KİŞİLİK NEDİR? Geçmişten günümüze insanları anlamak ve insanın karmaşık kişilik yapısını çözmek adına, pek çok fikir üretilen ve kuram oluşturulan ‘kişilik’ kavramının değişik yönleriyle birçok tanımı yapılmıştır. Kişilik, bireyin dinamik bünyesindeki davranış ve düşünce özelliklerini belirleyen psikofiziksel sistemler olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle kişilik, zaman içinde sabit olan ve duygusal, davranışsal ve bilişsel biçimleri belirlemede bir araya gelmiş, psikolojik nitelikteki özellikleri işaret ederek, bireylerin kim olduğunu gösteren yapılar olarak açıklanmaktadır (Basım, Çetin, & Tabak, 2009, s. 21). Kişilik kavramı farklı bakış açıları tarafından ele alınmasından dolayı, tüm psikologların aynı fikirde olduğu bir kişilik tanımı bulmak zordur. Kavramı günlük yaşantımızda bazı insanlar sosyallikle ilişkilendirerek; kişiliği gelişmemiş, kişiliği zayıf, kişiliksiz ya da kişilik sahibi gibi deyimlerle birlikte çok sık kullanılmakta, insanları bu şekilde tanımlamaktadırlar. Bazıları ise kişiliği tanımlarken veya bir kişinin kişilik özelliklerinden bahsederken bireyleri utangaç, sessiz, neşeli, kibar gibi belli birtakım baskın özellikleri ile ele almaktadırlar. Kişilik özellikleri birbirine zıt sıfatlar halinde ifade edilebilir: iyi-kötü, faaldurgun, atılgan-çekingen, güvenli-şüpheci, gergin-rahat, hırslı-kalender gibi (Cüceloğlu, 2012, s. 404). En yakın arkadaşımızı “Eğlenceyi seven, ama sessiz bir tip.” Ya da “Atletik yapılı, ama zarif bir kişi” olarak tanımlayabiliriz. Ama bu kısa tanımlar, insanların kişilikleri hakkında pek bilgi vermez. Çünkü kişilik, çok baskın olan bir iki özellik veya yetenekten öte, bunların hepsini birden içermektedir (Morrıs, 2002, s. 421).Toplumumuzda genel anlamıyla kişilik, bireyin sosyal çevresi içinde karşılaştığı ve edindiği izlenimlerle oluşturduğu, davranış özelliği olarak tanımlanmaktadır. Fakat psikologlar kişilik kavramını daha farklı açılardan ele alıp farklı kuramlar geliştirmişlerdir. Çünkü onlar söz konusu sıfatların kişiliği tanımlamada küçük bir rol oynadığını savunmaktadır (Özsoy & Yıldız, 2013, s. 1-2). Bu nedenle psikologlar, kişiliği ele alırken kişiliği bireyin zihinsel, psikolojik, sosyal, duygusal, fiziksel gelişim süreçleriyle açıklamışlardır ve kuramlarını bu süreçlerin bireyin kişiliğinin gelişmesine, etkisini ele alarak oluşturmuşlardır. Akademisyenler ise farklı kuramsal temeller aracılığıyla kişiliği ele almaktadır. Bu kapsamda kişilik; ”bireyi diğerlerinden ayıran nispeten kalıcı özellikler ve eğilimlerdir veya ”bireyler tarafından sergilenen özgün ve nispeten sabit davranış, düşünce ve duygu kalıbıdır‘’ şeklinde tanımlanabilir (Özsoy & Yıldız, 2013, s. 2). Kişiliği açıklama konusunda literatürde birçok yaklaşım öne sürülmekle birlikte, kişisel farklılıklara odaklanan ve gözlemlenebilen davranış biçimlerinden hareketle ortaya konan “özellik yaklaşımı”nın ön plana çıktığı görülmektedir. Bu yaklaşım, kişilerin kendilerini ve diğerlerini tanımlamada kullandıkları sözcüklerin analizinden hareketle ortaya konmakta ve kişilerin durumlar karşısında sergiledikleri davranışların tutarlılık göstermesi ve bu davranışların kalıtımsal özellik taşıyarak zaman karşısında sürekliliğini koruması gibi nitelikler taşımasıyla ön plana çıkmaktadır. Ayrıca psikometrik açıdan ölçülmesi ve değerlendirilmesinin kolaylığı yanında kültürlerarası yapılan çalışmalar bu yapının genelleştirilebilirliğini destekler niteliktedir (Basım, Çetin, & Tabak, 2009). Yani kişilik, literatürdeki en genel tanımıyla, kalıtımla iç faktörlerin bir sonucu olarak bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici, yapılaşmış ve tutarlı bir ilişki biçimidir (Cüceloğlu, 2012, s. 404). Bu tanımdaki sözcükler kişiliği her yönüyle açıkça ifade etmektedir. Kişilik insanları birbirinden farklı kılmaktadır. Kişilik, bir insanı başkalarından ayıran duyuş, düşünüş ve davranışların bütünüdür (Erdem İ. , 2012, s. 153). Örneğin; bir arkadaşımızın başkalarında pek görülmeyen özelliklerinden söz ederiz. Aslı ister erkek, ister kadın olsun ilk tanıştığı herkesin elini öper gibi. Bu Aslı’nın kişiliğinin bir parçasıdır ve onu diğer insanlardan farklı kılar. Tanımlama da kullanılan diğer bir kavram ise ‘tutarlılık’ kavramıdır. Tutarlılık kavramıyla “ zaman boyutu içinde o kişinin benzer durumlarda davranışının pek değişmediğini” anlarız (Cüceloğlu, 2012, s. 405). Örneğin; yardımsever bir çocuk için, bir gün sinirlendiği için yardım etmekten vazgeçtiğinde, yardımsever değil diyemeyiz. Bireyin tipik ve belli durumlarda sık sık göstermiş olduğu tutum ve davranışlarını, kişiliğin bir parçası olarak düşünmeliyiz. Bireyi kişiliğini, sadece belli durumlarda gösterdiği davranış ve tutumlara bakarak anlayamayız. Bir davranışın, bireyin kişiliğinin bir parçası olarak nitelendirilmesi için öncelikle davranışın benzer durumlarda tekrar etme sıklığına bakılır. Yapılaşmış kavramıyla kişiliğin çok sayıda birimlerden oluşan bir sistem olduğunu, sistemin her biriminin birbiriyle bağlantılı olarak bir örüntü geliştirdiğini anlarız. Bir insan “iyi kalpli, yardım sever, sakin, uysal, ailesine bağlı, vazifesine düşkün” olarak tanımlandığında herhangi bir çelişki görmeyiz. Kişilik özellikleri birbirleriyle uyum içinde, tutarlı bir örüntü geliştirmiştir. Öte yandan bir kişiyi size şöyle tanıtsak bir tutarsızlık olduğunu düşünürsünüz: “iyi kalpli, huysuz, uysal, geçimsiz, son derece saygılı, saldırgan bir kimse!” Bu son tanımda kişiliği oluşturan özelliklerin bir yapısını, birbirleriyle ilişki kuruş biçimini, örüntüsünü görme olanağı yoktur. Varsa bile çok zordur ve bildiğimiz bir kişilik yapısı değildir. Kişilik tanımında kullanılan diğer bir özellik ise ilişki kuruş biçimidir. Başka bir deyişle, birey kendi içindeki duygu ve düşünceleri olduğu kadar, kendi dışında yer alan insan olay ve nesneleri de algılar. Bireyin kişiliği, iç ve dış çevreyle kurduğu ilişkinin biçimini belirler. “İlişki biçimi” şeklinde tanımlanan kişilik soyut bir kuram olmaktan çıkıp, bireyin her günkü davranışında gözlenebilen somut bir kavram olur (Cüceloğlu, 2012, s. 405-406). Kişilik ve İletişim İlişkisi Literatürdeki en genel tanımıyla iletişim, bir kaynaktan (kişi, kişiler veya organizasyon), bir araç yoluyla (yazılı, sözlü, görsel veya beden dili ile), haber, bilgi, durum, düşünce, duygu veya kültürün bir başka insan veya insan topluluklarına aktarılmasıdır. Yani özetlemek gerekirse iletişim; iki birim arasında birbiriyle ilişkili mesaj alışverişidir. İletişim, insanların duygularını, düşüncelerini, neler hissettiklerini paylaşma ihtiyacından doğar. Birçok insan, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak ister; entelektüel, fiziksel ve duygusal düzeyde bağlantılar kurabileceği insanlar ararlar (Gabor, 2012, s. 7). İletişim kurmak insanın doğasında vardır. İletişim toplumsal bir varlık olan insan için kaçınılmazdır. Biz farkında olsak da olmasak da çevremizle sürekli iletişim halindeyizdir. İnsanlar bu yolla birbirlerini anlarlar, problemlerine çözüm üretirler. İnsanlar duygu, düşünce ve hayallerini, sorunlarını birbirlerine iletişim yoluyla aktarırlar. Yani insan hayatının merkezinde iletişim vardır. İletişim denildiğinde akla ilk gelen, konuşulan dil aracılığıyla kurulan sözlü iletişimdir. Ancak iletişim sözsüz olarak da kurulabilir. İletişim, genel olarak sözlü iletişim ve sözsüz iletişim olarak ikiye ayrılmaktadır. Sözsüz iletişim, sözlü iletişimi kapsamaz ancak; sözlü iletişimde sözsüz iletişimin beden dili, sürekli olarak kullanılır. O zaman iletişim, insanların davranışlarını etkilemek amacıyla sözlü ya da sözsüz araçlarla zihin yönlendirme etkinliğidir (Temiz, 2012).Sözlü iletişim konuşma yoluyla gerçekleşir. Sözsüz iletişim ise daha çok davranışlar, bakışlar beden dili yoluyla gerçekleşir. “Davranışlar kelimelerden daha yüksek sesle konuşur” deyişi kişilerin hislerini bedenleriyle daha iyi ifade ettiklerini ima etmektedir. Aynı ortamda bulunan iki kişi hiç konuşmasalar bile, birbirlerini bakışlarıyla, vücutlarının duruşuyla, aralarındaki mesafeyle, sözsüz bir iletişim kurarlar. İnsan sosyal bir varlıktır. Dayanışma ve paylaşım içinde yaşamını sürdürebilir. Bu dayanışmayı ancak etkili bir iletişimle sağlayabiliriz. İnsanların birbirlerini anlamada bir köprü vazifesi gören iletişim, sadece kaynaktan alıcıya mesajın iletilmesi olarak düşünülmemelidir; çünkü mesajı gönderenin mutlaka bir amacı vardır. Alıcı, gönderilen mesaj doğrultusunda alıcının bir davranışta bulunmasını bekler. Mesajı gönderenin istediği davranışın alıcı tarafından gösterilmesi halinde etkin bir iletişim gerçekleşir (Temiz, 2012, s. 2).İletişim tek yönlü değil, dairesel bir süreçtir. İletişim sürecinde bireyler olabildiğince sağlıklı ilişkiler kurmaya çalışmalıdır. Sağlıklı bir iletişim hem bireyin hem de toplumun yaşamına zenginlik ve saygınlık getirir (Temiz, 2012, s. 3). Etkili iletişim hayatın yolunda gitmesini sağlar (Gelbal, 2010). Sağlıklı iletişimin doğal olmak, empatik olmak, tutarlı olmak güven verici olmak, uzlaşmacı olmak, kabul etmek ve saygılı olmak, gerçeği doğru bir dille anlatmak, iletişim kurulan kişiye karşı yargılayıcı olmamak gibi bir takım doğruları vardır. Birey iletişim sürecinin sağlıklı olmasını istiyorsa bu gereklilikleri yerine getirmelidir. Bu da bireyin kişiliği ile alakalı bir durumdur. Kişilik bireyin iç ve dış dünyaya karşı göstermiş olduğu tutum ve davranışlardır. Bu sebeple kişilik, iletişimi etkileyen temel sebeplerin başında gelmektedir. İki kişi karşılaştığında, bir araya geldikleri andan itibaren iletişimin sözlü veya sözsüz olarak başlaması kaçınılmazdır. Etkileşim halinde olduğumuz kişiler arası ilişkilerimizde, fark edilme gerçekleştikten sonra, davranış yoluyla iletişim süreci başlamış olur. Örneğin hiç tanımadığımız biriyle aynı ortama girdiğimizde, hiç konuşmasak bile göstermiş olduğumuz davranışlar iletişim olarak tanımlanmaktadır. Çünkü bu davranışlar, farkında olmasak bile karşı tarafa bir mesaj olarak yansır. Davranışlar kişiliğimizin yansımasıdır. Davranış akıl, beden ve duygularımızın bir yansıması olarak ortaya çıkar. Nasıl davrandığımız, olaylar karşısındaki tutumlarımız kişiliğimizin ürünüdür. Eğer iletişim sürecinde davranışlarımız, tutumlarımız olumlu olursa iletişim sağlıklı yapılmış olur. Ancak birey çevresiyle ve iç dünyasıyla problem yaşayan, kişilik bozukluğuna sahip bireylerin sağlıklı bir iletişim gerçekleştirmesi mümkün olmayabilir. Duygularında aşırı iniş çıkışlara sahip, kişilik bozukluğu bulunan bireyler iletişim kurdukları inşalarla problemler yaşarlar. Duygularındaki tutarsızlık, davranışlarında da görülür. Kişilik Bozuklukları ve Kişilik Bozukluğuna Sahip Bireylerde İletişim Giriş bölümünde de anlatıldığı üzere, kişilik genel anlamıyla tipik davranışı, yani insanların çevrelerine karşı nasıl tepkide bulunduklarını, ne tür davranışlar gösterdiklerini yansıtır. Bu yüzden iletişim açısından kişilik değerlendirilirken, kişinin “en iyi” davranışını, insanlarla kurduğu “en sağlıklı” iletişim bizi ilgilendirmemektedir. Burada önemli olan normal koşullarda o kişinin nasıl davrandığı, çevresine ne tür mesajlar gönderdiği, diğer insanlarla nasıl ilişkiler kurduğu, yani kişiliğini davranışlarına nasıl yansıttığıdır. İnsanın dünyayı algılama ve birtakım şeyleri yapma açısından belli özelliklere sahip olmalarına rağmen, davranışlarını farklı durumlara uydurmak için ayarlayabilirler. Örneğin; yeni tanıştığımız birine karşı daha mesafeli oluruz, yakın bir arkadaşımızla görüştüğümüzde daha samimi davranışlar gösterebiliriz. Ancak bazı kişiler, yaşamlarının erken bir noktasından başlayarak, esnek olmayan ve uyumsuz düşünme ve davranma biçimleri geliştirirler. Bu düşünme ve davranma biçimleri kişilerin kendileri için ciddi iç zorlanmalara veya başkaları için sorunlara neden olacak kadar aşırı abartılı ve katıdır. Bu tür kişilik bozuklukları olan insanlar zararsız ilginç kişiliklerden soğukkanlı katillere kadar çeşitlilik gösterirler (Morrıs, 2002, s. 548-549). Herhangi bir kimsenin davranışları toplum düzenini bozucu nitelikte olup çok sayıda kişiye zarar verdiği halde, birey bir suçluluk ve pişmanlık hissi duymazsa, bu bireyin kişilik bozukluğu gösterdiği söylenir. Bu kategoriye sık sık suç işleyip hapse giren, çocuklara tecavüz etme gibi normal dışı cinsel davranışlar gösteren kişiler girer (Cüceloğlu, 2012, s. 469). Bireyin ait olduğu sosyal çevre ve kültürün beklentilerinden sapan, süreklilik ve katılık arz eden, içsel yaşantı ve davranış örüntüsüdür. Kişilik bozukluklar dsm-4’ göre dört kümeden oluşmaktadır. Bunlar; A KÜMESİ: Paranoid, Şizoid ve Şizotipal KB B KÜMESİ: Antisosyal, Narsistik, Histriyonik ve Borderline KB C KÜMESİ: Çekingen, Bağımlı ve Obsesif-Kompulsif KB (Yıldız, 2009, s. 16) (A)Paranoid Kişilik Bozukluğu Başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlayıp sürekli bir güvensizlik ve kuşkuculuk gösterirler. Yeterli bir temele dayanmadan başkalarının kendisini sömürdüğünden, aldattığından veya kendine zarar verdiğinden kuşkulanır. Dostlarının veya iş arkadaşlarının kendine olan bağlılığı veya güvenirliği üzerine yersiz kuşkuları vardır. Söylediklerinin kendisine karşı kötü niyetle kullanılacağından yersiz korkuları olduğundan başkalarına sır vermek istemez. Sıradan sözlerden, olaylardan aşağılandığı veya kendisine gözdağı verildiği şeklinde anlamlar çıkarır. Sürekli kin besler. Karakterine ve itibarına saldırıldığı yargısını taşır ve öfke ile karşı saldırıda bulunur. Haksız yere eşinin sadakatsizliği ile ilgili kuşkulara kapılır (Yıldız, 2009, s. 4). Elazığ’da eşinin kendisini aldattığı gerekçesiyle, 5 aylık eşini uykudayken vurmuştur. Kıskançlığı sebebiyle eşinin ölümüne neden olan adamın, yaşanılanları anlattıktan sonra, pişmanım dediği öğrenildi (www.posta.com.tr, 2014). Paranoid bozukluk, sanrısal bozukluk olarak da bilinmektedir. Bu bozukluğun bulunduğu bireyler sürekli haklarının yendiğini düşünür ve çevresine karşı tutumları da bu şekilde gelişir. Çevresine karşı sürekli kuşku duydukları için sağlıklı iletişim gerçekleştiremezler. Kendi içinde düşündükleri inandıkları vardır ve bu doğrularına göre hareket ederler. Örneğin; adamın biri komşusu olan bir arkadaşından çimen biçme makinesini ödünç olarak istemeye karar vermiş. Bu kararı verirken de arkadaşının kendisine böyle iyilikler yapmasının ne kadar güzel bir şey olduğunu düşünüyormuş. Ne var ki, arkadaşının evine doğru giderken arkadaşından böyle bir şey istemesinin doğru olup olmayacağına ilişkin şüpheler sarmış içini. Belki de arkadaşı çimen biçme makinesini ödünç vermeyi istemeyecek, diye düşünmüş. Arkadaşının evine vardığında artık şüpheleri öfkeye dönüşmüş bir haldeymiş ve arkadaşı kapıyı açıp karşısında belirince ona şöyle demiş: “Kahrolası çimen biçme makinenle ne yap biliyor musun? Başına çal!” (Kalem, 2010, s. 267) Adam içindeki kuşkularından dolayı arkadaşına karşı kırıcı davranmıştır. Buda iletişimlerini olumsuz etkiler ve sağlıksız iletişime yol açar. (A) Şizoid Kişilik Bozukluğu Kişinin içe kapandığı ve başkalarıyla ilgili bir şey hissetmediği kişilik bozukluğudur. Bu grup kişilik bozukluğu garip ve oldukça ilginç davranışlarla belirgindir. Kişilerin sosyal ilişkiler kurma yeteneği ya da isteği eksiktir ve başkaları için sıcaklık ve sevecenlik hissedemezler. Bu tür yalnız kişiler hislerini ifade edemezler ve başkaları tarafından soğuk, mesafeli ve duygusuz olarak algılanırlar. Bunun da ötesinde bu kişiler kuşku uyandıran, dalgın, karasız ya da bir “sis perdesi içinde” görünürler. Şizoid kişilik bozukluğuna sahip bireyler öylesine içine kapanmışlardır ki, nadiren evlenirler ve başkalarıyla ilişki içinde olmayı gerektiren işlerde çalıştıklarında sorunları olabilir. Örneğin; otuz altı yaşında bir elektrik mühendisi, aile faaliyetlerine katılmada isteksiz, çocuklarıyla ilgilenmediği ve cinselliğe karşı ilgisiz olduğu için eşi tarafından zorla bir evlilik terapistine getirilmiştir. Hastanın tarihçesi, uzun süredir sadece şurada burada tesadüfi ve kısa arkadaşlıklarla kendini gösteren sosyal bir aldırmazlık içinde olduğunu ortaya çıkarmıştır. (Morrıs, 2002, s. 549). Sürekli toplumsal ilişkilerden kopma ve duyguların anlatımında kısıtlı olma örüntüsü vardır. Ailenin bir parçası değilmiş gibi davranır; yakın ilişkiye girmez ve yakın ilişkilerden zevk almaz. Çoğunlukla tek bir etkinlikte bulunmayı tercih eder. Cinsel deneyim yaşamaya karşı oldukça ilgisizdir. Çok az etkinlikten zevk alır. Yakın arkadaşı ve sırdaşı yoktur. Övgü ve eleştirilere karşı ilgisiz kalır. Duygusal soğukluk, kopukluk veya tekdüze bir duygulanım gösterir (Yıldız, 2009, s. 19). Toplum içine girmekten çekinen bu kişiler sürekli içe dönük olarak yaşarlar, bu yüzden iletişimde pek aktif değildirler. Bu tanı genellikle sosyal çekingenlik gösteren hastalara konmaktadır. Şizoid bozukluğa sahip bireyler yalnızlığı tercih ederler, başka insanlarla bir arada olmaktan hoşlanmazlar. Kendilerini dış dünyadan sosyal çevreden soyutladıkları için iletişimde pasiftirler. (A) Şizotipal Kişilik Bozukluğu Bilişsel veya algısal çarpıklıkların ve alışılmışın dışında davranışların yanı sıra yakın ilişkilerde rahatsızlık duyma ve yakın ilişkilere girebilme becerisinde yetersizlikle kendini gösteren, toplumsal ve kişilerarası yetersizliklerin olduğu sürekli bir örüntüdür. Referans fikirler, davranışı etkileyen, kültürü ile uyumlu olmayan acayip inanışlar, büyüsel düşünceleri vardır. Olağandışı algısal yaşantılar, bedensel yanılsamalar, acayip düşünüş ve konuşma biçimi, kuşkuculuk ya da paranoid düşünce, uygunsuz ya da kısıtlı duygulanım, acayip, kendine özgü davranış veya görünüm özelliklerine sahiptiler. Yakın arkadaş ve sırdaşların yoktur. Azalmayan aşırı toplumsal anksiyete, paranoid korkular (Yıldız, 2009, s. 22). Şizopital kişilik bozukluğuna sahip bireyler, başkaları ile ilişki kurmakta problem yaşarlar. Sorunlu düşünce yapıları sebebiyle iletişimde sıkıntı yaşarlar. Konuşma sırasında kelimeleri garip şekilde kullanabilirler ve konuşma sırasında alakasız konulara girerler. Sorunlu kişilik yapısını yansıtan bu tuhaf davranışlarına rağmen, normal insanlar gibi bir işte çalışabilirler, ilişki kurdukları yakın arkadaşlarının sayısı azdır. Tarikat tarzı gruplarda bulunan insanlar buna örnek gösterilebilir. Bu kişiler yabancılarla olduklarında kendilerini huzursuz hissederler. (A) Antisosyal Kişilik Bozukluğu 15 yaşından beri süregelen, başkalarının haklarını saymama, başkalarının haklarına saldırma örüntüsü. Tutuklanması için zemin hazırlayan tekrarlayıcı eylemlerde bulunma, yasalara ve toplumsal kurallara ayak uyduramama. Sürekli yalan söyleme, takma isim kullanma, kişisel çıkar ve zevki için başkalarını atlatma. Dürtüsellik ve gelecek için tasarılar yapamama. Yineleyen kavgalar veya saldırılarla belirli sinirlilik ve saldırganlık. Kendi ve başkalarının güvenliği konusunda umursamazlık gösterirler. Bir işi sürekli götürememe, mali yükümlülüklerini yerine getirememe ile belirli sürekli sorumsuzlukları vardır. Başkalarına zarar verme, kötü davranma veya bir şey çalma durumuna karşı ilgisizlik veya bunlara kendine göre mantıklı açıklamalar getirme, vicdan azabı çekmeme. 15 yaşından önce başlayan davranım bozukluğunun kanıtları vardır (Yıldız, 2009, s. 24). Cezaevlerindeki erkek mahkumların 2/3 ile 3/4'ü mevcut tanımlamaya uymaktadır (Erdem, ve diğerleri, 2010, s. 114). İletişim açısında değerlendirecek olursak, antisosyal kişilik bozukluğuna sahip kişiler duygularını belli etmezler, konuşmaktan çok eylemde bulunurlar (Kalem, 2010, s. 187). Yukarda verilen bilgilere bakarak, antisosyal bir kişi kendisini dile getirme konusunda isteksiz veya yoksundurlar. Örneğin; suça eğilimli olan bir antisosyal birey sevgilisini yumruklayarak dövmüş olmasını sadece bir “tartışma” olarak açıklar ve galiba biraz öfkelendim diyerek yaptığı davranışı önemsiz görür. Yaptıkları davranışın sonucunda başkalarının ne büyük zararlara girdiği kendilerine gösterildiği zaman, katiyen suçluluk ve pişmanlık duymazlar, verdikleri cevap “ dünyanın düzeni bu, büyük balık küçük balığı yutar; herkes gücünün yetebildiğini kazıklıyor, ben de gücümün yettiğine vuruyorum!” olur (Cüceloğlu, 2012). Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, sağlıklı bireylerden farklı olarak sözcükleri, başkaları manipüle etmek için kullanırlar. Konuşmanın başka bir rolü de olduğunu anlamalarını sağlayacak içselleştirilmiş bir temele sahip değildirler (Kalem, 2010, s. 191). Antisosyal kişilik bozukluğu bulunan bireyler sosyopat ya da psikopat olarak bilinirler. Bu kişiler çok çabuk sıkılırlar ve sürekli heyecan ararlar, bu da onları tehlikeli davranışlara iter. ABD’nin Florida eyaletinde 10-14 yaşları arasında beş erkek çocuk her hafta bir kediyi yakalar, ağaçlığa götürüp, beyzbol sopalarıyla kediye vurarak, onu kanlı bir et yığını haline getirirler. Her hafta bir çocuk kediye vurarak onu öldürme görevini üstlenir. Daha sonraki haftaların birinde kediyi sopayla parçalayıp öldüren bir çocuk, diğerlerine “Ne zevkli değil mi?” derken, kendi aralarında anlaşmış diğer dört çocuk onun kafasına sopayla vurmaya başlarlar. Sopayla vurulan çocuk haykırarak kaçmaya çalışır, ancak diğerleri yetişir ve sopa darbeleriyle, aynı kediye yaptıkları gibi, ona da vurmaya devam ederler. Ölmekte olan çocuk ancak duyulan bir sesle “Niçin?” sorusunu sorduğunda, diğerleri yüzlerinde bir gülümseme ile “Çünkü çok zevkli cevabını verir. Ve çocuk bir et yığını haline gelinceye kadar darbelerine devam ederler. Olay ortaya çıktıktan sonra bütün toplum hayretler içinde kalmıştır, çünkü hiç kimse bu çocuklardan böyle bir davranışı beklememektedir. (Cüceloğlu, 2012, s. 470) (A) Narsistik Kişilik Bozukluğu Üstünlük duygusu, beğenilme gereksinimi ve empati yapamamanın olduğu sürekli bir örüntüdür. Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik veya kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar. Özel ve eşi bulunmaz birisi olduğuna ve ancak başka özel veya toplumsal durumu üstün kişilerin kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık edebileceğine inanır. Çok beğenilmek ister. Hak kazandığı duygusu vardır. Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf taraflarını kullanır. Empati yapamaz. Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığını sanır. Küstah, kendini beğenmiş davranış ve tutumlar sergiler (Yıldız, 2009). Narsist kişiler, kişilerarası ilişkilerinde sömürgendirler ve başkalarını kendi çıkarları için kullanırlar. Örneğin; en güzel, en tanınmış kişiyle görünmek, arkadaşlık etmek, bu tür amaçla tanınmış insanların bulunduğu kulüp veya derneklerde zaman geçirmek gibi. Davranışları toplumsal açıdan derinliksiz, ancak cana yakın alımlı ve çekicidir. Kendine güveniyor gibi görünen, benmerkezci insanlar olduklarından söz edilir. Karşılıklı konuşmalarını kendileri yönlendirmek isteyen, kendilerinin aşırı ölçüde beğenilmesini bekleyen kişilerdir. (Kişilik Bozuklukları, 2007, s. 97) (B)Histriyonik Kişilik Bozukluğu Aşırı duygusallık ve ilgilenilme arayışı gösteren sürekli bir örüntü. İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur. Başkalarıyla iletişimi çoğu zaman uygunsuz bir şekilde cinsel yönden ayartıcı davranışlarla belirlidir. Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler. İlgiyi çekmek için fiziksel görümünü kullanır. Aşırı düzeyde başkalarını etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimi vardır. Gösteriş yapar, yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartı ile gösterir. Telkine yatkındır, kolay etkilenir. İlişkilerin olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür (Yıldız, 2009, s. 29). Histriyonik kişilik bozukluğu toplum içerisinde “ilgi arsızlığı” olarak da tanımlanmaktadır. İlgi odağı olmadığı durumlarda arsızlık duymaktadırlar. Örneğin; günümüzde yapılan moda programlarına katılan genç kızlar örnek olarak gösterebiliriz. İlgi çekmek için yapmacık davranma, gösteriş yapma ve duygularını açıkça gösterme gibi davranışları vardır. İlgi odağı olabilmek için sürekli ağlama davranışı gösteriyorlar. (B)Borderline Kişilik Bozukluğu DSM-IV' de borderline kişilik bozukluğu, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, kişiler arası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüselliğin olduğu sürekli bir örüntü olarak tanımlanmıştır (Türkçapar & Işık, 2000, s. 44). Gerçek veya hayali bir terkedilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterme, gözünde aşırı büyütme ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelme, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması, kimlik karmaşası, belirgin olarak ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı veya kimlik duyumu gibi kişisel bozukluklarına sahiptir. Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellikleri vardır. Kendini sürekli boşlukta hissetme. Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol edememe (Yıldız, 2009, s. 31). (C) Çekingen Kişilik Bozukluğu Toplumsal ketlenmenin, yetersizlik duygularının ve olumsuz değerlendirilmeye aşırı duyarlılığın olduğu sürekli bir örüntüdür. Eleştirilecek, beğenilmeyecek ya da dışlanacak olma korkusuyla kişiler arası ilişki gerektiren mesleki etkinliklerden kaçınır. Sevildiğinden emin olmadıkça insanlarla ilişkiye girmek istemez. Mahcup düşeceği, alay konusu olacağı korkusuyla yakın ilişkilerde tutukluk gösterir. Toplumsal durumlarda eleştirileceği ya da dışlanacağı üzerine kafa yorar. Yetersizlik duyguları yüzünden yeni kişilerle aynı ortamda bulunduğu durumlarda ketlenir. Kendisini toplumsal yönden beceriksiz, kişisel olarak albenisi olmayan biri olarak görür. Mahcup düşebileceğinden ötürü kişisel girişimlerde bulunmak ya da yeni etkinliklere katılmak istemez (Yıldız, 2009, s. 35). İçedönük bir yapısı olduğu için iletişim sürecinde pasiftir. (C) Bağımlı Kişilik Bozukluğu Uysal ve yapışkan davranışa ve ayrılma korkusuna yol açacak biçimde kendisine bakılma gereksiniminin aşırı olmasıyla giden sürekli bir örüntü. Başkalarından bol miktarda öğüt ve destek almazsa gündelik kararlarını vermekte güçlük çeker. Yaşamının çoğu alanında sorumluluk almak için başkalarına gereksinim duyar. Desteğini yitireceği ya da kabul görmeyeceği korkusuyla başkaları ile aynı görüşü paylaşmadığını söylemekte zorluk çeker. Tasarıları başlatma, kendi başına iş yapma zorluğu vardır. Başkalarının bakım ve desteğini sağlamak için hoş olmayan şeyleri yapmayı isteyecek kadar aşırıya gider. Kendine bakamayacağına ilişkin aşırı korku nedeniyle tek başına kaldığında kendisini rahatsız veya çaresiz hisseder. Yakın bir ilişki sonlandığında bir bakım ve destek kaynağı olarak derhal başka bir ilişki arayışı içine girer. Kendi kendine bakma durumunda bırakılacağı üzerine gerçekçi olmayan bir biçimde kafa yorar (Yıldız, 2009, s. 37). (C)Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu Obsesif-kompulsif bozukluklar düşünme ve davranma saplantılarını ifade ederler. Obsesif bir kişi kafasına takılan bir fikirden kurtulamaz, fikir kafasında sürekli tekrar eder, bir nevi düşünce saplantısı oluşur Örneğin, en basitinden dinlediğimiz bir şarkıyı bazen hiç istemediğimiz anlarda zihnimizde sürekli tekrar ederiz. Bu durumun aşırı derecesi obsesifliği ifade eder. Bu kişilere kompalsif denir (Cüceloğlu, 2012). Kişilerarası ilişkilerinde toplumsal derece ve konumların ileri derecede bilincindedirler ve davranışlarını ona göre ayarlarlar. Üstlerine karşı saygılı ve eğen; astlarına karşı ise kendini beğenmiş erki tek başlarına ellerinde bulunduruyorlarmış gibi, saltıkçı bir tutum sergilerler. Başkalarının kendi yaptıkları gibi yapması konusunda direnirler. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireyler, duygusal dünyalarında sert ve sıkıcıdırlar. Sevinçlerini göstermezler (Kişilik Bozuklukları, 2007). İletişim sürecinde kendilerini ortaya koyma ve saygısızlık gösterme, karşısındakini mutlu etme ve söz dinleme arasında çatışma yaşarlar. Etkinlik ve arkadaşlarından yoksun kalacak şekilde kendini işe adar. Ahlak, doğruluk, değerler gibi konularda esneklik göstermez. Özel bir değeri olmasa bile eski, değersiz şeyleri elden çıkaramaz. Görev dağılımı yapmak ve başkaları ile birlikte çalışmak istemez. Para harcama konusunda hem kendisine, hem de başkalarına karşı cimri davranır. Katı ve inatçıdır (Yıldız, 2009, s. 39). İletişimde kişiliğin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu göstermek adına kişilik ve iletişim arasındaki ilişki, kişilik bozuklukları üzerinden ele alınmıştır. Dsm-4 kaynak gösterilerek yazılan tüm bu bozukluklarda görüldüğü üzere, kişiliği bozuk bir insan hem kendi içinde hem de dış dünyayla ilişkilerinde sürekli problemler yaşar. Çevresindekilerle sağlıklı iletişim kuramazlar, karşılıklı ilişkilerde de sahip olduğu kişilik bozukluğunun özelliklerini gösterdikleri için, iletişim süreçleri sorunlu geçer. Çevremizde de bu tip insanlara sıklıkla rastlamaktayız. Üzerinize gelen alkollü bir sürücü (antisosyal), her şeyin tam kendisinin istediği gibi yapılmasını isteyen, katı ve inatçı amiriniz (obsesif-kompulsif), verdiğiniz işi hemen yaparım deyip sürüncemede bırakan memurunuz (pasif agresif), karısının kendisini aldattığında sürekli kuşkulanan bir koca (paranoid), önüne gelenle kırıştıran ve açık saçık giyinen bir eş (histrionik), odasından hiç çıkmayan, kimseyle görüşmeyen, yaşamında bilgisayarından başka bir şeyi olmayan (şizoid) ya da aşırı uçlarda gezinen, acayip giyişiler giymeyi seçen (şizotipal) çocuklarınız, tek amaçları koltuklarını korumak olan ve toplumun gereksinmelerini hiçe sayan, “kendine aşık” politikacılar (narsistik), bir gün sizi göklere çıkaran, diğer gün yerin dibine sokmaya çalışan, ne yapmak istediğini kendisi de bilmeyen, sürekli duygusal gelgitler yaşayan, durduk yere öfkelenen iş ortağınız (sınırda)… Kim bunlar? Bu kişilerle her gün iç içe yaşıyoruz ve bu kişilerle uyum sağlamakta zorlanıyoruz. Belki de biz bu özellikleri kendimizde taşıyoruz. Toplumun %10’una konan bir tanı olan kişilik bozuklukları bizi yakından ilgilendiriyor (Kişilik Bozuklukları, 2007). Kişilik bozukluklarına eşlik eden yerleşik düşünceler ve önde gelen davranışları (Kişilik Bozuklukları, 2007) Kişilik Bozukluğu Bağımlı Çekingen Pasif-agresif Paranoid Narsistik Histrionik Obsesif-kompulsif Antisosyal Şizoid Yerleşik Düşünceler ve Tutumlar Çaresizim İncinebilirim Üzerime çıkabilir. İnsanlar olası düşmanlardır. Ben özelim. Etkilemeliyim. Hata yapmamalıyım. Kandırılabilecek insanlar var. Benim bir dünyam olmalı. Yöntemleri Bağlanma Kaçınma Direnç Dikkatli olma Önemini abartma Rol yapma Mükemmelcilik Saldırı Toplumdan uzaklaşma Kaynakça (2007). E. Köroğlu, & S. Bayraktar içinde, Kişilik Bozuklukları (s. 97-140). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. (2014, Eylül 16). www.posta.com.tr. Basım, N., Çetin, F., & Tabak, A. (2009). Beş Faktör Kişilik Özelliklerinin Kişilerarası Çatışma Çözme Yaklaşımlarıyla İlişkisi. Türk Psikoloji Dergisi, 20-34. Cüceloğlu, D. (2012). D. Cüceloğlu içinde, İnsan ve Davranışı (s. 404). İstanbul: Remzi Kitabevi. Erdem, İ. (2012). Örgütsel Davranış. Erdem, M., Özdemir, B., Çelik , C., Balıkçı , A., Türker, T., & Özmenler, K. N. (2010). Antisosyal Kişilik Bozukuğu Olgularının Şiddet Suçu Niteliğine Göre Mizaç ve Karakter Özellikleri. Klinik Psikiyatri, 113-118. Gabor, D. (2012). İletişim Kurmanın ve Arkadaş Edinmenin Yolları (s. 7). içinde İstanbul: Arıtan Yayınevi. Gelbal, Ö. (2010). İletişim Becerileri (s. 1). içinde Ankara: HYB Basım Yayın. Gözcü, A. C. (tarih yok). Kişilik ve Kişiliğin Örgütsel Davranıştaki Yeri. Kalem, E. (2010). N. McWilliams içinde, Psikanalitik Tanı, Klinik Süreç İçinde Kişilik Yapısını Anlamak (s. 185-190). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Morrıs, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak. H. B. Ayvaşık, & M. Sayıl içinde, Psikolojiyi Anlamak (s. 420551). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Özsoy, E., & Yıldız, G. (2013). Kişilik Kavramının Örgütler Açısından Önemi: Bir Literatür Taraması. İşletme Bilim Dergisi, 1-2. Temiz, A. (2012). İletişim ve Halkla İlişkiler., (s. 1-3). Hatay. Türkçapar, H., & Işık, B. (2000). Borderline Kişilik Bozukluğu. Psikiyatri Dünyası, 44-49. Yıldız, M. (2009). Kişilik Bozuklukları. www.tip.kocaeli.edu.tr, s. 10-45.