Emir Hüseyin Şerif Hüseyin`e Karşı

advertisement
Emir Hüseyin Şerif Hüseyin’e Karşı
Biri Osmanlı’yı seçti, diğeri İngiliz altınlarını...
03.04.2017 / 17:53
Rusya, Bolşevik devrimden sonra âdet olduğu üzere önceki yönetimin kirli
çamaşırlarını ifşa etme ve yeni devrimin emperyalist amaçlar gütmediğini ispatlama
çabasındaydı. Bunun bir tezahürü olarak 1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ortak
projesi olan Sykes-Picot Anlaşması’nı ifşa ederek bu gizli anlaşmayı benimsemediğini
belirtti. Dönemin Osmanlı yönetimi de, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e sevinerek bildirdi
bu haberi. Küplere binen zavallı Şerif, durumu İngilizlerden teyit etmek istedi. Ve
beklenen itiraf geldi: Evet, önceden böyle bir anlaşma planlanmıştı; ancak kendisiyle
mutabakata varıldıktan sonra Arap toprakları sömürgeci güçler arasında asla
paylaşılmayacaktı.
Bu açıklamaya inanan Şerif Hüseyin, Osmanlı’ya karşı İngiliz denetimindeki
başkaldırısına devam etti. Hâlbuki onun gibi siyasetin içinde yetişen, Osmanlı
payitahtında senelerce kalan, devlet erkânıyla görüşen ve sonrasında Mekke
emirliğine tayin edilen birinin İngiliz siyasetini bilmesi gerekirdi. İngilizlerle yapılacak
siyasî anlaşmaların akıbetini tahmin edebilmeliydi. Ama nerde! İşte bunun için
“zavallı” diyorum kendisine. Dehâ ve kurnazlıklarıyla bilinen İngilizleri bir yana bırakın,
bölgedeki kabile reisleriyle bile anlaşmaktan aciz bir isyancıyla karşı karşıyayız.
Şahsî menfaat ve mevkiini güçlendirme hırsı, onu İslam hilafetine karşı isyan bayrağını
kaldırmaya sevk etmiştir ne yazık ki. Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne isyan ettiği
dönemde, Arap yarımadasındaki belli başlı kabile reisleri ile bölgelerinde güçlü
konumdaki liderlerin Osmanlı’ya yönelik tutumlarını değerlendirmek isyanın boyut ve
kapsamını anlamak açısından faydalı olacaktır.
1- Suudi Arabistan Krallığının kurucusu, dönemin Necid Emiri Kral Abdülaziz b. Suud,
cihad fetvasına olumlu cevap vermemişse de 1. Cihan Harbi’nde Osmanlılara karşı bir
tavır da almamıştır. Şerif Hüseyin’in çabalarına rağmen onun yanında yer almayarak,
savaş boyunca tarafsız kalmayı sürdürmüştür. Hatta son Yemen Valisi Mahmud Nedim
Bey’in deyimiyle “İbn Suud’un yanında peyda oluveren Shakespeare, Percy Cox ve
Saint John Philby Per’in, aleyhimizdeki bütün teşvik ve telkinatına rağmen bize karşı
hasmane bir tavır almamıştır”.
2- Hail Emiri İbn Reşid, dedelerinden beri Osmanlı taraftarı olup sonuna kadar Osmanlı
Devleti’ne bağlı kalmayı sürdürmüştür. 3- Yemen’de İmam Yahya, 1911’de Osmanlı hükümetiyle akdettiği Dean anlaşması ile
savaşın sonuna kadar Osmanlı’nın yanında yer almıştır.
4- Yemen’in Asir bölgesinde etkili olan İbn Ayıd ailesi 1. Dünya Savaşı’ndan önce
Osmanlı Devleti’ni çok uğraştırmış ise de Cihan Harbi yıllarında son reisleri olan Hasan
b. Ali’nin fazla bir etkinliği kalmamıştır.
5- Cizan bölgesinde ortaya çıkan İdrisî, Osmanlı hükümetiyle anlaşma imzaladığı halde
anlaşmaya sadık kalmayıp Trablusgarp Savaşı yıllarında İtalyanlara, 1. Dünya
Savaşı’nda İngilizlere aldanarak Osmanlı yönetimine karşı tavrını savaşın sonuna
kadar sürdürmüştür.
Medine Müdafii Fahreddin Paşa da hatıralarında Hicaz’daki kabilelerin Cihan
Harbi’ndeki tutumlarından bahseder. Mesela en büyük kabilelerden Harb kabilesinin
bir kısım şeyh ve muhariplerinin savaş boyunca devlete sadık kaldıklarını ondan
öğreniyoruz. Ayrıca son Hicaz Valisi Galib Paşa’nın vurdumduymazlık içinde gözleri
önünde olup bitenlere kayıtsız kalmasını Hicaz isyanının bastırılamamasının en önemli
nedeni olarak gösterir. “Galib Paşa’nın yerinde önceki vali Vehib Paşa bulunsaydı, Şerif
Hüseyin’in isyan hazırlığına imkân verilmezdi” Fahreddin Paşa’ya göre.
Bunların dışında, geniş Arap yarımadasında etkin konumdaki pek çok kabile
emiri/şeyhi mevcuttu. Fakat savaş boyunca lehte ya da aleyhte takındıkları tavır
savaşın sonucunu değiştirecek veya yönlendirecek nitelikte değildi. Ancak burada,
Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünden yana olup bu uğurda şahsî menfaatlerinden
feragat eden, sadık ve unutulmuş bir şahsiyetin hikâyesini nakletmek yerinde
olacaktır. Osmanlı’nın bekası için çırpınmasına rağmen savaşın sonucunu
değiştirememişse de adı tarihe yazılacak örnek isimlerden biri...
"Asla Türklere karşı savaşmam"
Kızıldeniz sahillerinde, Cidde’den kuzeye doğru 140 km’lik mesafedeki liman şehri
Rabiğ’in emiri, Harb kabileleri Mesruh koluna mensup Hüseyin b. Mübeyrik, 1. Dünya
Savaşı yıllarında bölgenin önemli aktörlerindendi. Prensip sahibi ve mütedeyyin bir
şahıs olarak bilinir. Osmanlıların Hicaz’daki son dönemiyle ilgili yazılarda (Feridun
Kandemir, Eşref Kuşçubaşı…), hatta birçok Osmanlıca belgede kendisinden övgüyle
bahsedilir. Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa, “asil ruhlu bu Arap şeyhi, Medine müdafaasının
son günlerine doğru Hicaz seferî kuvvetinin parası tükendiği ve İngilizlerin zaferi
kesinleştiği sırada, Hicaz seferî kuvvetlerine beş bin altın borç vermek civanmertliğini
de göstermişti” der. Başka bir yerde de açlıktan çekirge yemeye mahkûm olan
“Medine’deki müdafiilere yiyecek yardımı” yaptığını vurgular.
Taksim Belediye Kütüphanesi’nde Arapça bir nüshası bulunan, Ebû Cehl el-karnü’r-râbi
‘aşer Emîru Mekke es-Sabık Hüseyin (“20. Asrın Ebu Cehil’i Şerif Hüseyin” diye
tercüme edebileceğimiz), Şerif Hüseyin’in ihanetlerini anlatan kitapta da Hüseyin b.
Mübeyrik hakkında “asil, gayret sahibi ve kendisine ilticada bulunanların hamisi
olduğu” kaydı düşülmüştür. Şerif, isyandan önce hazırlık yapmak ve gerekli desteği
almak üzere Mekke ileri gelenleri ve ticaret erbabıyla gerçekleştirdiği görüşmede
bölgedeki nüfuz ve öneminden dolayı Hüseyin b. Mübeyrik’ten de yardım istemişti.
İngilizler de aracı olmuş ve kendisini sahildeki İngiliz bandırasına davet etmişlerse de o
bunu şiddetle reddetmiştir. Haziran 1916’da Mekke Emirinin Osmanlı’ya karşı
ayaklandığını ve kendisinden destek istediğini öğrenince hemen Cidde mutasarrıfına
haber yollamış ve durumun şifreli telgrafla Hicaz Valisi Galib Paşa’ya bildirilmesini rica
etmiştir.
Diğer taraftan Şerif’in küçük oğlu Zeyd son defa babasının selamını ilettiğinde
kendisine şu cevabı verdiğini biliyoruz: “Ben ve bana tâbi olanlar hiçbir zaman
Müslüman Türklere karşı savaşmayacağız”. Diğer Harb kabile şeyhleri İngilizlerin
desteğine sahip Şerif’e karşı koyacak bir güce ulaşamayacaklarını ve ona uymaktan
başka çarelerinin olmadığını belirtmelerine rağmen Hüseyin b. Mübeyrik karşı
duruşunda ısrar etmiş ve toplantıyı terk etmiştir. Bir süre sonra Şerif Hüseyin’den
gelen tehdit mesajlarına da aynı üslupla cevap vermiştir. Kendi kabilesi olan Harb
kabilesi Bedevîlerinin çoğu Şerif Hüseyin’in tarafında Osmanlı askerine karşı şiddetli
çarpışmalarda yer almalarına rağmen o bu isyana karşı çıkmış ve öldürüldüğü 1918
yılına kadar ısrarla Osmanlı Devleti’nin yanında yer almayı sürdürmüştür. Onun
emrindeki 4 bin kişilik bir kuvvetle Şerif’in kuvvetlerine karşı savaştığını biliyoruz.
Dahası, idaresindeki Rabiğ kenti Mekke’ye en yakın limanı barındırdığından, İngilizler
tarafından Şerif’e bu liman üzerinden gönderilen silah ve mühimmatı müsadere
ederek Osmanlı’ya teslimini gerçekleştirmiş, böylece
Şerif Hüseyin’in başarısını bir nebze de olsa geciktirmiştir. Mısır’daki İngiliz komiseri ve
isyanın mimarı McMahon, Abdullah Mahir el-Mübeyrik el-Ğanimi tarafından
yayımlanan, ülkesinin Dışişlerine yazdığı 5 Eylül 1916 tarihli bir mektupta “hâlihazırda
savaşın Rabiğ kentindeki duruma bağlı kaldığını ve şehri elinde bulunduran şeyhin
behemehâl ortadan kaldırılması gerektiğini” bildirmiş, aksi takdirde Cidde’nin elden
çıkmasının işten bile olmadığını kaydetmişti. "Şerif Hüseyin öldürttü"
Hüseyin b. Mübeyrik’e göre, Şerifin başkaldırdığı devlet İslam hilafetini temsil
ediyordu. Dolayısıyla başkaldırmak bir isyandı. Bu isyana karşı koymak ve devleti
savunmak ise her Müslümanın üzerine farzdı. Sonuçta sahildeki İngiliz ve Fransız
gemilerinin bastırması, havadan İngiliz uçakları ve karadan Şerif kuvvetlerine karşı
verdiği amansız mücadele sonunda kenti terk etmeye mecbur edildi. Harb kabilesinin
bir kolu olan Zubeyd şeyhine iltica etmek zorunda kalınca da Rabiğ Şerif Hüseyin
kuvvetlerinin eline geçmiş ve emlakı müsadere edilmiştir. Evinin de isyancı Şerif’in
küçük oğlu Zeyd’in ikametgâhı haline dönüştürüldüğünü belirtelim (Ne gariptir ki,
Eşref Kuşçubaşı Şerifin kuvvetlerine esir düşüp Rabiğ’e getirildiğinde, o sıralarda Şerif
Hüseyin’in ordu komutanı olan Aziz Ali el-Mısrî ile işte bu evde görüşmüştür). Bir
taraftan İngilizlerin baskısı, diğer taraftan Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e bağlı güçlerin
Rabiğ kentini ele geçirmeleri üzerine Mübeyrik yine Harb urbanına bağlı Hıcr’a
sığınmak zorunda kalmıştı. Ancak Şerif kuvvetlerinin burayı da tehdit etmeleri üzerine
üç şıktan birini seçmesi gerekiyordu: Ya Abdulaziz b. Suud’a iltihak edecek, ya
İngilizlerin denetimine girmiş olan Rabiğ kentine geri dönecek veya kendisine aman
veren ve Kur’an-ı Kerim’le beraber güven mektubu gönderen Şerif’e inanıp Mekke’ye
gidecekti. Yine aynı aileden Abdullah b. Mübeyrik’in aktardığına göre Hüseyin b.
Mübeyrik, arkadaşı olan ve kendisine çok güvenen Mekke Şafii müftüsü Şeyh Ahmed
Şems’e bir mektup yazarak Mekke’ye gelip gelmemesi hakkında görüş belirtmesini
istemiş, Mekke’ye gelmesinde bir sakınca olmayacağını belirtmesi üzerine ahde vefa
gereği Mekke’ye gitmeyi seçmişti. Etrafındaki insanlar her ne kadar onu bu isteğinden
vazgeçirmek için çırpınıp Şerif’e güvenilmeyeceğini ve kendi isteğiyle Mekke’ye
gitmemesi gerektiğini bildirmişlerse de Mübeyrik Mekke’ye yöneldi. Ne var ki Şerif’in
yanında Ecyad kalesinde ikamet etmeye başladığında her gün ölümle burun buruna
gelecekti. Zira Şerif’in adamları kendisini ortadan kaldırmak için yemeğine hemen her
gün zehir katıyorlardı. Bunun farkına varmasına rağmen duymazlıktan gelmiş ve
zehrin etkisini azaltmak için limon yemeğe, hatta kahveyi bile limonlu içmeye
başlamıştı. Bu şekilde ortadan kaldırılamayan Hüseyin b. Mübeyrik, bir gün sabah
namazını kılmak için Harem-i Şerif’e giderken ateş edilerek öldürüldü. Allah rahmet
eylesin!
Yerine geçen kardeşi İsmail de abisi gibi asalet ve prensip sahibi bir şahsiyet olup,
siyasî dehâsı yanında zenginliği ve kendisine bağlı ihlas sahibi insanların sayesinde
büyük bir nüfuza sahipti. Gerek Şerif Hüseyin, gerekse Suudi Arabistan yönetiminde
hem bölge insanına, hem de Hacca gelen Müslümanlara faydalı icraatları olmuştur.
1955 yılında vefat ettiğinde yaşı 90’ı geçmişti.
İsyana dönersek, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in sözde İttihat ve Terakki yönetimine,
gerçekte ise Osmanlı Hilafeti’ne karşı kalkıştığı bu isyanın başarıya ulaşmasında ve
Osmanlıların Hicaz’dan çekilmelerinde İngilizlerin büyük rolü olduğu açıktır. Fakat
madalyonun bir de öbür tarafı var. Fahreddin Paşa’nın da anlattığı gibi son Hicaz
valisinin hatalı uygulamalarını ve bazı kaynakların ileri sürdüğü üzere Mekke’deki
kışlalardan atılan top mermilerinin Kâbe’ye isabet etmesi gibi bazı çılgınlıkları da
unutmamak gerekir. İttihat ve Terakki mensuplarının bazı sorumsuz hareketleri de
Mekke Emirinin elini güçlendirince Hüseyin b. Mübeyrik gibi Osmanlı taraftarı nice
kabile şeyhinin cansiperane çabaları maalesef müspet bir sonuç vermekten uzak
kalmıştır.
İNGİLİZ ALTINLARI SİZİN OLSUN!
Şerif Hüseyin, askerlerinin önemli bir bölümünü teşkil eden Harb kabilesinden
destekçilerini Hüseyin b. Mübeyrik’in idaresindeki Rabiğ sahil şehrine yakın elKudayme denilen mevkide toplayarak onu da isyana davet etti. Şerif Hüseyin burada
üç gün devam eden toplantıda İngilizlerden aldığı altınları kabile şeylerine dağıtarak
kendilerinden destek ve güvence almak istedi. Ancak Hüseyin b. Mübeyrik yine itiraz
ederek Harb kabile şeyhleriyle özel bir toplantı yapmış, kendisine verilen altınları
şaşkın bakışlar arasında onlara dağıtmıştır. Bu hadise üzerine bölge üzerinde İngiliz
uçakları dolaşmaya başlamıştı. Böylece asil Arap şeyhi üzerinde psikolojik baskı
uygulamaya çalışmışlarsa da onu fikrinden caydırmaları mümkün olmamıştır.
Prof. Dr. Süheyl Sapan Suudi Arabistan King Saud Üniversitesi
Öğretim Üyesi.
Kaynak: Derin Tarih
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download