İslam dininde insanın canı, malı, dini, ırz ve namusu başkalarına haram kılınmıştır. Bu yüzden ayet ve hadislerde mübadele için, mal ve mülkiyetin devri için bir takım esaslar getirilmiştir. İslam Hukukçularının Kur'an ve Sünnet'e dayanarak ortaya koyduğu esaslar şunlardır. -Haksız Yere Mal Yeme Yasağı -Faiz Yasağı -İhtikar Yasağı (Karaborsa) -Narh Koyma Yasağı -Müşteri Kızıştırma Yasağı -Kâr Haddi -Ticaret Malının Pazar Yerine Gelmeden Yolda Satılması -Şehirlilerin Köylüler Adına Mal Satması -Pazarlık Üzerine Pazarlık Yapmak -Malların Teslim Alınmadan Satışı -Çaresiz Kalan Kişinin Alışverişi -Para Politikası İnsanların mallarını haksız yere alıp yemek haramdır. Başkalarının malları ancak ticaret yoluyla ve karşılıklı rızaya dayanan bir alışveriş neticesi el değiştirmiş olursa helal olabilir. Bu konuda Kuran-ı Kerim'de "Aranızda birbirinizin mallarınızı haksız sebeplerle yemeyin."(Bakara-188) "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğerki o mallar sizden karşılıklı bir rızadan doğan bir ticaret malı ola..."(Nisa-29), buyurmaktadır. İslam Hukukunda ekonomik olaylarda rıza şartı varken sosyal olaylarda rıza şartı yoktur. Örneğin birkaç insanın istemediği bir şahıs başkanlık yapabilir ancak bir insanın rızasının olmadan bir alışveriş yapılamaz. Faiz tüm semavi dinler tarafından yasaklanmıştır. Kur’an, Tevrat, İncil ve Zebur’da faizin haram olduğuna dair birçok ayet vardır. Faiz sadece dinler tarafından değil 16.Y.Y’a kadar bütün felsefi görüşler tarafından da yasaklanmıştır. Faiz ilk defa, sanayinin toplumlarda yer edip sermayeye ihtiyaç duyulmasıyla birlikte ev kirası gibi verilen bir malın kullanılmasının karşılığı olarak görülüp meşru kabul edilmiştir. Faize ilk defa onay veren şahıs Calvin'dir. Kur’an-ı Kerim de faizle ilgili ’’Faiz yiyen kimseler kabirlerinde, şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: «Ticaret, tıpkı faiz gibidir.» demeleri yüzündendir. Oysa, Allah, ticareti helal, faizi haram etti.’’(Bakara-275) ifadeleri yer alır. Aristo da faizi en ağır dille eleştirmiş ve parayı, yumurta vermeyen kısır bir tavuğa benzetmiştir. İhtikar, bir malı daha yüksek bir fiyatla satmak için piyasaya sürmeyip depolarda stok yaparak değerinin üstünde satmak suretiyle aşırı kazanç sağlamak amacıyla yapılan hileli bir işlemdir. İhtikarla ilgili olarak Hz. Muhammed şöyle buyurmuşlardır: "Her kim yiyecek maddelerini kırk gece saklarsa Allah ondan, o da Allah'tan uzak kalır.’’ İhtikar da bekletilen bir mala hiçbir ilave yapılmadığı halde, sadece zamanın geçmesiyle değeri arttığı için faizle bir görülmüş ve haram kılınmıştır. Narh, bir mal veya hizmet için, ilgili resmî makamların tespit ettiği fiyattır. İslam'ın mübadeleye getirmiş olduğu esaslardan birisi de fiyat koyma yasağıdır. Hükümetlerin narh koyması ve fiyatlara müdahale etmesi İslam'ın ekonomi anlayışına ters düşmektedir. İslam normal şartlar altında mal sahiplerinin dışında kalan şahıs ve kurumların fiyatlara müdahale etmesini yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz narhla ilgili olarak "Gönlü hoşnut olmadıkça Müslüman kişinin malı helal olmaz’’ buyurmuştur. İslam ekonomisinde normal şartlar altında fiyat koymak ve fiyatlara müdahale etmek yoktur. Ancak üreticiler veya tüketiciler, alıcılar veya satıcılar kamplaşarak karşı tarafa zarar vermek isterlerse ya da bir kimse veya kurum tekel oluşturmak isterse o takdirde bilirkişilerin isteği doğrultusunda devlet gerekeni İslam ekonomisinde yasaklanan mübadele çeşitlerinden birisi de müşteri kızıştırarak yapılan satımlardır. Arapçada buna "neceş " adı verilir. Müşteri kızıştırarak alışveriş yapmak Hz. Peygamber'in hadisiyle yasaklanmıştır. Hz. Muhammed "Neceş yapmayınız." buyurmuşlardır. Neceş, bir malı kendisi satın almak istemediği halde, başkalarını teşvik için, alıcı gibi gözüküp de malın fiyatını artırmaktır. Fazla fiyat vererek müşteriyi kızıştırmayı kimileri mekruh kimileri helal değildir diye tasnif etmişlerdir. Ancak hüküm ne olursa olsun neceşle birlikte ortada hiçbir sebep yokken malın fiyatı artmıştır ve malın normal fiyatının üstünde kalan kısım faize dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında bu çeşit bir alışveriş yapmak haramdır diyebiliriz. İslam ekonomisinde sahibinin kişiliğine kısıtlama olur diye fiyatlara müdahale edilmez. Ama bu fahiş ve aşırı bir derecedeki kâr haddine izin verildiği anlamına gelmez. Tam tersine aşırı bir fiyatla mal satanların fiyatlarına devletin müdahale etme hakkı vardır. Kâr haddini ortaya koyan veya ticarette kâr nispetinin ne kadar olması gerektiği hususunda etki yapan pek çok eleman vardır. Bunlar zaman, zemin, şartlar, ekonominin imkânları, ahlak, örf ve adet, arz-talep, üretim-tüketim dengeleridir ve bunlar gibi daha birçok etken sayabiliriz. Kârı faizden ayıran ve onun farklı bir hükme tabi olmasını sağlayan şey ticaretin belirli riskler taşımasıdır. Ebu Hanife Hazretleri alışveriş durumunda sermaye kadar, en çok sermaye miktarı kadar kâr elde etmeyi caiz görmüştür. İslam ekonomisinde kâr haddi belirlenmemiştir. Ayet ve hadislerde kâr nispeti ile ilgili bir rakam verilmemiştir. Hadislerden ve Ebu Hanife Hazretlerinin görüşlerinden yararlanarak hangi şartlar altında olursa olsun, kârın en yüksek tavanı sermaye kadar olmalı ve kâr yüzde yüzü aşmamalıdır diyebiliriz. İslam ekonomisinde pazar fiyatı önemli olduğu için, ticaret mallarının pazar yerine gelmeden ve üreticiler pazarın durumunu ve fiyatları öğrenmeden malların yolda karşılanıp satılması yasaklanmıştır. Hz. Peygamber "Satılmak üzere pazar yerine getirilmekte olan ticaret mallarını yolda karşılamayınız" buyurmuşlardır. Malın Pazar yerine gelmeden satılması mal sahibi açısından, henüz pazar yerine gelmediği için, fiyatlar hakkında bir bilgi sahibi olmadığından, malını ucuza satmış ve böylece zarara uğramış olabileceğinden zararlıdır. Bölge halkı açısından ise; pazar yerine gelmeden satılan mallar, gereksiz yere malların el değiştirmesinden kaynaklanacak fiyat yükselmesiyle zararlı olacaktır. İslam ekonomisinde alım satım muamelelerine getirilen yasaklardan birisi de şehirlilerin köylüler adına mal satmasıdır. Üretici olan köylüler, mallarını satmak için şehrin pazar yerine geldiklerinde mallarını bizzat kendileri satamıyor. Bu malları onların adına kabzımallar satıyor. Bu usul haksız yere fiyatların yükselmesine sebep olduğu gibi, asıl emek sahibi olan üreticinin alacağı bedelin de azalmasına neden olur. Hâlbuki İslam ekonomisinde serbest piyasa vardır. Kişiler mallarını istedikleri yerde diledikleri bir fiyatla satabilirler. Bu malları köylülerin değil de şehirlilerin onlar adına sattığını düşünecek olursak, yerli simsarlar bu malları üreticilerden ucuz bir fiyatla alıp, piyasanın yükselmesini bekleyerek, çok kârla satmak isterler. Böylece onların rızıklarına mani oldukları için hem mal sahibi üreticilere zarar vermiş, hem de malları saklayıp pahalı satmakla tüketici olan bölge halkına zarar vermiş olurlar. İslam ekonomisinde satım akdi gerçekleştikten sonra üçüncü bir şahsın daha uygun bir fiyat vererek bu alışverişi bozdurmaya çalışması doğru değildir. Hangi sebeple olursa olsun, kesinleşmiş bir alışveriş akdini bozdurmak haramdır. Bir emeğe daha doğrusu bir bedele dayanmayan kazancı İslam normal karşılamaz. Burada hiç bir sebep yok iken fiyat yükselmesi, haksız kazanç olduğu gibi ortada mala talip olan bir aday varken ve bu adayın işi olumlu veya olumsuz olarak bir sonuca ulaşmamışken ikinci bir adayın meydana çıkması saygısızlık olur. Buradaki pazarlık üzerine pazarlık yapma işi ile açık artırma ve açık eksiltme sistemini karıştırmamak gerek. Alışverişte açık artırma şeklinde yapılan satım işlemi hadis ile sabit olup caizdir. Bugün bilhassa beyaz eşyada örneği görülen merkez ve şubelerde satım yapılması; merkez, bölge, il ve kaza temsilcilikleri vasıtasıyla malların arz edilmesi fiyatları haksız yere yükseltir. Malların teslim alınmadan satışı hadisle yasaklanmıştır. Hz. Peygamber, "Kim bir yiyecek maddesi satın alırsa, onu teslim alıp kabzetmeden satmasın" buyurmuşlardır. Malların teslim almadan satışı mutlak bir şekilde fiyatları yükseltecek ve bu da tüketiciye zarar verecektir. Mücazefe yani ölçü ve tartıya vurmaksızın göz kararı ile veya başka bir deyişle götürü pazarlıkla mal alıp satmak meşru ve helal görülmüştür. Ancak mücezefede bile malların teslim alıp kendi deposuna nakletmeden satış yasaklanmıştır. İslam ekonomisinin alışverişe getirdiği esaslardan birisi de darda ve zorda kalan kimsenin mecburen alışveriş yapmasıdır. Çaresiz kalan kişinin yaptığı satış hukuki baskı ve ekonomik baskı olarak iki kısma ayrılmıştır. Hukuki baskı hapse atmak, öldürmek, dövmek gibi tehditler karşısında kalan bir şahsın malını satmak veya bir malı almak durumunda kalmasıdır ve bu doğru değildir. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle malını satmak zorunda kalan birinin malını değerinden çok düşük bir fiyata satın almakta doğru olmayan bir alışveriştir. Bir malın fiyatı alıcının veya satıcının ihtiyacına göre değişmemelidir. Bugün dünyada memleketleri idare eden hükümetler paralarda devalüasyon yapmakla, paranın değerini düşürmekle büyük haksızlık yapmaktadırlar. Hükümetlerin uyguladığı para politikaları bazı insanlara haksız kazançlar sağlayabileceği gibi bazı insanlara da büyük kayıplar yaşatabilir. İslam ekonomisinde para altın ve gümüştür. Bu madenler paralık vazifesinde kullanılmalıdırlar. Bugünkü kâğıt paralar da altın karşılığı veya bir mal karşılığı olarak basıldığı ve kıymetleri sabit olup düşürülmediği takdirde altın ve gümüş para yerinde kullanılmaları caizdir. Kıymeti, enflasyonla erimekte olan bir kâğıt paranın üzerindeki yazılı değeri ile veresiye olarak alışveriş yapmak caiz değildir. Hz. Peygamber, ölçüyü ve tartıyı tam yapmanın ve memlekette anarşibozgunculuk çıkarmamanın yanında bir de insanların eşyalarının (yani mal ve paralarının) değerlerini düşürmeyi yasaklamıştır. 1. Ders: İslâm Ekonomisinin Temel ilkeleri Giriş İslâm’ın temel kaynaklarından, İslâm âlimlerinin görüş birliği içinde verdikleri hükümlerden ve İslâm hukukçularının yazdıkları kavâid-i külliyye (Mecelledeki genel ilkeler) literatüründen istifadeyle İslâm ekonomisinin temel ilkelerini tespit etmeye çalıştık. Bu ilkeleri bilmek, karşılaşılan hukûkî ve iktisâdî meselelere uygulanabilecek standart bir ölçüye sahip olmak demektir. Ayrıca bu ilkeler İslâm ekonomisinin ruhunu da yansıtır. Bu sebeple İslâmî finans eğitimine söz konusu ilkeler ve kısa açıklamalarıyla başlamak uygun olacaktır. • ‘Kul hakkı’na dayanan bir sistem kurmayı amaçlayan bu ilkeler israfın bertaraf edilmesi, iktisadî ve siyasî bağımsızlığın sağlanması, mülkiyetin yaygınlaştırılması, içtimaî adalet, güvenlik ve refah şeklinde özetlenebilir. 2. Esneklik • İslâm hukuk ve iktisadı, esneklik özelliğine sahiptir. Bu, ilkelerin şartlara göre farklı şekillerde yorumlanarak her zaman uygulanabilir olma vasfı yanında, değişmelerin ortaya çıkardığı meseleleri çözme kabiliyetini haiz olan kaynakla rın İslâm metodolojisinde mevcut bulunmasındandır. Bu özellik, “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” (Mecelle, 39) şeklinde ifade edilmiştir. İslâm’ın bu özelliği dikkate alınmazsa yanılgı ve yanlışa düşmek kaçınılmazdır. 3. Şahsiyetçilik ve cemaatçilik • İslam ekonomisinin topluma ilişkin hükümleri sosyal adalet olarak ifade edilebilir. İslâm’ın sosyal ve iktisadî ilkelerinden en önemlisi toplumculuk (cemaat çilik) tur. Toplum çıkarları her zaman kişi çıkarlarından üstün tutulmuştur. • İslâm insana güvenir ve onun kişiliğini (şahsiyetini) güçlendirip toplumun hizmetine vermek ister. Hizmet ilkesi böyle dayanışmacı bir toplum oluşturmayı hedef almıştır. • Yine, sonuçta toplumun hakları olan kul hakları da ancak bu hak sahiplerinin affetmesiyle ortadan kalkabilirler. • Hizmet ahlâkı dayanışmacı bir toplum oluşturmayı hedef aldığı gibi islam ekonomisi bir yönüyle infâk kavramına ve olgusuna dayanır. Yani islâm ekonomisi biriktirmeye değil harcamaya dayanır. Daha teknik bir deyişle gelir oluşmasının temeline tasarrufu değil harcamayı koyar. Bütün toplum, kişinin kendisinden başlayarak en yakınlardan dış halkalara kadar infâk ile birbirine bağlanır. İşte bu noktada arz yönlü ekonomi gündeme gelir. Bu yaklaşıma göre ekonomi insan içindir. Çağdaş kapitalist anlayışta olduğu gibi insan ekonomi için değildir. • Bakara suresinin üçüncü ayeti gayb inancı ile infâk arasında doğrusal bir ilişki kurar: “(Allah’tan korkanlar) gayba inananlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk edenlerdir” Yani infâk etmek için inanmak gerekir. 4. Sınıfsızlık • İslâm toplumunda işbölümü kabul edilmekle birlikte, bu olgu sınıflaşmaya dönüşmediğinden, imtiyazlara karşı bir tutum alınmıştır. • Gelir, yetenek ve güç farklılaşmaları bir üstünlük sebebi değil dünya hayatındaki sınamanın aletleri olmalıdır. Bireyler ilmî ve ahlâkî yönleriyle üstünlüğe sahip olabilirler. • Hz. Peygamber, gereğinde en yakınının bile cezalandırılmasında tereddüt etmeyeceğini beyan ederken hukukun herkese eşit olarak uygulanmasını emretmiştir. Bu anlayış sayesinde,İslâm tarihinde, devlet başkanlarının sıradan insanlarla mahkemeye çıkarıldıkları görülebilmiştir. • İslâm’ın sınıflaşmayı önleyici vasfı, vakıflar gibi içtimaî hizmet kurumlarının gelişmesinde oynadığı rol ile de sabittir. Böylece, kişilerin gelir fazlaları, biz zat kendileri tarafından, içtimaî hizmet kurumlarına aktarılmıştır. 5. Mülkiyet • Mülkiyetin asıl sahibi Allah’tır ve Allah’ın kullarına bağışladığı mülk onların sınanmalarına yönelik emânetten başka bir şey değildir. İnsanların mülkiyeti Allah’ın mülkiyetinden türemiştir. Kulun elindeki mülk bir imtihan aracıdır.14 Özel mülkiyet bu imtihan esprisi çerçevesinde toplumsal görev niteliği olan bir haktır. Helâl yollardan elde edilen mülkiyet saldırılardan korunmuştur. I. İlke: “Başkalarının malını haksız yollarla almayın!” Bu ilke Kur’ân’da nisâ suresinin 29. âyetinde açıkça ifade edilmekle birlikte pek çok âyette de vurgulanmıştır. İslâm ekonomisinin temelini bu ilkenin oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. İslâm ekonomisinin birçok hükmü bu temel ilkeden kaynaklanmaktadır. Hırsızlık, gasp, rüşvet, kumar, hileli alım satımlar, tefecilik, fahiş kâr, aldatma (tağrir) ve belirsizlik (garar) yasakları tamamen bu esasa dayanmaktadır. II. İlke: “Ticâret helaldir” Başkalarına haksızlık yapmadan, haram kılınmış yöntemleri kullanmadan ve yasak ürünler satmadan karşılıklı rızaya dayanan alım satım ve ticârî faaliyetlerde bulunmak helaldir. Kur’ân ve Sünnet’te meşrû yollarla yapılan ticâret helal kılınmış, tavsiye edilmiş ve övülmüştür. Cuma suresinin 9. ve 10. âyetlerinde açıkça cuma namazı için alışverişin bırakılması emredilmekte ancak namaz bitince herkesin Allah’ın lütfundan rızkını arayabileceği ifade edilmektedir. III. İlke: “Tefecilik yasaktır” Tefecilik İslâm’ın en sert ifadelerle reddettiği bir kazanç yöntemidir. Kur’ân’ın açık ifadesiyle zulümdür. Kur’ân’da bakara suresinin 275-280 âyetleri arasında tefecilik konusuna yer verilmiş; tefecilerin kazanma hırsıyla gözü dönmüş bir şekilde davrandıkları ve “Ha alışveriş ha tefecilik; sonuçta ikiside kazanç kapısı!” dedikleri beyan edildikten sonra “Oysa Allah alışverişi helal, tefeciliği haram kılmıştır” buyrulmuştur. IV. İlke: “Aldatmak yasaktır” İslâm, başkalarına zarar vermeyen insanlar yetiştirmek ister. “Bizi aldatan bizden değildir” ilkesini öğretir. “Müslüman başkalarının elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir” der. Ticâretin dürüstçe yapılmasını ister. Mutaffifîn suresinin hemen başında açıkça şu tehdide yer verir: “Yazıklar olsun, ölçüde ve tartıda hile yapanlara!” Aynı surenin 6. âyetinde ise bunu yapanların ahiret hesabına inanmadıklarını beyan eder. V. İlke: “İsraf yasaktır” Yeryüzü ve içindekiler ile gökyüzü ve barındırdıkları Allah’ındır. İnsanları mâlik oldukları her şey de Allah’a aittir. İnsanlar Allah’ın kulu, malları Allah’ın mülküdür. Dolayısıyla emaneten verilmiş bu malların ihtiyaca göre tüketilmesi esas; müsrifçe heba edilmesi yasaktır. “Yiyin, için, giyinin ve tasadduk edin! İsraf etmeyin, kibirlenmeyin” hadisi bu temel ilkeyi çok veciz bir şekilde vurgulamaktadır. VI. İlke: “Kumar yasaktır” Kumar başkalarını sömürmenin bir aracıdır. Pek çok insan kumar masalarında tüm mallarını, haysiyetlerini ve hatta hayatlarını bırakmıştır. Nice aileler bu illet yüzünden dağılmıştır. Kazanç sağlamayı âdil standartlara oturtmak isteyen İslâm dini başkalarının zaaflarını istismar ederek onların mallarını almanın bir yolu olan kumarı kesin bir şekilde yasaklamıştır: “Ey müminler! Sarhoş edici her türlü içki, kumar ve şans oyunu, putlar ve fal-kısmet okları şeytan kaynaklı birer pisliktir” (Mâide suresi, 90. âyet). VII. İlke: “Belirsizlik (garar) yasaktır” Herhangi bir ticârî işlemin temel unsurlarından birisindeki aşırı belirsizlik işlemi geçersiz kılar. Yapılan bir alışveriş işleminde alınan mal, malın bedeli, vadesi ve türü anlaşmazlığa yol açmayacak derecede bilinmelidir. Hz. Peygamber aşırı belirsizlik (garar) içeren alım satımları kesin olarak yasakladığı için bu tür işlemler yapılmamalıdır. VIII. İlke: “Piyasaya müdahale etmemek asıldır” Piyasaya müdahale satıcı ya da alıcıya haksızlık doğurabilir. Aldatma ya da karaborsacılık yoksa fiyatların serbest piyasada oluşmasını sağlamak gerekir. Hz. Peygamber’in fiyat artışından yakınan sahâbîlerine “Fiyatları indirip yükselten Allah Teâlâ’dır” buyurduğu rivayet edilmiştir. Bununla birlikte devlet idaresi gerekli gördüğü sektörlerde ve zamanlarda müdahale hakkına her zaman sahiptir. IX. İlke: “Zenginlik meşrudur; ancak Allah vergisidir” Mülkün tamamı Allah’a aittir. O dilediğini zenginlikle dilediğini fakirlikle imtihan eder. Zenginliği veren O’dur. Zenginlerin servetlerine güvenip şımarmamaları, servetlerini Allah’ın rızasına uygun yollarda sarfetmeleri ve Allah’ın kendilerine bol bol verdiği gibi onların da insanlara bol bol iyilikte bulunmaları istenmiştir (Kasas suresi, 76-77. âyetler). X. İlke: “Serveti stoklamamak gerekir” Fakirler, yoksullar, düşkünler, açlar, evsizler, yaşlılar, çocuklar, hastalar, sakatlar, işsizler ve yetimler toplumların utanılacak kesimi değil; zenginlerin imtihan vesilesidir. Allah verdikleriyle de vermedikleriyle de insanları dener. Kendi lüksü, israfı ve kibri için servet biriktirenleri tehdit eder: “Ey Peygamber! Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları acıklı/elemli bir azapla müjdele!” (Tevbe suresi, 34. âyet). Müslüman zenginler zekâtlarını eksiksiz vermeli; kalan servetlerini toplumun da faydasına olacak şekilde yatırıma dönüştürmeli ve lüks harcamalar yerine toplumun alt kesimlerine tasaddukta bulunmalıdır. XI. İlke: “Cimrilik yasaktır” Cimrilik, kesinlikle bir müslüman tavrı değildir. Müslüman varlıklıların Allah’ın rızasına uygun yollarla servetlerini muhtaçlara aktarması İslâm toplumlarında asıldır. Başkalarına faydası dokunmayan zenginlik ise hem dünyada hem âhirette büyük sıkıntıdır: “Allah’ın kendilerine nasip ettiği servete dört elle sarılıp cimrilik edenler, bu zenginliğin kendilerine hayır getireceğini sanmasınlar. Bilakis bu gelip geçici zenginlik onlara çok kötü bir son hazırlayacaktır Bu dünyada cimrice sarıldıkları mal mülk kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır” (Âl-i İmran suresi, 180. âyet). XII. İlke: “Yasaklanmamışlar serbesttir” İbadetlerde haramlık, diğer hukûkî ilişkilerde mubahlık esastır. Buna göre hiç kimse kendi aklına göre ibadet oluşturamaz. Yine hiç kimse delili olmadıkça yasak koyamaz. İslâm dininde açıkça yasaklanmamış ve diğer yasakların da açıkça ilgasına sebep olmayan hukûkî ve ticârî tasarruflar yasak kabul edilemez. Klasik fıkıhta bu “Eşyada aslolan mubahlıktır” diye ifade edilir. XIII. İlke: “Yasak, zaruret ve ihtiyaç hallerinde kısmen düşer” İslâm insanların yararını gözetir ve zaruret hallerinde yasakları zaruretin oranına göre kaldırıp emirleri yumuşatır. İslâm pek çok konuda bu ilkeyi geçerli kılmıştır: Su yoksa teyemmümü, sefer halinde namazları kısaltmayı ve cem etmeyi, oruç tutamayanlara fidye vermeyi ya da orucu ertelemeyi, hacca gidemeyenlere vekil göndermeyi, baskı altında Allah’ı inkâr etmeyi, açlık halinde haramlardan yemeyi ve ihtiyaç var diye selem sözleşmelerini mubah kılması bunun açık göstergeleridir. Bununla birlikte bu ilke, “Zaruretler başkasının hakkını ortadan kaldırmaz” ve “Zaruretler miktarınca takdir olunur” ilkeleriyle birlikte değerlendirilmelidir. XIV. İlke: “Kolaylaştırmak esastır” Açıkça haram kılınmamış ticârî işlemlerde mümkün olduğunca kolaylaştırıcı yorumlar yapmak gerekir. Bu nebevî bir metottur. Rivayete göre Hz. Peygamber iki şey arasında seçim yapma durumunda kalınca kolay olanı tercih ederdi. Bununla birlikte kolaylaştırma dinin temel ilkelerini yozlaştırma ve işlevsiz kılma amacı taşımamalıdır. XV. İlke: “Hüküm, amaca tâbidir” İslâm dininde niyet oldukça önemlidir. İnsanların tasarrufları da bir amaca matuftur. Buradan hareketle İslâm âlimleri “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir” ve “Sözleşmelerde lafızlara değil maksada itibar edilir” ilkelerini belirlemişlerdir. Ayrıca “Tarafların zihninde var olan şartlar sözleşme metninde yazılmış sayılır” ve “Örfen malum olan sözleşmede şart gibidir” kaideleri de söz konusu ilkeyle doğrudan ilişkilidir. Sonuç İslâm dininde meşruiyetin kaynağı Allah Teâlâ’dır. O’nun haram kıldıkları haram, helal kıldıkları helaldir. Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları ise kullar yararınadır. Ticârî işlemlerde haksızlıkların, fâizin, belirsizliklerin, kumarın, rüşvetin ve haram ürün satımının yasaklanması insanların faydasınadır. Yukarıda arzedilen ilkeler İslâm ekonomisinin ruhunu yansıtmakta olup İslâmî finans konusunda uzmanlaşmak isteyenler için oldukça önemlidir. Sonuç Bir varlığın menkul kıymetleştirilerek satılması, kiralanması ve ortak tesis edilmesi mümkündür. Aldıkları sertifikalar yoluyla bu varlığın sahibi olanlar elbette varlığın gelirine de sahip olurlar. Dolayısıyla devletin ya da büyük kuruluşların gerçekten kullandıkları varlıklarını finansman ihtiyacı duyduklarında sertifika yoluyla satıp tekrar kiralamaları mümkündür. Söz konusu varlıkların belli bir vadede aynı bedel üzerinden geri alınması şartı işlemi istiğlal satışına çeviriyor görünse de bazı İslam hukukçularınca bu sertifikalar yeni bir akitleşme şekli sayılmaktadır.