Karadeniz Müziği

advertisement
Karadeniz Müziği
Giriş
“Bir toplumda müzik bozulmuşsa, orada pek çok şey bozuk demektir.”
Öncelikle bu milletin tarihini, kültürünü ve zaman içinde meydana gelen sosyal
değişmeyi doğru okumak, doğru bilmek ve doğru yorumlamak bizlerin birinci amacı ve
hedefi olmalıdır ki, söylenecek sözümüz olsun.
İşte müzik de bu unsurların ve işaretlerin başında gelenidir. Ve sözlü kültürün irticalen
ve çalgı aracılığıyla ifasıdır, icrasıdır.
Müzik, toplumun sosyo-kültürel yapısının bir ürünüdür. Bu nedenle müziği toplumun
diğer alanlarından soyutlanmış bir biçimde ele alamayız.
Umumî bir bakış açısından sonra konun ayrıntılarına aşağıda gireceğiz. Ancak şimdiden
belirtebiliriz ki; 80–100 yıl, özellikle 30–40 yıl, içinde memleketimizde diğer alanlarda
olduğu gibi, müzik alanında da hızlı ve büyük bir gelişme/değişme olmuştur.
Tarihi olaylar insanı etkilediği gibi onun uğraşı alanlarından, bulunduğu sosyal çevreyi,
hayal dünyasını, çektiği sıkıntıları, duygu ve düşüncelerini dışarı vurduğu müziğini de etkiler.
Müzik aynı zamanda gerek sözleriyle, gerek ezgileriyle millî ve manevî değerlerimizin
özünü teşkil etmektedirler. Milletimiz türkülerle sevinçlerini, acılarını, kahramanlılarını,
sevgilerini, nefretini, hoşgörüsünü anlayışını dile dökmüştür.
Duygu ve düşüncelerin ses, söz ve ezgilerle anlatıldığı bir iletişim aracı olan müzik, aynı
zamanda kültürün temel öğelerinden biridir. Düşüncenin ve felsefenin şekillendirdiği, beyinle
doğrudan bağlantısı olan bir “gönül dili” olan müzik, aynı zamanda milletin ortak malı olarak
da görülmektedir.
Müzik, bir medeniyetin, inancın, edebiyatın ve hayat şeklinin meydana getirdiği yüce
hislerinin en yüksek ifadesidir.
Bizim geleneksel müziklerimiz; "Halk Müziği", "Klasik Türk Müziği" ve “Tasavvuf
Müziği”dir.
Geleneksel müzik içinde yer alan halk müziği; oluşup, üretildiği günden bugüne kadar
yaşayan, bulunduğu yöre ve çevrelerde sevilerek çalınıp söylenen ve çoğunluğu yapıcıları
belli olmayan anonim eserlerdir. Yöre insanları tarafından üretilen, söylenen ve çalınan,
yöredeki insanların ortak eseri haline gelen ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar
ulaşan bu müzikler, yerel kültürlerin ve kimliklerin izlerini taşıyacaktır ve taşıyorlar da.
Halk müziğimizin en önemli özelliklerinden biri de yaşadığımız toplumun geçmişteki
yaşantısı, zevki, eğlencesi, geleneği, göreneği ve başından geçen olayları, belirtmesidir. Bu
açıdan türküler, sosyal ve tarihsel önem de taşımaktadırlar. Hepsinin dayandığı birer hikâyesi
vardır. Bu hikâyeleri bilmeden, dinlemeden ve hissetmeden seslendirilen müzikler yavan kalır
ve yavan olur.
Yine bizim türkülerimiz yaşanılan olaylara, olayların geçtiği coğrafi bölgeye ve
konularına göre değişiklikler göstermektedir. Bu değişiklikler bölgeden bölgeye, şehirden
şehire, ilçeden ilçeye hatta köyden köye bile görülmektedir. Görülen bu değişim türkülerin
ritimlerinde, usullerinde, ses genişliklerinde, ezgi yapılarında, konularında ve yörelere göre
değişen ağız yapılarında görülmektedir. “ Tavır” dediğimiz bu farklı anlatım tarzı halk
müziğimizin ne kadar zengin olduğunu göstermektedir.
Nasıl ki, içtimai alanda bir değişme oluyor ve diğer alanları da etkiliyorsa, zaman içinde
müziğimiz de bu değişmelerden olumsuz yönde, içerikte etkilenmiştir. Müziğimiz ritim,
melodi, söz, kaynak açısından kirlenmiş, pop müziği adı altında yozlaştırılmıştır. Müziğin
yozlaşması bu milletin değerlerinden kopması ve koparılması ile başlamıştır.
Kuşkusuz bir toplumun sosyal yapısında meydana gelen erozyonlar o toplumun
ekonomisini, hukukunu, dinî yaşayışını ve dine bakışını, dilini ve kültürünü etkilediği gibi
sanatını da etkiler. Elbette bu sanatların içinde müziğimiz de vardır.
Türkiye’de içinden geçilen süreçlerin, cumhuriyet ve hatta Tanzimat da dâhil, etkisiyle
müzikte bir tür kirlenme, yozlaşma oluşmaya başlamıştır. Melodi, ritim ve söz açıdan kalitesiz
eserler ortaya çıkmaya başlamıştır. Birbirinin benzeri, otantik/özgün değerlerinden
mahrum/yoksun eserlere bolca rastlanılmaktadır. Basitçe oluşturulmuş altyapıları, milletin
sevk ve ahlâkına aykırı, Türk dil yapısıyla örtüşmeyen söz yığınları ve her türlü otantiklikten
mahrum melodileri toplumca tutulur hale gelmiştir. Daha da kötüsü fizikî görünüm önemli bir
ölçü olmuştur. Bu şekilde halk, düşünmek ve sorgulamaktan uzak tutulmak maksadıyla,
çoğunluğu tempolu şarkılar eşliğinde pavyonlarda, gazinolarda, barlarda, açık hava
konserlerinde, dar televizyon stüdyolarında, yayla şenliklerinde, düğünlerde ilh. oyalamaya
terk edilmiştir.
Yozlaşmanın ve taklitçiliğin başladığı devir, yaygın kanaatin aksine, 1950’ler değil,
Cumhuriyet ve cumhuriyet öncesi devirlere kadar gitmektedir. “devrimler”den biri de müzik
alanında olmamış mıdır? Türk sanat musikîsi radyolardan yasaklanmış, okullarda öğretilmesi
tek parti döneminde kaldırılmamış mı?
Müzikle haşır-neşir olanların ortak görüşü şudur; Türk musikisinin tabii seyrinin
batılılaşma politikaları uğruna cumhuriyet devrimleriyle kesildiğini ve yerine yeni bir şeyin
konulamadığını, yapılanların da batı müziğinin çok ama çok kötü bir taklidi olduğu
yönündedir.
Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya 1934 yılında bir genelge yayımlayarak, radyo
programlarında "alaturka musikinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp tekniğiyle
bestelenmiş musiki parçalarımızın Garp tekniğini bilen sanatkârlar tarafından çalınması"
uygulamasını başlatmıştır. Bu yasak yalnızca radyoyla sınırlı kalmamış, yurt çapında bir
yasak olarak algılanmıştır.
Özellikle 1960'lardan başlayıp yakın yıllara gelinceye değin önce Polis radyosu, daha
sonra da tam bir gelişigüzellikle mantar gibi biten özel radyo ve TV'ler, yoğun biçimde
arabesk denilen yoz müziği yayınlaştırmışlardır.
TV programlarında gerçek müzik sanatı ürünlerine değil, yozlaşmış zevklere seslenen
çığırtılara yer verilmesi başlı başına bir sorumsuzluktur.
Bugün her türlü televizyon ve radyo yayınlarında sunulan bu sözde müziğin özellikle
cinselliğe bunca batmış olması da düşündürücüdür.
Anne, baba, arkadaş ve insan sevgisini; tabiat sevgisini; güneşi, ayı, denizi, dağı;
bilgeliği, adaleti, yiğitliği, barışı ve bunların karşıtlarını sesler dünyasının imkânlarıyla
anlatamayan bir toplumun müzik "sanatına" sahip olduğu söylenebilir mi? Meselâ sinema ve
benzeri görsel sanat ürünlerinde bir sevinç ya da korku heyecanını, bir gerilim durumunu, bir
kovalamacayı, bir yardımlaşmayı…izleyiciye daha iyi duyurabilmek için, dahası herhangi bir
TV ve radyo programının tanıtım parçasını oluştururken hemen Batı Müziği denilen çok sesli
müzik parçalarına başvurmak zorunda kalınması, kültür ve sanat üzerine nutuk çekenleri
düşündürmeli, değil mi?
Günümüzde “şarkı” türü, bütün türlerin yerini almış ve yaygınlaştıkça popülerleşmiştir.
Ama popüler müzik eserlerinde Türkçe'nin yanlış kullanılması ve argo kelimelerin
çokluğundan kültürel değerler ve geleneksel müzik “yozlaşmaktadır” ve insanlar bu olumsuz
değişime karşı koyamamaktadır.
Günümüzde yozlaşmış, içerik ve işlevi değişmiş müzik türleri geleneksel müzik diye
sunulmaktadır.
Yıllardır müziğin bir tüketim aracı olarak görüldüğü bir kültürün içinde yaşıyoruz.
Türkücü derlerdi bizim küçüklüğümüzde, şimdinin “sanatçı” dediklerine. Şimdikiler ise,
ideolojilerini öne çıkarmışlar. Bizim türkücülerimiz var. Sanatçılarımız çok az. İyi bir
kemençe çalabilirler ama müzisyen ve de sanatçı olmaları imkânsızdır.
Müzik bir eğlence kültürüne ve sektörüne dönüştürülmüştür. Eğlence sektörünün en
önemli bölümlerinden birisi pop müziktir. Pop müzik, pazarlanabilir unsurlarla, yani metalarla
uğraşan bir popüler kültür ürünü, tüketim kültürüdür.
Bu tüketim kültürü zamanla eski geleneksel müziğimizi değiştirilerek farklı şekillerde
tekrar tekrar pişirilerek önümüze yeni bir müzik tarzıymış gibi sunularak çözülmeye
çalışmıştır. Karadeniz halk müziğinde de yapılan aynen budur. Bu gün baktığımızda, farklı
çalgılarla-çok sesli dediğimiz çalgılarla- var olan söz, ritim ve melodi tekrar edilerek otantik
yapıdan gittikçe uzaklaşılmaktadır.
Türkiye'de zaten henüz sayıları çok az olan eğitimli, güzel sanatların değerini bilen,
gerçek müziği yoz müzikten ayırdedebilen insanları eğlence ve dinlenme yerlerinin dışına
itmiştir. Onların yerini bar kapatan, masa dağıtan, uyuşturucu alan, düğünlerde dolar saçan,
ama bir bilim, sanat ya da sağlık .. kurumu kurmayı ya da desteklemeyi aklından
geçiremeyen, her dıngırtıyı müzik sanan, cinsellik, din ve ideoloji sömürüsü yapan … ve düne
kadar dürüstçe vergi bile vermeyen görgüsüz "paralılar"dan kurulu bir kesim almıştır. "Güzel
zaman geçirme"nin ne demek olduğunu bilenlerden yoksun kalan eğlence yerlerinin, gerçek
sanatçılar ve sanatseverler için özendirici olması beklenemezdi.
Son yıllarda yerel televizyonların boy göstermeleriyle ortaya çıkan türkücü furyasında
herkese müzisyen, dememeli. Hele hele sanatçı hiç dememeli. Müziğin ticaretini yapan,
müzikle pek kaygıları olmayan, müziği kullanarak kendi ceplerini dolduran, egolarını tatmin
edenlere tam aksine müzikçi, türkücü demeliyiz.
Müzisyen veya sanatçı, ilgili olduğu alanda tarihî, milletlerarası karşılaştırmalar yapacak
seviyeyi yakalamış, icra ettiğin sanatın bütün anlatım yollarını incelemiş şahsiyetlerdir.
“Sanatçı, bir toplumun yükünü çeken, o toplumu omuzlayıp bir yerden daha yüksek bir
yere taşıyan kimsedir.” Öncüsüdür yaşadığı toplumun. O herkesten önce hisseder... Herkesten
önce farkeder. Sanatçı toplumunun özünden ayrılmaz, inkâr etmez. Yaratanından bir ruh
taşır. Sanî sıfatının kendinde tecelliği ettiğine imanı tamdır.
…
Yukarıda bir nebze de olsa değindiğimiz gibi, sanatın önemli bir dalı olan müzikte
kirlenme, sosyal alanda kirlenme, basında kirlenme ve teknik alanda kirlenme olmak üzere
üçe ayrırmak gerekebilir. Buna göre, müzikte kirlenmenin teknik unsurlarını ise, melodik
dokuda, ritmik yapıda, söz unsurunda ve icra şekillerindedir. Türkiye'de yayınlanmakta olan
müzik türleri incelendiğinde, Türk müziğinde kirlenmenin büyük boyutlarda olduğu
görülmektedir.
Müzikte kirlenme ile ilgili sosyal boyuttaki bir gözlemimiz de şudur: Sanatçı aldığı
eğitim doğrultusunda toplumu yönlendiren, eğiten, üreten, kültürel alanda karizması olan
kişidir. Müzik dünyasında sanat icra eden kişilerdeki mesleki cehalet, kirlenmenin
boyutlarına, daha başka boyutlar da ilave etmektedir.
Bu tanımlara göre, müzikte kirlenmenin sosyal kirlenme ile başladığını söylemek
mümkündür. Çünkü toplumun aile yapısında, eğitim kurumlarında, hukuk anlayışında, dilini
kullanmasında, manevi değerlerinde, düşünce yapısında, örf-adet ve geleneklerine bakış
açısında meydana gelen yozlaşmalar zincirinin bir halkasını da sanat anlayışındaki çözülme
oluşturmaktadır.
Müzik için film ile film için müzik ayırımına uymayan, öz ve söz ile bağdaşmayan
klipler de kirlenmeyi arttıran nedenler arasındadır. Solistte solist, eserlerde de eser niteliği
olmayınca, müzik yapımcıları da akıllara durgunluk veren yönetmelerle bunları kabul
ettirmeye çalışmaktadırlar. Müstehcenliğe varan erotik görüntüler eşliğinde müzik,
''dinlenme'' vasfını yitirerek, “seyredilir” bir meta haline getirilmektedir.
"Kültürünüz, sanatınız aslında yaşam tarzınızın ifadesidir. Bakın televizyona her yerde
‘bilinçli’ olarak yedirilmeye çalışılan kalitesiz bir müzik var. Kendi öz ezgilerinden
koparılmış, özenti mahsulü bir müzik. Bu gidiş de kültürel yozlaşmayı getiriyor.”
Bu zaman kadar söylediklerimizden Karadeniz Müziği’ni ayrı tutamayız. İlk bakışta,
Karadeniz müziği… Bölgesel müzik… Bunlar etnik müzik olayını hatırlatıyor gibi... Aslında
müzik insanın sosyal hayatının bir parçası… dinî düşüncesini, bağlı olduğu ideolojiyi, sahip
oldu kültürü yani hayat felsefesini ifade ettiği bir san’at ve bir alan…
“Ülkemizin geleneksel müzik yönünden en zengin yörelerinden biri Karadeniz Halk
Müziği’nde de ne yazık ki bu değişiklikler yapılmaktadır. İcrada mükemmeliyetten uzak
sözlerde ve estetikteki bozukluklar üstelik eğitici hiçbir değeri olmayan bu tarz halka kötü
zevkler aşılamaktadır. Elbette ki halk müziğimizin ezgilerinden yararlanarak sağlam eserler
oluşturmak mümkündür (Enstrümantal topluluklar, folklorik operalar ve benzeri). Fakat halk
ezgilerini alıp yozlaştırmaya çalışmak ciddi bir sorundur.”
Karadeniz Müziği içerisinde birçok türler vardır. Horon, karşılama, atma, sürmeli,
seyran, fingil ve benzeri. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde mani atma şeklinde yapılan,
belli bir konu üzerinde irticalen söylenen maniler bir kemençe, kaval ve tulum eşliğinde çok
bildik melodilerle (o yörede çok bilinen) seslendirilir. Bunlar seslendirilirken genellikle oyun
ve eğlence ön planda olduğu gibi birilerine söz söyleme, cevap verme, taşlama gibi amaçları
vardır. Bu nedenlerden dolayı mani atma geleneği içerisindeki sözleri ve melodileri, yörenin
icracıları çok kolay bir şekilde irticalen çalıp söyleyebilmektedirler. Genellikle bunların
içerisinde coşkulu melodi ve sözler vardır. Çoğunlukla eğlence ortamlarında yapılan bu tarz
günümüzde pop alt yapılarıyla, üzerine sadece bir kemençe sesi kaydedilerek kolaylıkla
yapılabilmektedir. Alt yapılara bakıldığında, hareketli dansları içeren bu müzik formu
üzerinde bir kemençe sesi veya zurna, kaval gibi enstrümanlarla bu bildik melodilerin icrası
mani atma geleneğindeki sözler güncelleştirilerek Karadeniz ağzıyla okunmaktadır. Bu
yapılan da aslında Karadeniz Pop’udur. Ne yazık ki bu da türküleri geliştirmek değil
değiştirmektir.
Popüler Karadeniz müziği geniş kitlere belki hitap etmeyi başarmıştır, bunun
sonucunun tek yararı da bu müzik türünden bihaber olanlara az da olsa Karadeniz müziği
ritminin farkında olmadan öğretmesi yatmakla beraber, icra geleneğinin ve söz söylemenin de
bir dejenerasyonu söz konusudur. ( Kurt, İ: 2003 )
Adsız kahramanların yarattıklarını bu halka ve gelecek nesillere doğru olarak iletmemiz
kutsal bir görevdir. Elbette ki türkülerimizi geliştirmekte görevimizdir, ancak bazı sanatçılar
ki onlara sanatçı demeğe de pek dilim varmıyor, geliştirmekle değiştirmek arasındaki farkı
henüz kavrayabilmiş değiller.( Sönmez, K: 2002 )
Sanatın gerçek sahibi kitlelerdir. Oysa günümüzde bu gün kalitesiz ve kösüz anlayışlar
ile birleşen kitle iletişim araçları toplumun doğurganlığını öldürmektedir.
Eskiden her evde bir müzisyen varken bugün çoğumuz pasif biraz izleyiciyiz. Elbette
ki ürünü kitlelere beğendirmek içinde sanatçının kendini sınırlamaya ya da zorla basit ürünler
vermeye de çalışmaması gerekir.
Sonuç Olarak;
Dinleneceği yerde tüketilen bir meta konumuna getirilen müzikte kirlenme, sosyal ve
ahlaki kirlenmenin bir başka boyutunu oluşturmaktadır.
Müzik zevkten önce kültür meselesidir ve gelişmiş bir müzik kültürü için zamana ve
paraya ihtiyaç vardır.
En önemli nedenlerden biride, Türkiye’de kültür yorumcuklarının Popüler yazılar
yazamaması, halkın ulaşabileceği kanallarda kültürle ilgili kapsamlı tek bir değerlendirme
yazısına ya da ( televizyon ya da radyo için ) konuşmasına bile ulaşmaya imkân yok.
Kültür konularında Türkiye’de kitleleri tereddüde sevk edecek, gördüklerinden,
sunulandan “başka” şeyler de olduğundan, olabileceğinden haberdar edecek tek bir kanal bile
yok. Türkiye’de sanat hala elite ait görülüyor oysa sanat sokağa ve halka aittir. Karadeniz
Müziği halka meal edilmeye çalışılırken köklü geçmişinden koparılmıştır. Doğurganlığı,
yukarıda bahsettiğimiz gibi, kaybolmuştur.
Bugün ise yüksek bir zevk ve hissiyat olarak(!) “Çakkıdı” müziğine gelmiş ve geçmiş
durumda bulunuyoruz.
Ne Karacaoğlan’daki insan ve doğa sevgisi, Ne Dadaloğlu’ndaki yiğitlik, kahramanlık,
ne Yunus Emre’deki ilahî aşk, ne Dede Efendi’deki üstün sanat, ne de Itri’nin mistisizmi…
Anadolu’da yani duyguların beşiğinde, bugün maalesef halkın gündeminde bu üstün
anlayıştan eser yok. Derin bir yozlaşma var müziğimizde. Sözlerinde sevgisizlik, aşağılama,
aldatma zevki, nefret, müstehcenlik, yalan; bestesinde gürültü, ahenksizlik, uyumsuzluk,
dengesizlik, teneke yuvarlanması gibi bir şey…
Gerçekleştirilen ve adı pop-rock olan ve aslımızla alakası bile bulunmayan bu
gürültülerin hem ahengi yok, hem sözleri manasız, hem de bir araya getirilmiş saçma sapan
kelimelerden örülü, bir örümcek ağı kadar ömrü olan, bir yaratık…
Bu topraklarda elbette ki hâlâ içinde bulundukları toplumun özelliğini taşıyan ve onların
duygularına tercüman olan gerçek sanatçılar var. Ancak Onlar’a ne televizyonda, ne gazetede,
ne de radyoda pek yer yok.
Ama gerçek sanatkârları bu millet hafızasına kazıyacaktır. Milletleri millet yapan, ortak
ve millî bir hafızaları olmasıdır. Bu hafıza bir insanın hafızası gibidir ve yıllar geçse de
kalitenin hakkını verir.
Popüler hale getirilenler ise, bir günde tek bir nakarat bölümü sayesinde bir süre
ekranlarda radyolarda boy gösterecekler. Açık saçık bir klip çekip müzik kanallarından hiç
düşmeyecekler, Talk Showlar’da dans eşliğinde tüm acemilikleri ile parçalarını
yorumlayacaklar, gecelere akacaklar, bardan bara kaçamak yapacaklar.
Sonra ne mi olacaklar?
Unutulup gidecekler tabi.
…
Bazıları, türkü söyleyen küçücük çocukların çığlıklarını topluma müzik diye sunmuş ve
kabul de ettirmişlerdir.
Sanat ve sanatçı tanımları maalesef ülkemizde birçok farklı dalda olduğu gibi elde
edilmesi son derece basit kavramlar halini almıştır.
Artık dinleyici yerini müşteri diye adlandırılan kimselere bırakmak zorunda kalmıştır.
Özellikle özel radyo-televizyon yayınlarının kalitesizliği, ülke genelinde bir ''Estetik''
boşluğun oluşmasına adeta yardımcı olmuştur
Eser yapma ve icra gücünün estetik duygularla beslenmemesi sonucunda, yeni eser
üretimi durma noktasına gelmiştir.
Müzikte özgürlük adına yapılan uygulamalardaki sanatçı yetiştiren kurumların azlığı
göze çarpar duruma gelmiştir.
Gazel ve ilahiler bugün ya unutulmuş, ya mevlithanlarca dinî gün ve gecelerde söylenir
olmuş ya da diskotek müziğine dönüşmüştür.
Günümüze bakacak olursak karşılıklı etkileşim yerini tek taraflı bir etkilemeye, daha
başka bir deyişle taklitçiliğe bırakmıştır.
Halkın bağrından çıkmayan, beğenisini kazanmayan ve beslenmeyen her şey insanımıza
zorla zerk edilmeye çalışılmaktadır.
Karadeniz müziği pop müziğe dönüşmüş ve dönüştürülmüştür.
“Ne yazık ki Karadeniz pop müziği toplumsal yapının bugünkü sonucudur. Ne olduğu
belirsiz bu müzik türü özellikle gençlerde çürümeğe yol açmaktadır. Geleneksel halk
müziğinin sınırlarını gevşeterek yozlaştırmakta, sanat tekniğine ve estetiğe zarar vermektedir.
Dikkat edilirse, popüler müzikte yozlaşmanın içinde bulunanlar genç nesillerdir ki “yaşları 25
civarındadır” bu da geleceğimizde önemli ölçüde yozlaşma demektir.(Kaygısız, M 2000: 389,
390)”
Tavsiyeler
Müzik milletin maldır. Halk ezgilerinin eğitici, estetik yönden kontrolünü yapacak bir
üst kurul kurulmalıdır.
“Yozlaşma” ile ilgili konunun her kesimce değerlendirmeye alınması ve sosyo-kültürel
boyutu üzerinde düşünülmesi ve acil tedbirler alınması gerekmektedir.
Geleneksel müziğimizin korunması için “eğitim”de müziğe daha fazla önem
verilmelidir. Ayrıca müzik piyasasına yönelik denetimler de artırılmalıdır.
Tarama yapılarak seslerin kayıt edilebilmesi gerekmektedir.
Müziğin, cehalet eseri olan eğlencelere alet olunmasının önüne geçilmelidir.
Müzik zevk unsuru olmaktan ve emirle gelişme gösteren bir yapıdan kurtulmalıdır.
Yapılacak büyük bir iş de pop'a değil, gerçek ve kaliteli müziğe yönlendirme
yapılmalıdır.
Müziğimiz, eski şiiri ve edebiyatı güncelleştiren bir araç olabilmesi için çalışmalar
yapılmalıdır.
Argo kelimelerden, kavramlardan kurtularak hayatın gerçeklerini anlatmalıdır.
Usta-çırak ilişkisi devam etmelidir. Ses kadar kişideki karakter ve duruş da
önemsenmelidir.
Yazı: Ahmet TESNİMÎ (Sakarya,18/07/2010)
Tarih: 18.7.2010
http://www.catak.info/
http://www.catak.info/
Download