İlaç Tasarımında Kuantum Kimya Uygulamaları

advertisement
İlaç Tasarımında Kuantum
Kimya Uygulamaları - II
Doç.Dr. Hatice CAN
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Fen Fakültesi, Kimya Bölümü
Gebze-Kocaeli
İçerik
1. Kuantum Kimyası
2. Kuantum Kimyasal Metodlar
– Yarı-deneysel
– Ab initio
– Yoğunluk Fonksiyonel (DFT)
3. İlaç Tasarımında Kuantum Kimyasal Uygulamalar
1. Kuantum Kimyası
Kuantum mekaniği bir molekülün
enerjisini, elektronlarla çekirdek arasındaki
etkileşimleri hesaplayan Schrödinger
eşitliği ile ifade eder.
toplam kinetik enerji,
ise toplam potansiyel enerji
işlemcilerini temsil etmektedir. Hamiltonyen elektronların ve
çekirdeklerin kinetik enerjisi, elektron çekirdek arası çekici etkileşme,
elektronlar arası itici etkileşme ve çekirdekler arası itici etkileşme
durumları göz önüne alındığında en açık matematiksel gösterimi ile
yukarıdaki gibi olacaktır.
A ve B sistemdeki çekirdekleri, i ve j ise elektronları
etiketlemektedir. rij i ve j etiketli elektronlar arasındaki, RAB A ve B
etiketli çekirdekler arasındaki uzaklıklar ve 2 Laplasyen işlemcisidir.
Born-Oppenheimer Yaklaşımı
Çok elektronlu atoların ve moleküllerin Schrödinger
eşitliğinin çözümü için çekirdekler hareketsiz kabul edilir.
Sadece elektronların hareketi hesaba katılır. Hamiltonyen
denkleminde çekirdeklere ait olan kinetik enerji sıfır olur.
çekirdek-çekirdek arası itici potansiyeli temsil eden terim ise
çekirdekler arası mesafe değişmez kabul edildiği için bir sabite
eşit
olacaktır.Hamiltonyen,
bu
durumda
elektronik
Hamiltonyen olacaktır. Bu durumda toplam enerji, elektronik
enerji ile sabit çekirdek-çekirdek itme teriminin bir toplamı
olacaktır.
Hartree-Fock Yaklaşımı
Hartree N elektronlu bir sistemin dalga fonksiyonunu tek elektron
dalga fonksiyonlarının çarpımı şeklinde ifade etmiştir.
Elektronların hareketlerinin ayrıştırılması yöntemidir. Çok
elektronlu dalga fonksiyonu, tek elektronlu dalga fonksiyonlarının
çarpımlarının toplamları halinde yazılır ve bir determinanta
dönüştürülür. Buna Slater determinantı denir.
Slater Determinantı:
Slater determinantının temel özellikleri şunlardır:
Satırlar bir elektronun farklı orbitallerde bulunma
olasılığını gösterir. Sütunlar bir orbitalde farklı
elektronların bulunma olasılığını gösterir. Determinantta
iki satırın yer değiştirmesi durumunda determinantın
işareti değişir. Bu durum dalga fonksiyonunun anti
simetrikliğine karşılık gelir. İki tane özdeş sütun varsa
determinantın değeri sıfır olur. Bu durum Pauli dışlama
ilkesine karşılık gelir. Çoğu uygulamada işlemi
basitleştirmek için, Slater determinantının sol üst
köşesinden sağ alt köşesine uzanan köşegen elemanları
kullanılır. Bu Slater determinantının kısaltılmış şeklidir.
Hartree-Fock metodu kapalı kabuk sistem
elektronlarını tek bir Slater determinantı ile
göstermektedir. Molekül orbitalleri, bir elektronun,
her bir elektronun ortalama potansiyel enerji
alanında hareket etmesi esitliğinin çözümünden elde
edilmektedir.Bu
bağımsız
tanecik
modeli,
elektronların hareketi arasındaki korelasyonu yok
saymaktadır. Büyük temel setlerde bile elektron
korelasyonunun tam olarak tanımlanamaması
Hartree-Fock teorisinin en büyük eksikliğidir. Bu
sınırlama Hartree-Fock teorisiyle hesaplanan
enerjilerin gerçek değerinden daha yüksek olmasına
neden olmaktadır.
Atomik Orbitallerin Lineer Kombinasyonu (LCAO)
Her bir moleküler orbitalin atomik orbitallerin lineer
kombinasyonu halinde değerlendirilmesi LCAO yaklaşımıdır.
Ψi = Σ ciμ Øμ Ψi= Psi, Ci=Katsayılar, Ø=Fi, μ=Atomik orbitaller
Bu yaklaşım sayesinde problem en iyi fonksiyonu bulmak
yerine basitleşerek en iyi lineer katsayıları bulmak haline
dönüşür.
Øμ’yi s, p, d, f vs. gibi atomik orbitaller olarak düşünebiliriz.
Aslında bunlar “Gaussian Basis Functions“ denilen
fonksiyonların lineer kombinasyonlarıdır.
Yarı-Deneysel (Semi-Empirical) Metodlar
Büyük moleküllerin ab initio metodları ile hesaplamaları çok
fazla bilgisayar olanakları gerektirmektedir. Bu nedenle hem
daha çabuk hem de güvenilir hesapların yapılabilmesi için
yarıdeneysel yöntemler geliştirilmiştir. Bunlarda ab initio
metodu gibi kuvantum mekaniği prensiplerini kullanır ancak
Schrödinger denklemini çözerken çok fazla miktarda yaklaşımlar
yapar.
Semiempirik metotlar, Hartree-Fock hesaplamalarını
basitleştirmek için deneysel verilerden türetilen parametreleri
hesaplamalarda kullanır.
Basitleştirme çeşitli basamaklardan oluşabilir.
1. Hamilton’un basitleştirmesi
2. Bazı integralleri değerlendirerek
3. Dalga fonksiyonun basitleştirilmesi
Semi-Empirik Metodlar
Hesaplanması güç olan integrallerin
bazılarını ihmal eder bazılarını da yaklaşımlar
uygulayarak hesaplar. İçteki (core) orbitallerine
ait integrallerin yerine parametreler kullanır. Bu
parametreleri belirlemek için atomik spektra,
iyonlaşma enerjileri vb. gibi birçok deneysel veri
kullanır. İşlemlerinde hem teorik hem deneysel
verilerden
yararlandığı
için
ismine
“yarıdeneysel” denir.
Semi-Empirik Metodlar
• CNDO, INDO, ve NDDO
 CNDO “Complete Neglet of Differential
Overlap”
 INDO “Intermediate Neglet of Differential
Overlap”
 NDDO “Neglet of Diatomic Differential Overlap”
Bu metodlar J.A. Pople ve grubu tarafından
geliştirildi. Bu metodlar moleküler geometrileri
oldukça doğru hesaplayabilirler ama bağlanma
enerjilerini hesaplamada zayıftırlar.
Semi-Empirik Metodlar
• MINDO, MNDO, AM1, PM3
Dewar ve grubu 1969 da, bağlanma enerjilerini daha doğru
hesaplayabilmek için MINDO “Modified INDO” metodunu
buldular. Hesaplanan oluşma ısısını deneysel verilere
uyduracak şekilde parametreler kullandılar. Oluşma ısılarının
hesaplamaları
yeterince
iyileştirildi ancak molekül
geometrileri yeterince hassas hesaplanamıyordu.
MNDO “Modified Neglet of Diatomic Overlap” metodunu
yine aynı grup geliştirdi. Bu metod NDDO nun devamı
niteliğinde olup metalleri de parametrize etti. Ancak MNDO
moleküller arası hidrojen bağlarını hesaplamada başarısız
oldu.
AM1 “Austin Model 1” metodunu 1985 yılında bu eksikliği
gidermek için Dewar ve grubu, MNDO nun geliştirilmiş bir
versiyonu olarak ortaya çıkardılar.
1989 da da J.J.P. Stewart MNDO yu tekrar parametrize etti.
PM3, MNDO ve AM1 daki hataları büyük ölçüde azalttı.
Oluşma ısıları, molekül geometrileri, dipol moment ve
intermoleküler hidrojen bağlarını hassaslığını kaybetmeden
hesaplayabilmektedir.
Semi-Empirik Metodlar
1) MNDO, AM1, PM3 genellikle temel haldeki geometrilerin tespiti için
uygundur. Ancak bu modellerin hiçbiri en düşük seviyeli ab initio hesabı kadar
bile hassas değildir.
2) Yapı tespit edilmesinde PM3 genellikle üç yarı-deneysel model arasında en
iyisidir. Özellikle periyodik cetvelin 2. sırasındaki ve daha ağır elementler için
AM1 ve MNDO dan daha iyi sonuçlar vermektedir.
3) Yarı-deneysel yöntemlerin hepsi, normal temel durum ve nötral
moleküllerle kıyaslandığında iyon ve serbest radikal halindeki molekülleri
hesaplamada daha az başarılıdırlar. Ayrıca MNDO ve AM1 hidrojen bağı
içeren sistemlerin tarifinde yeterince iyi değildirler. PM3 daha başarılıdır.
4) Her yarı-deneysel metodun kendine özgü bir yanı vardır. Örneğin PM3 ün
amidlerin düzlemselliğini iyi bulamadığı ve bağlı olmayan hidrojenler
arasındaki zayıf çekimleri iyi gösteremediği bilinmektedir. Genelde bu bilinen
problemler çok sınırlı ve özel çeşit moleküllerde ortaya çıkar. Ve asıl nedeni
böyle moleküllerin iyi parametrize edilmemiş olmasıdır.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)
Hartree-Fock metodu, çok elektronlu sistemlerin
temel hal enerjilerini hesaplanmasında ve sisteme ait
dalga fonksiyonlarının belirlenmesinde başarılı bir metod
olmasına rağmen bir takım eksiklikleri de vardır. HartreeFock metodunda N elektronlu bir sistemde herhangi bir
elektronun kendisi dışındaki N-1 tane elektrondan
kaynaklanan ortalama bir potansiyelle etkileştiği
düşünülerek elektronik potansiyel enerji yazılmaktadır.
Bu durumda elektronların anlık pozisyonları dikkate
alınmaktadır. Gerçek durumda elektronlar birbirini
itmekte ve birbirinden uzaklaşmak istemektedir.
Dolayısıyla bir elektronun uzayda diğer elektronlara
yakın olduğu noktalardaki bulunma olasılıkları daha
küçük olacaktır. Bu etki Coulomb korelasyonu şeklinde
ifade edilmektedir.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)
HF metodunda elektron-elektron etkileşmelerinde
korelasyon etkileri dikkate alınmadığı için elektronlar
arasındaki etkileşim potansiyel enerjisi gerçek
enerjiden bir miktar fazla olmakta HF enerjisi gerçek
toplam enerjiye bir üst limit oluşturmaktadır. Bir
sistemin göreli olmayan tam enerjisi (εo) ile HartreeFock metoduyla elde edilen ( Eo ) arasındaki farka
korelasyon enerjisi (Ecorr) denir.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)
HF metodunda dikkate alınan elektronlar arasındaki
ortalama etkileşmeler, elektron-elektron etkileşmesinde en
baskın etkileşme olduğundan enerji hesaplamalarında
korelasyon enerjisinin değeri çok fazla değildir. Hatta HF
enerjisine katkısının çok küçük olduğu da söylenebilir. Elektron
korelasyon etkilerinin enerjiye katkısı çok az olmakla birlikte
diğer moleküler özelliklerin hesaplanmasında çok büyük bir
öneme sahiptirler.
Yoğunluk Fonksiyoneli Teorisi (Density Functional Theory
(DFT)), elektron korelasyon problemine alternatif bir yaklaşım
sunar. HF metoduyla DFT metodlarının çok elektronlu
sistemlere bakış açıları arasında farklılıklar vardır. N elektronlu
bir sistemde DFT, HF metodunda olduğu gibi bireysel olarak
elektronların hareketleriyle ilgilenmez. DFT uzayın herhangi bir
noktasında lokalize olmuş elektron yoğunluklarıyla ilgilenir. HF
metodunda sisteme ait dalga fonksiyonlarının yerini, DFT de
sistemin elektron yoğunluk fonksiyonelleri almaktadır.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)
DFT’nin temelinde 1964 yılında Hohenberg ve Kohn (HK)
tarafından ortaya konmus olan iki ana teorem vardır:
1. Durağan bir kuantum mekaniksel sistemin her gözlenebiliri,
örneğin enerji, prensipte tam olarak sadece temel hal
yoğunluğundan hareketle hesaplanabilir. Yani her gözlenebilir
temel hal yoğunluğunun bir fonksiyoneli olarak yazılabilir.
2. Temel hal yoğunluğu, varyasyonel metod kullanarak tam
olarak hesaplanabilir.
Born-Oppenheimer yaklaşımına göre, elektronlardan
oluşmuş sistemde çekirdeklerin konumları sabit kabul edilir.
Taban durumunda sistemin toplam enerjisini minimum yapan
çekirdek koordinatları seçilir. Dolayısıyla böyle bir çekirdek
alanında elektron yoğunluğu dahil her şey sistemin toplam
enerjisini en düşük yapacak şekilde kendilerini ayarlarlar.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)
DFT metotları ile elektronik enerji şu şekilde
tanımlanır:
E = ET + EV + EJ + EXC
ET = Elektronların hareketinden ortaya çıkan kinetik enerjiye ait
terim
EV = Çekirdek-elektron çekimlerine ve çekirdek çiftlerinin itmesine
ait potansiyel enerjiyi tanımlayan terimleri içerir.
EJ = Elektron-elektron itmesine ait terim
EXC = Geriye kalan diğer elektron-elektron etkileşimlerini kapsar.
Kısaca değişim-korelasyon terimi olarak adlandırılır.
EXC terimi genellikle “değişim” ve “korelasyon”
olarak iki kısma ayrılır.
EXC(ρ) = EX(ρ) + EC(ρ)
Hibrit Fonksiyoneller
Son yıllarda Becke, Hartree-Fock ve DFT değişim terimlerinin
karışımından yeni bir değişim terimi formüle edilmiştir.
EXCHibrit = CHF EXHF + CDFT EXDFT
Bunlara
hibrit fonksiyonelleri
denilmektedir.
Hibrit
fonksiyonelleri, değişim fonksiyonellerini HF, lokal ve gradientdüzeltilmiş değişim terimlerinin lineer kombinasyonları olarak
tanımlarlar. Bu yolla elde edilen değişim fonksiyoneli daha
sonra lokal ve/veya gradient-düzeltilmiş korelasyon
fonksiyoneli ile birleştirilir.
Hibrit fonksiyonellerinden en iyi sonuçlar veren ve yaygın
olarak kullanılan Becke’nin üç parametreli formülasyonlarıdır
ki, kısaca B3LYP ve B3PW91 olarak bilinirler. Becke tarzı hibrit
fonksiyonellerin saf DFT yöntemlerine göre üstün oldukları ve
daha hassas sonuçlar verdikleri görülmüştür.
Yoğunluk Fonksiyonel Teorisi (DFT)’nin Avantajları
 DFT yöntemleri birçok yönden ab initio yöntemlerine benzerler.
 Çok fazla bilgisayar zamanı kullanmazlar, diğer ab initio
metodlarına göre.
 DFT yöntemini çekici kılan en önemli özelliği, hesaplamalarına
elektron korelasyonunu dahil etmiş olmasıdır. Elektron
korelasyonu, bir moleküler sistemde, elektronların birbirlerinin
hareketinden etkilenerek birbirlerinden uzak durma eğiliminde
olmaları gerçeğidir. Ab initio yöntemleri ile bu olayı hesaplamak
çok zor olduğundan, HF teorisi bu etkiyi yalnızca bir averaj
etkileşim olarak hesaplayabilir. Yani her elektron averaj bir
elektron yoğunluğunu görür ve onunla etkileşir.
 DFT yöntemleri ise HF yöntemleri ile hemen hemen aynı sürede ve
elektron korelasyonunu da hesaba katan sonuçlar verdiği için
geleneksel ab initio yöntemlerinden daha üstündür.
Hesaplama Metodlarının Karşılaştırılması
Metod
Moleküler
Mekanik
Yarıdeneysel
Ab-initio
Avantajları
Dezavantajlar
Bilgisayarı zorlamaz
Klasik Fiziği kullanır
Enzimler kadar büyük moleküller için
İçerisinde deneysel parametreleri kullanılabilir
barındıran kuvvet alanına bağlıdır Hassasiyeti çok yüksek değildir
Ab-initio metodlarına
Kuantum Fiziğini kullanır
kıyasla daha az talep edilir
Deneysel olarak türetilmis
Geçiş yapılarını ve uyarılmıs yapıları
deneysel
hesaplamaya yatkındır
parametreleri kullanır
Bilgisayarı Ab initio metodlarına göre daha
Yaklasımları geniş ölçüde
az,moleküler mekanik metodlara göre daha
kullanılır
fazla zorlar
Geniş çaplı sistemler için kullanışlıdır
Kuantum Fiziğini kullanır
Deneysel verilerden bağımsızdır
Matematiksel açıdan baskın olup Geçiş yapılarını ve uyarılmış yapıları
deneysel parametreleri kullanmaz hesaplamaya yatkındır
Yaklasımları geniş ölçüde
Bilgisayarı zorlar.
kullanılır
Hassasiyeti yüksektir
Kuantum Medisinal Kimya Çalışmaları
• Bilgisayar –destekli ilaç
tasarımı: Moleküler yapı
belirlenmesinde kullanılan
deneysel metolarla (NMR,
kristalografi vb...) elde edilen
bilgilerin, hesaplamalı kimya
metodlarının da
kullanılmasıyla yeni ilaç
moleküllerinin tasarlanması
ya da mevcut ilaçların daha da
geliştirilmesi işlemleridir.
CADD’da Kullanılan Başlıca Stereoelektronik Özellikler
Non-toxic Enediyne Antitumor İlaçlarının Tasarımı
• Doğal olarak oluşan enediyne’ler (calicheamicin,
esperamicin, vb…) virüslerin ve toksik bakterilerin DNA’nı
tahrip etmektedirler. Bu tahribat prosesi 3 basamaktan
oluşmaktadır:
 Enedyne’nin DNA’a doklanması
 Enedyne’nin biradikale dönüşmesi (Bergman cyclization) ve
DNA’nın deoksiriboz şekerinden 2 adet proximal hidrojeni
koparması.
 DNA’nın hasarı ile stabil aren oluşması. DNA’ın parçalanması.
Bu proses bilim adamlarını, tümör hücresinin DNA’nı tahrip
etmeye motive etmiştir.
Fakat doğal yolla oluşan enedyne’ler tümör hücresi ile sağlıklı
hücreyi ayırt edememektedirler ayrıca bunlar oldukçe
toksiktirler.
Non-toksik Enedyne Anti-tümör İlaçlarının Tasarımı
Yüksek aktiviteli, seçici ve non-toksik antitümör enedyne molekülleri
geliştirebilmek için tümör hücre ortamının asidik özelliği bir kriter
olarak kullanılmıştır. İdeal enedyne’nin tümör hücresinin asidik
ortamında protonlanabilecek bir heteroatomu , azot gibi, içermesi
gerekir.Bu büyük pKa değerine sahip hetero-enedyne molekülü
demektir. Normal sağlıklı hücrede hetero-enedyne molekülü aktive
değildir (Bergman reaksiyonu ve biradikal olumuşumu çok yavaştır).
Böylece DNA’dan hidrojen kopartılması da mümkün olmamaktadır.
Tümör hücresinde hetero-enedyne molekülü oldukça aktiftir ve DNA
hasarına sebep olmaktadır.
Buna göre hetero-enedyne’lerin sistamik hesapsal çalışması
yapılmıştır:
DFT metodu ile ileri ve geri Bergman reaksiyonları modellenmiştir.
Reaksiyonda oluşan biradikalin singlet ve triplet yarılmaları
hesaplanmıştır.
DNA’dan hidrojen koparılması
Hücre içerisinde aktive olan moleküllerin pKa değerlerinin
hesaplanması
J.Am.Chem.Soc. 2000, 122, 8245-8264
Kaynaklar
1. “Essentials of Computational Chemistry”, Christopher J.Cramer
(Wiley)
2. “Quantum Chemistry”, I.N. Levine (PrenticeHall)
3. “MolecularModelling”, A. R. Leach (Longman)
4. “Quantum Medicinal Chemistry”, P.Carloni, F. Alber (Wiley)
Download