17 0.25 0.51 0.18 0.20 0.27 0.29 0.11 0.50 0.22 T 1.64 -2.94 -2.16 -3.79 -5.88 -0.99 -4.70 p 0.105 0.007 * 0.035* <0.001* <0.001* 0.327 <0.001* *İstatistiksel olarak anlamlı Kişilik bozukluğu olan grupta Bağımlılık Şiddeti Ölçeği’nin birçok alt başlık puanları daha yüksekti. İş-destek sorunlarının kişilik bozukluğu olanlarda (0.67, diğer grup 0.41) daha fazla görüldüğü saptandı (p<0.05). Kişilik bozukluğu olanlar daha çok yasal sorun (0.17, diğer grup 0.08) yaşıyorlardı (p<0.05). Aile ve sosyal ilişkiler yönünden da kişilik bozukluğu olanlar (0.51 diğer grup 0.35) daha yüksek puanlar aldılar (p<0.05). Yine alkol kullanımı (0.20 diğer grup 0.01) yönünden da karşılaştırıldıklarında kişilik bozukluğu olanlarda alkol kullanımı daha şiddetliydi (p<0.05). Madde kullanım şiddeti (0.29 diğer grup 0.26) yönünden iki grup arasında anlamlı fark yoktu. ASI de psikiyatrik durum şiddetinde (0.50 diğer grup 0.26) kişilik bozukluğu olan grupta daha fazla olduğu ve farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05). Tablo 2 . Bağımlılık şiddeti yönünden Antisosyal kişilik bozukluklarının diğer kişilik bozuklukları ile karşılaştırılması Kişilik bozukluğu yok n=24 Medikal durum İş-destek durumu Yasal durum Aile-sosyal ilişkiler Alkol kullanımı Madde kullanımı Psikiyatrik durum Diğer kişilik bozuklukları n=41 Antisosyal kişilik bozukluğu n=35 Ort. ss Ort. ss Ort. ss F p 0.14 0.16 0.08 0.15 0.10 0.16 1.46 0.238 0.41 0.40 0.66 0.24 0.67 0.23 7.26 0.001 * 0.08 0.15 0.05 0.13 0.30 0.28 16.45 <0.001** 0.35 0.21 0.50 0.17 0.53 0.19 7.43 0.001 * 0.01 0.04 0.19 0.25 0.20 0.29 5.67 0.005 * 0.26 0.08 0.25 0.10 0.33 0.10 5.86 0.004 ** 0.26 0.22 0.46 0.27 0.54 0.13 12.20 <0.001 * * Kişilik Bozukluğu olmayanlar < Diğer Tip Kişilik Bozuklukları, Antisosyal Kişilik Bozukluğu ** Antisosyal Kişilik Bozukluğu > Kişilik Bozukluğu olmayanlar, Diğer Tip Kişilik Bozuklukları 46 Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar, diğer kişilik bozukluğu olanlar ve kişilik bozukluğu olmayanlar ile karşılaştırılldığında farklı sonuçlar bulundu. Antisosyal kişilik bozukluğu olan grup (0.30) diğer iki gruba göre (0.05 ve 0.08) yasal durum yönünden daha çok sorun yaşıyordu (p<0.05). Madde kullanım şiddeti yönünden de antisosyal kişilik bozukluğu olanlar (0.33) diğer iki gruptan (0.25 ve 0.26) daha yüksek puanlar aldılar (p<0.05). Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar, borderline kişilik bozukluğu olanlar ile karşılaştırıldığında yasal durum yönünden daha çok sorun yaşıyorlardı (p<0.05). Bağımlılık şiddetinin diğer alt başlıklarında iki kişilik bozukluğu arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Tablo 3. Yaşam kalitesinin (SF-36) kişilik bozuklukları ile ilişkisi Kişilik Bozukluğu yok n=24 Ort. SS Kişilik bozukluğu var n=76 Ort. SS t p Fiziksel fonksiyon 94.75 10.56 94.74 7.30 -0.52 0.608 Rol güçlüğü fiziksel 62.50 42.99 65.46 42.03 -0.30 0.765 Ağrı 74.58 23.22 77.37 27.00 -0.46 0.650 Genel sağlık 53.33 17.86 60.07 21.95 -1.52 0.135 Enerji (vitalite) 36.04 17.00 34.60 15.18 0.39 0.696 Sosyal fonksiyon 71.88 20.93 56.58 28.97 2.83 0.007 * Rol güçlüğü emosyonel 86.11 29.35 51.32 45.36 4.39 <0.001 * Mental sağlık 56.00 14.69 46.74 12.90 2.97 0.004 * *İstatistiksel olarak anlamlı Kişilik bozuklukları yönünden yaşam kalitesi karşılaştırıldığında genel olarak fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, genel sağlık ve enerji yönünden anlamlı fark saptanmadı. Kişilik bozukluğu olanların sosyal fonksiyonlarda (56.58 diğer grup 71.88) daha düşük puanlar aldığı ve aradaki farkın anlamlı olduğu bulundu (p<0.05). Emosyonel rol güçlüğü yönünden de kişilik bozukluğu olan grup (51.32 diğer grup 86.11) düşük puanlar aldı (p<0.05). Mental sağlık yönünden kişilik bozukluğu olmayanlar (56.00) diğer gruba göre (46.74) daha yüksek puanlar aldı (p<0.05). 47 Tablo 4 . Yaşam kalitesi (SF-36) yönünden Antisosyal kişilik bozukluların diğer kişilik bozuklukları ile karşılaştırılması Kişilik bozukluğu yok n=24 Ort. SS Diğer kişilik bozuklukları n=41 Ort. SS Antisosyal kişilik bozukluğu n=35 Ort. SS f p Fiziksel fonksiyon 93.75 10.56 93.66 8.29 96.00 5.79 0.91 0.405 Rol güçlüğü fiziksel 62.50 42.99 62.20 39.58 69.29 45.00 0.31 0.735 Ağrı 74.58 23.22 77.56 26.44 77.14 28.03 0.11 0.901 Genel sağlık 53.33 17.86 60.49 21.21 59.57 23.08 0.94 0.394 Enerji (vitalite) 36.04 17.00 31.22 12.93 38.57 16.78 2.24 0.112 Sosyal fonksiyon 71.88 20.93 52.44 31.02 61.43 25.97 3.93 0.023 * Rol güçlüğü emosyonel 86.11 29.35 51.22 46.01 51.43 45.26 6.15 0.003** Mental sağlık 56.00 14.69 46.24 13.45 47.31 12.40 4.42 0.015** * Kişilik Bozukluğu olmayanlar, Antisosyal Kişilik Bozukluğu > Diğer Tip Kişilik Bozuklukları ** Kişilik Bozukluğu olmayanlar > Diğer Tip Kişilik Bozuklukları, Antisosyal Kişilik Bozukluğu Sosyal fonksiyonlar değerlendirildiğinde kişilik bozukluğu olmayanlar (71.88) ile antisosyal kişilik bozukluğu olanlar (61.43) arasında anlamlı fark saptanmadı. Ancak sosyal fonksiyon yönünden kişilik bozukluğu olmayanlar ile antisosyal kişilik bozukluğu olanlar diğer kişilik bozukluğu olanlardan (52.44) daha yüksek puan aldıkları ve bu farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05). Emosyonel rol güçlüğü puanlarında kişilik bozukluğu olmayanların (86.11), antisosyal kişilik bozukluğu olanlardan (51.43) ve diğer kişilik bozukluğu olanlardan (51.22) anlamlı düzeyde yüksek puanlar aldılar (p<0.05). Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar ile diğer kişilik bozukluğu olanlar arasında emosyonel rol güçlüğü yönünden fark saptanmadı. Mental sağlık yönünden değerlendirildiğinde kişilik bozukluğu olmayanların (56.00), antisosyal kişilik bozukluğu olanlardan (47.31) ve diğer kişilik bozukluğu olanlardan (46.24) daha yüksek puanlar aldıkları saptandı (p<0.05). Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar ile diğer kişilik bozukluğu olanlar arasında fark saptanmadı. 48 Tablo 5 . Yaşam kalitesi (SF-36) yönünden borderline kişilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bozuklukları grubunun karşılaştırılması Borderline kişilik bozukluğu n=16 Ort. SS Antisosyal kişilik bozukluğu n=33 Ort. SS Fiziksel fonksiyon 90.00 10.95 96.00 Rol güçlüğü fiziksel 62.50 40.82 Ağrı 81.25 Genel sağlık Z p 5.79 -2.139 0.032* 67.42 45.71 -0.239 0.811 28.49 75.76 28.29 -0.695 0.487 63.13 22.65 59.24 23.75 -0.579 0.563 Enerji (vitalite) 21.25 9.57 38.18 17.22 -3.597 <0.001* Sosyal fonksiyon 35.94 18.75 60.61 26.54 -3.057 0.002 * Rol güçlüğü emosyonel 54.17 45.34 54.55 44.74 -0.159 0.874 Mental sağlık 40.50 9.56 46.79 12.59 -1.588 0.112 Yaşam kalitesi değerlendirildiğinde fiziksel fonksiyon yönünden antisosyal kişilik bozukluğu (96.0) olanlar, borderline kişilik bozukluğu (90.0) olanlardan daha yüksek puanlar aldı (p<0.05). Sosyal fonksiyonlar yönünden da antisosyal kişilik bozukluğu olanlar (60.61), borderline kişilik bozukluğu (35.94) olanlardan sosyal fonksiyonları daha yüksekti (p<0.05). Borderline kişilik bozukluğu olanlarda (21.25) enerji puanları değerlendirildiğinde de antisosyal kişilik bozukluğu olanlardan (38.18) daha düşük puanlar aldığı bulundu (p<0.05). Tablo 6. Hamilton Depresyon ve Anksiyete Ölçekleri ile kişilik bozukluklarının ilişkisi Kişilik Bozukluğu yok n=24 Ort. SS Kişilik bozukluğu var n=76 Ort. SS T p Hamilton Depresyon 4.83 2.43 7.05 3.46 -2.92 0.004 * Hamilton Anksiyete Toplam 3.63 3.33 6.57 4.12 -3.18 0.002 * Hamilton A. Psikolojik 1.71 2.44 3.24 2.87 -2.36 0.020 * Hamilton A. Somatik 1.92 1.64 3.33 2.46 -3.23 0.002 * *İstatistiksel olarak anlamlı 49 Hastaların hiçbiri Hamilton Depresyon ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan almadı. Hamilton Depresyon Ölçeği ve Hamilton Anksiyete Ölçeği puanlarında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Kişilik bozukluğu olanlar Hamilton Depresyon Ölçeğinde (7.05±3.46 diğer grup 4.83±2.43) ve Hamilton Anksiyete Ölçeğinde (6.57±4.12 diğer grup 3.63±3.33), ayrıca Hamilton Anksiyete Ölçeğinin alt başlıklarında da hem psikolojik (3.24±2.87 diğer grup 1.71±2.44) hem de somatik (3.33±2.46 diğer grup 1.92± 1.64) puanlarda anlamlı fark mevcuttu (p<0.05). H- Mizaç ve karakter envanterinin alt boyutlarının ASI, SF-36, HAD ve HAÖ ölçekleri ile ilişkisi Correlations Tablo 1. Mizaç ve karakter alt boyutlarının ASI ölçeğinin alt boyutları ile ilişkisi Medikal durum İş-destek durumu Yasal durum Aile-sosyal ilişkiler Alkol kullanımı Madde kullanımı Psikiyatrik durum r Yenilik Arayışı -0.02 Zarardan Ödül Kaçınma Bağımlılığı 0.21(*) 0.07 Sebat Etme 0.08 Kendini Yönetme -0.16 İşbirliği Yapma 0.19 Kendini Aşma 0.07 p 0.88 0.04 0.47 0.4 0.12 0.06 0.48 r 0.06 0.15 -0.33(**) -0.19 -0.26(**) -0.20(*) 0.28(**) p 0.54 0.13 0.001 0.06 0.009 0.049 0.006 r -0.06 -0.004 0.09 0.15 0.06 -0.11 0.25(*) p 0.54 0.97 0.38 0.14 0.56 0.29 0.012 r 0.15 0.52(**) -0.33(**) -0.16 -0.49(**) -0.34(**) 0.15 p 0.13 <0.001 0.001 0.11 <0.001 <0.001 0.14 r 0.09 0.01 -0.03 0.07 -0.02 -0.13 -0.1 p 0.38 0.95 0.75 0.5 0.82 0.18 0.35 r 0.08 -0.15 0.07 0.08 0.13 0.01 0.08 p 0.46 0.13 0.48 0.42 0.19 0.93 0.41 r 0.04 0.26(**) -0.06 0.15 -0.20(*) -0.08 0.05 p 0.67 0.009 0.59 0.14 0.042 0.43 0.64 * Ilişki 0.05 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). ** Ilişki 0.01 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). Medikal durum ile zarardan kaçınma arasında pozitif ilişki saptandı (r= 0.21). İş-destek durumu ile; ödül bağımlılığı (r= -0.33), kendini yönetme (r= -0.26) ve işbirliği yapma (r= -0.20) alt bölümleri puanları ile negatif, kendini aşma (r= 0.28) ile doğrusal bir ilişki saptandı (p<0.05). Aile-sosyal ilişkiler puanları ile zarardan kaçınma (r= 0.52) ile pozitif ilişki, ödül bağımlılığı (r:-0.33), kendini yönetme (r= -0.49) ve işbirliği yapma puanları (r= -0.34) ile negatif ilişki vardı (p<0.05). Psikiyatrik durumla zarardan kaçınma arasında 50 (r= -0.26) pozitif ilişki, kendini yönetme puanları (r= -0.20) ile negatif ilişki bulundu (p<0.05). Tablo 2. Mizaç ve karakter alt boyutlarının SF-36 yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutları ile ilişkisi Fiziksel fonksiyon Rol güçlüğü fiziksel Ağrı Genel sağlık Enerji (vitalite) Sosyal fonksiyon Rol güçlüğü emosyonel Mental sağlık r Yenilik Arayışı -0.1 Zarardan Kaçınma 0.03 Ödül Bağımlılığı 0.13 Sebat Etme 0.21(*) Kendini Yönetme 0.03 İşbirliği Yapma 0.11 Kendini Aşma 0.12 p 0.33 0.77 0.21 0.039 0.78 0.28 0.25 r -0.05 -0.11 0.04 0.17 0.13 0.17 0.17 p 0.65 0.28 0.71 0.1 0.2 0.09 0.09 r -0.05 -0.05 0.004 0.13 0.17 0.03 0.02 p 0.65 0.61 0.97 0.21 0.09 0.75 0.81 r 0.05 -0.29(**) 0.11 0.15 0.24(*) 0.19 -0.05 p 0.6 0.003 0.27 0.15 0.015 0.06 0.63 r -0.27(**) -0.02 -0.01 0.27(**) 0.05 0.21(*) 0.15 p 0.006 0.85 0.9 0.007 0.6 0.038 0.15 r -0.26(**) 0.05 0.11 0.22(*) 0.1 0.26(**) 0.16 p 0.009 0.61 0.26 0.030 0.32 0.008 0.11 r -0.18 0.19 0.14 0.13 -0.02 0.15 0.07 p 0.074 0.06 0.17 0.2 0.86 0.14 0.51 r -0.30(**) 0.04 0.14 0.24(*) 0.06 0.32(**) 0.07 p 0.002 0.7 0.16 0.017 0.54 0.001 0.52 * Ilişki 0.05 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). ** Ilişki 0.01 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). Yaşam kalitesi ölçeğinin (SF-36) alt başlıkları ile mizaç ve karakter envanterinin alt başlıkları karşılaştırıldığında fiziksel fonksiyon ile sebat etme (r= -0.21) arasında pozitif ilişki saptandı (P<0.05). Genel sağlık ile zarardan kaçınma (r= -0.29) arasında negatif, kendini yönetme puanları (r= 0.24) arasında pozitif ilişki mevcuttu (p<0.05). Enerji puanları ile yenilik arayışı (r= -0.27) arasında negatif ilişki, sebat etme (r= 0.27) ve işbirliği yapma (r= 0.21) puanları arasında pozitif ilişki vardı (p<0.05). Sosyal fonksiyon puanları ile yenilik arayışı puanları (r= -0.26) arasında negatif, sebat etme (r= 0.22) ve işbirliği yapma puanları (r= 0.26) arasında pozitif ilişki vardı(p<0.01). Mental sağlık ile 51 yenilik arayışı puanları (r= -0.30) arasında negatif, sebat etme (r= 0.24) ve işbirliği yapma puanları (r= 0.32) arasında pozitif ilişki vardı (p<0.05). Tablo 3. Mizaç ve karakter alt boyutlarının Ham-D ve Ham-A ölçekleri ile ilişkisi Hamilton Depresyon r Yenilik Arayışı 0.09 Zarardan Kaçınma 0.24(*) Ödül Bağımlılığı -0.04 Sebat Etme 0.13 Kendini Yönetme -0.26(**) İşbirliği Yapma 0.1 Kendini Aşma 0.12 p 0.37 0.02 0.72 0.22 0.009 0.32 0.24 Ham Anksiyete r 0.09 0.41(**) - 0.26(**) 0.07 -0.38(**) -0.15 0.2(*) p 0.39 <0.001 0.01 0.48 <0.001 0.14 0.043 Ham-A Psişik r 0.02 0.45(**) -0.20(*) 0.02 -0.37(**) -0.18 0.13 p 0.82 <0.001 0.046 0.87 <0.001 0.07 0.21 Ham-A Somatik r 0.12 0.18 -0.22(*) 0.11 -0.22(*) -0.04 0.2(*) p 0.22 0.07 0.027 0.29 0.027 0.68 0.044 * Ilişki 0.05 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). ** Ilişki 0.01 düzeyinde anlamlı (2-yönlü). Zarardan kaçınma ile Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAÖ) ve Hamilton Anksiyete Ölçeğinin psikolojik alt puanı arasında pozitif ilişki bulunmuştur (p<0.05). Ödül Bağımlılığı ile HAÖ ve alt ölçeklerinin ikisiyle de negatif ilişki saptandı (p<0.05). Kendini yönetme puanları ile HDÖ toplam, HAÖ toplam ve HAÖ psikolojik ve somatik puanları arasında negatif ilişki saptandı (p<0.05). Kendini aşma ile HAÖ toplam ve HAÖ somatik puanları arasında pozitif ilişki bulundu (p<0.05). 52 H- Regresyon Analizleri Tablo 1. Her bir ASI alt ölçeği puanının sabit değişken olarak alındığı stepwise doğrusal regresyon modellerinde belirleyici değişkenler ANOVA Düzeltilmiş R2 Medikal durum İş-destek durumu Yasal durum Ailesosyal ilişkiler Alkol kullanımı Madde kullanım Psikiyatrik durum F = 6.32 sd= 1, 99 p = 0.003 0.12 F = 8.9 sd= 1, 99 p < 0.001 0.19 F = 5.62 sd = 1, 99 p = 0.001 0.12 F = 16.05 sd = 1, 99 p < 0.001 0.38 F = 17.8 sd = 1, 99 p < 0.01 0.15 F = 6.96 sd = 1, 99 p = 0.01 0.06 F = 25.95 sd = 1, 99 p < 0.001 0.34 Yenilik arayışı Zarardan kaçınma Ödül bağımlılığı 0.32** -0.26** -0.19*** Sebat etme Kendini yönetme İşbirliği yapma 0.23*** -0.27** 0.23*** Kendini aşma 0.22*** 0.34** Hamilton Depresyon Hamilton Anksiyete Yaş 0.29** 0.22*** 0.39* -0.23*** -0.18*** 0.39* -0.26*** -0.43* Sonuçlar standardize edilmiş regresyon katsayıları β olarak sunulmuştur. *p<0.001, **p<0.01, ***p<0.05 Bağımlılık Şiddeti Ölçeğinin (ASI) alt başlıklarının sabit değişken olarak alındığı regresyon tabloları incelendiğinde medikal durum için işbirliği yapma ve HAÖ belirleyici olmuştur (p<0.05). İş-destek durum için ödül bağımlılığı, kendin aşma ve HAÖ belirleyicidir (p<0.05). Yasal durum için kendini yönetme, kendini aşma ve küçük yaş belirleyicidir (p<0.05). Aile ve sosyal ilişkiler değerlendirildiğinde zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı, kendini yönetme ve küçük yaş belirleyicidir (p<0.05). Alkol durumu için tek belirleyici anksiyete bulunmuştur (p<0.05). Madde kullanımı için küçük yaş, psikiyatrik durum için ise anksiyete ve küçük yaş belirleyici olmuşlardır (p<0.05). 53 Tablo 2. Her bir SF-36 yaşam kalitesi alt ölçeği puanının sabit değişken olarak alındığı stepwise doğrusal regresyon modellerinde belirleyici değişkenler ANOVA Düzeltilmiş R2 Fiziksel fonksiyon Genel sağlık Enerji Sosyal fonksiyon Mental sağlık F = 12.54 sd= 1, 99 p = 0.001 0.10 F = 16.53 sd= 1, 99 p < 0.001 0.32 F = 6.44 sd = 1, 99 p = 0.002 0.01 F = 6.82 sd = 1, 99 p = 0.002 0.11 F = 10.17 sd = 1, 99 p < 0.01 0.16 -0.22*** -024** -0.27** 0.24** 0.29** Yenilik arayışı Zarardan kaçınma -0.24** Ödül bağımlılığı Sebat etme 0.21*** Kendini yönetme İşbirliği yapma Kendini aşma Hamilton Depresyon Hamilton Anksiyete Yaş -0.34** -0.19*** -0.48* Sonuçlar standardize edilmiş regresyon katsayıları β olarak sunulmuştur. *p<0.001, **p<0.01, ***p<0.05, Ağrı ve rollerde belirleyici saptanmamıştır. Yaşam kalitesi bakımından regresyon modelleri değerlendirildiğinde fiziksel fonksiyon için yaş, genel sağlık yönünden zarardan kaçınma, anksiyete ve yaş belirleyicidir (p<0.05). Enerji için yenilik arayışı ve sebat etme (p<0.05), sosyal fonksiyon için yenilik arayışı ve işbirliği yapma (p<0.05), mental sağlık yönünden yenilik arayışı ve işbirliği yapma belirleyici olmuştur (p<0.05). 54 TARTIŞMA Bu çalışmanın temel amacı, madde bağımlılarında eşlik eden komorbid ikinci eksen tanılarının, mizaç ve karakter özelliklerinin araştırılması ve bu özelliklerin madde kullanım şiddeti ile yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesidir. Araştırmaya AMATEM kliniğinde Kasım 2004 ile Mayıs 2005 tarihleri arasında yatarak tedavi gören 100 madde bağımlısı alındı. Sosyodemografik özellikler incelendiğinde yaş ortalamasının 30.4±8.4 olduğu, ortalama eğitim süresinin ise 7.95±2.95 yıl düzeyinde bulunduğu, cinsiyete göre dağılıma bakıldığında 89 erkek 11 kadın bağımlı saptandı. Grubun büyük oranı erkeklerden oluşmaktaydı. Çalışmamızın ilk aşamasında madde bağımlılıları, kişilik bozuklukları yönünden karşılaştırılmıştır. Eksen II bozuklukları dağılımına baktığımızda çalışma grubunun %76’sında kişilik bozukluğu olduğu gözlendi. Grubun %14’ünde kişilik bozukluğu olmaksızın kişilik bozukluğu özellikleri mevcutken, %10’unda ise kişilik bozukluğuna veya özelliğine rastlanmadı. B kümesi kişilik bozukluğu %64’lük oran ile en geniş kişilik bozukluğu grubunu oluşturmakta idi. Antisosyal kişilik bozukluğu %35 oranda en sık rastlanan kişilik bozukluğu iken, borderline kişilik bozukluğu %18, histriyonik kişilik bozukluğu %12 ve narsisistik kişilik bozukluğu %2 ile en sık rastlanan kişilik bozuklukları olarak tespit edildi. Diğer kişilik bozuklukları ise; pasif-agresif kişilik bozukluğu %4, obsesif kompulsif kişilik bozukluğu %4, kaçıngan kişilik bozukluğu %3, paranoid kişilik bozukluğu %2 oranında saptandı. Kişilik bozukluğu tespit edilenlerin %49‘unda başka bir kişilik bozukluğuna ait kişilik özelliğinin eşlik ettiği belirlenmiş olup, bunlar arasında en sık görüleni paranoid kişilik özelliği idi. Paranoid kişilik özelliklerinin bu derece sık görülmesi, maddenin ortaya çıkardığı etkiden kaynaklanıyor olabilir. Çalışmaya psikotik bozukluk tanısı alan kişiler dahil edilmedi. Literatürde madde bağımlılarında %15 ila %80 arasında kişilik bozukluklarına rastlandığı ifade edilmektedir. Tespit ettiğimiz kişilik bozuklukları oranı, literatürlerdeki madde kullanımına eşlik eden kişilik bozuklukları düzeyinin üst sınırına yakındır. Bu 55 durum, kişilik bozuklukları olan bireylerin tedaviye ihtiyaçlarının artmış olması ile açıklanabilir. Ross ve arkadaşlarının (1988) yaptığı çalışmada madde bağımlılarında antisosyal kişilik bozukluğu oranı %47 olarak belirlenmiştir. Aynı oran, Rounsaville ve arkadaşlarının (1982) yaptığı çalışmada %54 düzeyindedir. Brooner ve arkadaşlarının (1997) opiyat bağımlılarında yaptığı araştırmada, %35 oranında kişilik bozukluğu saptanmış, antisosyal kişilik bozukluğu %25.1, borderline kişilik bozukluğu %6.2 oranında gözlenmiştir. Bir diğer çalışmada 370 bağımlıdan %57’sinde en az bir kişilik bozukluğu bulunduğu, en sık görülen kişilik bozukluğu grubunun % 55 ile B kümesi kişilik bozuklukları olduğu bildirilmiştir (Verhaul 2000). 226 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada grubun %61.2’sinde kişilik bozukluğu saptanmıştır (Koetter ve ark 1997). Frei ve Rehm (2002) inceledikleri madde bağımlılarının %58’inde kişilik bozukluğu belirlemişlerdir. Bu çalışmada %53 oranında B ve C kümesi kişilik bozukluğu tespit edilmiştir. Yine Rousanville ve arkadaşları (1998) madde bağımlılarında %57 oranında kişilik bozukluğu olduğunu ortaya koymuşlardır. Skodal ve arkadaşları (1999) ise opiyat bağımlılarındaki kişilik bozukluğu oranının %60 düzeyinde olduğunu öne sürmüşlerdir. Bağımlılarda kişilik bozukluğu oranının %67.6 düzeyinde olduğu başka bir çalışmada belirtilmiştir (Fassino ve ark. 2004). Bu konuda Türkiye’de yapılan çalışmalardan örnekler verecek olursak, Öner ve arkadaşları (2002) yılında yaptıkları incelemelerde alkol bağımlılarında %72.5 oranında kişilik bozukluğu tespit etmiş olup bu grubun %37.5’lik diliminde antisosyal kişilik bozukluğu saptanmıştır. 2003 yılında AMATEM’de yapılan bir çalışmada alkol bağımlılarının %27.3’ünde, madde bağımlılarının ise %42.4’ünde kişilik bozukluğu bulunmuştur. Antisosyal kişilik bozukluğu, %67 oranıyla en sık görülen kişilik bozukluğudur (Kural 2003). Çalışmamızda, kişilik bozukluğu olan ve olmayan bağımlılar sosyodemografik açıdan karşılaştırıldıklarında; kişilik bozukluğu olan grubun yaş ortalamasının 28.88±6.79, kişilik bozukluğu olmayan grubun yaş ortalamasının ise 35.25±11.03 olduğu belirlenmiştir. Bu sonuç istatiksel açıdan anlamlıdır. Cinsiyet açısından gruplar arasında anlamlı bir fark görülmemiştir, bu durum 89 erkek, 11 kadın olması ile açıklanabilir. Literatürde cinsiyet farklılıklarına göre kişilik 56 bozukluğu oranlarında anlamlı bir farklılık ifade edilmemekle birlikte, yapılan birçok çalışmada erkek bağımlıların, kadın bağımlılardan daha fazla olduğu görülmektedir. Kimlerle yaşadıkları değerlendirildiğinde, kişilik bozukluğu olanlar arasında annebabaları ile yaşama (kişilik bozukluğu olan %63.2, diğer grup %41.7) oranının yüksekliği dikkat çekici idi. Kişilik bozukluğu olmayan grupta da evli olma oranının (%37.5) daha yüksek olduğu saptandı. Bu veriler istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ancak literatürde kişilik bozukluğu gösterenlerde hiç evlenmemiş olma oranının evli olanlara göre daha yüksek olduğu belirtilmiştir. Çalışma durumları karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı bir fark tespit edilmiştir. Çalışmayanlar kişilik bozukluğu olan grubta %51.3 iken, kişilik bozukluğu olmayan grupta ise bu oran %33.3 düzeyindedir. Eğitim durumu açısından karşılaştırıldığında, kişilik bozukluğu olan grupta eğitim düzeyinin daha düşük olduğu görülmüştür, ancak bu durumun istatistiksel olarak anlamlı değildir. Yapılan diğer çalışmalarda da kişilik bozukluğu olan grupların, kişilik bozukluğu olmayanlara göre genç, az eğitim almış ve düşük oranda evlilik yapmış olduğu bulunmuştur (Nace ve Gaspari 1991). Ross ve arkadaşları (1988) madde bağımlıları arasında; genç olanların, hiç evlenmeyenlerin, eğitim düzeyi düşük olanların ve halen çalışmayanların yüksek oranda kişilik bozukluğu gösterdiğini ve antisosyal kişilik bozukluklarının daha sık görüldüğünü belirlemiştir. Çalışmamızda antisosyal kişilik bozukluğu olanların yaş ortalamasının (26.1±5.3) diğer kişilik bozukluklarını gösterenlere (31.2±7.1) ve KB olmayanlara (35.3±11.0) göre düşük olduğu saptandı. Kişilik bozukluğu olanlarda yaş ortalamasının düşük olması antisosyal kişilik bozukluğu olanların fazla bulunmasından kaynaklanmaktadır. Medeni durumu değerlendirdiğimizde, antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda bekarlık oranının (%80) oldukça yüksek olduğu görüldü. Bu oran, diğer kişilik bozukluğu olanlarda %29.3 ve kişilik bozukluğu olmayanlarda %33.3 düzeyinde idi. Bu bulgular Ross ve arkadaşlarının (1988) antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda yaptığı çalışmayla uyumludur. İki grup arasında maddeye başlama yaşı açısından anlamlı fark yoktu. Ancak kişilik bozukluğu olanların(22.79±5.14), diğer gruba göre (27.38±9.24) maddeyi daha 57 erken dönemde düzenli kullanmaya başladıkları ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı. Literatürde, kişilik bozukluğunun eşlik ettiği madde bağımlılarının tedaviye başvuru ve bırakma sıklığının daha yüksek olduğu görülmüştür (Thomasson ve Vaglum 1998). Çalışmamızda, kişilik bozukluğu olanlarda madde kullanımının erken yaşlarda sorun haline geldiği, daha erken bağımlılık veya kötüye kullanım geliştirdiği, bu kişilerin daha erken yaşlarda tedavi için başvurduğu saptandı. Tercih maddeleri yönünden karşılaştırıldığında, kişilik bozukluğu olan ve kişilik bozukluğu olmayan gruplar arasında anlamlı bir fark tespit edilmedi. Kişilik bozukluğu olanlarda karışık madde kullanımının yaygın olduğu göze çarpmakta idi. İntihar girişimi açısından iki grup arasında anlamlı fark saptandı. Kişilik bozukluğu olan grupta intihar girişimi oranının (%39.5) diğer gruba göre (%16.7) daha yüksek olduğu ve bu bulgunun benzer çalışmalarla da uyum gösterdiği tespit edilmiştir. Schukit (1995), antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda yüksek oranda özkıyım girişimi ve daha fazla psikiyatrik hastane yatışı saptamıştır. Bağımlılık ve kişilik bozukluğu birlikte olanlarda, aşırı dürtüsellik sonucu kendine zarar verici davranış ve özkıyım girişimlerinin sık görüldüğü belirtilmiştir (Trull 2000). Araştırmamızda, kişilik bozukluğu olanların ailelerinde alkol, madde veya alkolmadde birlikte kullanma oranı %39.2 iken diğer grupta bu oran %16.7 düzeyinde idi. İki grup arasında bu yönden anlamlı fark tespit edildi. Her iki grup ailede şiddet yönünden karşılaştırıldıklarında ise kişilik bozukluğu olanların (%35.5) kişilik bozukluğu olmayanlara (%16.7) göre daha çok fiziksel şiddete maruz kaldığı, ancak bu farkın anlamlı olmadığı saptandı. Bu konuda özellikle B kümesi kişilik bozukluğu olanların ailelerinde alkol ve madde kullanımına daha sık rastlandığı, bu gruptaki bireylerin fiziksel ve cinsel şiddete daha sık maruz kaldıkları belirlenmiştir (Widiger ve Trull 1993). Kişilik bozukluğu olan bağımlıların ailesinde de psikopatoloji öyküsünün yaygın olduğu, özellikle madde kullanımının sık rastlandığı kaydedilmektedir (Brown ve ark. 1991). Kişilik bozukluğu olanlar ile olmayanlar bağımlılık şiddeti açısından karşılaştırıldıklarında, kişilik bozukluğu olanların birçok alanda şiddet puanlarının daha yüksek olduğu tespit edildi. İş-destek sorunlarının kişilik bozukluğu olanlarda (0.67, diğer grup 0.41) daha yüksek oranlarda görüldüğü saptandı. Bu bulgu, sosyodemografik 58 verilerle de uyumlu idi. Kişilik bozukluğu olanlar daha fazla yasal sorun (0.17, diğer grup 0.08) yaşamakta idi. Kişilik bozukluğu olanlar, aile ve sosyal ilişkiler açısından da daha yüksek puanlar (0.51 diğer grup 0.35) aldı. Alkol kullanımı (0.20 diğer grup 0.01) yönünden karşılaştırıldıklarında da kişilik bozukluğu olanlarda alkol kullanımının daha şiddetli olduğu görüldü. Bağımlılarda kişilik bozukluğu olanların daha çok psikiyatrik sorun yaşadığı (kişilik bozukluğu olan 0.50 diğer grup 0.26) ve bu bulgunun anlamlı olduğu tespit edildi. Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar ayrı grup olarak ele alındığında, kişilik bozukluğu olanlar ve olmayanlar arasında yapılan karşılaştırmalardan daha farklı sonuçlar bulundu. Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) olan grup (0.30) diğer kişilik bozuklukları olanlara (0.05) ve kişilik bozukluğu olmayanlara (0.08) göre yasal durum yönünden daha çok sorun yaşıyordu. Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar madde kullanım şiddeti (0.33) yönünden de diğer iki gruptan (0.25 ve 0.26) yüksek puanlar aldı. Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar, borderline kişilik bozukluğu olanlarla kıyaslandığında yasal durum yönünden daha çok sorun yaşıyorlardı. Bağımlılık şiddetinin diğer alt başlıklarında ise iki kişilik bozukluğu arasında anlamlı fark saptanmadı. Bu bulguların literatür ile uyumlu olduğu görülmektedir. ASI alt başlıklarında da kişilik bozukluğu olanların daha çok sorun yaşadığı gözlenmektedir. B kümesi kişilik bozukluğu olanlarda iş-destek puanları daha fazla, antisosyallerde iş-destek sorunları (0.88 diğer gruplar 0.78), borderline kişilik bozukluğu olanlarda işte tatmin sorunları, şizotipal kişilik bozukluğu olanlarda medikal sorunlar (0.48 diğer gruplar 0.20), borderline kişilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda psikiyatrik sorunlara daha sık rastlanmıştır (Kokkevi ve ark. 1997). Aile ve sosyal ilişkiler konusunda kişilik bozukluğu olanların daha yüksek şiddet puanları aldıkları görülmüştür (Koeter ve ark. 1997). Almanya’da 100 eroin bağımlısı ile yapılan bir çalışmada kişilik bozukluğu olanların, psikolojik durum, iş-destek durumu ve aile-sosyal destek alt başlıklarında kontrol grubuna göre daha yüksek puanlar aldıkları ve daha çok yasal sorun yaşadıkları saptanmıştır (Richter ve ark. 2004). ABD’de 674 madde bağımlısı ile yapılan çalışmada kişilik bozukluğu olan grubun, ASI’de iş-destek ve psikolojik şiddet puanlarında yüksek puanlar aldığı belirlenmiştir. (Calsyn ve ark. 2004). Borderline kişilik bozukluğu olan bireylerin psikiyatrik sorunlarının şiddet seviyesinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. 59 Kişilik bozukluğu olan bağımlılar daha fazla alkol sorunu yaşamaktadırlar (Kosten ve ark. 1989). Madde bağımlılarında medikal şiddet seviyesinin yüksek olduğu ve bu durumun özel tedavi şartları gerektirdiği bildirilmiştir. Opiyat bağımlılarında (n=353), bağımlılık şiddeti ölçeği kullanılarak belirlenen medikal şiddet seviyesi yüksek hastalar yoğun tedavi müdahalelerine daha zayıf tepki vermişlerdir (Saxon ve ark. 1996). Metadon tedavisi gören opiyat bağımlılarında, medikal şiddet puanları yüksek olanlara verilen arttırılmış medikal hizmetlerin daha iyi tedavi sonuçları verdiği belirlenmiştir (McLenna ve ark.1993). Ancak AMATEM kliniğinin özellikleri ve yoğun medikal sorun yaşayanların bağımlılık tedavisinden çok medikal tedavilere yönlendirilmesi nedeniyle çalışma grubumuzda medikal puanlarda anlamlı bir sonuç elde edilemedi. Literatürde narsisistik kişilik bozukluğu olanların daha çok medikal sorun yaşadıkları belirtilmektedir. Çalışma grubunda narsisistik kişilik bozukluğu gösterenlerin çok az sayıda olması da medikal şiddet puanlarının düşük olmasında ki sebepler arasında olabilir. Medikal sorun yaşayan bağımlıların, bağımlılık tedavisi dışında kaldıkları düşünülürse daha farklı tedavi hizmetlerine duyulan ihtiyaç da ortaya çıkmaktadır. Araştırmamızda bağımlılarda yaşam kalitesi ve bunun kişilik bozuklukları ile nasıl etkileşim gösterdiği de değerlendirildi. Bağımlıların yaşam kalitesi oldukça az araştırılmış bir konudur. Bu konu üzerindeki çalışmalarda daha çok bağımlılık tedavi programlarının, özellikle de metadon kullanımının yaşam kalitesine etkisi araştırılmıştır (Rehm 2001, Giacomuzzi 2001). Ancak son yıllarda özellikle bağımlıların kendi sağlıkları ve hastalıklarının seyri konusundaki görüşlerinin, profesyonel perspektiften farklı olduğu görülmüştür. Artık güncel tedavilerin ana hedefi, tedavide madde kullanımından kaçınma değildir. Fiziksel sağlık, sosyal ve kişisel işlerliğin geliştirilmesi, mental sağlık da tedavi programlarının hedefleri arasındadır (Richter ve ark. 2003). Madde bağımlısı olan kişilerde eş zamanlı psikopatoloji yaygındır ve bu yaşam kalitesini etkiler (Schaar ve ark. 1995). Çalışmamızda, kişilik bozuklukları olan madde bağımlıları ile kişilik bozukluğu olmayan madde bağımlılarının yaşam kaliteleri karşılaştırıldığında; fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, genel sağlık ve enerji gibi açılardan anlamlı fark gözlenmedi. Kişilik bozukluğu olan madde bağımlılarının sosyal fonksiyonlarda (56.58 diğer grup 60 71.88) daha düşük puanlar aldığı ve aradaki farkın anlamlı olduğu bulundu. Kişilik bozukluğu olan grup, emosyonel rol güçlüğü açısından (51.32 diğer grup 86.11) daha düşük puanlar aldı. Mental sağlık açısından da kişilik bozukluğu olmayanlar (56.00) diğer gruba göre (46.74) daha yüksek puanlar aldı. Kişilik bozuklukları grubunun en kalabalık kesimi olan antisosyal kişilik bozukluğu olanlar ile diğer kişilik bozuklukları grubu ve kişilik bozukluğu olmayanlar grubu ile karşılaştırıldığında bazı farklar bulundu. Sosyal fonksiyonlar değerlendirildiğinde, kişilik bozukluğu olmayanlar (71.88) ile antisosyal kişilik bozukluğu olanlar (61.43) arasında anlamlı fark saptanmadı. Ancak; sosyal fonksiyon açısından kişilik bozukluğu olmayanlar ile antisosyal kişilik bozukluğu olanların, başka kişilik bozuklukları olan gruptan (52.44) daha yüksek puan aldıkları ve bu farklılığın anlamlı olduğu bulundu. Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar sosyal fonksiyonlarını yerine getirmek konusunda, diğer kişilik bozuklukğu olanlar kadar zorlanmıyorlardı. Ayrıca antisosyal kişilik bozuklukları olanlar ve borderline kişilik bozukluğu olanlar yaşam kalitesi açısından değerlendirildiğinde; fiziksel fonksiyon yönünden antisosyal kişilik bozukluğu olanlar (96.0), borderline kişilik bozukluğu olanlardan (90.0) daha yüksek puanlar aldı. Sosyal fonksiyonlar yönünden de antisosyal kişilik bozukluğu olanlarda (60.61), borderline kişilik bozukluğu olanlardan (35.94) daha yüksek oran saptandı. Enerji puanları değerlendirildiğinde borderline kişilik bozukluğu olanların (21.25) antisosyal kişilik bozukluğu olanlardan (38.18) düşük puan aldıkları gözlendi. Borderline kişilik bozukluğunun algılanan yaşam kalitesini daha yüksek oranlarda bozduğu tespit edildi. Bulgularımız, bu konuyla ilgili yapılan az sayıdaki çalışmalar ile de uygunluk göstermektedir. Literatür incelendiğinde; bağımlılığın, özellikle yaşam kalitesini olumsuz etkilediği görülmektedir. Bu konuda çalışmaların büyük bölümü, bağımlılığın yaşam kalitesine etkisini veya kişilik bozukluklarının yaşam kalitesine etkisini incelemek için yapılmıştır. Çalışmalardaki ortak sonuç, hem bağımlılığın hem de kişilik bozukluğunun yaşam kalitesini azalttığı yönündedir. Nothingham Health Profile (NHP) kullanılarak yapılan çalışmada alkol ve madde sorunları olanlarda yaşam kalitesi toplam puanları düşük olduğu belirlenmiş ve NHP ile uyku, sosyal izolasyon, ağrı, fiziksel hareketlilik, enerji, duygusal tepkiler alanları arasında yüksek korelasyon saptanmıştır (Foster ve ark. 1998). 61 SF-36 kullanılarak bağımlılarda yapılan çalışmalarda bağımlıların, kontrol gruplarına ve genel nüfusa göre daha düşük puanlar aldığı bulunmuştur (Stein ve ark. 1998, Garg ve ark. 1999, Morgan ve ark. 2003). Bağımlıların yaşam kalitesinin daha düşük olduğu ve sağlık hizmetlerini daha fazla kullandıkları saptanmıştır (McKenna ve ark. 1996). Daeppen ve arkadaşları (1995), madde bağımlılarında yaşam kalitesi alt ölçeği olan psikolojik işlevsellik puanını düşük bulmuşlardır. Yatarak tedavi gören 100 madde bağımlısı ile SF-36 ile değerlendirildiğinde bağımlıların emosyonel rol, enerji ve mental sağlık puanları kontrol grubundan daha düşük bulunmuştur (Richter ve ark 2004) Kişilik bozukluğu olan bağımlıların, kişilik bozukluğu olmayan bağımlılara göre yaşam kalitesi ölçeğinin birçok alt grubunda düşük puanlar aldığı saptanmıştır (Houston ve ark. 1999). Kişilik bozukluğu olanlar üzerinde yapılan çalışmada, kişilik bozukluğunun tek başına yaşam kalitesini etkilediği bulunmuştur. Aynı çalışmada, kişilik bozukluğu olan bireylerin sosyal hayat, duygusal sağlık, insan ilişkileri, iş ve okul performansı gibi birçok alanda yaşam kalitelerinin daha düşük olduğu saptanmıştır (Nace ve Gaspari 1991). Kişilik bozukluğu olan bağımlılarda, yaşam kalitesinde sosyal fonksiyonların önemli derecede olumsuz etkilendiği bulunmuştur. (Svrakic ve ark 2003). Opiyat kullanımı olan bağımlılarda, yaşam kalitesi puanlarının kişilik bozukluğu olmayanlarda, kişilik bozukluğu olanlara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (Fassino ve ark. 2004). Çalışmamızda Hamilton Depresyon Ölçeğinden (HDÖ) 17 puan üzerinde alan olmadı. DSM IV’e göre Major Depresyon tanı kriterlerini hiçbiri karşılamıyordu. Ancak HD ölçeği ve Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAÖ) puanlarında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Kişilik bozukluğu olanlarda, Hamilton Depresyon Ölçeğinde (7.05±3.46 diğer grup 4.83±2.43), Hamilton Anksiyete Ölçeğinde (6.57±4.12 diğer grup 3.63±3.33) ve Hamilton Anksiyete Ölçeğinin alt gruplarında psikolojik (3.24±2.87 diğer grup 1.71±2.44) ve somatik (3.33±2.46 diğer grup 1.92± 1.64) puanlarda anlamlı fark saptandı. Bu bulgular diğer klinik araştırmalar ile de uyumludur. Kişilik bozukluğu olan madde bağımlılarında kronik depresyon ve anksiyete oldukça yüksek oranlarda görülmektedir (Verhaul ve ark 2000). Kişilik bozukluğu olan bağımlıların kişilik bozukluğu olmayanlara göre daha depresif, izole olduğu ve anksiyetelerinin yüksek bulunduğu gözlenmiştir (Nace ve Gaspari 1991). Yunanistan’da 260 opiyat bağımlısı ile yapılan 62 çalışmada, kişilik bozukluğu olan madde bağımlılarının depresyon ve anksiyete semptomları yüksek bulunmuştur (Kokkevi ve ark. 1997). Çalışmamızda mizaç ve karakterin bağımlılık şiddetine ve yaşam kalitesine etkisi de araştırıldı. Uzun yıllardır yapılan araştırmalar sonucu, bağımlılığa yatkınlığı artıran kişilik özellikleriyle ilgili çok sayıda etiyolojik model ortaya atılmış, ancak hiçbiri alkol ve madde bağımlılığı ile karşılıklı etkileşimi yansıtamamıştır. Bağımlılıkla ilişkisi uzun zamandır araştırılan bir diğer konu da mizaç (temperament) ve karakterdir. Yapısal açıdan, kişiliğin mizaç, karakter ve zekadan oluştuğu konusunda çoğu araştırmacı hemfikirdir. Kabaca; mizaç, biyolojik faktörlerin kişiliğe katkılarını, karakter ise sosyal ve kültürel katkıları yansıtmaktadır (Kaplan ve Sadock 1995). Bu konuda kişilik özellikleri ve bağımlılık şiddeti üzerine olan ilişkiyi inceleyen literatür bilgisi bulunamamıştır. Bağımlı kişilerde kişilik özelliklerinin incelendiği çalışmaların çoğunda yüksek yenilik arayışı, yüksek ödül bağımlılığı ve düşük kendini yönetme bulgularından bahsedilmiştir (Howard ve ark. 1997, Wills ve ark. 2001). Maremanni (2001), bağımlılarda kendini yönetme ve işbirliği yapma puanlarını düşük, kendini aşma puanlarını yüksek bulmuştur. Çalışmamızda, Mizaç ve Karakter Envanteri (TCI) ile bağımlılık şiddeti ve yaşam kalitesi arasında korelasyon ve regresyon analizi yaparak bu konuların ilişkisini araştırdık. Bağımlılık şiddeti ölçeğinde medikal durum ile zarardan kaçınma arasında pozitif ilişki saptandı. İş-destek durumu ile; ödül bağımlılığı, kendini yönetme ve işbirliği yapma alt bölümleri puanları arasında ters; kendini aşma puanları arasında ise doğrusal ilişki bulundu. Aile-sosyal ilişkiler puanları ile zarardan kaçınma puanları arasında ile pozitif ilişki; ödül bağımlılığı, kendini yönetme ve işbirliği yapma puanları arasında ise ters ilişki vardı. Psikiyatrik durum ile zarardan kaçınma puanları arasında pozitif ilişki; kendini yönetme puanları ile ters ilişki bulundu. Yaşam kalitesi ölçeğinin (SF-36) alt başlıkları ile mizaç ve karakter envanterinin alt başlıkları karşılaştırıldığında, fiziksel fonksiyon ile sebat etme arasında pozitif ilişki saptandı. Genel sağlık ile zarardan kaçınma puanları arasında ters; kendini yönetme puanları arasında pozitif ilişki bulundu. Enerji puanları ile yenilik arayışı arasında negatif ilişki; yine enerji puanları ile sebat etme ve işbirliği yapma puanları arasında pozitif ilişki vardı. Sosyal fonksiyon puanları ile yenilik arayışı puanları arasında ters; sebat etme ve işbirliği yapma puanları arasında pozitif ilişki bulunurken mental sağlık ile yenilik arayışı 63 puanları arasında negatif, sebat etme ve işbirliği yapma puanları arasında pozitif ilişki vardı. ASI ve yaşam kalitesi ile yapılan korelasyon analizinde, özellikle aile ilişkilerinde, sosyal ilişkilerde ve iş-destek alanında sorun yaşayan kişilerde daha düşük ödül bağımlılığı, düşük kendini yönetme özellikleri ve zayıf işbirliği yapma güdüsü görülmüştür. Söz konusu bulgular, bu bireylerin toplumun bir parçası olmak, empati ve hoşgörü konusundaki yetersizliklerini ortaya koymaktadır. Bu nedenle hem iş yaşantılarında hem de sosyal ilişkilerinde başarısızdırlar. Sonuçlar, olgunlaşmamış karakter ve ilişki zorlukları düşüncesini desteklemektedir. Yaşam kalitesi alt başlıklarından sosyal fonksiyon ile sebat etme ve işbirliği yapma alanındaki pozitif ilişkide bağımlılık şiddeti ölçeğindeki aile ve sosyal durum verileri ile uyumludur. Sağlık sorunları yaşayanlarda görülen yüksek zarardan kaçınma aslında tahmin edilebilir bir sonuç değildir. Ancak yaşam kalitesinde de genel sağlık ile zarardan kaçınma arasında ters ilişki bağımlılık şiddeti ölçeğindeki bulgularla uyumludur. Sağlık sorunları yaşayanlarda daha fazla zarardan kaçınma gözlenmektedir. Bu yaşanan kronikleşmiş sorunların bir sonucu olabilir. Sağlık alanında olduğu gibi psikolojik şiddet ile zarardan kaçınma arasında pozitif ilişki mevcuttu. Ayrıca psikolojik şiddet puanları arttıkça kendini yönetme azalıyordu. Enerji ile yenilik arayışı arasında negatif ilişki, sebat etme ve işbirliği yapma puanları arasında pozitif ilişki bulundu. Bu bulgular, özellikle borderline kişilik bozukluğu olanların yaşam kalitesinde anlamlı düzeyde enerji azlığı olduğu bulgusu ile de uyumluluk göstermektedir. Çünkü borderline kişilik bozukluğu artmış yenilik arayışının görüldüğü ve ödüllendirilmiş davranışı korumanın en az eşlik ettiği kişilik bozukluğudur. Kişilik özellikleri ile anksiyete ve depresyon bulguları arasındaki ilişkide en çok dikkat çeken zarardan kaçınma ile anksiyete arasındaki ilişkiydi. Cloninger (1991), zarardan kaçınması yüksek kişilerin, yaşayabilecekleri sorunlar karşısında karamsar endişelilik hali, belirsizlik korkusu, yabancılardan çekinme ve çabuk yorulma gibi pasif kaçınma davranışları gösterdiğini belirtmiştir. Bu da anksiyetenin ve depresyonun yüksek olmasını açıklamaktadır. Bağımlılık Şiddeti Ölçeğinin (ASI) alt başlıklarının sabit değişken olarak alındığı regresyon analizi çalışmamızda, bir çok konuda anksiyetenin ve küçük yaşın belirleyici olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin medikal durum için işbirliği yapma ve anksiyete 64 belirleyici olmuştur. İş-destek durumu için ödül bağımlılığı, kendini aşma ve anksiyete belirleyicidir. Yasal durum için kendini yönetme, kendini aşma ve küçük yaş belirleyicidir. Aile ve sosyal ilişkiler değerlendirildiğinde zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı, kendini yönetme ve küçük yaş belirleyicidir. Madde bağımlılarının alkol kullanım durumu ile yalnızca anksiyete ilişkili bulunmuştur. Çoğunlukla, yoğun iç sıkıntıları ve dış dünyaya ayak uyduramama sorunları ile başa çıkabilmek için selfmedikasyon olarak alkol kullanmaktadırlar. Madde kullanım için küçük yaş; psikiyatrik durum için ise anksiyete ve küçük yaş belirleyici olmuşlardır. Yaşam kalitesi bakımından da sonuç, bağımlılık şiddeti kıyaslamasından farklı değildir. Yaşam kalitesi açısından özellikle yaş ve anksiyete belirleyici olmuştur. Regresyon modelleri değerlendirildiğinde fiziksel fonksiyon için yaş belirleyici olmuştur. Genel sağlık açısından zarardan kaçınma, anksiyete ve yaş belirleyicidir. Yine enerji, sosyal fonksiyonlar için ve mental sağlık açısından yenilik arayışı belirleyicidir. Bu bulgu bağımlılarda en çok gösterilen ve araştırmalarla desteklenen yüksek yenilik arayışı kişilik özelliğiyle de uyumludur. Ayrıca enerji için sebat etme, sosyal fonksiyon ve mental sağlık açısından işbirliği yapmanın önemi ortya çıkmıştır. Literatürde bağımlılık süresi ile yaşam kalitesi ve bağımlılık şiddeti arasında anlamlı ilişkiler mevcuttur. Çalışmamızda, bağımlılarda özellikle eşlik eden kişilik bozukluğu var ise yaşın daha küçük olduğu ve maddeyi daha erken yaşlarda düzenli kullanmaya başladıkları görülmektedir. Süre olarak daha uzun görünmese de bu bireyler daha erken yaşlarda bağımlı hale geliyor ve tedaviye daha erken başvurma ihtiyacı hissetmekteydiler. Franques ve arkadaşları (2000), yüksek yenilik arayışı, yüksek ödül bağımlılığı ve düşük sebat etme gibi kişilik özelliklerinin, kişinin erken yaşta madde kulanmaya başlama ve erken yaşta bağımlı olma riskini arttırdığını belirtmişlerdir. Richter ve arkadaşları (2003), madde bağımlılarında düzenli kullanım süresi ile Bağımlılık Şiddeti Ölçeği’nin alt başlıkları arasında pozitif ilişki saptamışlardır. Özellikle bağımlılık süresi ile yaşam kalitesi arasında (SF-36) anlamlı ters ilişki bulunmuş, yaşam kalitesinde sosyal fonksiyonların olumsuz etkilendiği saptanmıştır. Yaşam kalitesinin algılanması ile karakter arasındaki ilişki, bu algının mizaç ile ilişkisinden daha güçlüdür (Svrakic ve ark. 2003). Bu tedavi için kullanılabilecek bir veridir. Çünkü karakterin daha çok çevresel faktörlerden etkilendiği ve değişebilirliğinin olduğu düşünülmektedir. Tedavi ile algılanan yaşam kalitesi ve karakter özelliklerinde olumlu değişiklikler gözlemlenebilir. 65 Yaşam kalitesi ve kişilik özellikleri üzerine yapılan tek çalışma, özellikle sosyal fonksiyonlar ve mental sağlık alanlarıyla, kendini yönetme ve işbirliği yapma özellikleri arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Ayrıca kendini yönetme ile yaşam kalitesinin bütün başlıkları arasında ilişki mevcuttur (Fassino ve ark. 2004). SONUÇ ve ÖNERİLER Araştırmamız, yatarak tedavi gören madde bağımlılarında kişilik bozukluklarının oldukça sık görüldüğü ve bu durumun, hem bağımlılığın şiddetini hem de yaşam kalitesini etkilediğini göstermektedir. Bağımlıların %76’sında en az bir kişilik bozukluğu saptandı. Antisosyal kişilik bozukluğu %35 ile en sık rastlanan kişilik bozukluğudur. Borderline kişilik bozukluğu (%18), histriyonik kişilik bozukluğu (%12) ve narsisistik kişilik bozukluğu (%2) en fazla görülen diğer kişilik bozuklukları idi. Kişilik bozukluğu gösteren vakaların %49‘unda kişilik bozukluğuna bir kişilik özelliği eşlik ediyordu. En sık eşlik eden kişilik özelliği, paranoid kişilik özelliğiydi. Kişilik bozuklukları olan vakaların, kişilik bozukluğu olmayanlardan farklı özellikleri vardı. Yaşları daha küçüktü, aileleri ile birlikte yaşıyorlar ve daha az oranda çalışıyorlardı. Kişilik bozukluğu olanların intihar girişimi daha fazlaydı ve ailelerinde alkol-madde kullanımı anlamlı derecede daha yüksekti. Kişilik bozukluğunun bağımlılık şiddetine ve yaşam kalitesine etkisi de çalışmamızda ele alındı. Kişilik bozukluğu olanlar ile olmayanlar bağımlılık şiddeti açısından karşılaştırıldıklarında, kişilik bozukluğu olan vakaların birçok alanda şiddet puanlarının daha yüksek olduğu belirlendi. Bağımlılar iş-destek sorunları, aile ve sosyal ilişkiler açısından daha çok problem yaşamakta ve madde kullanımına ek olarak alkol de kullanmakta idi. Kişilik bozukluğu olanların daha çok yasal sorun yaşadığı ve daha fazla psikiyatrik problemlerinin olduğu görüldü. Kişilik bozukluğu olanların sosyal fonksiyonları yerine getirmekte zorlandığı, duygusal rollerde zorlandığı ve mental sağlık açısından kendilerini daha yetersiz hissetikleri saptandı. Borderline kişilik bozukluğu olanlar, yaşam kalitesinde sosyal fonksiyonlar yönünden antisosyal kişilik bozukluğu olanlara göre daha çok sorun yaşıyordu. Mizaç ve karakterin, bağımlılığa ve yaşam kalitesine etkisi incelendiğinde bağımlılığa yol açtığı ileri sürülen yenilik arayışı ve ödül bağımlılığının kişilik özelliği olarak sık görülmesi ve bu bireylerin, kendilerini yönetme ve işbirliği yapma 66 konusundaki yetersizlikleri sorunların önemli kaynağı olarak saptandı. Ayrıca hem bağımlılık şiddeti için hem de yaşam kalitesi için yaşın ve Hamilton Anksiyete ölçeğinin toplam puanlarının belirleyici olduğu bulundu. Çalışmamızın bazı kısıtlılıkları mevcut idi. Çalışmaya sadece yatarak tedavi gören madde bağımlıları alındı. Ayakta tedavi gören, hiç tedavi görmeyen ya da tedaviyi yarıda bırakan hastalar araştırma dışında bırakıldı. Araştırmamızda kadınların oranı oldukça düşük idi. 100 vakadan yalnızca 11 tanesi kadındı. Gelişmekte olan ülkelerde madde kullanımı erkeklerde, kadınlardan daha yaygındır. Bu sebep olarak gösterilebilir ancak bu oran Avrupa ve Amerika’da çalışmalara göre oldukça yetersizdir. Ayrıca; madde kullanımının, bazı kişilik özelliklerinin varlığını ayırt edici şekilde etkileyebileceğine dair bazı bulgular mevcut idi. Dolayısıyla; elde ettiğimiz sonuçların bağımlılığın başlama zamanından ileriye dönük bir takip çalışması şeklinde araştırılması gerekmektedir. Çalışmanın bir diğer kısıtlılığı da birçok istatistiksel veri elde edilse de, bu verilerle yorum yapabilmek ve bir sonucu ulaşabilmek için başka ayrıntılı araştırmalara ihtiyaç duyulmasıdır. Elde edilen verilere bakılarak bir sebep sonuç ilişkisi kurmak mümkün değildir. Ayrıca bağımlılarda özel olarak çalışılmış veya kullanılmış bir yaşam kalitesi ölçeği mevcut değildi. Her ne kadar SF-36 bazı çalışmalarda kullanılmışsa da, bu konuda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Madde bağımlılarında eş zamanlı kişilik bozukluklarının sıklığı ve çeşitliliğini göz önüne alarak yaptığımız çalışmada, farklı kişilik bozuklukları arasında prognostik belirlilik olup olmadığı da incelendi. Eğer belirli tip eş zamanlı kişilik bozukluğuna bağlı olarak belirli problemler öngörülüyor ise tedavi stratejileri bu bilgi sayesinde çoğalacak ve gelişecektir. Bağımlılık tedavisi ile uğraşan klinisyenlerin, yüksek orandaki ek psikiyatrik tanıları mutlaka göz önünde bulundurmaları ve tedavi programlarını bu doğrultuda düzenlemeleri gerekli gözükmektedir. Madde bağımlılarının tedavilerinde, eş zamanlı kişilik bozukluğu tanıları ve bağımlılık şiddetinin ölçümü ile yaşam kalitesinin tespiti, tedavinin kısmen öngörülebilecek özel gereksinimlere göre biçimlendirilmesi ile sonraki aşamalarda değerlendirilmesi mümkün olabilecektir. 67 ÖZET Madde bağımlılığı ve eşlik eden komorbid psikiyatrik tanıları üzerine son yıllarda çok çalışılmıştır. Kişilik bozuklukları, madde bağımlılığına en sık eşlik eden komorbid tanıdır. Bu çalışmada, yatarak tedavi gören 100 madde bağımlısında kişilik bozuklukları, mizaç ve karakterin bağımlılık şiddetine ve yaşam kalitesine olan etkisi araştırıldı. Kişilik bozuklukları olanlar ve olmayanların sosyodemografik özellikler, bağımlılık şiddeti ve yaşam kalitesi açısından karşılaştırıldığında anlamlı farklar bulundu. Çalışmaya katılanların %89’ unda kişilik bozukluğu tespit edildi. Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB) %35, borderline kişilik bozukluğu %18 ve histriyonik kişilik bozukluğu %12 sıklık sırasıyla rastlanan kişilik bozukluklarıydı. Sosyodemografik özelliklerine göre kişilik bozukluğu olanlar ve olmayanlar karşılaştırıldıklarında kişilik bozukluğu olanların daha genç oldukları (28.88±6.79 diğer 35.25±11.03), daha az çalıştıkları (%51.3 - %33.3) tespit edildi. Kişilik bozukluğu olan grupta, intihar girişimi (%39.5 - 16.7) ve ailede alkol veya madde kullanımı (%39.2 %16.7) açısından da anlamlı fark saptandı. Ayrıca ASKB olanlar yaş olarak grubun genelinden daha genç ve çoğunlukla aileleri ile yaşıyorlardı. Kişilik bozukluğu olanlar ile olmayanlar bağımlılık şiddeti açısından karşılaştırıldıklarında, kişilik bozukluğu olanların birçok alanda şiddet puanları daha yüksekti. İş-destek sorunlarını (0.67, diğer grup 0.41), yasal sorunlar (0.17, diğer grup 0.08), aile ve sosyal ilişkiler alanında (0.51 diğer grup 0.35) kişilik bozukluğu olanlar daha çok sorun yaşıyordu. Kişilik bozukluğu olanlarda alkol kullanımı da (0.20 diğer grup 0.01) daha şiddetliydi. Ayrıca (ASKB) olanlar, kişilik bozukluğu olmayanlar ve diğer kişilik bozukluğu olanlarla karşılaştırıldığında; ASKB olanlar (0.30) diğer iki gruba göre (0.05 ve 0.08) daha çok yasal sorun yaşıyorlardı ve madde kullanımları daha şiddeti puanları daha yüksekti. 68 Kişilik bozukluğu olanlar ve olmayanlar yaşam kalitesi yönünden karşılaştırıldıklarında; kişilik bozukluğu olanların sosyal fonksiyonlarda (56.58 diğer grup 71.88) düşük puanlar aldığı, emosyonel rol güçlüğü çektiği (51.32 diğer grup 86.11), mental sağlık açısından (56.00 diğer gruba göre 46.74) kendilerini daha kötü değerlendirdikleri saptandı. Araştırmanın bir diğer konusu olan mizaç ve karakterin, bağımlılık şiddetine ve yaşam kalitesine etkisinde özellikle bağımlılığa yol açtığı ileri sürülen yenilik arayışı ve ödül bağımlılığının bu kişilerin kişilik özelliği olarak sık görülmesinin ve yönetme ve işbirliği yapma kendilerini konusundaki yetersizlikleri sorunlara neden oluyor gibi görünmektedir. Bağımlılık şiddeti için ve yaşam kalitesi için yaşın ve Hamilton Anksiyete ölçeğinin toplam puanlarının belirleyici olduğu bulunmuştur. Madde bağımlılarının tedavilerinde, eş zamanlı kişilik bozukluğu tanıları ve bazı mizaç ve karakter özellikleri, bağımlılık da zaten varolan sorunların şiddetini arttırmakta, aynı zamanda yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Tedavi programlarında yaşam kalitesinin ve bağımlılık şiddetinin ölçülmesinin, bağımlılık tedavisinin öngörülebilecek olan spesifik ihtiyaçlara göre biçimlendirilmesi ve sonraki her aşamada tedavinin değerlendirilmesine olanak tanıyacaktır. Bağımlılık tedavisinde, yüksek orandaki ek psikiyatrik tanılar mutlaka göz önünde bulundurulmalı ve tedavi programlarının bu doğrultuda düzenlemesi gerekmektedir.Tedavinin hedeflerini belirlemek ve tedavi başarısını değerlendirmek için uzun süreli takip çalışmalarına da ihtiyaç vardır. 69 ABSTRACT Plenty of studies have been carried out recently over substance abuse and comorbid psychiatric diagnosis. The most common comorbid diagnoses to substance abuse are personality disorders. In the present study, personality disorders, the effect of temperament and personality to addiction severity and to life quality is investigated on 100 inpatient substance abusers. Significant differences were found between socio demographic characteristics, addiction severity and life quality in subjects with and without personality disorders. Personality disorders were determined in %89 of the participants. Antisocial personality disorder (ASPD) %35, borderline personality disorder 18% and histrionic personality disorder %12 were the personality disorders and frequencies determined. According to socio demographic characteristics, patients with personality disorders were younger (28.88±6.79 versus 35.25±11.03) and less employed (%51.3 - %33.3) than those without. Significant differences were found in personality disorder group in suicide attempt (%39.5 - 16.7) and, alcohol and substance abuse (%39.2 - %16.7) history in family. Moreover, ASPD patients were younger compared to the group in general and mostly living with their families. Severity scores in subjects with personality disorders were higher than those without, in many areas. Persons with personality disorders had more problems regarding employment (0.67 versus 0.41), legal (0.17 versus 0.08), family and social relationships (0.51 versus 0.35). Moreover, alcohol abuse was more severe in the personality disorder group (0.20 versus 0.01), as well. In addition, when compared to the non-PD group and with other PDs group, persons with ASPD (0.30) had more legal problems and their substance abuse severity scores were higher (0.05 and 0.08). When compared regarding life quality, participants with personality disorders scored lower on social functions (56.58 versus 71.88), suffered more emotional role 70 difficulties (51.32 versus 86.11) and self-evaluated their mental health status as worse (56.00 versus 46.74) than those without. Regarding the effects of temperament and character to addiction severity and life quality, which is another subject of the study, particularly because personality traits such as novelty seeking and reward dependence which are suggested as causing addictiveness are seen frequently in those persons and because of the inadequacy of those in self-administration and cooperation, seems causing problems. Age and the overall sum of Hamilton Anxiety Scale have been found determinative for addiction severity and life quality evaluations. In the treatments of substance addicts, comorbid personality disorders diagnosed, as well as some temperament and character traits, increase the severity of already existing problems regarding addiction and at the same time affect life quality negatively. Tailoring the life quality and addiction severity measurements due to the anticipated specific needs of addiction treatment, will enable the treatment to be evaluated in all stages thereafter. In addiction treatment, high rates of additional diagnoses must be taken into consideration and the programmes should be arranged in that direction. Longitudinal follow-up studies are needed to define the objectives and evaluate the success of the treatments. 71 KAYNAKLAR 1. Akdemir A, Örsel SD, Dağ İ ve ark. (1996) Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ)’nin geçerliği güvenirliği ve klinikte kullanımı. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi, 4: 251-259. 2. Alterman AI, McDermott PA, Cook TG. ve ark. (1998): New scales two assess change in the addiction severity index for the opioid, cocaine and alcohol dependent. Psych. Addict. Behav.12, 233-246. 3. Amerikan Psikiyatri Birliği Mental Bozukluklarının Tanısal ve Sayımsal El kitabı. 4. Aydemir Ö. Konsültasyon Liyezon psikiyatrisinde yaşam kalitesi ölçümü Kısa Form 36 (SF-36) Psikiyatri, Psikoloji, Psikofarmakoloji Dergisi 1999;7(Ek-2) 14-22. 5. Ball SA, Tennen H, Poling JC ve ark. (1997): Personality, temperament and character dimension and the DSM-IV personality disorders in substance abusers. J. Abnorm. Psych. 106;545-555. 6. Ballenger JC.(1997):Discussion and overview: what can we learn if we view panic disorder across the life span and across different presentations and contexts? Bull Menninger Clin. A19;61(2 Suppl A):A95102. 7. Behrman MA,Noble EP,(1993):Creativity in alcoholic and nonalcoholic families. Alcohol.;10(4):317-22 8.Brooner RK, Kintg Van L, Kidorf M, Schmidt CW, Bigelow GE. (1997): Psychiatric and substance use comorbidity among treatment seeking opioid abusers; Arch Gen Psych; Vol:54 9. Brown PJ, Recupero PR, Stout R. (1995) PTSD substance abuse comorbidity, treatment and utilizion; Addict Behav; 20: 251-254 10. Calsyn DA, Saxon AJ, Bush KR,ve ark.. (2004):The Addiction Severity Index medical and psychiatric composite scores measure similar domains as the SF-36 in substance-dependent veterans: concurrent and discriminant validity.Drug Alcohol Depend 11;76(2):165-71. 11. Cloninger CR, Svrakic DM (2000): Personality Disorders; in Kaplan and Sadock's Comprehensive Textbook Psychiatry, VII th Edition. 12. Cloninger CR. (1993): A psychobiological model temperament and character. Arch. Gen. Psych. 50;975-990. 13. Conway KP,Kane RJ,Ball SA,Poling JC, Rounsaville BJ.(2003): Personality,substance of choice, and polysubstance involvement among substance dependent patients.Drug Alcohol Depend; Jul 20;71(1):6575. 14. Cooper PJ.(1995):A comparison of two psychological treatments for bulimia nervosa: implications for models of maintenance. Behav Res Ther.;33(8):875-8. 15. Daeppen JB, Kreig MA, Burnand B. ve arkadaşları (1995):MOS-SF-36 in evoluating health-related quality of life in alcohol-dependent patients. Am. J. Drug Alcohol Abuse 24;685-694. 16. Davitson C. (1999) Identification and treatment of psychiatric comorbidity associated with alcoholism. Schweiz Rundsch Med Prax; 14;88(42): 1720-1725. 17. Demirbaş H, İlhan İ, Doğan Y. B ve ark. ( 2003):Bağımlılık Şiddetini Belirleme Ölçeğinin GeçerlilikGüvenilirlilik çalışması,Ankara Ün.Tıp.F. Psikiyatri Kliniği Doktora Tezi. 72 18. Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorder, Fourt Edition, Washington D.C., American Psychiatric Assosiation, 1994. 19. Dixon L, McNary S, Lehman A.F.(1998): Screening for mental Illness With the Addiction Severity Index. Am. J. Psych. 155(2);239-243. 20. Dulit RA, Fyer MR, Hass GL. ve ark. (1990):Substance use in borderline personality disorder. Am. J. Psych.147;10002-10005. 21. Fassino S, Daga GA, Delsedime N, Rogna L, Boggio S.(2004):Quality of life and personality disorders in heroin abusers.Drug Alcohol Depend: 5;76(1):73-80. 22. Figueroa E, Silk K.(1997):Biological implications of childhood sexual abuse in borderline personality disorder.J Personal Disord.;11(1):71-92. 23. Foster JH, Peters TJ, Marshall EJ.(2000):Quality of life measures and outcome in alcohol-dependent men and women.Alcohol.;22(1):45-52. 24. Franques P,Auriacombe M,Tignol J,( 2000): Personality of substance abusers. Ecephale 26;68-78. 25. Frei A,Rehm J (2002) Co-morbidity;psychiatric disorder of opiate addicts at entry into heroin assisted treatment.Psych. Prax. 29;251-257. 26. Gabbard G. (1996): Treatment Inc.,Washington,DC,London,England. of Psychiatric Disorders. American Psychiatric Press 27. Gardener A., Nordlander T, Pederson T, ( 2002): Personality factors and drug of choice in female addicts with psychiatric comorbidity. Subst. Use Misuse 37;1-18. 28. Garg N, Yates W.R, Jones R. ve ark. (1999): Effect of gender, treatment site and psychiatric comorbidity on qality of life outcome substance dependence. Am. J. Addict. 8;44-54. 29. Giacomuzzi SM, Riemer Y, Kemmler G. ve ark. ( 2001): Subjektive well-being and somatic markers in methadone substitution. Evaluation of 61 heroin addicts. Fortschr. Med. Orig. 119;103-108. 30. Gomez-Peratte De Mateo C, Perez C, Portoles M. Ve ark. (2001): Tridimensional theory of personality: applications to substance abuse disorders. Actas Esp. Psych. 29;143-147. 31. Griffin ML, Weiss RD, Mirin SM, Wilson H, Bouchard-Voelg B. (1987): The use of the diagnostic interview schedule in drug dependent patients. Am J Drug Alcohol Abuse; 13:281-291. 32. Hagnell O, Lanke J, Rorsman B, ve ark.(1986):Predictors of alcoholism in the Lundby Study. II. Personality traits as risk factors for alcoholism.Eur Arch Psychiatry Neurol Sci. 1986;235(4):192-6. 33. Helmus TC, Downey KK, Arfken CL. ve ark. ( 2001): Novelty seeking as a predictor of treatment retention for heroin dependent cocaine users. Drug Alcohol Depend 61; 287- 295. 34. Hesselbrock MN, Meyer RE, Keener JJ, (1985): Pscychopatology in hospitalised alcoholics; Arch. Gen. Psych, Vol: 42. 1050-1055. 35. Hodgins DC, El-Guebalu N. (1992): More data on the addiction severity index. Reliability and validity with the mentally ill substance abusers. J. Nerv. Ment. Dis. 180;197-201. 36. Hosak l, Preiss M, Halir M. ve ark. (2004):Temperament and character inventory (TCI) personality profile in metamphetamine abusers: a controlled study. Eup. Psych. 19;193-195. 73 37. İbiş M. (1997): Yatarak sağaltım gören erkek alkol bağımlılılarının yetiştirilme biçimi ve kişilik bozuklukları, Uzm Tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, İstanbul. 38. İncesu C. (1993): Alkol bağımlılarında tabloya eşlik eden mizaç, anksiyete ve kişilik bozuklukları, Uzm. Tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, İstanbul. 39. Isralowitz, RE, Peleg, A. (1996): Israeli College Student Alcohol Use: The Association of Background Characteristics and Regular Drinking Patterns. Drug and Alcohol Dependence, 42:147-153. 40. Jacobsen LK, Southwick SM, Kosten TR, (2001); Substance use disorder in patients with PTSD, A review of the literature; Am J Psych; 158: 1184-1190. 41. Jaffe H. (2000): Changing epidemiology of HIV. Int J. Clin Pract Suppl. Dec;(115):72-7. 42. Kaplan and Sadock's Comprehensive Textbook Psychiatry, VII th Edition, vol.2 pp 1724-1725. 43. Kessler RC, Sonnega A, Bromet E, Hughes M, Nelson CB, Breslau N. (1995): Epidemioliogical risk factors for trauma and PTSD Arch. Gen. Psych. ; Vol:52:1048-1060. 44. Kokkevi A, Stefanis N, Anastasopoula E. ve ark. (1997): Personality disorders in drug abusers prevalance and their association with axis I disorders as predictors of treatment retantion. Addictive Behav. 23,(6);841-853. 45. Kosten TA, Kosten TR, Rounsaville BJ.(1989): Personality disorders in opiate addicts show prognostic specificity; J Subst Abuse Treat. 1989;6(3):163-8. 46. Kosten TA, Rounsaville BJ, Kleber HD. (1983): personality disorders in opiate addicts. Compr Psych 23;572-581. 47. Köse S, Sayar K, Ak I. Ve ark (2004): Mizaç ve karakter envanteri (Türkçe TCI): Geçerlik, güvenirliği ve faktör yapısı. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni;14:107-131 48. Kruedelbach N, McCormick MA,Schulz RA. ve ark.(1993):Impulsivity, coping styles and triggers for craving in substance abusers with borderline personality disorder. J. Pers. Disord, 7;214-222. 49. Kural S. (2003): Alkol madde bağımlılarında PTSD, çocukluk çağı travma öyküsü ve II. Eksen ek tanılarının yaygınlığı ve aralarındaki ilişki, Uzm. Tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, İstanbul. 50. Laviola G, Adriani W, Terranova ML. ve arkadaşlarının (1999):Psychobiological risk factors for vulnerability to psychostimulants in human adolescents and animal models. Neu. Bio. Rev. 23;993-1010. 51. Levenson RW, Oyama ON, Meek PS.(1987):Greater reinforcement from alcohol for those at risk: parental risk, personality risk, and sex.J Abnorm Psychol. 96(3):242-53. 52. Lewis CE, Bucholz Br. J. Addict. (2):177-194. KK. (1991): Alcoholism, 53. Links PS.(1995).borderline personality comorbidity.Can J Psychiatry.;40(1):9-14. disorder antisocial and behavior substance and abuse: family history. consequences of 54. Mann RE, Stoduto G, Pavic B, ve ark. (1997): Introduction of high-alcohol beer in Ontario: preliminary observations on its use by underage drinkers. Can. J. Public Health. 88(2):114-8. 55. McLellan AT. (1992): The Fifth Edition of the Addiction Severity Index. J. Substance Abuse Treatment, 9;199-213. 74 56. McLellan, AT. (1980):An Improved Diagnostic Evaluation Instrument for Substance Abuse Patients. The Journal of Nervous nad Mental Disease, 168(1):26-33. 57. McLellan, AT. (1988): Supplemental Social Services Improve Outcomes in Public Addiction Treatment. Addiction, 93(10):1489-1499. 58. McLennan AT, Woody GE, Metzger D. ve ark. (1993): Evaluating the effectivennes of addction treatments. Reasonable expectations, appropriate comprarisons. Milbank Q 74; 51-85. 59. Merikangas KA, Stevens D, Fenton B, (1996); Comorbidity of alcoholizm and anxiety disorders. Alcohol health Res World; 20:100-105. 60. Moos RH,Moos BS,Finney JW.(2001): Predictors of deterioration among patient with substance-use disorders. J. Clin. Psychol. 286;2857-2864. 61. Morgan TJ, Morgenstern J, Blanchard KA. ve ark. (2003):Healt-related qality of life for adults participating in outpatient substance abuse treatment. Am. J. Addict. 12,198-210. 62. Morgenstern J, Langenbucher J, Labouvie E, Miller KJ. (1997): The Comorbidity of Alcoholizm and Personality Disorders in a Clinical Population: Prevelance Rates and Relation to Alcohol Typology Variables, J Abnorm Psych; Vol: 106,74-86. 63. Nace EP, Davis CW, Gaspari JP (1991): Axis II Comorbidity in Substance Abusers; Am J Psych; 148;118-120. 64. Norman SM. (1991) Comprehensive Handbook of Drug and Alcohol Addiction.3. Baskı. New York: Marcel Dekker Inc. 65. Nurnberg HG, Rifkin A, Doddi S. (1989):A systematic assesment comorbidity of DSM III-R personality disorders in alcoholic outpatients. Comp. Psych.34;447-454. 66. Ögel K. Tamar D, Aral J, Gülan C, Uçar E. U Zanis, DA, McLellan AT, Corse S.(1994): Is the Addiction Severity Index a Reliable and valid Assesment Instrument Among Clients with Severe and Persistent Mental Illness and Subsutance Abuse Disorders. Community Mental Health Journal, 33 (3) : 213-227yuşturucu maddeler ve bağımlılık eğitim paketi gençlik anketi sonuçları. Özel okullar derneği, AMATEM, İstanbul, 1997. 67. Öner H, Tamam L. (2002): Alkol bağımlılığı olan yatan hastalarda eksen I ve eksen II eştanılarının değerlendirilmesi. Klinik Psikofarmokoloji Bülteni 12: 14-22. 68. Özden SY. (1992) Uyuşturucu Madde Bağımlılığı. Nobel Tıp Kitapevleri 109-116. 69. Özer ÖA (1991) Ortaöğrenim öğrencilerinin psikoaktif madde kullanımına yaklaşımı ve demografik özellikler. Uzmanlık tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, İstanbul, s.18-34. 70. Öztürk O, (1992): Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, Ankara. 71. Paccini ve ark.( 2001): II problema della personalita tossicofilica nella patogenesi del Disturbo da Uso di Sostanze Psicoattive. Revisione della letteratura e recenti acquisizioni. Giorn Ital Psicopat. 7;185-199. 72. Rather BC, Sherman MF.(1989): Relationship between alcohol expectancies and length of abstinence among Alcoholics Anonymous members. Addict Behav. 14(5):531-6. 73. Regier DA, Farmer ME, Rae DS, Locks BZ, Keith SJ, Judd LL, Goodwin FK. (1990): Comorbidity of Mental Disorders with Alcohol and other Drug Abuse-Results from ECA Study, JAMA, Nov. 21; Vol.264, No:19. 75 74. Rehm J. (2001): Feasibility.safety and efficacy of injectable heroin prescription for refractory opioid addicts. Lancet 358; 1417-1423. 75. Richter D, Eikelmann B, Berger K. (2004): Use of the SF-36 evulation of a drug detoxification program. Qual. Life Res. 13;907-914. 76. Ross HE, Glasser FB, Germanson T(1988);The Prevalance of Psychiatric Disorders in Patients with Alcohol and Other Drug Problems; Arch Gen Psych;Vol:45;Nov;1023-1031. 77. Rounsaville BJ, Kranzler HR, Ball S.(1998): personality disorders in substance abusers, relation to substance use. J. Nerv. Ment.Dis. 186.87-95. 78. Rounsaville BJ, Weissman MM, Wilber CH (1982), Patways to opıate addiction: an evaluation of different antecedents. Br J. Psych 1982;141:437-446. 79. Sabo AN. (1997) Etiological significance of associations between chilhoo trauma and personality disorder: Conceptual and clinical implications. Journal of Personality Disorders Vol:11 50-70. 80. Sağlık Bakanlığı (1995) Lise öğrencilerinin sigara, alkol ve uyuşturucu maddeler konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarının belirlenme projesi. 81. Saxon AJ, Wells EA, Fleming C. Ve ark. (1996):Pre-treatment characteristics, program philosophy and level of ancillary services as predictors of methadone maintenance treatment outcome.Addiction 91;11971209. 82. Schaar I, Ojehagen A.(1995):Predictors of improvement in quality of life of severely mentally ill substance abusers during 18 months of co-operation between psychiatric and social services.Soc. Psychiatry Psychiatr Epidemiol.38(2):83-7. 83. Schuckit MA, (1995) : Drug and alcohol abuse : Aclinical guide to diagnosis and treatment, 4.th edition, Plenum Medical Book Company, New York. 84. Shea MT, Widiger TA, Klein MH. (1992): Comorbidity of personality disorders and depression. İmplacations for treatment. Journal of Conculting and Clinical Psychology, 60, 857-868. 85. Sher KJ, Bartholow BD, Wood MD. (1999): Personality and substance use disorders: a prospective study. J. Consult. Clin. Psychol. 68;818-829. 86. Skodal AE, Oldman JM, Galleher PE. (1999): Axis II comorbidity of substance use disorders among patient referred for treatment personality disorders. Am J Psych, 156:733-738. 87. Sorias O. Psikiyatrik Değerlendirme Ölçekleri.Editörler: Güleç C, Köroğlu E. Psikiyatri Temel Kitabı.Ankara Hekimler Yayın Birliği, 1997:81-95. 88. Spitzer S.L, Williams JB, Gibbon M. ve ark. (1987): The structured clinical interview for DSM-III-R (SCID). Arch. Gen. Psych. 49;624-629. 89. Stein MD,Mulvey KP, Plough A. Ve ark. (1998):The functioning and well being of persons who seek treatment for drug and alcohol use. J. Subst. Abuse 10;75-84. 90. Svrakic DM, Cloninger R, Stanic S. ve ark. (2003): Classification of personality disorders: implications for treatment and research. In: Soares J.C., Gershon S. (Eds.), Handbook of Medical Psychiatry. Marcel Dekker, New York, pp. 117-148. 91. Thomasson K, Vaglum P. (1998): The role of psychiatric comorbidity in the rediction of readmission for detoxification. Compr Psychiatriy ;39(3):129-136. 76 92. Trull TJ, Sher KJ,Minks-Brown C, Durbin J. (2000): Borderline Personality Disorder and Substance Use Disorders: A review and İntegration,Clinical Psychology Review 20, 235-253. 93. Trull TJ, Sher KJ. (1994): Relationship between the five factors model of personality and axis I disorders in a none clinical sample; J Abnorm Psych; 103, 350-360. 94. Verheul R, Kranzler HR, Poling J, Tennen H, Ball S, Rounsaville (2000): Co-occurrence of Axis I and Axis II disorders in substanse abusers, Acta Psych Scan: 19:110-118. 95. Volk RJ, Cantor SB, Steinbauer JR, Cass AR.(1997):Alcohol use disorders, consumption patterns, and health-related quality of life of primary care patients. Alcohol Clin Exp Res.;21(5):899-905. 96. Wells EA, Calsyn DA, Saxon AJ, Greenberg DM,(1993):Using drugs to facilitate sexual behavior is associated with sexual variety among injection drug users. J Nerv Ment Dis,181(10):626-31. 97. World Health Organization,(1994):Measuring Quality of Life. WHO/MNH/PSF 1994/2. 98. Wills TA, Cleary S, Filer M. ve ark. (2001): Temperament related to early-onset substance use: test of a developmental model. Prev. Sci. 2; 145-163. 99. Yazıcı MK, Demir B, Tanrıverdi N ve ark. (1998) Hamilton Anksiyete Değerlendirme ölçeği, değerlendiriciler arası güvenirlik ve geçerlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi, 9: 114-117. 100. Yüksel N, Dereboy Ç, (1994) Üniversite öğrencileri arasında madde kullanımı. Türk Psikiyatri Dergisi 5: (4). 101. Zanarini MC, Frankenburg FR. (1997): Pathways to the development of borderline personality disorder; Journal of Personality Disorders; 11:93-94. 102. Zanis, DA, McLellan AT, Corse S.(1994): Is the Addiction Severity Index a Reliable and valid Assesment Instrument Among Clients with Severe and Persistent Mental Illness and Subsutance Abuse Disorders. Community Mental Health Journal, 33 (3) : 213-227. 77