1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 1 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Davet Değerli Meslektaşlarım, Kadın ve yenidoğan sağlığının iyileştirilmesinde ve sağlık göstergelerinin geliştirilmesinde ebeler önemli role sahiptirler. 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongremizi 11-14 Mayıs 2017 tarihleri arasında Adana Sheraton Grand Otel’de gerçekleştireceğimizi duyurmaktan ve sizleri kongremize davet etmekten büyük onur duymaktayız. Kongremizin, ülkemiz ebelerini biraraya getirerek mesleki sorunlarımıza ortak bir dil ve çözüm önerileri üretmenin yanısıra kadın ve yenidoğan sağlığının iyileştirilmesindeki güncel yaklaşımlarında paylaşılacağı ve tartışılacağı, bilimsel yönden zengin bir kongre olmasını hedeflemekteyiz. Gebeliğin başlangıcından doğum sonrası 42.günü kapsayacak şekilde, kaza ve tesadüfi sebeplerden kaynaklanmayan, gebelik veya gebeliğin yönetimi ile ilgili olan veya bunların ağırlaştırdığı herhangi bir sebeple kadının ölmesi anne ölümü olarak tanımlanmaktadır. 1990 yılında yüzbinde 100 olan anne ölüm oranı 2002 yılından itibaren uygulanan sağlık politikaları ve sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde hızlı bir düşüş göstermiştir. 2005 yılında yüzbinde 28,5 olarak saptanan anne ölümü, DSÖ 2008 raporlarında hızlı düşüş sağlayan ilk 10 ülke ve 2010 yılı raporlarında da ilk 20 ülke arasında belirtilmiştir. 2014 Sağlık Bakanlığı verilerine göre de ülkemizde anne ölüm oranı 15,4 olarak bildirilmiştir. Yine ülkemizde TNSA-2013 verilerine bakıldığında, son beş yılda doğan her 1000 bebekten 13’ nün bir yaşına gelmeden öldüğü, aynı dönem için bir-dört yaş arası çocuklar için hesaplanan ölüm hızı binde 2, beş yaş altı ölüm hızı ise binde 15’dir. Tüm bu ana çocuk sağlığı göstergelerinde ki iyileşmenin temelinde birinci basamakta emek veren ebelerin verdiği sağlık bakım ve uygulamaların etkisi takdire şayandır. Son yıllarda ülkemizde kadın ve yenidoğan sağlığı göstergelerini yükseltme stratejilerinin gündemde olduğu bir dönemde, kongremizin bu yılki ana temasını “Birinci Basamak Ruhunda Ebeliğin Varoluşsal Kimliği” olarak belirledik. Güncel yaklaşımlar doğrultusunda, alanında uzman konuşmacıların yer alacağı bilimsel programın yanı sıra gereksinim duyulan konulara yönelik kurslarla zenginleştirilmiş kongremizde, ülkemizin dört bir yanında büyük bir özveri ile çalışan tüm meslektaşlarımızı, her alanda desteğini bizden esirgemeyen kıymetli akademisyenlerimizi, mesleğimizin geleceğini şekillendirecek ebelik öğrencilerimizle beraber olmak en büyük dileğimizdir. Birlikte bilgi paylaşımında bulunmak, karşılıklı iletişim ve etkileşimimizi artırmak amacıyla 11-14 Mayıs 2017 tarihleri arasında “1.Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi” ne sizleri davet ediyor ve portakal çiçeklerinin eşsiz kokularıyla Adana’da buluşmak dileğiyle saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Yrd. Doç. Dr. Filiz YARICI ATIŞ Kongre Başkanı 2 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Kurullar Onursal Başkan Yrd. Doç. Dr. Nazan KARAHAN Kongre Başkanı Yrd. Doç. Dr. Filiz YARICI ATIŞ Bilimsel Sekretarya Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ Öğr. Gör. Dr. Melike ÖZTÜRK Ebe Halide İNCİ Düzenleme Kurulu Prof.Dr. Gürsel ÖZTUNÇ Doç. Dr. Sultan ALAN Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ Doç. Dr. Fatma Deniz SAYINER Yard. Doç. Dr. Meltem AKBAŞ Yrd.Doç.Dr.Mine YURDAKUL Yrd.Doç.Dr.Filiz YARICI ATIŞ Öğr. Gör. Dr. Melike ÖZTÜRK Öğr. Gör. Kemaliye DEMİRKAYA Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ Arş. Gör. Emine AKÇA Arş.Gör. Emine DEMİR Arş. Gör. Aysel BÜLEZ Arş. Gör. Cemile ONAT KÖROĞLU Ebe Halide İNCİ Ebe Aslıhan BOZ Ebe Fatma BULAT Ebe Aysel TURAN Ebe Nesibe UZEL Bilimsel Danışma Kurulu Prof. Dr. Anayit COŞKUN, Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Emine EFE, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi Prof. Dr. Esin ÇEBER TURFAN, Ege Üniversitesi, İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Prof. Dr. Gürsel ÖZTUNÇ, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Hediye ARSLAN ÖZKAN, Yeditepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Kamile KABUKÇUOĞLU, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi Prof. Dr. Lale TAŞKIN, Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Nevin HOTUN ŞAHİN, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Prof. Dr. Nezihe KIZILKAYA BEJİ, Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Sebahat GÖZÜM, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi Prof. Dr. Rana YİĞİT, Mersin Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Prof. Dr. Zeynep ULUKANLI, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Doç. Dr. Ayşegül İŞLER DALGIÇ, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi Doç. Dr. Duygu VEFİKULUÇAY YILMAZ, Mersin Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Gülay RATHFISCH, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Doç. Dr. Hacer ÇETİN, Mersin Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Hafize ÖZTÜRK CAN, Ege Üniversitesi, İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Doç. Dr. Hatice YANGIN, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi 3 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Doç. Dr. Selma ÖNCEL, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi Doç. Dr. Sema DERELİ YILMAZ, Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Simge ZEYNELOĞLU, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Sultan ALAN, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Doç. Dr. Zeynep GÜNGÖRMÜŞ, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Derya ATİK, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Derya ÖZBAŞ GENÇARSLAN, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Emine KIR BİÇER, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Emine ÖNCÜ, Mersin Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Eylem TOKER, Sütçü İmam Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Filiz ASLANTEKİN, Balıkesir Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Filiz TAŞ, Sütçü İmam Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Gözde Gökçe İSBİR, Niğde Üniversitesi, Niğde Zübeyde Hanım Sağlık Yüksekokulu Yrd. Doç. Dr. Hatice TAMBAĞ, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Kevser Sevgi ÜNAL, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Meltem AKBAŞ, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Mine YURDAKUL, Mersin Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Nazan KARAHAN, Karabük Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu Yrd. Doç. Dr. Nazife AKAN, Toros Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Yrd. Doç. Dr. Rabia SOHBET, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Rabiye ÇIRPAN, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Rabiye ERENOĞLU, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Rana CAN, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu Yrd. Doç. Dr. Semra ÇELİK, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Zeliha Burcu YURTSAL, Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğr. Gör. Kemaliye DEMİRKAYA, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğr. Dr. Melike ÖZTÜRK, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğr. Gör. Pınar GÖV, Gaziantep Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dr. Filiz YARICI ATIŞ, Adana Halk Sağlığı Müdürlüğü Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ, Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebe Halide İNCİ, Adana Halk Sağlığı Müdürlüğü Ebe Yasemin KAPLANCI, Gaziantep Halk Sağlığı Müdürlüğü Uluslararası Bilimsel Danışma Kurulu Prof. Dr. Iryna TUCHKINA, Kharkiv National Medical University, Ukrayna Prof. Dr. Lesley PAGE, Royal College of Midwives, İngiltere Prof. Soo Downe, The University of Central Lancashire, School of Community Health and Midwifery, İngiltere Öğr. Gör. Dr. Shahnaz TORK ZAHRANI, Shahid Beheshti University of Medical Sciences, School of Nursing, Midwifery, İran Öğr. Gör. Dr. James HARRIS, King’s College London, Florence Nightingale Faculty of Nursing & Midwifery, İngiltere Sheena Byrom, Royal College of Midwives, İngiltere 4 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 5 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Bilimsel Program 11 Mayıs 2017 Perşembe Kurslar (09.00 – 18.30) A Salonu (Birinci Gün / 09.00 – 17.30) B Salonu (09.00 – 17.30) Doğuma Hazırlık Eğitici Eğitimi Kadın Sağlığı ve Refleksoloji Eğiticiler: Doç. Dr. Fatma Deniz Sayıner Ebe Nesibe Uzel Yar Eğiticiler: Öğr. Gör. Dr. Ebru Gözüyeşil Öğr. Gör. Murat Sanrı Arş. Gör. Pınar Yeşil Demirci Arş. Gör. Emine Akça 12 Mayıs 2017 Cuma 09:00 – 12:00 A Salonu Doğuma Hazırlık Eğitici Eğitimi (İkinci Gün) Eğiticiler: Doç. Dr. Fatma Deniz Sayıner Ebe Nesibe Uzel Yar C Salonu (08.30 – 12.30) Perinatal Dönemde Pelvik Tabanı Güçlendirme Eğiticiler: Doç. Dr. Şule Gökyıldız Sürücü Yard. Doç. Dr. Dilek Bilgiç Arş. Gör. Dr. Burcu Avcıbay Vurgeç Arş. Gör. Cemile Onat Köroğlu Arş. Gör. Emine Demir D Salonu (13.00 -18.30) Birinci Basamakta Gebe ve Yenidoğan Sağlığının Değerlendirilme Eğiticiler: Prof. Dr. Gürsel Öztunç Prof. Dr. Hacer Yapıcıoğlu Yıldızdaş Doç. Dr. Selim Büyükkurt Doç. Dr. Sultan Alan Yard. Doç. Dr. Meltem Akbaş Öğr. Gör. Dr. Melike Öztürk B Salonu Birinci Basamakta Gebe Takibi ve Ebelik Yaklaşımları Eğitici: Prof. Dr. Ebru Tarım 6 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 12 Mayıs 2017 Cuma – A Salonu 09.30 – 12.30 Kayıt 11.00 – 12.30 VdGM Workshop Genç aile hekimleri sorguluyor: Ben kimim? Young Family Doctors are asking: Who Am I? Dr. Süheyla Atalay, Dr. Hakan Mut, Dr. Saliha Şahin, Uz. Dr. Halil Volkan Tekayak, Uz. Dr. Tuğba Onat 12.30 – 13.30 Konferans Oturum Başkanları: Emre Alhan, Mine Yurdakul Ulusal Aşı Takvimi ve Takvim Dışı Aşılar Mehmet Ceyhan 13.30 – 14.00 Açılış Töreni 14.00 – 14.20 Müzik Dinletisi 14.20 – 14.30 Kısa Ara 14.30 – 15.30 Açılış Paneli: Varoluşsal Kimlik Oturum Başkanları: Prof. Dr. H. Nezih Dağdeviren, Doç. Dr. Şule Gökyıldız Sürücü, Dr. Gürsel Özer, Dr. Alper Acil 7 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Ebeliğin Varoluşsal Kimliği Yrd. Doç. Dr. Nazan Karahan (Türk Ebeler Derneği Başkanı) Aile Hekimliğinin Varoluşsal Kimliği Prof. Dr. İlhami Ünlüoğlu (Türkiye Aile Hekimliği Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı) 15.30 – 16.00 16.00 – 17.00 Ara Keynote What do Patients need from Family Medicine in the 21st century? 21. Yüzyılda Hastaların Aile Hekimliğinden Beklentileri Oturum Başkanları: Prof. Dr. Esra Saatçı, Dr. M. Tamer Karaarslan Simültane çeviri Yapılacaktır. 17.00 – 18.00 Prof. Dr. Joséphine Buchanan EURACT Başkanı (European Academy of Teachers in General Practice/Family Medicine President) Konferans Aşılar Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ertan Mert, Dr. Kadir Can Tuncel, Yrd. Doç. Dr. Filiz Yarıcı Atış Risk Gruplarında Pnömokok Aşılaması Prof. Dr. Gülden Ersöz 19.30 Gala Yemeği 8 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 13 Mayıs 2017 Cumartesi A Salonu 08:00 – 09:00 09:00 – 10:00 Panel Oturum Başkanı: Doç. Dr. Engin Burak Selçuk Aile Hekimi açısından infertil çiftlerin değerlendirilmesi Doç. Dr. İbrahim Ferhat Ürünsak Spermiogram değerlendirilmesi Embriyolog Özdem Karaoğlan Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. İlhami Ünlüoğlu Uz. Dr. Nureddin Özdener Sigaradaki Endüstri Stratejileri ve Oyunları Prof. Dr. Yeltekin Demirel B Salonu Çalıştay Oturum Başkanı: Doç. Dr. Özgür Enginyurt C Salonu D Salonu Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Süheyl Asma Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Dilek Bilgiç Arş. Gör. Emine Akça Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. Engin Burak Selçuk Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Dilek Bilgiç Arş. Gör. Emine Akça E Salonu Antimikrobiyal kimyasallar ve antibiyotik direnci: Akılcı kullanım Uz. Dr. Bilge Sönmez Uz. Dr. Guzin Zeren Öztürk Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nazan Karaoğlu Dr. Murtaza Baykan Almanya’da Aile Hekimi Olmak Uz. Dr. Metin M. Özyurt Panel Oturum Başkanları: Nezihe Kızılkaya Beji, Meltem Akbaş Türkiye’de Ana Çocuk Sağlığının Durumu Tanju Altunsu Dezavantajlı Gruplarda Sağlığa Erişim ve Ebenin Rolü Gülsah Seydaoğlu 9 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 10:00 – 10:30 10:30 – 11:30 Ara Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Serpil Demirağ Uz. Dr. Çağlar Özen Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Selçuk Mıstık Dr. Yakup Şahin Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. Hülya Parıldar Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Arş. Gör. Dr. Burcu Avcıbay Vurgeç Msc. Halide İnci Konferans Oturum Başkanları: Ebru Gözüyeşil, Halide İnci Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Arş. Gör. Dr. Burcu Avcıbay Vurgeç Msc. Halide İnci Panel Aile Hekimliğinde Ebeler: Sorunlar ve Çözüm Önerileri Oturum Başkanları: Deniz Sayıner, Yaşar Ulutaş Yenidoğan Muayenesi ve ASM’de Arrest Yönetimi Uzamış Sarılık Prof. Dr. Ertan Mert Prof. Dr. Nejat Narlı 11:30 12:15 Panel Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Uğurlu Dr. Yusuf Başak Sağlıklı Birey, Sağlıklı Beslenme Doç. Dr. Dilek Toprak Beslenme ve Kolorektal Kanserler Prof. Dr. Gürhan Sakman Workshop How to Prepare For a Pandemic Prof. Dr. Joséphine Buchanan Assist. Prof. Dr. Gülsen Ceyhun Peker Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. Tahsin Çelepkolu Sağlıklı Süt Çocuğu Beslenmesinde Ebelere Düşen Görevler Raşit Vural Yağcı Aile Hekimliğinde Ebeler ve Yaşanılan Sorunlar Filiz Yarıcı Atış Aile Hekimliğinde Çalışan Ebeler İçin Yapılması Gerekenler Nesibe Uzel Yar 10 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 12:15 – 13:30 13:30 – 14:00 Öğle Yemeği Konferans Oturum Başkanı: Uz. Dr. Hüseyin Güntürkün Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Öğr. Gör. Dr. Ebru Gözüyeşil Arş. Gör. Cemile Onat Köroğlu Konferans Oturum Başkanları: Hediye Arslan Özkan, Sultan Alan Pozitif Düşünce ve Beyin Gücünün İş Hayatındaki Etkileri Davut İbrahimoğlu Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Öğr. Gör. Dr. Ebru Gözüyeşil Arş. Gör. Cemile Onat Köroğlu Panel Oturum Başkanları: Tanju Altınsu, Gürsel Öztunç Rotavirus Gastroenteriti Hastalık Yükünü Hafife Almayın Doç. Dr. Serdar Öztora 14:00 – 15:00 Panel Evlensin mi, Evlenmesin mi?: Hemoglobinopatiler Oturum Başkanları: Uz. Dr. Erdem Birgül Dr. Lütfi Tiyekli Prenatal ve preimplantayon tanıda jinekolojik yaklaşım Doç. Dr. Selim Büyükkurt Konferans Oturum Başkanları: Doç. Dr. Engin Burak Selçuk Uz. Dr. Gürhan Poçan D Vitamini: Gerçekler ve Mitler Prof. Dr. Selçuk Mıstık Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Ardıç Dr. Akif Emre Eker Göç ve Kadın Sağlığına Etkileri Behire Özek Deneyim paylaşımı Miyase Hüseyin Hemoglobinopatisi olan hastada gebelik riskleri ve bu risklerin yönetimi Yrd. Doç. Dr. Süheyl Asma 11 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 15:00 – 15:30 15:30 – 16:15 Ara Panel Hipertansiyona Bakış Oturum Başkanları: Doç. Dr. Dilek Toprak Dr. Fadıl Akdeniz Aile Hekimi Gözüyle Prof. Dr. Nezih Dağdeviren Çalıştay Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mustafa Çelik Dr. Tugba Özturkmen Özgürlüğe karşı bağımlılık: Sosyal Medya ve Sağlık Uz. Dr. Volkan Tekayak Prof. Dr. Ersin Akpınar Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Öğr. Gör.Uz. Dr. Aydan Aksöyek Dr. Julide Osmanlıoğlu Aksoy Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Rana Can Arş.Gör. Emine Demir Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Önder Sezer Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Rana Can Arş.Gör. Emine Demir Konferans Oturum Başkanları: Nazan Karahan, Burcu Avcıbay Vurgeç Aile Ebeliği Esin Çeber Turfan Kardiyolog Gözüyle Doç. Dr. Abdullah Tekin 16:15 – 17:00 Koferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Sargın Dr. Hacı Yusuf Eryazğan Prediyabet: Aile Hekimleri Nasıl Korur? Doç. Dr. Okan Bakıner 17:00 – 18.30 Koferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Kamile Marakoğlu Dr. Gökmen Erendor Aile Görüşmesinde sistemik yaklaşım ve soru teknikleri Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan Kırdök Panel Oturum Başkanları: Selim Büyükkurt, Melike Öztürk Prekonsepsiyonel Bakım Anahit Coşkun Doğum Stratejileri ve Ulusal Veriler Sema Sanisoğlu Forum: 12 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Oturum Başkanları: Dr. Alper Acil Dr. M. Tamer Karaarslan Aile Hekimliğinde Akılcı Laboratuvar Tetkiki İstemi Uz. Dr. Gülhan ŞAHİN 18:30 – 19:00 Kapanış ve Ödül Töreni 13 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE EBELİĞİ Prof. Dr. Esin Çeber Turfan Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü GİRİŞ Türkiye’de sağlık politikalarındaki değişim ile sağlık emek sürecinde de değişiklikler ve dönüşüm olmuştur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde Ebe istihdamı bu süreçten etkilenmiş ve sağlık ocağı ekibinin değişmez bir üyesi olan ebeler, Aile Hekimliği sisteminde Hemşire, Sağlık Memur ve hatta Acil Tıp Teknisyenlerini kapsayan “Aile Sağlığı Elemanı” olarak değerlendirilmek durumunda kalmıştır. Ebenin “Aile Sağlığı Elemanı” olarak görev tanımı, aldığı eğitimle uyumsuz hala gelirken, Aile Hekimliği sistemi içinde ekip hizmetinin olmaması, artan iş yükü, istihdamda sayısal yetersizlikler, sözleşmeli çalışma ve ödeme sistemindeki sorunlar önemli hale gelmiştir. Bu sorunların çözümünde ülkemiz için yeni bir ebelik modeline ihtiyaç vardır. Bu model aile ebeliği modeli olabilir. Aile ebeliği, ülkemiz sağlık sistemine uygun, toplumsal beklentilere cevap verebilen, mesleki memnuniyet ve bağlılığı yükselten, güvenli, verimli ve etkin bir sistemde uygulanacak ebelik hizmet modeli birinci basamak sağlık hizmetlerinde ebelik istihdamına ilişkin sorunların da çözümü olacaktır. TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN DÖNÜŞÜMÜ: SAĞLIK EMEK SÜRECİNİN DÖNÜŞÜMÜ Cumhuriyet dönemindeki sağlık politikaları kapsamında sağlık emek sürecinde de dönüşüm olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan düzenlemeler ve çıkarılan kanunlar bugünkü sağlık hizmetlerinin de temelini oluşturacak şekilde ileri görüşlülükle hazırlanmıştır. Sağlık bir kamu hizmeti olarak nitelikli hekim ve hekim dışı sağlık insan gücünün yetiştirme sorumluluğunu da beraberinde getirmiştir. Ebelik ülkemizde cumhuriyet döneminin başından itibaren önemsenmiş, anneçocuk sağlığının korunması, geliştirilmesi süreçlerinde ve doğumda ebeye önemli görevler verilmiş ve özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde istihdamı sağlanmıştır. Ebelerin görevleri ilk olarak Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un (11/04/1928) üçüncü Faslında, 47 ila 57. Maddelerinde tanımlanmıştır. Daha sonra Birinci basamak sağlık hizmetlerinde ebelerin yapacağı görevler 224 Sayılı Kanuna kapsamında (12.01.1961) 154 Sayılı Yönerge’nin 2b, 2c, 5a,5b maddelerinde yer almıştır. Bu kanun maddelerinde ebeliğe verilen görev gebelik, doğum ve doğum sonu dönemde anne sağlığı hizmetleri, normal doğumda görev alması, yenidoğan ve çocuk sağlığı hizmetleri kapsamında olmuştur. Ancak Aile Hekimliği Sistemine geçişle birlikte 06.07.2005 tarihinde yayınlanan Resmi Gazetede Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmelikte birinci basamak sağlık hizmetlerinde ebeler Aile Sağlığı Elemanı olarak yer almış ve bu kapsamda istihdam edilmeye başlamıştır. Aile Hekimliği Sistemi ile birlikte ebeler için istihdamda öncelikli sorunlar aşağıda sıralanmıştır. 1. Mesleki Kimlik(sizleştirme) 2. Eğitim ile görev tanımı arasındaki uyum(suzluk) 3. Ekip Hizmetinin nitelik(sizleştirme) yürütülmemesi nedeni ile iş yükünde artış ve 14 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 4. Sayısal Yetersizlikler--Dengezilikler 5. Sözleşmeli çalışma ile güvencesiz istihdam 6. Ödeme sistemi ile ilgili sorunlar. EBELİK AÇISINDAN BİRİNCİ BASAMAKTA YAŞANAN SORUNLAR 1. Mesleki Kimlik(sizleştirme) Ülkemizde ebelerin görevleri yasal olarak Tababet Ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’da “Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar” olarak belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı ebeyi; Ana-çocuk sağlığı hizmetlerini yürüten, doğum öncesi, doğum, sonrası hizmetleri veren, doğum yaptıran,0-6 yaş grubu çocukların aşıları yapan, aile planlaması, kişisel temizlik kuralları, ilk yardım, bulaşıcı ve sosyal hastalılardan korunma – savaşla ilgili konularda bireye, aileye, topluma sağlık eğitimi veren, doğum, ölüm istatistik verileri toplayan, değerlendiren kamu kuruluşları ile gerekli işbirliğini sağlayan insani ve ahlaki davranışları ile örnek, Sağlık Bakanlığınca tescil edilmiş bir okuldan mezun olan meslek mensubu olarak tanımlamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ebeyi, gebelik sırasında, doğumda ve doğumdan sonra gerekli bakım ve danışmanlığı sağlamak, normal doğumları kendi sorumluluğunda yaptırmak, yenidoğanın bakımını yapmak ve Aile planlaması danışmanlığını yapmak üzere eğitilmiş kişi olarak tanımlamaktadır. Uluslararası Ebeler Konfederasyonu (ICM) ebeyi; gebelik, doğum ve doğum sonu dönemde kadının bakımını sağlayan, gerekli tavsiyelerde bulunan, kendi sorumluluğunda doğumu gerçekleştiren, yenidoğanın bakımını sağlayan ve kadın ile işbirliği içinde çalışan, güvenilir ve sorumluluk sahibi bir profesyoneldir şeklinde tanımlamaktadır. Ayrıca ebe sağlık danışmanlığı ve eğitiminde, yalnız kadın için değil toplum ve aile için de önemli görevler alan bir sağlık personeli olarak görülmektedir ve bu görev, antenatal eğitim ve ebeveynliğe hazırlanma, cinsellik ve üreme sağlığı ve çocuk bakımını içermektedir. Ebeler Derneği’ne göre ise Ebelik, gebelik, doğum ve doğum sonrası ve yenidoğan döneminde gerekli izlem, bakım, danışmanlık ve eğitim hizmetleri yürüten, normal doğumları ve doktorun olmadığı durumlarda makat doğumları kendi sorumluluğunda yaptıran, gerektiğinde epizyotomi uygulayan ve tamirini yapan, acil durumlarda uygun girişimlerde bulunan, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerini yürüten, kadın, aile ve toplum sağlığının yükseltilmesi ve korunması için ebelik uygulamaları ile karşılanabilecek girişimleri planlayan ve uygulayan, değerlendiren, denetleyen ve yöneten yetkili sağlık personelidir. Ayrıca ebe, temel sağlık hizmetleri kapsamında bağışıklama, 0-6 yaş çocuk bakım ve izlemi, bulaşıcı hastalık kontrol programların da görev alır, yalnızca kadın için değil aile ve toplum için bir sağlık danışman ve eğitimcisi olarak görev yapar. Ebelik ile ilgili yasal, kamusal ve meslek örgütlerinin yaptığı tanımların tümünde Ebeler meslek olarak doğum öncesi, doğum, doğum sonu bakım ve yenidoğan 15 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey sağlığına ilişkin hizmetlerden sorumludur. Mesleğin varlık nedeni anne ve çocuk sağlığına yönelik hizmetlerdir. Oysa Aile Hekimliği sisteminde “Aile Sağlığı Elemanı” olarak hizmet veren birinci basamak sağlık çalışanın görevleri daha farklı ve ebeliğin gerektirdiği profesyonel kimlikten uzaktır. Aile Hekimliği sisteminde “Aile Sağlığı Elemanı”; aile hekimi ile birlikte ekip anlayışı içinde kişiye yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinin sunulması ile birlikte, kişilerin sağlık kayıtları ve istatistiklerinin tutulması ile yükümlüdür şeklinde tanımlanmaktadır. Aile sağlığı elemanı; Aile sağlığı merkezine başvuran kişilerin vital bulgularını almak ve kaydetmek, aile hekiminin gözetiminde, talimatı verilen ilaçları uygulamak, yara bakım hizmetlerini yürütmek, tıbbi alet, malzeme ve cihazların hizmete hazır bulundurulmasını sağlamak, ilk yardım ve acil müdahale hizmetlerinde aile hekimine yardımcı olmak, poliklinik hizmetlerinde bulunmak, hastaların başka bir sağlık kuruluşuna sevki durumunda sevk işlemlerini yürütmek, tıbbi sekreter bulunmadığı hallerde sevk edilen hastaların sevk edildiği kurumla koordinasyonunu sağlamak, Laboratuvar tetkikleri için numune almak, basit laboratuvar tetkiklerini (eğitimini almışsa) yapmak, aldığı numunelerin ilgili laboratuvar tarafından teslim alınmasını sağlamak, gezici hizmetler, sağlığı geliştirici sağlık eğitimi, koruyucu hizmetler ile ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerini vermek, Bakanlıkça belirlenen hizmet içi eğitimlere katılmak, hizmetlerin yürütülmesi ile ilgili olarak aile hekiminin verdiği diğer görevleri yerine getirmek ile yetkili ve görevlidir. Aile Hekimliği sisteminde “Aile Sağlığı Elemanı” olarak istihdam edilen ebeler, mesleklerinin gerektirdiği görevler dışındaki görevleri yerine getirmek zorunda kalmakta, böylece mesleki kimlikleri ile ilgili sorunlar yaşamaktadır. 2. Eğitim İle Görev Tanımı Arasındaki Uyum(suzluk) Aile Hekimliği sisteminde “Aile Sağlığı Elemanı” olarak istihdam edilen ebeler, aldığı eğitimle paralel olmayan farklı vasıflı işleri yüklenmek zorunda kalmaktadır. Ülkemizde halen ebelik alanında 35 üniversitede lisans programı, 14 üniversitede Yüksek Lisans programı ve yedi üniversitede doktora programı ile ebelik eğitimi verilmektedir. Bu programların tümünde ebelik eğitimi yukarıda sayılan ebelik tanımları doğrultusunda yapılmakta, ICM standartları kapsamında yedi yeterlilik alanında ebelik öğrencisine anne ve yeni doğan sağlığının korunması ve sürdürülmesi, gebelik öncesi bakım ve aile planlaması, gebelik bakımı, doğum yönetimi ve bakımı, doğum sonrası dönem kadınların bakımı, doğum sonrası yeni doğan bakımı ve gebelik kayıpları vb durumlarda bakım konularında eğitim verilmektedir. Aile Sağlığı Elemanın görev tanımlarında bu yeterlilik alanlarının olmadığı görülmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde istihdam edilen ebelere aldığı eğitimle paralel olmayan farklı vasıflı işler yüklenerek kapasite israfı da yaşanmaktadır. Sınırlı insan kaynağını verimli kullanmak için doğru insan gücünü doğru yerde istihdam etmek gerekmektedir. 3. Ekip Hizmetinin Yürütülmemesi Nedeni İle İş Yükünde Artış Ve Nitelik(sizleştirme) Birinci basamak sağlık hizmetlerinde ekip kavramı önemlidir. Sağlık Ocağı ekibi Hekim, Ebe, Halk Sağlığı Hemşiresi, Sağlık Memuru, Tıbbi Sekreter, Sıtma Sürveyans Memuru, Trahom İlaçlayıcısı, Şöför, Hizmetli gibi her alanda kendi yetkinliğine sahip çalışanlardan oluşurken, Aile Hekimliği sisteminde sağlık 16 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ekibinin yerini Aile Sağlığı Merkezinde hizmet veren Hekim ve Aile Sağlığı Elemanı almıştır. Böylece, meslek tanımları farklı olan sağlık çalışanları aynı tanım (Aile Sağlığı Elemanı) içine alınarak, birinci basamak hizmetlerinde sağlık ekibi anlayışından uzaklaşılmaktadır. Aile sağlığı elemanı olarak istihdam edilen sağlık çalışanları, iş ve rollerin tanımının karışık olduğu, personel gelişimi ve kariyer yönetiminin önünün kapandığı, bireysel / kurumsal verimlilik ve performansı iyileştirme konusundaki yetersizlik yaşanan bir süreç içinde, ağır iş yüküne maruz kalarak hizmet vermektedir. Ayrıca, ülkemizde hemşireler kendi görev tanımları dışındaki birçok görevi yapmak zorunda kalırken, ebeler de çoğu yerde hemşirelik görevi yürütmektedir. Ebeler esas çalışma alanı olan I. Basamak sağlık hizmetleri yerine, yeterince kadro açılmaması nedeni ile ikinci/üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde hemşire olarak istihdam edilmektedir. Böylece ekip içinde her biri ayrı ve önemli fonksiyona sahip sağlık çalışanlarının nitelikleri ile ilgili sorunlar da yaşanmaktadır. Bu nedenlerle, sağlık hizmet kalitesini sağlamak için süreçlerin ve bu süreçlerde görev alacak aktörlerin görev yetki ve sorumluluklarının sağlık ekibi kapsamında iyi belirlenmiş olması önemlidir. Tanımlanmış görevlere uygun, o görevin gerektirdiği bilgi ve beceri yetkinlik ile donatılmış meslek mensuplarının istihdamının sağlanması gereklidir. Ancak böylece her meslek sahibinin, kendi mesleki sınırları içindeki görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi ve bunun hesabını verebilmesi sağlanabilir. 4. Sayısal Yetersizlikler-Dengezilikler Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi ülkeleri ve OECD ülkeleri arasında 1000 kişiye düşen hekim ve hemşire sayısı açısından Türkiye halen son sıralarda yer almaktadır. Özellikle değişen sağlık hizmet sunumu felsefesi ışığında personel sayısının birbirine oranlarında ve sundukları becerilerde dengesizlikler ve yetersizlikler vardır. Personelin coğrafi dağılımında dengesizlikler söz konusudur. Türkiye’de diğer ülkelerle karşılaştırıldığında 100.000 kişiye düşen hemşire ve ebe sayısı 261’dir ve OECD ülkeleri arasında en düşük düzeydedir (Grafik 1) . Grafik 1. OECD Ülkeleri Ve Türkiye’de Nüfus Başına Düşen Hemşire Ve Ebe Sayısı Sağlık Bakanlığı personel sayıları incelendiğinde ülkemizde halen 53.086 ebenin istihdam edildiği görülmektedir. Sayı yıllara göre artış gösterse de bu artış yeterli düzeyde değildir (Tablo 1). 17 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Tablo 1: Sağlık Bakanlığı Personel Sayıları- Ebe Sayısı Halen istihdam edilen ebelerin büyük çoğunluğu Sağlık Bakanlığı’na bağlı birimlerde çalışmaktadır (Tablo 2). Tablo 2. İstihdam Edildiği Yere Göre Sağlık Bakanlığı Personel Sayıları- Ebe Sayısı Türkiye’nin kendi içinde ebe ve hemşire dağılımı da dengeli değildir. Bazı bölgelerde sayı yeterli iken, özellikle hizmete ihtiyaç duyulan bölgelerde yeterli sayıda ebe ve hemşire istihdam edilmemektedir (Şekil 1). Şekil 1. İllere Göre 100.000 Kişiye Düşen Hemşire Ve Ebe Sayısı Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde ebelerin istihdam alanları Temel Sağlık Hizmetlerinin verildiği tüm kurumlar, özellikle Aile Sağlığı Merkezleri, Toplum Sağlığı Merkezleri ve Aile Planlaması ve Ana Çocuk Sağlığı Merkezleridir. Ebelerin halen ancak % 27’si Aile Hekimliği Birimlerinde istihdam edilmektedir (Tablo 3). Oysa temel görevi anne ve çocuk sağlığını korumak, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım 18 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey hizmetlerini vermek olan ebelerin birinci basamak sağlık hizmetlerinde daha yüksek oranda görevlendirilmesi gereklidir. Tablo 3. Sağlık Personelinin Hizmet Birimlerine Göre Dağılımı- Ebe Dağılımı Ülkemizde yapılan Sağlıkta İnsan Kaynakları Planlama Çalışmaları kapsamında Aile sağlığı merkezlerinin nüfus artış hızından daha hızlı biçimde artırılması hedeflenmektedir (Tablo 4). Bu birimlerde istihdam edilecek sağlık çalışanı ve özellikle ana-çocuk sağlığı hizmetlerinde görev alacak ebeler için ülkenin sağlık hedefleri doğrultusunda detaylı bir plana ihtiyaç bulunmaktadır. Tablo 4. Kamu Sağlık Sektörü Kurumlarının Projeksiyonu-2023 Yılı Hedefleri Sağlık Bakanlığı Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023 vizyonuna göre 2023 yılında ülkemizdeki ebe ihtiyacı yaklaşık 85.000 olarak belirlenmiştir. Bu durumda 2023 yılında 1000 kişiye düşen ebe sayısı 1 olmaktadır. 2023 yılı için hedeflenen 85.000 ebenin % 98’den fazlasının kamu sektöründe istihdam edileceği, Kamu sektöründeki istihdamın yaklaşık 46.000’nin birinci basamak sağlık hizmetlerinde, Yaklaşık 35.000’nin ise hastanelerde olacağı tahmin edilmektedir. Bu planlama birinci basamakta verilecek ebelik hizmetleri için sayısal anlamda sevindiricidir. Ancak, 2023 yılı için belirlenen 85.000 ebe hedefine ulaşabilmek için halen yıllık yaklaşık 2000 öğrenci alan ebe yetiştiren bölümlerindeki kontenjanların çok artırılması gerekmektedir; bu da sonrasında 19 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey kontenjanların tekrar azaltılmasında zorluklarla karşılaşılmasına neden olabilecek uygun bir çözüm değildir. 5. Sözleşmeli Çalışma İle Güvencesiz İstihdam Sözleşmeli personel istihdamı politikalarının tüm sektörlerde personel motivasyonunu düşürdüğü bilinmektedir. Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde Aile Hekimliği sistemi ile birlikte karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de sözleşmeli çalışma ve neden olduğu güvencesiz istihdamdır. 2016 yılında eleman temininde güçlük çekilen yerlerde ve hizmet dallarında sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla sözleşmeli sağlık personeli istihdam edilmesi ile ilgili alınan Bakanlar Kurulu kararında 2017 yılı için özellikle Sağlık Evlerinde çalışacak ebelerin tamamının sözleşmeli olarak alınacağı belirtilmiştir (Tablo 5). Tablo 5. 2017 yılında Sözleşmeli Personel İstihdam Edilecek Hizmet Birimleri Kamu görevlisi olmayan Aile Sağlığı Elemanlarının İstihdamı da güvencesiz istihdam bakımından diğer önemli konudur. Aile Sağlığı Elemanının İşe başlamada seçimini kendi kriterlerine göre Aile Hekim yapmakta, yine işin devamı da hekimin isteğine bağlı olmaktadır. Oysaki bütün iş tanımlarının kademeli olarak yetkinlik, beceri ve kabiliyetler açısından yapılması ve sağlık çalışanlarının iş tanımlarına uygun olarak, kademeli bir şekilde kurumun amaç ve hedeflerine yaptıkları katkılar dikkate alınarak kamusal güvencesi olan personel alımına gidilmesi uygun olan çözümdür. 6. Ödeme Sistemi İle İlgili Sorunlar. Performansa dayalı ödeme sisteminde, negatif perfomans vb. nedenlerle motivasyon farklılıklarını yaşanmaktadır. Performansa dayalı ödeme sisteminde sağlık çalışanının izin kullanması bile önemli bir sorundur. Ücret farklılıkları aşamalı bir şekilde özel sektördeki karşılaştırılabilir farklılıklara uygun olarak artırılmalıdır ve farklılıklar iş denkliği temelinde yapılmalıdır. 20 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK AÇISINDAN BİRİNCİ BASAMAKTA SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMUNDA ÇÖZÜM: TÜRKİYE İÇİN EBELİK HİZMET MODELİ VE AİLE EBELİĞİ Ebelik hizmetlerinin birinci basamakta sağlık hizmetleri içinde sunumunda çözüm olabilecek istihdam modeli ülkemizin sağlık sistemine uygun, toplumsal beklentilere cevap verebilen, mesleki memnuniyet ve bağlılığı yükselten, güvenli, verimli ve etkin bir sistem olmalıdır. Bu kapsamda Ebeler Derneği çalışmalarını sürdürmektedir. Ebeler Derneği tarafından Türkiye İçin Ebelik Hizmet Modeli Önerisi hazırlanmış ve yaşam geçirilmesi için gerekli çalışmalara başlanmıştır. Ebeler Derneği tarafından, Uluslararası Ebelik Konfederasyonu tavsiyeleri ve mevcut sağlık sistemimiz doğrultusunda, ebenin toplum sağlığı hizmetleri kapsamında izlediği gebeyi hastane şartlarında doğumuna katılabilmesi, doğum sonu bakımına devam edebilmesine olanak sağlayacak hizmet modeli üzerinde çalışılmaktadır. Oluşturulan organizasyon şemasına (Şekil 2) göre Sağlık Bakanlığında Ebelik Hizmetleri Koordinatörlüğü kurulması; bu Koordinatörlüğün İller bazında Ebelik Koordinasyon Birimlerini oluşturması ve Koordinasyon birimlerinin kendi illerindeki hizmetleri yürütecek Ebelik Uygulama Ekipleri ile izleme, değerlendirme ve denetleme işlemlerini yürütmesi planlanmaktadır. Şekil 2. Türkiye İçin Ebelik Hizmet Modeli (Hastane Ve Saha Bileşenli) Türkiye için Ebelik Hizmet Model’inde Ebe Uygulama Ekipleri’ ne bağlı Aile Sağlığı Merkezlerinde istihdam edilen Aile Ebelerinin çalışması önerilmektedir. AİLE EBELERİ Modelde, Aile Ebelerinin Aile Hekimi ile işbirliğinde çalışması, izlemini yaptığı hedef nüfus ilgili tüm sağlık sorunlarında öncelikle aile hekimine başvurması/bilgi vermesi, Aile hekiminin yönlendirmesi ile uzman hekime hastaların/ gebenin erişimini sağlanması önerilmektedir. AİLE EBESİNİN GÖREVLERİ Ebeler Derneği tarafından öngörülen modelde, Aile Ebesinin görevlerinin eğitimini aldığı konular temelinde olması gerektiği vurgulanmaktadır. 21 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Aile ebelerinin Kadın sağlığı izlemleri için Smear alma, Meme muayenesi, Gebelik öncesi dönem danışmanlığı, Kadın, aile ve çocuk için psikososyal ve sağlık risklerinin tespiti/doğru yönlendirilmesi, Eğitim-danışmanlık yapmaları önerilmektedir. Aile Ebeleri tarafından gebelerin takibi anne ölümlerinin önlenmesi açısından da son derece önemli bir konudur. Bu kapsamda aile ebeleri Gebelerin Ulusal rehberler eşliğinde izlem-takibini yapmak, Gebelikte en az 8 kez izlemini yapmak (DSÖ önerisi), 11-13. haftalarda, 16.-24. haftalarda ve 36. gebelik haftasında kadın doğum hekimi kontrolü için yönlendirmek (duruma göre azaltılabilir/artırılabilir), Riskli durumların saptanması ve sevki, Riskli gebenin teşhis ve taburculuk sonrası evde izlemini yapmak, desteklemek, Tüm gebelerin doğuma hazırlık sınıfı eğitimleriyle eğitilmesini sağlamak, Normal doğuma özendirilmek, Tüm kayıtların düzenli olarak tutulması ve doğum başladığında doğum ekibine bir örneğinin teslimini sağlamak, Gebelikte mutlaka en az bir izlemin evde yapılması işlevlerini yerine getirecektir. Aile ebelerinin izledikleri gebenin doğumu konusunda da sorumluluğu olacaktır. Bunlar; İzledikleri gebenin doğumunu koordineli oldukları hastanede yaptırabilmeleri ve hastanede bulunan ebe ekipleri ile işbirliği içinde doğumlara eşlik edebilmeleri, Hizmetin sürekliliği için önceden hastane personeli ile görüşmeleri, Doğum öncesi gebe ile bir hastane ziyareti yapmaları, İlgili tarama testlerinin yapılması için ilgili hastane ile temasta bulunmaları, Gebe ile ilgili tüm bilgileri hastane ile entegre veri tabanına işlemeleri, Gebe dosyasının bir örneğini doğumda hastaneye ulaştırmaları gibi önerileri içine almaktadır. Aile Ebelerinin lohusalar için 22 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Hastane taburculuğundan sonra 1. gün, 3. gün ve 1. haftanın sonunda evde izlem (artırılabilir) yapmaları, Riskleri saptanmaları ve gerekliyse sevk etmeleri Lohusanın desteklenmesi, eğitim, danışmanlık hizmetlerini vermelerinin gerekliliği belirtilmektedir. Aile ebelerinin Yenidoğan ve çocuk için; Çocuk izlemlerini yapmaları, Kadın, aile ve çocuk için psikososyal ve sağlık risklerinin tespiti ve doğru yönlendirilmesi, Bağışıklama ve tarama programlarında görev alma ve eğitimdanışmanlık hizmetlerini yapmaları da Ebeler Derneğinin ülkemiz için geliştirdiği hizmet modelinde yer almaktadır. AİLE EBESİ EKİPLERİ Ebeler Derneği tarafından hazırlanan modelde, ebelerin ekip olarak çalışmasının, mesleki dayanışma sağlamanın yanı sıra, doğum yapan gebeye refakat eden ebelerin diğer hizmetlerinin aksamasının önüne geçecek, yıllık izin, hastalık vb. durumlarda hizmetin devamlılığını sağlayacağı vurgulanmaktadır. Ebe ekiplerinde her bir ebenin hizmet edeceği nüfus aile hekimliği veri tabanına entegre edilmesi ve her Aile Sağlığı Merkezinde ebe ekipleri için özel bir çalışma alanının olması, mobil hizmetler için araç tahsisi gerekliliği belirtilmektedir. Riskli durumlarda sevk için her ebe ekibi, bir aile hekimi ve bağlı olduğu hastanede bir kadın doğum hekimi ve bir çocuk hekimi ile işbirliği ile çalışması önerilmektedir. Modelde Aile ebelerinin ücretlendirilmesi ve diğer detaylar ile ilgili ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. SONUÇ: Aile hekimliği sistemi içinde birinci basamakta diğer sağlık çalışanları gibi ebelerin de benzer istihdam sorunlarının bulunmasının yansıra “Aile Sağlığı Elemanı” olarak çalıştırılmaktan kaynaklanan sorunları da vardır. Çözüm var olan sistemin tamamen değiştirilmesi olamayacağına göre, Aile Hekimliği sistemi içinde ebeler için ana-çocuk sağlığı hizmetlerini öncelikleyken, aldıkları mesleki eğitime uyumlu, mesleki örgütleri tarafından hazırlanan “Türkiye İçin Ebelik Hizmet Modeli”nin uygulanabilmesi olacaktır. Birinci basamakta önerilen modelde “Aile Ebesi” olarak tanımlanan ebelerin istihdam edilmesi ana-çocuk sağlığı hizmetleri için de olumlu sonuçlar sağlayacaktır. Bu modelin oluşturulmasında emeği olan Ebeler Derneği’nin programın hayata geçirilmesi konusunda da yetki ve sorumluluğunun olması gerekmektedir. KAYNAKLAR Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete Sayı: 25867, Tarihi: 06.07.2005. 23 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği, Resmi Gazete Sayı: 28539, Tarihi: 25.01.2013 Aile Hekimliği Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığınca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler İle Sözleşme Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete Sayı: 27801, Tarihi: 30.12.2010 Bülent Kılıç Türkiye İçin Sağlık İnsangücü Planlaması Ve İstihdam Politikaları, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 2007: 6(6) Ebeler Derneği, Türkiye’ de Gebelik Ve Doğum Hizmetlerini Güçlendirme Projesi: Uygulanabilir Ebelik Hizmet Modeli Önerisi, 2012, Revizyon;2015 Güner S., Yurdakul M, Yetim N., Türkiye’de Ebelik Mesleğinin Sorunlarına Akademik Bakışı Yansıtan Nitel Bir Çalışma, Yükseköğretim Ve Bilim Dergisi/Journal Of Higher Education And Science 2015, 5: 1, 80-87 ICM, ICM Global Standards, Competencies And Tools, Http://İnternationalmidwives.Org/What-We-Do/Global-Standards-Competencies-AndTools.Html, Erişim Tarihi: 10.02.2017 Kasapoğlu A. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi / Journal Of Sociological Research 2016, 19: 2, 131-174. Kurnaz M.A., Can H., Sezik H.A., Çakır Y.T., Tuna M.,Ay Z., Aile Hekimleri Gebeleri Ne Kadar Ve Nasıl İzliyor?, Türk Aile Hek Derg 2015;19 (4): 187-195 Nur N., Özşahin S.L., Çetinkaya S., Sümer H., Sağlık Ocağı Çalışanları Açısından Aile Hekimliği Modeli TAF Preventive Medicine Bulletin, 2009: 8(1) Özen O., Sağlık Mesleklerinde Kesişim Ve Görev Kayması, Sağlık Düşüncesi Ve Tıp Kültürü Dergisi, 2013, 27: 10-11 Özkal Sayan İ, Küçük A., Türkiye’de Kamu Personeli İstihdamında Dönüşüm:Sağlık Bakanlığı Örneği Ankara Üniversitesi Sbf Dergisi 2012, 67:1, 171-203 Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirildiği Bölgelerde Hizmetin Yönetmelik,Resmi Gazete, Sayı:11802, Tarih:09.09.1964. Yürütülmesi Hakkında Sönmez M.O., Sevindik F., Sağlıkta Dönüşümün Sağlık Personeli Üzerine Etkisi: Aile Sağlığı Elemanı Olmak, TAF Preventive Medicine Bulletin, 2013: 12(1) T.C. Sağlık Bakanlığı, 2023 Sağlık İşgücü Hedefleri Ve Sağlık Eğitimi, SB, Pozitif Matbaa, 2014 T.C. Sağlık Bakanlığı, Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2014, Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü, Sentez Matbaacılık Ve Yayıncılık, Ankara, 2015. Http://Saglik.Gov.Tr/Eklenti/5119,Yilliktrpdf.Pdf?0 T.C. Sağlık Bakanlığı, Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2015, Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü, Sistem Ofset Basım Yayın, Ankara, 2016. Güncellenme Tarihi : 14.12.2016 Http://Www.Sagem.Gov.Tr/Dosyalar/SIY_2015.Pdf T.C. Sağlık Bakanlığı, Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023 Vizyonu, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Başak Matbaacılık, Ankara, 2011., Http://Ekutuphane.Sagem.Gov.Tr/Kitaplar/Saglikta_İnsan_Kaynaklari_2023_Vizyon u.Pdf, Erişim Tarihi: 10.02.2017 T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kadın Ve Üreme Sağlığı Dairesi Başkanlığı, Anne Ölümleri, 24 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Http://Www.Halksagligi.Hacettepe.Edu.Tr/Sunumlar_Ve_Seminerler/20mart_Sempo zyum/Anne_Olumleri.Pdf, Erişim Tarihi: 10.02.2017 T.C.Yüksek Öğretim Kurumu. T.C. Sağlık Bakanlığı, T.C. Maliye Bakanlığı, T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye’de Sağlık Eğitimi Ve Sağlık İnsangücü Durum Raporu, Eskişehir, 2014, Http://Sbu.Saglik.Gov.Tr/Ekutuphane/Kitaplar/İnsangucu.Pdf Tababet Ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, Resmi Gazete Sayı: 863, Tarihi: 14.04.1928 Uğurlu M., Eğici M.T., Yıldırım O., Örnek M., Üstü Y.,, Aile Hekimliği Uygulamasında Güncel Problemler Ve Çözüm Yolları – 2, Ankara Medical Journal, 2012; 12(1):04-10 WHO, Midwifery Education Modules Education Material For Teachers Of Midwifery, Http://Www.Who.İnt/Maternal_Child_Adolescent/Documents/9241546662/En/, Erişim Tarihi: 10.02.2017 Yılmaz T. Karanisoğlu H., Türkiye’de Ebelik Eğitiminin Güncel Durumu, Sağlık Bilimleri Ve Meslekleri Dergisi 2016; 3(1):73-77 25 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Prekonsepsiyonel Bakım ve Danışmanlık Prof. Dr. Anayit M. Coşkun Bezmialem Vakıf Üniversitesi Gelişmiş ülkeler dahil dünyada gebeliklerin çoğu plansız olmaktadır. Oysa gebelik öncesi kadın ve eşinin sağlık durumu ve sağlık alışkanlıkları, doğacak olan bebeğin sağlığını ve kaderini belirlemektedir. Anne ve baba adaylarının sağlıklı olması dışında organogenesis, konsepsiyondan sonraki 17-56. günlerde gerçekleştiğinden gebelik fark edilmeden kullanılan ilaçlar, geçirilen viral enfeksiyonlar vb. teratojenler, normal hücre oluşumunu ve farklılaşmayı engelleyerek doğum defektlerine yol açabilmektedir. Sonuç olarak, gebelik öncesi bir hazırlık söz konusu olmadığında anne ve yenidoğanın sağlığı olumsuz etkilenebilmektedir. Prekonsepsiyonel Bakım (PC) kavramı, ABD’ de yaklaşık otuz yıl önce kötü obstetrik sonuçları önlemek üzere koruyucu bir yaklaşım olarak tanımlanmıştır. Günümüzde gelişmiş ülkelerde pediyatri, neonatal, kadın-doğum, kadın sağlığı ve halk sağlığı ile ilgili kurum ve kuruluşlar, bu hizmeti kadın sağlığı hizmetlerinin vazgeçilmez bir parçası olarak kabul etmektedir. Sağlığı geliştirmeyi öngören PC yaklaşımı, sağlıklı gebeliğe ve sağlıklı bebeğe ulaşmak için gebelik öncesi uygulanan birtakım girişimleri ve daha da fazlası doğurgan çağı kadının sağlığını koruyup geliştirmeye ilişkin uygulamaları kapsamaktadır. Prekonsepsiyonel Bakım Eğitim ve Danışmanlık Kapsamında A Grubu kanıt düzeyindeki durumlar aşağıdaki gibi özetlenebilir; Doğuranlık bilinci kazanma; kadın ve erkek üreme organ yapı ve fonksiyonları ile doğurganlık işlevini bilmektir. Genel sağlığı geliştirme ve risk azaltma ile ilgili girişimlere ilişkin; Besin desteğinin sağlanması; Doğurgan çağdaki her kadına, noral tüp defekti riskini azalmak amacıyla zenginleştirilmiş gıdalar veya doğal besin kullanımı yoluyla günde 0.4 mg (400μg) sentetik folik asit alınması önerilmektedir. Demir eksikliği açısından riskli olan kadınlara, perinatal sonuçları iyileştirmek için gebelik öncesi taranması öngörülmektedir. 26 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Doğurgan çağdaki kadınlara yeterli düzeyde kalsiyum alımına ilişkin danışmanlık ve alımı yetersiz olanlara takviye yapılması önerilmektedir. İyot yetersizliğinin gebeliğe olumsuz etkileri nedeniyle günlük iyot alımının gebelik öncesi 150 μg ve gebelikte/lohusalıkta 200 μg olması gerektiği ve yine endemik iyot yetersizliği olan coğrafyalardaki kadınlara, tuzun iyotlanması programı halk sağlığı kapsamına alınması öngörülmektedir. Enfeksiyonların önlenmesi ve tedavisi; Klamidya, Sifiliz, Hepatit-B, HIV gibi CYBE’ler açısından çiftin, gebelik öncesi taranması konusunda ikna edilmesi, Hepatit-B aşıları yok ise aşılanmalarının sağlanması, tedavileri mümkünse gebelik öncesi yapılması önerilmektedir. Bağışıklama; Kızamık, kızamıkçık, kabakulak gibi enfeksiyonların gebelikte yaşanmaması için doğurgan çağı tüm kadınların bağışıklanması, aşılamadan sonraki 3 ay içinde gebe kalmamaları konusunda danışmanlık verilmesi gerekmektedir. Doğurgan çağı tüm kadınların tetanoz bağışıklamanın da tamamlanmış olması tercih edilmektedir. Mevcut ya da olası tıbbi risklerin gebelik öncesi değerlendirilmesi ve uygun girişimlerle gebeliğe sorunsuz başlanması önerilmektedir. Örneğin, diyabetin kontrol altına alınarak normogliseminin sağlanması, hipertansyonun kontrol altına alınması, hipotiroid durumunda tedavinin başlanması, epileptik kadınların hastalığın ve kullanılan ilaçların gözden geçirilmesi vb. uygulamalar. Çiftin ve ailesinin, genetik ve obstetrik öyküsü; Mevcut öykünün kusursuz alınması gerekmektedir. Kimyasal ajanlar, solventler gibi teratojenik etkilerin belirlenmesi; Çiftin ev ortamı, kadın ve eşinin iş yeri ve yaşadığı çevre koşullarının teratojenik durum açısından değerlendirilmesi öngörülmektedir. İlaç kullanımı; Tüm kadınların reçeteli, reçetesiz kullandıkları ilaçların sorgulanması önemlidir. Psiko-sosyal-ekonomik durum ve engellerin değerlendirilmesi; Psikiyatrik hastalıklar, aile içi şiddet, sosyal güvence, ekonomik yetersizliği gibi. 27 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İdeal kilonun korunması; Obes kadınların gebelik öncesi kilo vermeleri önemlidir. İdeal BKİ, ≥25 kg/m² ve ≤18.5 kg/m² arasında korunması önerilmektedir. Tütün ve alkol tüketiminin sonlandırılması; Tüm kadınların yaşam boyu olumlu sağlık davranışlar kazanmaları amaçlanmaktadır. Sağlık hizmeti kullanma alışkanlığı geliştirme; Kadınların yaşam boyu sağlık hizmet kullanım alışkanlığı kazandırılması öngörülmektedir. Kadınlarla sürekli iletişim içinde olan sağlık personelin, sağlıklı yaşam ve gerekleri ile sağlık kontrolünün önemi konularında açık ve net mesaj vermesi önemlidir. Gebelik oluşmadan öncesi davranış değişikliği yaratabilmiş çiftlerin, daha sağlıklı bebek sahibi olma şansları önemli ölçüde artmaktadır. Kaynaklar: 1. Baysoy NG, Özkan S. Gebelik Öncesi (Prekonsepsiyonel) Bakım: Halk Sağlığı Perspektifi, Gazi Med.J. 2012, 23: 77-90. 2. Başgöl S, Oskay Ü. Prekonsepsiyonel Dönemde ve Gebelikte Kanıt Temelli Yaklaşımlar, International Journal of Human Sciences (JHS) 2012, 9 (2): 1521-1534. 3. Brian WJ, Atrash H, Bickmore T, Johnson K. The Future of Preconcepion Care-A Clinical Perspective. Women’s Health Issues 2008.19-25. 4. Czeizel AE. Periconceptional folic acid and multivitamin supplementation for the prevention of neural tube defects and other congenital abnormalities. Birth Defects Res A Clin Mol Teratol 2009, 85(4): 260-268. 5. Reeve ME, Charafeddine L, Zhong N, Padilla CD et al. Preconception Health Assessment in China, Lebanon and the Philippines: Applacability to Other Countries, Matern Child Health J 2014, 18:1066-1074. 6. Robbins CL, Zapata LB, Farr SL et al. Core State Oreconception Health Indicators-Pregnancy Risk Assessment Monitoring System and Behavioral Risk Ractor Surveillance System 2009. MMWR April 25,2014, 63 (3): 1-63. 7. Vause TD, Jones L, Evans M ,et al. Pre-conception health awareness in infertility patients. J Obstet Gynaecol Can 2009, Aug 31(8): 717-20. 28 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 8. Johnson K, Atrash H, Johnson A. Policy and finance for preconception care opportunities for today and the future. Women’s Health Issues 2008, 18S: 2-9. 9. Shannon GD, Alberg C, Nacul L, Pashayan N. Preconception Healthcare Delivery at a Population Level: Construction of Public Health Model of Preconception Care. Matern Child Health J 2014. 18:1512-1531. 10. Brostein JM, Felix HC, Bursae Z, Stewart MK. Providing General and Preconception Health Care to Low Income Women in Family Planning Settings: Perception of Providers and Clients. Matern Child Health J 2012, 16:346-354. 29 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey FİZİKSEL AKTİVİTE VE REFLEKSOLOJİYE HOLİSTİK YAKLAŞIM Öğr. Gör. Murat SANRI Çukurova Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu “Holistik “ tümünü kapsayan, bütünü kapsayan genel anlamında bir sözcüktür. Genel sağlığı koruma ve sürdürme açısından bakıldığında, insan yaşantısını sağlıklı biçimde sürdürebilmesi için, bedensel, duygusal ve zihinsel olarak iyi hal durumunda olması gerekir. Hastalık veya fiziksel problemler birdenbire ortaya çıkan şeyler değildir. Mutlaka fiziksel, duygusal veya zihinsel birikimlerin bir yansıması ve hastalıkların tetikleyicisi olabilirler. Günümüzde düşünce ve duygularımızın bedenimizi olumlu veya olumsuz etkilediği kabul edilebilir bir gerçektir. Zihin yasalarındaki; sebep sonuç ilişki yasası, bedensellik yasası, beklenti yasası, bilişsel uyumsuzluk yasası, tersine dönme yasası, eylemsizlik yasası, ısrar yasası gibi hayatımız boyunca öğrenmemiz ve yönetmemiz gereken duygusal ve zihinsel durumlardır. Sebep sonuç ilişkisine baktığımız zaman geçmişte verdiğimiz bir karar “ sigara içme” gibi şu andaki sağlık durumumuzla ilişkilidir geçmişte kararı biz verdik, şu andaki sağlık durumumuzdan biz sorumluyuz. Şimdi vereceğimiz bir karar “sigarayı bırakmama” gelecekteki sağlık durumumuzla direk ilişkilidir. Gelecekteki sağlık problemlerinden kararı veren sorumludur. Bir fiziksel aktivite sonrası bedensellik yasası hemen belirgin biçimde kendini gösterir. Rahatlamış bir beden beyne olumlu sinyaller gönderir, endorfin salgılanır, beyin bedene mutluluk sinyalleri gönderir. Mutlu hal tablosu gözlemlenir. Holistik sağlık modelinde, bireysel sorumluluklar önemlidir. Her hastalığın ya da sağlık sorununun mutlaka duygusal ya da zihinsel bir nedeni vardır. Hastalık, kişinin kendisini dinlemesi, sorunlu alanlarını görmesi, bedensel, duygusal, zihinsel ve ruhsal olarak kendisini yenilemesi, şifa kazanması için bir uyarıdır. İnsanlar hastalığın zihinsel nedenlerini değiştirmedikleri sürece, yani zihin yasalarını özümseyip uygulamaya çalışmadıkları sürece hastalıkla ilgili bir iyileşme olsa bile, yeniden bir başka hastalığın ortaya çıkmasına engel olamazlar. Burada kastedilen tıbbi tedaviye doğrudan kişinin kendi desteğidir. Yoga- eft- genel masaj – craniosacral terapy reflksoloji -zihin terapileri, fiziksel aktivite- doğru beslenme, sağlığa holistik yaklaşımların önemli unsurlarıdır. FİZİKSEL AKTİVİTE İnsan sağlığı, Dünya Sağlık Örgütü’ ne ( WHO: World Healty Organisation; WGO: Welt Gesundheitsorganisation) göre; breyin kendisini bedensel, ruhsal, zihinsel ve sosyal olarak zinde ve mutlu hissetmesi şeklinde tanımlanır. Çağımızın hastalığı hareketsizlik, fiziksel aktivite yoksunluğu ve doğru beslenememe ilk sırlarda yer alır. Gelişen ve hızla değişen dünyamızda ne yazık ki; teknoloji adı verilen bu cazip ve büyülü kavram sayesinde insanların rahata olan düşkünlüklerine bir artış görülmektedir. Oysa insanın kendi sağlığını koruması bakımından uygulanması spor bilim adamlarınca önerilen minimal antrenman programının toplam süresi olan haftada 3-4 saatlik bir serbest zaman her sağlıklı insan için mutlaka vardır. 30 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Bir haftada mevcut toplam zaman olarak 24x7=168 saattir. 4 saatlik bir zaman dilimi bir haftayı kapsayan toplam zamanın yaklaşık % 3 gibi çok düşük bir yüzdelik paydasına eşdeğerdir. Bu değer bize primer korunmayı da beraberinde getirir. Burada biraz önce bahsettiğimiz sebep sonuç ilişkisinden hareketle, ya sağlığımızı korumak ve iyi hali devam ettirmek için bir karar vereceğiz, doğru beslenip fiziksl aktiviteyi yaşam biçimimiz olarak benimsiyeceğiz ya da çağımızın hastalığı olan hareketsiz bir yaşama ve getirdiklerine razı olacağız. Primer korunma: Hastalanmamak, hastalanmadan, sağlığımızın değerini bilmek bu nedenle; Sağlığımızı korumak için, doğru beslenme ve düzenli egzersiz prensibini benimsemek gerekir. Sekonder korunma: Hastalandıktan sonra tekrar sağlığımızı geri kazanmak ve devamını sağlamak için Doğru beslenme ve düzenli egzersiz prensibini benimsememiz gerekir. REFLEKSOLOJİ (EFT: DUYGUSAL ÖZGÜRLEŞME TEKNİGİ – CST : CRANİOSACRAL TERAPY ) Yaklaşık on iki bin yıllık bir geçmişi olan refleksolojinin ilk uygulama yeri geleneksel tıbbın doğuş ve uygulama yeri olan eski Çin ve Mısır' dır. İnka ve çin medeniyetlerinde birçok hastalığın tedavisinde kullanılan bir manuel terapi yöntemidir. Başta bel ,boyun rahatsızlıkları, miğren, mide rahatsızlıkları, Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite , Panik Atak, Depresyon, Konuşma Bozukluğu, Eklem ağrıları, , Yüksek -Düşük Tansiyon, Felç, Hormon Sorunları, Regl Ağrıları, Kabızlık, İshal olmak üzere birçok rahatsızlıkta “Refleksoloji” yöntemini kullanmışlardır. Antik çağda eski Yunan döneminde de Refleksolojiye çok benzeyen manuel terapilerin yapıldığı kaynaklarda belirtilmekl birlikte günümüzde Avrupa’da uygulamaları, Dr. William H. Fitzgerald ile başlamış ve geliştirilmiştir "refleks“ bütün organizmanın, kafanın, boynun ve gövdenin küçük bir ekran gibi görülen ayakta ve diğer organlarda yansıması olarak ele alınır. Refleksoloji, ayaklarda, ellerde, yüzde ve bedenin tüm bölgelerinde , organlara karşılık gelen refleks noktalarına, el ve parmaklarla uygulanan bir baskı tekniğidir. Bu yöntemle bedenin kendi kendini tedavi etme mekanizması harekete geçirilir ve bedende fizyolojik bir rahatlama sağlanır. Vücudumuzdaki organların bağlı olduğu refleks noktalarına yapılan refleksoloji masajı ile uyardığımız bedenimizde oluşan kan akımı; vücuttaki metabolizma ürünlerini ve 0₂ yi dokulara ve organlara taşır. Amaç, doku ve organlara enerji sağlamak ve aynı zamanda vücuttaki atık maddeleri uzaklaştırarak sağlıklı bedene kavuşmaktır. Refleksolojiyi yapmamız için 10 neden 1. Rahatlatır 2. Genel ruh halinizi geliştirir 31 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Stresten arındırır Gerginliğinizi alır Kan dolaşımını hızlandırır Bağışıklık sistemini güçlendirir Uykunuzu düzene sokar Beyninizi dinlendirir Enerjinizi yükseltir Klinik refleksolojinin uygulama alanlarından bazıları Motor -Mental Retardasyon, Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite , Panik Atak, Depresyon, Spina Bifida, Konuşma Bozukluğu, Emes, Epilepsi, Migren, Otizm, Gelişim Geriliği, Eklem ağrıları, Reflü, Yüksek -Düşük Tansiyon, Felç, Astım, Bel, Boyun Fıtığı, Hormon Sorunları, Regl Ağrıları, Kabızlık, İshal TEORİLER Sağlığımızın sırrı kan dolaşımıdır. Bir vücutta kan dolaşımı ne kadar düzgün ise sağlık ve sıhhat de o kadar düzgündür. Ayağımızın altında vücudumuzdaki tüm organların temsil edildiği sinir uçları mevcuttur. Kalbimiz, karaciğerimiz, akciğerimiz, böbreklerimiz başta olmak üzere tüm organların ayak altında refleks noktaları mevcuttur. Organlara ait kılcal damarlar ne kadar iyi kan sirkülasyonu yaparsa, organlar fonksiyonlarını ve görevlerini o kadar iyi yapar. REFLEKSOLOJİDE MERİDYENLER Akciğer Meridyeni: Akciğerler solunumu dengeler, Kalınbağırsak Meridyeni: : Kalınbağırsak meridyeninin görevleri, taşımak, değiştirmek ve arındırmaktır. Mide Meridyeni: : Mide hazımdan sorumludur. Dalak/Pankreas Meridyeni: Dalak, kanın oluşumu ve düzgün akışından sorumludur. Ayrıca, kullanılmış kırmızı kan hücrelerini yok edip zararlı bakterileri nötralize eden yapılar oluşturur İncebağırsak Meridyeni: Bu meridyen arınmışı ve arınmamışı birbirinden ayırmakla görevlidir. Midede başlayan ayırma ve emme işlevini devam ettirir. Kalp Meridyeni: Kalp ve incebağırsak meridyenleri eş meridyenlerdir. Kalp kanı ve damarları idare eder, kan dolaşımını düzenler. Mesane Meridyeni: Mesane meridyeni böbrekleri uyarmak ve düzenlemekle sorumludur. Böbrek Meridyeni: : Böbreklerin iyi çalışmaması toksinlerin birikmesine, kan dolaşımının iyi yapılmamasına sebep olur. Bu meridyendeki tıkanıklık, yüksek tansiyon vb sorunlara yol açar. Safrakesesi Meridyeni: 32 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Şakaklarda ağrı, boyunda ağrı ve tutukluk, göz ve kulaklarda zayıflık, omuz ve kasıklardaki ağrılar, kalçadaki artrit ağrısı, diz sorunları, ayak dördüncü parmağında nasır, astım ve zona bu meridyendeki tıkanıklıktan gelen sorunlar olabilir. Karaciğer Meridyeni: Bu meridyen sinir sistemini kontrol ettiğinden, depresyon, kızgınlık gibi psikolojik sorunlarda önemli rol oynar KAYNAKLAR: 1: Tetik Nokta Masajı Clair Davies- Amber Davies; çeviri, Serdar Günaydın, Murat Aydoğdu, Özkan Matbaacılık, Ankara, 2008,23-51 2: Kendi Kendine Noktalarla Mucizevi Tedavi, Ahmet Elmas Maranki, Alioğlu Matbaacılık, İstanbul, 2012,23-35 3: Refleksoloji ; Gül Çakıroğlu, Refleksoloji, Kasandra Yayıncılık,İstanbul,2013,48-60 4: Kanıta Dayalı Rehberleriyle Tamamlayıcı ve Destekleyici Uygulamalar; Dr Ebru Yaşilgöz, Akademisyen Tıp Kitap evi, Ankara, 2015 , 101 -119 5: Yaşam Boyu Spor, Rasim Kale, Atlas Yayın, Ankara,2002, 1-6 6: Fiziksel Uygunluk: M. Kamil Özer,Nobel Yayın, Ankara, 2010,11-13 7: Sağlıklı yaşam Ve Spor, Dr. Kürşat Karacabey, Dr. Recep Özmerdivenli,Berday Matbası, İstanbul ,2011,396-397 8: Spor Ve Tıp: Dr. Derya Şentürk, Nobel Tıp, İstanbul, 2014 ,44 Www.safaknakajima.com/Pages/sliderdetail?Id 33 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey SÖZEL BİLDİRİLER 34 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ORGAN TRANSPLANTASYONU SONRASI GEBELİK *Filiz YARICI ATIŞ, **Ümran OSKAY *Yrd.Doç.Dr., Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Lefkoşa/ Kıbrıs. **Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nıghtıngale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul/ Türkiye. Reprodüktif çağdaki bayanlarda solid organ transplantasyonu her geçen gün artmaktadır. Organ transplantasyonunun yaygınlaşması, çocuk ve genç yaştaki hastalara da başarılı organ transplant uygulamaları sonrasında, fertil yaştaki transplante hasta grubunda gebelik istekleri de ön plana çıkmıştır. Organ yetmezliği nedeni ile takip edilen birçok hastada başarılı organ transplantasyonu sonrasında iyi gebelik sonuçları elde edilmiştir. Organ transplantasyonu sonrasında gebe kalan hastalar riskli gebelik olarak değerlendirilmektedir. Optimal maternal ve fetal sonuçların elde edilebilmesi için bu hastalar multidisipliner bir yaklaşımla izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Organ; Organ Transplantasyonu, Gebelik, Ebelik Bakımı. 35 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PROBİYOTİKLERİN JİNEKOLOJİ ALANINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ *Filiz YARICI ATIŞ, **Ümran OSKAY *Yrd.Doç.Dr., Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Lefkoşa/ Kıbrıs. **Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nıghtıngale Hemşirelik Fakültesi, İstanbul/ Türkiye. Probiyotikler, besinlerle veya destek şeklin de alındıkların da konakçnın bağırsakların da mikroorganizmalararası dengeyi sağlayarak sağlığını olumlu etkileyen canlı mikroorganizmalardır. Probiyotik olarak kullanılan başlıca mikroorganizmalar; Lactobacillus sp., Bifidobacterium sp., Streptococcus thermophilus ve Saccharomyces boulardii’ dir. Son yıllar da başta çocukluk çağı hastalıklarının tedavisi ve korunması olmak üzere birçok klinik tablo da probiyotikler kullanılmaya başlanmıştır. Bakteri ve mantar kökenli canlı probiyotikler tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır ve randomize klinik çalışmalarda da, rutin pratik uygulamalarda da genellikle iyi tolere edilmektedir ve probiyotikler ile ilişkili yan etkiler nadiren ildirilmektedir. Vaginal flora da normal de yer alan en önemli bakteri Laktobasillerdir. Probiyotikler ürogenital enfeksiyonlardan korunmada ve tedavisinde etkili yöntemlerdendir. Anahtar Kelimeler: Probiyotik; laktobasil; ürogenital enfeksiyonlar; vajinal enfeksiyon 36 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM AĞRISI VE EBELİK BAKIMI *Emel Tırkaz, *Meltem Akbaş * Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Ağrı, doğada ana öğeler olarak bulunan ateş , su gibi vücudumuzun temel öğelerinden birisidir.Ağrıyı diğer tıbbi süreçlerden ayıran en önemli özelliği subjektif olması , kişiden kişiye değişim göstermektedir.Ağrıya karşı herkesin verdiği tepki farklıdır.Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı, 1974 de ağrıyı , " belirgin bir nedene bağlı olan veya olmayan , insanın geçmişindeki tüm deneyimleriyle ilgili olan hoş olmayan bir duygudur" şeklinde ifade etmiştir.Doğum ağrısı kendine özgü olan çok taraflı bir ağrıdır.Doğum eyleminde ifade edilen ağrı, bilinen ve tanımlanan en şiddetli ağrı türlerinden biridir.özellikle primiparlarda kontraksiyonlar ve doğum , o güne kadar yaşanılan en şiddetli ağrı deneyimi olmaktadır. Fizyolojik olmasına rağmen tolere edilemeyen doğum ağrısının anne ve fetüs sağlığını olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Doğum ağrısının kontrol altına alınmasında farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemler kullanılmaktadır. Doğum ağrısının kontrolünde kullanılan bu yöntemlerde basitlik, güvenilirlik ve anne fetüs sağlığına zarar vermemesi özellikleri aranır. Ebelik uygulamaları ile doğum ağrısının kontrolüne sağlamada nonfarmakaolojik yöntemler tercih edilmektedir.Non-farmakolojik yöntemler doğumda ilaç kullanılmadan tamamen kadının gevşemesini sağlayan, ağrısını en az algılamaya yönelten yöntemlerdir. Non- farmakolojik yöntemlerle ağrı tedavisinin temelinde Kapı kontrol teorisi ve Endojen Endorfin Teorileri yer almaktadır. Doğum ağrısının azaltılmasında kullanılan non-farmakolojik yöntemler ebelik uygulamalarının bir parçasıdır ve doğum eyleminde güvenle kullanılabilir.Ağrı kontrolünde kullanılan Non farmakolojik yöntemlerden birisi de masaj uygulamasıdır. Gebenin mutlaka bu ağrıları çekmesi gerektiği eski bir görüş olarak kalmıştır. Doğum ağrısının yönetiminin öğretilmesi ideal olarak antepartal dönemde başlar.Bu yöntemlerden başlıcaları; - Gevşeme ve solunum egzersizleri - Müzik - İlgiyi başka yöne çekme - Hipnoz - Pozisyon verme - Masaj - TENS - Terapotik dokunma - Destek veren kişilerin varlığıdır. Ebeler bu yöntemleri bilmeli ve uygulanırken hastasının yanında yer almalı ve hazırlıklı doğumu bilmeli ve gerektiğinde hastasında bunu uygulayabilmelidir.Her zaman doğru olan ve muhtemelen de değişmeyecek olan şey ebelerin, ağrısı olan gebelere, diğer sağlık görevlilerine göre daha fazla zaman ayırdığıdır. Hastanın ağrısını ilk duyan, ağrıyı hafifletme doğrultusunda duygusal, emosyonel ve kognitif girişimleri kullanan ve etkilerini kaydeden kişi çoğu kez ebedir. Anahtar Sözcükler: Ağrı, doğum, ebelik bakımı 37 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM AĞRISI VE SWEDİSH MASAJ *Emel Tırkaz,* Meltem Akbaş * Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Masaj, birçok rahatsızlığın giderilmesi ve hafifletilmesi için pek çok kültürde yüzyıllardır kullanılan geleneksel bir tedavi yöntemidir. Masajın doğal olarak vücudun ağrı kontrol yeteneğini uyardığı bildirilmiştir. Masajın, kas spazmını çözerek hipoksinin azalmasına, sinir sistemini uyararak endorfin, serotonin gibi ağrı eşiğinin yükselmesine yardımcı maddelerin salınımını sağladığı, böylece ağrının giderilmesinde etkili olduğu bildirilmektedir. Masajın aynı zaman da hem analjezik hem de anksiyolotik etkili oksitosin salınımını uyardığı ifade edilmektedir. Masaj tedavisinin 100’ ün üzerinde farklı tipi bulunmaktadır. İpek tarafından 2014 yılında “Doğum Eyleminde Alt Sırt Bölgesine Uygulanan Derisel Terapi Yöntemlerinin Doğum Ağrısı Algısına ve Doğumun Süresine Etkisi” masaj ve sıcak uygulamasının doğum ağrısını hafiflettiği ve doğum süresini kısalttığı, anne ve bebek sağlığını etkilemediği, kullanımının kolay ve ekonomik olduğu belirlenmiştir . Chang, Wang, Chen tarafından 2002 yılında yapılan “Effects of massage on pain and anxiety during labour: a randomized controlled trial in Taiwan” başlıklı çalışmada deney ve kontrol gruplarının her ikisinde de doğum ilerledikçe ağrı yoğunluğu ve kaygı düzeyinde istikrarlı bir artış olduğu, deneysel grubun latent, aktif ve geçiş fazlarında ağrı reaksiyonlarının belirgin olarak daha düşük olduğu, kaygı düzeylerinin, latent fazdaki iki grup arasında anlamlı farklılık gösterdiği belirlenmiştir. Simkin ve Bolding tarafından 2004 yılında yapılan “Update On Nonpharmacologic Approaches To Relieve Labor Pain And Prevent Suffering” başlıklı çalışmada ağrı yoğunluğu doğum evrelerinin ilerlemesiyle istikrarlı bir şekilde artsa da, masaj grubunda her kasılma döneminde ağrı yoğunluğu puanı istatistiksel olarak anlamlı olduğu, anksiyete düzeyinin latent evrede masaj grubunda anlamlı derecede düştüğü belirnenmiş ve masaj grubundaki kadınların %87'sinin masajın ağrı kesici ve psikolojik destek sağlamada yardımcı olduğunu bildirilmiştir. Bastard ve Tiran tarafından 2006 yılında yapılan “Aromatherapy And Massage For Antenatal Anxiety: İts Effect On The Fetus” başlıklı çalışmada Antenatal kaygı, fetal gelişimini etkileyebilecek ve çocuğun psikolojik gelişiminde kalıcı etkilere sahip olabilen maternal hipotalamik-pitüiter-adrenal eksen değişikliklerine bağlanmıştır. Anksiyete için yapılan tedaviler şimdiye kadar psikoterapi teknikleri veya antidepresan ilaçlar üzerinde yoğunlaşmıştır ancak bunlar her zaman uzun vadeli iyileşme sağlamazlar. Aromaterapi ve masaj başarıyla kaygı azaltılmasında önemli bir iyileşme üretmek için kullanılmıştır. Ebe, bakımını yaptığı annelerin endişelerini azaltmak için uygulamalarına aromaterapi ve masajı dahil edebilir. Anahtar Sözcükler: Doğum, ağrı, Swedish masaj 38 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN EVLİLİK ÖNCESİ CİNSELLİĞE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ: SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ ÖRNEĞİ 1Meltem Akbaş, 1Ayşegül Aslan, 1Emine Demir, 2Turan Akbaş 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik Ana Bilim Dalı Amaç: Bu çalışma, üniversite öğrencilerinin evlilik öncesi cinselliğe ilişkin görüşlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini bir sağlık bilimleri fakültesinde 2016-2017 eğitim-öğretim yılında öğrenim gören 230 ebelik öğrencisi, 900 I. Öğretim, 400 II. öğretim hemşirelik öğrencisi olmak üzere toplam 1530 öğrenci oluşturmuştur. Örneklemi ise çalışmanın yapıldığı tarihte fakültede bulunan ve çalışmaya katılmayı gönüllü 739 öğrenci oluşturmuştur. Araştırma öncesi etik kurul onayı, kurum izni ve katılımcılardan sözlü aydınlatılmış onam alınmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan13 soruluk “Kişisel Bilgi Formu” ve 34 soruluk “Öğrencilerin Evlilik Öncesi Cinselliğe İlişkin Görüşleri Soru Listesi” ile toplanmıştır. Veriler, SPSS 22.0 for Windows programında sayı, yüzde, aritmetik ortalama ve kikare testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamasının 20,47±1,963 olduğu, %75,1’inin kadın, %26,1’inin ebelik, %73.9’unun hemşirelik öğrencisi olduğu, %77,9’unun Akdeniz Bölgesi’nde yaşadığı, %51,2’sini yaşamlarının çoğunu büyük şehirde geçirdiği, %75,1’inin annelerinin ilköğretim ve altı eğitim düzeyinde, %81,3’ünün çekirdek aile tipinde olduğu, % 76,9’unun cinsel konularla ilgili bilgi aldığı, %84,2’sinin cinsel partneri olmadığı görülmüştür. Katılımcıların %71,9’unun evlilik öncesi cinsel ilişkiye karşı olduğu, %60,2’sinin evlenmeden önce cinsel ilişkide bulunulmasını ahlaksızlık olarak nitelediği, %31,1’inin sevenlerin evlilik öncesicinselliği yaşamalarına olumlu baktığı, %34,2’sinin evlilik öncesi cinselliği normal karşıladığı, %71,6’sının evlenmeden önce insanların cinsel ilişkiye girmelerini doğru bulmadığı, %60,5’inin evlilik öncesi cinsellik yaşayanlara kötü gözle bakmadığı, %24,1’inin evlilik öncesi cinselliğin olması gerektiğini düşündüğü, %67’sinin daha önce cinsel ilişkisi olmuş biriyle evlenmek istemediği, %50,5’inin çevresinde evlilik öncesi cinsel ilişkide bulunduğunu bildiği insanlar olmasını beklemediği, %47,5’inin evlenmeden önce kişilerin birbirlerini cinsel yönden tanımaları gerektiği, %71,6’sının evleneceği insanın kendisinden önce cinsel ilişkiye girmiş olmasından rahatsızlık duyacağı, %74,8’inin sonucunda evlilik olmayacaksa evlilik öncesi cinsel ilişkiye karşı olduğu,%76,6’sının kadınların kendilerini evlenecekleri insana saklamaları gerektiğini düşündüğü, %53,3’ünün evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmiş kadınların ahlaki açıdan zayıf olduklarını düşündüğü, %65,9’unun evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmiş kızlara kızdığı, %65,5’inin kadınların evlilik öncesi cinsel yaşamının olmaması gerektiğini düşündüğü, %33,3’ünün kadınların evlilik öncesi cinsel ilişkide bulunmasını normal karşıladığı, %73,3’ünün kadının evlendiğinde bakire olmasının önemli olduğu, %28,4’ünün erkeklerin evlenmeden önce cinsel ilişkiye girebileceği, %25,2’sinin evlenmeyi planladıkları kişi ile evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmenin kabul edilebileceği, %56,8’inin bir erkeğin kendisi ile evlenmeden cinsel ilişkiye giren bir kıza saygı göstermeyebileceği, %22,6’sının kızlar evlilik öncesi cinsel ilişkiye girerse cezasını 39 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey çekmesi gerektiği, %13,3’ünün evlilik dışı cinsel ilişkinin sonuçlarına kadının yalnız başına katlanması gerektiği, %65,4’ünün evlilik öncesi cinsel ilişkiden kaçınma ve bakire olmanın kişinin saygınlığını arttırdığı, %75,1’inin evlilik öncesi cinsel ilişkiden kaçınmak ve bakire olmanın sağlıklı bir yaşam biçimi olduğu, %88,1’inin evlilik dışı cinsel ilişkide kadın ve erkeğin sorumlulukları eşit olması gerektiği, %74,3’ünün evlilik dışı cinsel ilişkilerin ahlaki ve kültürel değerlerimizi tahrip ettiği, %89,6’sının cinsel birliktelikte arada aşkın olması gerektiği, %80,2’sinin bekaretin kendisi için önemli olduğu, %26,7’sinin cinsellik üremek için olduğu, %74,8’inin evlilik öncesi cinsel birleşme yaşamanın günah olduğu, %62,5’inin vajinal birleşmenin cinsellikte kabul edilebilir tek birleşme şekli olduğu, %66,7’sinin anal birleşmenin sapkınlık olduğu, %66’sının cinselliğin tabu olmaktan çıkması gerektiği şeklinde düşünceler ifade ettikleri belirlenmiştir. Öğrencilerin evlilik öncesi cinselliğe ilişkin görüşleri soru listesindeki ifadeler ile cinsiyetleri, bölümleri, yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği yer, annelerinin eğitim düzeyi, cinsellikle ilgili bilgi alma ve cinsel partnere sahip olma durumları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır. Sonuç: Üniversite öğrencilerinin sahip oldukları bireysel özelliklerinin evlilik öncesi cinselliğe ilişkin görüşlerini etkilediği görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Cinsellik, öğrenci, üniversite. 40 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey CİNSEL MİTLER VE EBELİK *Arş. Gör. Emine Demir, *Doç. Dr. Şule Gökyıldız Sürücü, *Arş. Gör. Cemile Onat Köroğlu *Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Nesnel olarak, neslin devamı için gerekli olan cinsellik, subjektif olarak da oldukça önemli ve insanoğlunun yaşantısını etkileyen bir kavramdır. Toplumdan topluma değişen cinsellik kavramı kimi zaman bir görev, zorunluluk, ihtiyaç kimi zaman ise mutluluk olarak tanımlanır. Cinselliğe ilişkin genel düşünce bir tabu olarak görülmesidir. Toplum olarak cinsellik ile ilgili konuları konuşmaktan çekinir ya da hiç konuşmamayı tercih ederiz. Cinsel mitler bilimsel değeri olmayan, kişilerin yaşantısı, kültürel ve sosyal özellikleri ile şekillenen, doğru olmayan düşüncelerdir. Cinsellik ile ilgili oldukça fazla mit vardır. Bu yanlış inanışlara “cinsel birlikteliği her zaman başlatan ve sonlandıran erkek olmalıdır”, “kadının cinsel birliktelikte zevk alma hakkı yoktur”, “bütün fiziksel temaslar cinsel birliktelik ile sonlanmalıdır”, “mastürbasyon kötü bir eylemdir, pistir ve zararlıdır” örnek olarak verilebilir. Toplumumuz halen sağlıklı ve yeterli cinsel bilgi kaynaklarından yoksundur. Eksik ve abartılı mesajların alındığı cinsel bilgi kaynaklarına bağlı olarak cinsel mitler toplumumuzda halen yaygın olarak görülmektedir. Yaygın olan cinsel mitler ile baş edebilme, cinsel bilgilerin zamanında ve doğru kaynaklardan bireylere aktarılması ve sağlıklı, doyumlu bir cinsel yaşam ile mümkündür. Bu nedenle, sağlıklı ve yeterli cinsel bilgilerin verildiği kaynaklara gereksinim vardır. Cinsellikle ilgili kulaktan dolma, bilimsel olmaktan uzak, eksik bilgiler yerine; ailede anne ve baba ile başlayan, okullarda öğretmenlerin desteği ile devam eden, profesyoneller rehberliğinde, bilimsel kaynaklı, net ve anlaşılır cinsel eğitim programları erken yaşlardan itibaren başlamalıdır. Kadın ve aile sağlığının korunması, geliştirilmesi ve yükseltilmesinde önemli rolleri olan ebelerin bütüncül yaklaşımla yaklaşması ve kadını tüm yönleriyle değerlendirerek cinsel yaşam kalitesinin yükseltilmesine katkı sağlamalıdır. Anahtar Kelimeler: Cinsel mit, ebelik 41 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KÜRTAJ OLAN KADINLARDA POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUĞUNUN BELİRLENMESİ 1Meltem Akbaş, 1Tülin Uçar, 1Emine Demir, 2Turan Akbaş 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve RehberlikAna Bilim Dalı Amaç: Bu çalışma, kürtaj olan kadınlarda posttravmatik stres bozukluğunun belirlenmesi amacıylayapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılan araştırmanın evrenini bir kadın doğum ve çocuk hastalıkları hastanesi septik servisinde kürtaj sonrası yatan kadınlar örneklemini ise araştırmaya gönüllü olarak katılan 150 kadın oluşturmuştur. Araştırma öncesi etik kurul onayı, kurum izni ve katılımcılardan sözlü aydınlatılmış onam alınmıştır. Veriler, 17 soruluk anket formu ve 17 maddeden oluşan 5’li Likert yapıda “Post-Tavmatik Stres Bozukluğu Soru Listesi- Sivil Versiyonu” ile yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Veriler SPSS 15.0 for Windows programında sayı, yüzde, aritmetik ortalama, İndependent t Testi ve One Way ANOVA ile analiz edilmiştir. Bulgular: Tamamı kadın olan katılımcıların yaş ortalamasının 30.54±7.279 olduğu, %56.7’sinin 30 yaş ve altı yaş grubunda, %96.0’ının evli, %65.3’ünün ortaokul ve altı eğitim düzeyinde olduğu, %84.0’ının sosyal güvencesinin bulunduğu, %80.0’nin ekonomik durumunu orta düzeyde olduğu, %28.7’sinin sigara kullandığı, ortalama gebelik sayısının 3.52±2.104, ortalama kürtaj sayısının 0.39±0.578 olduğu, %79.3’nün sağlık çalışanlarından memnun olduğu belirlenmiştir. Kürtaj olan katılımcıların %35.3’ünün pişmanlık, %26’sının öfke, %21.3’ünün kızgınlık, %18.0’inin nefret, %24.7’sinin utanma, %54.7’sinin vicdan azabı, %5.3’ünün mutluluk, %4.7’sinin rahatlama, %18.0’inin yalnızlık, %79.3’ünün ise üzüntü şeklinde duygular yaşadığı görülmüştür. Katılımcıların “Post-Tavmatik Stres Bozukluğu Soru Listesi- Sivil Versiyonu” puan ortalamasının 41.18±11.341 olduğu, %97,3’ünün 23 ve üstü ölçek puanına, %2,7’sinin ise 22 ve altı ölçek puanına sahip oldukları görülmüştür. Katılımcıların, medeni durum, gebe kalma sayısı ve kürtaj olma durumu ile PostTavmatik Stres Bozukluğu Soru Listesi-Sivil Versiyonu puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Veriler doğrultusunda yapılan değerlendirmeye göre kürtaj olan kadınların tamamına yakınında posttravmatik stress bozukluğu olduğu ve en çok olumsuz duygular yaşadıkları sonucuna varılmıştır. Anahtar kelimeler: Kürtaj, Kadın, Stres, Posttravmatik Stres 42 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARINA GENEL BİR BAKIŞ Meltem Akbaş, Merve Gül, Kemaliye Demirkaya, Emine Demir Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Tıbbın gelişmediği çağlarda, insanların kendi özel çabalarıyla hastalıkları tedavi etme yöntemi ''Halk Tababeti/Yerel Tıp'' olarak adlandırılır. Halk tıbbı insanlığın varoluşundan bu tarafa, mevcut hastalıkların tedavileri sürekli kullanılmıştır. Bu şekilde nesilden nesile aktarılan değerler, inançlar, tutum ve davranışlar, örf ve adetler olarak kültürden kültüre aktarılarak bu güne kadar gelmiştir. Yirmi birinci yüzyıla geldiğimizde “modern tıp”, “geleneksel tıp”, “alternatif tıp” ve “tamamlayıcı tıp” kavramları ile çok sık karşılaşılmaya başlanmıştır. Modern tıp, kanıta dayalı, karşılaştırmalı ve modern bilimsel metotlarla hastalar için faydalı olduğu görülen ve bu yararı ölçümlenebilen tıp yöntemlerini kapsar. Geleneksel tıp, fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, bunlara tanı koyma, iyileştirme veya tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve tecrübelere dayalı, izahı yapılabilen veya yapılamayan bilgi, beceri ve uygulamaların bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu yöntemler, bir ülkenin kendi geleneklerinin parçası olmayan ve modern sağlık sistemine girmemiş sağlık uygulamalarını kapsadığı zaman “tamamlayıcı tıp” veya “alternatif tıp” şeklinde adlandırılır. Tamamlayıcı tıp, modern tıbbının dışında ama onun etkisini azaltmadan, onunla birlikte kullanılan hastanın durumunu iyileştirmek için birlikte kullanılan uygulamalardır. Alternatif tıp ise henüz bir tedavi şekli olarak kabul edilmemiş veya etkisi ispatlanmamış, modern tıbbın yerine koyulan yöntemlerdir. Bu gün alternatif tıp yerine geleneksel tıp kavramı daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Günümüzde doğal ürünlerin iyi ve güvenli olduğu gerekçesiyle geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının kullanımı dünyada olduğu gibi ülkemizde de gittikçe artmaktadır. Bu tür uygulamalardaki artışın toplum sağlığını korumaktan çok riske atacağına ilişkin görüşler yaygındır. Toplum sağlığının korunması geliştirilmesi ve yükseltilmesinde sorumlu olan sağlık çalışanlarının, geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına ilişkin bilgi sahibi olması, bunların zararlı yanlarını, sağlığı tehdit eden ya da tedaviyi aksatan durumları ortaya çıkarması, sürdürülmesinde sakınca olmayan uygulamaların ise korumasında açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: Geleneksel uygulamalar, modern tıp, alternatif tıp 43 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE SAĞLIĞI MERKEZİNE KAYITLI BEBEĞİ OLAN ANNELERİN BEBEK BAKIMINA İLİŞKİN ÖZYETERLİLİKLERİNİN BELİRLENMESİ Hilal YILDIRIM1, Kevser IŞIK1, Zeliha KANDEMİR2, Çiğdem KARAKAYALI1 1İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Arş. Grv., Malatya 2Amasya Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu, Öğr. Gör., Amasya Amaç: Bu araştırma aile sağlığı merkezine başvuran ve bebeği olan annelerin bebek bakımına ilişkinöz yeterliliklerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte olan çalışmanın evrenini Malatya il merkezinde bulunan Adafı 1,Adafı 2 ve Hanımın Çiftliği Aile Sağlığı Merkezlerine kayıtlı bebeği olan anneler oluşturmuştur. Örneklemi ise araştırmanın yapıldığı tarihlerde (MartNisan 2017) aile sağlığı merkezlerine başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 109 anne oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak anneleri tanıtan anket formu ve Ebeveyn Öz-yeterlik Ölçeği(EÖYÖ) kullanılmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından hafta içi (Ptesi-Salı) iki iş günü içerisinde yüz yüze görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Bulgular: Araştırmada annelerin yaş ortalaması 28.13±5.40’dır. Annelerin %45’inin ilköğretim mezunu olduğu, %90.8’inin çalışmadığı, %99.1’inin bebeğinin büyüme ve gelişimini takip ettiği, %66.1’inin bebeğini düzenli sağlık kontrolüne götürdüğü, %84.4’ünün bebeğinin aşılarını düzenli olarak takip ettiği, %99.1’inin bebeğinin düzenli olarak aile sağlığı merkezinde takip edilmesinden memnun olduğu belirlenmiştir. Araştırmada annelerin ebeveynlik öz-yeterlik ölçeği toplam puan ortalaması 32.04±8.16 olduğu belirlendi. Sonuç: Araştırma sonucunda annelerin ebeveynlik öz yeterliliklerinin orta düzeyde olduğu saptandı. Aile sağlığı merkezine gelen annelerin öz yeterliliklerini arttırmaya yönelik bebek bakımı konusunda eğitimlere ağırlık verilmesi önerilir. Anahtar Kelimler: Anne, bebek, Öz yeterlik 44 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GÖÇ YOLUNDA KADIN: EBE VE HEMŞİRELERİN ROLÜ Kıymet YEŞİLÇİÇEK ÇALIK, Nurdan Tuğçe GÜNAL KTÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Doğum ve KAdın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Amaç: Dünya genelindeki artan göç olayları; göçü yaşayan tüm bireyleri sağlık, sosyal ve psikolojik yönden olumsuz etkilemektedir. Özellikle kadınlar; göç eden birey olarak ve “kadın” olmanın getirdiği özellikler nedeniyle daha dezavantajlı konumdadır. Bu derlemenin amacı, göç yaşayan kadınların sağlık sorunlarını ortaya koymak ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan ebe ve hemşirelerin, bu sağlık sorunlarını ortaya koyma, çözme ve riskleri azaltmadaki rolünü açıklayabilmektir. Yöntem: Çalışmada son on yılda yayımlanan bilimsel çalışmaların derlenmesi amacıyla, EBSCOHOST, COCHRANE LIBRARY, SCIENCE DIRECT, PUBMED, CINAH, MEDLINE arama motorlarında Karadeniz Teknik Üniversitesi kütüphanesi üzerinden ulaşılabilen “uluslararası göç”, “göçmen”, “kadın”, “mülteci” “göç ve kadın”, “göç ve kadın sağlığı”, “toplumsal cinsiyet” anahtar kelimeleri taranmış, 20072017 yılları arasında hakemli dergilerde tam metni İngilizce veya Türkçe olarak yayımlanan makaleler incelenmiştir. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Göç Örgütü gibi uluslar arası organizasyonların raporları gözden geçirilmiş ve bu kapsamda göç eden kadınların sağlığının korunmasına yönelik bazı önerilerde bulunulmuştur. Bulgular:Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’ne göre göç; “Uluslararası bir sınır boyunca veya bir devlet içinde, bir kişinin veya grubun, süresi, niteliği ve nedenlerine bakılmaksızın her tür yer değiştirme hareketidir. Göç, yasal ve yasa dışı yollarla, zorunlu ve gönüllü olarak, çalışma ve sığınma amaçlarıyla, geri dönüş, güvenlik, bireysel, ailevi, ekonomik nedenlerle gerçekleşen bir süreçtir. Bu süreci yaşayan kadınların sosyo-ekonomik durumları, etnik ve dini kimlikleri, kültürel özellikleri, süreçten nasıl etkileneceklerini belirleyen faktörlerdir. Göç sürecinde ortaya çıkan çeşitli sorunların en önemlilerinden biri de sağlık sorunlarıdır ki kadınlar hem kadın oldukları hem de göçmen oldukları için bu sorunlardan en fazla etkilenenler arasındadır. Göçmen kadınların en sık karşılaştıkları sağlık sorunları arasında; aile planlaması ve doğum öncesi bakım hizmetlerinden yararlanamama, düzensiz adet kanamaları, istenmeyen gebelikler, düşükler, küretaj, evde sağlık personeli olmaksızın yapılan doğumlar ve doğum komplikasyonları gibi üreme sağlığı sorunlarıdır. Ayrıca, beslenme bozuklukları, bulaşıcı hastalıklar/HIV, cinsel taciz, tecavüz, seks ticaretine zorlanma, ev kazaları, şiddet ve ruhsal sağlık sorunlarına da bulundukları bölge kadınlarına göre daha fazla maruz kalmaktadırlar. Sonuç ve öneriler: Sağlık çalışanlarının bu grupların gereksinimleri konusunda farkındalıklarının ve deneyimlerinin az olması, dil sorunları, kültürel farklılıklar, idari ve yasal engeller sağlık hizmetlerinde yaşanan temel sorunlardır. Dolayısıyla göç ile oluşan yeni topluluklar içinde özellikle kadınların sağlığının korunması ve geliştirilmesinde sağlık personeline önemli görevler düşmektedir. Sağlık personelinin, göç edenlerin göç etme nedeni, kültürel özellikleri, sosyal destek durumu, yaşadığı koşulları bilmesi ve riskli grupları tanıması önemlidir. Özellikle birinci basamak hizmetlerinde çalışan ebe ve hemşireler, göçmen kadınların doğurganlıkla ilgili 45 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey sorunlarını çözmede, kontraseptif kullanmalarında ve perinatal mortaliteyi azaltmada önemli rolünün olduğunu bilmeli ve kadınlara yardım edebilmelidir. Bununla birlikte bu alanlarda çalışan ebe ve hemşirelerin de sağlık sistemi tarafından desteklenmesi, bilgilendirilmesi ve eğitim gereksinimlerinin karşılanması ve sağlık hizmetinin sunulduğu yerlerde profesyonel tercümanlar bulundurulması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: göç, kadın, göçün kadın sağlığına etkisi. 46 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PİLOT ÇALIŞMA ÖRNEĞİ : TOPLUMUN BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDAN YARARLANMA DURUMU, HEMŞİRELİK/ EBELİK HİZMETLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİNİNBELİRLENMESİ Esma DEMİREZEN1, Güler BİLİCİ2 1İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi , Ebelik Bölümü , Yrd.Doç.Dr 2İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü , Tezli Ebelik Yüksek Lisans Öğrencisi Amaç: Bu pilot çalışmada bireylerin birinci basamak sağlık hizmetlerinden(BBSH) yararlanma, hemşire/ebelik hizmetlerine ilişkin görüşlerinin belirmesi amaçlanmıştır. Elde edilen bulguların hizmet sunumunun organizasyonu, planlanması ve toplum memnuniyeti açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Gereç ve Yöntem: Çalışma 23-26 Nisan 2017 tarihleri arasında Bakırköy ve Bağcılar bölgelerinde kazasal örnekleme yöntemi ile toplam 150 kişiye ulaşılmıştır. Veriler literatür verileri ışığında oluşturulan anket formu ile, yüz yüze görüşmelerle alınmıştır. Veri toplama süreci devam etmekle birlikte burada toplam 150 kişiye ait veriler sunulmuştur. Bulgular : Çalışma grubunun yaş ortalaması 38.5±12.74(19-82) dır. Aile sağlığı merkezine (ASM) başvurma nedeni ise %78 (n:117) muayene, %45.3 (n: 68) ile reçete yazdırma, %45.3’ü (n: 68) enjeksiyon yaptırma , %20.7’si ise (n: 31) ile tahlil amacı olarak sıralanmaktadır. Katılımcıların %30.7si (n: 46) ev ziyaretlerini faydalı bulduğunu, %8’i (n: 2) ise faydalı bulmadığını ifade etmiştir. Grubun önemli bir bölümü %58’i (n:87) ev ziyaretine ihtiyaç duymadığını belirtirken, %3.3’ü (n: 5) ihtiyaç olduğunda başvurmalarına karşın ev ziyareti konusunda destek alamadığını belirtmiştir. Deneklerin %2si (n: 3) evde muayene ihtiyacı, %0.7si (n: 1) enjeksiyon ihtiyacı , %0.7’si (n: 1) evde bakım hizmetlerine ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Danışmanlık hizmetleri kapsamında ise çalışmaya katılanların %72sinin (n: 18) ebeden aile planlaması konusunda danışmanlık aldığını ifade etmiştir ve bu hizmetten menün olduğunu (%96) belirtmiştir. Hizmet yetersizlikleri değerlendirildiğinde bireylerin %55.3’ü (n: 83) muayene, %18’i (n: 27) tedavi, %10.7’si (n:16) danışmanlık, %7.3’ü (n: 11) reçete yazdırma, %4.7’si (n: 5) tahlil yaptırma, %3’ü (n: 3) lohusa izlem, %2’si (n: 3) evde bakım, %2’si (n: 3) gebe muayenesi, %0,7’si (n: 1) aşılama hizmetlerinin yetersizliğini vurgulamıştır. Ebe /hemşirelik hizmetlerinden yararlanmada bireyler %53.3 (n:0) ile enjeksiyon, %10.7 (n: 16) çocuk izlem, %9.3’ü (n: 14) pansuman uygulamaları ilk sırada yer almaktadır. Grubun önemli bir bölümü memnuniyetini (%79.3) ve hemşire/ebenin bilgisini yeterli bulduklarını belirtmişlerdir (%78). Deneklerin sadece %15.3’ü (n: 23) düzenli olarak kontrollerine giderken, %5,3’ü (n: 8) randevu alırken sorun yaşadığını ifade etmiş, sadece %6’lık bir kesim çok sıra beklediğini ifade etmiştir. Deneklerin yaklaşık yarısı (%46.7) ASM’de verilen hizmet kalitesinden memnun olduğunu , %53.3 gibi önemli bir bölümü ise orta ve kötü olarak değerlendirmiştir. Buna paralel olarak % 41.3’ü kendini güvende hissederken , %45’i hizmet süresini yeterli bulmadığını belirtmiştir. Bunun devamı olarak deneklerin %77.9’u (n: 116) ASM’lerde verilen hizmetin geliştirilmesine yönelik dileklerini ifade etmiştir. Muayene hizmetleri (%50), tedavi hizmetleri (%19.3), iletişim konusunda (%12) değişim ve düzenleme isteği ilk sıralarda yer almaktadır. Sonuç: ASM’leri birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında önemli bir ihtiyaca cevap vermektedir. 47 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Muayene hizmetleri burada da ilk sırada yer alırken, çalışmaya katılanların yine bu konudaki yetersizlikleri vurguladığı dikkat çekmektedir. Hemşire/Ebe grubun sunduğu hizmetlerden genel bir memnuniyet söz konusu ancak hizmet kalitesi, güvensizlik ile ilgili ifadeler dikkat çekicidir. Pilot çalışma kapsamında ulaşılan bu verilerin, hizmetin etkinliği, hizmet sunumunun değerlendirilmesi ile ilgili daha kapsamlı verilere gereksinim olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: birinci basamak sağlık hizmetleri, ASM, hizmetlerden yararlanma 48 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİNDE EBELER : TÜRKİYE VE İRAN’A GENEL BAKIŞ Esma DEMİREZEN, Tuba BÜYÜKKAL İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü , Yüksek Lisans Öğrencisi Toplum sağlığını korunması ve geliştirilmesinde tüm Dünya’da ebeler, özellikle birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında bir yere sahiptir. Bu çalışmanın amacı Türkiye ve İran’da ebelerin birinci sağlık hizmetleri kapsamındaki durumlarını incelemektir. Toplam nüfus özellikleri itibariyle Türkiye (78.7 milyon) ve Iran (80.8 milyon) yakın bir yoğunluğa sahiptir. Önemli ölçütü olarak kabul edilen anne ve bebek oranı ise Türkiye’de 15.9 ve 10.7 , Iran da ise 25 ve 15 dir. İnsani Gelişme Endeksi’ne (Human Development Index) göre ise toplam 188 ülke arasında ise Iran 69’uncu sırada , Türkiye ise 71’inci sırada yer almaktadır. Her iki ülkede ebelik mesleği köklü bir geçmişe sahiptir. Ülkemizde ebelik eğitimi 1840’lı yıllara dayanmaktadır. Önceleri lise düzeyinde iken, 1996 yılından itibaren lisans, 2000 yılında yüksek lisans, 2013’da ise ebelikte doktora programları başlamıştır. Önemli bir farklılık İran’da ebelik doktora programının ana çocuk sağlığı, ebelik öğretimi gibi alt bilim dallarına ayrılmış olmasıdır. T.C. Sağlık Bakanlığı (SB) verilerine göre; Türkiye’de çalışan ebe sayısı 53.427 ebe bulunmaktadır. Bu ebelerin %49’u hastanelerde , %25’i ise aile sağlığı merkezlerinde, %26’sının ise diğer kurumlarda çalışmaktadır. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün yayınladığı “Bir Bakışta Sağlık Raporu” na göre; Türkiye’de 100.000 kadına 140.1 ebe (2011 yılı) düşmektedir. İran’a ilişkin istatistiksel verilere ulaşmak zor olmakla birlikte, 50.000’den fazla ebe olduğu, ebelerin önemli bir bölümün ise birinci basamakta sağlık merkezlerinde yer aldığı bilgisine ulaşılmıştır. Bir diğer veriye göre İran’da 1981 yılı verilerine göre 100.00 kişiye 52 ebe düşmektedir. Ülkemizde ebe, hemşirelerin birinci basamak kapsamındaki rolleri 1961 yılında yayınlanan sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasası kapsamında özellikle vurgulanmıştır. Aile hekimliği sistemine geçiş (2003 yılı) ile birlikte ebelerin rol ve fonksiyonlarında değişim olmamakla birlikte, özellikle büyük şehirlerde iş yükünün artmasına neden olmuştur. Performans sisteme dayalı istem, gebe, loğusa, çocuk, aşı takibinde karşılaşılan bazı engeller bununla birlikte yeni sistemde ebe, hemşirelerin “aile sağlığı elemanı” olarak tanımlanması önemli rahatsızlıklara neden olmuştur. Benzer değişim İran’da da söz konusu, ebelerin “sağlık bakımcısı” olarak tanımlanmış mevcut görevlerine yenileri eklenmiştir. Birinci basamak kapsamındaki görev ,sorumluluk alanları benzerlikler göstermekle birlikte İran’da nikâh öncesi çiftlerin tahlilleri vb. prosedürleri, bazı ilaçları yazma yetkisi, bağımsız merkez açabilme gibi noktalarda önemli farklılıklar görülmektedir. İş yükün artması, ebelik dışı görevlerin yüklenmesi, birinci basamakta meslek üyelerinin “ebe” olarak anılmaması her iki ülke ebelerinin ortak sorun olarak dikkat çekmektedir. Eğitim, bilgi, deneyim paylaşımlarının geliştirilmesi ile her iki ülkeye uygun çözüm önerilerinin bulunulacağı düşünülmektedir. Bu anlamda deneyim ve bilgi paylaşımı önemlidir. Ülkemizde son yıllarda giderek artan İranlı ebelik öğrencilerinin bilgi paylaşım köprüsünün güçlendirilmesinde önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler : ebelik , birinci basamak , Türkiye , İran , koruyucu sağlık hizmetleri KAMU HASTANESİNİN ÖRNEK GEBE BİLGİLENDİRME SINIFI VE BİR YILLIK VERİLERİ 49 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey *Döne ERTUĞRUL ABBASOĞLU *Özlem KARABULUT *Tuğba YILMAZ ESENCAN * SedaKÜÇÜKOĞLU *Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÖZET Giriş: Gebelik süreci; anne ve baba adaylarının ebeveynliği öğrenme, alışma, planlama ve uyum sağlama sürecidir. Bu özel süreçte prenatal bakıma destek duyar ve arayış içinde olurlar. Bu noktada gebeyi, eşini ve çevresini gebelik, doğum ve doğum sonuna hazırlayan gebe bilgilendirme sınıfları devreye girmektedir. Dünyada hemen her yerde bu eğitimlere rastlanmaktadır. Ülkemizde de bu eğitimler farklı isimlerde özel ve kamu kurumlarında verilmektedir. Kamu kurumlarında bu sınıfların açılması ve yürütülmesi için yaygınlaştırma çalışmaları hızla devam etmektedir. Bu gelişmelerin daha ileri seviyelere ulaşması açısından prenatal bakım hizmetlerinde “Gebe Bilgilendirme Sınıfları”nın önemi vurgulanmaktadır. Amaç: Bu çalışma gebe bilgilendirme sınıfının vermiş olduğu doğuma ve bebeğe hazırlık eğitimlerinin son bir yıllık sonuçlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Materyal-Metod: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan araştırma, İstanbul ilinde Anadolu yakasında bulunan bir dal hastanesinin gebe bilgilendirme sınıfında, 1.Ocak/31Aralık.2016 tarihlerinde doğuma ve bebeğe hazırlık eğitimine katılmış olup 6 haftalık eğitimi tamamlayan tüm bireylerden çalışmaya katılmayı kabul eden ve ulaşılabilen 407 katılımcıyla gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında literatür doğrultusunda araştırmacı tarafından geliştirilen 12 sorudan oluşan Gebe Tanılama Formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılanların, yaş ortalaması 29.33 olup minimum 20, maksimum 41 yaşındadır. Gebelerin %73’ünn lisans mezunu olduğu,%87’sinin ilk gebeliği olduğu ve %55’inin doğuma hazırlık eğitimine başlama zamanının üçüncü trimester olduğu belirlenmiştir. 6 haftalık eğitimi tamamlayan katılımcıların doğum sonuçları incelendiğinde; %64,6’sının normal spontan doğum ile sonuçlandığı, %35,4’ünün sezaryen olduğu saptanmıştır Sezaryen nedenleri olarak %29’unun ilerlemeyen travay, % 12.6’sının cpd olduğu saptanmıştır. Doğum yapmak için %73,5’i özel hastaneleri tercih etmiş olup sadece %26,5’i kamu hastanesinde doğum yapmayı tercihetmişlerdir. Sonuç ve Öneriler: Doğuma hazırlık eğitimi almış olmak doğum şekli üzerine etkili olduğu kadar, doğum için tercih edilen fiziki ortamın oluşturulmasına da etki etmektedir. Eğitimlerin artırılması ve ulaşılabilirliğinin saplanmasının yanında doğum ortamlarının da iyileştirilmesi vajinal doğum oranlarını artırılabilir. Anahtar Kelimeler: Gebe Okulu, Doğuma Hazırlık Eğitimi, Ebe EBELİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN BİREYSEL YENİLİKÇİLİK DÜZEYLERİ VE EĞİTİMDE İNOVASYON İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ 50 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Arş. Gör. Feyza REYHAN, Arş. Gör. Esra Nur KABAKCI , Doç.Dr. F. Deniz SAYINER | Yrd. Doç. Dr. Neşe ÇELİK | Selin GÖĞEBAKAN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Son yıllarda teknolojik gelişmeler ile birlikte bilimsel bilginin önemi giderek artmakta ve eğitim modelleri de hızla değişmektedir. Ayrıca teknolojideki gelişimler ile yükseköğrenime gelen öğrencilerin beklentilerindeki değişimler de eğitimde inovasyon gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Literatürde inovasyon kavramı, bilim ve teknolojinin ekonomik ve toplumsal yarar sağlayacak şekilde yenilenmesi, buluş yaratmak, farklı olmak şeklinde tanımlanmaktadır. Hızla ilerlemeye devam eden sosyal ve teknolojik gelişim, her alanda olduğu gibi eğitim kurumlarını da etkilemektedir. Bu değişimlerle artan gereksinimlere yanıt verme görevi olan eğitim kurumları bu süreçte, geçmişe oranla daha kapsamlı ve yenilikçi uygulamalar geliştirmelidirler. Bu araştırmanın amacı, geleceğin sağlık profesyonelleri olacak ebelik bölümü öğrencilerinin bireysel yenilikçilik düzeylerinin belirlenmesi ve ebelik eğitimde inovasyon ile ilgili düşüncelerini belirlemektir. Bu çalışma, 10-14 Nisan 2017 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü’nde öğrenim görmekte olan öğrencilerin katılımı ile gerçekleştirilmiş kesitsel bir çalışmadır. Tüm öğrencilere (toplam 298) ulaşılmaya çalışılmış ancak çalışmaya gönüllü ve veri toplama sırasında okulda bulunan 166 öğrenci (evrenin %56’sı) araştırma grubunu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak literatür desteği ile geliştirilen 30 soruluk anket formu ve bireylerin genel anlamda yenilikçilik düzeyini değerlendirebilmek amacıyla “Bireysel Yenilikçilik Ölçeği (BYÖ)” kullanılmıştır. Türkçeye uyarlama, geçerlik ve güvenirlik çalışması Kılıçer ve Odabaşı tarafından yapılan ölçek 5’li likert tipinde olup, ölçekten alınan toplam puan en düşük 14,en yüksek ise 94’tür. Ayrıca alınan puanlara göre bireyler, 80’in üstünde ise “Yenilikçi”, 69- 80 arasında ise “Öncü”, 57- 68 arasında ise “Sorgulayıcı”, 46 -56 arasında ise “Kuşkucu”, ve 46 puanın altında “Gelenekçi” olarak değerlendirilmektedir. Ölçekte hesaplanan puana göre genel olarak bireylerin yenilikçilik düzeyleri hakkında da değerlendirmede bulunulabilmektedir. Buna göre; 68 üstü puan alan bireyler oldukça yenilikçi olarak değerlendirilirken, 64 altı puan alan bireyler yenilikçilikte düşük olarak yorumlanmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 21 programı kullanılıp, analizinde frekans dağılımı, Independent Samples t test ve One-way ANOVA testleri kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık değeri p<0,05 kabul edilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20,44±1,88 idi. Çalışmada öğrencilerin %59’unun (n=98) ayda ortalama 1 veya 2 kitap okuduğu, %80,7’sinin (n=134) düzenli olarak bir gazete ya da dergi takip etmediği saptanmıştır. Öğrencilerin %49,4’ü (n=82) haftada ortalama 4-5 saat internet kullandığını belirterek, interneti %67’si (n=112) iletişim , %20,4’ü (n=34) araştırma amaçlı kullandığını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %39,8’inin (n=66) meslekleri ile ilgili yayınları takip ettikleri, %38,6’sının (n=64) mesleki gelişimlerini sağlayacak bilimsel toplantılara/kurslara katıldıkları ve %94,6’sının (n=157) çalışmaya başladıklarında mesleğinin gelişimine katkıda bulunacak yenilikler yapmak istedikleri saptanmıştır. Öğrencilerin %51,8’i (n=86) inovasyonu “yenileşim” olarak tanımlamışlardır. Öğrencilerin ebelik eğitimde inovasyon ile ilgili düşünceleri incelendiğinde; %44,6’sı (n=74) okulda verilen derslerin akıl yürütme becerisini “kısmen” güçlendirir nitelikte olduğunu, %39,2’si 51 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey (n=65) derslerde öğrencilerin farklı fikirlerinin desteklendiğini, %56,6’sı (n=94) eğitimlerinde meslek eğitimi ve uygulamalarını biçimlendiren inovasyon odaklı çalışmalar yapılmadığını, % 50’si (n=83) eğitimin kanıt temelli teorik ve uygulamalı bilgi ile desteklendiğini belirtmişlerdir. Öğrencilerin %77,1’i (n=128) okuldaki laboratuar koşullarının ve teknik donanımların yetersiz olduğunu belirterek, %85,5’i (n=142) teorik bilgilerin simülasyon eğitimi ile güçlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %78,9’unun (n=131) inovatif uygulamaların yaygınlaşmasında meslek örgütlerinin (dernek vb) çalışmalarının önemli olduğunu düşündükleri bulunmuştur. Çalışmada öğrencilerin BYÖ puan ortalaması 63,75±9,97 olup, ölçek sınıflandırmasına göre “Sorgulayıcı” sınıfında yer aldığı saptanmıştır. Ölçek ortalamasına göre genel olarak öğrenciler bireysel yenilikçilikte düşük oldukları görülmüştür. Çalışmada öğrencilerin sınıfları, yaşadıkları yer, yabancı dil düzeyleri ile bireysel yenilikçilik düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (her biri için; p>0.05). Kitap okuma ve gazete/dergi takip etme alışkanlığı olan öğrencilerin bireysel yenilikçilik düzeylerinin diğerlerine göre daha yüksek olduğu bulunmuştur (her biri için; p>0.05). Araştırmanın sonucunda öğrencilerin genel olarak inovasyonu “yenileşim” olarak tanımladıkları ve mesleğe katkıda bulunacak yenilikler kazandırmak istedikleri görülmüş; ancak öğrencilerin bireysel yenilikçilik düzeylerinin düşük olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda öğrencilerin eğitim programlarında inovatif uygulamalara daha fazla yer verilmesi, eğitim kurumları ve mesleki örgütlerin işbirliği ile öğrencilerin kişisel ve mesleki gelişimlerini sağlayacak yayınları takip etmeleri, bilimsel kurslara/toplantılara katılmaları için teşvik edilmeleri ve öğrencilerin bireysel yenilikçilik düzeylerinin tekrar değerlendirilmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Eğitimde İnovasyon, Ebelik öğrencileri, Bireysel Yenilikçilik Ölçeği 52 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBE VE HEMŞİRE ADAYLARININ AĞIZ-DİŞ SAĞLIĞININ KORUMASINDAKİ ETKİNLİĞİ: Bir Üniversite- Halk Sağlığı Müdürlüğü İşbirliği ile Yürütülen Koruyucu Ağız-Diş Sağlığı Programı Örneği Eylem TOKER1, Tansel BEKİROĞLU ERGÜN1, Berna GÖÇEBE 2, Sümeyye AKSU3, Eda YILDIZ3, Elif ELMAS3, Demet Gülten DEMİRÖZ3 1.Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 2.TC Sağlık Bakanlığı, Kahramanmaraş Halk Sağlığı Müdürlüğü Toplum Sağlığı Hizmetleri Şubesi Ağız-Diş Sağlığı Birimi 3.Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam üzerinde ağız-diş sağlığı oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bu doğrultuda ağız diş sağlığı sorunlarıyla mücadelede diş hekimlerinin yanısıra özellikle birinci basamakta çalışan ebelere de büyük görevler düşmektedir. Özellikle ebe, gebelik öncesi döneminden başlayarak, gebelik, doğum ve doğum sonu dönemi de kapsayan süreçte, kadınların ağız diş sağlığını genel sağlığın bir parçası olarak görmelerini sağlayan, bu konuda daha duyarlı hale getiren ve diş hekimine yönlendirmek için etkin rol oynayan sağlık profesyoneli olmalıdır. Bu kapsamda ilerde koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bir üyesi olacak olan öğrencilerin bulundukları bölgede ağız-diş sağlığı konusundaki etkinliğini arttırmak, sosyal olarak toplumun sağlık sorunlarına, öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerine odaklanan bir sağlık profesyoneli modeli oluşturmak, geleceğin anne adaylarını ağız-diş sağlığı konusunda bilgilendirmek ve mesleki bilgi ve becerilerini arttırmak amacı ile 27.10.2014 tarihinde Türkiye Halk Sağlığı kurumunun başlatmış olduğu “Ulusal Koruyucu Ağız-Diş Sağlığı Programı” kapsamında Kahramanmaraş il Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından bir program başlatılmış ve bu program dahilinde Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde öğrenim gören Ebelik ve Hemşirelik Bölümü öğrencileri programa dahil edilmiştir. Bu öğrencilerin eğitimleri; okul ve bölüm koordinatörlüğünde Diş Hekimliği Fakültesi öğretim üyeleri ve Halk Sağlığı Müdürlüğüne bağlı diş hekimleri tarafından, ağız ve diş muayenesi yapma ve çeşitli florür uygulama eğitimlerini kapsamıştır. Bu kapsamda Kahramanmaraş İl Halk Sağlığı Müdürlüğü ve Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş Sağlık Yüksekokulu işbirliği ile 2014-2016 tarihleri arasında düzenlenen ebelik ve hemşirelik bölümü öğrencilerinin katıldığı eğitim programları aşağıda belirtilen tarihler arasında verilmiştir; l 03.2014- 09.06.2014 teorik öğrenci eğitimi ve Milli Eğitime bağlı okullarda uygulama 26.09.2014 teorik ve sınıf içi pratik öğrenci eğitimi, 10.201426.12.2014 okul programı öğrenci pratik eğitimi, l 3-9.08.2014 birinci yaz okulu öğrenci eğitimi, l 5-7.11.2014 öğrenci teorik eğitimi, Aile Sağlığı Merkezi (ASM), Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri ve Engelli Okullarında pratik eğitim, l 12.201431.12.2014 0-6 yaş grubu florür vernik uygulamaları, l 20-22.04.2015 ASM, Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri ve Engelli Okullarında teorik ve pratik eğitim, l 2-8.08.2015 Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından düzenlenen ikinci yaz okulu öğrenci eğitimi, l 11.2015-31.12.2015 okul uygulamaları,l 23-24.03.2015 ASM anne-bebek oral hijyen ve beslenme eğitimleri, l 11.2016-30.12.2016 okul uygulamaları. Maraş’ta 53 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 2014 ve 2016 yılları arasında yürütülen bu pilot uygulama kapsamında yıllara göre sırası ile; 66, 244, 470 (toplam 780 öğrenci) ebelik ve hemşirelik bölümü öğrencisi ağız- diş muayenesi eğitimi alarak, 6 ay ara ile, toplamda altı kez 12-36 aylık bebek ve çocuklara (toplam 1557 bebek ve çocuk) florürlü vernik uygulaması yapılmış, huzur evinde yapılan ağız ve protez bakımı çalışmasına (90 yaşlı) ve gebelikte ağız-diş muayenesi konusunda bilimsel araştırmalara katılmışlardır. Bununla birlikte Milli Eğitime bağlı okullarda; 3739 öğrenciye florür vernik, 5697 öğrenciye florür jel uygulaması yapılmıştır. Ayrıca yaz okuluna katılan öğrenciler tarafından Suriyeli mültecilerin yaşadığı çadır kentte (2003 kişi), bazı köy okullarında ve Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri ve Engelli Okullarında (326 kişi) koruyucu uygulamalar ve ailelerin eğitiminde de görev almışlardır. Bu eğitimin yanısıra, “Ebelik ve Hemşirelik Lisans Eğitim Müfredatlarına” “Gebelikte Ağız ve Diş Sağlığı” ve “Ağız Diş Sağlığı Hemşireliği” dersleri eklenmiştir. Sonuç olarak, birinci basamakta çalışacak olan ebe ve hemşirelik öğrencilerinde, lisans eğitiminden başlayarak ağız-diş sağlığı konusunda farkındalık oluşturulması oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler : ağız-diş sağlığı, ebe, ebelik ve hemşirelik öğrencisi, koruyucu sağlık hizmeti, kurumlar arası işbirliği 54 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TOTAL LARENJEKTOMİLİ HASTALARDA TRAKEOSTOMİ BAKIMI Sevda FIRAT 1, Prof. Dr. Gursel ÖZTUNÇ 2 1 ÜTF Balcalı Hastanesi Hemşierelik Hizmetleri Müd.- Süpervisör Hemşire 2 ÇÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Larenks kanseri, baş boyun bölgesinde deri kanserlerinden sonra %25 ile 2. sırada görülmektedir. Son 10 yılda larenk kanseri insidansı artmış olup, önemli oranda morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. International Agency for Research on Cancer tarafından yayınlanan Globocan 2012 verilerine göre erkeklerdeki insidansı %1.9, mortalitesi %1.6, 5 yıllık yaygınlığı %2.5 olup, kadınlardaki insidansı, mortalitesi ve 5 yıllık yaygınlığı %0.3’tür. İstatistiksel olarak hastalık riski 45 yaştan sonra artar ve 60’ lı yaşlarda en fazla görülür. Larenks kanserinin tedavisinde, en sık kullanılan yöntemler cerrahi, radyoterapi ve kemoterapidir. Cerrahi tedaviler arasında total larenjektomi sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. İlk larenjektomi Billroth tarafından 1873 yılında yapılmıştır. Total larenjektomide, dil kökünden trakeaya kadar tüm larenks çıkarılır. Total larenjektomi kalıcı trakeostomi gerektiren bir cerrahi yöntem olması nedeniyle trakeostomi bakımı oldukça önemli yer tutan bir öz bakım uygulamasıdır. Trakeostomi uygulandığında trakea ve solunum sistemi o güne kadar hiç alışık olmadığı nemden yoksun bir hava ile karşılaşır. Nazofarenks yolu ile alınan bu hava yeterince su ile doyurulamaz ve vücut ısısına getirilmezse buna alışık olmayan trakea ve bronşlardan bol miktarda su kaybı olacaktır. Sıvı kaybı nedeniyle bu hastalarda sekresyon koyulaşacak ve mukus tıkacı oluşabilecektir. Bu nedenle ortam havasının nemi ve ısısı uygun hale getirilmelidir. Isı 25 Cº, nem %90 civarında olmalıdır. Nem için nebulizatörler, buhar aleti kullanılabilir. Trakeostomi açıldıktan sonra ilk 24 saatte daha sık olmak üzere düzenli aspirasyon yapılır. Aspirasyon işlemi trakeada biriken fazla sekresyonları temizlediği için hava yolu açıklığını sağlar. Stomanın açıldığı ilk günlerde trakeal irritasyon nedeniyle vücudun savunma tepkisi olarak trakeobronşial sekresyon salgılanmasında artış görülür. Aspirasyon işlemi hemşirenin sorumluluğundadır ve cerrahi aseptik tekniğe uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Hemşire aspirasyonun derinliğini ve sıklığını belirlemek için hastayı değerlendirmelidir. Hasta siyanoz ihtimaline karşı dikkatli izlenmelidir. Solunum hızı, şekli ve oksijen saturasyonu kontrol edilmelidir. Trakeostomi yarası açık yaradır ve bakımı çok önemlidir. Enfeksiyon gelişimini önlemek için 8 saat aralıklar ile ya da gerekli durumlarda daha sık olarak stoma bakımı yapmalı, hasta ve yakınlarına gerekli eğitimi vermelidir.Stoma; enfeksiyon,akıntı, hassasiyet, kızarıklık, kötü koku, ödem, kanama ve sekresyon niteliği açısından değerlendirilmelidir. Trakeostomi bakımında aseptik teknikler uygulanır. Total larenjektomiye bağlı olarak oluşan görünüm bozukluğu ve fonksiyon kaybı hastayı fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan değişikliklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle bu grup hastalarda cerrahi girişim sonrası, solunumun rahat ve yeterli olmasında trakeostomi bakımının rolünün önemli olduğu düşünülmektedir. Dolayısı ile bu grup hastaların geçirdikleri cerrahi girişim nedeniyle desteklenmesi ve trakeostomi bakımı konusunda eğitilmesi oldukça önemlidir. Bunun için yapılacak işlerden ilki ve en önemlisi bireyin kendi sağlığını korumaya ve sürdürmeye elverişli bilgilerle donatılmış olmasıdır. Anahtar Sözcükler: Hemşirelik Bakımı, Larenks Kanseri, Total Larenjektomi, Trakeostomi 55 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞAL DOĞUM ŞEKİLLERİ Simge ZEYNELOĞLU Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Doğumda yer çekiminin de kullanıldığı pozisyonlar, bebeklerin doğum kanalında ilerlemesine yardımcı olur. Bu eylem süresinin kısalmasını, annenin daha az ağrı hissetmesini ve doğumun kolaylaşmasını sağlar. Ebeler bu pozisyonları bilmeli ve uygulamalıdır. Ayrıca bebeğin doğumuna yardımcı olmak amacıyla bu pozisyonları doğum öncesi bakım hizmetlerinde ve özellikle gebeliğin son trimestrindaki kadınlara doğumdan önce öğretmelidir. Bu makalede şu pozisyonlar açıklanacaktır: Yarıyatar Pozisyon, Değiştirilmiş Yarı Uzanma Pozisyonu, Yan Pozisyon, Zıplayan Kurbağa, Destekli Çömelme Pozisyonu, Tuvalete Oturma, Doğum Taburesi, Destekli Ayakta Durma, Eller – Dizler Pozisyonu, Kutup Ayısı Pozisyonu Anahtar Sözcükler :Doğum, Ebelik 56 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARIN ANNE SÜTÜ BAĞIŞI VE ANNE SÜTÜ BANKASI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Derya KAYA ŞENOL 1, Ergül ASLAN 2 1 Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 İstanbul Üni. Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Kadın Sağlığı ve Hast. Hemşireliği ABD Amaç: Kadınların anne sütü bağışı ve anne sütü bankaları konusundaki görüşlerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı tipte çalışmadır. Araştırma örneklemini, Ocak - Nisan 2015 tarihleri arasında bir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları HastanesiÇocuk Servislerinde refakatçı olarak bulunan, evli olan ve en az bir kez doğum yapmış 231 kadın oluşturmaktadır. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından hazırlanmış 25 soruluk anket formu kullanılmıştır. Araştırmaya başlamadan önce ilgili kurumdan araştırma izni, etik kurul onayı ve kadınlardan sözlü onam alınmıştır. Bulgular: Araştırmada kadınların tamamına yakını anne sütü bağışını ve süt bankalarını duyduklarını, %55.8’inin anne sütü bağışını uygun bulduğu, %58’i anne sütü bankası kurulursa sütünü bağışlayacağını, %17.7’si daha önce süt annelik yaptığını belirtmiştir. Kadınların %45.9’u, dini kurallara aykırı olma (%23.6), –bulaşıcı hastalık riski (%19.9), süt kardeşlik (18.9) gibi nedenlerle anne sütü bağışını sakıncalı bulduklarını ifade etmişlerdir. Kadınların anne sütü bağışını uygun bulma ile ilgili görüşlerinin yaş, eğitim, çalışma durumu, sosyal güvence, gelir durumu gibi faktörlerden etkilenmediği ve aralarındaki istatistiksel farkın anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Bir başka bebeğe kendi sütünü vermeyi ve bir başka annenin sütünün bebeğine verilmesini kabul eden annelerin anne sütü bağışını uygun bulduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Anne sütü bağışı ve süt bankası kurulmasına daha olumlu bakılırken, hastalık bulaşma riski ve dini açıdan sakıncalı olduğu düşüncesi engelleyici faktörler olarak görülmektedir. Anahtar Sözcükler : Anne Sütü, Süt Bağışı, Süt Bankası 57 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey NORMAL DOĞUM SONRASI PERİNEAL BÖLGEYE YAPILAN SOĞUK UYGULAMANIN AĞRIYI AZALTMADAKI ETKİSİ Derya KAYA ŞENOL 1, Ergül ASLAN 2 1 Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 İstanbul Üni. Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Kadın Sağlığı ve Hast. Hemşireliği ABD Amaç: Lohusaların normal doğumdan sonra yaşadığı perineal ağrısının giderilmesinde ve konfor düzeyinin artırılmasında soğuk jel ped uygulamanın etkisini belirlemek. Gereç ve Yöntem: Randomize kontrollü deneysel araştırma niteliğinde olan çalışma Eylül 2012 – Şubat 2013 tarihleri arasında Mersin Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi Lohusa Servisinde yatan, normal doğum yapan ve araştırma kriterlerine uyan lohusalarla yapıldı. Örnekleme deney ve kontrol grubu için normal doğum yapan 50’şer primipar ve 50’şer multipar olmak üzere toplam 200 lohusa alındı. Verilerin toplanmasında tanıtıcı bilgi formu, Visüel Analog Skala (VAS), REEDA (Redness, Edema, Ecchymosis, Discharge, Approximation) Skalası ve Doğum Sonu Konfor Ölçeği (DSKÖ) kullanıldı. Soğuk jel ped deney grubundaki lohusalara doğum sonu 2. ve 4. saatte 20 dakika süreyle uygulandı. VAS ve Doğum Sonu Konfor Ölçeği (DSKÖ) soğuk jel ped uygulamalarından önce ve sonra deney ve kontrol grubuna uygulandı. Bulgular: Araştırmada primipar kadınların yaş ortalaması 22,9±3,1, multiparların yaş ortalaması 25,±5,1, evlilik yaşı ortalaması 20,1±3,7 idi. Lohusaların %19,5’i okur yazar değildir, %61’i ilkokul mezunudur, %21’inin sosyal güvencesi yoktur ve %97,5’i çalışmamaktadır. Deney ve kontrol grubu sosyo demografik özellikler açısından eşlenik durumdadır. Deney grubunda 6,73±1,68 olan VAS puan ortalaması soğuk jel ped uygulaması sonrası 2,59±1,20 olarak belirlendi ve hem primipar hem de multipar lohusalarda ağrı düzeyindeki düşüş istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,05). Kontrol grubunda ise ağrı düzeyinde istatistiksel anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Deney grubunda soğuk jel ped uygulaması ile 2,58±0,14 olan doğum sonu konfor ölçeği puanının 2. değerlendirmede 2,69±0,14 yükseldiği ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi (p<0,05). İkinci soğuk uygulama sonrası özellikle oturma, yürüme, emzirme ve idrar yapma gibi aktiviteleri yaparken ağrı düzeyinde anlamlı derecede azalma olduğu görüldü (p<0,05). Sonuç: Normal doğum sonrası perineye soğuk jel ped uygulaması lohusada istirahat ve günlük aktiviteler sırasında yaşanan perineal ağrı düzeyini azalttı ve doğum sonu konforu artırdı. Doğum sonu perineal ağrı lohusanın günlük aktivitelerini ve bebek bakımını ve konfor düzeyini olumsuz yönde etkilemektedir. Soğuk jel ped uygulaması hem pirimipar, hem de multiparlar lohusalarda kullanılabilir. Anahtar Sözcükler: Normal doğum, perineal ağrı, doğum sonu konfor, soğuk jel ped 58 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ VE BU ÖZELLİKLERİN EBELİK HİZMETLERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Ummahan YÜCEL Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü Giriş ve Amaç:Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinin (BBSH) değerlendirilmesinde izlenen temel yaklaşımlardan birincisi, basamağın kendisine özgü işlevlerini gerçekleştirilebilme düzeyidir. Tüm dünyada BBSH ekibinin en önemli unsurlarından olan ebeler ülkemizde de uzun yıllardır bu alanda temel bir görev üstlenmektedir. Bugün Türkiye’de ebelerin dörtte biri (%27’si) birinci basamakta kişiye yönelik hizmet sunulan aile sağlığı merkezlerinde (ASM) istihdam edilmektedir. Bu çalışmanın amacı ülkemizde BBSH’nin işlevlerini gerçekleştirebilme düzeyini ebelik hizmetleri açısından sorgulamaktır. Gereç ve Yöntem: Derleme niteliğindeki çalışmada BBSH’nin sırasıyla dört işlevi ele alınmıştır: ilk başvuru hizmeti; süreklilik; kapsayıcılık ve eşgüdüm. Öncelikle her bir işlev tanımlanmış, ebelerin bu işlevin gerçekleştirilmesindeki potansiyel rolleri açıklanmış, ardından bu rolün gerçekleştirilebilme düzeyi literatürde yer alan çalışmalar aracılığı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: İlk başvuru işlevi, hizmet kullananların sosyoekonomik durumuna ve birinci basamak kurumunun bulunduğu bölgeye göre farklılık göstermektedir. Gebe ve bebek izlemlerinde birinci basamağın ilk başvuru işlevini tam olarak yerine getiremediği, birinci basamaktan aile planlaması hizmet kullanımının ise sınırlı olduğu belirlenmiştir. Kapsayıcılığını belirleyen temel alanlardan biri, koruyucu sağlık hizmetleri ve sağlık eğitiminin ne ölçüde verilebildiğidir. Listeye kayıtlı kişiler açısından gebe ve bebek izlemleri ve bağışıklama hizmetlerinin iyi yürütüldüğü bildirilmekle birlikte hizmetlerin niteliği açısından sorunlar mevcuttur. Birinci basamağın toplum tabanlı kurgulanmamış olması ve ev ziyaretlerine çıkılamaması, ebelerin listelerine kayıtlı olmayan kadın ve çocuklara hizmet götürememe ve gebe-bebek tespiti yapamamalarına neden olmuştur. Yapılan çalışmalar ebelerin poliklinik hizmetlerinin yoğunluğu nedeni ile aile planlaması hizmetlerine sınırlı zaman ayırabildikleri ve malzeme temin sorunu yaşadıklarını göstermektedir. Aile sağlığı merkezlerinin tümünde ve gereksinimi olan tüm kadınlara rahim içi araç (RİA) uygulanamamaktadır. Birinci basamakta RİA uygulanma oranı oldukça düşüktür. ASM’nin bulunduğu bölge, sınıfı ve çalışanların tutumuna göre uygulamada farklılık görülmektedir. Performans kriterlerine dahil olmayan loğusa izlemleri ve 15-49 yaş kadın izlemleri de kapsayıcılık açısından sorunludur. Eşgüdüm, birinci basamak ekibi içinde ve birinci basamak ile diğer sağlık kurumlarında çalışan sağlık personeli arasında hizmet alan kişinin sağlık durumu ve aldığı hizmetler hakkında bilgi aktarımının olmasıdır. Doğum öncesi bakım hizmetinde eşgüdüm işlevinin yerine getirilemediği bildirilmiştir. Bağışıklama, doğum sonrası bakım ve 15-49 yaş izlemlerinde ise kapsayıcılık ve süreklilik açısından eksiklikler yaşanmaktadır. Bakımın sürekliliği, birinci basamak sağlık çalışanının, kişinin sağlığı ile ilgili kapsamlı bilgiye ulaşabilmesi ve hizmet alan ile arasında nitelikli süregelen etkileşimin varlığı olarak tanımlanabilir. 15-49 yaş kadın izlemi ve aile planlanması hizmetlerinde sürekliliğin sağlanamadığı, doğum öncesi bakım sayısının riski gebeler dahil 59 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey performans kriterleri ile sınırlı kaldığı gösterilmiştir. Yapılan bir çalışmada doğum öncesi bakım hizmetlerinin ağırlıklı olarak kadın uzmanlarından alındığı, birinci basamağın sürekli hizmet kaynağı olarak önemli bir rol oynamadığı bildirmiştir. Sonuç: Ebelik hizmetlerinde yaşanan sorunlar birinci basamağın işlevlerini gerçekleştirme düzeyini olumsuz etkilemektedir. Anahtar Sözcükler: Birinci Basamak, İlk Başvuru, Süreklilik, Kapsayıcılık, Eşgüdüm 60 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN EVDE DOĞUM İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Aysel BÜLEZ 1, İpek YILDIZ 1, FATMA DENİZ SAYINER 2 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Ebelik Bölümü 2 Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölüm Başkanı Amaç: Bu çalışma ebelik öğrencilerinin gebenin bulunduğu evde ebe eşliğinde doğum yapmasıyla ilgili bilgi ve tutumunu belirlemek ve meslek hayatları boyunca evde doğumlara katılmaya yönelik düşüncelerini öğrenmek amacıyla yapılmıştır Gereç ve Yöntem: Çalışma Nisan 2017 tarihinde yapılmış olup tanımlayıcı tiptedir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü öğrencileri (N:298) çalışmanın evrenini oluşturmaktadır. Örneklem seçimine gidilmemiş, çalışmanın yapıldığı tarihte okulda bulunan ve çalışmayı kabul eden n:160 kişi çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Çalışmada kullanılan veri toplama formu literatür ışığında oluşturulmuş 33 sorudan oluşmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı yüzde ve ortalama testleri kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20,03 ±1,7 (min: 18, max:31) yıldır. Katılımcıların %85’i çekirdek aile tipine sahiptir ve %71’i ebelik bölümünü kedi isteği ile tercih ederken %13,2 si aile isteği ile tercih etmiştir. “Daha önce ebe ile evde doğum gördünüz mü?” sorusuna %96,9’sı hayır demiştir. “Meslek hayatınızda evde doğumlara katılmak ister misiniz?” diye sorduğumuzda %78,2’si evet, %3,3’ü “serbest ebelik yapmayı düşünüyorum bu sebeple evde doğumlara katılmak isterim” derken %15’i evde doğumu güvenli bulmamıştır ayrıca “Evde doğum risklidir.” ifadesine %59.4’ü katılmıyorum demiştir. Ebelik öğrencilerinin ailesinde ya da yakınındaki kişilerde evde doğum yapmış olma oranı %53.1’dir, evde doğum yapan kişiler %25.5 oranında büyükanneleridir. Bu kişiler ortalama 28.2 yıl önce evde doğum yapmışlardır. Öğrencilerin %90 hangi ülkelerde evde doğumun yasal olduğunu bilmemektedir. Katılımcıların %73,8’i “evde doğumlara katılmak için ebelere özel eğitim verilmelidir” ifadesine katılıyorum derken %52.5‘i “evde doğumlara katılabilmesi için hekimlere özel eğitim verilmelidir.” ifadesine katılıyorum demiştir. Öğrencilerin %68,8’i doğumunu ebe eşliğinde evde yapabileceğini belirtmiştir. “Evde doğumlarda müdahale daha sık kullanılır” ifadesine %62,5 katılmıyorum demiştir. Ebelik öğrencilerine baktığımızda %91,9’u ebelere güven duyulmasının planlı evde doğumları arttırdığını belirtmiştir. “Gebeliği takip eden ebe ile evde doğum yapmak daha iyidir” ifadesine %80,6 katılıyorum demiş, %83,1 gebe kadının evinde kendini daha rahat ve güvende hissettiğini ve %80,0 mahremiyetin daha iyi sağlanacağını belirtmektedir. “Aile sağlığı elemanları evde doğum konusunda daha yetkindir.” İfadesine katılımcılar %51,9’u katılmıyorum demiştir. Katılımcıların %58,8’i evde doğumları organize etmek için yüksek lisans programlarının açılması gerektiğini belirtmiştir. Sonuç: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü öğrencilerinin Evde Doğum ile ilgili bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bu çalışma da Ebelik öğrencileri çoğunlukla evde doğumun riskli olmadığını, gebeyi evinde takip eden ebe ile evde doğumun daha uygun olduğunu, müdahalenin daha az kullanılacağını, gebe kadının kendini evinde ve gebeliğini takip 61 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey eden ebe ile daha rahat edeceğini ve ebelere duyulan güvenin evde planlanan doğumları arttırabileceğini savunmuştur. Literatüre baktığımızda ABD ve Kanada’da sertifikalı profesyonel ebelerle yapılan 5148 planlanmış evde doğumu içeren çalışmada ev doğumlarında tıbbi müdahale hastanede olanlara göre %50’den daha az olarak tespit edilmiştir ve kadınların evde doğumu tercih etme sebepleri arasında daha az müdahaleli doğum arzusu yer almaktadır. Çalışmamıza katılan öğrencilerin yarısından fazlası evde doğumlarda daha az müdahale kullanılır demiştir. Bir diğer örnek olan Hollanda, devam eden yüksek evde doğum sayıları %30 ile gelişmiş ülkeler içinde başı çekmektedir. Bunun nedenleri bu ülkede; ebelerine güçlü bir güven olması ve oldukça organize ve kapsamlı ebelik sistemlerinin olmasıdır. Çalışmamızda öğrencilerin yarısından çok daha fazlası; gebe kadının evinde kendini daha rahat ve güvende hissettiğini ve mahremiyetin daha iyi sağlanacağını belirtmiştir. Kaynaklarda da kadınların evde doğum yapma arzusuna yol açan nedenler arasında aile ve yakın arkadaşlardan oluşan bir ortamda rahat bir doğum yapma arzusunun yer aldığını göstermektedir. Sonuçlar doğrultusunda; Sezaryen oranlarının az olduğu gelişmiş ülkelere baktığımızda ebeye ve kadına verilen değeri ayrıca ev ortamında desteklenen doğumları görmekteyiz. Sezaryen oranının %53’ler de olduğu ülkemizde bu oranların düşürülmesi profesyonel bir meslek olan ebeliğe asıl rollerinin verilmesi ve evde doğumun teşviki için koşulların yeniden düzenlenmesi ile ilgili öneriler verilebilir. Anahtar Kelimeler :Evde Doğum, Ebelik, Öğrenci 62 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN 1. BASAMAKTA ÇALIŞMA HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ Aysel BÜLEZ 1, Ceren DEMİR 1, İpek YILDIZ 1, FATMA DENİZ SAYINER 2 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Ebelik Bölümü 2 Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölüm Başkanı Amaç: Bu çalışmada Ebelik lisans öğrencilerinin 1.basamakta çalışma, aile sağlığı elemanının görev , yetki ve sorumlulukları ve ebelerin 1. Basamakta aile sağlığı elemanı unvanı ile çalıştırılması hakkındaki düşüncelerinin ve konu hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem : Çalışma Nisan 2017 tarihinde yapılmış olup tanımlayıcı tiptedir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü öğrencileri çalışmanın evrenini oluşturmuştur. ( N: 260 ) Örneklem seçimine gidilmemiş çalışmanın yapıldığı tarihlerde okulda bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden N:175 kişi çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Çalışmada araştırmacılar tarafından literatür ışığında hazırlanan anket formu yüz yüze uygulanmıştır. Anket formu toplam 22 Sorudan oluşmaktadır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20,44 ± 1,64 (min:18, max:25) yıldır. Öğrencilerin %74,3’ü Anadolu Lisesi , %8 ‘ i Meslek Lisesi, %12 Sağlık Meslek Lisesi mezunu olduklarını belirtmişlerdir. Öğrencilerin %70,9 u bölüme isteyerek geldiğini , %34,9’u iş imkanlarının fazla olmasından dolayı tercih ettiklerini ayrıca %43’ü doğumhanede çalışmak istediklerini %13,7’si 1.Basamakta çalışmak istediklerini belirtmişlerdir. Öğrencilerin %46,9‘u 1. Basamakta Aile Sağlığı Elemanı olarak çalışan ebelerin görev yetki ve sorumluluklarını bildiklerini ifade etmişlerdir. 1. Basamakta ebelerin görevlerini att, sağlık memuru ya da hemşire yapabilir mi sorusuna %63,4‘ü hayır demiştir ve %72‘si Aile Sağlığı Elemanı olarak sağlık memuru, att ya da hemşire çalıştırılmasından rahatsızlık duyduğunu belirtmişlerdir. “Kayıtlı bulunduğunuz aile hekimi kimle çalışıyor?” sorusuna %60 ebe, %34,9 hemşire, %5,1 sağlık memuru olduğu belirtilmiştir ve “Aile hekimiyle çalışan ebeyi tanıyor musunuz?” sorusuna sadece %44 ebesini tanıdığını belirtmiştir. 15-49 yaş kadın izlemiyle ilgili kayıtlı bulunduğunuz aile hekimi ya da ebeniz sizi aradı mı ya da sizinle iletişime geçti mi sorusuna %38,9 sadece aradı , %8 Aile Sağlığı Merkezi’ne çağırdı, %52,6 muayene sırasında bilgilerimi aldı cevabını vermiştir. Aile sağlığı ebesi aileyle evde görüşmeli midir sorusuna öğrencilerin %78,9’u evet yanıtını vermiştir. Aile sağlığı ebesi doğumlara katılmalı mıdır? Neden? sorusuna %91,4 evet katılmalıdır gebeyi tanıdığı bir ebe rahatlatır, sadece %6,3’ü hayır aile sağlığı ebesinin doğum konusunda tecrübesi yoktur yanıtını vermiştir. Sonuç: Çalışmamıza katılan öğrencilerin yarısından fazlası 1. Basamakta ebenin yaptığı işleri att, hemşire ve sağlık memurunun yapamayacağını, ebe yerine diğer meslek gruplarının çalıştırılmasından rahatsızlık duyduklarını ve aile hekiminin yanında çalışan ebeyi tanımadıklarını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin tamamına yakını ebenin ev ziyareti yapmasını, aile sağlığında ebe istihdamının gebelerin doğuma katılma açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca aile hekimliği sisteminin getirmiş olduğu iş yükü nedeni ile 1. Basamakta aile sağlığı elemanı olarak çalışan 63 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ebelerin izlemler için öğrencilerin tamamının doğurgan çağ dönemde olmasına rağmen yarısından daha azı ile iletişime geçmiş olması profesyonel meslek grubu olan ebelik mesleğinde rol kayıplarına neden olmuştur. Bu nedenle öğrencilerin çok azı mezun olduktan sonra 1. Basamakta çalışmak istediklerini belirtmişlerdir. Elde edilen bu sonuçlar doğrultusunda kadına, gebeye, bebeğe, aileye dokunan ebelerin profesyonel kimliklerinin tekrardan kazanılması ve sistem aksaklıklarının çözümüne yönelik girişimlerde bulunulması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Birinci Basamak, Aile Sağlığı Elemanı, Ebelik , Öğrenci 64 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN SOSYAL ZEKA DÜZEYLERİ İLE MESLEK ALGILARI ARASINDAKİ İLİŞKİ 1Emine Akça, , 1Şule Gökyıldız Sürücü, 1Meltem Akbaş, 1Seda Nur Eker 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Amaç: Bu çalışma; ebelik öğrencilerinin sosyal zekâ düzeyleri ile meslek algıları arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla kesitsel tipte tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümünde okuyan 230 öğrenci, örneklemi ise Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümünde okuyan ve araştırmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden 174 ebelik öğrencisi oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini belirleyen kişisel bilgi formu, Tromso Sosyal Zeka Ölçeği (TSZÖ), Mesleğe İlişkin Algılar Ölçeği & Ebelerin Geleceğe Yönelik Mesleki ve Bireysel Beklentileri Ölçekleri ile toplanmıştır. Veriler, SPSS 20.0 for Windows programında sayı, yüzde, aritmetik ortalama, One-Way Anova ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan ebelik öğrencilerinin yaş ortalaması 20,99±2,385’tir (Min=18, Max=37). Katılımcıların %31,60’ı 1. Sınıf, %20,70’i 2. Sınıf, %22,40’ı 3. Sınıf, %25,30’u 4. Sınıftır. Katılımcıların %91,40’ının bekâr olduğu, %63,80’inin yaşamının büyük kısmını ilde geçirdiği, %85,10’unun çekirdek aileye sahip olduğu, %86,80’inin sosyal güvencesinin olduğu, %74,70’inin ekonomik durumunun orta düzeyde olduğu, %92,00’sinin herhangi bir işte çalışmadığı belirlenmiştir. Katılımcıların annelerinin %58,60’ının ilkokul ve altı eğitim düzeyine, babalarının %63,80’inin ortaokul ve üzeri eğitim düzeyine sahip olduğu bulunmuştur. Katılımcıların %66,10’unun ebelik bölümünü isteyerek seçtiği ve %82,20’sinin bölümünü sevdiği belirlenmiştir. Katılımcıların Tromso Sosyal Zeka Ölçeğinden (TSZÖ) aldıkları toplam puan ortalaması 71,79±10,040’tür (Min=47, Max=93). Katılımcıların Tromso Sosyal Zeka Ölçeğinin sosyal bilgi süreci alt boyutundan aldıkları puan ortalaması 28,88±4,411 (Min=18, Max=40), sosyal beceri alt boyutundan aldıkları toplam puan ortalaması 20,07±4,094 (Min=8, Max=30), sosyal farkındalık alt boyutundan aldıkları toplam puan ortalaması 22,84±5,066 (Min=7, Max=33)’dır. Mesleğe ilişkin algıları değerlendiren katılımcılardan sosyal zekâları yüksek olanların “daha çok ebelik mesleğinin toplumun gelişmesine önemli katkılarının olduğunu düşündüğü, mesleki anlamda gerekli sosyal-kültürel faaliyetlere katıldığı ve atama için yapılan sınavları doğru bulmadığı” saptanmıştır (p˂0.05). Geleceğe yönelik mesleki beklentileri değerlendirilen katılımcılardan sosyal zekâları yüksek olanların “mesleki anlamda geleceğe bakış açısının olumlu olduğu ve mesleğe yeni katılacak ebelerin şimdiki ebelerden daha bilgili olacaklarını düşündüğü” belirlenmiştir (p˂0.05). Geleceğe yönelik bireysel beklentileri değerlendirilen katılımcılardan sosyal zekâları yüksek olanların “meslekte ilerleme sağlayacak daha üst öğrenimler yapmayı ve meslek içi ilerlemeyi planladığı” saptanmıştır (p˂0.05). Sonuç: Sosyal zekanın; katılımcıların ebelik mesleğine ilişkin algıları, geleceğe yönelik mesleki beklentileri ve geleceğe yönelik bireysel beklentileri üzerine etkisinin olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Sosya Zeka, Mesleki Algı, Ebelik Öğrencileri 65 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TOPLUMSAL CİNSİYET ve KADIN SAĞLIĞI Cemile Onat Köroğlu, Sultan Alan, Burcu Avcıbay Vurgeç, Şule Gökyıldız Sürücü Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Adana Cinsiyet, kişinin doğuştan var olan kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleridir. Ayrıca literatürde cinsiyetin; doğal, biyolojik, değiştirilemez, değişmez ve her yerde aynı olduğu belirtilmektedir. Toplumsal cinsiyet ise kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özellikleri, sosyal olarak yapılandırılmış rol, sorumluluk ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet kavramının tanımında biyolojik farklılıklar değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili değerler, beklentiler, yargılar ve roller bulunmaktadır. Toplumdaki cinsiyet rollerinin oluşmasında etkili olan faktörleri; aile ortamı, ebeveynlerin öğrenim düzeyi ve annenin çalışma durumu, arkadaşlar, okul ve kitle iletişim araçları olarak sıralayabiliriz. Toplumsal cinsiyet rollerinin kadın ve erkeğin toplumsal yaşamına ilişkin yansımaları; aile yaşamında, mesleki yaşamda, evlilik yaşamında, sosyal yaşamda, eğitim yaşamı ve meslek seçiminde farklılıklar göstermektedir. Aile yaşamında; kadınların ev içinde çocuk bakımı, temizlik, ütü, yemek yapma gibi işlerle ilgilenmeleri ve aile hayatında fedakâr olmaları beklenmektedir. Mesleki yaşam da ise, statüsü ve ücreti daha düşük işlerde çalışmaları, elde ettikleri gelirlerinin yönetimini eşlerine bırakmaları ve çalışmak için eşlerinden izin almaları gibi roller uygun görülmektedir. Evlilik yaşamında; kadının kendi ile ilgili alacağı kararlarda kocasına danışması, erkek çocuk doğurarak statüsünü yükseltmesi, evlendikten hemen sonra çocuk sahibi olması gibi roller yüklenmiştir. Sosyal yaşamda; kadınların düşüncelerini erkekler kadar özgürce ifade etmemeleri, namuslarını korumaları, eğitimlerini tamamladıktan sonra hemen evlenmeleri, erkeklerle eşit söz sahibi olma haklarının olmaması, evlenmeden cinsel ilişkide bulunmamaları gibi roller uygun görülmüştür. Toplumda kadına yüklenen bu roller kadın sağlığı açısından da oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Çünkü kadın sağlığı, aile ve toplumdan kaynaklanan psikososyal faktörler ve politik yapılardan etkilenmektedir. Aynı zamanda kadının sağlık göstergeleri, yaşadığı toplumun özelliklerine ve kadının sahip oldukları statüye göre değişebilmektedir. Ülkemizde de çeşitli alanlarda mevcut toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ve toplumsal baskılar sonucu kadının sağlığı doğrudan ya da dolaylı biçimde etkilenmekte ve bu nedenle kadın yaşamını kaybedebilmektedir. Kadın sağlığında toplumsal cinsiyet ayırımcılığının görüldüğü en önemli alan üreme sağlığı hizmetleridir. Kadınlarımız bugün hala güvenli annelik, jinekolojik sorunlar, infertilite, aile planlaması gibi konularında üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanmada yetersiz kalabilmektedirler. Kadınlar, ailedeki konumları nedeniyle sağlık hizmeti almaya bağımsız karar vermede zorlandıkları, sağlık kuruluşuna gitmede sorun yaşadıkları, ulaşımda engellerle karşılaştıkları ve sonuçta sağlık hizmeti almada geciktikleri belirlenmektedir. Anahtar Kelimeler: Cinsiyet, Rol, Kadın 66 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MATERNAL SAĞLIĞIN YÜKSELTİMESİNDE PRENATAL DÖNEM KANITA DAYALI UYGULAMALAR Arş. Gör. Dr. Burcu Avcıbay Vurgeç, Arş. Doç. Dr.Şule Gökyıldız Sürücü, Gör. Cemile Onat Köroğlu, Öğr. Gör. Dr. Melike Öztürk, Doç. Dr. Sultan Alan Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Kanıta dayalı tıp(KDT) uygulaması, var olan bilimsel literatürün sağladığı tüm bilgileri en iyi şekilde özümseyerek sağlık hizmetlerinin bu bilgiler ışığında ve hastaya bağlı faktörlerde göz ardı edilmeden belirlenen standartlara göre verilmesini amaçlar. KDT tanı ve tedavi sürecinde karar verirken en iyi kanıtların dikkatli, özenli ve akıllıca kullanılmasıdır. Toplumun temel göstergelerinden olan anne ve çocuk sağlığını yükseltmek için gereken en iyi koşullara sahip olma hedefi kanıt temelli uygulamaların yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. Prenatal dönem, gebeliğin başlangıcından doğum eylemine kadar geçen süreci kapsamakta olup sağlıklı bir ge- belik için dikkatle izlenmesi gereken bir süreçtir. Bu dönemde verilen hizmetlerin kalitesi do- ğum ve postpartum süreci oldukça yakından ilgilendirmektedir. Vitamin ve mineral desteği, aşılama, fetal değerlendirme uygulamaları bu dönemde verilen temel değerlendirme bakım hiz metleridir. Vitamin ve mineraller büyüme ve gelişme sürecinde gerekli biyolojik işleyiş için temel ajanlardır. Mikronutrijen olarak tanımlanan vitamin ve minerallerin birkaç tanesinin ya da daha azının kullanımı sonucunda yenidoğanda düşük doğum ağırlığı, annede anemi sorun- larında anlamlı düşüş yarattıklarını gösteren çalışmalar mevcuttur. Gebeliğin 1. Trimesteri tamamlanmadan kullanımını araştıran çalışma sonucunda uzamış doğum eylemi, preterm eylem, neonatal fetus kaybı ve düşüklerde anlamlı düzeyde bir azalma görüldüğü belirlen- miştir. Neonatal tetanoz, transplansental olarak taşınan antikorların annede yeterli düzeyde olmadığı durumlarda ortaya çıkan bir sağlık problemidir. Yenidoğanda kas spazmı, neonatal ölüm gibi sonuçlara sebep olan bir enfeksiyondur. Düşük gelir düzeyi ve kötü çevresel koşullar risk durumlarıdır.Neonatal tetanozun önlenmesi için gebelik sürecinde 6. aydan itibaren en az 2 kere aşılama kanıtlanmış bir uygulamadır. Tek doz aşılamanın etkili olmadığı gösteren çalışmalar mevcuttur. Ülkemizde Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği şekilde 2. gebelik haftasından sonra en az 2 doz olmak şartıyla birer ay Sağlık Bakanlığınca rutin olarak maternal tetanoz bağışıklaması yapılmaktadır. Genel olarak günlük demir alımı kandaki hemoglobin düzeyini yükselttiği için anemi ve düşük riskini azaltmaktadır. Yenidoğanda düşük doğum ağırlığı riskini azalması yanı sıra sekonder çıktıları olarakferritin ve hemoglobin konsantrasyonlarında olumlu etkileri olduğu belirtilmiştir. Annede preterm eylem, demir eksikliğine anemisi, kandaki hemoglobin düzeyleri üzerine olumlu etkileri olması yanı sıra sekonder olarak, prenatal ve postnatal kanama riskini azalttığı, enfeksiyonlara maruziyete daha dirençli olmayı sağladığı ve bunlara bağlı olarak gelişebile- cek maternal kayıpları azalttığı belirtilmektedir. Prenatal dönemde fetal sağlığın değerlendirilmesi sırasında kullanılan ultrason ile fetal monitorizasyonun yenidoğanda ve neonatal dönemde karşılaşılabilecek olumsuz sonuçları belirlemek konusunda olumsuz riskleri olmadığı ve aksine olumlu sonuçlar vermektedir. Fetal anormalliklerin değerlendirilmesin, riskli gebeliklerin tespitinde, gebelik seyrini belirlemede, cerrahi düşüklerin yönetiminde ve daha birçok olumsuz sonucun tespitinde oldukça etkilidir. Ancak maternal aksiyete bakımından olumsuz 67 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey etkisini belirten randomize kontrollü çalışmalarda mevcuttur. Doğum öncesi bakımın (DÖB) ilk trimesterde başlanılarak düzenli aralıklarla gebeliğin sonuna kadar sürdürülmesi gebelik boyunca annenin ve fetusun sağlık durumlarının değerlendirilmesi ve sağlıkla ilgili sorunların ortadan kaldırılması ile prenatal maternal mortalite ve morbiditeyi azaltır. 4.aydan önce 1 kez(12-16. Haftalar arası), 6.ayda (24. Haftada), 8.ayda (32. Haftada) ve 9.ayda (36. Haftada)olmak üzere tüm gebeler için en az 4 kez doğum öncesi bakım önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: maternal sağlık, pretanal dönem, kanıt 68 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MATERNAL SAĞLIĞIN YÜKSELTİMESİNDE PREKONSEPSİYONEL DÖNEM KANITA DAYALIUYGULAMALAR Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ, Arş. Gör. Cemile ONAT KÖROĞLU, Doç. Dr.Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Öğr. Gör. Dr. Melike ÖZTÜRK, Doç. Dr. Sultan ALAN Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Prekonsepsiyonel dönem, gebe kalmadan önceki süreci kapsamakta ve sağlıklı bir gebelik için gebe kalmadan önce kadını değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu dönemde kadına gebeliğe yönelik verilen hizmetler sınırlı olmakla birlikte son derece etkili uygulamalardır. Kanıt derecesi “A”, kanıtın kalitesi ise “iyi” olarak değerlendirilmektedir. Nöral tüp defektlerinin önlenmesi için folik asit kullanımı, gelişimsel anomalileri engellemek için koruyucu aşılama ve genetik danışmanlık hizmetleri prekonsepsiyonel dönem kanıt temelli uygulamalardır. Folik asit desteğinin nöral tüp defeklerini(NTD) azalttığı yönündeki görüş tam anlamıyla kabul görmektedir. Folik asit desteğine başlamak için uygun zaman olarak gebelikten 12 hafta öncesine uzanan bir süreci kapsamaktadır. Kanıta dayalı uygulamaların toplandığı Cochrane veri tabanındaki çalışmalar demir ve folik asit üzerine odaklanmıştır. Prekonsepsiyonel dönemdeki folik asit desteği doğumsal anomaliler üzerinde etkili olan en önemli ajanlardan biri olması yanı sıra konsepsiyon öncesi ya da gebeliğin erken evrelerinde kontrol edilebilir bir çevresel faktördür. Yenidoğan sağlığını olumlu etkilediği gibi anne sağlığı açısından da önemli olup düşük, anemi, alyuvar mekanizması ve serum folat düzeyi bakımından olumlu etkileri vardır. Prekonsepsiyonel dönemde uygulanan kızamıkçık aşısının gebelik öncesi bakımın başarılı öncülerindendir. Konjental rubellanın önüne geçilmesini sağlayan koruyucu bir yöntemdir. Gebeliğin erken dönemlerinde virüse maruz kalındığında fetusa geçme oranı %90’dır. Ajana maruz kalınması sonucunda fetal kayıp ya da konjenital defektler (göz,kalp,beyin) görülmektedir. Gebe kalınmadan en az 1 ay önce aşının yapılması önerilmektedir. Rubella bağıklaması dışında yine bu dönemde yapılması önerilen diğer bir uygulama ise influenza aşısıdır. Gebe kalınması planlanıyorsa ve bu dönem influenza açısından riskli dönemlere denk geliyorsa (Ekim – Mayıs ayları arası) gebelik öncesi EkimKasım aylarında aşılanma uygun olacaktır. IM olarak uygulanan inaktive virüs aşıları trimesterların herhangi birinde uygulanabilir. Teroik olarak herhangi bir risk görülmemiştir. Ancak canlı virüs içeren nazal sprey formları kesinlikle kullanılmamalıdır. Gebelik öncesi maternal genetik testler önem taşımaktadır. Genetik geçişli hastalıkların belirlenmesi sağlıklı fetus için en gerekli uygulamalardandır. Hatalık sahibi anne baba varlığında fetal anomali ve mortalite riski oldukça yüksektir. Kistik fibrozis ve sicklesel genetik tarama ile belirlenmesi gereken iki önemli hastalıktır. Genetik geçişli bir hastalık olan kistik fibrozis, gebelik öncesi ya da gebeliğin erken dönemlerinde ekarte edilmelidir. Aile öyküsü, anne ve babanın KF tanısı olması fetus için belirgin risk faktörleridir. Gebelikte sicklesel anemi varlığı hemolitik anemi ve multiorgan disfonksiyonu ile birleştiğinde maternal mortalite ve morbidite riskinde artışa sebep olmaktadır. Sicklesel anemili gebeler için folik asit desteği artırılmalıdır. Önerilen miktar günlük 4 mg’dır. Anahtar Kelimeler: Maternal sağlık, kanıt, prekonsepsiyon 69 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKLE İLİŞKİLİ LUMBOPELVİK AĞRININ GEBELERİN FONKSİYONEL DURUMU ÜZERİNE ETKİSİ Hacer ERTEN YAMAN1, Tuğba YILMAZ ESENCAN2, Mahmure AYGÜN3,Yeliz DOĞAN MERİH4 1. Yrd.Doç.Dr.,Maltepe Üniversitesi Kadın Doğum Hemşireliği A.D.,Öğretim Üyesi 2.Msc., Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Eğitim Hemşiresi 3. Yrd.Doç.Dr.,Gelişim Üniversitesi Cerrahi Hemşireliği A.D.,Öğretim Üyesi 4.Dr., Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bakım Hizmetleri Müdürü AMAÇ: Literatürde kadınların gebeliğe bağlı en sık yaşadığı kas iskelet sistemi yakınmasının lumbopelvik ağrı olduğu görülmektedir.(1-11) . Gebelerin ve sağlık sunucuların gebelikle ilişkili lumbopelvik ağrı ile ilgili tutum ve inanışları genellikle gebeliğin önemsiz ve kaçınılmaz fizyolojik yakınması olduğu yönündedir.(2,6,7 ) Ancak bazı özellikler gebelikte görülen bu ağrıyı önemli kılmaktadır. Gebelikle ilişkili lumbopelvik ağrı günlük fonksiyonlarda, iş yapma kapasitesinde, uyku ve normal aktiviteler üzerindeki olumsuz etkiler yaratarak sağlıkla ilişkili yaşam kalitesinde bozulmaya neden olur. Ayrıca anksiyete ve stres gibi duyguları arttırabilir. Doğum sırasında hareketleri kısıtlayarak ve pozisyon alma yeteneğini azaltarak, sezaryen ya da erken indüksiyon gibi yüksek riskli müdahaleleri arttırarak doğum sürecini de etkileyebilir. Lohusalık döneminde devam edebilir hatta kronikleşebilir.(5,12-15). Çalışma gebelikle ilişkili bel ağrısı yakınması sıklığını ve fiziksel aktiviteler üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. YÖNTEM:Araştırma İstanbul’da bir kamu hastanesinde toplam 200 olgu ile yürütülmüştür. Örneklem grubunu daha önce kas iskelet sistemi ile ilgili tanı almamış olan ve çalışmayı kabul eden gebeler oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında sosyodemografik özellikler ve bel ağrısı yakınması bilgilerini içeren bir veri toplama formu ile yakınmaların fiziksel aktiviteleri üzerindeki etkisini belirlemek üzere Roland Morris Özürlülük Anketi (Roland Morris Disability Questionare) kullanılmıştır.(16) BULGULAR:Olguların % 54,4’ü 20-29 yaş grubunda, % 28,6’sı ortaokul mezunu, % 68’i ev hanımı, %65‘I multigravidtir. Olguların % 61,2’sinde alt bel bölgesi Ağrısı (LBP) ve % 30,1’inde posterior pelvik ağrı (PPA) olduğu, ağrı yakınması olanların toplam oranının % 83,5 olduğu saptanmıştır. Roland Morris Özürlülük Anket puanının, olguların %16.5’inde 0 , %11.1’inde 0-4, % 19,4’ünde 5-10 ve % 53’ünde 10 puanın üzerinde olduğu saptanmıştır (‘‘0’’ = fonksiyonel yetersizlik yok, ‘‘24’’ = maksimum fonksiyonel yetersizlik). Bu bulgular lumbopelvik ağrısı olan gebelerin yarıdan fazlasında orta derecenin üstünde fonksiyonel yetersizlik olduğunu göstermiştir. SONUÇ: Araştırmadan elde edilen bulgular literatüre uygun şekilde gebelikle ilişkili bel ağrısı yakınmasının yaygın olduğunu ve bu durumun fonksiyonel durumu olumsuz etkilediğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, ağrı, fonksiyonel durum AİLE DANIŞMANLIĞINDA EBELERİN YERİ VE ÖNEMİ 70 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey *Zehra EKİPMAN, CemilE ONAT KÖROĞLU, Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Burcu AVCIBAY VURGEÇ Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Adana İnsanın toplumsal varlık olması, onun toplum içinde yaşamasını zorunlu kılmaktadır. Aile de, toplumun en küçük temel yapı taşıdır. Aile kavramı; yapısı ve işlevi zamana ve yere bağlı olarak değişen bir kurumu ifade eder. İnsan sağlığının geliştirilmesi ve korunmasında aile sağlığının korunması oldukça önemlidir. Ailelerin sağlıklı bir yaşama sahip olmaları sağlıklı toplumların oluşmasında oldukça önemlidir. Aile sağlığının geliştirilmesinde ve korunmasında aile danışmanlığı oldukça büyük öneme sahiptir. Toplumun temel yapı taşı olan ailenin daha sağlıklı, huzurlu ve mutlu olabilmesini sağlamak, aileyi oluşturan bireylerin problemlerini, ana kaynağına inerek, bilimsel, kültürel ve psikolojik yönlerini araştırmak, bu problemleri ortadan kaldıracak donanıma sahip kişilerin yetiştirilmesini sağlamak aile danışmanlığının amacını oluşturmaktadır. Aile danışmanlığı, aileyi oluşturan bireylerin bir araya gelmesi ve paylaştıkları sorunları birlikte çözmeye çalışmaları üzerine kurulur. Aile danışmanlığının belirgin ve açık hedefleri vardır. Bunlar, ailenin yaşadığı sorunların çözümünün yanı sıra yaşanan sorunların çözümünde aile bireylerine psikolojik destek vermek, aile içi iletişimi güçlendirmek, aile bireylerini birbirlerine duyarlı olmalarını sağlamak olarak sıralanabilir. Aileyi temel alan, aileyi oluşturan bireylerin sosyal ve insani gelişimini arttırmaya yönelik hedefler çerçevesinde yetkilerle donatılmış olan ve profesyonel destek sağlayacak aile sağlığının korunmasında büyük öneme sahip olan aile danışmanlarından biri de ebelerdir. Uluslararası Ebeler Konfederasyonu’na (ICM) göre ebe; gebelik, doğum ve doğum sonu dönemde kadının bakımını sağlayan, gerekli tavsiyelerde bulunan, kendi sorumluluğunda doğumu gerçekleştiren, yenidoğanın bakımını sağlayan ve kadın ile işbirliği içinde çalışan, güvenilir ve sorumluluk sahibi bir profesyoneldir. Yine ICM ebeyi, sağlık danışmanlığı ve eğitiminde, yalnız kadın için değil toplum ve aile için de önemli bir görev alan bir sağlık personeli olarak görür. Bu görev, antenatal eğitim ve ebeveynliğe hazırlanma, cinsellik ve üreme sağlığı ve çocuk bakımını içerir. Tanımından da görüldüğü gibi aile danışmanlığı görevini yapabilecek en uygun sağlık profesyonellerinden biri de ebelerdir. Aile danışmanlığı hizmetini sunma bilgi ve becerisine sahip ldukları halde ebelerin bu yetkisi yoktur. Ebeler aile danışmanlığı sertifika programlarına dahil edilerek bu yetkiye sahip olduklarında çalışan memnuniyeti de artarak daha kaliteli hizmet sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Aile, Danışmanlık, Ebelik TÜRKİYE’DE 2000-2016 YILLARI ARASINDA RİSKLİ GEBELİK KONUSUNDA YAPILAN TEZLERİN İNCELENMESİ 71 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Arş. Gör. Cemile ONAT KÖROĞLU, Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de riskli gebelik konusunda yapılmış lisansüstü tezlerin değerlendirilmesidir. Araştırma tarama modelinde tasarlanmış bir meta-değerlendirme çalışmasıdır. Araştırmanın örneklemini; YÖK Ulusal Tez Veri Tabanında yer alan ve tam metin olarak ulaşılabilen 41 tez oluşturmaktadır. Araştırma, 2000-2016 yılları arasında Türkiye’de riskli gebelik konusunda apılmış olan ve “ riskli gebelik, risky pregnancies” anahtar sözcükleriyle taranarak tam metnine ulaşılabilen lisansüstü tezlerle sınırlıdır. Ulaşılabilen tezler; tezin yayınlanma yılı, alanı, enstitünün bağlı olduğu üniversite, tezin türü, yöntem, model, veri toplama teknikleri ve veri toplama aracı değişkenlerine göre incelenmiştir. Verilerin analizinde “doküman analizi” tekniği kullanılmıştır. Riskli gebelik ile ilgili tezlerin daha çok 2009-2016 yıllarında yapıldığı ve bunların çoğunlukla tıpta uzmanlık ve yüksek lisans tezi olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca tezlerin çoğunlukla tanımlayıcı/kesitsel modelde yapıldığı ve veri toplama aracı olarak da en fazla form kullanıldığı görülmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda riskli gebelik konusunu daha kapsamlı inceleyebilecek ve bu konuda yenilikler ortaya koyabilecek tezlerin yapılması gerektiği söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Riskli gebelik, tez, yüksek lisans, tıpta uzmanlık, doktora EBELİK VE HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN KLİNİK UYGULAMADA ROL ÇATIŞMASI VE BELİRSİZLİĞİ İLE ÖZYETERLİK DURUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ 72 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Filiz ASLANTEKİN ÖZÇOBAN 1, Şeyma ASLAN 1, Rümeysa Oğuz 1, Yasemin ERKAL ERSOY 2 1 Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 2 Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Ebelik ve hemşirelik öğrencilerinin eğitim sürecinde klinik uygulamada rol çatışması ve rol belirsizliği ile özyeterlilik durumları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olan çalışmanın evrenini Balıkesir Sağlık Yüksekokulu ebelik ve hemşirelik lisans programı öğrencileri, örneklemini ise 1 Mart-30 Mart 2017 tarihleri arasında araştırmayı kabul eden ve klinik uygulama deneyimi olan öğrenciler oluşturmaktadır. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen bir anket formu ve özyeterlilik ölçeği ile rol belirsizliği ve rol çatışması ölçekleri kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde ve korelasyon testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin (n=347) yaş ortalaması 21.10±1.86 olup %12.7’si erkek, 87.3’ü kadındır. Öğrencilerin %61.1’i apart/yurtta kalmaktadır. Öğrencilerin %58.5’i hemşirelik, %41.5’i ebelik bölümünde öğrenim görmektedir. Öğrencilerin %67.4’ü okuduğu bölüme isteyerek geldiğini ifade etmiştir. Öğrencilerin %44.1’i öğrenim gördüğü bölümü iş olanağının fazla olması nedeniyle tercih etmiştir. Öğrencilerin %73.8’i okudukları bölümden memnun olduklarını, %70.6’sı çalışma şartlarının zor olmasından dolayı tedirgin olduğunu, %41.2’si cerrahi servislerde staj yaparken zorlandığını, 62.2’si uygulama yaptığı alandan memnun olduklarını, %72,6’sı oryantasyon eğitimi aldığını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin toplam rol çatışması ve rol belirsizliği ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 12.16±10.76, rol çatışması ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 5.19±7.42, rol belirsizliği ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 6.97±5.85’dir. Araştırmaya katılan öğrencilerin genel öz yeterlilik puan ortalaması 59.35±9.56’dir. Öğrencilerin genel öz yeterlilik ile rol belirsizliği arasında pozitif yönde, istatistiksel olarak ileri düzeyde ilişki vardır (r=0.388, p=0.00). Öğrencilerin genel öz yeterlilik ile rol çatışması arasında anlamlı ilişki yoktur (r=0.035, p>0.05). Öğrencilerin rol çatışma ile rol belirsizliği arasında pozitif yönde, istatistiksel olarak ileri düzeyde ilişki bulunmuştur (r=0.304, p=0.00) (Tablo 1). Genel öz yeterlilik, rol çatışması-rol belirsizliğinin etkilendiği öngörülen öğrencilerin bazı özellikleri arasında korelasyon bakılmıştır (Tablo 2). Öğrencilerin cinsiyetleri ile öz yeterlilikleri arasında ilişki olduğu saptanmış, kız öğrencilerin özyeterlik puanı daha yüksek bulunmuştur. Öğrencilerin öğrenim gördüğü bölüme isteyerek gelme durumuna baktığımızda ise öz yeterlilikleri arasında ilişki vardır. İsteyerek gelen öğrencilerin özyeterlilik puan ortalaması daha yüksektir. Öğrenim Gördüğü Bölümden Memnun Olma Durumunun özyeterlilikleri ve rol belirsizliği arasında ilişki olup, memnun olanlarda öz yeterliliğinin daha yüksek, rol belirsizliğinin daha az yaşadığını göstermektedir. Uygulama yapılan alandan memnun olma durumu ile rol çatışması arasında ilişki olup, memnun olanların daha az rol çatışması yaşadıkları saptanmıştır. Sonuç: Klinik alan öğrencilere öğrendiklerini gerçekleştirme, mesleki rol modelleri ile bir arada olma, ekip içinde bulunarak mesleki sosyalleşmeleri, mesleğe ait olma açısından son derce önemli kazanımlar sağlama olanağı verir. Öğrencilerin klinik alanda eğitimciler ve çalışanlar tarafından desteklenmeleri, rol çatışmasının ve 73 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey belirsizliğinin azalması, özyeterliliğin artırılmasını sağlayacak, öğrencilerin mesleki yeterliklerinin artmasına, kendilerini güvenli ve mesleğe hazır hissetmelerine katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler : klinik uygulama, özyeterlik, rol çatışması, rol belirsizliği 74 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERİN SUDA DOĞUMA İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ Şule Gökyıldız1, Emine Akça1, Meltem Akbaş1, Ayşe Şenoğlu 2 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2Adana Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Amaç: Bu çalışma ile gebelerin suda doğuma ilişkin düşüncelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan araştırmanın evrenini 2 Ocak-31 Mart 2017 tarihleri arasında Adana’da bir özel hastaneye başvuran gebeler oluşturmuştur. Örnekleme ise bu tarihler arasında birime başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 3. trimesterdeki gebeler (n=309) alınmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından geliştirilen katılımcıların sosyo-demografik, obstetrik özelliklerini, gebe eğitim sınıflarına katılma durumları ve suda doğuma ilişkin düşüncelerini belirlemeye yönelik açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşan anket formu ile toplanmıştır. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamasının 28,48±5,613 olduğu, %74,4’ünün lise ve üzeri eğitim düzeyine sahip olduğu, % 66’sının çalışmadığı ve %76,1’inin orta gelir düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Katılımcıların eşlerinin yaş ortalamasının 32,66±5,54 olduğu, %94,8’inin çalıştığı, %77,3’ünün lise ve üzeri eğitim düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Katılımcıların ortalama gebelik haftasının 36,22±1,92 olduğu, ortalama gebelik sayısının 1,84±1,12 olduğu, ortalama doğum sayısının 0,75±1,03 olduğu, %48,5’inin ilk gebeliği olduğu ve katılımcıların %31,4’ünün önceki doğumlarını sezaryen ile gerçekleştirdiği görülmüştür. Katılımcıların gebelikle ilgili bilgi edinme kaynağı olarak %52,1’inin annesinden, %48,2’sinin arkadaşlarından, %88,3’ünün sağlık personelinden ve %68,6’sının medya araçlarından faydalandıkları görülmüştür. Katılımcıların sadece %3,6’sının gebe eğitim sınıflarına katıldığı ve katılanların %90,9’unun hastanede eğitim aldığı, yapılan eğitim programlarında konularının %36,4’ünü kadın ve erkek üreme organlarının oluşturduğu, %63,6’sını gebeliğin oluşumunun oluşturduğu, %72,7’sini gebelikte sık karşılaşılan sorunlar ve baş etme öntemlerinin oluşturduğu, %81,8’ini doğum eyleminde ağrı ile baş etme, solunum ve ıkınma egzersizleri, masaj oluşturduğu ve %72,7’sini doğum sonu dönemin oluşturduğu görülmüştür. Gebelerin %53,1’i normal doğum yapmak istediklerini ve %60,5’i doğum esnasında eşlerinin yanlarında olmasını istediklerini bildirmişlerdir. Gebelerin %50,2’si “destek almak” istedikleri için, %5,5’i “doğum sürecinde yaşadıkları sıkıntıları görmesi” için ve %4,5’i “doğum anına eşinin de şahit olması” için eşlerinin doğum anında yanlarında olmasını istemişlerdir. Doğum anında eşlerinin yanında bulunmasını istemeyen gebelerin %18,4’ü “utanacağı” için, %11,7’si “eşi panik olacağı” için ve % 7,4’ü “eşi korkacağı” için istemediklerini bildirmişlerdir. Gebelerin %54,7’sinin suda doğum hakkında bilgisi olduğu ve bilgi edinme kaynağı olarak %4,2’sinin arkadaşlarından, %4,5’inin sağlık personelinden ve %50,5’inin medya araçlarından bilgi edindikleri görülmüştür. Katılımcıların %40,5’i suda doğum yapmak istediklerini belirtmişlerdir. Katılımcıların %49,8’inin suda doğuma ilişkin fikri olmadığı, %22,7’sinin suda doğumu daha rahat ve ağrısız olarak nitelediği, %10’u sağlıksız ve güvensiz bulduğu, %9,1’i doğal ve sağlıklı olarak değerlendirdiği görülmüştür. Sonuç ve öneriler: Araştırma sonucunda; gebelerin suda doğum yapma 75 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey konusunda istekli olduğu ancak bilgilerinin yetersiz ve bilgi kaynaklarının yüksek oranda medya olduğu görülmüştür. Sağlık profesyonellerinin bu konuda kendilerini geliştirerek gebeye-çifte danışmanlık yapması ve kurumların teşviki önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Suda doğum, ebe, kadın, düşünce 76 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÖĞRENCİ EBELERİN SAĞLIK OKURYAZARLIĞI DÜZEYLERİ ve ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ 1Meltem AKBAŞ, 2Şirin ÇELİKKANAT, 1Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ,Ayşe ŞENOĞLU 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, 2Adana Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Giriş ve Amaç: Bu araştırma, öğrenci ebelerin sağlık okuryazarlığı düzeyleri ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırma bir sağlık bilimleri fakültesinin ebelik bölümünde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya 07-11 Şubat 2017 tarihleri arasında fakültede bulunan ve araştırmaya katılmaya gönüllü öğrenciler dahil (n:211) edilmiştir. Veriler 26 sorudan oluşan kişisel bilgi formu ve sağlık okuryazarlığı ölçeği ile toplanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22 ile analiz edilmiş, yüzde, ortalama, independent t test ve Anova testleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20.83±2.23’dir. Katılımcıların %95.3’ünün bekar olduğu, %85.8’inin çekirdek aileye sahip olduğu, % 63.5’ini ailesiyle yaşadığı, % 82.9’unun annesinin ilköğretim mezunu olduğu, % 86.3’ünün annesinin ev hanımı olduğu, % 60.2’sinin babasının ilköğretim mezunu olduğu, % 77.3’ünün babasının çalıştığı, %91.5’inin sosyal güvencesinin olduğu, %56.9’unun genel sağlık durumunu iyi olarak ifade ettiği belirlenmiştir. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun (% 70.1) mesleği isteyerek seçtiği ve şu anda mesleği sevdiği (% 88.2) görülmüştür. Katılımcıların sağlık okuryazarlığı ölçeği puan ortalaması 110.16±12.50 olarak bulunmuştur. Sağlık okuryazarlığı ölçeği puan ortalamalarının katılımcıların yaş, sınıf, doğduğu yer, en uzun yaşadığı yer, annelerin ve babalarının eğitim ve çalışma durumları, aile yapısı, şu anda yaşadığı yer, sosyal aktivitelere katılma durumu, sigara-alkol kullanma durumu ve sağlıkla ilgili haberleri takip etme durumuna göre farklılık göstermediği görülmüştür. Herhangi bir sağlık sorunu olmasa bile kontrol amaçlı hekime giden katılımcıların sağlık okuryazarlığı ölçeği puan ortalamalarının daha yüksek olduğu ve aralarında anlamlı fark olduğu belirlenmiştir. Sonuç ve Öneriler: Araştırmaya katılan öğrencilerin sağlık okuryazarlığı puanlarının yüksek olduğu belirlenmiştir. Sağlık okuryazarlığı yüksek bireylerin sayılarının artırılması önce toplumsal iyileşlemelere ardından dünyada iyi sağlık sonuçlarına ulaşmaya sebebiyet verecektir. Bu nedenle iyileştirme çabaları ulusal ve uluslar arası düzeyde artırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sağlık okuryazarlığı, ebe, öğrenci 77 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ACİL SERVİS SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ UYGULAMALARI, GÖRÜŞLERİ VE MARUZ KALDIKLARI RİSKLER Meltem AKBAŞ1, Ayça BOZ2, Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ1, Emine AKÇA1, Turan AKBAŞ 3 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 Adana Kamu Hastaneleri Birliği 3 Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Amaç: Bu araştırma, acil servis sağlık çalışanlarının çalışan güvenliği uygulamaları, görüşleri ve maruz kaldıkları riskleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini beş kamu hastanesinin acil servislerinde çalışan 330, örneklemi ise 260 sağlık çalışanı oluşturmuştur. Etik kurul onayı, kurumlardan izin ve katılımcılardan sözlü bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Veriler, anket formu ile toplanmış ve IBM SPSS Statistics Version 20 ile analiz edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamasının 33,02±7,293, acil serviste çalışma yılı ortalamasının 5,03±3,993 ve günlük hasta sayısı ortalamasının161,18±84,077 olduğu, son bir yıl içinde %42,3 ‘ünün kesici delici alet yaralanmasına, %60,0’ının kan ve vücut sıvıları ile temasa maruz kaldığı, %54,2’unun müdahale sırasında koruyucu ekipman kullandığı, %67,3’ünün acil serviste çalışırken şiddete maruz kaldığı, %73,5’inin olay bildirimi yapmadığı görülmüştür. Katılımcıların %79,6’sı ulaşılabilir alanlarda yeterli el antiseptiği bulundurulduğunu,%72,7’si sağlık taramalarının düzenli yapıldığını, %63,8’i acil servis çalışma risklerine yönelik aşılama programına alındığını ,%64,2’si fiziksel, sosyal ve bireysel açıdan çalışma ortamının çalışanlar için uygun şartlarda olmadığını belirtmişlerdir Katılımcıların cinsiyetleri, meslekleri, eğitimleri, çalışma süreleri ve hizmet içi eğitim alma durumları ile çalışan güvenliği uygulamalarına ilişkin ekipman kullanma durumları arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Sonuç ve Öneriler: Katılımcıların koruyucu ekipman kullanma oranının orta düzeyde olduğu, önlenebilir nedenlerle ortaya çıkan risklere maruz kaldıkları ve çalışan güvenliğini sağlamaya yönelik uygulamalara ilişkin olumsuz görüş bildirenlerin olduğu belirlenmiştir. Araştırmanın sonuçlarından hareketle çalışanların korunmasına yönelik kurumsal ve bireysel eğitim ve güvenlik tedbirlerinin alınarak uygulamaya konulması önerilir. Anahtar Kelimeler: Acil servis, Çalışan Güvenliği, Sağlık çalışanı. 78 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 112 ÇALIŞANLARININ ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ UYGULAMALARI VE MARUZ KALDIKLARI RİSKLİ DURUMLARIN BELİRLENMESİ Meltem AKBAŞ , Ayça BOZ, Ayşe ŞENOĞLU Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Araştırma, 112 çalışanlarının çalışan güvenliği uygulamaları, maruz kaldıkları riskli durumlar ve bunlara ilişkin davranışlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini bir ile bağlı 16 ilçede 112 istasyonlarındaki 640 çalışan, örneklemi ise araştırmaya katılmaya gönüllü 313 çalışan oluşturmuştur. Veriler, ilgili literatür doğrultusunda hazırlanmış 25 sorudan oluşan anket formu ile toplanmıştır. Etik kurul onayı, kurumlardan izin ve katılımcılardan sözlü bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Veriler, IBM SPSS Statistics Version 20 ile analiz edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların %52,4’ünün kadın, %64,3’ünün 30 yaş ve altı, %55,9’unun evli, %34,8’inin lise mezunu, %50,2’inin Acil Tıp Teknisyeni olduğu, %81,2’sinin Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonların’da çalıştığı, %54,0’ının 6 yıl ve üzeri mesleki deneyime, %67,0’ının 5 yıl ve altı 112 deneyimine sahip olduğu görülmüştür. Son bir yıl içinde, %69.3’ünun çalışan güvenliği uygulamalarına yönelik hizmet içi eğitim aldığı, %25,9’unun ambulans içi yaralanmaya, %21,4’ünün kesici delici alet yaralanmasına 51,1’inin kan ve vücut sıvıları ile temasa maruz kaldığı görülmüştür. %87,5’inin 112’de çalışırken şiddete maruz kaldığı, %92,7,’inin sözel, %53.4’ünün fiziksel,%86,3’ünün hasta yakını tarafından şiddete uğradığı, 79,2’sinin şiddet karşısında karşılık vermeden işine devam ettiği, %8,9’unun beyaz kod bildirimi (Alo 113) yaptığı, görülmüştür. Katılımcıların %93,0’ının görev esnasında güvenliği ile ilgili endişe yaşadığı %64,9’unun müdahale sırasında koruyucu ekipman kullandığı, %88,2’sinin maruz kalınan olaylarla ilgili kalite yönetimi birimine bildirim yapmadığı belirlenmiştir. Sonuç ve Öneriler: Katılımcıların çoğunluğunun çalışan güvenliğine ilişkin hizmet içi eğitim aldığı ve koruyucu ekipman kullandığı, önlenebilir risklere maruz kaldığı, maruz kaldıkları riskli durumlarla ilgili bildirimde bulunmadığı ve görev esnasında güvenlikleri ile ilgili endişe yaşadıkları belirlenmiştir. Buna göre 112 çalışanlarının korunmasına yönelik eğitim ve güvenlik tedbirlerinin gözden geçirilerek yenilenmesi, yasal ve politik düzenlemelerin gözden geçirilmesi, halkın bu konuda eğitilerek bilinçlendirilmesine yönelik önlemlerin alınması önerilir. Anahtar Kelimeler: 112 Acil , Çalışan Güvenliği, Sağlık çalışanı 79 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARIN BEDEN İMAJI VE CİNSEL FONKSİYON DURUMLARININ BEDEN KİTLE İNDEKSİ İLE İLİŞKİSİ 1Emine İbici, 1Meltem Akbaş, 1Şule Gökyıldız Sürücü 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Araştırma, kadınların beden imajı ve cinsel fonksiyon durumlarının beden kitle indeksi ile ilişkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın evrenini bir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi polikliniklerine başvuran cinsel aktif kadınlar, örneklemi ise araştırmaya gönüllü 84 kadın oluşturmuştur. Araştırma öncesi etik kurul onayı, kurum izni ve katılımcılardan sözlü aydınlatılmış onam alınmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu, “Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği” ve “Beden İmajı Ölçeği” ile toplanmıştır. Veriler, IBM SPSS Statistics version 20,0 ile analiz edilmiştir. Bulgular: Tamamı kadın olan katılımcıların yaş ortalamasının 32,76±8,20 olduğu, %65,5’inin 35 yaş ve altı yaş grubunda olduğu, %75’inin beden kitle indeksinin 30 ve üzeri olduğu, %96,4’ünün evli, %61,9’unun ortaokul ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu, %79,8’inin çalışmadığı, %91,7’sinin sosyal güvencesinin bulunduğu, %67,9 orta düzeyde gelire ve %86,9’unun ise çekirdek aileye sahip olduğu görülmüştür. Katılımcıların eşlerinin yaş ortalamasının 37,10±9,44 olduğu, %52,4’ünün 36 yaş ve üstü olduğu, %58,3’ünün ortaokul ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu ve %96,4’ünün çalıştığı görülmüştür. Katılımcıların, gebelik ortalamasının 2,95±1,91 olduğu, doğum ortalamasının 2,18±1,25 olduğu, düşük ortalamasının 0,37±0,708 olduğu, kürtaj ortalamasının 0,46±1,01 olduğu ve yaşayan çocuk ortalamasının 2,17±1,24 olduğu, %8,3’ünün kronik veya metabolik herhangi bir hastalığı olduğu görülmüştür. Katılımcıların beden imajı ölçeği ortalamasının 159,42±21,81 olduğu, Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği stek alt boyutu puan ortalamasının 3,58±1,04 olduğu, uyarılma alt boyutu puan ortalamasının 4,13±1,20 olduğu, lubrikasyon alt boyutu puan ortalamasının 4,87±1,31 olduğu, orgazm alt boyutu puan ortalamasının 4,73± 1,30 olduğu, doyum alt boyutu puan ortalaması 4,54±1,29 olduğu, ağrı alt boyutu puan ortalamasının 4,36±1,56 olduğu, Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği toplam puan ortalamasının ise 26,23±6,07 olduğu görülmüştür. Katılımcıların ölçeklerden aldıkları puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). beden kitle indeksi ile Beden İmajı Ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p=0,005). Sonuç:Katılımcıların çok az düzeyde cinsel disfonksiyon yaşadığı, beden kitle indeksi ile Kadın Cinsel Fonksiyon Ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel bir fark olmadığı, beden imajının genel olarak olumlu algılandığı, aynı zamanda beden kitle indeksi arttıkça beden imajının olumsuz algılandığı görülmüştür. Sağlık profesyonelleri kadınların gerek beden sağlığı gerekse ruh sağlığını geliştirmek ve korumak amacı ile kilo vermeleri konusunda destek olmalı ve kadınları motive etmelidir. Anahtar Kelimeler: Beden kitle indeksi, beden imajı, cinsel disfonksiyon, kadın 80 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BEDEN KİTLE İNDEKSİ İLE KULLANILAN AİLE PLANLAMASI YÖNTEMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ 1Emine İbici, 1Meltem Akbaş, 1Şule Gökyıldız Sürücü, 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Amaç: Bu çalışma, beden kitle indeksi ile aile planlaması yöntemlerinin kullanılma durumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini bir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi/Doğumevi Polikliniklerine başvuran cinsel aktif kadınlar oluşturmuştur. Örneklemi ise araştırmaya gönüllü 107 kadın oluşturmuştur. Araştırma öncesi etik kurul onayı ve kurum izni ve katılımcılardan sözlü aydınlatılmış onam alınmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Anket formu katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve aile planlaması yöntemlerini kullanma durumlarına ilişkin 26 sorudan oluşmuştur. Veriler, SPSS 22.0 for Windows programında sayı, yüzde, aritmetik ortalama ve ki-kare testleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Tamamı kadın olan katılımcıların yaş ortalamasının 33,22±8,566 olduğu, %62,6’sının 35 yaş ve altı yaş grubunda, %97,2’sinin evli, %61,7’sinin ortaokul ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu, %82,2 sinin çalışmadığı, %91,6’sının sosyal güvencesinin bulunduğu, %66,4’ünün orta gelir düzeyinde olduğu ve %84,1’inin çekirdek aileye sahip olduğu, %12,1’inin kronik veya metabolik bir hastalığı olduğu ve %22,4’ünün sigara kullandığı, %79,4’ünün 30 ve üstü beden kitle indeksine sahip olduğu görülmüştür. Katılımcıların eşlerinin yaş ortalamasının 37,42±8,520 ve % 56,1’inin 36 yaş ve üzeri yaş grubunda olduğu, %61,7’sinin eğitim durumunun ortaokul ve altı seviyede olduğu, % 95,3’ünün ise çalıştığı görülmüştür. Katılımcıların ortalama gebelik sayısının 3,16±2,057, ortalama doğum sayısının 2,41±1,498, ortalama düşük sayısının 0,43±0,741, ortalama kürtaj sayısının 0,35±0,741, ortalama yaşayan çocuk sayısının ise 2,36±1,476 olduğu görülmüştür. Katılımcıların %61,7’sinin bir sağlık profesyonelinden aile planlaması danışmanlığı aldığı, danışmanlık alanların %42,4’ünün bu hizmeti ebeden aldığı, %30,8’inin genel olarak aile planlamasına ilişkin bilgi için en çok arkadaşlarına danıştığı, %81,3’ünün şu anda herhangi bir aile planlaması yöntemi kullandığı, aile planlaması yöntemi kullananların %48,3 ile en çok RİA kullandığı görülmüştür. Herhangi bir gebelikten korunma yöntemi kullanmayanlar ise %40,0 ile kendileri istemediği için aile planlaması yöntemi kullanmadıklarını ifade ettikleri görülmüştür. Katılımcıların beden kitle indeksi ile kronik veya metabolik bir hastalığı olma, sigara kullanma, aile planlaması danışmanlığı alma, danışmanlığı kimden aldığı, aile planlamasına ilişkin bilgi için başvurduğu yerler, aile planlaması yöntemi kullanmama durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05). Sonuç: Katılımcıların çoğunluğunun bir sağlık çalışanından ve en çok ebeden danışmanlık aldığı ve çoğunluğun herhangi bir aile planlaması yöntemi kullandığı, beden kitle indeksi ile Aile planlaması yöntemlerinin kullanılma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, kadınlar, beden kitle indeksi 81 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜÇÜNCÜ TRİMESTERDEKİ GEBELERİN BEDEN İMGELERİNİN YAŞAM NİTELİKLERİNE ETKİSİNİN VE BU DURUMU ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Filiz Değirmenci 1, Duygu Vefikuluçay Yılmaz 1, Simge Zeyneloğlu 2 1 Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 2Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç:Bu araştırmada, gebelikte bedensel değişimlerin en çok yaşandığı üçüncü trimesterde olan gebelerin beden imgelerinin yaşam niteliklerine etkisi ve bunu etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem:Tanımlayıcı tipte yapılan araştırmanın örneklemini üçüncü trimesterde olan (25. ve 41. gebelikhaftaları arası) 442 gebe oluşturmuştur. Veriler literatür incelemesi sonucunda oluşturulan anket formu ile geçerliliği ve güvenirliliği Demiralp ve arkadaşları tarafından yapılan Beden İmgesinin Yaşam Niteliğine Etkisi Ölçeği (BİYNEÖ) kullanılarak toplanmıştır. Anket formu, üçüncü trimesterdeki gebelerin sosyo-demografik özelliklerini, gebelik öykülerini, gebe kalmadan önceki de dahil olmak üzere kilo ve boylarını, gebelik sürecinde alınan kilolarını, gebelik öncesi dönemde ve gebelikte fiziksel olarak kendini beğenme, düzenli fiziksel aktivite yapma durumlarını, eşi tarafından çekici bulunup bulunmadığı düşüncesini ve diyet yapma durumunu değerlendirmek amacıyla toplam 17 sorudan oluşturulmuştur. Araştırmanın verileri, normallik ve varyansların homojenliği kontrolleri yapıldıktan sonra bağımsız iki grup t testi, Anova, çoklu karşılaştırma testlerinden Tukey HSD testi ve Pearson Korelasyon katsayısı kullanılarak değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı istatistikler olarak, sayı, yüzde, ortalama ve standart sapma değerleri verilmiştir. Testlerin anlamlılık düzeyi için p<0,05 değeri kabul edilmiştir. Ayrıca gebelerin gebelik öncesi beden kitle indeks (BKİ) puanları ve buna göre sınıflandırılmaları ile gebelik haftalarına göre aldıkları kiloların, alınması gerekenden az, çok ya da normal olarak sınıflandırılması yapılmıştır. Bulgular:Araştırmaya katılan üçüncü trimesterdeki gebelerin yaş ortalamalarının 26.84±5.63 olduğu,%54.3’nün ilköğretim mezunu, %91.9’unun çalışmadığı ve %72.9’unun gelirin gidere eşit olduğunu ifade ettikleri belirlenmiştir. Üçüncü trimesterdeki gebelerin %28.7’sinin ilk gebeliği olduğu ve %75.1’inin gebeliğinin planlı olduğu saptanmıştır. Gebelerin gebelikten önceki kilo ortalamalarının 63.24±11.99, o anki kilo ortalamalarının 73.81±11.52 ve gebelik sürecinde aldıkları kilo ortalamalarının da 10.55±5.78 olduğu ile boy ortalamalarının 161.27±6.19 olduğu tespit edilmiştir. Üçüncü trimesterdeki gebelerin gebelik öncesi dönemdeki BKİ ortalamalarının 24.35±4.54, BKİ’ne göre %51.4’ünün normal, %30.8’inin fazla kilolu sınıfında olduğu ve %42,5’nin gebelik haftasına, boyuna ve gebelik öncesi BKİ değerlerine göre alması gerektiği kadar kilo aldığı, %33.9’nun da alması gerekenden fazla kilo aldığı belirlenmiştir. Gebelerin %84.6’sının gebelikten önce kendini fiziksel olarak beğendiği, veri toplama araçlarının uygulandığı zamanda ise gebelerin %51.4’nün kendini fiziksel olarak beğendiği saptanmıştır. Eşinin gebelikten önce kendisini çekici bulduğunu düşünen gebelerin oranı %96.2, veri toplama araçlarının uygulandığı zamanda eşinin kendisini çekici bulduğunu düşünen gebelerin oranının ise %76 olduğu tespit edilmiştir. Araştırmanın yapıldığı zamana kadar %81.4 gebenin hiç diyet yapmadığı, gebelerin %19.7’sinin gebelikten önce, %21.3’nün gebelik sürecinde 82 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey düzenli fiziksel aktivite yaptıkları belirlenmiştir. Üçüncü trimesterdeki gebelerin BİYNEÖ toplam puan ortalamalarının 31.34±12.82 olduğu ve beden imgelerinin yaşam niteliklerini olumlu yönde etkilediği belirlenmiştir. Gebelerin yaşları, gebelikten önce ve verilerin toplandığı zamandaki kiloları, boyları, gebelikten önceki BKİ’ri, verilerin toplandığı zamana kadar aldıkları kiloları ile BİYNEÖ toplam puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Gebelerin öğrenim düzeylerine, çalışma ve ekonomik durumlarına, gebelik sayılarına, gebelikten önce ve gebelikte kendini fiziksel beğenme, düzenli fiziksel aktivite yapma durumlarına, eşin kendisini çekici bulup bulmama düşüncesine göre BİYNEÖ toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Okuryazar olmayan, çalışmayan, gelirin giderden az olduğunu belirten, gebelik sayısı dört ya da daha fazla olan, gebelik öncesi ve gebelikte fiziksel olarak kendini beğenmeyen, eşlerinin kendilerini çekici bulmadığını düşünen ve düzenli fiziksel aktivite yapmayan üçüncü trimesterdeki gebelerin beden imgelerinin yaşam niteliğine etkisinin diğer gebelere göre daha az düzeyde olumlu olduğu belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda gebelik döneminde olan kadınlara yönelik fiziksel aktivite ve kişisel gelişim programlarının oluşturulması ile gebelikte beden imgesinin yaşam niteliğine etkisini değiştirebilecek olan toplumsal ve kültürel değerlere yönelik nitel ve nicel araştırmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, Beden imgesi, Yaşam Niteliği 83 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNFERTİL KADINLARIN İNFERTİLİTEYE YÖNELİK GELENEKSEL UYGULAMALARI BİLME VE UYGULAMA DURUMLARININ BELİRLENMESİ Tuba GÜNER EMÜL 1, Duygu VEFİKULUÇAY YILMAZ 1, Simge ZEYNELOĞLU2, Filiz DEĞİRMENCİ 1 1 Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 2 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Bu araştırmada, infertil kadınların infertiliteye yönelik geleneksel uygulamaları bilme ve uygulama durumları ile bunları etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte yapılan araştırmanın örneklemini 153 infertil kadın oluşturmuştur. Veriler literatür incelemesi sonucunda oluşturulan anket formu ile toplanmıştır. Anket formu, infertil kadınların ve eşlerinin sosyo-demografik özelliklerini, evli oldukları ve çocuk sahibi olamadıkları süreleri, gebelik öykülerini, infertiliteye yönelik tıbbi tedavi alma durumlarını, aile desteğini, gelecekte çocuk sahibi olmaya yönelik duygularını ve “İnfertiliteye yönelik bildiğiniz ve uyguladığınız bir yöntem varsa belirtiniz” sorusu ve literatür incelemesi ile belirlenen geleneksel uygulamaları bilme ve uygulama durumlarını değerlendirmek amacıyla toplam 44 sorudan oluşturulmuştur. Araştırmanın verileri, normallik ve varyansların homojenliği kontrolleri yapıldıktan sonra ki kare, bağımsız iki grup t testi ve Anova testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Tanımlayıcı istatistikler olarak, sayı, yüzde, ortalama ve standart sapma değerleri verilmiştir. Testlerin anlamlılık düzeyi için p<0,05 değeri kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan infertil kadınların yaş ortalamalarının 30.13±6.53 olduğu, %45.1’nin ilköğretim mezunu ve %68.6’sının gelir getiren bir işte çalışmadığını ifade ettikleri belirlenmiştir. İnfertil kadınların eşlerinin yaş ortalamalarının ise 33.43±6.67 olduğu, yarıya yakınının (%49,7) ilköğretim mezunu ve büyük çoğunluğunun (%94.1) gelir getiren bir işte çalıştığı saptanmıştır. İnfertil kadınların ortalama 6.89±5.49 yıldır evli, 3.53±3.10 yıldır çocuk sahibi olamadıkları, %49’nun gebelik ve %98,7’sinin de infertiliteye yönelik tıbbi tedavi öyküsünün olduğu belirlenmiştir. İnfertil kadınların neredeyse tamamının (%98.7) ailelerinden destek aldıklarını ve %64.7’sinin gelecekte çocuk sahibi olmaya yönelik umutlu olduklarını ifade ettikleri saptanmıştır. Geleneksel yöntemlerden dua etmeyi tüm infertil kadınların bildiği ve çoğunun (%92.8) uyguladığı, plasenta üzerine oturma yöntemini ise çoğu (%96.1) infertil kadının bilmediği ve hiçbirinin uygulamadığı belirlenmiştir. İnfertil kadınların %86.3’nün şifalı bitkiler yöntemini bildiği, %52.9’nun ise kullandığı, %84.3’nün soğan suyu içme yöntemini bildiği, %47.7’sinin uyguladığı, incir kürünü bilen infertil kadınların oranının %81, uygulayanların oranının ise %47.7 olduğu saptanmıştır. Rakı buğusuna oturma yöntemini ise %9.2 infertil kadının bildiği ve yalnızca %1.3’nün uyguladığı tespit edilmiştir. İnfertil kadınların dua etme yöntemini kullanma durumları ile kendi ve eşlerinin yaşları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılığın olduğu ve kendi ile eşinin yaşı daha büyük olan kadınların dua etme yöntemini kullanmadıkları saptanmıştır. Araştırmaya katılan infertil kadınların türbeye gitme, hocaya gitme, sıcak süt buharına oturma, kaplıcaya gitme, sırta yakı yapma, şişe çektirme, soğan suyu kürü, şifalı bitkiler, rahim ağzına ot koyma yöntemlerini bilme ile türbeye gitme, hocaya gitme, sıcak süt buharına oturma, kaplıcaya gitme, sırta kayı yapma, soğan suyu kürü, rakı buğusuna oturma ve 84 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey maydanoz suyu buharına oturma yöntemlerini uygulama durumları ile çocuk sahibi olamadıkları süreler arasındaki farklılığın istatistiksel olarak anlamlı olduğu ve bu yöntemleri bilen ve uygulayan kadınların çocuk sahibi olamadıkları sürelerin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. İnfertil kadınların ve eşlerinin yaşları ile gelecekte çocuk sahibi olmaya yönelik duyguları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılığın olduğu ve gelecekte çocuk sahibi olmaya yönelik umutlu olan infertil kadınların ve eşlerinin yaş ortalamalarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. İnfertil kadınların, gebelik ve tıbbi tedavi öyküleri, aile desteği alma durumları, gelecekte çocuk sahibi olmaya yönelik duyguları ve hem kendilerinin hem de eşlerinin öğrenim düzeyleri, çalışma durumları ile geleneksel uygulamaları bilme ve uygulama durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Sonuç: Kendi ve eşi yüksek yaş ortalamasına sahip infertil kadınların çocuk sahibi olmaya yönelik inançlarının etkilendiği ancak çocuk sahibi olmaya yönelik umutlu oldukları ve çocuk sahibi olamadıkları süre arttıkça geleneksel yöntemleri bilme ve uygulama durumlarının da arttığı belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda infertil kadınlar ve kullanılan geleneksel uygulamalar ile birlikte ailesel, toplumsal ve kültürel değerlerin de incelendiği nitel ve nicel yeni araştırmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: İnfertilite, Geleneksel Uygulamalar 85 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNFERTİL ÇİFTLERDE EBELİK DANIŞMANLIĞININ ÖNEMİNE YÖNELİK BİR DEĞERLENDİRME Ayşe Şenoğlu1, Sultan Alan2 1Yüksek Lisans Öğrencisi, Ebe, Adana Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, 2Doç. Dr. Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Çukurova Üniversitesi, Adana. Giriş: İnfertilite, bireylerde biyolojik, psikososyal, ekonomik, etik ve kültürel olarak birçok problemlere neden olan, bir yıl boyunca korunmasız cinsel ilişki sonrasında gebe kalamama durumu olarak tanımlanır. İnfertil çiftlere sunulacak olan ebelik yaklaşımının temel amacı; çiftlerin fiziksel ve psiko sosyal sorunlarının belirlenerek onlara ihtiyaçları doğrultusunda uygun bakım ve danışmanlığın sağlanmasıdır. İnfertilite danışmanlığının alanları; bilgilendirme, çıkabilecek sorunlara yönelik danışmanlık, destek danışmanlığı ve terapötik danışmanlıktır. Amaç: Bu çalışma, infertil çiftlerin sorunlarına yaklaşımda ebelik danışmanlığının öneminin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Dünya ve ülkemiz ölçeğinde infertil çiftlere sunulması gereken ebelik danışmanlığına yönelik literatür incelemesi yapılarak bilgiler derlenmiştir. Bulgular: Çocuk sahibi olmak isteyen bireylerden ayrıntılı öykü alınması, tedavi sürecinde yaşanabilecek sorunların önceden tespit edilmesine olanak sağlamaktadır. Alınan iyi öykü sayesinde ebe infertilite tedavisinde kilit rol oynayabilir. Kadının yaşı, düzenli cinsel ilişki, haftada yaşadıkları cinsel ilişkinin sayısı, menstrual siklus, çiftin yaşam tarzı (düzenli beslenme, alkol, sigara, kafein tüketimi, egzersiz yapma, stres yaşama durumu gibi) ve ailede infertilite öyküsünün olup olmadığı verilen danışmanlık sırasında belirlenebilir. İyi bir ebelik danışmanlığı ile infertil tanısı almış çiftlerin, yaşadıkları duruma karşı tepkileri değerlendirilir, tedavi konusunda beklentileri ve stres kaynakları ortaya çıkarılarak bir uzmandan psikolojik destek almaları sağlanabilir. Ebelerin tıbbi bakım rollerinin yanı sıra danışmanlık rolü, eğitici rolü, hasta hakları savunucusu, araştırmacı, yönetici rolleri de bulunmaktadır. İnfertil çiftlere danışmanlık vermek, destek olmak, uygulamalar aşamasında bilgilendirme yapmak sorumlulukları arasındadır. Tüm bu uygulamalar sırasında çiftlerin mahremiyetine saygı göstermek, korumak ve etik ilkelere bağlı kalmak durumundadır. Tedavi sürecindeki çiftlere, tedaviye yönelik uygulamaları, anlayabileceği yalın bir dil kullanarak açıklamaları gerekir. Fertilizasyon öncesinde sağlık eğitimi kapsamında ilaçları kadının kendi kendine yapmasını öğretmek gibi konularda da eğitim vermeleri gerekmektedir. Ayrıca infertil çiftin değerlendirilme aşamasında ebelerin psikolojik desteği ve bilgi vermesi son derece önemlidir. Çünkü infertilite sürecinin uzaması, ortaya çıkan psikolojik sorunların etki ve şiddetini arttırdığı bilinmektedir. İnfertilite çiftlerde kültürel olarak çok sayıda problemlere neden olmaktadır. Bu nedenle infertiliteye yönelik tanı ve tedavi süreçleri hakkında bilgi sahibi olmak ve yardımcı üreme tekniklerinin yarattığı sorunları bilerek, ebelik yaklaşımı sunmak çok önemlidir. Çiftlere en iyi biçimde danışmanlık yapabilmek, yeterli bilgi aktarabilmek, etik kurallarla ilgili sorularını yanıtlayabilmek için ebeler okumalı ve araştırmalıdır. İnfertil çiftlerle olumlu iletişim kurulması son derece önemlidir. Bu durum çiftler için çok hassas olduğundan onların kendilerini rahat ifade edebileceği ortamlar oluşturulmalıdır. Ülkemizde yaygın olan geleneksel uygulamaların kadına verebileceği zararlardan dolayı konuyla ilgili kadına 86 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey yönelik eğitimler verilmelidir. Özellikle cinsellikle ilgili bilgilendirme yapılmalıdır. İnfertil çiftlere çocuksuz olmanın psikososyal ve psikoseksüel kültürel etkileri göz ardı edilmeden eğitim verilmelidir. Stres tedavi başarısını tehlikeye atabilir. İyi bir ebelik danışmanlığı sonucunda, çiftlere, kendileri ile ilgili özel ihtiyaçlarını belirleyebilmeleri, buna yönelik uygun kararlar alabilmeleri ve hayatta infertillikten daha fazla yaşanacak şeyler olduğunu fark etmeleri sağlanabilir. Sonuç: İnfertilitenin tanı ve tedavisindeki hızlı gelişmeler sonucunda bu alanda uzmanlaşmış ebelere ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizde yardımcı üreme tekniklerine yönelik verilmesi gereken bilgiler ve bu alanda çalışan ebelerin rollerine yönelik bir standardizasyon oluşturulmamıştır. İnfertilite; fiziksel ve sosyal sorunlar dışında psikolojik problemleri ortaya çıkaran bir yaşam krizidir. Ülkemizde infertilite tedavisi alan çiftlere, medikal tedavinin yanında psikolojik destek verilmesi henüz yaygın değildir. Ebe tarafından infertil çiftlerin yaşadıkları psikososyal problemlerin bilinmesi, onların infertiliteye ve tedaviye uyumunu kolaylaştırabilir ve olumsuz tepkilerini azaltabilir. Bu durum tedavinin başarısı üzerinde olumlu etki yaratacağından üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Anahtar Kelimler: İnfertilite, İnfertilite Danışmanlığı, Ebelik Danışmanlığı. 87 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERDE YAŞAM KALİTESİNİ ETKİLEYEN RİSK FAKTÖLERİ Selda YÖRÜK, Hülya TÜRKMEN Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksek Okulu Ebelik Bölümü AMAÇ:Bu çalışmada gebelerde obstetrik risk faktörleri ve yaşam kalitesi değerlendirilerek, buna etki eden faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM:Kesitsel ve analitik tipte bir araştırmadır. Katılımcılar Ekim Aralık 2014 tarihlerinde Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesine gebe muayene polikliniğine başvuran kadınlardan (n=327) oluşmuştur. Gönüllülerin çalışmaya dahil edilme kriteri; gebelik haftası 28 > kadınlar, okur-yazar olan ve iletişim engeli olmayan kadınlardır. Anket formu yüz yüze görüşme tekniği doldurulmuştur. Anket iki bölümden oluşmaktadır; birinci bölüm Türkiye Sağlık Bakanlığı Doğum Öncesi Bakım Yönetim Rehberinde yer alan öykü alma bilgilerine göre oluşturulmuştur. Bu anket formu kişisel bilgileri, soy geçmişi, alışkanlıkları, tıbbi, obstetrik ve şu anki gebelik öyküsünü içeren 49 sorudan oluşmuştur. Anketin ikinci bölümünde ise yaşam kalitesi, DSÖ Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe sürümü (WHOQOL-BREF TR) ile değerlendirilmiştir. Artan puan iyiliği göstermektedir. İstatistiksel analiz SPSS 20.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Tanımlayıcı veriler sayı, yüzde ve ortalama değerler (standart sapma ile birlikte) şeklinde sunulmuştur. Gruplar arası arşılaştırmalarda Student's t testi, varyans analizi, Mann Whitney-U testi, çoklu regresyon analizi kullanılmıştır. Tip 1 Hata (Alfa Hata) düzeyi 0,05 olarak alınmıştır. Araştırmanın yürütülmesi için Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan ve uygulamanın yapıldığı Devlet Hastanesinden resmi izinler alınmıştır. BULGULAR: Araştırmaya 327 gebe katılmıştır, yaş ortalaması (min:16, max:44) 26.46±5.28’dir. Gebelerin %5.8'inde kronik hastalık ,%3.1'inde enfeksiyon hastalığı saptanmıştır. Gebelerin %46.8'i primipardır. Multipar gebelerin (%63.2) önceki gebelik öyküleri sorgulandığında, düşük öyküsü olan %15.6, ölü doğum öyküsü olan %5.2, erken/düşük doğum ağırlığı öyküsü olan %3.2, önceki gebeliğinde sorun yaşayan %11.3, doğumda komplikasyon yaşayan %1.9, sezaryen doğum %45.4'tür. Yaşam kalitesi bedensel alan puan ortalamaları gebeliğinde sorun yaşamayan, gebelik öncesi dönemde aile planlaması yöntemi kullanan, daha önce jinekolojik operasyon geçirmeyen, düşük öyküsü olmayan gebelerde anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Yaşam kalitesi çevresel alan puan ortalamaları sezaryen doğum yapan, psikiyatrik hastalığı olmayan, kadınlarda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Yaşam kalitesi sosyal alan puan ortalamaları pskiyatrik hastalığı olmayan gebelerde anlamlı olarak yüksek bulunmuştur(Tablo 1). Eğitim durumu lise ve altı olan gebelerde yaşam kalitesi sosyal ve çevre alan puanları, eşinin eğitimi düşük olan gebelerde çevre alan puanları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Sigara içmeyen gebelerde çevre alan puanları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur(Table 2). Yaşam kalitesi bedensel alan puan ortalamaları gebeliğinde sık idrara çıkma, baş dönmesi, varis, nefes darlığı, memelerde hassasiyet yakınması olan kadınlarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Ruhsal alan puan ortalaması yorgunluk ve varis şikayeti olan gebelerde anlamlı olarak düşük bulunmuştur (Table 3). 88 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey SONUÇ: Çalışmamızda gebeliğe bağlı semptomlar yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Eğitim durumu yaşam kalitesini etkileyen en önemli sosyoekonomik değişkendir. Psikiyatrik hastalıklar ve jinekolojik operasyon geçirme yaşam kalitesini azaltan obstetrik değişkenlerdir. Anahtar Kelimler : Gebelik, Yaşam Kalitesi, Risk Faktörleri 89 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EPİZYOTOMİ BAKIMINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Şerife ÇINAR, Zeynep Dilşah KARAÇAM, Nurten KAYA İstanbul Üniversitesi Amaç: Epizyotomi, vajinal doğumda perineye yapılan insizyon işlemidir ve normal vajinal doğumda en fazla uygulanan invazif girişimlerden biridir. Bu derleme doğum sırasında yapılan epizyotominin bakımında kullanılan güncel yöntemleri incelemek amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Doğum sırasında yapılan epizyotominin bakımı konusundaki derleme, araştırma ve kitaplar incelendi. Bulgular: Literatüre göre annenin sosyo-demografik özellikleri ve hijyen alışkanlıkları, sigara kullanma durumu, epizyotomi insizyonuna eşlik eden laserasyonlar, dikiş yerine ilişkin yakınmalar, ekonomik durum epizyotomi yarasının iyileşme sürecini etkileyebilmektedir. Öte yandan epizyotomi bakımı konusunda eğitimlerin arttırılmasının, yara iyileşmesini olumlu yönde etkileyeceği bildirilmektedir. Bu kapsamda; epizyotomi öncesi, sırası ve sonrası bakıma ilişkin standartların oluşturulması, gereksiz epizyotomi açılmasını önlemeye yönelik konularda ebelerin bilgilendirilmesi önerilmektedir. Ayrıca epizyotomi bakımına ilişkin güncel yaklaşım olarak suyun ve buz uygulamasının yaygınlaşması gerektiği ifade edilmektedir. Sonuç ve Öneriler: Gebelik ve doğum süreci, kadına ait normal fizyolojik dönemlerinden biridir. Kadının bu dönemlerini müdahalesiz geçirmesi hedeflenen bir durum olmakla birlikte epizyotomi gibi invazif girişimler kullanılabilmektedir. Böyle bir durumda epizyotomi yarasının iyileşmesinin hızlandırılması, annenin daha rahat bir lohusalık dönemi geçirmesine, bebeğine daha iyi bakabilmesine katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Epizyotomi, epizyotomi ve bakım, doğum. 90 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM YAPMIŞ KADINLARDA DOĞUM TERCİHİ ve ETKİLEYEN FAKTÖRLER Handan ÖZCAN 1, Nezihe KIZILKAYA BEJİ 2, Rukiye HOBEK AKARSU 3 1 Gümüşhane Üniversitesi, Salğık Bilimleri Fakültesi 2 Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi 3 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Giriş: Gebelik ve doğum fizyolojik bir süreç olmasının yanı sıra kadın için önemli bir stres kaynağıdır. Günümüzde doğum, doğal bir süreç olmaktan çok, korkulan ve müdahale gerektiren bir durum olarak algılanmaktadır. Bu dönemde kadınlar doğum şeklinin nasıl olacağı ile ilgili de endişe yaşarlar. Çalışma, doğum yapmış olan kadınlarda doğum öncesi ve sonrası, doğum tercihlerini, sebeplerini, etkileyen faktörleri ve deneyimlerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Materyal Metod: Çalışma Devlet Hastanesi polikliniklerine başvuru yapan ve doğum yapmış olan kadınlarla, kurum izni alındıktan sonra yürütüldü. Vajinal, sezaryan ve her iki yoldan doğum yapan kadınların verileri 3 grupta ele alındı (n:280, veri toplanmasına devam edilmektedir). Veriler SPSSpaket programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 37,12±10,40, evlilik yaş ortalaması 20,33±3,67’dir. Katılımcıların %49,1’i çalışmıyor, %44,0’ı ilde yaşamaktadır. İlk adet yaş ortalaması 13,08±1,87, gebelik sayısı ortalamaları 3,73±2,82, doğum sayısı ortalamaları 2,88±1,93, düşük sayısı ortalamaları 1,50±1,14, kürtaj sayısı ortalamaları 1,22±0,50’dir. Kadınların %60,4’ü gebelikle ilgili hiçbir eğitim almadığını, eğitim alanların %52,2’si sağlık personelinden eğitim aldığını belirtti. Katılımcıların %67,5’i hastanede, %12,1’i evde, %20,4’ü hem hastane hem de evde doğum yapmıştır. %48,2’si vajinal yolla, %31,4’ü sezaryanla %20,4’ü ise hem vajinal hemde sezaryan ile doğum yapmıştır. Kadınların %80,5’i doğum yapmadan önceki tercihinin vajinal doğum olduğunu belirtti Vajinal yolla doğumu tercih etme sebepleri; bebeği için uygun olması (%45,7), doğum sonrası ağrı ve kanamanın az olması (%43,9), doğal bir olay olması (%49,6), normal hayata rahat dönülmesi (%35,7), daha erken taburcu olunması (%20,0) belirtilmiştir. Sezaryanla doğumu tercih edenlerin %25,9’u daha az ağrıya sebep olmasından dolayı tercih etmektedirler. %30,8’ine epizyotomi uygulanmıştır. Doğum şeklinin %50,4’ü bebek bakımını, %38,0’ı cinsel yaşamını etkilediğini belirtmiştir. Kadınların doğum yapma şekli ve cinsel yaşamın etkilenmesi arasında, anlamlı bir fark bulundu (x2:12,655, p: 0,002). Sezaryanla doğum yapan kadınlar arasında etkilenme oranları daha yüksektir. Kadınların doğum yapma şekli ve doğum şeklinin bebeğin bakımını etkilemesi arasında ileri düzeyde anlamlı bir fark bulundu (x2:37,46, p:0,00). Sezaryan ile doğum yapanlar, vajinal yolla doğum yapanlara göre daha fazla etkilenmiştir. Anahtar Kelimeler: Doğum, Sezeryan Doğumu, Vajinal Doğum, Doğum Tercihi 91 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARIN SOSYAL DESTEK VE ÖZ ETKİLİLİK ALGILARININ MEME KANSERİ ERKEN TANI DAVRANIŞLARINA ETKİSİ Fadile Çidem*, Fatma Ersin** *Harran Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO ** Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Bu çalışma kadınların sosyal destek ve öz etkililik algılarının belirlenmesi ve bu algıların meme kanseri erken tanı davranışlarına etkisini saptamak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri Ekim 2014- Nisan 2015 tarihleri arasında Şanlıurfa’da 17 nolu Bamyasuyu Aile Sağlığı Merkezi’ne bağlı bölgede toplanmıştır. Araştırmanın örneklemini 316 kadın oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacı tarafından oluşturulan anket formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Sağlık İnanç Modeli Ölçeği KKMM ÖzEtkililik Alt Boyutu, Mamografi Öz-yeterlilik/Öz-etkililik Ölçeği kullanılmıştır. Çalışmanın verileri SPSS 16.0 paket programıyla değerlendirilmiştir. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (bağımsız gruplarda t testi), Mann Whitney U testi, Ki kare testi yapılmıştır. Çalışmanın yapılması için etik kurul, kurum ve katılımcı izni alınmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 49.51±9.29 olup, %93.0’ı evli, %58.5’i okuryazar değildir. Kadınların %8.2’sinin ailesinde, %16.5’inin yakın çevresinde meme kanseri öyküsü bulunmaktadır. Çalışmaya katılan kadınların %57.6’sı meme kanseri hakkında daha önce bilgi aldığını, %32.0’ı daha önce meme kanseri taraması yaptırmak için sağlık kuruluşuna başvurduğunu belirtmiştir. Çalışmada KKMM yapan, KMM yaptıranların sosyal destek algısı puan ortalamaları daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca mamografi çektirenlerin çektirmeyenlere göre sosyal destek ölçeği arkadaş alt boyutundan aldığı puan ortalaması daha yüksektir. KKMM yapan kadınların yapmayan kadınlara göre KKMM öz etkililik algısı puan ortalaması (t=19.998, p=0.000), mamografi çektiren kadınların çektirmeyen kadınlara göre mamografi öz etkililik ölçeği puan ortalaması istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek çıkmıştır (t=7.067, p=0.000). Sonuç: Bu çalışmada kadınların meme kanseri erken tanı davranışlarının düşük olduğu ve sosyal destek algısının erken tanı davranışlarında etkili olmadığı, öz etkililik algısının erken tanı davranışlarını etkilediği saptanmıştır. Erken tanı davranışlarının artırılması için kadınların sosyal destek ve öz etkililik algılarının artırılmasına yönelik kültüre uygun girişimsel hemşirelik çalışmalarının yapılması önerilmektedir. Anahtar kelimeler: Meme kanseri erken tanısı, sosyal destek, öz etkililik, hemşirelik 92 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ABD’NDE UYGULANAN “SERTİFİKALI EBE” MODELİNİN YENİLİKÇİ TARAFLARI Lıaısan GILIAZOVA Ondokuz Mayıs Üniversitesi ABD gelişmiş ükeler arasında olmasına rağmen sezaryen oranında hızlı yükseliş göstermiştir (1970 –2009 yıllar arasında %5’ten %33’e kadar). Yapılan araştırmalara göre ebelerin spontan vajinal doğumlarda katkıları büyük olduğundan (sertifikalı ebelerin katıldığı doğumlarda sezaryen oranı %6,1’e kadar düşmüştür ) ABD’nde ebelik mesleğinin desteklenmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ABD’nde uygulanan “sertifikalı ebe” modelini aktararak Türkiye’de uygulanabilecek ebelik hizmeti modelini güçlendirmektir. Durum belirleyici bu araştırmada literatür, istatistikler, İnternet kaynaklar, ve subjektif değerlendirmelerin taraması ve analiz yöntemi uygulanmıştır. Çalışma esnasında aşağıdaki bulgulara varılmıştır: ABD’nde 3 tip ebelik modelleri bulunmaktadır: ebe, sertifikalı ebe (sertifikalıhemşire-ebe) ve profesyonel sertifikalı ebe. Ebeler rutin olarak klin isyen ebe olarak çalışırken, profesyonel sertifikalı ebeler daha çok ev doğumlarında deneyimli birileridir, bağımsız çalışırlar fakat reçete yazma hakları yoktur ve daha çok bakım hizmetine yönelik eğtim alırlar, her 3 sene sertifikalarını yenilerler. Sertifikalı ebeler (sertifikalı hemşire-ebe) ise kontrol taramalar, aile planlaması, doğum öncesi izlem, doğuma hazırlık, kısıtlı USG, normal doğum, doğum sonrası izlem ve destek, bazı durumlarda biyopsi ve kolposkopi hizmetlerinde görevlidir ve belirli sınırlarda reçete yazmaya yetkilidir. “Sertifikalı ebe” sertifikası eğtim programına dahil olabilmek için adayların ebelik bölümü lisan mezunu olması ve ayrıca özel fen kurslarını (mastera programını) tamamlamış olmaları gerekmektedir. Ve sertifika, her 5 sene sınav aracılığıyla yenilenmelidir. l ABD’nde sertifikalı ebeler tarafından verilen hizmetlerde süreklilik izlenmektedir. Kadınlar puberte döneminden itibaren izlenmekle beraber tüm fertilite ve postfertilite çağında sertifikalı ebe tarafından izlenebilmektedir. Ayrıca riskli durumlar saptandığında kadınların sevkiyle beraber sertifikalı ebeler tarafından izlem devam etmektedir. Sertifikalı ebeler Doğum ve Kadın Hastalıkları Eğitim Hastanelerinde yer alırlar ve böylece kadınlarda riskli durum saptandığında doktorlarla iş birliği yaparlar. Sonuç olarak ABD’nin gündeminde ebelik hizmeti modeli oldukça gelişmiş ve pratik durumdadır. Ebeler kendi alanlarında yeterli hizmet vermekte bağımsız ve güçlüdürler. Ayrıca ebelerin çalışmaları için gerekli imkanlar sağlanmış durumdadır. Ve ebelerin kendi alanlarında özgürlüğü kazanabilmeleri için çeşitli eğtim programları mevcut durumdadır. Ayrıca gelecekte ABD’nde sertifikalı ebelerin daha fazla nüfusa ulaşmaları planlanmaktadır. Türkiye’de uygulanabilecek ebelik hizmeti modeli için öneriler: Uygulanabilecek yeni ebelik hizmeti Kadın Doğum Hastanelerinde yer alarak hem ebeler hem kadınlar için daha fazla imkanlar sunacağı ve ayrıca ebelerin başka uzmanlarla işbirliği sağlanmasına yardımcı olacağı; 93 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ebelik hizmetine yönelik sertifika programı düzenlenerek ebelerin kendi alanlarında özgürlük arttırılabileceği; Kadınların aile planlaması, doğum öncesi izlem, doğum, doğum sonrası izlem ve benzeri hizmetlerin aynı ebe tarafından uygulanabilmesi daha kaliteli hizmet verilmesine yardımcı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelime : ebe, sertifika, ebelik hizmet modeli 94 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜÇÜNCÜ TRİMESTER GEBELERİN YAŞAM KALİTESİNİN VE ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Gülseren Dağlar1, Dilek Bilgiç2, Semiha Aydın Özkan3 1Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Sivas 2 Dokuz Eylül Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği, 3 Adıyaman Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Adıyaman Amaç: Çalışmada üçüncü trimester gebelerde yaşam kalitesinin ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte planlanan araştırmanın evrenini Sivas İl Merkezinde yaşayan gebeler oluşturmuştur. 12 mahalle basit rastgele örnekleme yöntemiyle seçilmiş, gebelerin tespiti için seçilen mahallelerin Aile Sağlığı Merkezlerinde bulunan gebe kayıtları kullanılmıştır. Çalışma ev ziyareti olarak yapılmış, örneklemi 742 gebe oluşturmuştur. Veriler “Gebe Tanılama Formu” ve “Yaşam Kalitesi Ölçeği” ile toplanmıştır. İstatistiksel değerlendirmeler SPSS (22.0) programında yapılmıştır. 3.trimester gebelerde “düşük” yaşam kalitesine sahip olmayla ilişkili bağımsız değişkenlere göre lojistik regresyon analizi oluşturulmuştur. Bulgular: Gebelerin %13.1’inin fiziksel, %15.9’unun psikolojik, %10.4’ünün sosyal, %17.4’ünün çevresel alan yaşam kalitesi alt boyutları düşük bulunmuştur. Orta ve kötü sağlık durum algısı yaşam kalitesinin tüm alt boyutlarını (fiziksel OR=3.37; psikolojik OR=3.12; sosyal OR=2.24; çevresel alan OR=1.77) olumsuz etkilerken; ilköğretim mezunu olmak yaşam kalitesinin psikolojik ve çevresel alan (sırasıyla OR=1.65; OR=1.66), bir ve üzerinde doğum yapmak psikolojik ve sosyal alan (sırasıyla OR=1.59; OR=1.53), iki ve üzerinde doğum yapmak fiziksel alan (OR=1.42), üç ve üzerinde gebelik yaşama ve geliri giderinden az olarak algılamak çevresel alan (sırasıyla OR=1.94; OR=1.63) ve ebeveynlik rolüne hazır olmama psikolojik alan (OR=2.09) alt boyutlarını olumsuz etkilemiştir. Sonuç: Üçüncü trimester gebelerin yaşam kalitesi sağlık durum algısından, eğitim düzeyinden, gebelik ve doğum sayısından, ekonomik durum algısından ve ebeveynlik rolüne hazır oluşluk durumundan etkilenmektedir. Ebeler, gebenin sağlığını koruma ve geliştirmeye yönelik eğitim ve danışmanlık rollerini uygulayarak, gebelerin yaşam kalitesini yükseltebilir, gebelik dönemini annenin sağlıklı geçirmesine katkıda bulunabilir. Anahtar Kelimeler: Üçüncü trimester, gebe, yaşam kalitesi 95 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE HEKİMLERİNİN AİLE SAĞLIĞI ELEMANI KAVRAMI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: NİTELİKSEL BİR ÇALIŞMA Merve CÖMERT, Feza Seren ŞEN, Esin ÇEBER TURFAN Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Tüm ülkeler tarafından sağlık hizmetlerinin ulaşılabilir olmasını sağlamanın yolu; 1. basamak sağlık hizmetlerini güçlendirmektir. Bu yolla kişilerin yaşam kalitelerinin ve sağlık standartlarının arttırılması hedeflenmektedir. Bu hedefler doğrultusunda Türkiye’de Sağlık Sistemi, 2004 yılında çıkarılan ‘’5258 Sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun’’ ile değişikliğe uğramıştır4. Aile hekimliği (AH) uygulamasında Aile Sağlığı Elemanının (ASE) önemi yadsınamaz. Uygulamada ASE, AH ile birlikte hizmet veren hemşire, ebe, sağlık memuru, acil tıp teknisyenini ifade etmektedir1. ASE olarak tanımlanan sağlık çalışanlarının işlevleri teknik becerilerle sınırlı ve sadece hekimin işlerine yardımcı olma konumu ile sınırlandırılmıştır. Bu sistem tüm sağlık çalışanlarının hekimin isteğine bağlı olarak istihdam edilmesinin önünü açmaktadır2. Ülkemizde sağlık hizmetleri sektöründe yaşanan büyük değişimden sağlık hizmeti sunucuları önemli ölçüde etkilenmiştir. Sağlık personelinin net olmayan görev, yetki ve sorumlulukları sağlıkta dönüşüm ile birlikte daha da belirsizleşmekte, her reformda olduğu gibi sağlık hizmetleri sektörü içerisinde sağlık personelinin mesleki görev, yetki ve sorumlulukları, özlük hakları istihdam açısından sıkıntılar yaşamaktadır3. Önceden Sağlık Ocağında ekip içinde birlikte çalışan hekim ve ebeler, Aile Hekimliği sisteminde yalnızca AH ve ASE olarak hizmet vermeye başlamıştır. Bu bağlamda AH’nin ASE hakkındaki düşünce ve tutumları da hizmet verilişini etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmıştır. Bu çalışma ile AH’lerin düşüncelerinin saptanması, birinci basamak hizmetlerinde ebelik hizmetlerine yaklaşımda önemli bir veri oluşturacaktır. Amaç: Bu çalışmanın amacı aile hekimlerinin ASE kavramı hakkındaki düşüncelerini saptamaktır. Gereç ve Yöntem: Bu kalitatif araştırma, Mart 2017’de 2 farklı aile sağlığı merkezinde çalışmaya katılmayı kabul eden 9 hekimle görüşülerek gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında derinlemesine görüşme tekniğiyle ASE kavramıyla ilgili 5 açık uçlu soru ve sosyodemografik anket formu kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada hekimlerin 1/3’ü ASE adından rahatsız olduğunu, 2/3’ü ASE olarak ebe tercih ettiklerini, 2/3’ü ebeyle çalışmanın avantajlarının olduğunu, %100’ü ekip kavramının kesinlikle çok önemli olduğunu belirtmiştir. Yine hekimlerin 2/3’ü aile hekimliği sisteminden memnun olduklarını ancak hasta sayısının fazlalığı, ekonomik şartların yetersizliği, eleman eksikliği gibi sorunların ortadan kaldırılmasıyla çalışma şartlarının daha iyi olacağını belirtmişlerdir. Geri kalan 1/3’ü ise AH sisteminden memnun olmadıklarını, 1. Basamak sağlık sisteminin daha iyi olduğunu savunmuşlardır. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre, ASE aile hekimliği sisteminde çok önemli bir rolünün olduğu, özellikle bu alana ebelerin istihdam edilmesinin gerekliliği ve gerekli şartların iyileştirilmesi dahilinde AH uygulamasının daha kaliteli hizmetler verebileceği hekim gözüyle vurgulanmıştır. Anahtar Kelimeler: #ailehekimliği #ailesağlığıelemanı #memnuniyet #niteliksel 96 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARDA CİNSEL FONKSİYON BOZUKLUĞU VE CİNSEL YAŞAM KALİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Doç.Dr.Şükran ÖZKAHRAMAN-KOÇ1 Ebru ERSİN2 1Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi Amaç: Bu çalışma evli kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu ve cinsel yaşam kalitesini etkileyen faktörleri incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ekim 2016- Ocak 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın evrenini Isparta’da bulunan en çok gidilen alışveriş merkezini Ekim 2016Aralık 2016 tarihleri arasında ziyaret eden 18-49 yaş grubundaki kadınlar oluşturmaktadır. Örneklemini ise, araştırmaya katılmayı kabul eden 197 evli kadın oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak; kadınların tanıtıcı özelliklerini içeren “Sosyo demografik Bilgi Formu, Cinsel Fonksiyon Bozukluğu Sorgulama İndeksi (IFSF)” ve “Cinsel Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kadın (CYKÖ-K)” formu kullanılmıştır. Dokuz sorudan oluşan IFSF indeksi ile kadının son dört haftadaki cinsel fonksiyon durumu sorgulanmaktadır. CYKÖ-K ölçeği Tuğut ve Gölbaşı tarafından geçerlilik ve güvenilirlik çalışması yapılmış olup, ölçeğin Cronbach α değeri 0,83 olarak bulunmuştur. Araştırmanın verileri SPSS 16 programında değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde yüzdelik, t testi, varyans analizi ve Pearson korelasyon analizi testleri kullanılmıştır. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 35,7±11,2 olan kadınların, %32,5’i ilkokul mezunu olup, %89,7’si çekirdek ailede yaşamaktadır. Kadınlardan % 7.76’sının çok düşük, % 22.56’sının düşük, % 27.35’inin orta, % 42.33’unun ise yüksek IFSF puanlarına sahip olduğu bulunmuş olup cinsel yaşam kalitesi toplam puanlarına ilişkin aritmetik ortalama değeri 71.54±20.46 olarak bulunmuştur. Sonuç: Kadınlarda görülen cinsel fonksiyon bozukluğunun kadınların cinsel yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği bulunmuştur (p<0.05). Kadınların sosyo-demografik özelliklerinin cinseln fonksiyon bozukluğu görülme durumunu ve cinsel yaşam kalitesini etkilediği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler : Cinsel Yaşam, Cinsel Fonksiyon Bozukluğu, Kadın 97 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN DOĞUM ŞEKLİNE YÖNELİK TERCİHLERİNDE DİNİ YÖNELİMİN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Eliz Tektaş, Ezgi Ergin, Selma Sezgin, Gülçin Bozkurt İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Üniversite öğrencilerinin doğum şekline yönelik tercihlerinde dini yönelimin etkisinin incelenmesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel özellikteki araştırma verileri 1-20 Mart 2017 tarihleri arasında elde edildi. Araştırmanın evrenini İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde, 2016-2017 eğitim öğretim döneminde okuyan 1684 öğrenci, örneklemi ise araştırmaya katılmaya gönüllü olan ve anketi eksiksiz dolduran 469 öğrenci oluşturdu. Araştırma verileri, araştırmacılar tarafından literatür taranarak hazırlanan anket formu ve dini yönelim ölçeği kullanılarak toplandı. Dini Yönelim Ölçeği: Onay tarafından geliştirilmiş, kişilerin yaşamlarında (düşünce, davranış ve duygularında) dinin ne derecede yer aldığını, sayısal değerlerle belirlemeyi amaçlayan bir ölçme aracıdır. Elde edilen verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama, kikare, anova ve t-testleri kullanıldı. Bulgular: Araştırma katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20,13±2,05 yıl, %81,7’si kadın ve %38,2’si belik bölümü bölümünde okumakta idi. Öğrencilerin doğum şekline yönelik bilgilerinin dağılımı incelendiğinde; %82,5’sinin normal doğumla doğduğu, %87,2’sinin doğuma yönelik bilgisinin olduğu, %38’inin doğuma yönelik eğitim aldığı ve %40,3’ünün bilgi kaynağının okul olduğu saptandı. Doğum şekline yönelik tercihleri incelendiğinde; %40,9’unun çevredeki kişilerin doğum tercihlerinden etkilendiği, %87,8’inin normal doğumu tercih ettiği ve %53,9’u isteğe bağlı sezaryenin olması gerektiğini belirttiği belirlendi. Normal doğumu tercih etme nedenleri arasında sıklıkla ilk üç sırada; %86,6’sı anne için daha sağlıklı olacağı, %83,4’ü doğal olduğu için ve %78’i doğum sonu iyileşme kolay ve hızlı olduğu için tercih etiği görüldü. Öğrencilerin doğum tercihleri dini yönelim ölçek puanları ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. İsteğe bağlı sezaryen yapılmasını istemeyen öğrencilerin dini yönelim ölçeği alt boyutları ve ölçek toplam puanlarının anlamlı olarak yüksek (düşünce; -4,427;0,00, davranış; -3.899;,00, duygu; -2,044;,00 ve toplam puan;4,131;,00) olduğu saptandı. Sonuç: Üniversite öğrencilerinin çoğunluğu normal doğumu tercih etmektedir. Öğrencilerin dini yönelim düzeyleri doğum tercihlerini etkilememektedir. Dini yönelimleri yüksek olan öğrenciler isteğe bağlı sezaryen yapılmasını istememektedir. Anahtar Kelimeler: doğum şekli,din,öğrenci 98 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBE/HEMŞİRELERİN ANNE DOSTU HASTANE MODELİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ: KALİTATİF BİR ÇALIŞMA Ayşe Deliktaş, Öznur Körükcü, Kamile Kabukcuoğlu Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Giriş: Doğum anneliğe uyum sağlamada önemli olan biyolojik, fiziksel, duygusal ve sosyal değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Günümüzde gelişen teknolojinin baskısıyla fazla müdahalelerin yapıldığı, kadının etkin rol oynamadığı bir süreç haline gelmiştir. Ancak, günümüzde kadına uygulanan fazla girişimlerin azaltılması ve kanıta dayalı uygulamaların rehber alınması ile Anne Dostu Hastane Programı geliştirilmiştir (Başgöl ve Oskay, 2014). Anne Dostu Hastane Programı' nın amacı; anne sağlığı hizmetlerinin niteliğini ve niceliğini artırarak anne adaylarının güvenli, kaliteli doğum hizmetine ulaşmalarını sağlamaktır. Anne, bebek ve aile dostu modelde, mahremiyete dayalı tek kişilik “Doğum Üniteleri”nin oluşturulması esas alınmıştır. Yanında uygun bir refakatçi ile gebeler kendilerini rahat, ev ortamında hissedebilmeli, hareket özgürlüğü sağlanabilmelidir (Sağlık Bakanlığı, 2013). Amaç: Çalışmanın amacı; bir üniversite hastanesinde Anne Dostu Hastane Modeli Kriterleri'nin uygulanma durumu ve uygulanmayan kriterler üzerinde etkili olan nedenleri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, nitel desende yapılmıştır. Çalışmada bir üniversite hastanesi doğumhane servisinde çalışan 5 hemşire/ebe ile görüşülmüştür. Görüşmelerde araştırmacı tarafından hazırlanan Anne Dostu Hastane Modeli kriterlerini içeren bir form, kişisel bilgi formu ve Anne Dostu Hastane Modeli kriterlerinin uygulanamama nedenini irdeleyen yarı yapılandırılmış form kullanılmıştır. Görüşmeler sonrasında araştırmacılar tarafından kodlama ve temalandırmalar yapılmış, veriler betimsel ve içerik analizleriyle sunulmuştur. Bulgular: Çalışmada 3 hemşire ve 2 ebe ile görüşülmüştür. Görüşülen ebe/hemşirelerin çoğu, Anne Dostu Hastane Modeli kriterlerini ilk defa duyduklarını ifade etmişlerdir. Ebe/hemşireler, var olan doğum sürecine ilişkin bakım ile hastaların çok rahatsız olduklarını (A), kadınların yatağa bağımlı hale getirilmesinin onları cezalandırmış gibi hissettirdiğini (B), paravanlar ile ayrılmış bölümlerin hastanın mahremiyetini sağlamadığını (B), kadınların rahatsız olmasının kendilerini de rahatsız hissettirdiğini (B, C) belirtmişlerdir. Anne Dostu Hastane Modeli' ne ilişkin geç kalınmış bir uygulama olunduğu (D), kesinlikle uygulanması gerektiği (A,B,C), anne konforunun her şeyden önce gelmesi gerektiği (D) gibi destekleyici ifadeler kullanılmıştır. Anne Dostu Hastane Modeli' ne ilişkin belirlenen kriterlerden yazılı takip protokollerin aktif olarak kullanıldığı, kadınlara psikolojik destek sağlamak için kadınlarla konuşulduğu ve Lamaze uygulamasının öğretildiği belirlenmiştir. Ancak, doğumhanede danışmanlık hizmeti, mahremiyet ve konforun sağlanması ile kanıta dayalı olmayan müdahalelerin uygulanmamasına ilişkin kriterlerin yerine getirilemediği saptanmıştır. Anne Dostu Hastane Kriterleri' nin uygulanamama nedenleri; fiziksel ortam yetersizliği (A, B, C, E), değişim yapmada karar verici yetkilerinin az olması (A, C, D), idare iznini gerektirmesi (A), personel yetersizliği (A, E), sağlık ekibi ve bireyin doğallıktan 99 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey uzaklaşması, sezaryen doğumların tercih edilmesi (B), ebelerin bu süreçte görünmez hale getirilmesi (A), ekibin bu görüşe açık olması gerektiği (C), her hastanın uyumunun farklı düzeyde olması (C), hemşire/ebe ve gebe arasında samimiyetinin oluşturulamaması (B, D), gebenin bilgi eksikliği (D, E) olarak ifade edilmiştir.Sonuç ve Öneriler: Çalışma sonucunda, doğumhane servisinde hasta güvenliğine ilişkin yeterli tedbirler alınırken doğum sürecinde verilen bakımın konfor ve mahremiyet boyutunun yeterli olmadığı belirlenmiştir. Ebe/hemşireler, Anne Dostu Hastane kriterlerin uygulanamama nedenleri olarak sıklıkla karar verme yetkilerinin az olması ve fiziksel ortam yetersizliğinden bahsetmişlerdir. Çalışma sonucunda; Anne Dostu Hastane Kriterleri' ne uygun bir bakım süreci oluşturabilmek için doğum sürecine katkıda bulunan sağlık profesyonellerin yetki ve sorumluluklarında düzenlemelerin yapılması, gebeleri doğuma hazır hale getirmek için gebe okullarının yaygınlaştırılması, sağlık ekibinde (doktor, ebe, hemşire) anne dostu olma duyarlılığını geliştirmek için eğitimlerin düzenlenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler : Anne Dostu Hastane Modeli, kalitatif çalışma 100 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE HEKİMLİĞİ UYGULAMASI İLE İLGİLİ GÜNCEL MEVZUATIN EBELİK MESLEĞİ AÇISINDAN İNCELENMESİ Ummahan YÜCEL, Sevil GÜNER Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ebelik Bölümü Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri, sağlık sistemi ile toplumdaki bireyler arasındaki ilk temas noktasıdır. Ülkemizde son yıllarda sağlık alanında önemli değişikliklere yol açan ve Sağlıkta Dönüşüm Programı olarak adlandırılan sağlık reform programı uygulanmaktadır. Bu programın bileşenlerinden birisi de birinci basmak sağlık hizmetlerinde Aile Hekimliği uygulamasıdır. Türkiye’de Aile Hekimliği uygulaması 2004 yılında yayınlanan 5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun ile başlamıştır. Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun’ a göre, bireye yönelik sağlık hizmetleri Aile Sağlığı Merkezleri’nde (ASM), topluma yönelik sağlık hizmetleri ise Toplum Sağlığı Merkezleri’nde (TSM) yürütülmektedir. Sağlık İstatistikleri Yıllığı’na (2014) göre Türkiye’de 21.384 Aile Hekimliği Birimi (AHB), 970 Toplum Sağlığı Merkezi hizmet vermektedir. 2014 yılında Türkiye’deki 52.838 ebeden 12.647’si (%23.9) Aile Hekimliği Birimi’nde istihdam edilmektedir. 2011 yılında 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 58 inci maddesi ile kanundaki pilot ifadesi kaldırılarak, kanunun ismi Aile Hekimliği Kanunu olarak değiştirilmiş ve Aile Hekimliği uygulaması Türkiye geneline yaygınlaştırılmıştır. On maddeden oluşan Aile Hekimliği Kanunu ile çerçevesi belirlenen aile hekimliği uygulamasının ayrıntıları iki yönetmelik ile belirlenmiştir. 2005 yılında yayınlanan bu yönetmeliklerden birincisi 25867 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Yönetmeliktir ve 2010 yılında ismi Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği olarak değiştirilmiştir. İkinci yönetmelik 25904 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığınca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ve Sözleşme Şartları Hakkında Yönetmeliktir. Bu yönetmeliğin ismi ise 2015 yılında Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği olarak değiştirilmiştir. Bu çalışmada, Aile Hekimliği Uygulaması ile ilgili mevcut üç temel mevzuat ve bu mevzuatlarda Aile Hekimliği Uygulaması başladığı tarihten günümüze kadar yapılan toplam 18 değişiklik, birinci basamak ebelik hizmetleri ve mesleği açısından incelenmiştir. Anahtar Kelimeler : Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri, aile hekimliği, sağlık mevzuatı, ebelik mesleği 101 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM SONRASI RUHSAL DURUMLAR VE KANIT DÜZEYLİ YAKLAŞIM Erman YILDIZ1, İlksen ORHAN ERGİN2 1 Arş. Grv., İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, 2 Arş. Grv., İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Birçok kadın, doğum ve doğumdan sonraki sürece kolay ve hızlı oryante olurken, kadınların bir bölümünde orta düzeyde de olsa psikiyatrik belirtiler görülebilir. Bazen bu belirtiler bazı kadınlarda hastaneye yatmayı gerektirecek oranda ağır seyredebilir (Demir, Şentürk, Çakmak, & Altay, 2016). Gebelik ve doğum sonrası dönemde annede gelişen herhangi bir ruhsal hastalık sadece annenin sağlığını etkilemekle kalmaz, çocuğun gelişimini, psikososyal durumunu ve anne-bebek etkileşimini de olumsuz etkiler (Dilbaz & Aslı, 2007). Doğum sonrası annelerin %50-80’inde huzursuzluk, uykusuzluk, yorgunluk ve ağlama krizleri doğumu takip eden ilk haftada genellikle hafif düzeylerde görülebilir (Kara, Çakmaklı, Nacak, & Türeci, 2001). Alan yazınında doğum sonrası psikiyatrik problemler incelendiğinde; postpartum hüzün (blues), postpartum depresyon ve postpartum psikoz gibi durumlarla karşılaşılır. Ancak bu psikopatalojilerin içinde en çok üzerinde durulan durumun postpartum depresyon olduğu görülür (Karamustafalıoğlu & Tomruk, 2000). Annelik hüznü doğumu takiben 48 saat içinde ortaya çıkar, semptomlar (ağlama, umutsuzluk, anksiyete ve konsantrasyon bozukluğu) yaklaşık 2 hafta sürer. Postpartum depresyon, annelik hüznünden daha sonraki dönemde başlayarak birkaç aya kadar devam eden ve çoğunlukla akşama doğru kötüleşme eğilimi olan bitkinlik, irritabilite, iştah kaybı, uyku bozuklukları, libido azalması gibi belirtilerle seyreder. Doğum sonu gelişen melankoli veya depresif psikoz ise, depresif duygudurumunun ağırlaşmış bir şeklidir. Bu olgularda, bebeğe karşı ilgi eksikliği ya da reddetme ve bebeği öldürme ya da zarar verme korkusu görülebilir. Semptomların oluşması çoğunlukla doğum sonrası ilk birkaç gün sonrası gelişir ancak daha geç de oluşabilir (Karamustafalıoğlu & Tomruk, 2000). Bu durumların yanı sıra annede gebelik öncesi psikiyatrik bozukluk öyküsü de söz konusu ise bu postpartum dönemde alevlenebilir ya da şiddeti artabilir (Irving & Saylan, 2007). Söz konusu bilgilerden hareketle, postpartum sonrası ruhsal durumun kritik, kırılgan ve risk dolu bir süreç olması sebebiyle başta ebeler olmak üzere sağlık profesyonellerine önemli rollerin düştüğü görülmektedir. Bu süreci sağlıklı bir şekilde geçirebilmek için etkisi kanıtlanmış geçerli bilgi ve müdahalelerin devreye girmesinin yanı sıra bu bilgi ve becerilerin profesyonel olan meslek gruplarınca tatbik edilmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu noktada, mevcut durumla birlikte önleme ve tedavi etmeye dair müdahale çalışmalarının kanıt düzeyinde hangi öğelerden oluştuğunun bilinmesinde, postpartum sürecindeki annelere yararlı katkılar sunacağı görülmektedir. Kanıt konusunda, sistematik incelemeler ve meta analizler en güvenilir kaynaklardır. Sistematik incelemelerden elde edilen veriler değerlendirilir, eğer uygunsa meta analiz yöntemleri uygulanabilir. Meta analiz çalışmasında, ilgili konuda çok sayıda araştırmanın verileri toplanıp tekrar analiz edilerek kanıt üretecek şekilde sonuçlar tespit edilebilir (Stuart, 2005). Bu bilgilerin ışığında bu araştırma, postpartum sonrası ruhsal durumlar ile lgili günümüz bilgi seviyesinin durumu ve bu konuda kanıta dayalı uygulamaların neler olduğunu belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kanıt 102 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey düzeyinde çalışmaların yayınlandığı Cochrane veri tabanında İngilizce olarak yayınlanmış, “postpartum”, “postnatal” ve “mental health” anahtar kelimeleriyle; tam metnine ulaşılabilen çalışmaların incelenmesi yoluyla gerçekleştirilmiştir. İncelenen müdahale çalışmalarından olan; toplamda 956 anneyi içeren ve birbirinden bağımsız dokuz çalışmayı kapsayan meta analizde, psikososyal (mesela akran desteği, direktif dışı danışmanlık) ve psikolojik (örneğin bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve kişiler arası psikoterapi) müdahalelerin postpartum depresyon belirtilerini azaltmada etkili olduğu saptanmıştır (Dennis &Hodnett, 2007). Toplamda 73 katılımcıyı içeren ve gebelik sırasında veya doğum sonrası erken dönem antidepresan tedavisinin etkinliğini belirlemek için yapılan derleme çalışmasında; postpartum depresyonun önlenmesinde doğumdan sonra verilen antidepresanların etkinliği konusunda açık bir delil bulunmamış olup postnatal depresyonun profilaksisinde önerilemeyeceği sonucuna varılmıştır (Howard, Hoffbrand, Henshaw, Boath, & Bradley, 2005). Postpartum depresyonunun önlenmesi için gerekli olan diyet takviyelerini belirlemek amacıyla yapılan derleme çalışmasının sonucunda, doğum sonrası depresyonun önlenmesi için selenyum, dokosaheksanoik asit (DHA), eikosapentaenoik asit (EPA) veya başka herhangi bir diyet takvimi tavsiye edecek kadar yeterli kanıt bulunamamıştır (Miller, Murray, Beckmann, Kent, & Macfarlane, 2013). Genel olarak müdahale çalışmalarının oldukça sınırlı olduğu söylenebilir. Müdahalelerin etkinliği konusunda ise, kanıt düzeyi yüksek çalışmaların yeterli olmadığı, nitelik ve nicelik kapsamında arttırılması gerektiği fikri ön plana çıkmaktadır. Doğum sonrası ruhsal durumun korunması ve tedavisinde sağlık profesyonellerinin geçerli bilgi ve becerilerden haberdar olması ve klinik uygulamalarında kullanmalarının anne-bebek etkileşiminin sağlığını koruyacak dolayısıyla aile sağlığının sürdürülmesine önemli katkılar sağlayacağı açıktır. Anahtar Kelimeler: Postpartum, postnatal, mental health. 103 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey SURİYEDEN GELEN SAVAŞ MADURU GEBE ve FETÜSÜNÜN ÖLÜMÜNÜN KOLLOBRATİF PROBLEM TANISIYLA HEMŞİRELİK BAKIMI- VAKA RAPORU *Emel Teksöz, *Rabia Erenoğlu, **Onur Ateş * Mustafa Kemal Üniversitesi, Hatay Sağlık Yüksekokulu Hatay ** Mustafa Kemal Üniversitesi, MKÜ Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Hatay AMAÇ Suriye deki Savaş mağduru binlerce insan ülkemizde hastanelerde tedavi altına alınmakta, hayatını kaybetmektedir. Ülkemize 2011-2016 yılına kadar gelen toplam 35411 yaralının %66’sı Hatay’da tedavi edilmiştir. 2016 yılı anne ölüm sayısı 12, bebek ölüm sayısı 538 dir. Yaralı olarak gelen bireylerin acil müdahaleleri yapılmakta, tedavileri multidisipliner uygulanmaktadır. Hastalar yoğun bakımda genellikle sadece yoğun bakım hemşirelerinden bakım almaktadır. Gebelik ve fetüse yapılan müdahalelerde, multidisipliner hemşirelik bakımı çoğu zaman gözardı edilmektedir. Hastanın kadın doğum ve pediatriye özel alması gereken hemşirelik bakımında ve hemşirelik tanılarında kısıtlılık yaşanmaktadır. Bu çalışmada amaç vakanın hemşirelik bakımı açısından Kollobratif Problem Tanısıyla gebelik ve fetüsün ele alınmasıdır. VAKA TANITIMI Hasta 27 yaşında savaş sırasında göçük altında kalma nedeniyle ülkemize getirilmiştir. Geldiğinde vakanın gebe olduğu ve bebeğinin ölü olduğu tespit edilmiştir. Hasta baş, dirsek sol ve sağ bacak operasyonları geçirmiş, sağ ayak dizden amputasyon yapılmıştır. Hayati risk altında bulunan hastanın fetüsü medikal doğum ile gerçekleştirilmeye karar verilmiştir. Makat geliş olarak doğum eylemi gerçekleşmeyince medikal küretaj uygulanmıştır. 1 ay tedavi altında kalan hasta ex olmuştur. GİRİŞİM Yoğun bakımda takip edilen hasta tıbbi olarak multidisipliner bir ekip tarafından -beyin cerrahi, ortopedi, kadın doğum- tedavi edilmiştir. Vaka yoğun bakım hemşireleri tarafından takip edilmiştir. Hemşirelik bakımınında aynı şekilde multidisipliner planlanması ve NANDAya göre kollobratif problemler hemşirelik tanısıyla bakım uygulanmalıdır. bu vaka kollobratif hemşirelik tanısı ile kadın doğum ve pediatri hemşireliği olarak incelenmiş, örnek bakım planı oluşturulmuştur. BULGULAR Hastanın pospartum döneme ait riskleri ve fetüsünün ölümüne bağlı şimdi ve gelecekte oluşacak riskler tespit edilmiştir. Vakaya kollobratif problemler tanı başlığı altında kadın-doğum hemşireliğinde: gebelik/postpartum/fetal fonksiyonlarda komplikasyon riski, prenatal kanama komplikasyon riski, güven verici olmayan fetal durum, pospartum kanama komplikasyonu riski tanıları, Pediatrik olarak: fetal ölüme bağlı aile süreçlerinde bozulma, bebek ölümüne bağlı acı çekme, gelecekte fetal ölüm olasılığına bağlı korku tanıları önerilmiş ve bakım planı oluşturulmuştur. SONUÇ Yoğun bakımda, başka kliniğe özgü problemlerle yatan gebe hastalar multidisipliner hemşirelik bakım almalıdır. Kollobratif problem hemşirelik tanısı ile değerlendirilen hastalar, farklı disiplinlerdeki hemşirelik alanlarından profesyonel ve etkin bakım 104 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey alabilir. Diğer taraftan kadın doğum ve pediatri hemşireleri hastalarına kliniklerine gelmeden, yoğun bakımda, bakım vererek, yoğun bakım hemşireleri ile ortak çalışabilir ve profesyonel bakım verebilirler. Bu örnek vaka ile hazırlanan ortak bakımlar gelecekte diğer hasta bakımlarının planlanmasında rehber olabilir. 105 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNSAN MİKROBİYOTASININ OLUŞUMUNDA DOĞUM ŞEKLİNİN ETKİSİ Fatma TEMİZ, Yeliz VARIŞOĞLU Bezmialem Vakıf Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş ve Amaç İnsanın deri, gastrointestinal sistem, solunum sistemi, genitoüriner sistem gibi doku ve organlarında kolonize olan mikroorgonizmalar genel olarak insan mikrobiyotası/mikrobiyom olarak adlandırılır (1). Her insanın florası farklı ve kişiye özel olmakla beraber bağırsak mikrobiyotasının ilk oluşumu ve gelişiminde, doğum şekli, annenin doğum esnasındaki cilt, vajinal ve fekal florası, antibiyotik kullanımı, gebelik yaşı, doğum kilosu, bakım ortamı, anne sütü ile beslenme, erişkin yaşamdaki beslenme, annenin yaşam tarzı vb. faktörler etkilidir (2-6). Bebeğin sahip olacağı mikrobiyota doğum şeklinden etkilenmektedir (1,2,7,8). Bu makalede, doğum şeklinin yenidoğan mikrobiyota oluşumuna etkisi irdelenmiştir. Doğum, insan bağırsak mikrobiyotasının gelişmesinde önemli bir süreçtir (4). Bu konuda yapılan çalışmalarda, doğum şeklinin, bağırsak mikrobiyotasının şekillenmesinde etkili olduğu gösterilmektedir (1-4,8). Özellikle batı ülkelerinde giderek artış gösteren sezaryen oranının aslında mikrobiyata oluşumu açısından da normal bir yol olmadığı belirtilmektedir. Anne karnındaki fetusun steril olması önceden kabul görmüş bir varsayım iken; son çalışmalar fetusun steril olmadığını ve doğmadan önce, doğum anında ve doğumdan sonra mikrobiyatasının çeşitliliğinin arttığını göstermektedir. Ancak sezaryen doğumların bağırsak flora çeşitliliğini azaltan en önemli risk faktörü olduğu vurgulanmaktadır (4,9,10). Yenidoğan, vajinal doğum sırasında birçok mikroorganizma ile karşılaşır. Bunların yenidoğanın sindirim sistemi mikrobiyotasının oluşumunda rolü büyüktür. Nitekim gastrointestinal sistemde kalıcı floranın oluşması, sezaryen ile doğan bebeklerde normal doğanlara oranla gecikmektedir. Bu durum, doğumda vajinal flora ile temas olunmaması ile açıklanmaktadır (2,7,8). Sağlıklı ve termde doğan bebeklerin mekonyumlarında bakteriyel mikrobiyatanın incelendiği bir çalışmada; vajinal yolla doğan bebeklere kıyasla sezaryen doğan bebeklerin mekonyumunda laktobasillus türü önemli derecede az bulunmuştur (11). Araştırmalar, vajinal yolla doğan bebeklerin intestinal mikrobiyotasını annenin genitoüriner sistem mikroorganizmaları oluştururken, sezaryen ile doğan bebeklerde intestinal sisteminin anneleri ile ilişkili olmayan deri mikroorganizmalarının çoğunlukta olduğu yönündedir (4,7-9). Bu farklılığın, sezaryen ile doğan bebeklerin pek çok hastalığa maruz kalmasında etken olduğu belirtilmektedir (2). Bağırsak mikrobiyotasının bileşimi ve metabolik yeteneğindeki değişikliğe bağlı nedenlerle, obezite, kalp damar hastalıkları ve tip-2 diyabet hastalığı arasındaki ilişki, son zamanlarda daha da belirgin olarak ifade edilmeye başlanmıştır (9). Ayrıca sezaryen doğumun bebeklerde tip 1 diyabet, çölyak hastalığı, astım ve alerji gibi immünolojik hastalıklar ve diyabet gibi metabolik hastalıkları gelişmesinde etkili olduğu bildirilmektedir (12). Sonuç ve Öneriler İnsan mikrobiyom oluşumunun doğum şeklinden etkilendiği, sezaryen ile doğan bebeklerde 106 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey mikrobiyata gelişiminin olumsuz etkilendiği ve bunun sonucunda da bebeklerin ileriki yaşamlarında birçok hastalık potansiyeline sahip olabileceği belirlenmiştir. Sezaryen doğumların azaltılması, spontan doğumun desteklenmesinde ebelik ve hemşirelik hizmetlerinin artırılması önemli olacaktır. Ayrıca bu gerçekten yola çıkarak sezaryen ile doğan bebeklerin mikrobiyatasının geliştirlebilmesi için çalışmalar yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: mikrobiyota, sezaryen doğum, vajinal doğum 107 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE SAĞLIĞI ELEMANI OLARAK GÖRÜLEN EBELİK: KALİTATİF ÇALIŞMA Rukiye Höbek Akarsu 1, Aydan Doğan 1, Handan Özcan 2 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 2 Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ÖZET Ülkemizde ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ kapsamında ‘Aile Hekimliği’ uygulamasına geçilmiştir. Aile hekimliği uygulamasında ebe, hemşire ve sağlık memurları ile birlikte ‘Aile Sağlığı Elemanı’ olarak tanımlanmaktadır. Bu dönüşüm programı ebelik mesleğini ve ebelerin çalışma koşullarını olumsuz yönde etkilemiştir. Giriş ve amaç: Bu çalışma amacı aile sağlığı elemanı olarak çalışan ebelerin mesleki görünürlüğü hakkında görüşlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma, kalitatif çalışma yöntemlerinden biri olan birebir derinlemesine görüşme yöntemi ile gerçekleştirildi. Yozgat merkezinde aile sağlığı elemanı olarak görev yapan ebelerin tamamı ile görüşülmesi planlandı ancak 2 ebeye ulaşılmaması nedeniyle çalışma 16 ebe ile tamamlandı. Veriler literatür taranarak oluşturulan sosyodemografik veri formu ve yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme formu ile toplandı. Görüşmeler esnasında ses kayıt cihazı kullanılarak aile sağlığı merkezlerinde uygun bir odada birebir görüşme yapıldı. Görüşmeler 30-35 dakika sürdü ve moderatörlüğü ilgili araştırmacılar tarafından yapıldı. Görüşmenin temalarını; ebeliğin aile sağlığı merkezinde varoluşu, toplumun ebe algısı, ebelerin bağımsız rolleri, mesleki doyum, ebeliğin geleceği, ebeliğin mesleki görünürlüğünü oluşturdu. Ses kaydı dökümlenerek yazılı rapor haline dönüştürüldü. Toplanan veriler içerik analizi yöntemi ile çözümlendi. Gereç-yöntem: Ebeler kendilerini aile sağlığının merkezinin yapı taşı olarak gördüklerini ve varlıklarının aile sağlığı merkezi için önemli olduğunu belirtmişlerdir. Toplumun ebeleri aile sağlığı merkezinde vazgeçilmez olarak gördükleri, toplum tarafından güvenilir, etkili hizmet veren bireyler olarak kabul ettikleri ayrıca hekimi değil ebelerini seçerek aile sağlığı merkezlerine kayıt yaptırdıklarını ifade etmişlerdir. Kendilerini sağlığı koruma ve yükseltme programları içinde, danışmanlık verme, taramalar yapma, eğitim etkinlikleri yaparak bağımısz rollerini yerine getirdiklerini ifade etmişlerdir. Ebelerin bağışıklama gibi teknik beceri gerektiren işlemlerde daha fazla doyum aldıkları ve ebeliğin gelecekte var olabilmesi için bazı düzenlemelerle sağlık profesyonelleri/yöneticileri tarafından kabul edilerek, mesleki saygınlıklarının arttırılabileceğini belirtmişlerdir. Ebeliğin görünürlüğünün sağlanması için; aile hekimliği sisteminde çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ebenin yetki alanlarının arttırılması, ebelerden hizmet alan grupların beklentilerine yönelik gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiği ifade etmişlerdir. Bulgular: Görüşmeler doğrultusunda ebelerin aslında aile sağlığı merkezlerinde güçlerin farkında oldukları ancak çalışma saatlerinin çoğunu sekreterya gibi meslek dışı uygulamalara ayırmalarından dolayı izlem gruplarına yeterli zaman ayıramadıkları, etkili danışmanlık hizmeti veremedikleri ve bağımsız rollerini yerine getiremedikleri için ebeliğin geri planda kaldığı belirlenmiştir. Sonuç ve öneriler: Ebelik mesleğinin geleceği ve görünürlüğü için; lisans eğitiminde ebeleri teknik beceri ile birlikte otonomilerini kullanabilecekleri, geliştirebilecekleri 108 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey alanlara yönelik öğretim sisteminin benimsenmesi, sekreterlik işlemlerini yürütecek ayrı bir grubun aile sağlığı merkezlerine istihdam edilmesi, özel ebelik uygulamasının oluşturulması ve sağlık bakanlığı tarafından sağlık politikalarıyla desteklenmesi önerilebilir. Anahtar kelimeler: Ebe, aile sağlığı merkezi, aile hekimliği, görünürlük 109 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜNİVERSİTEDE ÖĞRENİM GÖREN ERKEK ÖĞRENCİLERİN DOĞUMDA EŞ DESTEĞİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Emine Nur Çalımlı1, Hüsniye Dinç2 1 İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi 2 İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Arş. Göv. Dr. AMAÇ: Bu araştırma üniversitede öğrenim gören erkek öğrencilerin doğumda eş desteğine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. YÖNTEM: Araştırma tanımlayıcı bir çalışma olarak planlanmış olup evrenini İstanbul’da bir devlet üniversitesinde öğrenim gören 516 erkek öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini 13-16 Mart 2017 tarihleri arasında çalışmayı katılmaya kabul eden 278 öğrenci oluşturmuştur. Çalışmanın yapılabilmesi için kurum izni ve katılımcılardan sözlü onam alınmıştır. Araştırmanın verileri literatür doğrultusunda hazırlanmış olan anket formu kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21 paket istatistik programı kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan erkek öğrencilerin yaş ortalaması 20.80±2.23 olup tamamı bekâr ve %73,7’si çekirdek aile yapısına sahiptir. Çalışma üniversitenin sağlık bilimleri fakültesinde gerçekleştirilmiş olup %41,7’si fizyoterapi ve rehabilitasyon, %28,8’i sağlık yönetimi, %13,7’si sosyal hizmet, %8,6’sı gerontoloji ve %7,2’si odyoloji bölümlerinde öğrenim görmektedir. Katılımcıların yaklaşık %40’ı normal doğum eylemini sanal ortamda izlemiştir. Öğrencilerin %82,7 (n=230)’si doğum sürecinde eşinin yanında olmak isterken %36,7’si eşleriyle doğuma hazırlık kursuna gitmek istemediğini, %26,6’sı bu konuda kararsız olduğunu bildirmiştir. Doğumda eş desteğine ilişkin görüşler sorgulandığında öğrenciler; eşini cesaretlendirmek (%82), bebekle ten tene temas kurmak (%77,7), bebeğin ilk ağlayışını duymak (%74,1), eşinin doğum sırasında yaşadıklarını anlamak (%60) ve bebeği ile daha kuvvetli bağ kurmak (%45,7) için doğuma katılacağını ifade etmişlerdir. Ancak katılımcıların %60,8’i eşini ağrı çekerken görünce üzüleceğini ve %13,3’ü doğum yaparken eşini görmenin psikolojisini bozacağını bildirmiştir. Öğrencilerin okuduğu bölümün, medeni durumunun, aile tipinin ve doğum eylemi izleminin eş desteği tercihini etkilemediği görülmüştür (p≥0.05). SONUÇ: Araştırma sonucuna göre erkek öğrencilerin çoğu doğum sürecinde eşinin yanında olarak ona destek olmak isterken eşleriyle doğuma hazırlık kursuna gitmek konusunda isteksiz ve kararsız oldukları belirlenmiştir. Bu doğrultuda sağlık profesyonellerinin doğumdaki eş desteğini arttırmak için erkekleri doğuma hazırlık kurslarına özendirmesi ve kurslara teşvik etmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: doğum, eş desteği, erkek öğrenciler 110 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey CİNSEL SAĞLIK HAKKINDA HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN DÜŞÜNCELERİ Melike YAVAŞ ÇELİK* Şenay ÇETİNKAYA** *Kilis 7 Aralık Üniversitesi Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu, **Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş: Dünya Sağlık Örgütü tarafından 15-24 yaş grubu “Genç” grup olarak tanımlanmaktadır. Çeşitli yaş gruplarına göre cinsellik duyguları gelişir; örneğin 12-13 yaşlarda cinsel ilişki hakkında merak duyar, beden imajı ön plandadır, 14-15 yaşlarında birisiyle ilişkiye girme isteği oluşmaya başlar, 16-17 yaşlara gelindiğinde kısa süreli ilişkiler yaşanabilir, 18-19 yaşlarında artık ciddi ilişkiler kurulur ve ilişkiler önemli hale gelir. Amaç: Bir üniversitede hemşirelik bölümü öğrencilerinin cinsel sağlık hakkındaki düşünce ve bilgilerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, gönüllü olan ve sözel onam alınan bir üniversitenin 104 hemşirelik öğrencisiyle 2016 tarihinde yapılan tanımlayıcı bir araştırmadır Araştırmada demografik verilerin ve cinsel sağlık hakkındaki bilgilerin yer aldığı soru formu kullanıldı ve öğrenciler tarafından gözetim altında dolduruldu. Verilerin analizinde SPSS programı kullanıldı. İstatistiksel analiz olarak karşılaştırmalı sorularda ki-kare, yüzdelik verilerini yorumlamada frekans analizi kullanıldı. Bulgular: Yapılan çalışmada 19-22 yaşlarında %62.5, 23-26 yaşlarında %37.5 öğrenci bulunmaktadır. Öğrencilerin cinsel deneyim yaşama durumlarıyla hiymene, evlilik öncesi ilişki yaşama durumuna ve kürtaj olma durumlarına bakış açıları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edildi. (p<0.05). Ayrıca cinsel deneyimi olmayan ve hiymeni namus olarak gören %28.8 öğrenci, kürtaj yapılmamalı diyen %42.3 öğrenci, evlilik öncesi cinsel ilişki yaşanmasına tamamen karşı olan %36.5 öğrenci bulunmaktadır. Sonuç: Sonuç olarak cinsel deneyim yaşamayan çoğu öğrenci hiymeni namus olarak gördüğünü, kürtaja karşı çıktığını, evlilik öncesi ilişki yaşama durumlarına tamamen karşı olduğunu ifade etmektedir. Bir üniversitenin hemşirelik öğrencilerinde uygulanan araştırma sonuçlarına göre; sağlık hakkında bilgi verilen grup olmasına rağmen, kültürel etkinin altında oldukları sonucuna varılarak, bu konuda eğitim verilmesinin ve konuya dikkat çekilmesinin gerekli olduğu fark edildi. Anahtar Kelimeler: Cinsel sağlık, cinsellik, hemşirelik. 111 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TÜRKİYE’DE BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ VE EBELİK MESLEĞİ; TARİHSEL BİR GÖZDEN GEÇİRME -1961--2003 DÖNEMİ Ummahan YÜCEL Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze kadar olan dönemde Türkiye sağlık sisteminde önemli gelişme ve değişimler olmuştur. Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve siyasi şartları sağlık politikaları ve örgütlenmesini şekillendirmiştir. Birinci basamak sağlık örgütlenmesi tarihsel süreçte farklı şekillerde yapılanmıştır. Örgütlenme modeli birinci basamak sağlık kurumlarında istihdam eden ebelerin hizmet sunumunu ve ebelik mesleğini doğrudan etkilemiştir. Sağlık politikalarındaki değişim dikkate alınarak birinci basamak sağlık hizmetleri üç dönemde incelenebilir: 1923-1961 dönemi, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi (1961-2003 dönemi) ve aile hekimliği uygulaması. Bu derleme çalışmasında, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi dönemindeki birinci basamak sağlık hizmetleri ve birinci basamaktaki ebelik hizmetleri incelenecektir. Ülkemizde 1961 yılında çıkarılan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirmesi Hakkında Kanun ile birinci basamak sağlık hizmetleri, sağlık ocakları ve sağlık evlerinde yürütülmeye başlanmıştır. Sağlık hizmetlerinin yatay bir örgütlenme modeliyle sosyalleştirilmesi ve hizmetin ekip anlayışı ile sunulması amaçlanmıştır. Birinci basamak hizmetlerinde ebeler ekibin en önemli üyelerinden olmuştur. Anahtar Kelimeler: Birinci Basamak, Ebelik, Sağlık Politikaları 112 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE PREMENSTRUAL SENDROM İLE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Nurdilan ŞENER1 , Sermin TİMUR TAŞHAN2 1 Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümükadın Sağlığı Ve Hastalıkları ABD 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Kadın Sağlığı Ve Hastalıkları ABD Amaç: Araştırma üniversite öğrencilerinde premenstrual sendrom ile kişilik özellikleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve ilişki arayıcıdır. Araştırmanın evrenini Muş Alparslan Üniversitesi’nin fakülte ve yüksek okullarında normal öğretimde öğrenim gören 2426 kız öğrenci oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini 736 öğrenci oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında Katılımcı Tanıtım Formu, Premenstrual Sendrom Ölçeği ve Cervantes Kişilik Ölçeği kullanılmıştır. Veriler 19 Eylül- 4 Kasım 2016 tarihleri arasında toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Cronbach Alfa güvenirlik analiz testi, aritmetik ortalama, standart sapma, bağımsız gruplarda t testi, pearson kolerasyon analizi ve Ki kare testleri kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada öğrencilerin %62’sinde premenstrual sendrom saptanmıştır. Araştırmada öğrencilerin duygusal denge/nörotizm ve tutarlı/tutarsız olma kişilik özellikleri ile premenstrual sendrom arasında anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0.05). Ancak öğrencilerin dışa/içe dönük olma kişilik özelliği ile premenstrual sendrom arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Öğrencilerin Cervantes Kişilik Ölçeği dışa dönük olma alt grubu puan ortalaması arttıkça Premenstrual Sendrom Ölçeği’nin iştah değişimi alt boyutu puan ortalamasının azaldığı, Cervantes Kişilik Ölçeği nörotizm alt boyutu puan ortalaması arttığında ise paralel olarak Premenstrual Sendrom Ölçeği tüm alt boyut puan ortalamalarının arttığı saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Öğrencilerin yarısından fazlasında premenstrual sendrom olduğu, nörotik ve tutarsız kişilerde daha fazla premenstrual sendrom görüldüğü bulunmuştur. Premenstrual sendrom tedavi yaklaşımında kişilik özelliğine dikkat edilmesi gerektiği önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Üniversite öğrencileri, premenstrual sendrom, kişilik özelliği, Premenstrual Sendrom Ölçeği, Cervantes Kişilik Ölçeği. 113 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNEYE UYGULANAN DİK POZİSYON DOĞUM TİPİNİ ETKİLER Mİ?: BİR META-ANALİZ ÇALIŞMASI Ayşe Deliktaş, Kamile Kabukcuoğlu Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Giriş: Doğum eyleminde annenin pozisyonu anne-fetüs/bebek sağlığını doğrudan etkileyen önemli bir faktördür. Doğumda kullanılan pozisyonlara yönelik öneriler; doğumun birinci evresinde annenin mobilizasyon ve pozisyon değişikliliğine izin verilip cesaretlendirilmesi gerektiğidir (NICE, 2007; RCM, 2008; Lamaze International, 2012). Ancak, günümüzde doğum süresince hareketsiz kalma yaygın bir müdahale olarak kullanılmaktadır. Maternal pozisyonun etkilerini inceleyen bazı randomize kontrollü çalışmalarda dik pozisyon uygulananlarda; maternal ağrıda azalma, uterin kontraksiyonlarının kalitesinde artma, doğum süresinde kısalma (Akın, 2011; Mathew ve ark., 2012) müdahaleli ve sezeryan doğum oranlarında azalma (Mathew ve ark., 2012) olduğu saptanırken bazı çalışmalarda ise dik pozisyonun doğum süresi (Vallejo ve ark., 2001), doğum tipi (Miquelutti ve ark., 2007) ve maternal ağrı üzerine (Farahani ve ark., 2012) herhangi bir etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Amaç: Çalışma, doğumun 1. evresinde rutin epidural analjezi almayan annelere uygulanan dik pozisyonların doğum tipi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada sistematik sentezleme yöntemlerinden meta-analiz kullanılmıştır. Anahtar kelimeler ve dahil edilme kriterleri doğrultusunda 1970-2015 tarihleri arasında yayınlanan makaleler, yüksek lisans ve doktora tezleri toplam 10 veri tabanında taranmıştır. Çalışmaların yanlılık riskleri Cochrane Yanlılık Riski Değerlendirme Aracı' na göre değerlendirilmiş, yayın yanlılığı, risk oranı etki büyüklüğü ve rastgele etkiler modeli ile genel etki büyüklüğü, heterojenite testleri ve duyarlılık analizleri yapılmıştır. Bulgular: Dahil edilme kriterleri doğrultusunda toplam 13 çalışma (n=2441) analize dahil edilmiştir. Yayın yanlılığı analizi sonucu yanlılığın olmadığı tespit edilmiştir (Şekil 1 ve 2). Normal doğum oranı etki büyüklüğü analizinin rastgele etkiler modeline göre risk oranı 1.035 (% 95 CI=0.961-1.115) olarak hesaplanmıştır (Şekil 3). Müdahaleli doğum oranı etki büyüklüğü analizi sonucuna göre risk oranının 0.871 (% 95 CI=0.5911.285), sezaryen doğum oranının ise 0.625 (% 95 CI= 0.416-0.940) olduğu saptanmıştır (Şekil 4 ve 5). Yanlılık riski yüksek çalışmalar çıkarılınca sezaryen doğum oranına ait risk oranının 0.602 (%95 CI=0.319-1.134) olduğu, genel etki büyüklüğünün istatistiksel olarak önemsiz düzeyde olduğu saptanmıştır. Ancak, yanlılık riski yüksek olan çalışmalar analizden çıkarıldığında etki büyüklüğü güven aralığının daha geniş olduğu isedikkat çekmektedir. Sonuç ve Öneriler: Doğumun 1. evresinde rutin epidural analjezi almayan annelerde dik pozisyonun normal ve müdahaleli doğum üzerine etkisinin önemsiz olduğu, ancak dik pozisyonda sezaryen doğum oranının daha az oranda olduğu saptanmıştır. Ancak, dik pozisyonun sezaryen doğum oranını azaltmaya yönelik etki büyüklüğünün duyarlılığında sorun saptanmıştır. Bu nedenle, araştırmacılara doğumun 1. evresinde 114 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey epidural analjezi almayan annelere uygulanan dik pozisyonların maternal sonuçlarını inceleyen metodolojisi uygun bir biçimde planlanmış randomize kontrollü çalışmaların yapılması önerilmektedir. Klinik uygulamaya yönelik olarak sağlık profesyonellerine doğumun 1. evresinde rutin epidural analjezi almayan annelere uygulanan dik pozisyonun herhangi bir zararının saptanmamış olmaması, pozisyonun bilinen psikolojik yararları nedeni ile tercih edilebilmesi, ancak uygun doğum pozisyonuna bireysel risk faktörleri göz önünde bulundurularak karar verilmesi önerilmektedir. Anahtar kelimeler : doğum, pozisyon, meta-analiz 115 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MATERNAL OBEZİTENİN DOĞUM SÜRECİNE ETKİLERİ Firdevs SADIKHACIOĞLU*, Özlem CAN GÜRKAN** *Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi. İstanbul ** Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi,İstanbul GİRİŞ :Obezite, dünya genelinde yaygınlığı giderek artan bir sağlık sorunu olarak görülmekte ve yaşamın her döneminde sağlığı olumsuz etkilediği bilinmektedir. Ülkemizde 20-39 yaş grubu kadınlarda obezite görülme sıklığı %20-35’dir ve bu oran günden güne artmaktadır. Günümüzde, %24oranında görülen maternal obesite de özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde ele alınması gereken önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebelikte beden kitle indeksi (BKİ) 30 ve üzerinde olan kadınlar obez olarak kabul edilir. Güncel literatürde, maternal obezitenin doğum sürecine etkilerini değerlendiren çalışmalar mevcuttur. Ancak, ülkemizde konu ile ilgili yapılmış yeterli çalışmaya rastlanmamıştır. AMAÇ:Çalışmanın amacı, maternal obezitenin doğum sürecine etkisini incelemektir. YÖNTEM:Tanımlayıcı kesitsel olarak planlanan çalışma, Ağustos 2016 – Şubat 2017 tarihleri arasında,Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin Doğumhane Biriminde gerçekleştirilmiştir. Doğumhaneye, doğum eylemi için yatışı yapılan tüm kadınlar çalışmanınevrenini oluştururken, örnekleme araştırma kriterlerine uyan 94 kadın alınmıştır. Veriler, Tanımlayıcı Bilgi Formu kullanılarak elde edilmiştir. BULGULAR:Çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular sonucunda; katılımcılardaki maternal obezite oranı %48.9 (n=46) olarak belirlendi. Maternal obezitesi olan ve olmayan katılımcıların yaş ortalamaları (olan 29.6±5.8 yıl ; olmayan 27.7±5.3 yıl ) ve gebelik haftaları (olan 39.1±1.2 hafta; olmayan 38.88±1.3 hafta ) benzerlik göstermekteydi (p>0.05). Maternal obezitesi olanların doğum süreleri (10.2±5.7 saat), travay sürecindeki ortalama diastolik kan basınçları (72.2±12.3mm/hg) ve bebeğin doğum sonrası altıncı saat kilosu (3353±362gr ) maternal obezitesi olmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksekti (p<0.05). Maternal obezitesi olanların ve olmayanların plasenta ayrılma süreleri, travayda oksitosinindüksiyonu kullanma durumları ve fetal distres gelişme durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). SONUÇ VE ÖNERİLER:Elde ettiğimiz bulgular doğrultusunda, maternal obezite oranının oldukça yüksek olduğu ve özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde maternal obeziteyi azaltmaya yönelik çalışmalar yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca maternal obezitesi olan hastaların tansiyonlarının travay sürecinde doğumhanede çalışan sağlık profesyonelleri tarafından daha dikkatli takip edilmeleri önerilir. Anahtar Kelimeler: Maternal Obezite, Doğum Eylemi İNFERTİL KADINLARDA STİGMA ALGISI: KALİTATİF ÇALIŞMA 116 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Rukiye HÖBEK AKARSU1, Nezihe KIZILKAYABEJİ2 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 2 Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi ÖZET Giriş ve Amaç:Çoğu kültürde üreme ve doğurganlık bireye ve aileye özgü beklenen bir fonksiyon olarak görülmektedir. Gebelik, yaşamın önemli gelişimsel basamaklardan birini oluşturmaktadır ve üreme konusundaki yetersizlik sıklıkla sosyal bir damga yaratmaktadır. İnfertilite de damgalanma, her iki cinsi de etkilemekle birlikte kadınlar, toplumda yabancılaşma, izole olma, anlaşılmama ve aşağılanma algılamaları yaşayabilmektedirler. İnfertil kadınlardaki damgalanma kadında sosyal desteğin azalmasına, tedavi sürecine uyumun ve evlilik ilişkilerinin bozulması gibi olumsuzluklara neden olabilmektedir. Gereç-Yöntem: Bu çalışmanın amacı infertil kadınların stigma deneyimleme durumlarının belirlenmesidir. Araştırma, kalitatif çalışmalardan birebir derinlemesine görüşme yöntemi ile gerçekleştirildi. Çalışma Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi kadın doğum polikliniklerine infertilite teşhisiyle takip edilen 12 kadın ile yapıldı. Görüşmeleri araştırmacılar tarafından taranarak oluşturulan yarı yapılandırılmış soru formu yönlendirdi. Görüşmeler esnasında ses kayıt cihazı kullanıldı ancak ses kaydını istemediklerini ifade eden kadınlarla, ses kaydı yapılmayarak uygun fiziksel ortamda birebir görüşme yapıldı. Çalışmaya başlamadan önce Bozok Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik kurulundan etik kurul raporu alındı. Bireylere, araştırma ve ses kaydı hakkında bilgi verilerek sözel onamları alındı. Birebir görüşmeler 40-45 dakika sürdü ve görüşmelerin moderatörlüğü ilgili araştırmacı tarafından yapıldı. Görüşmenin temalarını; infertilite deneyimleme nedenleri, şu an içinde bulundukları duygu durumları, infertiliteye bağlı olarak ailelerinden aldıkları tepkiler, insanların kendileri hakkındaki düşünceleri, infertil olduğunu bilen bireyler ile görüşmenin kendisi üzerinde etkileri oluşturdu. Ses kaydı kişilerin ağzından çıktığı şekilde önce en çok söylenen ortak noktalar daha sonra farklı noktalar dökümlenerek, deşifre edilip yazılı rapor haline dönüştürüldü. Toplanan veriler içerik analizi yöntemi ile çözümlendi. Bulgular: Kadınların çok yoğun stres yaşadıklarından dolayı infertil olduklarını, infertil olmalarını takdiri ilahi olarak düşündükleri, çok üzgün ve mutsuz oldukları, yorgun ve korkulu bir süreç yaşadıkları, insanların sürekli sizin neden çocuğunuz olmuyor sorularına maruz kalmaktan bıktıkları, sürekli özel hayatlarının başkaları tarafından merak edilmesinin hoşlarına gitmedikleri, aile üyelerinden kimisinin olumlu kimisinin de olumsuz olarak kendilerini etkiledikleri ve infertil olduğunu bilen insanlarla görüşmelerinin kendilerini rahatsız ettikleri belirttikleri saptandı. İnfertilite nedeninin kadın kaynaklı olsun ya da olmasın, sorumluluğun büyük bir kısmının kadınlara yüklendiği, yakın çevresi tarafından çoçuğu olmuyor diye acıma duygusuna ve stigmaya maruz kaldıkları, insanların kendisinin infertil olma durumunu başkalarıyla paylaşmaları nedeniyle sosyal izolasyon yaşadıkları belirlendi. Ayrıca infertilite tedavisi sırasında sağlık personeli tarafından da stigmaya maruz kaldıkları saptandı. 117 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Sonuç ve Öneriler: Bu bulgular ışığında infertilite polikliniklerinde ve özellikle birinci basamakta çalışan ebe/hemşirelerin infertil bireylere profesyonel sosyal destek sağlamaları, infertil kadınları stigmaya maruz bırakmamak için mahremiyetlerine özen göstermeleri, stigma olgusu nedeniyle karşılaştıkları psikolojik baskı ile etkin baş etme yöntemi geliştirmelerine, psikososyal sağlık durumlarını iyileştirmelerine ve hizmet alabilecekleri yerleri tanımalarına yardımcı olmaları önerilebilir. Anahtar kelimeler: infertilite, stigma, kadın, ebe, hemşire, 118 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ŞANLIURFA'DA ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE PREMENSTURAL SENDROM SIKLIĞI, BAŞ ETME YOLLARI VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Tuğba ÖZMERMER, Fatma KORUK Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş ve Amaç : Kadınlarda sıkça görülen premenstural sendrom (PMS), menstural siklusun luteal fazı sırasında ortaya çıkıp, mensturasyonun başlamasıyla hızla düzelen, üreme çağı boyunca yaygın görülen somatik, bilişsel, duygusal ve davranışsal semptomlar topluluğudur(1).Yapılan çalışmalarda PMS’un günlük yaşamı olumsuz etkilediği belirtilmektedir (2,3). Bu nedenle PMS'un görülme sıklığının, etkileyen faktörlerin, baş etme yöntemlerinin ve hangi gruplarda daha fazla görüldüğünün bilimsel olarak değerlendirilmesi ve önlemlerin bu gruplar üzerinde alınması önemlidir. Çalışma, Şanlıurfa’ da üniversite öğrencilerinde PMS sıklığını, baş etme yöntemlerini ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı tipte olup, evrenini Harran Üniversitesi (HRÜ) Osmanbey Kampüsünde eğitim gören 4011 kız öğrenci oluşturmuştur. Örneklemi, Türkiye'de üniversite öğrencilerinde PMS sıklığının incelendiği çalışmalar dikkate alınarak, tahmini orantı/oran/sıklık %57.4, hata sınırı %5 ve %95 güvenle yapılan hesaplamada 376 olarak hesaplanmıştır. Öğrenciler, çalışmanın yapılmasına izin veren fakültelerden, HRÜ Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı'ndan elde edilen öğrenci listeleri kullanılarak basit rastgele yöntemle seçilmiştir. Veriler, Kişisel Bilgi Formu ve PMS’da görülen belirtilerin şiddetini ölçmek için geliştirilmiş olan “PMS Ölçeği” kullanılarak, Eylül-Ekim 2016 tarihleri arasında yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırma için HRÜ Etik Kurulu’ndan ve fakültelerin dekanlıklarından yazılı, katılımcılardan sözlü izin alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistiklerden yüzde, ortalama, standart sapma; tek değişkenli analizlerden ki-kare ve t testi kullanılmıştır. Bulgular:Çalışmada, öğrencilerin yaş ortalamaları 20,18± 1.71 ve menarş yaş ortalamaları 13.60±1.26 olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin %52,1’inde PMS olduğu ve PMS ölçeğinden aldığı toplam puan ortalamalarının 111.36± 36.11 olduğu saptanmıştır. Çalışmada PMS'u etkileyebilecek pek çok faktör analiz edilmiştir. Yaşı daha büyük, kilosu daha fazla, gelir düzeyi daha düşük olan öğrencilerde PMS prevelansının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Ayrıcaanemisi olan, fastfood’u sık tüken, öfkesini kontrol edemeyen, annesinde ve kız kardeşinde adet öncesi gerginlik durumu olan, adet görmeyi vücuttan kirli kanın her ay dışarı atılması olarak tanımlayan ve mensturasyona ilişkin aldığı bilginin yeterli olduğunu düşünen öğrencilerde PMS'un daha fazla olduğu saptanmıştır (p<0.05). Öğrencilerin PMS belirtileri ile baş etmek için en çok aktiviteler yaparak enerjiyi kullanma(50.8), tatlı yiyecekler yeme (48.1), analjezik kullanma (%33.3), dinlenme (27.4), kendini mutlu edecek şeyler yapma (25.5), yürüyüş yapma(10.4), bol ılık su ve bitki çayı içme (%9.2) gibi yöntemlere başvurduğu, ancak özellikle su retansiyonu (%60.4), denge/ kontrol (%50.9) ve otonamik reaksiyon (%40.3) ile ilgili semptomlarla etkin baş edemediği belirlenmiştir. Sonuç ve Öneriler: Çalışma sonuçlarına göre öğrencilerde PMS prevelansının yüksek olduğu, semptomlarla baş etmekte güçlük yaşadıkları belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, PMS'u etkileyen faktörler, baş etme yolları ve tedavisine yönelik 119 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey üniversite öğrencilerine eğitim verilmesi, PMS’u olanların tedaviye yönlendirilmesi önerilmiştir. Anahtar Kelimeler : Premenstural sendrom , baş etme yöntemleri, üniversite öğrencileri 120 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNTRAUTERİN DÖNEMDE CİNSİYETİN ANNELERİN MUTLULUK DÜZEYİNE ETKİSİ Yurdagül YAĞMUR, Hatice OLTULUOĞLU, İlksen ORHAN ERGİN İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Bu araştırma intrauterin dönemde fetüs cinsiyetinin annelerin mutluluk düzeyi üzerindeki etkisini saptamak amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırmanın örneklemini, Malatya Devlet Hastanesi Beydağı kampusü kadın doğum polikliniğine 2015-2016 yılları arasında başvuran kadınlar arasından 25 haftasın tamamlamış ve araştırmaya katılmayı kabul eden 638 gebe oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında, yarı yapılandırılmış Anket Formu ve Oxford Mutluluk Ölçeği (OMÖ) kullanılmıştır. Veriler gebe muayeneleri sırasında polikliniklerde kadınlarla yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, t testi ve ANOVA testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada gebelerin yaş ortalamasının 27.55±5.33 (min:18 max:41), %33.4’ünün ilköğretim ve altında bir eğitim düzeyine sahip olduğu, %88.6’sının çalışmadığı ve yaklaşık yarısının (%50.8) bir çocuğa sahip olduğu saptanmıştır. Kadınların %52.7’si mevcut gebeliklerinde erkek bebek sahibi olacaktı. Kadınların %41.2’si mevcut gebeliklerinde, istediği cinsiyette bebeğe sahip olacağını, %23.7’si istemediği cinsiyette bebeğe sahip olacağını ve %35.1’i bebek cinsiyetinin kendisi için önemli olmadığını belirtmiştir. Kadınların eşleri %27.9 kız, %32.1 erkek bebek istediğini belirtirken, %40.0 cinsiyetin önemli olmadığını belirtmiştir. Katılımcıların OMÖ toplam puan ortalaması 122.54±17.18 bulunmuştur. Gebenin yaşı, kendisi ve eşinin eğitim düzeyi ve eşin istediği cinsiyette bebeğe sahip olma ile OMÖ puan ortalaması arasındaki fark anlamlı bulundu (p<0.05). Gebenin çalışma durumu, yaşadığı yer, mevcut gebelikteki bebeğin cinsiyeti ve kadının istediği cinsiyette bebeğe sahip olması ile OMÖ puan ortalaması arasındaki fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç ve Öneriler: Kadının eşinin istediği cinsiyette bebeğe sahip olması mutluluk düzeyini artırmaktadır. Eğitim düzeyi yüksek olan ebeveynlerin daha mutlu oldukları belirlenmiştir. Sağlık çalışanları kadınları ve eşlerini cinsiyet ayırımcılığı hakkında değerlendirebilir ve eğitim verebilir. Anahtar Kelimeler: Bebek cinsiyeti, Gebelik, Mutluluk, Oxford Mutluluk Ölçeği 121 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BALIKESİR SAĞLIK YÜKSEKOKULU’NDA OKUYAN EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN ULUSLARARASI EBELER DERNEĞİ YETERLİLİK ALANLARI VE T.C. SAĞLIK BAKANLIĞININ GÖREV TANIMLARINA GÖREKENDİLERİNİ DEĞERLENDİRMELERİ Hülya TÜRKMEN1, Selda YÖRÜK1 1 Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu araştırmanın amacı ebelik son sınıf öğrencilerinin Uluslararası Ebeler Derneği (ICM) Yeterlilik Alanları ve T.C. Sağlık Bakanlığının görev tanımlarına göre kendilerini yeterli görüp görmediklerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir Sağlık Yüksek Okulu’nda okuyan 2015, 2016 ve 2017 yılında ebelik son sınıf öğrencileri (n=142) katılmıştır. Verilerin toplanmasında öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, akademik not ortalaması, ICM yeterlilik alanları ve T.C. Sağlık Bakanlığının görev tanımlarını içeren anket formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, independent t testi ve mann whitney u testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 22.27±1.69 (Min.21,Max.36) dir. Tablo 1’de ICM yeterlilik alanlarına göre öğrencilerin kendini değerlendirme durumları gösterilmiştir. Öğrencilerin kendilerini en yeterli hissettikleri alan 2015 ve 2017 yılında “Sağlıklı kadına etik kurallar çerçevesinde bilgi ve beceriye dayalı kaliteli bakım verebilmek”, 2016 yılında ise “Yeni doğan için etik kurallar çerçevesinde bilgi ve beceriye dayalı kaliteli bakım verebilmek” bulunmuştur. Öğrencilerin kendilerini en yetersiz/kararsız hissettikleri alan 2015, 2016 ve 2017 yılında “Evde doğumlarda kadının ve yeni doğanın sağlığını korumak için kültüre dayalı, nitelikli bakım sağlayıp, temiz ve güvenli doğum yaptırıp acil durumlarda müdahale edebilmek” bulunmuştur. Tablo 2’de T.C. Sağlık Bakanlığı görev tanımlarına göre öğrencilerin kendini değerlendirme durumları gösterilmiştir. Öğrencilerin kendilerini en yeterli hissettikleri alan 2015 ve 2016 yılında “Doğan bebeklerin cinsiyetini, boyunu, baş ve göğüs çevresini, kilosunu kaydetmek”, 2017 yılında ise “Doğum sonrası bakım ve izlemi yapmak”, “Doğan bebeklerin birbirine karıştırılmamasına dikkat etmek” ve “Doğan bebeklerin göbeğinin uygun kesilip bağlanması ve sarılması, gerekli tedbirleri almak” bulunmuştur. Öğrencilerin kendilerini en yetersiz/kararsız hissettikleri alan 2015 yılında “Gerekiyorsa epizyotomi yapmak ve onarmak”, 2016 yılında “Riskli gebelikleri erken dönemde tespit etmek ve gerekli birimlere sevk etmek”, 2017 yılında ise “Riskli durumları değerlendirmek ve sevkine karar vermek” bulunmuştur. Öğrencilerin ICM yeterlilik alanlarına göre kendini değerlendirme durumu ile akademik not ortalaması arasındaki istatistiksel ilişki incelendiğinde; “Evde doğumlarda kadının ve yeni doğanın sağlığını korumak için kültüre dayalı, nitelikli bakım sağlayıp, temiz ve güvenli doğum yaptırıp acil durumlarda müdahale edebilmek” konusunda kendisini yeterli hisseden öğrencilerin not ortalaması 3.03±0.56, kendisini yetersiz/kararsız hissedenlerin ise 2.68±0.49 bulunmuştur (p=0.010). Öğrencilerin T.C. Sağlık Bakanlığı ebelerin görev tanımlarına göre kendini değerlendirme durumu ile akademik not ortalaması arasındaki istatistiksel ilişki incelendiğinde; “Riskli gebelikleri erken dönemde tespit etmek ve gerekli birimlere sevk etmek” konusunda kendisini yeterli hisseden öğrencilerin not 122 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ortalaması 2.85±0.49, kendisini yetersiz/kararsız hissedenlerin ise 2.65±0.52 bulunmuştur (p=0.020). Sonuç: Ebelik öğrencilerinin evde doğum, epizyotomi ve riskli durumlar konusunda kendilerini yetersiz hissettikleri belirlenmiştir. Bunun sonucunda öğrencilerin uygulama alanlarında daha fazla desteklenmesi ve beceriye dayalı uygulamalarda daha fazla rol alması sağlanmalıdır. Lisans aşamasında beceri düzeyinin arttırılması ebelik mesleğinin güçlenmesinde, yeni mezun olmuş ebelerin uygulamalarından kaynaklanan malpraktislerin minimuma indirilmesine neden olacaktır. 123 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MEVSİMLİK TARIM İŞÇİSİ KADINLARIN YAŞAM KOŞULLARI VE GENİTAL HİJYEN UYGULAMALARI Yurdagül YAĞMUR1, İlksen ORHAN ERGİN1 1İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliğ ABD Amaç: Bu araştırma mevsimlik tarım işçisi kadınların yaşam koşulları ve genital hijyen uygulamalarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tipteki araştırmanın örneklemini 18 yaş ve üstü 500 kadın oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında anket formu kullanılmıştır. Veriler işçilerin kaldığı çadırlarda kadınlarla yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, x² testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada kadınların yaş ortalamasının 26.05±10.79 (min:18 Max:64), %33.8’inin evli ve %42.6’sının ortaöğretim ve üstü düzeyde bir eğitime sahip olduğu bulunmuştur. Kadınların %39.2’sinin temiz suya ulaşamadığı, %46.8’inin ihtiyaç hissettiğinde banyo yapamadığı ve %56.0’sının ihtiyaç hissettiğinde tuvalete gidemediği bulunmuştur. Kadınların hijyen alışkanlıklarına bakıldığında ise büyük çoğunluğunun taburede (%54.4) ve leğende oturma (%24.4) şeklinde banyo yaptığı ve kadınların %30’unun haftada bir ve üzeri gibi uzun aralıklarla banyo yapabildiği bulunmuştur. Katılımcıların %45’i birkaç günden daha fazla sürede iç çamaşırı değiştirdiğini belirtmiş ve %88.4’ü iç çamaşırını elde soğuk veya sıcak su ile yıkadığını belirtmiştir. Kadınların %75.0’i adet döneminde hazır ped kullanırken kadınların yalnızca %37.2’si günde üç ve üzerinde ped değiştirdiğini belirtmiştir. Araştırmada mevsimlik tarım işçisi kadınların yalnızca %31.6’sı ellerini tuvaletten hem önce hem sonra yıkadığını ifade etmiştir. Kadınların tuvalet sonrası %38.2’sinin genital bölge temizliğini sadece su ile yaptığı, %33.4’ünün su veya taş kullandığı bulunmuştur. Kadınların %20.6’sı daha önce genital enfeksiyon yaşadığını belirtirken, %14.2’si şu anda genital enfeksiyon şikayetlerinin olduğunu belirtmiştir. Kadınların medeni durumları ile vajinal enfeksiyon arasında anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur (x²=8.800 p=0.004). Kadınların iç çamaşırı değiştirme sıklığı ile vajinal enfeksiyon arasındaki farkın anlamlı olduğu bulunmuştur (x²=9.235 p=0.026). Ayrıca tuvaletten önce ve sonra el yıkama durumu (x²=13.015 p=0.005) ve genital bölge temizliği (x²=15.810 p=0.003) ile vajinal enfeksiyon arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunurken, genital bölgeyi temizleme şekli ve genital bölgeyi kurulama durumu ile vajinal enfeksiyon arasındaki fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Kadınların banyo/duş yapma şekli ile vajinal enfeksiyon arasında istatistiksel olarak önemli fark (x²=6.169 p=0.046) bulunduğu saptanırken, genital bölgenin temizliğinde sabun kullanma, banyo yapma sıklığı ve adetliyken banyo yapma ile vajinal enfeksiyon arasındaki farkın anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Mevsimlik tarım işçisi kadınların ped/bez değiştirme sıklığı ve daha önce genital enfeksiyon yaşama (x²=16.804 p=0.001) ile vajinal enfeksiyon olma durumu arasında istatistiksel olarak önemli fark bulunurken, adet döneminde kullandıkları ped ve vajinal duş yapma durumu ile vajinal enfeksiyon arasındaki farkın anlamlı olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Sonuç: Çalışma sonunda mevsimlik tarım işçisi kadınların yaşam koşullarının kadın sağlığı ve genital hijyen açısından oldukça riskli olduğu bulunmuştur. Kadınların 124 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey genital hijyenlerinin yetersiz olduğu, bu konuda eğitim ve fiziksel olanaklar için desteğe ihtiyaçlarının olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler : Mevsimlik tarım işçisi, Yaşam koşulları, Genital hijyen, Vajinal enfeksiyon ve risk faktörleri 125 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey POSTPARTUM DÖNEMDE YAPILAN EGZERSİZLERİN POSTPARTUM DEPRESYONA ETKİSİ Semiha AYDIN ÖZKAN1, Büşra KORKMAZ1, Gizem YILMAZ1, Merve BOZKURT1, Didem ŞİMŞEK KÜÇÜKKELEPÇE1 1 Adıyaman Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü Giriş ve Amaç: Vajinal doğum yapan kadınlarda egzersiz programının doğum sonu depresyon üzerine etkisini değerlendirmektir. Yöntem: Araştırma, tek gruplu ön test, son test desenli yarı deneysel tipte bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde vajinal doğum yapan kadınlar oluşturdu. Örneklemini ise Postpartum 1. Ayda, Edınburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği’nden (EDSDÖ) 13 ve üzeri puan alan kadınlar oluşturdu. Araştırmanın örneklemi hesaplanırken araştırmaya alım ölçütlerine uyan ve power analizi sonucuna göre etki büyüklüğü 0.595 ve %5 hata payı, %95 güven aralığı ve % 80 evreni temsil gücüne sahip 34 kadın oluşturdu. Postpartum 1.ayda depresyonu olan 34 kadına ulaşabilmek için 128 kadın ile görüşme yapıldı. Araştırmaya katılmayı kabul eden Postpartum depresyonlu 34 kadın ile telefonla görüşerek kendilerinin bağlı olduğu Aile Sağlığı Merkezi’ne (ASM) davet edildi. ASM’de Postpartum dönemde yapılan egzersizlerin faydaları, egzersizlere ne zaman başlanması gerektiği ve üç farklı aşamada yapılacak olan egzersizler anlatıldı, birlikte uygulamalı olarak yaptırıldı, haftada en az üç kez ve en az yarım saat olacak şekilde egzersizi yapmaları anlatıldı. Bu bilgileri ve egzersizlerin görsellerini içeren egzersiz kitapçığı verildi. Verilen eğitim uygulandığını değerlendirmek için anneler ile haftada bir kez telefon ile görüşülerek eğitimin etkinliği değerlendirildi. Dört hafta devam eden eğitim sonunda EDSDÖ tekrar uygulandı. Verilerin analizi için sayı, yüzde, ortalama değerlerinin yanında bağımlı gruplarda Wilcoxon Signed Ranks testi kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 26,59±4,07 (Min 19-Maks 35)’dır. Kadınların %41,2’si lise mezunu, %61,8’i ev hanımıdır. Katılımcıların postpartum 1.ayda EDSÖ puanı 16,41± 1,62 iken egzersiz programı sonrası EDSÖ puanı 6,68±1,45 olarak saptandı. Öntest ve sontest arasındaki bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (Z=-5,116, p=0,001). Sonuç: Dört haftalık egzersiz programının postpartum dönemde yaşanan depresif semptom riskini azaltmada etkili bir yöntem olduğu belirlendi. Anahtar Kelimeler: Postpartum dönem, Depresyon, Egzersiz 126 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNE YAŞININ İKİLİ TARAMA TESTİ ÖNCESİ KAYGI DÜZEYİNE ETKİSİ Zeliha ÖZŞAHİN1, Yeşim AKSOY DERYA2 1 Siirt Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi ÖZET Amaç: Araştırmanın amacı, anne yaşının ikili tarama testi öncesi kaygı düzeyine etkisini saptamaktır. Materyal Metod: İlişkisel-tanımlayıcı olarak tasarlanan bu araştırma, bir üniversite hastanesinin Kadın Doğum Polikliniğine 14 Ağustos 2014- 13 Ocak 2017 tarihleri arasında ikili tarama testi yaptırmak amacıyla başvuran 232 gebe ile yürütülmüştür. Verilerin toplanmasında Durumluluk Kaygı Ölçeği ve Kişisel Tanıtım Formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde; Tek yönlü varyans analizi, Pearson Korelasyonu ve Cronbach’s Alfa Güvenirlik Analiz Testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan gebelerin yaş ortalamasının 27.35±6.42 olduğu ve %15.9’unun 15-19 yaş, %65.9’unun 20-34 yaş ve %18.9’unun ise ≥35 yaş grubunda yer aldığı saptanmıştır. Yaş ve Durumluluk Kaygı Ölçeği puanları arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu (r=0.572) (p<0.001) belirlenmiştir. Gebelerin yaş grupları ile Durumluluk Kaygı Ölçeği puan ortalamaları arasındaki farkın anlamlı olduğu, 35 yaş ve üzeri grupta yer alan gebelerin Durumluluk Kaygı Ölçeği puan ortalamasının, 15-19 ve 20-34 yaş grubunda yer alan gebelerdeki Durumluluk Kaygı Ölçeği puan ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: İkili Tarama Testi yaptırmak amacıyla başvurangebelerde yaş arttıkça kaygı düzeyininde arttığı belirlenmiştir. Bu bağlamda, sağlık profesyonelleri tarafından prenatal tarama testi öncesi yapılan değerlendirme, eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin tamamında yaş faktörünün dikkate alınarak hareket edilmesi ve oluşabilecek kaygı düzeyini azaltmaya yönelik girişimlerin bu doğrultuda planlanması önerilir. Anahtar Kelimeler: Anne yaşı, İkili tarama testi 127 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey POSTPARTUM DEPRESYON VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER: 2010-2017 ARAŞTIRMA SONUÇLARI Yrd. Doç. Dr. Fatma AY1, Eliz TEKTAŞ1,Arife MAK1,Nalan AKTAY1 İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Bu araştırma doğum sonrası dönem depresyonu ile ilgili yapılan araştırma sonuçlarının ve postpartum depresyonu etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacı ile yapıldı. Yöntem: Araştırma belge tarama yöntemi ile yapılmış kesitsel, tanımlayıcı literatür taramasıdır. Araştırmada “postpartum depresyon / doğum sonu depresyon / lohusalık depresyonu” anahtar kelimeleri kullanılarak, ULAKBİM Ulusal Veri Tabanları, Medline/PubMed, Turkish Medline, Dergipark, Scopus ve EBSCO arama motorlarından tarama yapıldı. 2000-2017 yılları arasında yayımlanmış toplam 39 makale araştırma kapsamına alındı. Değerlendirmeye alınan makaleler yıl, örneklem sayısı, araştırmanın tipi ve sonuçlar açısından manuel olarak incelendi ve verilerin frekans dağılımı yapıldı. Bulgular: Makalelerin %51’i 2010-14 yılları arasında yayınlanmıştır. Araştırmalar 1549 yaş aralığındaki kadınlar ile yapılmıştır. Yalnızca 1 araştırmanın örneklem büyüklüğü 500’den büyüktür. Yalnızca 2 araştırma hem anne hem de baba ile yapılmıştır. Araştırmaların yarısından çoğu doğum sonrası 0-6 ay dönemi kapsamaktadır. Postpartum depresyonu etkileyen en önemli faktör (%56.4) ailede / kendinde depresyon geçmişinin olmasıdır. Yalnızca 14 araştırmada gebelikte antiemetik kullanımının postpartum depresyonla ilişkisi araştırılmış ve ilişki saptanmamıştır. Sonuç: Annenin ailesinde / kendinde depresyon geçmişi olması, gebeliği / çocuğu istememe (plansız gebelik), gebelik sayısı, ekonomik durum, çok çocuğa sahip olma postpartum depresyonun ortaya çıkmasında en etkili faktörlerdir. Bu faktörlerin bilinmesi doğum sonrası annenin hangi konularda izlem ve desteğe ihtiyacı olduğu konusunda ebelere rehberlik edecektir. Anahtar Kelimeler: Postpartum, depresyon, doğum sonu, loğusa 128 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM EYLEMİ SÜRECİNDE PSİKOLOJİK BİR MÜDAHALE: VARLIĞIN KULLANILMASI Saliha BOZDOĞAN YEŞİLOT1 , Ayşe İNEL MANAV2 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Psikiyatri Hemşireliği ABD 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Yaşlı Bakım Programı Varlık; var olmak (presence), “her şeyden önce mevcut olmak” anlamındaki Latince “praeesse” fiilinden köken almaktadır. Varlık kavramı genellikle psikolojide, felsefede ve spiritüel alanda yer almıştır. Kavram, felsefeci Buber (1970) tarafından “Ben-Sen ve Ben-O ilişkisi” kapsamında açıklanmıştır. Hemşirelik literatüründe de çeşitli kuramcılar ve yazarlar tarafından tanımlanmıştır. Var olan literatürdeki varlık kavramının incelemeleri değerlendirildiğinde varlık, hastayla olma ve hastanın subjektif deneyimine duyarlı olmayı kapsamaktadır. Burada hemşirenin zamanını ve deneyimini hastayla gönüllü olarak paylaşması ve varlığını bir hemşirelik müdahalesi olarak kullanması söz konusudur. Hemşire, bireylerin sorunlarının, yaşam ve yaşam kalitesinde değişimlerin olduğu, deneyimlerinden anlam buldukları zamanlarda var olmaktadır. Gebelik ve doğum kadın yaşamına özgü dönüm noktalarından başında gelmektedir. Bu sürein sornunda gerçekleşen rol değişimi ile kadının yaşamı ve anlamı geri dönülmez biçimde değişmektedir. Eylemin sonlanacağı zamana kadar olan sürecin gittikçe şiddetlenen ağrılarla ve bir takım belirsizliklerle ilerliyor olması kadının duygusal olarak oldukça kırılgan bir duruma gelmesine yol açabilmektedir. Bu sürecin yönetilmesinde doğuma yardım eden sağlık çalışanın tavırları anne adayının bu süreci nasıl deneyimleyeceği ve hatırlayacağı üzerinde oldukça etkilidir. Bir hemşirelik müdahalesi olarak varlığın bu özel zamanda doğuma yardım eden ebe tarafından kullanılması sürecin yönetilmesinde ve kadının süreci daha olumlu yaşamasında etkili olacağı düşünülmektedir. Bu derlemenin amacı var olan literatür ışığında doğum eylemi sürecinde yaşanan stresin azaltılmasında varlığını sunmanın amaçlı olarak nasıl kullanılabileceğinin tartışılmasıdır. Anahtar Kelimeler: Doğum eylemi, Varlık, Ebe, Hemşire 129 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİK İZLEMİNDE GÖZDEN KAÇAN: RUHSAL İZLEM Saliha BOZDOĞAN YEŞİLOT1 , Ayşe İNEL MANAV2 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Psikiyatri Hemşireliği ABD 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Yaşlı Bakım Programı Kadının ruhsal sağlığı, yaşamındaki hormonal döngüler ve gelişimsel dönemlerdeki rollerinden etkilenmektedir. Gebelik önemli bir gelişimsel dönem ödevi olup ilk tespit edildiği andan itibaren kadının yaşamında fiziksel ve ruhsal yönden değişim yaratmaktadır. Yaşanan değişimler her ne kadar istenen ve beklenen bir durum olsa da değişimin kendisi ve etkileri bireyde strese yol açmaktadır. Sağlıklı bir gebelik süreci yaşanması ve sağlıklı bir bebeğin dünya gelebilmesi için yaşanan tüm bu değişimlerin izlenmesi esastır. Ülkemizde anne ve bebeğin fiziksel sağlığına ilişkin izlemler sağlık sistemi içinde yerleşik bir biçimde sürdürülmekle birlikte ruhsal değişimlere özgü ve detaylı bir izlem yapılmamaktadır. Oysa ki yaşanan gebelik süreci kadının ve doğacak bebeğin ruhsal sağlığını etkilemekte aynı zamanda kadının ruhsal sağlığı gebelik sürecini ve bebeği etkilemektedir. Var olan literatür incelendiğinde doğum sonrası gelişen ruhsal sorunlar ve gebelik öncesi var olan ruhsal sorunlar nedeni ile de yaşanan sorunlu gebelikler ve sonuçları bilinmektedir. Bu durumlar düşünüldüğünde yeni nesillerin sağlıkla dünya gelmesi ve yetiştirilmesi için anne adayının ruhsal sağlığının korunması ve geliştirilmesi öncelikli bir sağlık hizmetidir. Bunun için gebelik dönemindeki rutin izlemde gebenin ruhsal değişiminin izlenmesi ve var olan ruhsal problemi ile gebe kalan kadının izleminde gebelik takibi yapan ebe ve toplum ruh sağlığı hemşirelerinin işbirliği yapması oldukça önemlidir. Bu nedenle bu derlemede sözü edilen gruplar özelinde yapılacak olan işbirliğine ilişkin detaylar var olan sağlık sistemi özelinde tartışılacaktır. Anahtar kelimeler: Gebelik, Ruhsal İzlem, Toplum Ruh Sağlığı Hemşiresi, Ebe, İşbirliği 130 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK BAŞETME KİTLERİ VE HEMŞİRELİK BAŞETME BALONUNUN MÜLTECİ OKUL ÇAĞINDAKİ ÇOCUKLARIN TIBBİ KORKULARINA ETKİSİ Emel TEKSÖZ*, Ayse Ferda OCAKÇI**, İbrahim BİLGİN*** * Mustafa Kemal Üniversitesi, Hatay Sağlık Yüksekokulu, Hatay, Türkiye ** Koç Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, İstanbul, Türkiye *** Mustafa Kemal Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Hatay, Türkiye AMAÇ: Tıbbi korkular çocuğun normal gelişimini ve yaşamın geri kalanında oluşacak hastalık ve tedavilere uyum sürecini etkiler. Yaratıcı oyun tıbbi işlem süreçlerini eğlenceli hale getirerek, çocuğun tıbbi korkularını önler. Bu çalışmanın amacı okul çağındaki mülteci çocukların tıbbi korkularına yaratıcı oyunun etkisini araştırmaktır. METOD: Bu çalışma Türkiyenin Hatay ilinde yaşayan Özbek çocuklar ile yapılmıştır. Yarı deneysel tasarımdaki çalışmada, uygun örneklem metodu kullanılmıştır. Çalışmada çocuklara yaratıcı oyun girişimi uygulanmıştır. Yaratıcı oyun girişimi Teksöz ve arkadaşları tarafından hastanede yatan okul çocukları için geliştirilmiştir. Yaratıcı oyun girişimi için kullanılmamış temiz tıbbi atıklar; enjektör, maske, abeslank, oyuncak yapım malzemeleri kullanılmıştır. Kullanılmamış temiz tıbbi atıklar katılımcılara, oyuncak yapımı için verilmiştir. Bu çalışmada kullanılmak üzere hemşirelik baş etme parkur balonu yapılmıştır. bu balonda hemşire, doktor, enjektör, ilaç ve meyve figürleri hacıyatmaz şeklinde tasarlanmıştır. Bu parkurda çocuklar figürler ile zıplama, hoplama, vurma oyun aktivitelerini gerçekleştirmiştir. Deney grubu hemşireler ile beraber, 2 saat bu parkurda oynamıştır (Resim 1). Araştırmanın örneklemi 35 deney grubu, 35 kontrol grubu olmak üzere 70 çocuktan oluşmaktadır. Araştırmada Sosyodemografik bilgi formu, Tıbbi işlem korku ölçeği kullanılmıştır. Ölçek Marion Bloom ve ark. tarafından çocukların tıbbi uygulamalar ile ilişkili korkularını ölçmek için geliştirilmiştir. İstatistik analizde yüzde, ortalama, standart sapma, minumum ve maksimum değerler, bağımsız T testi kullanılmıştır. SONUÇLAR: Bu çalışmada tüm çocuklar en az bir tıbbi uygulama deneyimi yaşamıştır (hastaneye gitme, hastanede yatma, enjeksiyon, kan alınması, kulak muayenesi, boğaz muayenesi, ilaç içme). Tıbbi işlem korku ölçeği ortalaması pre-test 24.17±12.54 olarak, post-test 11.77±7.2 olarak bulunmuştur. Yaratıcı oyun girişimi uygulanan deney grubu ölçek ortalaması, kontrol grubuna göre anlamlıdır (Tablo 1). Ölçeğin alt boyutlarına göre, yaratıcı oyun deney grubundaki çocukların işlemsel korku puan ortalaması, çevresel korku puan ortalamasında anlamlı düzeyde azalmaya neden olmuştur. Araştırmamızda deney grubundaki çocukların kişisel korku puan ortalaması, kişilerarası korku puan ortalamasında, azalma olmasına rağmen anlamlı bir fark oluşmamıştır (Tablo 2). TARTIŞMA: Her çocuk yaşamının çoğunda hemşirelerle ağrılı işlemler için bir araya gelir. Her buluşma böylesi korkuların giderilmesi için bir fırsat olabilir. Hemşireler yaratıcı oyun girişimi ile çocukları sadece tedavi sürecine uyum sağlamasını değil, aynı zamanda onların erken dönemde tıbbi korkularının çözülmesini de yardımcı olurlar. 131 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Hemşireler bu çalışmada hastane dışında çocuklar ile yaratıcı oyun için bir araya gelmiştir. Çocukların normal gelişim süreci gözönüne alındığında, medikal korkular için hemşirelik araştırmalarında yaratıcı oyunun kullanımının yaygınlaştırılması önerilebilir. *Bu çalışma Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı SODES kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Yaratıcı oyun, Mülteci, Okul çağı çocuklar, Tıbbi korku 132 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BİRİNCİ BASAMAKTA DOĞUM ÖNCESİ BAKIM HİZMETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Mahide DEMİRELÖZ AKYÜZ1, Yeliz KILIÇ ÖZTÜRK2, Esin ÇEBER TURFAN1 1 Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü 2 Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Ebelik Anabilimdalı Yüksek Lisans Öğrencisi Anne-yenidoğan sağlığını etkileyen faktörlerle ilgili bilgilere ulaşmada ve koruyucu önlemlerin alınmasında en önemli unsur, eğitime en çok ihtiyaç duyulan gebelik döneminde birinci basamakta ebeler tarafından ev ziyaretleri yoluyla yapılan Doğum Öncesi Bakım (DÖB), izlem ve danışmanlık hizmetleridir. Bu hizmetler, standart sayıda, kalitede ve devamlı olarak verilebildiği takdirde toplumdaki anne-yenidoğan sorunlarının azalacağı belirtilmektedir. Standardın sağlanabilmesi için DÖB hizmetlerinin değerlendirilmesine yönelik niteliksel ve niceliksel değerlendirme ölçütlerine ihtiyaç vardır. DÖB değerlendirmesinde “Kessner'in Yeterlilik Ölçütü (Kessner Index) veya Doğum Öncesi Bakım Kullanımı Yeterlilik Ölçütü (Adequacy of Prenatal Care Utilization Index, Kotelchuck Index” lerinin kullanılması önerilmektedir. Bu ölçeklerde DÖB hizmetinin değerlendirilmesinde hizmet almaya başlama zamanı, alınan hizmetin sayısı vb. değerlendirilmektedir. Ülkemizde Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) sonuçları ile DÖB hakkında bilgi alınabilmektedir. TNSA 2013 bulgularına göre annelerin araştırma tarihinden önceki beş yılda yapılan son doğumlarının % 97’sinde en az bir kez DÖB alındığı belirtilmiştir. Ancak 4 ve daha fazla DÖB alan kadınların oranının %89 olduğu belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı Doğum Öncesi İzlem protokolüne göre göre; her gebenin en az 4 kez DÖB alarak nitelikli izlenmesi, her doğumun hastanede gerçekleştirilmesi, acil obstetrik vakaların yönetimi ve sevklerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda değerlendirildiğinde annelerin % 11’inin yeterli sayıda DÖB almadığı söylenebilir. Kessner Index’e göre DÖB’da yeterlilik için DÖB'nin ilk trimestırda başlaması ve miadında gebelik için dokuz izlem yapılmış olması gereklidir; ancak ülkemizde bu yeterliliğe ulaşılamadığı görülmektedir. Doğum Öncesi Bakım Kullanımı Yeterlilik Ölçütüne göre ise, yine ülkemizde DÖB alma durumu yeterli düzeyde değildir. Doğum öncesi dönemde izlem ve danışmanlığın yeterli sayıda ve yeterince zaman ayrılarak yapılması durumunda gebelik, doğum ve doğum sonu dönem anne-bebek komplikasyonlarının azalabileceğini bilinmektedir. Bu nedenle DÖB hizmetlerinin niteliksel olarak da “Prenatal Bakım Memnuniyet Ölçeği” vb. ölçekler de kullanılarak ölçülmesi gerekmektedir. Bu çalışmada ülkemizdeki DÖB hizmetleri belirtilen ölçütler ve T.C. Sağlık Bakanlığı Doğum Öncesi İzlem protokolü kapsamında niceliksel ve niteliksel olarak incelenmiştir. DÖB hizmetlerinin verilmesinde birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerinde önemli bir yeri olan ebelerin etkili DÖB hizmetleri sunabilmeleri için öneriler getirilmiştir. Böylece ebelerin birinci basamakta varoluşsal kimliğinin de önemi vurgulanmıştır. Anahtar Kelimeler: birinci basamak,doğum öncesi bakım,ebelik 133 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ŞANLIURFA\'DA MEVSİMLİK TARIM İŞÇİSİ KADINLARDA ÜRİNER İNKONTİNANS PREVELANSI, TEDAVİ ALMA DURUMLARI VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER AyşegüL KILIÇLI1, Fatma GÖZÜKARA KORUK1 1 Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Giriş ve Amaç: Kadınlar arasında oldukça sık görülen üriner inkontinans (Üİ), sosyal ve hijyenik sorunlara yol açan ve objektif olarak gösterilebilen istemsiz idrar kaçırma olarak tanımlanmaktadır.1 Yapılan çalışmalarda dünyada Üİ prevelansının %15-%52 arasında değiştiği ve 200 milyondan fazla insanın Üİ sorunu yaşadığı belirtilmektedir2. Üriner inkontinansa neden olan pek çok faktör bilinmektedir3. Risk faktörleri göz önünde bulundurulduğunda mevsimlik tarım işçisi (MTİ) kadınlar Üİ açısından riskli bir grubu oluşturmaktadır. Çünkü MTİ kadınlar sosyo-ekonomik düzeylerinin düşük olması ve çalışma koşulları nedeniyle sağlık hizmetlerine erişmede ve kullanmada sorunlar yaşamaktadır4. Bu nedenle çalışma, Şanlıurfa'da MTİ kadınlarda Üİ prevelansı, tedavi alma durumları ve bunları etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma kesitsel tipte olup, evrenini 15-49 yaş arasındaki MTİ kadınlar oluşturmuştur. Örnek seçiminde Dünya Sağlık Örgütü’nün 30 küme örneklem tekniği kullanılmıştır. Her kümede 10 kişi olmak üzere, toplamda 300 kişiye ulaşılmıştır. Veriler, Tanımlayıcı Veri Toplama Formu aracılığı ile Şubat–Mart 2015 tarihleri arasında Şanlıurfa İl Merkezi'nde, yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırma için Harran Üniversitesi Etik Kurul'undan yazılı, katılımcılardan sözlü izin alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistiklerden yüzde, ortalama standart sapma, tek değişkenli analizlerden Ki-kare ve Man Whithney-U testi kullanılmıştır. Bağımsız değişkenlerin Üİ üzerine birlikte etkisi çok değişkenli analizlerden Lojistik Regresyon Modeli Backward Stepwise yöntemiyle ile yapılmıştır. Bulgular: Çalışmada kadınların yaş ortalamasının 29.2 olduğu, %53.0'ünün okur-yazar olmadığı, tarım işçiliği sürelerinin 15.3 yıl ve tarlada çalışma sürelerinin günlük 12.1 saat olduğu belirlenmiştir. Kadınların %56.0'sında Üİ (%21.7'sinde stres inkontinans, %7.0'sinde sıkışma tip inkontinans, %27.3'ünde mikst tip inkontinans) olduğu ve bunlardan sadece %21.4'ünün tedavi aldığı belirlenmiştir. Tedavi alan kadınların tamamı sadece ilaç tedavisi aldığını; tedavi almayanların ise %50.0'si Üİ sorununu normal bir durum olarak karşıladığını, %28.8'i utanma, korku, sağlık personeline güvenmeme nedeniyle tedavi alamadığını ifade etmiştir. Çalışmada tek değişkenli analizlerde istatistiksel olarak anlamlı fark yaratan medeni durum, eğitim, yaş, BKİ, MTİ olarak çalışma süresi, düşük, zor doğum eylemi, iri bebek doğumu, düzenli adet görme, menopoza girme, kronik hastalık, sürekli öksürük, konstipasyon, son bir yıl içinde üriner enfeksiyon geçirme, uterus prolapsusu, sistosel, hemoroid değişkenleriyle lojistik regresyon modeli oluşturulmuştur. Lojistik regresyon analizinde, MTİ kadınlarda Üİ riskini evli olmanın 3.5 kat, öksürük şikayeti olmanın 6.7 kat ve sistoselin 2.9 kat artırdığı belirlenmiştir. Sonuç ve Öneriler: Çalışma sonuçlarına göre MTİ kadınların yaklaşık yarısından fazlasında Üİ olduğu, ancak kadınların Üİ nedeniyle tedavi arama çabalarının düşük 134 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, MTİ kadınların Üİ riskini artıran çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, kadınlara Üİ bulguları, risk faktörleri, korunma ve tedavi gibi konularda eğitim verilmesi, inkontinansı olanların tedaviye yönlendirilmeleri önerilmiştir. Anahtar Kelimeler: Mevsimlik tarım işçisi, kadın, üriner inkontinans, üriner inkontinans risk faktörleri 135 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERİN UYKU ÖZELLİKLERİ VE DEPRESİF SEMPTOMLAR ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Gülçin NACAR1, Sermin TİMUR TAŞHAN1 1 İnonu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Araştırma gebelerin uyku özellikleri ve depresif semptomlar arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma hastane temelli, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı bir çalışmadır. Araştırma, ülkenin doğusunda bulunan Malatya ilindeki bir devlet hastanesi gebe polikliniklerinde gebelik haftası 28 ve üzerinde olan gebeler ile 1 Aralık 2014-30 Mart 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür. Örneklemi araştırmaya alım ölçütlerine uyan, yapılan güç analizine göre 0,05 etki büyüklüğünde ve %5 yanılgı düzeyi ile belirlenen %95 güven aralığında %98 oranla evreni temsil gücüne sahip 436 gebe oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacı tarafından literatürden yararlanılarak geliştirilen Katılımcı Tanıtım Formu, Kadın Sağlığı İnisiyatifi Uykusuzluk Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Veriler, tanımlayıcı istatistik, ki-kare testi ve Backward Stepwise lojistik regresyon analizi kullanılmıştır. Araştırmada gebelerin %36’sında uykusuzluk, %38.1’ inde depresif semptomların bulunduğu saptanmıştır. Araştırmada uykusuzluk problemi olanların olmayanlara göre 1.64 kat, gebelikten önce ve gebeliğindeki uyku arasında fark yaşayanlarda yaşamayanlara göre 2.79 kat ve sabah dinlenmiş uyanmayanlarda uyananlara göre 2.59 kat depresif semptomların daha fazla olduğu saptanmıştır. Araştırmada uykusuzluk ile depresif semptomlar arasında ilişki olduğu, uykusuzluk problemi yaşayanlarda depresif semptomların daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Depresif semptomlar, uyku özellikleri, Kadın Sağlığı İnisiyatifi Uykusu 136 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARIN DOĞUMA YÖNELİK KULLANDIKLARI GELENEKSEL YÖNTEMLER VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Sermin TİMUR TAŞHAN1, Saadet BOYBAY KOYUNCU2 1 İnönü Üniversitesi 2 Adıyaman Üniversitesi Amaç: Araştırma kadınların doğuma yönelik kullandıkları geleneksel yöntemler ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, ülkenin doğusunda bulunan bir devlet hastanesinin postpartum servisinde vajinal doğum yapan 316 kadın ile yürütülmüştür. Veriler araştırmacı tarafından oluşturulan katılımcı bilgi formu ile toplanmıştır. Araştırmaya dahil edilme kriterleri miadında vajinal doğum yapma, gebeliğinde herhangi bir sağlık problemi olmama ve tek fetüse sahip olmadır. İstatistiksel analizlerde yüzde, ortalama, bağımsız guruplarda t Testi ve One Way Anova testleri kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada kadınların tamamı en az bir tane doğuma ilişkin geleneksel yöntem kullandığını belirtmiştir. Araştırmada kadınların doğuma yönelik kullandığı geleneksel yöntemlerin ortalama 2.52±1.18 olduğu saptanmıştır. Araştırmada ileri yaşta, gebelik sayısı fazla, çekirdek aile tipine sahip olan ve düşük deneyimi olmayan kadınların daha fazla geleneksel yöntem kullandıkları saptanmıştır (p<0.05). Kadınların doğum ağrısını azaltmak için kullandıkları geleneksel yöntemlerin sırasıyla kuran okumak, muska kullanmak ve türbelere gitmek ya da gitmemek olduğu doğum eylemini hızlandırmak için kullandıkları geleneksel yöntemlerin ise karna sabun sürmek, çeşitli sebzeler yemek, eş ile sık ilişkiye girmek ve yumurta tozu yemek olduğu saptanmıştır. Kadınların %84.8’inin geleneksel yöntemleri sosyal çevreden öğrendiklerini, %75.3’ü eşinin geleneksel yöntem kullanmalarını onayladığını belirtmiştir. Sonuç: Araştırmada kadınların doğum sürecini değiştirmek için hala yüksek oranlarda geleneksel yöntem kullandıkları görülmektedir. Kadınların kullandıkları geleneksel yöntemlerin bazıları sağlık için risk oluşturmazken, karna sabun sürmek ve yumurta tozu yemek gibi uygulamaların sağlık için risk oluşturabilmektedir. Kadınların daha çok geleneksel yöntemleri sosyal çevrelerinden öğrenmeleri ve eşlerinin büyük oranda geleneksel yöntemleri onaylaması geleneksel yöntem kullanımının ileriki zamanlarda da yaygınlığını koruyacağını göstermektedir. Anahtar kelimeler: Doğum, geleneksel Yöntem, etkileyen faktörler 137 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNELERİN EMZİRME KONUSUNDA UYGULAMALARI VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Kıymet YEŞİLÇİÇEK ÇALIK1, Fatma COŞAR ÇETİN2, Reyhan ERKAYA3 1Yrd. Doç. Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Trabzon,Türkiye. 2 Yrd. Doç. Dr. İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü,İstanbul, Türkiye. 3Öğr. Gör. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Trabzon,Türkiye. Tanımlayıcı olarak planlanan çalışma annelerin emzirmeye başlamasını, sürdürmesini, emzirme konusundaki uygulamalarını ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışmanın örneklemini Trabzon Tıp Fakültesi Farabi Hastanesinde Çocuk Polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 19-45 yaş arası 401 anne oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafında literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu ile yüz yüze uygulanarak elde edilmiştir. Veriler SPSS 22.0 programıyla analiz edilerek, grupların karşılaştırılmasında ki-kare testi kullanılmış ve istatistiksel anlamlılık düzeyi p< 0,05 olarak kabul edilmiştir. Annelerin %66,1’i anne sütü ve emzirme konusunda eğitim almış, %45,6’sının doğumdan sonra ilk yarım saat içinde emzirmeye başlamış, %76,3’ü doğumdan sonra ilk besin olarak anne sütü, %14,0’ü ise formül mama vermiştir. Annelerin %72,8’i bebeklerini her istediğinde, %74.3’ü her seferinde 15dk dan fazla bir süre emzirdiğini ancak sadece % 9,0’ı ilk altı ay sadece anne sütü verdiğini belirtmiştir. Altı aydan daha az anne sütü veren annelerin %27,5’i bebeğin emmeyi bırakmasını, %26,0’ı ise anne sütünün yetersiz olmasını neden olarak göstermiştir. Annelerin %52,6’sı 4-5. aylarda ek gıdalara başladığını, %58,1’i ek gıda olarak su ve formül mama verdiğini, %45,4’ünün biberon, %44,9’unun emzik kullandığı ve %12,2’sinin ise anne sütüne eş değer mama olduğu fikrine katıldığını belirtmiştir. Annelerin yaşı, öğrenim düzeyi, çalışma durumu, aile yapısı, antenatal izle sıklığı, anne sütü ve emzirme ile ilgili eğitim alma durumu ve yaşayan çocuk sayısı arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Annelerin ilk altı ay sadece anne sütü verme oranlarının düşük olduğu, erken dönemde ek gıdalara başladığı ve biberon/emzik kullanma alışkanlıklarının yaygın olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Anne sütü, ek gıda, emzirme, Türkiye. DOĞUM EYLEMİNDE SIK YAPILAN MÜDAHALELERİN ANNE MEMNUNİYETİNE ETKİSİ 138 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Kıymet YEŞİLÇİÇEK ÇALIK1, Özlem KARABULUTLU2, Canan YAVUZ3 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü 2 Kafkas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü 3 Kars Toplum Sağlığı Merkezi Amaç: Günümüzde doğuma ilişkin temel yaklaşım; doğumun fizyolojik bir süreç olduğu ve çok az düzeyde tıbbi girişim gerektirdiğidir. Ancak bugün bu görüşün aksine hala doğumda tıbbi müdahalelerin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışma hem doğum eyleminde sık yapılan müdahalelerin doğum eyleminde anne memnuniyetine etkisinin incelenmesi hem de doğum eyleminin yönetimine ilişkin kararlar konusunda kanıta dayalı öneriler sunmak amacıyla planlanmıştır. Method: Mayıs-Aralık 2015 tarihleri arasında Kars Harakani Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde gerçekleştirilen bu tanımlayıcı çalışmanın örneklemini 351 lohusa oluşturdu. Veriler amacına uygun hazırlanmış anket formu ve Doğumda anne memnuniyeti ölçeği ile toplandı. Verilerin analizinde, ölçeğin normallik dağılımına bakıldı (Kolmogorov - Smirnov), ölçek puanları normal dağılıma sahip olmadığı için (p<0,05) non parametrik testler uygulandı. Tanımlayıcı istatistiksel metotların (Frekans, Yüzde, Ortalama, Standart sapma) yanı sıra Mann Whitney U testi kullanıldı. Sonuçlar % 95 güven aralığında değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda doğum yapan annelerin memnuniyet ortalama puanı 139,59 ± 29,02 olarak düşük bulundu. Kadınların %80.6’sına lavman, %70.7’sine indüksiyon, % 95.4’üne NST, % 54.7’sine fundus üzerinden elle kontraksiyon takibi, %92.3’sine doppler veya fetoskop ile ÇKS dinleme, %72.9’una tuşe/vaginal muayene (4 ve üzeri), %31.9’una amniotomi, %31.3’üne ağrı kontrolü amaçlı ilaç, %74.9’una üne intravenöz sıvı, %80.3’üne sıvı/besin kısıtlanması, %68.9’una epizyotomi, %74.6’sına kapalı glottis tarzı ıkındırma ve %43.3’üne fundal bası uygulandı. Doğum eyleminde indüksiyon (p=0,005<0,05), NST (p=0,021<0,05), fundus üzerinden elle kontraksiyon takibi yapılan (p=0,024<0,05), abdomen üzerinden sıklıkla ÇKS dinlenen (p=0,021<0,05), hareket kısıtlılığı uygulanan (p=0,000<0,05), 4 ve üzeri tuşe/vaginal muayene (p=0,001<0,05), farmakolojik ağrı kontrolü sağlanmayan (p=0,007<0,05), intravenöz sıvı takılan (p=0,034<0,05), epizyotomi uygulanan (p=0,004<0,05), valsalva tipi ıkındırılan (p = 0,000 <0,05), fundal bası (p=0,007<0,05) ve sıvı/besin alımı kısıtlanması yapılan (p=0,014<0,05) kadınların memnuniyetlerinin düşük olduğu belirlendi. Sonuç: Çalışmamızda doğum eyleminde tıbbi girişimlerin yüksek oranlarda uygulandığı ve doğuma yapılan müdahalelerin, doğum deneyiminden duyulan memnuniyeti olumsuz yönde etkilediği düşünülmektedir. Bu sonuçlara dayanarak her doğumda rutin uygulanan birçok girişimin yeri ve önemi kanıta dayalı olarak yeniden sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Doğum, doğum eyleminde sık yapılan müdahaleler, doğumda anne memnuniyeti DOĞUM EYLEMİNDE RUTİN YAPILAN MÜDAHALELERİN DOĞUM SONU KONFOR DÜZEYİNE ETKİSİ 139 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Kıymet YEŞİLÇİÇEK ÇALIK1, Özlem KARABULUTLU2, Canan YAVUZ3 1 Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Trabzon, Türkiye 2 Kafkas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Kars, 36100, Türkiye 3 Kars Toplum Sağlığı Merkezi, Kars, Türkiye Amaç: Bir doğum eyleminde gerçek tıbbi bir sebep yokken istisnasız herkese yapılan rutin müdahaleler hem doğumun gidişatını hem de doğum sonu annenin konforunu olumsuz etkilemektedir. Bu çalışma doğum eyleminde rutin yapılan müdahalelerin doğum sonu konfor düzeyine etkisini belirlemek amacıyla planlandı. Metod: Mayıs-Aralık 2015 tarihleri arasında Kars Harakani Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde gerçekleştirilen bu tanımlayıcı çalışmanın örneklemini 351 lohusa oluşturdu. Veriler amacına uygun hazırlanmış anket formuve Doğum Sonu Konfor ölçeği ile toplandı. Verilerin analizinde, ölçeğin normallik dağılımına bakıldı (Kolmogorov - Smirnov), ölçek puanları normal dağılıma sahip olmadığı için (p<0,05) non parametrik testler uygulandı. Tanımlayıcı istatistiksel metotların (Frekans, Yüzde, Ortalama, Standart sapma) yanı sıra Mann Whitney U testi kullanıldı. Sonuçlar % 95 güven aralığında değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda kadınların doğum sonu konfor ölçeği toplam puan ortalaması 118. 52±16.62 olarak orta düzeyde bulundu. Kadınların %80.6’sına lavman, %70.7’sine indüksiyon, % 95.4’üne NST, % 54.7’sine fundus üzerinden elle kontraksiyon takibi, %92.3’sine doppler veya fetoskop ile ÇKS dinleme, %72.9’unavaginaltuşe (4 ve üzeri), %31.9’una amniotomi, %31.3’üne ağrı kontrolü amaçlı ilaç, %74.9’unaintravenöz sıvı, %80.3üne sıvı/besin kısıtlanması, %68.9’una epizyotomi, %74.6’sına valsalva tipi ıkındırma, %43.3’ünefundal bası uygulandı. Doğum eyleminde NST (p=0,010<0,05), vajinal tuşe (4 ve üzeri) (p=0,031<0,05), epizyotomi (p=0,001<0,05), fundal bası uygulanan (p=0,006<0,05), intravenöz sıvı takılan (p=0,000<0,05), sıvı/besin alımı kısıtlanması yapılan (p=0,000<0,05), valsalva tipi ıkındırılan (p=0,004<0,05), doğum sonrası ağrı kesici ilaç uygulanmayanlarda (p=0,002<0,05)ve doğum sonu kanama kontrolü yapılan (p=0,011<0,05) kadınların doğum sonu konfor düzeylerinin düşük olduğu belirlendi. Sonuç: Çalışmamızda doğum eyleminde yüksek oranlarda yapılan rutin müdahalelerin doğum sonu konfor düzeyini olumsuz yönde etkilediği belirlendi. Anahtar Kelimeler: Doğum, doğum eyleminde yapılan rutin müdahaleler, doğum sonu konfor KADINDA OVULASYON İZLEM YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tuba GÜNER EMÜL1, Zehra DURNA2 140 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 1 Mersin Üniversitesi 2 istanbul bilim üniversitesi Amaç: Doğurganlık bilinci kapsamında fertil dönemlerin bilinmesi, istenmeyen gebeliklerin önlenmesi ya da gebe kalınması konusunda çiftlere yardımcı olur. Çiftlerin ovulasyon izlem yöntemlerini ne kadar ve nasıl bildikleri konusunda hemşirelerin/ ebelerin bilgi sahibi olması onların verdikleri danışmanlık ve eğitici rollerini kullanırlarken önemli bir kaynak olup bireylerin bu yöntemleri etkin kullanmalarını sağlayacaktır. Bu çalışma Mersin Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kadın Doğum polikliniklerine başvuran kadınların ovülasyon izlem yöntemlerine ilişkin bilgi ve uygulama durumlarını saptamak amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya katılmayı kabul eden kadınlara araştırmacı tarafından literatür taranarak hazırlanan anket formu yüz-yüze görüşme tekniği ile uygulandı. Veri toplama öncesi kurum izinleri ve kadınlardan bilgilendirilmiş sözlü onam alındı. Veriler SPSS (20.0 versiyon) istatistik programı ile analiz edilmiştir. Bulgular ve Sonuç: Çalışmamızda ki kadınların yaş ortalaması, 28,1 ± 6,0 olup, %45,1 (n=333)’ inin ilköğretim mezunu olduğu saptandı. Kadınların %60,1 (n=445)’inin ovülasyon izlem yöntemlerine ilişkin bilgisinin olduğu belirlenmiş olup en fazla olarakta %44,1’inin (n=414) takvim yöntemini bildikleri saptandı. Araştırmaya dahil olan kadınların %48,2’si (n=357) ovulasyon izlem yöntemlerinden en az bir tanesini kullandıkları yine en fazla kullandıkları yöntemin takvim yöntemi %93,2 (n=333) olduğu belirlendi. Anahtar Kelimeler: Ovülasyon izlem yöntemleri, Doğurganlık bilinci, Fertil günler, Danışmanlık rolü, Hemşire ZORUNLU GÖÇ OLGUSUNDA İHMAL EDİLEN ALANLARDAN BİRİ: KADIN RUH SAĞLIĞI Erman YILDIZ1, İlksen Orhan ERGİN1 141 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Göç deneyimi; istekli yada isteksiz, geçici ya da sürekli olabildiği gibi bireysel ya da grup şeklinde de gerçekleşebilir, fakat bu durumlar ruhsal sorunlarla ilişkili olmasına engel değildir. Göçün sorunlu ve zorunlu olduğu durumlarda göç eden pozisyonundaki bireyler, yerel nüfusun istemediği "kirli, tehlikeli ve aşağılayıcı" işlerle alakası olan kişiler olarak algılanabilir. Aynı zamanda göçmenler damgalanma, sağlıksız yaşam koşullarıyla beraber sömürücü çalışma temposuyla; devlet sağlık bakımı ve diğer sosyal hizmetlere sınırlı erişim deneyimi yaşayabilirler. Gebe veya doğum sonrası dönemde göç eden kadınlar, bu dönemde sağlık ve psikososyal ihtiyaçlar nedeniyle savunmasız bir grubu oluşturur. Göçmenlere verilen tıbbi ve antenatal hizmetler çoğunlukla sivil toplum örgütleri tarafından sağlanmaktadır. Ne yazık ki göçmenlere sunulan ruh sağlığı hizmetleri, acil bakımla sınırlıdır. Göçmen kadınların ruh sağlığını etkileyen faktörler arasında; göç edilen yeni yerleşim yerindeki farklı yaşam biçimi, kültürel uyum problemleri, lisan engeli, yetersiz sosyal destek, maddi zorluklar ve zor çalışma şartları gibi unsurların olduğu görülür. Söz konusu bilgi ve deneyimlerden hareketle, göçmen kadınların yaşamlarında, karşı karşıya kaldıkları ruhsal durumların ulusal ve uluslararası çalışmalar nispetinde incelenmesinin sağlık profesyonellerine fayda sağlayacağı görülmektedir. Bu sebeple bu araştırma bugüne kadar Türkiye’de ve dünyada ‘Google Akademik’ ve ‘Pubmed’ veri tabanlarında yayınlanan çalışmalarda ‘Kadın/woman, göç/migration, ruh sağlığı/mental health’ anahtar kelimeleri kullanılarak incelemeler yapılmıştır. İncelenen çalışmalar sonucunda; göçmen kadınların başta anksiyete, depresyon, PTSB, intihar ve şizofreni gibi psikiyatrik bozukluklar açısından yüksek risk altında oldukları ve sağlık sisteminin bel kemiğini oluşturan ebe ve hemşirelerin, göçmen kadınların ruh sağlığı ve doğurganlıkla ilgili sorunlarını çözmede, anahtar rolleri olduğu sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kadın/woman, göç/migration, ruh sağlığı/mental health 142 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM SONRASI RUHSAL DURUMLAR VE KANIT DÜZEYLİ YAKLAŞIM Erman YILDIZ1, İlksen ORHAN ERGİN2 1 Arş. Grv., İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, 2 Arş. Grv., İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Birçok kadın, doğum ve doğumdan sonraki sürece kolay ve hızlı oryante olurken, kadınların bir bölümünde orta düzeyde de olsa psikiyatrik belirtiler görülebilir. Bazen bu belirtiler bazı kadınlarda hastaneye yatmayı gerektirecek oranda ağır seyredebilir (Demir, Şentürk, Çakmak, & Altay, 2016). Gebelik ve doğum sonrası dönemde annede gelişen herhangi bir ruhsal hastalık sadece annenin sağlığını etkilemekle kalmaz, çocuğun gelişimini, psikososyal durumunu ve anne-bebek etkileşimini de olumsuz etkiler (Dilbaz & Aslı, 2007). Doğum sonrası annelerin %50-80’inde huzursuzluk, uykusuzluk, yorgunluk ve ağlama krizleri doğumu takip eden ilk haftada genellikle hafif düzeylerde görülebilir (Kara, Çakmaklı, Nacak, & Türeci, 2001). Alan yazınında doğum sonrası psikiyatrik problemler incelendiğinde; postpartum hüzün (blues), postpartum depresyon ve postpartum psikoz gibi durumlarla karşılaşılır. Ancak bu psikopatalojilerin içinde en çok üzerinde durulan durumun postpartum depresyon olduğu görülür (Karamustafalıoğlu & Tomruk, 2000). Annelik hüznü doğumu takiben 48 saat içinde ortaya çıkar, semptomlar (ağlama, umutsuzluk, anksiyete ve konsantrasyon bozukluğu) yaklaşık 2 hafta sürer. Postpartum depresyon, annelik hüznünden daha sonraki dönemde başlayarak birkaç aya kadar devam eden ve çoğunlukla akşama doğru kötüleşme eğilimi olan bitkinlik, irritabilite, iştah kaybı, uyku bozuklukları, libido azalması gibi belirtilerle seyreder. Doğum sonu gelişen melankoli veya depresif psikoz ise, depresif duygudurumunun ağırlaşmış bir şeklidir. Bu olgularda, bebeğe karşı ilgi eksikliği ya da reddetme ve bebeği öldürme ya da zarar verme korkusu görülebilir. Semptomların oluşması çoğunlukla doğum sonrası ilk birkaç gün sonrası gelişir ancak daha geç de oluşabilir (Karamustafalıoğlu & Tomruk, 2000). Bu durumların yanı sıra annede gebelik öncesi psikiyatrik bozukluk öyküsü de söz konusu ise bu postpartum dönemde alevlenebilir ya da şiddeti artabilir (Irving & Saylan, 2007). Söz konusu bilgilerden hareketle, postpartum sonrası ruhsal durumun kritik, kırılgan ve risk dolu bir süreç olması sebebiyle başta ebeler olmak üzere sağlık profesyonellerine önemli rollerin düştüğü görülmektedir. Bu süreci sağlıklı bir şekilde geçirebilmek için etkisi kanıtlanmış geçerli bilgi ve müdahalelerin devreye girmesinin yanı sıra bu bilgi ve becerilerin profesyonel olan meslek gruplarınca tatbik edilmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu noktada, mevcut durumla birlikte önleme ve tedavi etmeye dair müdahale çalışmalarının kanıt düzeyinde hangi öğelerden oluştuğunun bilinmesinde, postpartum sürecindeki annelere yararlı katkılar sunacağı görülmektedir. Kanıt konusunda, sistematik incelemeler ve meta analizler en güvenilir kaynaklardır. Sistematik incelemelerden elde edilen veriler değerlendirilir, eğer uygunsa meta analiz yöntemleri uygulanabilir. Meta analiz çalışmasında, ilgili konuda çok sayıda araştırmanın verileri toplanıp tekrar analiz edilerek kanıt üretecek şekilde sonuçlar tespit edilebilir (Stuart, 2005). Bu bilgilerin ışığında bu araştırma, postpartum sonrası ruhsal durumlar ile ilgili günümüz bilgi seviyesinin durumu ve bu konuda kanıta dayalı uygulamaların neler olduğunu belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kanıt düzeyinde çalışmaların yayınlandığı Cochrane veri tabanında İngilizce olarak 143 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey yayınlanmış, “postpartum”, “postnatal” ve “mental health” anahtar kelimeleriyle; tam metnine ulaşılabilen çalışmaların incelenmesi yoluyla gerçekleştirilmiştir. İncelenen müdahale çalışmalarından olan; toplamda 956 anneyi içeren ve birbirinden bağımsız dokuz çalışmayı kapsayan meta analizde, psikososyal (mesela akran desteği, direktif dışı danışmanlık) ve psikolojik (örneğin bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve kişiler arası psikoterapi) müdahalelerin postpartum depresyon belirtilerini azaltmada etkili olduğu saptanmıştır (Dennis & Hodnett, 2007). Toplamda 73 katılımcıyı içeren ve gebelik sırasında veya doğum sonrası erken dönem antidepresan tedavisinin etkinliğini belirlemek için yapılan derleme çalışmasında; postpartum depresyonun önlenmesinde doğumdan sonra verilen antidepresanların etkinliği konusunda açık bir delil bulunmamış olup postnatal depresyonun profilaksisinde önerilemeyeceği sonucuna varılmıştır (Howard, Hoffbrand, Henshaw, Boath, & Bradley, 2005). Postpartum depresyonunun önlenmesi için gerekli olan diyet takviyelerini belirlemek amacıyla yapılan derleme çalışmasının sonucunda, doğum sonrası depresyonun önlenmesi için selenyum, dokosaheksanoik asit (DHA), ikosapentaenoik asit (EPA) veya başka herhangi bir diyet takvimi tavsiye edecek kadar yeterli kanıt bulunamamıştır (Miller, Murray, Beckmann, Kent, & Macfarlane, 2013). Genel olarak müdahale çalışmalarının oldukça sınırlı olduğu söylenebilir. Müdahalelerin etkinliği konusunda ise, kanıt düzeyi yüksek çalışmaların yeterli olmadığı, nitelik ve nicelik kapsamında arttırılması gerektiği fikri ön plana çıkmaktadır. Doğum sonrası ruhsal durumun korunması ve tedavisinde sağlık profesyonellerinin geçerli bilgi ve becerilerden haberdar olması ve klinik uygulamalarında kullanmalarının anne-bebek etkileşiminin sağlığını koruyacak dolayısıyla aile sağlığının sürdürülmesine önemli katkılar sağlayacağı açıktır. Anahtar Kelimeler: Postpartum, postnatal, mental health. 144 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DOĞUM DENEYİMİ VE TERCİHLERİ Kübra EVGİN* Filiz OKUMUŞ** *Özel Adana Medline Hastanesi, Ebe **İstanbul Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Ebelik Bölümü, Amaç: Tüm dünyada son yıllarda sezaryen kullanımı açısından gittikçe artan bir eğilim söz konusundur. Türkiye, bu durumdan oldukça fazla etkilenmiştir. Günümüzde Türkiye, dünyada sezaryen oranı en yüksek olan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye Kadın Sağlığı Araştırması (2014)’na göre kadınların sezaryen tercihlerinde sağlık çalışanlarının tavsiyesinin de yer aldığı bildirilmiştir. Sezaryen gerekli olduğunda uygulandığında hayat kurtarıcı bir operasyon olmasına rağmen isteğe bağlı sezaryenin hem anne hem de bebek açısından bir takım olumsuz komplikasyonlara sahip olduğu konusunda Amerikan Jinekoloji ve Obstetri Birliği ve Royal College of Midwives fikir birliği içerisindedir. Kadınlar gebelikleri esnasında doğumun nasıl olacağı konusunda oldukça fazla endişe yaşamaktadır ve gerek gebelik gerekse doğum esnasında sağlık çalışanlarının yaklaşımları onların doğum deneyimlerini de etkilediği düşünülmektedir. Bu düşünceden yola çıkılarak bu çalışmada, kadın-doğum alanında çalışan sağlık çalışanlarının doğum deneyimi ve tercihlerini belirleme amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan çalışma, Adana ve Siirt illerinde bulunan kamu hastanelerinde Ocak-Aralık 2015 tarihleri arasında yapılmıştır. En az bir yıl kadın-doğum alanında görev yapan ya da staj gören Adana’dan 170 (%52.3), Siirt’ten 155 (%47.7) olmak üzere toplam 325 sağlık çalışanı araştırmaya dâhil edilmiştir. Veri toplama formu olarak araştırmacılar tarafından literatür taranarak hazırlanan 20 soruluk veri toplama formu kullanılmıştır. Veriler, SPSS 20.0 programında sayı, yüzdelik, kikare testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının yaş ortalaması 25.2 6.8 (min: 16max:50) olup çoğunluğu 16-27 yaş aralığında ve %18.8’i erkek sağlık çalışanıdır. Araştırmaya dâhil olan sağlık çalışanlarının %18.5’i doktorlardan, %33.5’i ebeler ve kadın doğum hemşirelerinden, %48’i ise stajyer öğrencilerden oluşmaktadır. Katılımcıların %24.3’ü sağlık meslek lisesi mezunu, %61.2’si lisans, %4.3’ü yüksek lisans ve %10.2’si doktora mezunu olan sağlık çalışanlarından oluşmaktadır. Eğitim durumuna göre örneklem dağılımında lisans mezunu olan sağlık çalışanları daha çok yer almıştır. Sağlık personelinin haftalık çalışma saati 6-144 arasında değişmekte olup ortalaması yaklaşık olarak 43 saattir. Araştırmaya dâhil olan sağlık çalışanlarının kendilerinin ya da eşlerinin daha önce doğum yapıp yapmadıklarına ilişkin frekans dağılımları; %30.5’i kendisi ya da eşi doğum yapan sağlık çalışanından olurken, %69.5’i kendisi ya da eşi daha önce doğum yapmamış sağlık çalışanlarından oluşmaktadır. Kendisi ya da eşi doğum yaptığını belirten çalışanların %60.6’sı bir kez, %39.4’ü iki ve daha fazla doğum yapmıştır. Doğum yapanların %20.2’si müdahaleli doğum (indüksiyon, epizyotomi, vakum, vb.), %49.5’i sezaryen ile, %30.3’ü ise spontan doğum yaptığını belirtmiştir. Sağlık çalışanlarına “Türkiye’nin dünyada en yüksek sezaryen oranına sahip 3 ülkeden biri olduğunu biliyor muydunuz sorusu yöneltilmiştir ve %65.5’i bildiğini belirtirken, %27.7’si bilmediğini, %6.8’i ise kararsız kaldığını belirtmiştir. Araştırmaya dâhil olan sağlık personeline gebelere tavsiye ettikleri doğum türü sorulmuş buna göre, sağlık çalışanlarının %43.4’ü normal doğumu önerirken, %47.4’ü sezaryen olmalarını önerdiğini ifade etmiştir. Geriye kalan %9.2’si 145 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ise doğum hakkında tavsiyeler konusunda çekimser kaldığını belirtmiştir. Araştırmaya dâhil olan sağlık personeline “Sizce gebelik ve doğum, kadın hayatında neyi temsil ediyor?” sorusu sorulmuş ve buna göre, sağlık çalışanlarının %69.5’i gebelik ve doğumun kadın hayatındaki doğal fizyolojik bir süreç olduğunu, %24.0’ı patolojik olarak yaklaşılması gereken bir süreç olduğunu belirtmiştir. Örneklemin %6.5’i ise gebelik ve doğumun kadın hayatındaki temsilini diğer ifadeler ile yorumlamıştır. Sonuç: Kadın-doğum alanında çalışan sağlık çalışanlarında yapmış olduğumuz çalışma sonuçlarına göre; doğum yapan sağlık çalışanlarının sadece üçte biri spontan vaginal doğum yaptığı, diğerlerinin sezaryen ya da müdahaleli doğum yaptıkları ortaya çıkmıştır. Katılımcıların üçte biri Türkiye’nin dünyada en yüksek sezaryen oranına sahip ülkelerden biri olduğunu bilmediği ve her iki sağlık çalışanından birinin sezaryeni tavsiye ettiği belirlenmiştir. Buna rağmen çoğunluğu doğumun fizyolojik bir olay olduğunu kabul ederken dörtte birinin patolojik bir olay olarak algıladığı görülmüştür. Bu sonuçlar doğrultusunda; sağlık çalışanlarının sezaryen tercihleri hakkında daha çok araştırmaya ihtiyaç olduğu söylenebilir. Özellikle kadın-doğum alanında çalışan sağlık çalışanlarının doğum algıları değiştiğinde Türkiye’de sezaryen oranlarının azalması konusunda bir değişim sağlanabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelime: Doğum, Sezaryen, Sağlık çalışanı Tablo 1. Sağlık Çalışanlarının Tanımlayıcı Özellikleri Sayı (n=325) Yaşı [ort±s] 16-27 yaş arası 221 28-39 yaş arası 94 40 yaş ve üzeri 10 Kadın Cinsiyet Erkek 61 Eğitim durumu Sağlık Meslek Lisesi Lisans 199 Yüksek Lisans 14 Doktora 33 40 saate ve daha Haftalık az çalışma süresi 40 saat üzeri 99 Cevapsız 22 Evet Doğum yapma durumu Hayır 226 Bir kez Doğum sayısı İki kez 26 Üç ve daha fazla kez 13 Müdahaleli Doğum şekli Doğum Sezaryen 49 Spontan Doğum 30 Yüzde (%) 25.2 ±6.8 (min=16, max:50) 68.0 28.9 3.1 264 81.2 18.8 79 24.3 61.2 4.3 10.2 204 62.8 30.5 6.8 99 30.5 69.5 60 60.6 26.3 13.1 20 20.2 49.5 30.3 146 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜREME ÇAĞINDAKİ KADINLARIN VAJİNAL DUŞ YAPMA DURUMLARI VE GENİTAL HİJYEN DAVRANIŞLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Öğr. Ebe Cansu ASLAN, Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Arş. Gör. Cemile ONAT KÖROĞLU, Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Adana Amaç: Bu çalışma üreme çağındaki kadınların vajinal duş yapma durumlarının vajinal infeksiyon üzerine etkilerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmanın evrenini 1 Mart – 1 Nisan 2017 tarihleri arasında Adana Kadın Hastalıkları ve Çocuk Hastanesi jinekoloji polikliniklerine başvuran kadınlar, örneklemini ise çalışmanın yapıldığı tarihler arasında jinekoloji polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden üreme çağındaki 15-49 yaş arasındaki kadınlar (n=200 ) oluşturmuştur. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 31 ± 0.1’dir. Kadınların %72.5’ inin ev hanımı olduğu, % 84’ünün çekirdek aileye sahip olduğu belirlenmiştir. Kadınların % 57’si vajinal duş yaptığını, vajinal duş yapanların %32’si bu uygulamanın sağlığa yararlı olduğunu ve vajinal duş yapanların % 80.9’u vajinal duş yapmayı kendi kendine uygulamaya karar verdiğini ifade etmiştir. Katılımcılar vajinal duş yapma nedeni olarak % 45.5’i dini nedenler, %31.5’i kaşıntılarını hafifletmek, %30.5’i kendisini iyi hissetmek ve %16.5’i eşini memnun etmek olarak ifade ettikleri görülmüştür. Vajinal duş hakkında sağlık personellerinden bilgi alma durumu ise %16’dır. Çalışmaya katılan kadınların Genital Hijyen Davranışları Envanteri puanı 102 olarak belirlenmiştir. Sonuç ve Öneriler: Araştırma sonucunda, katılımcıların genital hijyen davranışları olumlu olmakla birlikte vajinal duş yapma sıklığı da yarıdan fazladır ve uygulayanların üçte biri bunun yararlı olduğunu düşünmektedir. Kadınların vajinal duş hakkında bilgi sahibi olma durumu değerlendirildiğinde, sağlık personellerinden bilgi alma durumu düşük bulunmuştur. Bu sonuçlar ışığında kadınların vajinal duş hakkında sağlık personelleri tarafından bilgilendirilmesi önemlidir. Bu konuda sağlık hizmeti sağlanan her alanda ebelere oldukça önemli görevler düşmektedir. Üreme çağındaki kadınlara üreme sağlığı konularında eğitim ve danışmanlık yapılması ileri dönemlerde sağlık sorunlarının gelişmemesine katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Kadın sağlığı, vajinal duş, hijyen SAĞLAM ÇOCUK İZLEMİ VE EBELERİN ROLÜ 147 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 1Ebe Tuğçe Esra ÖZEL, 2Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ 1 Samiye Nadiye Erdem Aile Sağlığı Merkezi, Adana 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Adana Çocuk hastalıklarını sadece tedaviye yönelik sağlık hizmetleri ile önlemek mümkün olmamaktadır. Son yıllarda dünyada çocuklara yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ağırlık kazanmaktadır. Bu koruyucu sağlık hizmeti prekonsepsiyonel dönemden başlayarak çocukluk yaş dönemi sonu sayılan 18 yaşına kadar sürer. Prekonsepsiyonel bakım ve danışmanlık, düzenli gebelik bakımı, genetik danışma, doğumun en uygun koşullar altında gerçekleştirilmesi, yenidoğan bakımı, tarama testleri, anne sütüyle beslenmenin sağlanması, uygun ek gıdalara zamanında geçilmesi, aşılama ve çocuklarda psiko-motor gelişimin değerlendirilmesini koruyucu hizmetleri arasında sıralamak mümkündür. Koruyucu sağlık hizmetleri annelerin bilinçlendirilmesi ve çocukların eğitilmesini de kapsamaktadır. Sağlam çocuk izlemi, temel sağlık hizmetlerinin en önemlisidir. Birinci basamak sağlam çocuk poliklinikleri ve özel muayenehanelerde sağlam çocuk izlemi, yapılmaktadır. Ebelere çocuk izlemleri konusunda önemli görevler düşmektedir. Prekonsepsiyonel dönemde başlayan bakım ve danışmanlık hizmetlerini, düzenli ve kaliteli gebelik ve bebek izlemleri takip etmelidir. Doğum öncesi ve doğum sonrası çocuk izlemlerinin bebeklerin sağlıklarını geliştirici ve koruyucu etkisi bulunmaktadır. Uygun protokollerle yasal olarak yürütülen çocuk izlemleri sağlıklı toplumlar ve nesiller için anahtar rolündedir. Birinci basamakta hizmet veren ebelerin çocuk izlemlerinde aktif rol oynadığı görülmektedir. Bu konuda ebelerin kendilerini daha fazla geliştirmesine olanak sağlanmalıdır. Ebeler hizmet içi eğitimler ve bu konulardaki bilimsel etkinliklere katılarak bilgilerini güncellemeli ve uygulamaya yansıtmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sağlam çocuk, çocuk izlemi, ebenin rolü 148 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBE KADINLARIN GEBELİKTE BESLENME KONUSUNDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİ VE BESLENME DURUMU Öğr. Ebe Türkan Özge KATİPOĞLU, Doç. Dr. Şule GÖKYILDIZ SÜRÜCÜ, Arş. Gör. Cemile ONAT KÖROĞLU, Arş. Gör. Dr. Burcu AVCIBAY VURGEÇ Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Adana Amaç: Bu araştırma kadınların gebelikte beslenme konusundaki bilgi düzeylerini ve beslenme durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmanın evrenini 1 Mart – 1 Nisan 2017 tarihleri arasında Adana Kadın Hastalıkları ve Çocuk Hastanesi gebe polikliniklerine başvuran gebeler, örneklemini ise çalışmanın yapıldığı tarihler arasında gebe polikliniğine başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden sağlıklı gebeler (n=150) oluşturmaktadır. Bulgular: Gebelerin yaş ortalaması 25±0.49’dur. Katılımcıların %40’ının ilkokul mezunu olduğu, %88’inin ev hanımı olduğu, %55.3’ünün gelir durumu kötü olarak ifade ettiği görülmüştür Katılımcıların %96.7’si gebelikte hekim kontrolünden geçtiği ve %94’ünün aynı zamanda ebe tarafından da izlemi yapıldığı belirlenmiştir. Gebelerin %88’sinin ailesi beslenmesine destek verdiğini belirtmiştir. Gebelerin %61.3’ü gebelikte beslenme ile ilgili bilgi almamıştır. Gebelikte beslenme konusunda bilgi alanların; 32.7’si doktor, %11.3’ü ebe, %11.3’ü internet, %8.2’si televizyon ve %2’si aile büyükleri ve %1.3’ü diyetisyenden bilgi almıştır. Katılımcıların %76’sı anne beslenmesini çocuğun sağlığını etkilediğini düşündüğünü belirtmiştir. Katılımcıların %62.7’sinin gebelik öncesi folik asit kullanmadığı bulunmuştur. Gebelerin %61.3’ü üç ve daha fazla öğün şeklinde beslenmekte ve öğünlerinde et, yumurta, baklagiller, taze meyve ve sebze, ekmek ve tahıl türü besinleri büyük oranda tüketirken en az süt ve süt ürünlerini tükettiklerini ifade etmişlerdir. Sonuç ve Öneriler: Elde edilen çalışma sonuçlarına göre gebelerin gebelikte beslenme konusunda yeterince bilgiye sahip olmadıkları görülmüştür.Gebelerin düzenli takip ve izlemleri yapılırken beslenme konusunda bilgi gereksinimlerinin çok fazla karşılanmadığı saptanmıştır. Toplum sağlığının temelini oluşturan sağlıklı gebelikler için gebelikte beslenme durumu oldukça önemlidir. Bu konuda özellikle 1. Basamakta çalışan ebelere oldukça önemli görevler düşmektedir. Gebelik düşünen çiftler mutlaka gebelik öncesi dönemde değerlendirilmeli ve gebelik süresince yapılan izlem ve bakımlarda gebelikteki beslenme durumu düzenli olarak takip edilmeli, eğitim ve danışmanlık yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Gebelik, beslenme, bilgi 149 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey POSTERLER 150 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey CİNSEL TABULAR VE EBELİK Fulya BATUHAN*, Tuba KIZILKAYA** *İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 3. Sınıf Öğrencisi **İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi ÖZET Giriş/Amaç Cinsel tabular cinsellikle ilgili konuların “ayıp, gizli ve yasak” gibi kavramlarla bütünleştirilip üzerinin örtülmesidir. Türk toplumunda cinsellik, tabu olarak görülmektedir. Cinsel tabular bireylerde cinsellikle ilgili sorunlara yol açabilmektedir. Bu derlemede cinsel tabular ve ebelerin cinsel tabuların önlenmesindeki yeri incelendi. Cinsel Tabular ve Nedenleri Türk toplumunda cinsel tabu olarak en başta “bekaret” kavramı yer almakla birlikte “evlilik öncesi cinsel ilişki”, “eşcinsellik”, “mastürbasyon”, “gebelik-lohusalık döneminde cinsel ilişki” ve “oral-anal seks” gibi tabulara rastlanır (CETAD, 2006; Derya ve ark., 2017). Hayatın olağan bir parçası olan ve her bireyin temel hakkı olarak kabul edilen çok boyutlu cinsellik kavramı, genellikle kültürel yapı ve dini inançlar nedeniyle tabu haline gelir (Bozdemir ve Özcan, 2011). Toplumsal cinsiyet rolleri tabularla ilişkilidir (Esencan ve Beji, 2015). Toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi olmayan tutum, cinsel tabulara zemin hazırlar. Bu tutum çerçevesinde kadınlar çocukluk döneminden itibaren baskıya ve muhafazakar yaklaşıma maruz kalırken erkekler ise daha çok ayrıcalığa ve serbestliğe sahiptir (Civil ve Yıldız, 2010; Dökmen, 2012). Dolayısıyla her iki cinste de cinsel tabular çocukluk döneminden itibaren edinilmeye başlar (Bilgin ve Kömürcü, 2016). Ancak bu durum en çok kadınlar üzerinde bir baskı oluşturur (Civil ve Yıldız, 2010). Cinsellikle ilgili konuşulmayan konular bireylerin yanlış veya yetersiz bilgi kaynaklarına başvurmasına neden olur. Bu durum da bireylerin cinsellikle ilgili tutumlarını olumsuz yönde etkilediği gibi vajinismus ve disparoni gibi cinsel sorunlara da yol açabilmektedir. Ayrıca cinsel tabular bireylerin cinsellikle ilgili sorunlarını ifade etmesine ve dolayısıyla sorunların çözülmesine de engel olur (Farnam ve ark., 2014). Cinsel Tabular ve Cinsel Sağlık Eğitimi Cinsel tabuların önlenmesinde, cinsellikle ilgili verilen eğitimler önemli bir yere sahiptir (Askew,2007). Ebeler 15-49 yaş kadın izlemi ve prekonsepsiyonel bakım çerçevesinde cinsel sağlık eğitiminde rol alabilecek kritik öneme sahip sağlık profesyonelleridir (Hoop-Bender ve ark., 2016). Sonuç Tabular cinsellikle ilgili olumsuz sonuçlara yol açar. Tabuların önlenmesinde eğitim gereklidir. Cinsellikle ilgili verilen eğitimde ebelerin, ön yargısız olması, tüm kültürel ve dini inanışlara saygılı olması ve hasta mahremiyeti konusunda özenli davranması önemlidir (Kömürcü ve ark. 2014). Ebelerin cinsellikle ilgili eğitimlerde yer alması, cinsel tabuların önlenmesinde katkı sağlayacağı öne sürülebilir. Anahtar kelimeler: Cinsellik, cinsel tabular, ebelik 151 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜLKEMİZDE ANNE DOSTU HASTANE MODELİ Öğr. Gör. Şeyma ÇATALGÖL1, Prof. Dr. Esin ÇEBER TURFAN 2 1. Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 2. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Amaç:Anne sağlığı hizmetlerinin niteliğini ve niceliğini artırarak, anne adaylarının güvenli, kaliteli doğum hizmetine ulaşmalarını sağlamak için ülkemizde “Anne Dostu Hastane” modeli tek kişilik doğum ünitelerinin oluşturulması esas alınarak, normal doğum oranlarını arttırmak, müdahale oranlarını azaltmak hedefiyle uygulamaya geçirilmiştir. Bu araştırma, anne dostu hastane modelinin esaslarını tartışmak amacıyla yapılmış bir literatür çalışmasıdır. Tartışma:Son yıllarda doğumların medikalizasyonu ve sezaryen oranlarındaki ciddi artış sebebiyle, bu durumu engellemeye yönelik önlemler alınmasını gerekli hale getirmiştir. Kanıta dayalı uygulamaların rehber alınması, kadınlara uygulanan gereksiz girişimlerin azaltılarak anne çocuk sağlığının korunması ve mortalite morbidite oranlarının düşürülmesi için Amerika’da başlatılan ve Türkiye’de uygulamaya geçirilen anne dostu hastane modeli ülkemizde 2015 yılından itibaren uygulanmaya devam etmektedir. İlk olarak Manisa ilinde hayata geçirilen programı takiben Bursa, İzmir, Ankara, Aydın illerindeki bazı sağlık kuruluşları da de anne dostu hastane olma kriterlerini sağlayarak, bu programa geçmişlerdir. Anne dostu hastane unvanı çalışmalarını tamamlayan ve bu programa geçmeye hazırlanan hastane sayısı her geçen gün artmaktadır. Anne dostu hastane olabilmek için sağlık kurumlarının sağlaması beklenen kriterler öncelikle güvenli, kaliteli gebelik izlemi ve doğum hizmetini tüm anne adaylarına sunmaktır. Verilen hizmet, gebelik dönemi, travay, doğum ve doğum sonrası bakım ve danışmanlık hizmetlerini kapsamalıdır. Kurumlarda poliklinik, eğitim, danışmanlık ve doğum hizmeti verilen ortamlar ulusal standartlara uygun hazırlanmalıdır. Lavman, traş, besin alımının kesilmesi, erken amniyotomi, sık tuşe, üretral kateter uygulaması gibi kanıta dayalı olmayan müdahaleler rutin olarak uygulanmamalıdır. Travayda hareket özgürlüğü olmalı, kadına eş/partner desteği sağlanmalıdır. Kadınların mahremiyetine özen gösterilmeli, hijyen ve konfor standartları yüksek tutulmalıdır. Hizmet sunumu için gerekli olan insan kaynakları ve lojistik destek optimum düzeyde olmalıdır. Acil obstetrik durumlarda sevk kriterlerine uyulmalıdır. Doğum hizmeti anne ve bebek odaklı olmalıdır. Hizmet sunanların bilgi ve beceri kapasitesini güçlendirmeye yönelik aktiviteler, eğitimler planlanmalı ve uygulanmalıdır. Verilen hizmetlerle ilgili gerekli kayıtlar tutulmalı ve düzenli aralıklara analizleri yapılarak hizmetlerin geliştirilmesinde kullanılmalıdır. Sonuç:Anne Dostu Hastane Modeli, kadınlara gerekli güven ve desteği vermeyi, doğumun normal bir süreç olduğununun vurgulanmasını, daha az tıbbi müdahale ile doğumları gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Kadına doğumda hareket özgürlüğü sunan, kanıta dayalı uygulamaları rehber alan bu yaklaşımların ülkemizde harekete geçirilmesiyle anne dostu hastane uygulamaları hız kazanmaktadır. Anahtar kelimeler : Anne dostu hastane modeli GEBELİĞİN 20.HAFTA SONRASI KANAMALARI 152 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Azade SARI Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Obstetrik kanamalar tüm dünyada maternal mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerindendir. Gebelikte vajinal kanamalar ikinci (14- 27. hafta) ve üçüncü (28. hafta- doğum) trimesterde daha nadirdir. Ancak antepartum kanama olarak adlandırılan ve doğum eylemi ve doğumla ilişkili olmayan 20. gebelik haftasından sonraki uterus kanamaları hem anne hem de fetusun yaşamını tehdit edecek şiddette olabilir. Bu nedenle erken fark ve müdahale edilmesi büyük önem arz etmektedir. Antepartum kanamalar tüm gebeliklerin %4- 5’ini komplike eder. Sebepleri ise plasenta previa (%20), abruptio plasenta (%30), uterus ruptürü ve vasa previadır. Bu derlemede gebeliğin yirminci haftasından sonra vajinal kanama ile gelen bir hastada klinik, ayırıcı tanı ve acil müdahale uygulamalarının tartışılması amaçlanmıştır. Anahtar kelimeler: Gebelik, Kanamalar, Hastane Öncesi Acil Bakım 153 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey YOKSULLUK VE KADIN SAĞLIĞI Gülçin NACAR, SERMİN TİMUT TAŞHAN İnonu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Toplumda yaşayan bazı sosyal kesimler; sağlık, eğitim hizmetleri ile kültürel olanaklardan ve bilgi iletişim teknolojilerinden yararlanmak açısından sosyal dışlanmayla karşı karşıya kalmaktadır. Bu kesim aynı zamanda yoksulluğun etkilerini de çok fazla hissetmektedir. Sosyal dışlanmaya maruz kalanlar; özellikle tarım sektörü ile geçici ve iş güvencesi olmayan işlerde çalışanlar, eğitimsizler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve özürlülerdir. Yapılan araştırmalar kadınların erkeklerden çok daha fazla yoksulluk yaşadığını göstermektedir. Yaşadıkları bu yoksulluk kadınları birçok yönden etkilemektedir. Genel sağlık durumuna etkilerinin yanı sıra kadının üreme sağlığı, sosyal yaşamdaki yeri, aile hayatı (özellikle çocuk yetiştirme süreci) yoksulluktan etkilenmektedir. Bu derlemenin amacı, yoksulluğun kadın sağlığı üzerine etkilerini açıklamaktır. Anahtar Kelimeler: Kadın, yoksulluk, sağlık, üreme sağlığı 154 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUMA HAZIRLIK SINIFINA KATILAN GEBELERİN YAŞADIĞI FİZİKSEL VE EMOSYONEL YAKINMALARIN DOĞUM ALGILARI ÜZERİNE ETKİSİ Tuğba YILMAZ ESENCAN1, Döne ERTUĞRUL ABBASOĞLU1.Özlem KARABULUT1, Ayça DEMİR YILDIRIM2,Seda KÜÇÜKOĞLU1,Fatma Deniz SAYINER3 1Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2 İstanbul Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi 3Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölüm Başkanı ÖZET Giriş: Gebelik ve doğum hem ailenin hem de kadının yaşamında oldukça önemli bir süreç olup fizyolojik bir olay olmasının yanında kadın vücudu için önemli bir yük ve stres oluşturmaktadır. Ayrıca gebelik vücut görüntüsünde, sosyal ilişkilerde ve aile üyelerinin rollerinde de değişiklik yapmaktadır. Bu nedenle, gebelik ve doğum sürecinde kadına sağlanan desteğin niteliği çok önemlidir. Günümüzde bu amaçla oluşturulan doğuma hazırlık sınıflarının sayısı giderek artmaktadır. Amaç: Bu araştırma gebe kadınların gebelik döneminde yaşadığı fiziksel ve emosyonel yakınmaların belirlenmesi ve bunları etkileyen etmenlerin incelenmesi amacı ile tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Materyal-Metod: Araştırma kesitsel ve tanımlayıcı olarak, İstanbul ili Anadolu yakasında bulunan bir eğitim ve araştırma hastanesinin gebe bilgilendirme sınıfında Aralık 2016-Nisan 2017 tarihleri arasında doğuma ve bebeğe hazırlık eğitimine katılmış olup 6 haftalık eğitimi tamamlayan 3 sınıfın toplam 61 katılımcısı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında literatür doğrultusunda araştırmacı tarafından geliştirilen 2 bölümden ve 74 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır.Anket formunda 28 sorudan oluşan ilk bölüm; sosyo-demografik, doğurganlık ve doğum algıları, 46 sorudan oluşan ikinci bölüm ise gebelerin gebelikleri süresince algıladıkları fiziksel ve emosyonel sorunları içermektedir Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza 61 gebe kadın katılmıştır. Bu gebelerin yaş ortalaması 23 iken en küçük yaş 20 en büyük yaş ise 43’dür. Kadınların %96.7’si çekirdek aile tipinde yaşamakta olup %75.4’ü ve üzeri eğitim durumuna sahiptir. Çalışmamıza katılan gebelerin %82’si ilk gebelil olmakla birlikte %93.4’ü planlı gebelik geçirdiklerini ifade etmişlerdir. Çalışmamıza katılan gebelerin fiziksel ve emosyonel yakınmaları çeşitlik göstermekle birlikte en çok yorgunluk (%60), uyku düzeninde bozukluk (%62.3), kasık ağrısı (%70), sırt ağrısı (%70) ve reflü (%73) hafif-orta-şiddetli olarak görülmüştür. Çalışmamıza katılmış olan gebelerin neredeyse tamamı (%96.7) eşinden destek aldığını ifade etmiş, %70.5’i eş dışı destek (aile, kardeş, akraba, arkadaş vs.) aldığını ifade etmiştir. Ayrıca eşinden destek alan kadınlar arasında %37.7’si aynı zamanda aile içinden de destek aldığını söylemiştir. Çalışmamıza katılan kadınların ,%26.2’si doğumun zor olduğunu düşünmekte, gebelerin neredeyse yarısı (%47) doğum ağrısı korkusu yaşadığını ve %36.1’i ise doğumun korkulacak bir olay olduğunu ifade etmiştir. Çalışmamıza katılan gebelerin (%37.7) doğum korkusu nedeniyle can sıkıntısı yakınması istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır(p: 0.006). Gebelerden doğumun zor olacağı düşünenler (%19.7) arasında yorgunluk yakınması incelendiğinde sonuç 155 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır (p: 0.050). Ayrıca gebeler arasında doğumun korkulacak bir olay olduğunu düşünenler (%13.1) ile kan şekeri yükselmesi incelendiğinde sonuç istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır (p:0.050). Sonuç ve Öneriler: Doğuma hazırlık sınıfına katılan gebelerin eğitim sonrası doğum korkusu yaşamaya devam ettiği ve doğum ile ilgili algılarının bazı fizyolojik ve emosyonel yakınmalarını da etkilediği saptanmıştır. Doğuma hazırlık sınıflarının yanında gebelere bakım veren tüm ebelerin doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası dönemlerde anne sağlığını koruma ve yükseltme ile ilgili sorumluluklarının arttırılması doğumların desteklenmesi adına önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Doğuma Hazırlık Sınıfı, Ebe, Doğum Algısı,Gebelikte Fizyolojik Yakınmalar,Gebelikte Emosyonel Yakınmalar 156 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM ODALARINDA GÖRÜNMEYEN KİŞİLER; ANNEANELER VE BÜYÜK ANNELER,GEBENİN BEDEN HAFIZASINDAKİ İZLERİNİN DOĞUMA YANSIMALARI Fadime Bingöl1, Tuğba Yılmaz Esencan2, Özlem Karabulut2,Döne Abbasoğlu2, Ayça Demir Yıldırım3 1.Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Arş.Gör.Dr. 2.Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. İstanbul Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi Kuşaklararası geçiş henüz kanıta dayalı bilim dünyasında “bilinmeyenler” arasında olsa da sosyal bilimler, biyoloji, kuantum fiziği gibi farklı disiplinlerde yeni araştırmalar sayesinde “kuşaklararasındaki geçişlerin” nasıl olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Hücresel biyoloji, nörobilim, epigenetik ve gelişim psikolojisi alanlarındaki en son gelişmeler, travma modelleri ve tekrarlayan acıların arkasındaki mekanizmayı anlatmak amacıyla aile geçmişinden en az üç neslin incelenmesini tavsiye etmektedir. Bireyin ruhsallığının oluşumunda “kuşaklararası aktarım” aslında temel ve yapılandırıcı bir rol oynar. Çünkü kuşaklararası iletişim kültürün ve bireyselliğin temelini oluşturur. Ancak olumsuz deneyimlerin özellikle travmaların iyileştirilmeden geçiştirilmesi, travmaların etkileri sonraki kuşaklara yansıyabileceğinden önemli bir sorundur. Bunun en gözlemlenebilir formlarından birisi doğumlardır. Annenin kendi doğum hikayesi bu anlamda oldukça belirleyicidir. Annenin doğumunda yaşadığı travmalar, bebeğinin beden hafızasında kayıtlı olduğundan, tedavi edilmediği sürece bebeği büyüyüp anne olacağı zaman onun doğumunda da en büyük engeller arasındadır. Fareler üzerinde yapılan bir çalışmada stresin gebe anneler ve erken doğum üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Sonuçta stres altındaki gebenin erken doğum yaptığını ve kızlarının da gebeliklerinin kısa sürdüğünü ortaya çıkarmıştır. Kız torunlar ise annelerinden de kısa gebelik yaşamıştır. Araştırmacıları en çok şaşırtan şey üçüncü nesilde meydana gelmiştir. Stres altındaki büyükannelerin kız torunlarının, anneleri stresli olmamasına rağmen daha kısa gebelikleri oluştur. Gebelik sırasında yaşanan hafif-orta dereceli stresin nesillerarası geniş etkisinin olması şaşırtıcı bir sonuç olmuştur. Bunun sonucu olarak, stresin etkileri, her bir nesil boyunca daha çok genişlemiştir. Annenin ve bebeğin ilk spontan eylemi olan doğum ve hemen ardından tem tene temasın sağlanmasında bebekle karşılaşma anı ve bu anların beden kayıtlarına nasıl bir tonda aktarıldığı son derece önemlidir. Doğum sürecinin ilk anlarından itibaren doğum sürecinin sonlandığı ana kadar olan tüm süreç yalnızca annenin değil, bebeğin de beden kayıtlarına geçmektedir. Doğum travmalarının, bebeğin yaşama başlangıcında yaşama olan güveninin sarsılabileceği söylenebilir. Doğum süresince annenin, doğuma eşlik edenler tarafından yeterince desteklenmemesi, doğum esnasında annenin kendi iç dünyasına dönmesinin engellenmesi, mahremiyet ihlalleri, doğumda yalnız bırakılma, doğuma eşlik edenlerin saygısız tavırlarıyla karşılaşma, doğum süresince karşılaşılabilecek sorunlara yönelik B planlarına hazır olmama, doğumda yapılan müdahalelere hazır olmama, mükemmeliyetçi kişilik nedeniyle normal doğum isteğinde ısrarcı olma ve sezaryen olmak zorunda kaldığında hayal kırıklığı ve başarısızlık hissiyle doğumdan çıkma, annenin kendi annesinin doğumunda ve annesiyle olan ilişkisinde travma deneyimlerinin olması ve bu travmaların temizlenmeden yükleriyle doğuma girmiş olma nedeniyle anneliğe direnç gösterme gibi bir sürü sorun anne tarafından ve paralelinde bebek tarafından da doğumun 157 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey travmatik olarak algılanmasına neden olmaktadır. Annenin doğum deneyimini beden kayıtlarına olumsuz olarak geçmesi postpartum dönemde depresyona yatkınlık, posttravmatik stres bozukluğu, emzirme sorunları, anne bebek bağlanma sorunları, cinsel sorunlar, sonraki doğumlarda sezaryen isteği gibi pek çok soruna neden olmaktadır. Doğan bebek kız bebek olduğunda ise, tüm doğum süreci onun da beden kayıtlarına geçtiğinden, kız bebeğin gelecek yaşamındaki kendi doğumunda annesinin yaşadığı tüm doğum travmaları su üstüne çıkmakta ve tüm sürece yansımaktadır. Bu yansıma bazen yalnızca doğum korkusu gibi algılanmakta ve normal doğumu hiç denemeden elektif sezaryen isteğine dönüşebilmekte yada gebe bilinçte normal doğum istediği halde doğumun başlamaması, durması yada ilerlememesi gibi fizyolojik yanıtlarla kendini gösterebilmektedir. Annelik rolü, gebelikle birlikte alınmaya başlanan, gebelik süreci boyunca gelişmeye devam eden, doğumla birlikte somutlaşan bir roldür. Hamilelikten başlayarak anne olacak kişi, yaşamının erken dönemlerindeki anne figürleri üzerine daha fazla düşünmeye başlar. Anne olarak, süreç gereği, gebelik dönemi boyunca bundan sonra sergileyeceği annelik rollerinin rotası belirlenirken şimdiye kadar karşılaştığı annelik rollerinin gölgesinde de olsa yön gösterecek bir rotaya ihtiyaç duyulabilir. Bu noktada özellikle kendi doğum hikayesi ve kendi annesi ile olan ilişkisinde varsa travmatik deneyimlerin temizlenmesi ve bu travmaların yüklerinden kurtulmak son derece önemlidir. Nitekim bebekte annenin ona hissettiği ilgi, sevgi gibi tüm duyguları, çevresinde olup bitenleri, annesinin diğer kişilerle olan ilişkileri, stresörleri gibi her şeyi beden hafızasına kaydettiğinden anne adayının doğumunda, kendi annesinin, anneannesinin ve kadın kuşaklarından gelen tüm doğum travmalarının doğum öncesinde temizlenmesi ve bu kadın kuşaklarının travma gölgelerinin doğumda hissedilmemesi, beden hafızası kayıtlarının gözden geçirilmesi doğuma hazırlanmasında son derece önemlidir. Anahtar Kelimeler : Ebe,Doğum,Profilaksi,Beden Hafızası 158 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PSİKOPROFLAKSİ OLARAK TEN TENE TEMAS Tuğba YILMAZ ESENCAN1, Fadime BİNGÖL2, Özlem KARABULUT1, Döne ABBASOĞLU1, Ayça DEMİR YILDIRIM3 1.Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Arş.Gör.Dr. 3. İstanbul Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi Yaşam dokunmayla başlar. Ovum spermin dokunmasını kabul ettiğinde döllenme gerçekleşir. Kabul başarılmışsa bir embriyo oluşacaktır. Sperm ve yumurta hücresi arasındaki çok ince kabul süreci insan canlısının varoluşundan önce başlayan bir ilişkinin varlığını gösterir. Doğumdan önce anne çocuk arasında farklılaşma yolunda yürüyen iki beden arasında, doğum sırasında yaratılacak olan ortak bilinçdışının oluşturulmasına doğru giden derin bir bağ kurulacaktır. Doğumdan sonra ise anne rolünün en temel rolü dokunmadır. Doğum kadınların yaşamında en önemli mihenk taşlarından birisi ve anne ile bebeğin birlikte gerçekleştirdikleri en yaratıcı, en spontan, en doğal eylemdir. Doğum da spontanitenin bozulmaması için, bebekle buluşma/karşılaşma anı ve tem tene temasın sağlanması son derece önemlidir ve bu an birçok anne bebek çifti için yaşamlarının en eşsiz karesidir. Özellikle doğumdan hemen sonra ten tene temasın sağlanması, ilk psikolojik aşı olarak değerlendirilebilir. İlk bebeklik yıllarından itibaren bebeğin dokunulma ihtiyacının anne tarafından sevgiyle giderilmesi, sağlıklı bir ruhsal gelişim açısından temeldir ve bebeğin diğer fizyolojik ihtiyaçları kadar önemlidir. Anne, bebeğini doğurur doğurmaz kucağına almalıdır. Genellikle göbek kordonu buna izin verecek uzunlukta, hatta daha uzundur. Eğer göbek kordonu beklenilenden kısaysa, bebeği annesinin kucağına vermek yerine göbeğine yatırmak yeterli olacaktır. Doğumu takiben ilk 60-90 dakikalık dönemin genelde en duyarlı süre olduğu kabul edilmektedir. Doğumdan sonraki ilk saatleri içeren duyarlı dönem boyunca anne ve bebeğin ayrı kalmalarının, bebeğin gelişmesini ve annenin davranışını olumsuz etkileyebileceği bildirilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü 2003 yılından beri kilosu, gebelik haftası, doğum şekli ve klinik durumu ne olursa olsun tüm yeni doğan bebeklerin, doğumdan hemen veya en kısa bir süre sonra ten tene temas bakımı almalarını sağlamayı önermektedir. Doğumdan sonra bebeğin kan desteğinin üçte biri halen plasenta ve umbilikal korddadır. Umbilikal kord kesilmeden önce umbilikal korddaki atım durana kadar beklenmeli, bebeğin kan desteğini tam aldığından emin olunmalıdır. Ten tene temasın sağlanmasıyla kordondan bebeğe kan akımının devam etmesi sayesinde 60 ml kadar kan yenidoğana gitmektedir. Bu miktar yetişkinlerde yaklaşık 1200 ml kana eşittir. Bu kan akımıyla ortalama 30-35 mg demir transfüzyonu sağlanmış olur ki bu miktar 100 litre anne sütündeki demir miktarına eşittir. Kordonu geç kesilen ve kordon kanını alabilen bebeklerin, fiziksel, bilişsel, duygusal, dil, motor ve uyum sağlayabilme becerileri daha iyidir. Bebeğin demir eksikliği gelişmesi özellikle ilk bir yılda beyin gelişimini olumsuz etkileyebilir. Ten tene temasın sağlanması, anneye gebeliğini tamamlama duygusu vererek, postpartum hüzne yakalanma riskini de azaltırken, bebeğin yaşam bulgularının sabitleşmesine, sinir sisteminin gelişimine, erken dönemde beslenmesine, hızlı kilo almasına ve bunun sonucunda da kısa sürede doğum ağırlığına ulaşması gibi birçok katkısı da bulunmaktadır. Anne bebek arasındaki sağlıklı bağlanma süreci en güzel erken dönemde ten tene temas ile sağlanabilir. Anne bebek arasında sağlıklı bağlanma süreci, 159 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey bebeğin yaşamının sonraki dönemlerinde fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimini derin bir şekilde etkiler. Anneyle bağlanma, bebeğin yaşamının sonraki dönemlerinde diğer tüm ilişkiler için bir rol modelidir. Bağlanma süreci; döllenmenin oluştuğu anda başlar, hamilelik süresince gelişir, doğum sürecinde mühürlenir, yaşamın ilk üç yılında kendine özgü niteliğini kazanır. Bağlanma, çocuk ile bakım veren kişi arasında gelişen ilişkide, çocuğun bakım veren kişiyle yakınlık arayışı ile kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, tutarlılığı ve sürekliliği olan duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır. Bağlanma yalnızca çocukluk ile sınırlı olmayıp yaşam boyunca sürer. Bağlanma türleri; güvenli bağlanma, güvensiz ve kaygılı bağlanma, güvensiz ve kaçıngan bağlanma ve kaotik bağlanma olarak sınıflandırılmaktadır. Güvenli bağlanma; özerklik/bağımsızlığın, insan ilişkilerinde, güvenin, ruhsal sağlığın temelidir. Bütünleşmiş ve özerk bir kişilik, erken çocukluk döneminde, şefkat, kucaklama, sevgi ve destek için duyulan bağımlı-ortak yaşam ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılandığında gerçekleşebilir. İlk temel ilişkide ortaya çıkan yetersizlikler ya da meydana gelen aksamalar bağlanmayı olumsuz yönde etkileyecektir. Değişmez değilse de güvenli ya da güvensiz olarak bir kez belirlendikten sonra çok az değişkenlik gösterir. Bu noktada eksik ya da bozulmuş bir bağlanma sürecinin ya da bu sürece neden olan etkenlerin devam etmesinin sonraki gelişim basamaklarına da etkisi olumsuz olacaktır. Bowlby'nin çalışmalarından başlamak üzere güvensiz bağlanma biçimi daha sonraki yaşam dönemlerinde psikopatolojinin belirleyicisi olarak düşünülmüşken, güvenli bağlanma sağlıklı süreçlerle ilişkilendirilmiştir. Bu bilgiler ışığında gelecek nesillerin sağlıklı olabilmesinde, yaşama sağlıklı bir başlangıç yapabilmeleri ve özellikle anne-bebek arasında ruh sağlığının temelini oluşturan sağlıklı bir bağlanmanın oluşabilmesi için doğumlarda ten tene temasın sağlanması ebeler tarafından desteklenmelidir. Anahtar Kelimeler: Profilaksi,Ten Tene Temas, Ebe 160 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNTRAPARTUM EBE DESTEĞİNİN POSTPARTUM DÖNEMDE ANNE RUH SAĞLIĞINA ETKİSİ Fadime Bingöl1, Tuğba Yılmaz Esencan2,Seda Küçükoğlu2, Begüm Aslan3 1.Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Arş.Gör.Dr. 2. Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Arş.Gör. Doğum eylemi, doğal bir süreç olması ile birlikte annenin sağlığını fiziksel ve emosyonel yönden etkileyen önemli bir olaydır. Doğum bir hastalık değildir ve mümkün olduğu kadar normal fizyolojinin bozulmaması gerekmektedir. Tarih boyunca doğum sancıları ve doğum sırasında kadınlar diğer kadınlar tarafından desteklenmişlerdir. Doğum desteği ebe tarafından doğum eylemi süresince kadına sağlanan destekleyici bakımı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Doğum desteğinin amaçları; doğum ağrısının hafifletilmesinde destek olma, doğum yapan kadına aktif yardım etme, fiziksel ihtiyaçlarını, duygusal gereksinimlerini ve isteklerini karşılama, rahatlığını sağlama, gerektiğinde bilgi verme, doğum sonuçlarını geliştirme, doğum için cesaretlendirme, olumlu doğum deneyimi edinmesini sağlama ve annelik rolüne geçişini kolaylaştırmadır. Doğum desteği normal doğum fizyolojisinin yolunda ilerlemesinin yanı sıra kadının yeterlilik ve kontrol duygularını geliştirebilir, dolayısıyla obstetrik müdahale ihtiyacı azaltılabilir. Destekleyici bakım vaginal doğum şansını ve doğum memnuniyeti arttırır, doğum eyleminin süresi kısalır, ayrıca doğum desteği alan annelerin bebeklerinin ilk beş dakikalık apgar skor puanlarının daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Ebelerin en önemli görevlerinden birisi doğum eyleminde gebenin doğum ağrısıyla baş etmesine yardımcı olmaktır. Özellikle doğum eyleminde gebenin desteklenmesinin doğum ağrısının daha az algılanmasına etkisi olduğu da bilinmektedir. Ağrı kontrolünde ebenin rolünü diğer ekip üyelerinden ayıran ve önemli kılan; ebenin gebe ile diğer ekip üyelerinden daha uzun süreli birlikte olması, sürekli birebir bakım veriyor olmasıdır. Ebelerin bu rolleri onları teknolojik gelişimlerle elde edilemeyen ve sağlık bakımında uzun süreli etkileri olan ayrıcalıklı bir yere koymaktadır. Ebeler doğum ağrısıyla birlikteliğinin sağlanmasında gebelere destek olabilecek en önemli kişidir. Doğum ağrıları ile birlikteliği sürdürebilen kadınların doğum eylemiyle ilgili görüşleri daha olumludur. Annenin doğum eyleminde yaşadığı sıkıntılar ve doğum ağrısının hafifletilmesinde başarısız olunması; annelerin doğumlarını olumsuz algılamasına neden olmaktadır. Gebelerde ağrı sonucunda meydana gelen fizyolojik etkiler annedeki anksiyete, moral çöküklüğü, bitkinlik, açlık ve doğum eforu ile daha da kötüleşmektedir. Doğum, kadınların yaşamındaki en önemli mihenk taşlarından biridir ve doğumun pozitif bir deneyim olarak gerçekleşebilmesi için kadının doğum ağrısıyla başetme de desteklenmesi son derece önemlidir. Aksi takdirde doğum travmatik olarak algılanabilir ve postpartum dönemde depresyona yatkınlığı da artırabilir. Kontrol altına alınmamış şiddetli doğum ağrısı nedeniyle olumsuz bir doğum deneyimi kadında erken veya geç postpartum depresyona zemin hazırlayabildiği gibi, posttravmatik stres bozukluğuna da neden olabilir. Travmatik doğum, kadının doğurganlık sürecinin herhangi bir aşamasında ortaya çıkan doğurma eylemini, doğacak olan bebeği ve kendisi için yaralanma veya ölüm tehdidi olarak algılamasıdır. Travmatik doğum deneyimine sahip olan kadınlar, doğum anını; çaresizlik, kuvvetli bir korku ve dehşet anı olarak tanımlamaktadır. Travmatik doğum 161 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey algısı kadınlarda değerlendirilmez ve tedavi edilmezse; aile ilişkilerine zarar verebilir, anne sütünü azaltabilir ve uzun vadede, bu annelerin çocuklarında, duygusal, bilişsel ve davranışsal bozukluklara yol açabilir. Gebelikte ve doğum sırasında ruh sağlığı rutin değerlendirilmediğinden çoğu kadında tedavi edilmemektedir. Sağlığın korunması ve geliştirilmesinde travmatik doğum deneyimlerinin oluş- masını engellemek önemlidir. Bununla birlikte eğer bir kadın travmatik bir doğum deneyimi yaşamışsa, doğum sonunda nitelikli bir bakım ve tedavi ile doğum algısı olumluya dönüştürülebilir. Ayrıca gelecek dönemlerde cinsel ilişki ile ilgili negatif düşünceler, istenmeyen gebeliklerde kürtaj, sonraki doğumlarda sezeryan isteği, anne-bebek bağlanmasında yetersizlik, emzirme sorunları, bebeği ihmal gibi durumlara neden olabilmektedir. Tüm dünyada her beş kadından biri gebelik ve doğumla ilişkili bir ruhsal bozukluk yaşamaktadır. Bu kadınların yarıdan fazlası anlaşılamayacağı, eleştirileceği düşüncesiyle belirtilerini gizlediği yada belli etmemeye çalıştığı tahmin edilmektedir. Postpartum depresyon doğumdan sonraki ilk bir yılda anneliğin en yaygın komplikasyonudur. Postpartum depresyon yalnızca anneyi değil bebeğini ve ailesinide etkilediğinden anne ruh sağlığı ile ilgili farkındalık yaratmak, ilerlemeden tedaviye yönlendirmek son derece önemlidir. Bu bilgiler doğrultusunda doğum süresince ebelerin, gebenin doğum ağrısıyla baş etmede destekleyici bakım sunması, kadının doğum deneyimini olumlu olarak algılaması ve postpartum dönemde, postpartum depresyon başta olmak üzere diğer ruhsal hastalıklardan ve etkilerinden korunmasında son derece önemlidir. Anahtar Kelimeler:Ebe,Postpartum Dönem,Ebe Desteği,İntapartum 162 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE SAĞLIĞINDA GÜVENLİ ANNELİK HİZMETLERİ Simge ZEYNELOĞLU Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Güvenli annelik; kadına gebelik öncesi, doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası bakım ve tedavi hizmetlerinin verilmesi, istenmeyen ve yüksek riskli gebeliklerin önlenmesi, gebelik, doğum ve doğum sonrası komplikasyonların tanımlanması, önlenmesi ve yönetimini kapsar. Güvenli annelik hizmetleri anne ve bebek ölümlerinin ve komplikasyonlarının azaltılmasına yönelik çalışmalardır. Dünyada yüksek olan annebebek ölüm ve hastalık oranlarını azaltmak üzere 1987 yılında Dünya Sağlık Örgütü öncülüğünde, Nairobi’de düzenlenen konferansta, uluslararası kuruluşlar ve ülke delegelerinin ortak kararı ve desteğiyle güvenli annelik programları başlatılmıştır. Programın temel amacı, 2000 yılına kadar hizmet yetersizliği ve önlenebilir nedenlerle oluşabilecek anne-bebek ölümleri ve sakatlıklarını %50 azaltmaktır. 2017 yılında dünya genelinde, özellikle gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde anneliğe bağlı hastalanma ve olum oranları, hala istenen düzeye ulaşamamıştır. Bu durum, güvenli annelik programının daha uzun yıllar önemini koruyacağı anlamına gelmektedir. Güvenli annelik programlarında ebeler birinci basamak sağlık kuruluşlarında anne ve bebek sağlığı açısından önemini benimseyen bir tutumda olmalıdırlar. Aile Sağlığı Merkezlerinde Gebeliklerin Planlanması, Doğum Öncesi Bakım, Riskli Gebelik Yönetimi, Sağlıklı Doğum, Doğum Sonrası Bakım konularında ebeler tarafından düzenli eğitim verilebilir. Bu hizmetlere yönelik çalışmalar yapılması sağlık hizmetlerinde güvenli annelik eğitim ve danışmanlık bileşenini güçlendirecektir. Bunun için birinci basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlarda eğitim odalarının oluşturulması ve çalışan ebe sayılarının artırılması gerekmektedir. Bu eğitimler güvenli annelik konusunda toplumsal duyarlılığı ve bilinci yükselterek anne ve bebek ölümlerini azaltacaktır. Anahtar Kelimeler: Güvenli Annelik, Ebe 163 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİKTE YETKİ ALANLARI Tuğba YILMAZ ESENCAN1,Nazan KARAHAN2,Fatma Deniz SAYINER3 1.Msc. Ebe, Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Eğitim Birimi 2.Yrd.Doç.Dr., Karabük Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Ebelik Bölüm Başkanı 3.Doç.Dr.,Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölüm Başkanı Dünya Sağlık Örgütüne göre EBE: Gebelik sırasında, doğumda ve doğumdan sonra gerekli bakım ve danışmanlık sağlayan, normal doğumları kendi sorumluluğunda yaptıran, yenidoğan bakımını yapan ve aile planlaması danışmanlığı yapmak üzere yetiştirilmiş kişidir. Uluslararası Ebeler Örgütü(ICM) tanımına göre EBE; Gebelik, doğum ve doğum sonu dönemde kadınla işbirliği halinde kadına gereksinim duyduğu destek, bakım ve danışmanlığı sağlayan, kendi sorumluluğunda doğumu yaptıran, yenidoğan ve bebeğe bakım veren sorumluluk sahibi ve güvenilir bir profesyoneldir. ICM, Ebenin sunduğu bakımın, koruyucu önlemler, normal doğumun desteklenmesi, anne ve çocukta risklerin belirlenmesi, acil durumlarda tıbbi bakım alınmasını sağlamayı içermesi gerektiğini belirtmektedir. Ebenin önemli bir görevi de, yalnızca kadın için değil, aile ve toplum için sağlık danışmanı ve eğitimcisi olmaktır. Bu görev özellikle, antenatal eğitim, ebeveynliğe hazırlanma, kadın sağlığı, cinsellik/ üreme sağlığı ve çocuk bakımını kapsar. ICM YETERLİLİK ALANLARI: YETERLİLİK 1: Ebeler; kadınların, yenidoğanların ve çocuk sahibi olan ailelerin bakımının temelini oluşturan obstetrik, neonatoloji, sosyal bilimler, halk sağlığı ve etikle ilgili yüksek kalitede, kültürel açıdan uygun, gerekli bilgi ve becerilere sahiptir. YETERLİLİK 2: Ebeler; sağlıklı aile hayatı, planlı gebelikler ve olumlu ebeveynliği teşvik etmek amacıyla tüm topluma kültüre duyarlı sağlık eğitimi ve hizmetleri sunar. YETERLİLİK 3: Ebeler, belirlenmiş komplikasyonların sevki ya da tedavisi ve erken teşhisini de kapsayan yüksek kalitede antenatal bakımla sağlığın yükseltilmesini sağlarlar. YETERLİLİK 4: Ebeler doğum sırasında yüksek kalitede, kültüre duyarlı bakım sağlar, temiz ve güvenli bir doğumu yönetir ve kadınların- yenidoğanların sağlığını en üst düzeye çıkarmak için ortaya çıkan acil durumları yönetir. YETERLİLİK 5: Ebeler kadınlara kapsamlı, yüksek kalitede, kültüre duyarlı doğum sonu bakım sağlar. YETERLİLİK 6: Ebeler doğum sonrası sağlıklı bebek için nitelikli, kültüre dayalı yenidoğan bakımı verebilecek gerekli bilgi ve beceriye sahip olmalıdır. YETERLİLİK 7: Ebeler, kadınlara kürtajla ilgili ya da yürürlükte olan gebeliği sonlandırma veya gebelik kaybıyla ilgili yürürlükteki kanun ve yönetmeliklere ya da ulusal protokollere uygun biçimde bireyselleştirilmiş, kültürel duyarlı bakım hizmetleri sağlar. GÖREV TANIMLARI (ICM) : Kadına ve ailesine normal doğum hakkında bilgi vermek, Doğum yeri ve şekli hakkında seçme hakkı tanımak, Kadını normal doğum konusunda cesaretlendirmek, Kadının normal doğum süreci boyunca yanında olarak fizyolojik, spiritüel ve kültürel yönden desteklenmesini sağlamak, 164 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Gebelikte riskli bir durum olduğunda anne ve bebeğin sağlığını tehlikeye atmamak için teknolojiden faydalanmak ve girişimde bulunarak engellemek, Riskli durum var ise gerekli önlemleri alarak bu durumu ortadan kaldırmak, Gerekirse riskli durumları sevk etmek, Yenidoğanı resüte etmek, muayene etmek, Yenidoğanın genel bakımını sağlamak, Yenidoğanda olası komplikasyonları tespit etmek ve önlemini almak, Emzirme eğitimi vermek ve anne/ailesini bu konuda desteklemek, Aile planlaması hakkında anne ve aileye eğitim vermek ve desteklemek, Anne ve ailesini bulaşıcı hastalıklar ve diğer hastalıklar konusunda eğitmek ve immünizasyonunusağlamak. EBENİN ÇALIŞMA ALANLARI Temel Sağlık Hizmeti verilen tüm kurumlar Doğum hastaneleri Yataklı tedavi kurumlarında doğum ve yenidoğana ait servisler Gebelik ve kadın sağlığına yönelik servis ve poliklinikler Aile planlaması ve ana çocuk sağlığı merkezleri İnfertilite merkezleri (sertifika !) Doğum ameliyathaneleri (sertifika !) Ebelik hizmetlerinin yönetimi Ebelerin ve ebelik öğrencilerinin eğitimi Sonuç olarak; Ülkemizde ebelerin görev tanımlarında bir karmaşa görülmektedir ve bunun için yeterli bilinç oluşturulmalıdır. Ebelik eğitimi veren kurumların, öğrencilere olması gereken rollerini benimsetmesi gerekir. Ebelik yasasının çıkarılması için çalışmaların yürütülmesi ve meslek üyelerinin Ebeler Derneği’nin çalışmalarını desteklemesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Ebe, Yeterlilik,Çalışma Alanı 165 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN GENİTAL HİJYEN DAVRANIŞI BİLGİ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Kevser SEVGI UNAL1, Seval AĞAÇDİKEN ALKAN2 1Korkut Ata Üniversitesi, Sağlık Yükseokulu 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş:Kadınların üreme sağlığı açısından doğru kişisel ve genital hijyen alışkanlıklarının kazandırılması son derece önemlidir. Çocukluk döneminden başlanarak hijyen alışkanlıklarının kazandırılmasında, hemşirelere önemli görevler düşmektedir. Amaç: Bu çalışma hemşirelik öğrencilerinin genital hijyen bilgi düzeylerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2016-2017 akademik yılında yapılan tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmaya kız öğrencilerden genital hijyen davranışları formunu doldurmayı kabul eden 40 kişi dahil edildi. Araştırmanın yürütülmesi için kurumdan ve öğrencilerden onam alınmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden kız öğrencilere genital hijyen davranış bilgi düzeylerini ölçebilecek bir anket formu uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, ortalama, t-testi, kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %41’inin yaşı 19, %28.2’si ise 18’dir. Kız öğrencilerin %61.5’i cinsel bölge temizliğine her zaman dikkat ettiklerini belirtmişlerdir. %46.2’si iç çamaşırlarını her gün değiştirdiklerini, % 43.6’sı ise bazen iç çamaşırlarını ütülediklerini ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %35.9’u iç çamaşırlarının pamuklu olmasına her zaman dikkat ettiklerini, %28.2’si bazen dikkat ettiklerini ifade etmişlerdir.%87.2’sinin adet zamanlarında ped kullandıkları, %41’inin ise adet zamanında sık sık duş şeklinde banyo yaptıkları saptanmıştır. Öğrencilerin %64.1’i taharetlendikten sonra tuvalet kağıdını her zaman kullandıklarını, %28.2’sinin sık sık, %7.7’sinin ise bazen kullandığı belirlenmiştir. Sadece %46.2’si kötü kokulu akıntısı olduğunda doktora gittiğini belirtmiştir.%7.7’sinin her zaman cinsel bölgede kaşıntı olduğu zaman doktora gittiği,%53.8’inin bazen doktora gittiği belirlenmiştir. Araştırma sonucuna göre kız öğrencilerin %7.7’si adet zamanlarında bez kullanıyor. Öğrencilerin,%51.3’ü pedini değiştirmeden önce ellerini yıkadığı, %76.9’unun ise pedini değiştirmeden sonra yıkadığı saptandı. Kız öğrencilerin, %51.3’ü tuvalete girmeden önce, %89.7’si ise tuvalete gittikten sonra ellerini yıkadığı saptandı. Araştırma sonucuna göre öğrencilerin %48.7’si “tuvalette büyük abdestini yaptığım bölgeden idrar yaptığım bölgeye doğru yıkarım” ifadesine “hiçbir zaman” , %38.5’i ise “her zaman” ifadesini kullanmışlardır. Sonuç: Öğrencilerin perine temizliği ve hangi durumlarda hekime başvuracakları konusunda yetersiz oldukları saptanmıştır. Öğrencilerin bez kullanımında oluşabilecek enfeksiyonlar, adet döneminde duş banyo, ped değişimi esnasında el hijyenin önemi hakkında eğitim planı düzenlenerek öğrencilere aktarılabilir. Anahtar Kelimeler : Hemşirelik, Genital Hijyen 166 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MÜZİĞİN FETAL VE NEONATAL DAVRANIŞLAR ÜZERİNE ETKİSİ Öğr. Gör. Şeyma ÇATALGÖL 1, Prof. Dr. Esin ÇEBER TURFAN2 1.Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 2. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Amaç:Müzik tarih boyunca hastalıkların tedavisinde ve özellikle psikolojik iyilik halinin yaratılmasında kullanılan bir yöntemdir.Müziğin gebelikte, doğumda ve doğum sonrası dönemlerde anne ve yenidoğan sağlığına da olumlu etkileri olduğu gözlenmiştir. Bu çalışma, gebelik döneminde dinletilen müziğin fetal ve neonatal davranışlar üzerine etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma,bir literaür tarama çalışması olup; Mart-Nisan 2017 tarihleri arasında Balıkesir Üniversitesi ağı üzerinden EBSCOhost arama motoru ve Cochrane kütüphanesi kullanılarak 2006–2017 tarihleri arasında yayınlanmış tüm makaleler incelenerek yapılmıştır.Yapılan literatür taramasında, müziğin fetal ve neonatal davranışlar üzerine etkisini incelemeye yönelik olarak “ Music, Fetal, Neonatal, Behaviour” anahtar kelimeleri kullanılmıştır.12 makale incelenmiş ve içerik analizi yapılmıştır. Tartışma:Çalışmada incelenen makalelerde ortak bulgu, gevşetici müziğin fetüslerin kalp atım hızı, fetal hareketlerini arttırdığını, işitsel hafızayı geliştirdiğini göstermektedir. Gevşetici müzik, yenidoğanların oksijen saturasyonunu arttırmakta, kalp atımı, kan basıncı, stres davranışları, hastanede kalış süresi ve ağrı algılarını azaltmakta, uykuya dalmalarını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca gevşetici müzik, yenidoğanda kilo artışına, anne/baba ile bebek arasındaki bağın güçlenmesine, besin alımındaki artışa, ebeveynlerin bebeklerinin sakinleştiklerine yönelik bildirimlerinin artmasına sebep olmaktadır. Gebelikte müzik dinlemenin fetal davranışları ve ilerleyen dönemlerde yenidoğan davranışlarını etkilediğine dair kanıtlar artmaktadır. Müzik, gebelik ve perinatal dönemde anne ve fetüs üzerindeki doğrudan ve dolaylı olumlu etkileri olan, noninvaziv, kültürel açıdan kabul gören bir uygulamadır. Antenatal dönemde uygulanan müzik stimülasyonunun, fetal kalp atım hızı ve fetüs hareket tepkilerini arttırdığı ve böylece fetüsün prenatal dönemde işitsel fonksiyonel gelişimini etkilediği gösterilmektedir. Araki ve Ark. (2010) yaptıkları çalışmada;birinci gruptaki 35-36. Gebelik haftasındaki kadınların kendilerine kulaklıkla, ikinci gruptaki kadınların fetüslerine anne karnından kulaklıkla müzik dinletmiş, 10 dakika boyunca fetal kol hareketleri (5 dakika müzikli, 5 dakika müziksiz) kaydedilmiştir ve müzik dinletisi öncesinde kadınların ruhsal durumu bir ölçekle (The Profile of MoodStates–Brief Form (POMS)) değerlendirilmiştir.Sonuç olarak birinci gruptaki farklı duygu durumundaki kadınların fetüslerinin kol hareketlerinde değişiklik olmamış, anne karnından direkt müzik dinletilen, enerjisi yüksek gebelerin fetüslerinin kol hareketleri artmış, yorgun annelerin fetüslerinin kol hareketleri azalmıştır. Arya ve Ark. (2012) tarafından yapılan çalışmada; primipar, herhangi bir sağlık sorunu olmayan gebelere, prenatal dönemde dinletilen müziğin yeni doğan davranışları üzerine etkisi değerlendirilmiş, doğumdan sonra Brazelton Yeni doğan Davranış Değerlendirme Ölçeği (BNBAS) kullanarak, alışkanlık, oryantasyon, otonomik stabilite durumun düzenlenmesi ve motor aktivite yetkinliklerinde kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek değerler elde edildiği bildirilmiştir.Oh ve Ark. (2016) tarafından, NST uygulaması sırasında, 28-40. gebelik haftasında olan kadınlara müziğin maternal anksiyete ve fetal 167 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey kalp atımlarına etkisini belirlemek amacıyla yaptıkları araştırma sonuçlarına göre; çalışma grubunda, durumluk anksiyete puan ortalaması ve bazal fetal kalp atım hızı ortalaması, kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Sonuç:Prenatal dönemde dinletilen müzik, fetüsün kalp atımını, fetal hareketlerini, işitsel fonksiyonel gelişimini ve doğum sonu dönemde yenidoğanın davranışlarını ve büyümesini olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca müziğin duygular, davranışlar ve nörotransmitter sistemler üzerine direkt etkileri vardır ve annenin gevşemesini sağlayarak, anksiyetesini azaltmaktadır. 168 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PREEKLAMPSİLİ HASTADA BAKIM YÖNETİMİ; OLGU SUNUMU Handan DEMİROĞLU 1, Suna ARDIÇ 1 1 Adana Başkent Üniversitesi Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Gebelik ve doğum eğlenceli ve iyi beklentiler ile dolu fizyolojik bir süreçtir. Ancak gebelikte meydana gelen fizyolojik değişiklikler nedeniyle anne ve bebek sağlık ve hastalık arasındaki hassa bir noktadadır. Bu nedenle her gebelik potansiyel bir risk oluşturur. Gebelik tanısı koyulan tüm gebeler düşük riskli gebedir. Gebelikte oluşan komplikasyonlar ve/veya gebelik öncesinde var olan sağlık durumları nedeniyle anne ve/veya fetüsün tehlikede olduğu gebeler ise yüksek riskli gebe olarak tanımlanır. Bunlardan bir tanesi de Preeklampsidir. Preeklampsi, maternal mortalite ve morbidite, perinatal ölüm, erken doğum ve inrauterin gelişme geriliğinin temel nedenleri arasında yer almakta olup anne ölüm nedenleri arasında ise ikinci sıradadır. Preeklampsinin önlenmesinde ve tedavisinde erken tanı ,sürecin doğru bir şekilde yönetilmesi son derece önemlidir. En erken dönemde önlemler alınarak anne ve bebeğin sağlığını korumak hemşirelerin görev ve sorumluluğundadır. Hemşirelerin güvenli hasta bakım yönetimini sürdürebilmeleri için preeklampsi tanılama, değerlendirme, komplikasyonları önlemede nasıl bir bakım planı uygulaması gerektiğini bilmeleri gerekmektedir. Hemşirelerin gebelerde en sık karşılaştıkları hipertansif hastalıklar arasında yer alan preeklampsi tanısı almış bu olgu sunumunda, preeklampsinin tanılanması, değerlendirilmesi ve yönetimi ile ilgili hemşirelik bakım süreci deneyimlerinin paylaşılarak bakım sürecine rehberlik etmesi amaçlanmıştır Anahtar Kelime: Gebelik, Preeklampsi, Hemşirelik bakımı 169 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE İLİŞKİN DUYARLILIKLARININ İNCELENMESİ Nuriye KARADAĞ 1, Filiz ASLANTEKİN ÖZÇOBAN 1 1 Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu araştırmanın amacı ebelik bölümünde öğrenimi gören öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarının belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte olan çalışma 15 Şubat- 20 Mart 2017 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini Sağlık Bilimleri Fakültesinde birinci ve dördüncü sınıflarda öğrenim gören toplam 210 ebelik öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyerek evrenin tamamına ulaşılması hedeflenmiş olup, 169 öğrenci araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan sosyo-demografik özellikler soru formu ve Zeyneloğlu tarafından geçerlilik güvenirlik çalışmaları yapılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Sosyo-Demografik Özellikler Soru Formu; öğrencilerin tanıtıcı özelliklerini içeren; yaş, medeni durum, aile yapısı gibi bilgileri içeren toplam 11 sorudan oluşmuştur, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği, Zeyneloğlu ve Terzioğlu (2011) tarafından geliştirilen 38 madde ve beş alt boyut içermektedir. Alt boyutları, “eşitlikçi cinsiyet rolü, kadın cinsiyet rolü, evlilikte cinsiyet rolü, geleneksel cinsiyet rolü, erkek cinsiyet rolün” den oluşmaktadır. 5’li likert tipindeki bu ölçek, öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutum cümlelerine; ‘tamamen katılıyor’ ise 5 puan, ‘katılıyor’ ise 4 puan, ‘kararsız’ ise 3 puan, ‘katılmıyor’ ise 2 puan, ‘kesinlikle katılmıyor’ ise 1 puan alacak şekilde puanlandırılmıştır. Bu puanlama sonucuna göre en yüksek puan 190, en düşük puan ise 38 olarak hesaplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzdelik, ortalama, bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve bağımsız gruplarda t esti yöntemleri kullanılmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığından yazılı izin alınmıştır. Ayrıca çalışma kapsamına alınan öğrencilerden de sözel onam alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalamaları 20.88±2.1 (minimum 18, maksimum 31), %53.3’ü birinci sınıf, %46.7’si dördüncü sınıf, %29.6’sının kız ve erkek kardeşleri mevcut, %83.4’ü çekirdek aileye sahip, öğrencilerin annelerinin %42.0’ı, babaların %34.3’ü ilköğretim mezunu, %71.6’sının ekonomik durumları orta düzeyde ve %58.0’ı il merkezinde yaşadığısaptanmıştır. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet puanlarının ortalaması 103.97±17.5 (minimum 53, maksimum 139) olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet puan ortalamaları ile demografik verilerinin karşılaştırılmasında; öğrencilerin ekonomik durumları, anne ve baba eğitimleri ile toplumsal cinsiyet puan ortalamaları arasındaki fark önemli bulunmamıştır. Ancak öğrencilerin annelerin eğitim seviyesi ve ekonomik durumları arttıkça puan ortalamalarının yükseldiği belirlenmiştir. Öğrencilerin kaçıncı sınıfta okudukları ve aile tipleri ile toplumsal cinsiyet puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan önemli bir fark saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Annenin eğitim seviyesi arttıkça cinsiyet rol ayrımcılığının azaldığı ve üniversite eğitiminin, öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutumlarının artmasına katkı sağladıkları saptanmıştır. Sonuçlarına dayanarak, üniversite eğitimde öğrencilere toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik etkinliklerin düzenlenmesi önerilebilinir. Anahtar Kelime :Toplumsal cinsiyet, öğrenci, eşitlik, duyarlılık 170 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNE VE BEBEK SAĞLIĞINDA EBENİN ROLÜ Tuğba YILMAZ ESENCAN1, Yeliz DOĞAN MERİH2 1.Msc., Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Eğitim Hemşiresi 2.Dr., Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bakım Hizmetleri Müdürü ÖZET Günümüzde ebeler; anne ve bebek sağlığı üzerindeki önemli rolleri ile DSÖ VE UNICEF’in sağlık hedefleri arasında vurguladığı ve gelişimi için çalışmalar başlattığı bir meslek olmuştur. Uluslar arası Ebelik Konfederasyonuna göre ebe; gebelik, doğum ve doğum sonu dönemde kadının bakımını sağlayan, gerekli tavsiyelerde bulunan, kendi sorumluluğunda doğumu gerçekleştiren, yenidoğanın bakımını sağlayan ve kadın ile işbirliği içinde çalışan, güvenilir ve sorumluluk sahibi bir profesyoneldir. Ebeler, ev, toplum, hastane, klinik veya sağlık birimi de dahil olmak üzere her ortamda mesleğini uygulayabilir. Bugün dünyada ebeler, doğum hizmetlerinde birincil bakım sağlayan sağlık çalışanları olarak kabul edilmektedir. Avustralya, Yeni Zelanda, Hollanda, İngiltere ve İrlanda gibi ülkelerde gebelik, doğum ve doğum sonu hizmetler, ebeler liderliğinde kesintisiz olarak yürütülmektedir. Bakımın ebeler liderliğinde yürütüldüğü yerlerde başlangıçtan postnatal döneme kadar bakım hizmetlerinin planlanması, organize edilmesi ve sunulmasında ebeler liderlik etmektedir. Komplikasyon durumunda ebeler, hekime danışarak hizmeti yürütür. Yapılan çalışmalarda, ebeler liderliğinde yürütülen bakım hizmetlerinde daha az ağrı kesici kullanıldığı, epizyotomi oranlarının azaldığı ve spontan doğum oranlarının arttığı, kadınların doğumda kontrol hissinin ve memnuniyetin daha yüksek olduğu rapor edilmiştir. Ayrıca gebelik ve doğumda ebe desteği, doğumda korku hissini azaltmakta ve kadınlar daha az sezaryen olmaktadır. Sonuç olarak; anne ve bebek sağlığında ebeler ekip içerisinde kilit rol oynar.Türkiye’de gebelik, doğum ve doğum sonu bakım hizmetlerinin iyileştirilmesinde ebeler liderliğinde yürütülen bir bakım modeline ihtiyaç vardır. Sağlık Bakanlığı, gerek sezaryen oranları gerekse anne ve bebek ölüm hızlarının düşürülmesinde yoğun çalışmalar gerçekleştirmekte olsa da Türkiye’de ebeler liderliğinde bir bakım modeli hayata geçirilmeden sağlık göstergelerimizin Avrupa ülkelerindeki oranlara ulaşması mümkün görünmemektedir. Anahtar Kelimeler: Anne, Bebek Sağlığı, Ebe, Ebelik Bakım Modeli 171 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİ VE DOĞUM GRAFİĞİ (PARTOGRAF) Aysel BÜLEZ 1, Gülsüm EFE 1, Öznur BODUR 1, Fatma DENİZ SAYINER 2 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölüm Başkanı Amaç :Bu çalışmada ebelik lisans öğrencilerinin doğumun ilerleyişi anne ve bebeğin sağlık durumu ile ilgili parametrelerin yer aldığı, lisans eğitimi süresince kullandığı ve meslek hayatında da kullanmaya devam edeceği doğum grafiği (partograf) hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır . Gereç ve yöntem: Çalışma Nisan 2017 tarihinde yapılmış olup tanımlayıcı tiptedir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik bölümü öğrencilerinden Doğum III dersini alan 3. ( n:56) ve 4. (n:65) sınıf öğrencileri çalışmanın evrenini (N:121) oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmemiş çalışmanın yapıldığı tarihlerde okulda bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden n:100 kişi çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Çalışmada araştırmacılar tarafından literatür ışığında hazırlanan anket formu yüz yüze uygulanmıştır anket formu toplam 32 sorudan oluşmaktadır 12-32. sorular partografa dair bilgi ve tutum sorularını içermektedir. Verilerin değerlendirilmesinde;sayı yüzde ve ortalama testleri kullanılmıştır Bulgular: Öğrencilerin yaşları ortalaması 21,5±1,1 (min:20, max:28) yıldır. Öğrencilerin %44,0'ı Anadolu Lisesi, %11,0'ı Sağlık Meslek Lisesi Hemşirelik bölümü mezunu olduklarını belirtmişlerdir. Partograf kullanımını nasıl öğrendiniz sorusuna %76,0'ı okulda verilen derslerde, %18,0'ı uygulamada, %6,0'ı ise kendi imkanlarımla cevabını vermişlerdir. Öğrencilerin %51,0'ı partograf doldurma konusunda kendisini yeterli bulmuştur ve bunların yalnızca %36,0'ı partograf yorumlama konusunda kendisini yeterli bulmuştur. Öğrencilerin %82,0'ı "kanıt temelli çalışmalar doğumhane uygulamalarında partografın gerekli olduğunu savunur" ifadesine katılıyorum demiştir. Öğrencilerin %46,0'ı "Sağlık Bakanlğının (2015-2 sayılı partograf genelgesi ile yayınladığı) doğumhanelerde kullanılmak üzere güncellediği partograf yeterlidir" ifadesine katılıyorum demiştir. Öğrencilerin "güncellenen partografta, fetal başın seviyesine -5/+5 arasında değer verilir" ifadesine %27,0'ı katıldığını %18,0'ı ise fikrinin olmadığını ve %63 ü partografı sadece ebelerin doldurması gerektiğini belirtmişlerdir. Öğrencilerin %92,0'ı partografın maliyeti düşük bir yöntem olduğunu ve doğum takibini kolaylaştırdığını %52 si de travay süresini kısalttığını belirtmiştir. Öğrencilerin sadece %27,0'ı doğumhaneye geldiği andan itibaren doldurulur demiştir. Ayrıca öğrencilerin %97,0'ı mezun olduktan sonra doğumhanede çalışacak ebelerin hizmet içi eğitimlerle partograf konusundaki bilgilerinin güncellenmesi gerektiğini belirtmektedirler. Sonuç Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 3 ve 4. sınıf öğrencilerinin doğum grafiği (partograf) hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiş olan bu çalışmada katılımcıların tamamına yakını (%82) kanıt temelli çalışmaların doğumhane uygulamalarında partograf 172 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey kullanımın gerekli olduğunu savunmuştur Cochrane veri tabanında sistematik bir incelemede Latent fazda partograf kullanımı ve kullanılmaması karşılaştırıldığında, kullanılmadığı durumda sezaryen oranlarının daha düşük olduğu bulunmuştur. Sağlık Bakanlığımız tarafından da sezaryen oranlarının azaltılması amacıyla Doğum eyleminin latent ve aktif fazını içerecek şekilde düzenlenmiş olan "2011/66 sayılı Partograf Genelgesi" yeniden düzenlenmiş, 2015/02 sayılı Partograf Genelgesinde latent faz çıkartılarak, "Partograf ve Partograf Kullanma Kılavuzu" aktif fazda doğum izlemine yönelik olarak tekrar düzenlenmiştir. Çalışmamızda da öğrencilerin yarısından fazlası (%67) doğumhaneye gelen her gebeye aktif fazdan önce partografın doldurulmaması gerektiğini belirtmişlerdir çalışma ışığında partograf doğum eylemi grafiğinde uygulanabilir kolay ve ucuz bir yöntemdir ; Sonuçlar doğrultusunda; öğrencilerin doğum uygulamalarında partografın önemi ve kullanım konusunda daha fazla desteklenmesi gerekmekte mezuniyet sonrasında doğumhane de çalışacak olan ebeler için partograf konusunda bilgilerinin değerlendirilmesi ve bu kapsamda hizmet içi eğitimlerle bilgilerinin güncellenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Öğrenci, Ebe, Partograf 173 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN MOBİL İNTERNET BAĞIMLILIĞI VE BAŞARI DÜZEYİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Semiha Aydın Özkan, Neslihan Atlı, Gülay Yıldırım, Sinan Aslan Adıyaman Üniversitesi Giriş Büyük bir hızla gelişen bilişim teknolojileri, hayatımızın hemen her alanında olduğu gibi eğitim ve sağlık alanında da önemli ölçüde gelişmeler kaydetmiştir. Bu araştırmanın amacı, Ebelik Bölümü öğrencilerinin internet bağımlık düzeyleri ile akademik başarı düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntem Araştırma kesitsel tipte bir araştırmadır. Araştırmanın evrenini, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan bir Üniversitenin Sağlık yüksekokulunda 2016-2017 eğitimöğretim yılında bahar yarıyılında öğrenim gören 270 öğrenci, örneklemini ise araştırmaya katılmayı kabul eden 164 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak öğrencilerin internet bağımlılık düzeyini belirleyecek olan Young (1998) tarafından geliştirilen ve Türkçeye uyarlaması Bayraktar (2001) tarafından yapılan “Internet Bağımlılık Ölçeği” ve katılımcıların kişisel özelliklerini belirlemek amacıyla araştırmacı tarafından geliştirilen “Kişisel Bilgi Formu” kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel analizi SPSS 16.0 programı ile yapılmıştır. Bulgular Araştırma sonuçlarına göre, öğrencilerin %29.3’ü 2. Sınıfta okumakta, %64.6’sının genel akademik ortalaması 2.50-3.49 arasında olduğu saptandı. Öğrencileri %38,4’ü kişisel bilgisayara sahip iken %97,6’sı akıllı telefona sahip olduğunu belirtmiştir. Internet Bağımlılık Ölçeği sonuçlarına göre öğrencilerin %87,2’si semptom göstermeyen kullanıcı, %11,0’ı sınırlı semptom gösteren kullanıcı, %1,8’i de patolojik internet kullanıcısı olarak saptandı. Öğrencilerin internet kullanım durumu ile akademik başarı arasında bir ilişki saptanmadı (p>0,05). Sonuç Öğrencilerin çoğunluğunun sempton göstermeyen internet kullanıcısı olduğu ve bu internet kullanma durumunun akademik başarıyı olumlu ya da olumsuz etkilemediği saptandı. Anahtar Kelimeler : Ebelik öğrencileri, İnternet bağımlılığı, Akademik başarı 174 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KIZ ÖĞRENCİLERDE, ALT ÜRİNER SİSTEM SEMPTOMLARI Öğr. Gör. Dr. Handan ÖZCAN, Gümüşhane Üniversitesi, Salğık Bilimleri Fakültesi Giriş: Ortalama beş kadının birinde görülen orta şiddetteki AÜSS, günlük aktivitelerin bozulmasına ve kadınların rahatsız olmasına sebep olmaktadır. Araştırma genç kadınlarda alt üriner sistem semptomları belirlemek amacıyla planlanmıştır. Materyal Metod: Çalışma tanımlayıcı ve kesitsel niteliktedir. Çalışmanın evrenini Gümüşhane Üniversitesinde okuyan kız öğrenciler oluşturmakta olup, örneklemini her bölümde okuyan rastgele yöntemle ulaşılan ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden toplam 500 kız öğrenci oluşturmaktadır. Verilerin toplanmasında; anket formu kullanıldı ve alt üriner yol semptomları, cinsel yaşamı ve yaşam kalitesini belirlemek amacıyla da geliştirilen çok boyutlu Bristol Kadın Alt Üriner Yol Semptomları Ölçeği (The Bristol Female Lower Urinary Tract Symptom Questionnaire -BFLUTS) kullanıldı. Araştırmadan elde edilen veriler SPSS paket programı ile değerlendirilerek, hata kontrolleri, tabloları ve istatistiksel analizleri yapıldı. Bulgular :Çalışmaya katılan kız öğrencilerin yaş ortalaması 19.702.29’dur. Öğrencilerin 6’sı evli, 4’ü gebe kalmış ve doğum yapmıştır. Öğrencilerin BKI ortalaması 21.42+8.55’tir. Öğrencilerin günlük tükettikleri su miktarı ortalama 5.24+4.19 bardak, çay 2.63+2.66 bardak, kahve 0.81+0.72 fincandır. Çocukken idrar kaçırma durumu ile annede idrar kaçırma durumunun karşılaştırılması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (X2: 8,103, p: ,004). Tablo 1. Öğrencilere ait bazı durumlar ile BFLUTS semptomlarının değerlendirilmesi İdrar Depolama Yapma Cinsel İnkontinans Yaşama İlişkin Yaşam Kalitesine Toplam İlişkin χ2:12,442 χ2:,554 χ2:1,315 χ2:,842 χ2:2,737 χ2:5,927 p: ,002 p: ,758 p: ,518 p: ,656 p: ,255 p: ,052 Gelir durumu Sigara kullanma durumu U:7171,50 U:9011,00 U: 7336,50 p: ,006 p: ,478 p: ,004 U: 8575,00 U: 9170,50 p: ,125 p: ,593 U:10430,00 U:9568,00 U: 9849,50 U:10946,00 U: 9130,50 p: ,514 p: ,891 Depresyon durumu p: ,100 p: ,129 p: ,032 U: 7376,50 p: ,025 U: 8370,50 p: ,011 175 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Nörolojik hastalık durumu U: 3955,00 U:2965,50 U: 3377,50 p: ,795 p: ,036 p: ,124 U: 3424,000 p: ,055 U: 3177,00 p: ,089 U:10721,50 U:9089,00 U: 8314,00 U:11022,00 U: 8104,50 P: ,730 p: ,996 p: ,001 U: 7741,500 U: 6065,00 Kabızlık şikâyeti Sık idrar yolu enfeksiyonu geçirme Annede idrar kaçırma Aile/akrabalarınızda idrar kaçırma Çocukken idrar kaçırma Tuvalet temizliğini yapma şekli Tuvalet temizliğini ne ile yaptığı P: ,029 P: ,000 U: 5527,50 U:6160,50 U: 5742,50 p: ,000 p: ,001 p: ,000 p: ,047 p: ,001 U: 3035,00 p: ,072 U: 8123,00 p: ,003 U: 4532,50 p: ,000 U: 10610,50 U:13220,50 U:12129,50 U:9951,50 U:12658,00 U:11538,50 p: ,607 p: ,163 p: ,026 U: 14654,00 U: 13691,00 U: 12281,50 p: ,071 p: ,025 p: ,001 U: 10903,00 U: 9709,00 U: 8409,50 p: ,104 p: ,000 U:12842,00 U:14017,00 U: 12961,00 p: ,004 p: ,054 p: ,001 U:10959,00 U: 9636,50 U: 8143,00 p: ,006 p: ,479 p: ,029 p: ,000 χ2: 9,821 χ2:,834 χ2:4,581 χ2:3,400 χ2:2,739 χ2:8,345 p: ,007 p: ,659 p: ,101 p: ,183 p: ,254 p: ,015 χ2:24,145 χ2:5,827 χ2:8,200 χ2:7,018 χ2:6,389 χ2:12,035 p: ,223 p: ,035 p: ,212 p: ,085 p: ,135 p: ,172 p: ,000 Sigara kullananlarda, depresyon ve kabızlık şikayeti olanlarda, sık idrar yolu enfeksiyonu geçirenlerde, annede, ailede ve akrabalarda idrar kaçırma şikayeti olanlarda, tuvalet temizliğin sabun ve antiseptik solüsyonla yapan ve tuvalet temizliğine dikkat etmeyenlerde semptomlar daha fazla görülmektedir. p: ,002 p: 0,17 Anahtar Kelimeler: Alt Üriner Sistem Semptomları, Kadınlar, 176 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN STRES YARATAN GÜNDELİK OLAYLARLA MİZAH YOLUYLA BAŞ ETME DURUMLARININ BELİRLENMESİ Dilek Bilgiç1, Sultan Uçuk2, Özlem Duran Aksoy 2, Gülseren Dağlar2, Handan Güneş 3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, İzmir 2 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Sivas 3 On Dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Samsun Amaç Bu çalışma ebelik öğrencilerinin stres yaratan gündelik olaylarla baş etmede mizahı kullanma durumlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Gereç Ve Yöntem Çalışmanın evrenini Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü’nde okuyan öğrenciler oluşturmaktadır. Evreden örneklem seçilmemiş olup toplam 309 öğrenciye ulaşılmıştır. Çalışmanın verileri Kişisel Bilgi Formu, Gündelik olaylar listesi (GOL) ve Mizah Yoluyla Başa Çıkma Ölçeği (MYBÇÖ) kullanılarak toplanmıştır. Bulgular Çalışmaya katılan öğrencilerin %71.2’si stresli durumlarla baş etmede mizahı kullandıklarını ve %84.8’i mizahın etkili olduğunu belirtmişlerdir. Öğrencilerin %80.6’sı bir ebelik girişimi olarak mizahın kullanılması gerektiğini, %87.4’ü mizahın iyileştirici etkisi olduğunu düşünmektedirler. Öğrencilerin GOL’den aldıkları sıklık puan ortalamaları 32.47±16.17 puan, etkilenme puan ortalamaları ise 35.27±20.03 olarak saptanmıştır. GOL’nin min:0 maks:112 puan arasında olduğu göz önüne alındığında son bir ay içinde öğrencilerin az sıklıkta günlük stres verici olaylarla karşılaştıkları ve düşük düzeyde bu olaylardan etkilendikleri söylenebilir. Aynı zamanda öğrencilerin MYBÇÖ puan ortalamalarının ise 18.27±3.52 (min;7- max:28) yüksek olduğu ve mizahı stresli olaylar karşısında baş etme yöntemi olarak kullandıkları ve stresli olaylardan etkilenimlerinin de bu bağlamda düşük düzeyde olmuş olabileceği söylenebilir. Sonuç Öğrenciler son bir ayda karşılaştıkları stresli gündelik olaylarla baş etmede mizahı kullanmakta ve olaylardan etkilenimleri düşük düzeydedir. Bu bağlamda olumlu mizah kullanımı ile ilgili öğrencilerin ders müfredatlarında bu konuya yer verilmesi hem gündelik sıkıntıları ile olumlu baş edebilmeleri hem de hasta bakımına yansıtmaları açısından yararlı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Ebelik, mizah, stres, baş etme 177 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KOZMETOLOJİDE ÇEVRESEL KİMYASALLAR VE GEBELİK AyseL BÜLEZ 1, Arzu KUL UÇTU 2 1 Osmangazi Üniversitesi Ebelik Bölümü 2 Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Ebelik Doktora Programı Kozmetoloji; dermatoloji, plastik cerrahi yanı sıra kadın doğum ve diş hekimliği alanlarını ilgilendiren bilim dalı olarak adlandırılmaktadır. Kozmetoloji doğru uygulanmadığında yarar yerine zararlı ve geri dönüşümsüz etkileri olan bir alandır. İlk olarak, fetus intrauterin yaşamda çeşitli derecelerde birçok kimyasalla tanışmaktadır. Takip eden süre içerisinde ise, beslenme gibi oral yolla alınan besinler ya da kullanılan ürünler ile maruziyet devam etmektedir. Gebeliğin geç dönemlerinde ve/veya laktasyon dönemlerinde gelişen bebek beyni, çevre toksinlerine karşı özellikle hassaslaşmaktadır. Fetus ve emen bebekler annelerine beslenmek için bağlıdırlar ve aynı zamanda anneden plesenta yoluyla gelen metil cıva (MeHg), kurşun (Pb), arsenik (As), kadminyum (Cd) ve selenyum (Se) gibi maddelere maruz kalmaktadırlar. Günlük yaşamın içine girmiş olan kozmetik kimyasallar kanser, infertilite ve doğum defektlerine kadar pek çok patolojinin etiyolojisinde suçlanmaktadır. Bu derlemede, ebelik bakış açısı ile çevresel kimyasalların gebelik ve yenidoğana etkileri incelenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler :Gebelik, Kozmotoloji, Ebelik 178 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey 15–49 YAŞ EVLİ KADINLARIN AİLE PLANLAMASINA İLİŞKİN TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Doç.Dr.Şükran ÖZKAHRAMAN-KOÇ1 Şehriban BAKIŞ2 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi ÖZET Amaç: Tanımlayıcı türde olan bu araştırma, kadınların aile planlamasına ilişkin tutumlarını ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ağustos 2016- Şubat 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın evrenini Isparta’da bulunan en çok gidilen alışveriş merkezini Ağustos 2016 - Ekim 2016 tarihleri arasında ziyaret eden 15-49 yaş grubundaki kadınlar oluşturmaktadır. Örneklemini ise belirtilen tarihlerde olasılıksız örnek/em yöntemlerinden olan rastlantısal örnekleme yöntemiyle alınan, evli, iletişim kurulabilen 176 kadın oluşturmuştur. Kadınların onamları alınarak gönüllü katılımları sağlanmıştır. Araştırmanın verileri Sosyo demografik veri formu ve Aile Planlaması Tutum lçeği ile toplanmıştır. Araştırmanın verileri SPSS 16 programında değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, varyans analizi, t testi kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde önemlilik düzeyi p< 0.05 olarak alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalamasının 34.48+6.79, evlilik yaşları ortalaması 25.47±4.21, toplam gebelik sayısı ortalaması 2+0.78, canlı doğum sayısı ortalaması 2+2.17 olduğu belirlenmiştir. Kadınların daha çok lise mezunu (%38,4) olduğu ve %95,2’sinin sosyal güvencesinin bulunduğu belirlenmiştir. Araştırmanın yapıldığı sırada, kadınların %74,4’ünün modern, %25,6’sının geleneksel yöntemler ile korundukları bulunmuştur. Kadınların modern yöntemlerden RİA (%24,3), hap (%18,4) ve kondom (%15,2); geleneksel yöntemlerden geri geleneksel yöntemlerden geri çekme (%26,7) ile korundukları belirlenmiştir. Kadınların Aile Planlaması Tutum Ölçeği'nin alt boyutlarından "Toplumun Aile Planlamasına İlişkin Tutumu" alt boyutundan 52.78+0.54, "Aile Planlaması Yöntemlerine İlişkin Tutumu" alt boyutundan 34.76+0.27 ve "Doğuma İlişkin Tutumu" alt boyutundan 25.74+0.24 puan aldıkları bulunmuştur. Aile Planlaması Tutum Ölçeği’den alınabilecek en yüksek puan ortalaması 152 iken, bu çalışmada kadınların Aile Planlaması Tutum Ölçeği puan ortalamasının 121.14+0.78 olduğu belirlenmiştir. Ayrıca gebelik sayısı ve düşük sayısı yüksek olanlarda Aile Planlaması Tutum Ölçeği puan ortalamasının düşük ve bu farkında istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Eğitim düzeyi, aile planlaması ile ilgili konuları eşi ile konuşma ve yaş düzeyinin yüksek olması ile aile planlaması tutumu arasında anlamlı ilişki (p<0.05) saptanmıştır. Sonuç: Bu sonuçlara göre, kadınların aile planlamasına karşı tutumlarının islendik düzeyde olmadığı, ayrıca kadınlara verilecek danışmanlık eğitimi ile modern yöntemlerin kullanımı geliştirilebilir. Sağlık bakım profesyonelleri aile planlaması danışmanlığı hizmeti sundukları kadınların Aile Planlamasına yönelik tutumlarını bilmeli tutumu olumsuz etkileyebilecek faktörlere yönelik danışmanlık yapması gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, tutum, kadın sağlığı 179 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBE ÖĞRENCİLERİN BAŞARI ALGISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Gülçin Bozkurt*, Sevim Ulupınar**, Eliz Tektaş*, Ezgi Ergin* *İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi- Ebelik Bölümü **İstanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemşirelik Fakültesi Amaç: Ebe öğrencilerin başarı algısını etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel özellikteki araştırma verileri Şubat-Mart 2017 tarihleri arasında elde edildi. Araştırmanın evrenini, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde 2016-2017 eğitim öğretim döneminde okuyan 427 ebe öğrenci oluşturdu. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş, anketin uygulandığı gün derste olan, çalışmaya katılan 352 öğrenci örneklemi oluşturmuştur. Araştırma verileri, sosyodemografik özellikleri sorgulayan 7 sorudan oluşan anket formu, kendini sabotaj ölçeği ve dini yönelim ölçeği kullanılarak toplandı. Kendini Sabotaj Ölçeği; Jones ve Rhodewalt tarafından geliştirilmiş, Akın tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. Ölçek tek boyutlu ve 25 itemden oluşmaktadır. Ölçekte yer alan maddeler; çaba harcamama, hastalanma, erteleme, alkol veya ilaç kullanma, uykusuzluk veya duygusal problemler gibi bir dizi kendini sabotaj stratejisini değerlendirmektedir. Dini Yönelim Ölçeği: Onay tarafından geliştirilmiş, kişilerin yaşamlarında (düşünce, davranış ve duygularında) dinin ne derecede yer aldığını, sayısal değerlerle belirlemeyi amaçlayan bir ölçme aracıdır. Veri toplama formları araştırıcılar tarafından öğrencilere ders sonrası dağıtıldı ve tamamlandığında da toplandı. Elde edilen verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama ve t-testleri kullanıldı. Bulgular: Araştırma katılan öğrencilerin yaş ortalamasının 20,20±1,90 yıl olduğu, %39,9’unun 2. Sınıf öğrencisi olduğu, %89,6’sının ebelik bölümünde okumaktan memnun olduğu ve % 77,2’sinin kendini başarılı bulduğu belirlendi. Öğrenciler başarılı olmalarında etkili en önemli üç faktör olarak çoğunlukla; % 33’ünün ders çalışmak, %17,7’sinin azmetmek ve %12,1’nin kendine güvenin etkili olduğunu belirtiği saptanmıştır. Ebelik bölümde okumaktan memnun olan öğrencilerin dini yönelim ölçeği alt boyutlarından aldığı puanların ortaları; duygu boyutu t=2,120;p=,035, davranış boyutu t=2,014;p=,045, düşünce boyutu t=2,014;p=,045) ve dini yönelim ölçeği toplam puanları ortalamasının t=2,52; p=,012 ebelik bölümünde okumaktan memnun olmayan öğrencilere göre istatistiksel olarak anlamlı olarak yüksek idi. Ebelik bölümde okumaktan memnun olan ve memnun olmayan öğrencilerin sabotaj ölçeği puanları arasında anlamlı fark yoktu. Kendini başarılı bulan ve başarılı bulmayan öğrencilerin dini yönelim ölçeği puanları ve kendini sabotaj ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı belirlendi. Sonuç: Öğrencilerin büyük çoğunluğu ebelik bölümünde okumaktan memnundu ve kendini başarılı bulguluyordu. Dini yönelimi yüksek olan öğrenciler ebelik bölümde okumaktan daha memnundu. Öğrencilerin ebelik bölümünde okumaktan memnun olmaları ve kendini başarılı bulmaları kendini sabotajını etkilemiyordu. Anahtar Kelimeler: ebe öğrenci,başarı,algı 180 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey YENİDOĞAN AĞRI YÖNETİMİNDE TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TIP UYGULAMALARI Arş. Gör. Bahriye KAPLAN*, Arş. Gör. Yağmur Sezer EFE**, Doç. Dr. Emine ERDEM** *Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksek Okulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Nevşehir **Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD,Kayseri Myelinizasyonun tamamlanmamış olması nedeniyle sinir sisteminin yeterince gelişmediği, ağrı belleklerinin olgunlaşmadığı ve ağrılı deneyimlerini yorumlama/hatırlamada rol oynayan kortikal fonksiyonların yetersiz olduğu gibi düşünceler, uzun yıllar yenidoğanlarda ağrı ve ağrının etkilerinin araştırılmasına engel olmuştur. Yoğun bakım alanındaki önemli gelişmeler ve yenidoğan bakımındaki bilgi, tedavi olanaklarının hızlı gelişimi preterm ve riskli yenidoğanların yaşam şanslarını artırmış, tedavi ve bakım almak için uzun süreli hastane yatışlarınını da beraberinde getirmiştir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatarak uzun süreli tedavi ve bakım almak zorunda kalan yenidoğanlar, tanı ve tedavi amaçlı çok farklı nedenlerle birçok invaziv girişime maruz kalarak ağrı ve stres yaşamaktadırlar. Bu invaziv girişimler arasında topuktan kan alma, venöz ve arteriyel kateter uygulaması, gavaj tüpü takılması, IM enjeksiyon uygulaması, postüral drenaj, retinopati muayenesi, mekanik ventilasyon, flasterlerin çıkarılması vb. girişimler sayılabilir. Yapılan ağrılı girişimler ve stres verici klinik ortam yenidoğanların klinik seyrini etkilemektedir. İnvaziv girişimler sırasında yaşanılan ağrı aile bebek etkileşimini, bebeklerin davranışlarını ve dış dünyaya uyumunu etkileyebileceği gibi beyin ve duyuların gelişiminde değişikliklere neden olabilmekte ve büyümeyi olumsuz etkileyebilmektedir. Son yıllarda yenidoğanın ağrısının önlenmesi ya da en az düzeye indirilmesine yönelik nonfarmakolojik uygulamaların yer aldığı çalışmalar önem kazanmıştır. Yenidoğanda ağrıyı önlemede kullanılan nonfarmakolojik yöntemler; pozisyon verme, masaj, terapötik dokunma, kanguru bakımı, sıcak-soğuk uygulama, müzik, bireyselleştirilmiş gelişimsel bakım emzik verme, sukroz ve anne sütü verilmesi gibi uygulamaları içermektedir. Özellikle son yıllarda pozisyon verme, masaj, müzik, terapötik dokunma, emzik, tatlandırıcı maddelerin (sukroz, glikoz vs) kullanımı gibi yöntemler modern tıbba yardımcı “tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamaları” olarak tanımlanmaktadır. Yapılan çalışmalar, bu uygulamaların bebeklerin kalp atım hızı ve serum kortizol seviyesini azaltıp oksijen satürasyonu artırarak ağrı algısını azalttığını ve ağrılı işlem sonrası bebeklerin daha hızlı toparlanmasını sağladığını belirtmektedirler. Yenidoğan ağrı yönetiminde amaç, doğumdan itibaren ağrılı girişimlere maruz kalan yenidoğanların hissettiği ağrıyı en aza indirmek ve yenidoğanın ağrı ile baş etmesine yardım etmektir. Bu amaçla sağlık profesyonelleri tarafından doğru bir ağrı değerlendirmesi yapıldıktan sonra, etkin bakımla yenidoğanların ağrısı yönetilebilir. Bu nedenle son yıllarda yenidoğan ağrı yönetiminde tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamalarının etkinliğini değerlendiren çalışmalar önem kazanmıştır. Anahtar kelimeler: ağrı yönetimi, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamaları, yenidoğan İLK TEMEL İLİŞKİ: ANNE BEBEK BAĞLANMASI 181 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Arş. Gör. Yağmur SEZER EFE*, Doç. Dr. Emine ERDEM*, Arş. Gör. Bahriye KAPLAN** *Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri **Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Nevşehir Maternal bağlanma, çocuğun sağlıklı büyüme ve gelişimini sağlayan, zaman içinde gelişen özel ve eşsiz bir ilişki olup, anneliğe olumlu uyum ve annelik rolü kazanma açısından önemli bir bileşendir. Doğumla birlikte anne bebek arasında gelişen bağlanma, bebeğin gelişimini, diğer insanlarla ilişkilerini, psikolojik uyumunu ve tüm yaşamını etkiler. Bu güvenli bağ kişinin özgüvenine, arkadaş ilişkilerine ve problem çözme yeteneğine önemli katkı sağlar. Maternal bağlanma, gebelik, doğum ve doğum sonrası süresince gelişir ve anne-bebek etkileşimi sürdükçe desteklenir. Doğum sonu dönemde aileye yeni bir üyenin katılması ile ebeveynler, kendi duygu-düşünce ve ilişkilerinde değişiklikler yaşarlar. Bu dönem, aile bağlarının güçlendiği bir dönem olabileceği gibi, kriz yaşanan bir dönem olarak da karşımıza çıkabilir. Doğumdan hemen sonraki dakikalar hem anne, hem de bebek için yeni duruma uyumları ve aralarındaki özel bağın oluşması açısından önemlidir. Doğumu izleyen ilk 60-90 dakikalık dönemde ve doğum sonu ilk günlerde başlayan anne-bebek etkileşimi daha sonraki gün/ay ve yıllarda oluşacak anne-bebek ilişkisinin temelini oluşturur. İlk temel ilişkide ortaya çıkan yetersizlikler ya da aksamalar bağlanmayı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Anne/bebeğin sağlık sorunları nedeniyle anne-bebek etkileşim sürecinin engellenmesi ya da başlatılamaması, bebeğin preterm doğması, hastanede yatması ve bebeğin güvenliği için korku duyulması anne ile bebek arasında doyum sağlayıcı ilişkinin gelişmesine engel olabilmekte ve maternal bağlanma sürecini zorlaştırabilmektedir. Sevgiyle bağlanma, maternal rol uyumunun bir parçasıdır ve bunun sonucunda bebekte güven duygusu gelişir. Çocuğun yaşadığı ilk bağlanma tecrübesi daha sonra yaşayacağı bağlanma tecrübeleri için temel oluşturur. Bağlanma örüntüsü, süt çocukluğu döneminde, güvenli ya da güvensiz olarak bir kez belirlendikten sonra yaşam boyunca süreklilik gösterir. Anne-bebek arasında yaşamın ilk yılında bağlanma sorunları yaşanırsa, bebek emosyonel, sosyal, fiziksel, zihinsel ve dil gelişimi problemleri yaşayabilir, ihmal ve istismar açısından risk altında olabilir. Bu nedenle bağlanmanın sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve sürdürülmesinde sağlık profesyonelleri önemli bir role sahiptir. Sağlık profesyonelleri gebelik sırasında ve doğumdan sonraki dönemde, ebeveynleri gözlemleyerek, anne ve yenidoğana ait bağlanma belirtilerini değerlendirir, annelerin kaygılarını giderir ve annelik davranışını desteklerler. Böylece annenin bebeğini algılamasına ve anne-bebek bağlanmasının gelişmesine yardımcı olabilirler. Anahtar kelimeler: Anne-bebek bağlanması, sağlık profesyonelleri 182 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERİN GENİTAL HİJYEN DAVRANIŞLARININ İNCELENMESİ Tuğçe SAKAR1, Özlem KARABULUTLU2 1Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Erzurum 2Kafkas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü, Kars Özet Amaç Bu çalışma, gebe olan kadınlarda genital hijyen davranışları ve ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem Araştırma tanımlayıcı tiptedir. Araştırmanın evrenini Erzurum Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi Kadın Doğum Polikliniği’nde Kasım-Aralık 2015 tarihleri arasında başvuran tüm gebeler, örneklemini ise araştırmaya gönüllü olarak katılan 233 gebe oluşturmuştur. İlgili polikliniklere belirtilen tarihler arasında son bir yıl içerisinde gebeliğinin 26-40. haftalarında olup prenatal kontrol amaçlı başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden gebeler alınmıştır. Veriler anket formu ve Genital Hijyen Davranışları Envanteri (GHDE) kullanılarak toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım, ortalama, Kruskal Wallis, Mann Whitney-U testi ve bağımsız gruplarda t-testi kullanıldı. Bulgular Gebelerin yaş ortalaması 28.65±6.23 olduğu saptanmıştır. Gebelerin %53.2’si ilköğretim mezunu, %59.2’si 17-21 yaş arasında evlendiği, %70.8‘i evlilik süresinin 1 yıl ve üzeri olduğu, %85.4’ü çalışmadığını ifade etmiştir. Gebelerin %57.1’inin gelirinin giderine eşit, %63.5’inin il merkezinde yaşadığını ve %68.2’sinin çekirdek aileye sahip olduğu bulunmuştur. Gebelerin; %68.2’sinin ilk gebelik yaşının 18-25 yaş grubu aralığında, %75.1’inin 2 ve üstü gebelik geçirdiği, %67.0’ının yaşayan çocuğunun olduğu, , %91.4’ünün ölü doğumunun, %72.5’inin düşüğünün ve %93.6’sının kürtajının olmadığı bulunmuştur. Gebelerin, %84.5’inin 26-35. Gebelik haftasında, %86.7’sinin 1-9 kez kontrole gittiği, %77.3’ünün doktor tarafından kontrol edildiği, %44.6’sının gebelikleri süresince vajinal enfeksiyon geçirdiği, enfeksiyon ortaya çıktığında %50.2’sinin hiçbirşey yapmadığı ve halen %14.6’sında hazne yıkamanın varolduğu, %75.5’inin alt bölge temizliğinde herhangi bir bilgi almadığı bulunmuştur. Gebelerin Genital Hijyen Davranışları Envanteri puan ortalaması 79.69±12.12 olduğu saptanmıştır. Yapılan analizler sonucunda; yaş, eğitim durumu, evlenme yaşı, evlilik süresi, çalışma duurmu, gelir düzeyi, yaşanılan yer, aile tipi, ilk gebelik yaşı, gebelik, yaşayan çocuk, ölü doğum sayısı, gebeliğinde ki kontrol sıklığı ve genital hijyen konusunda bilgi alma durumu ile Genital Hijyen Davranışı arasında anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05). Sonuç Araştırmaya alınan gebelerin genital hijyen davranışlarının istendik düzeye yakın olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Gebe, genital hijyen, ebe 183 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÜREME SAĞLIĞININ ÖNEMİ Şehriban BAKIŞ1 , Doç.Dr.Şükran ÖZKAHRAMAN-KOÇ2 1Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Üreme Sağlığı: Üreme sistemi, işlevleri ve süreci ile ilgili sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil, tüm bunlara ilişkin fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik halinin olmasıdır. Dünya da ve ülkemizde üreme sağlığı kavramı çok yakın tarihlere kadar önemsenmemiş olup bu tür sorunlar yeni çalışmalar ile gündeme gelmiştir. Üreme sağlığı kavramı Dünya da ilk kez 1994 yılında Kahire Uluslar Arası Nüfus ve Kalkınma Konferansında gündeme gelmiştir. Bu konferansta kadın sadece üreme sistemi konusundaki sorunlarına değil, kadınların kendi kararlarını verebilmelerine, ekonomik özgürlüklerini kazanabilmelerini, eğitimlerine, karar verici durumlarda yönetici kimliği kazanabilmeler de bulunması gerektiği üzerinde de durulmuştur. Kadınların aile planlaması konusunda karar verebilmeleri, cinsiyet eşitliği, sağlık, kültür, eğitim gibi birçok hakka sahip olmaları konusunda da konferansta önemli kararlar alınmıştır. Üreme sağlığı kavramı ise ilk kez 1995 yılında 4. Uluslar Arası Kadın Konferansın da konu edinmiştir. Türkiye'de 1994 Kahire Konferansı paralelinde birçok uygulama başlatılmıştır. Bu uygulamaların olumlu sonuçları, bu programlar düzenli ve nitelikli olarak sürdürülebildiği takdirde mutlaka alınacaktır. Başlatılan çalışmalar ya da Kahire Konferansı maddeleri geçici uygulama veya araştırmalar olarak görülmemeli, dünya kamuoyuna taahhüt edilen şartlar, yükümlülükler olarak kabul edilmeli ve hedeflerin gerçekleşmesi için hükümet programlarında ye almalıdır. Ülkeler arasında deneyimlerin paylaşıldığı, iletişim ağı ile desteklenen bir platformda, ülke içinde de sektörlerin potansiyelleri iyi değerlendirildiği, olumlu bir işbirliği atmosferinde, hedef ve stratejileri belirlenmiş plan ve programların başarıya ulaşması daha kolay ve hızlı olacaktır. Dünyanın birçok ülkesin de farklı inanışlar ve düşünceler sebebi ile ihmal edilen üreme sağlığı bu gün dünyanın bir çok ülkesinde önemli halk sağlığı sorunları arasında yer almaktadır. Dünya üzerinde var olan üreme sağlığı sorunları ve üreme sağlığı kavramı sadece annelik kavramını değil tüm hayat boyunca var olan sorunları ve dönemleri kapsamalıdır. Üreme sağlığı intrauterin hayatta başlar ve yaşam boyu devam den bir kavramdır. Üreme sağlığı kız çocukluğu dönemi, adölesan dönemi, doğurganlık dönemi, klimakterium ve menopoz, yaşlılık dönemi olarak dönemlere ayrılarak incelenmelidir. Üreme Sağlığı Eğitimi Kapsamında cinsiyet kavramı ve farklılıkları, adölesan çağa geçiş eğitimleri, cinsel ilişki ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar, aile planlaması ve faydaları, ebeveynliğe hazırlık eğitimi, infertilite, kendi kendine meme muayenesi, sevikal ve diğer kanser taramalarının önemi, enfeksiyon belirti ve bulguları, gebelik, doğum, loğusalık, laktasyon, yeni doğan eğitimi, menopoz ve getireceği sorunlar ile yaşlılık dönemi sorunları verilmesi gereken eğitim konularındandır. Üreme sağlığının hedef ve stratejileri mutlaka olmalıdır. Ancak, politik bir araç olarak görülmemeli ve kullanılmamalıdır. Birçok ülkede mevcut olan bu gerçek, sadece kadın sağlığını değil, toplum sağlığını olumsuz etkiler ve en başta mücadele edilmesi gereken sorundur. Anahtar Kelimeler: Üreme Sağlığı, kadın YENİDOĞAN BAKIMINDA EBENİN ROLÜ 184 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Ebru ERSİN1 Doç.Dr.Şükran ÖZKAHRAMAN-KOÇ2 1Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Doğumdan sonraki ilk dört haftaya yenidoğan dönemi denir. Yaşamın ilk günlerinde, anne karnında suyun içindeki ortamdan kuru dış dünya ortamına uyum sağlamak için birçok organ sisteminde değişiklikler olur. Derinin bariyer fonksiyonu doğum öncesi dönemde gelişmeye başlar ve gelişimi doğum sonrası ilk bir yılda tamamlanır. Bebek doğar doğmaz solunum-dolaşım yeterliliği açısından değerlendirilmelidir. Başı solunum yolunu açmak için hafif ekstansiyonda tutularak, varsa ağız içi ve burundaki sekresyonlar temizlenir. Apgar skoru, bebeğin durumunu belirleyen objektif bir değerlendirme yöntemidir. Yeni doğmuş bebeğin doğumdan hemen sonraki durumunu gösterir. Uygun şekilde yapıldığında fetal-neonatal geçişin standart bir kayıt düzeneğini oluşturur. Yenidoğanın hemorajik hastalığını önlemek amacıyla tüm bebeklere doğumdan hemen sonra 1 miligram K vitamini intramusküler olarak yapılmalıdır. Göbek kordonu genellikle 5-10 gün içinde düşer. Bakım uygulamaları tüm dünya üzerinde çeşitlilik göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde topikal antiseptik veya antibiyotik kullanımının üstünlüğü yokken, neonatal tetanoz riskinin olduğu veya kötü hijyenik koşulların olduğu bölgelerde etkili bulunmuştur. Doğum sonrasında anne ve bebeğin aynı odada kalmasının sağlanması anne ile bebeği arasında duygusal bağın oluşması ve anne sütünün artması açısından çok önemlidir. Uluslararası Ebeler Konfederasyonu ebelik felsefesine göre ebeden; kadının sağlık gelişimine katkı vermesi, sağlığını koruması, gizliliğini sağlaması, gerekli konularda bilgilendirme yaparak kadınların kendi kararlarını vermesini sağlaması ve üremeyi desteklemesi, normal doğumların savunucusu olması beklenmektedir. Bunları yerine getirirken ise, karşılıklı saygı, güven ve sorumluluk paylaşımı içinde kültürel, etik değerlere saygı duyarak anne-bebek sağlığını yükseltmesi gerektiği belirtilmektedir. Ancak tedavi hizmetlerinin ağırlık kazanmaya başlaması ve istihdam sorununun gün geçtikçe artması nedeniyle günümüz Türkiye’sinde ebeler, bağımsız rollerinden uzaklaşarak daha çok hemşirelik işlevlerini uygular durumda bulunmaktadırlar. Bu nedenle durumun ebelik mesleğinin profesyonel değer ve felsefesini olumsuz yönde etkileyeceği düşünülmektedir. Oysa ana-çocuk sağlığı ve temel sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ebelik mesleğinin önemine dikkat çekmektedir. Yaşamın ilk yıllarında oluşturulan bağlanma örüntülerinin tüm yenidoğanların iyilik durumunu sürdürmede etkili olduğu ve biyopsikososyal açıdan birey olarak gelişimleri üzerinde de önemli etkiler yaptığı kabul edilmektedir. Özellikle doğum sonu dönem, bağlanmanın iki bileşenini oluşturan anne ve bebeğin desteklenmesi, güçlendirilmesi açısından önem taşımaktadır. Yenidoğanların yaşamda kalabilmelerinin ilk ve en önemli belirleyicisinin, besleme, bakım verme, şefkat gösterme açısından bakım vericilerle ilgilidir. Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, yenidoğan Bakımı, Ebe, Roller BAĞIŞIKLAMA HİZMETLERİNİN TARİHÇESİ 185 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Şeyma AYDIN1 Doç.Dr.Şükran ÖZKAHRAMAN-KOÇ2 1Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Böl. Öğrencisi 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Bağışıklama, mikroorganizmaların saldırılarına karşı insan, hayvan ve bitkilerin direncini artırmayı amaçlayan yöntemdir. Bağışıklık doğal olarak gelişebileceği gibi, aşı yoluyla yapay olarak da sağlanabilir. İnsanlar eski çağlarda da hastalıklardan korunmaya çalışmışlardır. Aşıların keşfinden önce insanlar doğal yolla hastalıklardan korunmak istemişler, bu nedenle bazı aileler suçiçeği veya kızamık hastalığı geçiren çocuklarının yanına, diğer kardeşlerini de yatırarak, onların da küçük yaşta bu hastalığı geçirmelerini, bir defada bu hastalıkları atlatmalarını düşünmüşlerdir.Buna hastalığı geçirerek kazanılmış bağışıklık diyoruz. Eski Yunanda halk çocukları savaş için askere alınırken, asilzadeler askerlikten muaf tutulurmuş. Onlara askerliğe karşı immün denilirmiş. İmmünite, immünizasyon, bağışıklama,ve aşılama kavramı da bu şekilde tıp literatürüne girmiştir. Hintli Budistler 7.Yüzyılda yılan zehri içerek, yılan sokmasına karşı bağışık olmayı denemişlerdir. Çin’de 10.Yüzyılda çiçek hastalığından korunmak için çiçek hastalığını hafif geçiren olguların püstülünden alınan materyali, hastalık geçirmemiş kişilerin derisini çizerek enfekte etmişler ve böylece bu kişileri bağışık hale getirmişlerdir (variolasyon). Çiçek hastalığında mortalite %25 civarında iken variolasyondan sonra komplikasyon ölümleri %4 civarına düşmüştür. Çiçek aşısını geliştiren ve ilk bilimsel yayını yapan Edward Jenner 1798 yılında çiçek aşısı çalışmalarını yayınlamıştır. Bu yayından 87 yıl sonra Louis Pasteur 1885’de kuduz aşısını keşfetmiştir. 1896’da tifo ve kolera aşıları, onlardan 1 yıl sonra da veba aşısı keşfedilmiştir. 20.Yüzyılın ilk yarısında Difteri, Boğmaca, Tetanoz, Tüberküloz (BCG), Sarıhumma, İnfluenza ve Riketsiya aşıları keşfedilmiştir. Çiçek aşısının yaygın kullanımı sayesinde insanlık ilk defa bir virüs’ü dünyadan eradike etmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) “2000 Yılına Kadar Herkese Sağlık” genel hedefine ulaşabilmek için, bütün dünya çocuklarının aşılanmasını başlıca görevleri arasına almıştır. Bu genel hedef dahilinde 974 yılında uygulamaya konulan Genişletilmiş Bağışıklama Programı (GBP) ile aşıyla korunabilir bulaşıcı hastalıklara bağlı morbidite ve mortalite hızlarını düşürmek amaçlanmıştır. DSÖ raporuna göre; düşük gelirli ülkelerde bağışıklama oranı %75 iken, Türkiye %97 bağışıklama oranı ile üst gelir grubu ülkeler düzeyindedir. Ülkemizdeki aşılama ile ilgili son gelişmelere rağmen, bağışıklamanın ilerleyen yaş dönemlerini kapsayacak şekilde sürdürülememesi ile dünyada özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere ilişkin sonuçlar, çocuklarda bağışıklama konusunda da ihlallerin devam ettiğini göstermektedir. DSÖ’nün tüm bu çabaları ile, 1990’lı yıllarda dünya genelinde aşılama oranları %80’lere ulaşmıştır. Ancak bu oranlar yeterli olmayıp, amaç %90 aşılama oranlarına çıkılmasıdır. Çünkü bir yaşın altındaki çocuklarda aşılama oranı %90’a ulaştığında bu hastalıklar toplum için bir tehlike olmaktan çıkacaktır. En sık görülen, en fazla sakat bırakan ve en çok öldüren hastalıklar halk sağlığı açısından önemli hastalıklar olduğu için çocuk ölümlerinde kuşkusuz önemli bir payda yetersiz bağışıklamaya aittir. Oysa bağışıklama, her çocuğun yaşama hakkı kadar doğal ve temel bir hakkıdır. Anahtar Kelimeler: Bağışıklama, Bağışıklama Hizmetleri, Tarihçe 186 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BİRİNCİ BASAMAKTA GÜVENLİ ANNELİK HİZMETLERİNDE EBENİN ROLÜ Esra VERİM Gaziantep Üniv Sağlık Biimleri Fakültesi Ebelik Böümü Güvenli annelik; kadına gebelik öncesi, doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası bakım ve tedavi hizmetlerinin verilmesi, istenmeyen ve yüksek riskli gebeliklerin önlenmesi, gebelik, doğum ve doğum sonrası komplikasyonların tanımlanması, önlenmesi ve yönetimini kapsar. Güvenli annelik hizmetleri anne ve bebek ölümlerinin ve komplikasyonlarının azaltılmasına yönelik çalışmalardır. Dünyada yüksek olan annebebek ölüm ve hastalık oranlarını azaltmak üzere 1987 yılında Dünya Sağlık Örgütü öncülüğünde, Nairobi’de düzenlenen konferansta, uluslararası kuruluşlar ve ülke delegelerinin ortak kararı ve desteğiyle güvenli annelik programları başlatılmıştır. Programın temel amacı, 2000 yılına kadar hizmet yetersizliği ve önlenebilir nedenlerle oluşabilecek anne-bebek ölümleri ve sakatlıklarını %50 azaltmaktır. 2017 yılında dünya genelinde, özellikle gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde anneliğe bağlı hastalanma ve olum oranları, hala istenen düzeye ulaşamamıştır. Bu durum, güvenli annelik programının daha uzun yıllar önemini koruyacağı anlamına gelmektedir. Güvenli annelik programlarında ebeler birinci basamak sağlık kuruluşlarında anne ve bebek sağlığı açısından önemini benimseyen bir tutumda olmalıdırlar. Aile Sağlığı Merkezlerinde Gebeliklerin Planlanması, Doğum Öncesi Bakım, Riskli Gebelik Yönetimi, Sağlıklı Doğum, Doğum Sonrası Bakım konularında ebeler tarafından düzenli eğitim verilebilir. Bu hizmetlere yönelik çalışmalar yapılması sağlık hizmetlerinde güvenli annelik eğitim ve danışmanlık bileşenini güçlendirecektir. Bunun için birinci basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlarda eğitim odalarının oluşturulması ve çalışan ebe sayılarının artırılması gerekmektedir. Bu eğitimler güvenli annelik konusunda toplumsal duyarlılığı ve bilinci yükselterek anne ve bebek ölümlerini azaltacaktır. Anahtar Kelimeler: Güvenli Annelik, Birinci Basamak, Ebe DOĞUMDAKİ DOĞAL POZİSYONLAR 187 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Esra VERİM Gaziantep Üniv Sağlık Biimleri Fakültesi Ebelik Böümü Doğumda yer çekiminin de kullanıldığı pozisyonlar, bebeklerin doğum kanalında ilerlemesine yardımcı olur. Bu eylem süresinin kısalmasını, annenin daha az ağrı hissetmesini ve doğumun kolaylaşmasını sağlar. Ebeler bu pozisyonları bilmeli ve uygulamalıdır. Ayrıca bebeğin doğumuna yardımcı olmak amacıyla bu pozisyonları doğum öncesi bakım hizmetlerinde ve özellikle gebeliğin son trimestrindaki kadınlara doğumdan önce öğretmelidir. Bu makalede şu pozisyonlar açıklanacaktır: Yarıyatar Pozisyon, Değiştirilmiş Yarı Uzanma Pozisyonu, Yan Pozisyon, Zıplayan Kurbağa, Destekli Çömelme Pozisyonu, Tuvalete Oturma, Doğum Taburesi, Destekli Ayakta Durma, Eller – Dizler Pozisyonu, Kutup Ayısı Pozisyonu 188 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ÖTANAZİ Nesibe Neşe SEDEF 1, Gülşah Tanrıverdi2 1 Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Ötanazi; tıbbın elinde bulundurduğu olanaklarla iyileştiremediği ve nitelikli bir yaşam dasağlayamadığı hastaların yaşamlarının, içinde bulundukları belli koşullarda ve biçimde sona erdirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Eski Yunancadan gelen ötanazi eu= güzel, tanasium= ölüm anlamındadır. Bu makalede, ötanazinin tarihsel gelişimine kısaca işaret edilmiştir. Daha sonra, ötanazinin türleri olan aktif ötanazi, pasif ötanazi ve dolaylı ötanazi açıklanmıştır. Ötanazi lehinde ve aleyhinde olan görüşler değerlendirilmiştir. Ötanazi kavramı günümüzdeki anlamına yakın olarak ilk kez İngiliz filozof ve bilim adamı Francis Bacon tarafından kullanılmıştır. Ötanazinin yasallaşması için çalışmalar XX. Yüzyılda başlamıştır. 1970’li yıllardan sonra birçok ülkede ötanazi cemiyetleri kurulmuştur. 1988 yılında “Dünya Ötanazi Birliği” oluşturulmuştur. Anahtar kelimeler: Ötanazi, Aktif ötanazi, Hak, İnsan hakları, Yaşama hakkının vazgeçilmezliği 189 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PATERNAL BAĞLANMA: YURTDIŞI ÖRNEKLERİNİN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ Aysu KOPTUR, Tuba GÜNER EMÜL, DuyguVEFİKULUÇAY YILMAZ Mersin Üniversitesi Günümüzde toplumun yapıtaşı olan ailede anne kadar önemli yere sahip olan babaların bebekleri ile etkileşimleri ve bunu etkileyen faktörler tam olarak bilinmemektedir. Yapılan çalışmalar genellikle anne ve bebek bağlanmasına odaklanmış, babalar bu sürecin dışında bırakılmıştır. Bu derlemenin amacı henüz az sayıda olan paternal bağlanma (baba bebek bağlanması) çalışmalarına dikkat çekmektir. Cranley baba adayı olan erkeklerin paternal bağlanma kavramını; benliğin farklılaşması, rol değişimi ve kendinden ödün verme olarak tanımladıklarını bildirmiştir. Fagerskiöld, erkeklerin babalığı düşündüklerinden daha fantastik bir olay olarak tanımladıklarını belirtmiştir. Finnbogadottir ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, ilk kez baba olacak bireylerin kendilerini eksik, yetersiz ve dışlanmış hissettikleri saptanmıştır. Gage ve Kirk erkeklerin daha iyi bir baba olmaya dair bilgilenmeye hevesli olduğunu, babalık rolüne uyum göstererek bebek bakımında anne kadar aktif rol almak istediklerini vurgulamıştır. Literatür incelendiğinde; paternal bağlanma düzeyinin öğrenim durumu, yaşam kalitesi, eş uyumu ve eşlerde depresyon varlığı ile ilişkili olduğu göze çarpmaktadır. Boyce ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, yaşam kalitesi, sosyal destek ve öğrenim durumu arttıkça paternal bağlanma düzeylerinin daha güçlü olabileceği vurgusu yapılmıştır. Cranley çalışmasında erkeklerin eş uyumları ile babalık rolünü benimseme düzeyleri arasında ilişki saptamış, eş uyumları yüksek olan babaların paternal bağlanma düzeyleri güçlü bulmuştur. Paulson ile Ferkeitch yaptığı çalışmada, anne ve babanın yaşadığı depresyonun paternal bağlanmayı olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Görüldüğü gibi paternal bağlanma birden çok faktörden etkilenmektedir. Öte yandan paternal bağlanma üzerinde kültürün etkisi de göz ardı edilmemelidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türk babalarının paternal bağlanma düzeylerini yansıtan çalışmalara gereksinim duyulmaktadır. Bunun yanında sağlık çalışanlarının paternal bağlanmayı prenatal ve postnatal dönemde verdikleri eğitim ve danışmanlık hizmetlerine entegre etmeleri son derece önemlidir. Anahtar Kelimeler : Baba, bebek, fetüs, paternal bağlanma 190 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ADIYAMAN GÖLBAŞI BELÖREN BELDESİ’NDE YAŞAYAN 30-65 YAŞ ARASI BAYANLARIN PAP-SMEAR TESTİ HAKKINDA BİLGİ TUTUM VE DAVRANIŞLARI Esra ERSARAN1 Gülsen GÜNEŞ1 1İnönü Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı AMAÇ: Dünyada tüm ölüm nedenleri arasında ikinci sırada bulunan kanserin, 2030 yılına kadar hızla artarak birinci sıraya yükseleceği öngörülmektedir. Morbidite ve mortalitesinin yüksek olması nedeniyle kanserler önemli bir halk sağlığı sorunudur. Kadın kanserleri arasında dünyada en sık görülen ikinci kanser türü olan servikal kanser, kadın sağlığını tehdit eden önemli bir sorundur. Servikal kanserden korunmada sağlıklı cinsel yaşam ve erken tanı önem kazanmak- tadır. Erken tanıya yönelik pratik ve uygulanabilir testler ile birçok vaka kanser evresine gelmeden saptanabilmekte ve kolaylıkla tedavi edilebilmektedir. Hastalığın, henüz bulgu vermeden önceki dönemde saptanması hastaların tedavi şansını ve beklenen yaşam sürelerini arttıracağı tahmin edilmektedir.Bu çalışmamız Adıyaman Gölbaşı Belören Beldesi’nde yaşayan 30-65 yaş arası kadınların serviks kanseri taramalarında kullanılan pap smear testi hakkında bilgi tutum ve davranışlarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Araştırma evrenini Adıyaman Gölbaşı Belören Beldesi’nde 2 tane aile hekimliği birimine kayıtlı 30-65 yaş arası kadınlar oluşturmuştur (330 kişi) . Ulaşılması gereken minimum örneklem büyülüğü %80 güç ve %95 güven aralığı alınarak OpenEpi programı ile yapılan power analizi sonucuna göre 178 kişi olarak bulunmuştur. Araştırmaya katılan kadınlar basit rastgele örnekleme yöntemi ile elirlenmiştir. Araştırma kesitsel tanımlayıcı niteliktedir. Veriler Aile Sağlığı Merkezi’ne çağırılarak yüz yüze anket uygulaması ile toplanmıştır Veriler SPSS 22.0 programında analiz edilmiştir. Analizlerde ki-kare testi kullanılmıştır. BULGULAR VE SONUÇ Araştırmaya katılan 30-65 yaş arası kadınların yaş ortalaması 44,35±10,36 yıldır. Çoğu ilkokul mezunudur (% 52.8).Kadınların %82.6 sı evlidir.Aylık geliri asgari ücret ve altı olanlar %70.8’dir.2-3 çocuk sahibi olanlar %47.4 ‘dür.Kadınların %64 ü menopoz döneminde olmadıklarını belirtmişlerdir. %39.7 ‘sinin ilk evlenme yaşı 18-20 yaş aralığındadır. Araştırmaya katılan kadınların % 83,7’si human papilloma virüsünü (HPV) duymadığını, % 86,5’ i ise bu virüsün serviks kanserine yol açtığını bilmediklerini dile getirmiştir. Kadınların % 87,6 sı servix kanserini duyduklarını söylemiştir.%52,2 si ise servix kanserinden korunmanın mümkün olduğunu ifade etmişlerdir. Kadınların % 57.3’ü Papsmear testini duymuştur, % 36.5’i daha önce Pap smear testi yaptırmıştır. Korunma konusunda %44,4’ü tek eşliliğin önemli olduğunu, %44,9’u aşı ile korunulabileceğini belirtmiştir. %71,9’u hpv aşısı yaptırabileceğini, %10,7’si ise aşıyı yaptırmayacağını söylemiştir. Katılımcıların %96,6’sı serviks kanserinin erken dönemde teşhis edilebileceğini ifade etmiştir. “Serviks kanserinin gelişiminde rol oynayan faktörler sizce nedir?” sorusuna kadınların %83,7’si genetik, %73’ü sigara, %75,8’i alkol, %55,1’i kadın cinsel eş sayısı, %58,4’ü erkek cinsel eş sayısı, %36,5’i erken yaşta evlilik, %58,4’ü gebelik 191 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey sayısının çok olması serviks kanseri oluşumunda çok önemli olduğunu söylemişlerdir. Kadınların çoğu HPV virusunu duymamıştır ve çoğu serviks kanserini duymuş olmalarına rağmen bu virusun kansere yol açtığını bilmemektedirler. Aile sağlığı merkezlerinde, kadınlara serviks kanseri tarama testlerinin ne amaçla ,nasıl ve ne sıklıkla yapıldığı ve yaptırmanın önemi anlatılmalıdır. Anahtar Kelimeler : Servikal kanser, PAP-smear, Davranış 192 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KADINLARIN KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ HAKKINDA BİLGİ VE GÖRÜŞLERİNİN BELİRLENMESİ Merve Çetinkaya1, Hüsniye Dinç2 1 İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi 2 İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Arş. Göv. Dr. AMAÇ: Bu araştırma kadınların kendi kendine meme muayenesi (KKMM) hakkındaki bilgi, tutum ve görüşlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma 8-13 Mart 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini rastgele örneklem yöntemi ile belirlenen 350 kadın oluşturmuştur. Katılımcılardan sözlü onam alınmıştır. Veriler, literatür doğrultusunda hazırlanmış olan anket formu ile yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 20 istatistik paket programı kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 38,02±14,2 olarak bulunmuştur. Kadınların %60,3’ü lise ve üzeri eğitim seviyesinde, %64,9’u evli ve %77,4’ü çekirdek aile yapısına sahiptir. Çalışmaya katılanların %74,3’ü KKMM hakkında bilgiye sahip olup bu bilgiyi %34,6’sı sağlık kuruluşundan, %18’i TV/gazeteden edindiklerini bildirmişlerdir. KKMM yapmayı bildiğini ifade eden kadınların oranı %65,1 iken katılımcıların %38,3'ü doğru uygulama yaptığını düşünmektedir. Ayrıca kadınların %40'ı düzenli olarak KKMM uygulaması yaptıklarını belirtmişlerdir. KKMM yapma sıklığı sorgulandığında %12,3'ü her banyoda, %11,7 si ayda bir kez muayene yaptığını belirtirken; KKMM yapma zamanı açısından %20'si zamanın fark etmediğini, %8,3'ü adet sonrası dönemde yaptıklarını belirtmişlerdir. Katılımcıların %75,1'i KKMM ile ilgili eğitim almak istediklerini belirtmiş olup %94,9’u ise KKMM'nin erken tanı için önemli olduğunu düşünmektedirler. SONUÇ: Araştırmanın sonucuna göre kadınların çoğunluğu bilgi sahibi iken uygulamayı düzenli olarak yapmamaktadırlar. Bu konu ile ilgili hekim, ebe ve hemşirelerin KKMM uygulama konusunda kadınları teşvik etmeleri önemlidir. Anahtar Kelimeler: ebe, kadın, meme muayenesi 193 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNE SÜTÜ VE ERKEN DÖNEMDE EMZİRMENİN ÖNEMİ Şenay ÇETİNKAYA* Elif DEMİR** *Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D (Doç.Dr.) **Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Böl. (Yüksek Lisans Öğrencisi) Giriş: Yaşamın ilk iki yılı büyüme ve gelişmenin en hızlı ve beslenmenin en önemli olduğu dönemdir. Bu dönemdeki beslenmenin ileriki yaşlara da önemli etkileri vardır. Yaşamın ilk 6 ayı anne sütü ile beslenme doğal beslenme olarak adlandırılır. Dünya Sağlık Örgütü ilk altı ay sadece anne sütü, iki yaşına kadar da uygun ve yeterli ek gıdalarla birlikte anne sütüne devam edilmesini önermektedir. Anne sütü, bebeğin sadece fiziksel değil, ruhsal ve zihinsel gelişimini de sağlar, anne-bebek arasındaki duygusal bağı artırır. Ayrıca erken dönemde emzirmenin fizyolojik sarılığı ve demir eksikliği anemisini önlediği belirtilmektedir. Erken dönemde emzirmenin sadece bebek üzerinde değil anne üzerinde de faydaları vardır. Doğum sonu kanama riski azalır, over kanseri, meme kanseri ve idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskinin de daha az olduğu bildirilmektedir. Bütün bunların yanında ayrıca emzirme çok ekonomiktir. Yaşamın ilk saatlerinde anne bebek arasındaki bağı kurmak ve bebeğin kolostrumu alması için çok önemlidir. Bunu sağlamak için prenatal dönemde annenin emzirme ve anne sütünün önemi hakkında aldığı eğitim ve postpartum dönemde laktasyonun devamının sağlanması için hemşire ve/veya ebenin desteği ve gözlemi önemlidir. Amaç: Anne sütünün önemi ve erken dönemde emzirmeye başlanılmasının, anne bebek bağının kurulmasına olan faydalarına dikkat çekmektir. Materyal ve Metot: Literatür taraması gerçekleştirilerek derlenmiştir. Bulgular: Emzirme doğumu takiben ilk 1 saat içinde başlamalıdır, şeklinde klasik kitaplarda bilgiler yer alsa da bunu ilk 5 dakika içinde sağlamak son derece önemlidir. Çünkü bu süreden sonra anne ve bebek dinlenme moduna geçeceklerinden emzirmeye başlama süresi uzayacaktır. Tüm dünyada anneler emzirmiş ya da emzirmemiş olsalar da bebek için beslenmenin en doğru yolunun emzirme olduğunu düşünmektedir. Tüm dünyada annelerin ’e yakını bebeklerin en az 6 ay ve üzerinde emzirilmesi gerektiğini düşünürken, gerçekte sadece ’si bu kadar süre emzirebilmektedir. Türkiye’de ise emzirme süreleri birçok ülkenin oldukça üzerindedir. Türkiye’de annelerin % 82’ si bebeklerin ideal olarak 6 ay ve üzerinde emzirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Bunun gerçekleştirilebilen annelerin oranı ise , 6-12 ay arasında emzirebilen annelerin oranı , 12-24 ay arasında emzirebilen annelerin oranı , %5 ise 2 yıldan fazla bebeğini emzirdiğini belirtmektedir. Türkiye’de annelerin ’i bebeklerini ilk altı ay ideal bir şekilde besleyebiliyor geriye kalan grubun ise emzirmenin zamanı, sıklığı ve emzirme teknikleri ile ilgili yanlış uygulamalar yaptığı çalışmalarla belirlenmiştir. İlk 6 ay sadece anne sütü ile besleme oranı ise hala istendik düzeyde değildir. Sonuç: Annelerin bebeği emzirmenin anne bebek bağını sağlama da ve sürdürmedeki önemi, anne sağlığına olan etkileri hakkında yeterince bilgi almadıkları belirlenmiştir. Annelerin doğum öncesi dönemden başlayarak, tüm gebelere eğitim düzeyleri ve bireysel farklılıklar gözetilerek anne sütünün önemi ve emzirme eğitimi verilmelidir. Anne sütü ve emzirmenin önemine ilişkin hizmet içi eğitimlerin öncelikle doğum 194 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey salonunda, doğum sonu servislerde, poliklinikte çalışan ebe ve hemşirelere verilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Anne sütü, Bebek beslenmesi, Emzirme, Ebelik, Hemşirelik. 195 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİ VE HEMŞİRELİK Melike YAVAŞ ÇELİK* Şenay ÇETİNKAYA** *Kilis 7 Aralık Üniversitesi Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü (Arş. Grv. Uzm.) **Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D. Başkanı (Doç. Dr) Giriş: Yenidoğan Yoğun Bakım Üniteleri (YDYBÜ), düzenli hemşirelik bakımı ve ileri düzey tedavi gerektiren stabil olmayan bebeklerin izlendiği alanlardır. Giderek gelişen ve değişen yenidoğan yoğun bakım üniteleri, ileri teknolojinin uygulama alanlarından biri olmaktadır. Yenidoğanların bakım ve tedavi gereksinimlerini karşılayan, neonatal ve perinatal bakımı içeren yenidoğan ünitelerinin düzey çalışmaları, 1970’li yıllardan itibaren yapılmaktadır. Yenidoğan ünitelerinin düzey tanımlamaları ülkeden ülkeye bazı değişiklikler göstermekle birlikte, her ülkenin kendi ulusal standartlarını geliştirmesi önerilmektedir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatan bebeklerin dış ortama uyumunun sağlanması, sağlıklı büyüme ve gelişmesi, anne sütü ile beslenmesi, hastalıklardan korunması ve sağlığının en üst düzeye çıkarılmasında önemli rolleri olan, çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği ana bilim dalının kapsamında yer alan, Yenidoğan Hemşireliği’nin 2011 yılında hemşirelik yasasında yapılan değişiklikle görev tanımı yapılmıştır. Buna göre, Yenidoğan Hemşireleri, hastalandığında bakımından sorumlu olduğu bebeği kapsamlı olarak değerlendirip klinik belirti-bulguları yorumlayabilen, bebekler ve yakınları ile iletişimi ve onlara uygun terapötik yaklaşımı kurabilen, eğitimdanışmanlık yapabilen, ekip üyeleri ile iyi iletişim ve işbirliği kurma becerisine sahip hemşirelerdir. Amaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Üniteleri ve yenidoğan hemşirelerinin bakımda ki önemini vurgulamaktır. Materyal ve Metot: Literatür taraması yapılarak, güncel gelişmeler ışığında bilgiler derleme tarzında hazırlandı. Bulgular: Türkiye’deki çocuk sağlığına baktığımızda, Sağlık İstatistikleri Yıllığı’na göre Bebek Ölüm Hızı ‰7.8’dir. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına ve DSÖ’ ne göre bebek ölüm nedenleri; perinatal sorunlar, prematürelik, düşük doğum ağırlığı, doğum travması, enfeksiyonlar, konjenital anomaliler ve perinatal asfiksi şeklinde sıralanmaktadır. Sonuç: İyi bir YDYBÜ en son tedavilerin uygulandığı, hasta bakım ve tedavisinde ailenin de yer aldığı bir yapı içinde olmalıdır. Dünyada ve ülkemizde bebek ölüm nedenleri arasında prematürelik, perinatal sorunlar, düşük doğum ağırlığı yer almaktadır. Bu nedenle YDYBÜ ve yenidoğan hemşireleri, yenidoğan ölümlerini önlemede önemli bir yere sahiptir. Anahtar kelimeler: Yenidoğan, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi, Hemşirelik. 196 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKTE TEMEL VE İLERİ YAŞAM DESTEĞİ UYGULAMALARINA GÜNCEL YAKLAŞIM Azade Sarı Çukurova Üniversitesi SHMYO Anne ölümü Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre gebelik veya doğum ile ilişkili olan veya bunların tetiklediği, gebelik sırasında veya doğumdan veya gebeliğin sonlandırılmasından sonraki 42 gün içinde gelişen, ama kaza nedenleriyle gelişmeyen ölümler olarak tanımlanmaktadır. WHO’nun Kasım 2016 verilerine göre gebelik ve doğumla ilişkili olarak her gün yaklaşık 830 kadın önlenebilir nedenlerden dolayı yaşamını kaybetmektedir. Bu nedenler incelendiğinde ağır kanamalar, enfeksiyonlar, gebeliğe bağlı hipertansiyon ve emboliler ön sıralarda yer almaktadır. Gebeliğe bağlı kardiyovasküler problemlerin çoğu 20. haftadan itibaren gebe uterusun aorta ve vena kava inferiora bası yapması nedeniyledir. Yaşam desteği uygulamalarında hedef, bu basının engellenmesiyle eş zamanlı olarak diğer müdahalelerin doğru bir şekilde yapılmasının sağlanmasıdır. Fetusun yaşamı anne yaşamına bağlı olduğundan, ilk yeniden canlandırma çabaları anneye yönelik olmalıdır. Bu derlemede 2015 yılında güncellenen, dünyada birçok ülkeyle birlikte bizim ülkemizde de takip edilen yaşam kılavuzları temel alınarak, gebelerde temel ve ileri yaşam desteği uygulamalarının tartışılması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Pregnancy, Life support, Guidelines 197 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN ŞİDDET EĞİLİMLERİNİN İNCELENMESİ İpek Köse Tosunöz1, Gürsel Öztunç1, Zehra Eskimez1, Pınar Yeşil Demirci1 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü ÖZET Amaç: Toplumsal bir sorun olan şiddet, bir bireyin diğeri üzerine uyguladığı fiziksel, sözel, duygusal ve cinsel saldırı olarak tanımlanmaktadır. Araştırma hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin incelenmesi amacı ile yapılmıştır. Metod: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü’nde eğitim ve öğrenimini sürdüren 1329 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmemiş evrenin tümü örnekleme alınmıştır. Örneklem 789 öğrenciden oluşmuştur (%59,3). Araştırma öncesi, etik kurul onayı ve kurum izni alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Şiddet Eğilim Ölçeği (ŞEÖ)” kullanılmıştır. Verilerin analizinde, tanımlayıcı istatistiksel veriler ortalama, standart sapma, frekans ve yüzde şeklinde verilmiştir. Değişkenlerin karşılaştırılmasında İki Bağımsız Grup ‘t’ Testi, Varyans analizi ve Kuruskal Wallis H testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %32,8’i 1.Sınıf , %20,7’si 2. Sınıf, %24,1’i 3.sınıf ve %22,4’ü 4.sınıf öğrencisi olup yaş ortalamaları 20,58±1,88 ve %68,9’u kadındır. Öğrencilerin %55,6’sı gelirinin giderine denk olduğunu, % 87,3’ü sigara ve %89,9’u alkol kullanmadığını belirtmiştir. Öğrencilerden %80,5’i kendisine, %63,1’i başkasına şiddet içeren davranışlarda bulunmadığını, %67,9’u daha önce şiddete uğramadığını belirtmiştir. Öğrencilerin ŞEÖ puan ortalamaları 38,79±9,32 olup ŞEÖ’ye göre %71,1’i “Az” şiddet eğilimi göstermektedir. Öğrencilerin ŞEÖ puan ortalamaları ile gelir durumları, halen kaldıkları yer, kardeş sayıları, anne ve babanın birlikteliği, çalışma durumları ve eğitim düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmazken (p>0.05); sınıfları, cinsiyetleri, sigara ve alkol kullanımları, daha önce kendine ve başkasına şiddet uygulama ve şiddete uğrama durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p˂0.05). Sonuç ve öneriler: Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin düşük olduğu; daha önce kendine, başkalarına şiddet uygulama ve şiddete uğrama gibi deneyimleri olan öğrencilerin şiddet eğilimlerinin, şiddet deneyimi yaşamayanlara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Hemşirelik öğrencilerinin toplumsal şiddetin tanılanmasında ve mücadelesinde etkin rol alabilmeleri için kendi şiddet eğilimlerinin farkında olmaları ve bununla başa çıkabilmeleri önemlidir. Bu bağlamda hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin belirlenmesine yönelik daha geniş çaplı çalışmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelime: Hemşirelik öğrencileri, Şiddet, Şiddet eğilimi. 198 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN ŞİDDET EĞİLİMLERİNİN İNCELENMESİ İpek Köse Tosunöz1, Gürsel Öztunç1, Zehra Eskimez1, Pınar Yeşil Demirci1 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü ÖZET Amaç: Toplumsal bir sorun olan şiddet, bir bireyin diğeri üzerine uyguladığı fiziksel, sözel, duygusal ve cinsel saldırı olarak tanımlanmaktadır. Araştırma hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin incelenmesi amacı ile yapılmıştır. Metod: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü’nde eğitim ve öğrenimini sürdüren 1329 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmemiş evrenin tümü örnekleme alınmıştır. Örneklem 789 öğrenciden oluşmuştur (%59,3). Araştırma öncesi, etik kurul onayı ve kurum izni alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak, “Kişisel Bilgi Formu” ve “Şiddet Eğilim Ölçeği (ŞEÖ)” kullanılmıştır. Verilerin analizinde, tanımlayıcı istatistiksel veriler ortalama, standart sapma, frekans ve yüzde şeklinde verilmiştir. Değişkenlerin karşılaştırılmasında İki Bağımsız Grup ‘t’ Testi, Varyans analizi ve Kuruskal Wallis H testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %32,8’i 1.Sınıf , %20,7’si 2. Sınıf, %24,1’i 3.sınıf ve %22,4’ü 4.sınıf öğrencisi olup yaş ortalamaları 20,58±1,88 ve %68,9’u kadındır. Öğrencilerin %55,6’sı gelirinin giderine denk olduğunu, % 87,3’ü sigara ve %89,9’u alkol kullanmadığını belirtmiştir. Öğrencilerden %80,5’i kendisine, %63,1’i başkasına şiddet içeren davranışlarda bulunmadığını, %67,9’u daha önce şiddete uğramadığını belirtmiştir. Öğrencilerin ŞEÖ puan ortalamaları 38,79±9,32 olup ŞEÖ’ye göre %71,1’i “Az” şiddet eğilimi göstermektedir. Öğrencilerin ŞEÖ puan ortalamaları ile gelir durumları, halen kaldıkları yer, kardeş sayıları, anne ve babanın birlikteliği, çalışma durumları ve eğitim düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmazken (p>0.05); sınıfları, cinsiyetleri, sigara ve alkol kullanımları, daha önce kendine ve başkasına şiddet uygulama ve şiddete uğrama durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç ve öneriler: Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin düşük olduğu; daha önce kendine, başkalarına şiddet uygulama ve şiddete uğrama gibi deneyimleri olan öğrencilerin şiddet eğilimlerinin, şiddet deneyimi yaşamayanlara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Hemşirelik öğrencilerinin toplumsal şiddetin tanılanmasında ve mücadelesinde etkin rol alabilmeleri için kendi şiddet eğilimlerinin farkında olmaları ve bununla başa çıkabilmeleri önemlidir. Bu bağlamda hemşirelik öğrencilerinin şiddet eğilimlerinin belirlenmesine yönelik daha geniş çaplı çalışmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelime: Hemşirelik öğrencileri, Şiddet, Şiddet eğilimi. 199 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TÜRKİYE’DE BULUNAN ÇOCUK MAMALARI VE ÖZELLİKLERİ Şenay ÇETİNKAYA* Firdevs ALTINER** * Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D. Başkanı (Doç. Dr). ** Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Doktora Programı (Sağlık Bakanlığı Uzm. Hemşire Giriş: Bebek ve çocuk ölümlerinin çoğu yetersiz beslenmeye bağlı büyüme ve gelişme bozuklukları ile önlenebilir hastalıklar olup enerji, protein, vitamin ve mineral eksikliklerinin neden olduğu beslenme yetersizlikleri nedeniyledir. Bebeklerde beslenme; doğal, yapay ve karışık beslenme olmak üzere üç şekildedir. Doğal beslenme, anne sütü ile beslenmedir. Yapay beslenme, anne sütü olmadan diğer formül süt ya da mamalarla yapılan beslenmedir. Amaç: Türkiye’de kullanılan mamalar ve içerikleri hakkında güncel bilgiler dahilinde doğru beslenmenin önemini vurgulamaktır. Materyal ve Metot: Literatür taraması yapılarak, güncel gelişmelerle birlikte bilgiler derleme tarzında hazırlandı. Bulgular: Türkiye’de, 2008’de ilk 6 ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı %42 iken 2013’te %30 olmuştur. TNSA 2008’e göre altı aydan küçük ve emzirilen çocukların %25’i hazır mama almıştır. Genel olarak, çocukların %23’ü anne sütü ile beslenmeden önce başka bir gıda almıştır. Piyasada ilk 12 ay önerilen bebek mamaları 4 gruptur. İlk grupta 0-6 ay arası kullanılan bir numaralı mamalar olup, yaşamın ilk altı ayında kullanılmak için üretilen bir numaralı mamalar bebek sütü, biberon maması, formül süt gibi, 2. grup; 6. aydan sonrası için üretilen 2 ve 3 numaralı devam mamasıdır. 3. grup kaşık mamaları ve son olarak bebek yemekleri ve kavanoz mamaları mevcuttur. Doğumdan itibaren önerilen bir bebek maması içeriği peynir altı suyu konsantresi, kolza yağı, laktoz, soya lesitini ve kalsium D-pantotenat gibi, bir yaşına doğru önerilen bebek maması ise Hindistan cevizi, demineralize serum proteini, biotin, L-karnitin gibi maddeler içermektedir. Sonuç: Anne sütüyle beslenme, bebek morbidite ve mortalite oranlarını azaltıp, büyüme ve gelişmeyi sağlar. Hemşireler eğitici ve danışman rolü ile emzirme ve bebek beslenmesinde önemli paya sahiptir. Çocuk sağlığı alanında uğraşan bilim insanları hangi özel durumlarda mamalara gereksinim olduğunu net olarak belirlemeli, mama üreten firmalar belirlenen özel durumlara yönelik üretim yapıp, besin zincirinde yer almayan çeşitli kimyasalların bebeklere uygulanmasından kaçınılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Beslenme, Bebek Beslenmesi, Büyüme-Gelişme, Hemşirelik, Mama. 200 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey YENİDOĞAN ÜNİTELERİNDE HASTANE ENFEKSİYONLARININ KONTROLÜNDE HEMŞİRELERİN ROLÜ Şenay ÇETİNKAYA* Firdevs ALTINER** *Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D. Başkanı (Doç. Dr). **Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Doktora Programı (Sağlık Bakanlığı Uzm. Hemşire Giriş: Dünyada ve ülkemizde önemli bir sağlık sorunu olan nozokomiyal enfeksiyonlar, hastanın hastanede yatış süresinin uzamasına, morbidite, mortalite ve tedavi maliyetinin artmasına neden olmaktadır. Amaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerinde hastane enfeksiyonlarının önlenmesinde hemşirelerin rollerini vurgulamaktır. Materyal ve Metot: Literatür taraması yapılarak, güncel gelişmelerle birlikte derleme tarzında hazırlandı. Bulgular: Gelişmiş ülkelerde hastaneye yatan hastaların % 5-10’unda hastane infeksiyonu görülürken, gelişmekte olan ülkelerde %25’i aşmaktadır. “Centers for Disease Prevention and Control” (CDC) raporuna göre sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) her yıl 1.7 milyon sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon ile 99 000 bu enfeksiyonlara bağlı ölüm geliştiği ve bu enfeksiyonların %32’sinin üriner sistem enfeksiyonları, %22’sinin CAE, %15’inin pnömoni, %14’ünün kan dolaşımı enfeksiyonları olduğu tahmin edilmektedir. Hastaneye yatan yenidoğanlar gebelik haftası, mukoza zarlarının ve nozokomiyal mikroorganizmalarla kolonizasyon, antibiyotiklere maruz kalma, invaziv prosedürler ve sağlık çalışanlarıyla sık temas, bağışıklık sistemlerinin immatür olması nedeniyle risk altındadır. Yenidoğanda çalışan hemşirerofesyonel hemşirelik rolleri doğrultusunda yenidoğan ve yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan bebeklerin hastane enfeksiyonlarının önlenmesine yönelik gerekli girişimleri planlar, uygular ve değerlendirir. Bu nedenle yenidoğan hemşireleri yenidoğan ölümlerini önlemede önemli bir yere sahiptir. Sonuç: Yoğun bakımdaki enfeksiyon oranı hasta bakımındaki kalitenin en önemli göstergesidir. Hastane kaynaklı enfeksiyonların önlenmesinde; tedavide ve proflakside akılcı antibiyotik kullanımı, konakçının immun sisteminin geliştirilmesi, santral venöz katater kaynaklı kan akımı enfeksiyonlarının önlenmesi, el hijyeni uygulamaları, cilt bakımı ve erken anne sütü ile beslenme, periyodik gözetim kültürlerinin yapılması, sağlık çalışanlarının taranması gibi stratejiler önemlidir. Anahtar kelimeler: Hastane Kaynaklı Enfeksiyon, Hemşirelik, Mortalite, Prematüre, Yenidoğan. 201 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TÜRKİYE’DEKİ HAKEMLİ DERGİLERDE 2010-2017 YILLARI ARASINDA YAYINLANAN VE ÖRNEKLEMİNİ EBELİK ÖĞRENCİLERİNİNOLUŞTURDUĞU ARAŞTIRMALARIN BAZI ÖZELLİKLERİ Türkan KARACA, Semiha AYDIN ÖZKAN, Merve Ayşe BOZKURT, Gizem YILMAZ, Büşra KORKMAZ Adıyaman Üniversitesi Amaç: Bilimsel bilgiye ulaşmada önemli bir iletişim aracı olan dergiler, bilginin yaygınlaşmasında, paylaşılmasında, değerlendirilerek tartışılmasında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, bir işin meslek olarak kabul edilebilmesi için araştırmalarla sürekli yenilenen ve geliştirilen bilgi birikimine sahip olunması gerekmektedir. Bu nedenle ebeliğin kendine ait bilgi birikiminin oluşturulmasında ve artırılmasında araştırmalar önemli yer tutmaktadır. Bu doğrultuda bu çalışma ülkemizde 2010-2017 yılları arasında hakemli ve düzenli olarak yayın yapan dergilerde örneklemini ebelik öğrencilerinin oluşturduğu makaleleri; yayınlanan dergiler, araştırma türü, veri toplamada kullanılan araçlar, kullanılan kaynak sayısı ve çalışmanın bildiri olarak sunulma durumu açısından incelemek amacıyla Ocak - Mart 2017 tarihleri arasında retrospektif tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırma kapsamına sağlık alanında hakemli ve düzenli yayın yapan ulusal dergiler dahil edilmiştir. Çalışmanın örneklemini ebelik/sağlık yüksekokulu öğrencileri ile yapılan araştırmalar oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür desteği ile hazırlanan ve altı maddeden oluşan (dergi adı, yayın yılı, araştırma türü, veri toplamada kullanılan araçlar, kullanılan kaynak sayısı, çalışmanın bildiri olarak sunulma durumu) veri toplama formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzdelikler kullanılmıştır. Bulgular: Bu çalışma 2010-2017 yılları arasında ulusal sağlık dergilerinde yayınlanan örneklemini ebelik öğrencilerinin oluşturduğu araştırmaların yıllar geçtikçe hızla arttığı sonucunu açığa çıkarmıştır. Araştırmaların hepsi sağlık bilimleri/hemşirelik ve tıp dergilerinde yayınlanmıştır ve herhangi bir ulusal ebelik dergisi bulunmamaktadır. Ayrıca çalışma sonuçlarına göre ebelik öğrencileri ile yapılan tüm araştırmalar tanımlayıcı türde ve ölçek kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmada kullanılan kaynak sayısı 13 ila 43 arasında değişkenlik göstermektedir ve çalışmaların çok azı herhangi bir kongre/konferansta bildiri olarak sunulmuştur. Sonuç: Ebelik öğrencilerinin yaşadığı sorunların çözümüne ve ebelik eğitiminin gelişimine yönelik tanımlayıcı çalışmalarla beraber yarı-deneysel çalışmaların yapılması, ebelik araştırmalarının yayınlanmasında ulusal ebelik dergilerinin faaliyete geçmesi ve yapılan çalışmaların daha geniş kitlelere ulaşması için kongrelerde bildiri olarak sunulması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Hakemli Dergi; Ebelik Öğrencileri; Araştırma 202 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KLİNİK EĞİTİMİNDE MENTÖRLÜK İpek Köse Tosunöz1, Gürsel Öztunç1, Zehra Eskimez1 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü Hemşirelik ve ebelik eğitimi; bilişsel, duyuşsal ve psikomotor öğrenme alanlarını kapsayan, öğrencilerin kendi disiplinlerine ilişkin bilgi, beceri, tutum ve etik standartları içselleştirmelerini ve bunları davranışlarının bir parçası haline getirmelerini amaçlayan bir süreçtir. Bu sürecin öncelikli hedeflerinden biri öğretilen kuramsal bilgileri uygulamaya aktarabilen nitelikli öğrenciler yetiştirmektir. Bu hedefler doğrultusunda günümüzde klinik eğitimde, öğrenciyi gelecekteki rolüne hazırlayacak, yaparak öğrenmeyi sağlayacak yaklaşımların kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Öğrenciler özellikle eğitimlerinin önemli bir bölümünü oluşturan klinik uygulamalarında öğretim elemanlarından destek, rehberlik ve yardım ihtiyacı duyabilmektedir. Ancak ülkemiz koşullarında öğretim elemanlarının eksikliği nedeniyle öğrencilerin bu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik uygulama ve eğitim alanlarında yeni bir yaklaşım olarak mentörlük uygulaması kullanılmaktadır. Mentörlük özellikle mesleki beceriler için etkili bir öğrenme sistemi olmakla birlikte bireylerin performanslarını hedefleri doğrultusunda geliştirebilmeleri için gereken kaynağın, kişinin kendisi olduğunun farkına varmasını sağlayan bir süreç ve daha olgun bir meslektaşla daha genç bir meslektaş arasındaki çok yönlü ve karmaşık bir ilişki olarak tanımlanmaktadır. Bu süreci yürüten mentörler “Rehber, Kılavuz, Akıl hocası” olarak tanımlanabilmektedir. Klinik eğitiminde mentörler öğrencilere mesleki bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik yol göstererek, gerektiğinde geri bildirimlerde bulunarak ve bilgi ve deneyimlerini paylaşarak rehberlik sağlamaktadır. Klinik eğitimde kullanımı yaygınlaşan Mentörlük uygulaması, öğrencinin öğrenmesini kolaylaştıran, destekleyici ve aktif bir öğrenme ortamı yaratan, öğrenciye özgü öğrenme süreci sağlayan, öğrencinin mesleki olarak güçlenmesini, mesleki kimliğinin, tutumunun ve yeterliliğinin gelişmesini sağlayan bir süreçtir. Bu nedenle hemşirelik ve ebelik öğrencilerinin klinik eğitiminde mentörlük göz ardı edilmemesi gereken önemli bir yaklaşımdır. Anahtar Kelime: Hemşirelik, Ebelik, Klinik Eğitim, Mentörlük 203 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN DOĞUM AĞRISI VE YÖNETİMİ HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Gamze Fışkın 1 , Esra Sarı2, Sevda Demir3 1 Amasya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü 3 Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Ebelik Bölümü ÖZET Giriş ve Amaç: Doğum ağrısı, gebedeki çeşitli faktörlere bağlı olarak değişik seviyelerde yaşanabilir. Kadının konforunu bozarak stres altında hissetmesine neden olan, hoş olmayan bir duygudur. Doğum sürecini etkileyen bu durumun, kadının her ihtiyacı olduğunda yanında olan ebeler tarafından etkin bir şekilde yönetilmesi gereklidir. Bu çalışma; ebe adaylarının doğum ağrısı ve yönetimi konusundaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın evrenini, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü öğrencileri (N=300) oluştururken ayrıca bir örnekleme yöntemine gidilmemiş ve tüm öğrencilere ulaşılması hedeflenmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul eden toplam 250 öğrenciye ulaşılmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından literatür ışığında hazırlanmış 23 sorudan oluşan anketle toplanmış ve istatistik paket programı ile bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin (n=250) yaş ortalamaları 20,91±1,90’dı ve tüm sınıflardan ortalama olarak aynı sayıda öğrenciye ulaşıldı. Öğrencilerin %93,6’sı doğum ile ilgili eğitim aldıklarını belirtirken, eğitim almayan 16 öğrenci anketi sonlandırdı. Eğitim alan öğrencilerin %74,4’ü bu eğitimi okuldan aldıkları tespit edildi. Çalışmaya katılanlar, gebenin doğum ağrısının kişisel özelliğine (%68), deneyimine (%58,5), psikolojik durumuna (%82,9) ve fetal boyut/pozisyonuna (%77,8) gibi faktörlere bağlı olduğunu söylediler. Yine çalışmaya katılanların %58,5’i doğum ağrısına müdahale edilebileceği, %58,1’inin ise gebeliklerinde doğum ağrılarına müdahale edilmesini istediklerini ifade ettiler. Öğrenciler doğum ağrısının maternal taşikardi (% 65,0), kan basıncında artış (% 61,5), fetal hipoksi (% 52,6) ve fetal distrese (% 78,6) yol açacağını düşünüyorlardı. En çok duyulan/görülen medikal müdahale yöntem lokal anestezi (%75,6), medikal olmayan yöntem ise solunum egzersizleriydi(%76,5). Geleneksel uygulamaları bilmeyen öğrencilerin sayısı bilenlere oranla daha yüksek bulunmuştur (%56,8). Sonuç: Doğum ağrısının kontrolü, doğum sürecini sağlıkla tamamlayabilmek için oldukça önemlidir. Bu süreçte doğum ağrısı yönetimi ve uygulamaları konusunda bilgi sahibi olan ebelerin kadına destek olmaları gereklidir. Sonuç olarak, ebe adayları da doğum ağrısının yönetimi hususunda bilinçlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: doğum ağrısı, ebelik öğrencileri, doğum ağrısının yönetimi 204 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HUZUREVİNDE YAŞAYAN YAŞLI BİREYLERİN YALNIZLIK VE SOSYAL DESTEK DURUMLARI Zehra ESKİMEZ1, Pınar YEŞİL DEMİRCİ1, İpek KÖSE TOSUNÖZ1, Gürsel ÖZTUNÇ1, Gülşah TANRIVERDİ1 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü ÖZET Amaç: Yalnızlık, sosyal izolasyonun subjektif bir deneyimidir. Sosyal destek alamayan yaşlı birey, yavaş yavaş toplumdan izole olabilmekte ve yalnızlaşmaktadır. Bu çalışma huzurevinde yaşayan yaşlı bireylerin yalnızlık ve sosyal destek durumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılan çalışmanın evrenini, Haziran-Ağustos 2014 tarihleri arasında Adana Huzurevi’nde yaşayan yaşlı bireyler, örneklemini ise, “Standardize Mini Mental Test” uygulanan ve test sonucunda kognitif fonksiyonları normal olduğu tespit edilen ve çalışmaya katılmaya gönüllü 70 yaşlı birey oluşturmuştur. Araştırmanın yapılabilmesi için etik kurul onayı ve kurum izni alınmıştır. Çalışmanın verileri yaşlıların sosyo-demografik özelliklerinin sorgulandığı “Kişisel Bilgi Formu”, yaşlıların sosyal destek yeterliliğini değerlendiren “Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (MSPSS)” ve yalnızlık düzeylerini belirleyen “UCLA-Yalnızlık Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde; Independent-Samples T, ANOVA, Tukey ve Pearson korelasyon katsayısı yöntemleri kullanılmıştır. İstatistik anlamlılık p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza katılan yaşlı bireylerin yaş ortalaması 72.76±8.68, %77.1’i erkek ve %65.7’sinin kurumda kalış nedeninin yalnızlık olduğu, UCLA yalnızlık ölçeği puan ortalamalarının 41.74±11.52 olduğu belirlenmiştir. Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği puan ortalamalarının ise 47.43±20.26’dır. Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeği ile UCLA-yalnızlık ölçeği arasında negatif yönlü, zayıf bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0,05) Sonuç: Çalışmamıza katılan ve huzurevinde kalan yaşlı bireylerin çoğunluğunun yalnızlık nedeniyle huzurevinde kaldıkları, orta düzeyde yalnızlık hissettikleri, iyi düzeyde sosyal esteklerinin olduğu, sosyal destekleri arttıkça, yalnızlık düzeylerinin azaldığı belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda yaşlı bireylerin sosyal desteklerinin artırılarak yalnızlaşmalarının önlenmesine yönelik kurumsal ve bireysel girişimlere gereksinim duyulduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: huzurevi, yaşlı, sosyal destek, yalnızlık 205 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKTE TAMAMLAYICI TIBBIN KULLANIMI Zehra Eskimez1, Gülşah Tanrıverdi1, İpek Köse Tosunöz1 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), modern ve bilimsel tedaviler dışındaki tedavilerin birçoğunu tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) uygulamaları olarak ifade etmekte ve dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasının sağlık bakımında TAT’ı kullandığını belirtmektedir. Cochrane Birliği’nin tanımına göre ise TAT, “belirli bir tarihsel dönemde, belirli bir toplumun veya kültürün politik olarak baskın sağlık sistemleri haricindeki tüm sağlık yöntemleri ve uygulamaları ile bunlara eşlik eden teori ve inançları içeren iyileştirici geniş kaynaklar alanı” olarak açıklanmaktadır. Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Amerikan Ulusal Sağlık Merkezi (NCCAM- The US National Institutes of Health Center for Complementary and Alternative Medicine), tamamlayıcı ve alternatif tedavilerdeki çok sayıda alanı ve uygulama türlerini anlamak için bir sınıflandırma sistemi geliştirmiştir. Bu sınıflamada, alternatif tedavi uygulamaları; 1. Zihin-beden temelli tedaviler 2. Manipülatif ve beden temelli yöntemler 3.Enerji terapileri 4. Biyolojik temelli tedaviler 5. Alternatif tıbbi sistemler olmak üzere 5 kategoride incelenmektedir. Son yıllarda sağlık bakım hizmetlerinde farklı bir seçenek olarak görülen TAT uygulamalarının kullanımında küresel bir yaygınlaşma gözlenmektedir. Bu uygulamalar, çoğunlukla orta yaş dönemindeki kadınlarda ve özellikle ilaç kullanımının riskli olduğu gebelik döneminde, güvenlik, etkinlik veya kullanım oranları hakkında yeterli bilgi olmadan artış göstermektedir. 2010 yılında gerçekleştirilen sistematik bir inceleme sonucu, gebelikte TAT kullanımının %1’den % 87’ye artan geniş bir prevalansı gösterdiği belirtilmiştir. Gebelikte en yaygın kullanılan TAT yöntemleri arasında masaj terapisi, bitkisel ilaçlar, gevşeme teknikleri, beslenme takviyesi, aromaterapi, homeopati ve akupunktur bulunmaktadır. Gebe kadınların TAT uygulamalarını daha çok bulantı/kusma, sırt ağrısı, anksiyete, anemi, stria ve uykusuzluk gibi çeşitli problemlerle baş etmede kullandıkları bildirilmiştir. TAT uygulama türlerinden yoga ve masaj gibi pek çok yöntemin gebelik sürecinde kullanılması sıklıkla uygun ve güvenli olarak görülse de bitkisel ilaçların veya kürlerin kullanımı hakkında yeterli bilgi ve kanıta dayalı uygulamaların olmaması, bunların gebelikte kullanımının sakıncalı olabileceği düşüncesini ortaya koymaktadır. Kennedy ve ark. tarafından yapılan bir araştırmada (2013) gebelikte en çok kullanılan bitkisel tıbbın zencefil, kızılcık, kediotu, ahududu ve papatyayı olduğu belirtilmiştir. Bunun yanısıra, gebe kadınlarda oluşan sırt ağrısı için TAT uygulamalarına başvuranların sayısının diğer durumlar nedeni ile başvuranlardan daha yüksek düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, TAT uygulama yöntemlerinin konvansiyonel tedaviye kıyasla gebelikte daha az riskli olduğu düşünülerek gebe kadınlar arasında yaygın olarak kullanıldığı vurgulanmaktadır. Bu nedenle, gebe kadınlara hizmet sunan sağlık bakım uzmanlarının, özellikle ebe ve hemşirelerin TAT yöntemleri konusunda bilgi sahibi olmaları ve bu yöntemler hakkında danışmanlık yapabilmeleri gerekmektedir. Aynı zamanda ebelerin ve hemşirelerin, halkın eğitim durumunu, gelenek ve göreneklerini, inançlarını, sosyo-ekonomik ve sağlık durumlarını bilmesi, topluma gerekli, yeterli ve etkin hizmet götürebilmesinin ön koşuludur. Anahtar Kelimeler: Gebelik, Tamamlayıcı Tedaviler, Alternatif Tıp 206 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BAKIMDA SİSTEMATİK YAKLAŞIM Zehra Eskimez1, Pınar Yeşil Demirci1, Gürsel Öztunç1 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü ÖZET İnsanların yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürebilmeleri için, karşılanması gereken temel gereksinimleri vardır. İnsan ve insana yönelik gereksinimleri karşılamayı temel alan sağlık mesleklerinden hemşirelik ve ebelik, holistik ve hümanistik yaklaşımla bilimsel ve sistematik bir süreç izleyerek bakıma odaklanan mesleklerdir. Bir insana bakım verme, özveri, şefkat, ilgi, isteklilik, gönüllülük vb. gibi alturistik değerleri içinde barındıran, etik ve ahlaki boyuta sahip, yardım edici ve destekleyici bir ilişki biçiminin yanısıra sistematik bir yaklaşımı da gerektiren bir süreçtir. Bakımın, sezgi ve rastlantılardan uzak, profesyonelliğin gerektirdiği sistematik bir yaklaşım ile sunulması önemlidir. Bilimselliğin gerektirdiği sistematik yaklaşımın gerçekleştirilmesinde model ve kuramlar, hemşirelik ve ebelik mesleklerinde bakım uygulamalarına yön vermiştir. Model ve kuramlarının çoğu insanı fiziksel, duygusal ve sosyal yönleri ile bir bütün olarak ele alan insan gereksinimlere odaklıdır. Birçok bakım kuramında olduğu gibi, V.Henderson’ının 1960 yıllarda ortaya koyduğu 14 Temel İnsan Gereksinimleri hiyerarşisinde, N.Roper, W.Logan, A.Tierney’in ise Hemşirelik Modeli’nde A.Maslow’un “İnsan Gereksinimlerinin Hiyerarşisi” kuramından yararlanarak bakımda belirli bir sistematik yaklaşım ortaya konulmuştur. Margaret Jean Watson (1975, 1988, 2002) “Bakım Felsefesi ve Bilimi” kuramında, bakımın ve bakım sürecinin diğer bireyleri eşsiz olarak görerek gereksinimlerini yanıtladığı ve onların duygularını algılayabildiği, insancıl ve bütüncül bakış açısını kapsayan interaktif bir süreç olduğuna inanır. Bu bağlamda, bakımın insancıl ve bütüncül bakış açısı ile sunulmasında belirli bir sistematiği ve dolayısı ile bilimsel düşünmeyi ve araştırmayı gerektiren “Hemşirelik Süreci”, bireye, aileye ve topluma kapsamlı bakım sağlayabilmesinin yanı sıra bakıma odaklı hemşirelik ve ebelik mesleğine de bilimsel bir kimlik kazandırmaktadır. Süreç, belirli ve istendik sonuca ulaştıran sistematik “işlemler dizisi” anlamında kullanılan bir kavramdır. Hemşirelik süreci ise insan gereksinimlerini temel alan bu işlemlerin, sağlıklı ya da hasta birey hakkında bilgi toplama, bu bilgileri analiz etme, yorumlama, sorunun tür ve önemini saptama, girişimleri planlama, uygulama, sonucu değerlendirme yolu ile senteze gitme aşamalarından oluştuğu bilimsel problem çözme yönteminin sistematik bir biçimidir. Türkiye’de “hemşirelik süreci” kavramı ilk kez Leman Birol’un 1989 da yazdığı “hemşirelik süreci hemşirelik bakımında planlı yaklaşım” adlı kitabı ile gündeme gelmiş olup hemşirelik ve ebelik eğitimi veren okullarda kullanılmaya başlanmıştır. Hemşireler ve ebeler olarak yaptığımız uygulamalar; bilimsel temele dayalı sistematik bir biçimde sınıflandırılmış, uluslararası kabul görmüş bir sistemin kriterlerine göre kayıt edilmez ise; bu mesleklerin sağlık bakımı sistemi içindeki önemi ve değeri fark edilmeyecektir. Clark ve Lang (1992), “Eğer yapılanların adını koyamazsak, onu kontrol edemeyiz, ücretlendiremeyiz, öğretemeyiz, araştıramayız ve toplum politikalarına katamayız” diyerek sınıflama sistemlerinin önemine işaret etmiştir. 207 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Sonuç olarak, hemşirelik ve ebelik meslekleri, uğraş alanı insan olan ve bakıma temellenmiş mesleklerdir. Bakımda kullanılan kavramsal ve kuramsal temellere dayandırılmış “hemşirelik süreci” ve “sınıflama sistemleri”, bilimsel temele dayalı nitel ve nicel araştırmalar sonucu oluşturulmuş olup bakıma sistematik bir yaklaşımı getirmiştir. Dolayısı ile bakım hizmetinin etkin bir biçimde, profesyonelce ve bilimsel temele dayalı olarak sunulmasında, tüm bunları içinde barındıran sistematik yaklaşım, hemşirelik ve ebelik mesleğinin ve bakımın gelişiminde yadsınamaz öneme sahiptir. Anahtar Kelimeler: Bakım, Sistematik Yaklaşım, Hemşirelik, Ebelik 208 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MELANOMA VE GEBELİK Pınar YEŞİL DEMİRCİ, Gürsel ÖZTUNÇ, Dr.Gülşah TANRIVERDİ Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Malign melanom (MM) insidansı dünya genelinde artmakta ve tüm deri kanserlerinin %3’ünü oluşturmaktadır. Deri kanserinden ölümlerin %65’i ise MM nedeniyle gerçekleşmektedir. MM, gebelik sırasında en sık görülen malignitedir. Gebeliği komplike eden MM insidansı, 1.000 gebelik başına 0.1 ile 2.8 arasında değişmekte ve bu hastaların tedavisi karmaşık olmaktadır. Byrom ve ark’nın MM’li hamile kadınlarda artan mortaliteye yönelik yaptıkları sistematik derleme ve metaanalizde; gebelikle ilişkili MM’nin diğer üreme çağındaki kadınlardaki MM ile kıyaslandığında mortalite riskinin %56 daha fazla olduğu saptanmıştır. Literatürde evre 1 melanomada 5 yıllık sağkalım oranı %95-100, evre 2’de bu oranın %65-%92,8’e, evre 3’te %41-71’e ve evre 4’te %9- 28’lere düştüğü belirtilmektedir.Avrupa, Birleşik Devletler ve Avustralya melanom yönetim rehberleri klinisyenlere melanom tanısı alan ve üreme yıllarında olan kadınlar için aile planlaması konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Malign melanom tanısı almış gebede tedavinin geciktirilmesi kısa ve uzun vadede fetüsten bebeğe doğru değişen riskler oluşturmaktadır. MM’nin ciddi bir metastaz potansiyeli bulunmakta olup, fetüse metastaz yapan en yaygın kanser türüdür. Malign melanomlu gebelerde fetusa ait prognoz, hastalığın maternal evresine bağlı olmaktadır. Bunun yanı sıra literatürde MM tanısı konmuş bir gebenin fetüsü için prognozun genellikle iyi olduğu ve belirgin metastazı olan kadınlarda transplasental yayılım riski altında olsalar da fetüste metastazın nadir gözlendiği belirtilmektedir. Bunun yanı sıra plasenta tutulumu olan vakaların ise sadece % 25’inde fetüsün etkileneceği tahmin edilmektedir. Malign melanomların klinik evrelendirilmesinde çeşitli klinik yaklaşımlar bulunmaktadır; pratikte kullanılan evrelendirmeye göre; evre I’de lezyon sadece deridedir, evre II’de bölgesel lenf nodu tutulumu vardır ve evre III ve IV’te ise uzak metastaz bulunmaktadır. Genel olarak malign melanomun değerlendirilmesi, gebe ve gebe olmayan kadınlarda, hastalık aşamasına bağlı olarak tedavi açısından benzerdir. Bununla birlikte, fetüsü korumak için hamilelik sırasında bazı önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu nedenle gebenin ameliyat, radyoterapi veya tıbbi tedavilerle oluşabilecek uzun vadeli riskleri dikkate alması gerekmektedir. Sonuç olarak MM gebelerde önemli bir hastalıktır, fetüs ya da bebek için risk oluşturmaktadır. Gebe kadının tüm bu riskleri göz önüne alarak sürecini tamamlaması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: melanoma, kadın sağlığı, gebelik 209 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KRONİK HASTALIKLARIN EKONOMİK YÜKÜ Pınar Yeşil Demirci, Zehra Eskimez, İpek Köse Tosunöz Ç.Ü Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Tüm dünyada ortalama yaşam süresi uzamıştır. Bununla paralel olarak ileri yaşta artan kronik hastalıklar, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler tarafından 21. yüzyılın en önemli sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır. DSÖ’nün öngörüsüne göre; 2030 yılında kronik hastalıklardan kaynaklanan ölüm sayısı 50 milyona ulaşacak olup, en büyük artış Afrika bölgesinde (%27) ve Doğu Akdeniz Bölgesinde (%25) görülecektir. Kronik hastalıklar yüksek oranda ölüme neden olmaları ile birlikte belirli bir bakım ve tedavi yükünü de beraberinde getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2014 yılı kronik hastalık durum raporuna göre; 2011-2015 yılları arasında düşük ve orta gelirli ülkelerde kronik hastalıklardan kaynaklı ekonomik kaybın yaklaşık olarak 7 trilyon ABD doları olduğu bildirilmiştir. Düşük ve orta gelirli ülkelerde kronik hastalık yükü hızla artmaktadır. Bunun yanı sıra küreselleşme, hızlı ve plansız şehirleşme ve giderek daha hareketsiz hale gelen yaşam biçiminin etkisiyle bu yük daha da artmaktadır. Kronik hastalıkların en fazla gelir düzeyi düşük bireyleri ve toplumları etkilediği düşünülmektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde de bu hastalıklar yüksek oranda görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü 2005 yılı raporuna göre; kardiyovasküler hastalıklar, inme ve diyabetin Çin’de 18 milyar dolar, Rusya’da 11 milyar dolar, Hindistan’da 9 milyar dolar, Brezilya’da ise 3 milyar dolarlık ekonomik kayba neden olduğu bildirilmiştir. Ayrıca Avrupa Birliği ülkelerinde solunum hastalıklarına ikincil toplam doğrudan maliyetin toplam sağlık hizmeti bütçesinin %6’sını oluşturduğu, KOAH’a ikincil harcamaların da bu maliyetin %56’sını oluşturduğu (38.6 milyar euro) bildirilmiştir. Ülkemizde 2011 yılında yapılan bir çalışmada, diyabetin yaklaşık 6.5 milyon hastayı etkilediği, diyabet ve komplikasyonlarının Sosyal Güvenlik Kurumu’na doğrudan maliyetinin yaklaşık 13 milyar TL olduğu belirtilmektedir. Kronik hastalıkların bakımında sık görülen ekonomik sorunlara bakıldığında bunlar; Kronik hastalıklara yönelik sağlık hizmetinin tek bir merkezde entegre bir biçimde sunulmaması yani parçalı hizmet sunumunun olması, Sağlık hizmetinde sürekliliğin sağlanamaması, Sağlık sisteminin hastaya ve hastanın sağlık sistemine erişim güçlüklerinin olması, Sağlık sisteminin etkisiz ve verimsiz olması, Hasta güvenliği sorunlarının bulunması, Sağlık hizmetlerinin pahalı olması ve koordinasyon eksikliğinin bulunması gibi durumlar olarakbelirtilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, 2010 yılı küresel durum raporunda; bu sorunlara yönelik olarak kronik hastalıklarla mücadele için bu hastalıkların risk faktörlerinin izlenmesinin önemini vurgulamış ve bunların her ulusal sağlık sistemine entegre edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kronik hastalıkların önlenmesine yönelik faaliyetlerin entegre bir şekilde risk faktörlerinin kontrolü üzerine odaklanması gerekmektedir (4). Kronik hastalık ortaya çıktıktan sonra, hasta birden fazla kronik hastalık ve ilgili komplikasyonlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bu dönemde de kronik hastalığı olan hastaların izlemi bir sağlık ekibinin koordinasyon 210 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey içinde çalışmasını ve çok yönlü değerlendirmeler yapılmasını gerektirmektedir. Kronik hastalık yönetimi için yaygın olarak kullanılan ana sistem, elektronik sağlık kaydı (ESK) olarak adlandırılmaktadır. ESK sistemleri daha genel amaçlı ve gelişmiş sistemler olmasına karşın, daha az maliyetli olan ve kronik hastalıkların yönetimi için özelleşmiş daha etkin çözümler sunulabilmektedir. Başarı ile kullanılan ESK sistemlerine; ABD’de “Veterans Affairs” tarafından geliştirilen Vista sistemi, Avustralya’da ulusal ESK sistemi “Health Connect”, Estonya, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere ve Kanada’da kullanılan ESK sistemleri örnek verilebilir. Danimarka ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde bilişim teknolojileri tıp alanında çok etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Sonuç olarak; kronik hastalıklarla ilişkili küresel sorun giderek büyümekte ve tüm dünyayı tehdit etmektedir. Kronik hastalığın ekonomik yükü daha çok, düşük ve orta gelirli ülkeleri etkilediği düşünülse de, gelişmiş ülkelerde de ekonomik ve sosyal kalkınmayı tehdit etmektedir. Kronik hastalıkların yönetiminde mortaliteyi ve morbiditeyi azaltmak için küresel çapta etkin müdahalelere gereksinim bulunmaktadır. Bütünleştirilmiş, tedavi odaklı, niteliksel bir performans sistemine temel hazırlayacak ulusal bir elektronik sağlık veri sistemine sahip olmak ve hasta yönetim programlarının hayata geçirilmesi, gelecekte kronik hastalıklarla mücadelede ulusal sağlık sistemlerine ve ekonomilere ciddi katkılarda bulunabilir. Anahtar Kelimeler: chronic diseases, economic burden 211 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN ZAMAN YÖNETİMİ BECERİLERİ İLE UMUTSUZLUK DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Rukuye AYLAZ İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş ve Amaç: Zaman, hayat yolculuğunda en iyi şekilde kullanılması gereken değerlerinden biridir. Bireyin her alandaki başarısı zamanını akıllıca ve etkili yönetmesine bağlıdır. Üniversite döneminde etkin zaman kullanımı bilincinin oluşması öğrencilerin hedeflerine ulaşmasında çok önemli yer teşkil etmektedir. Ebelik öğrencilerinin gelecekteki çalışma hayatına umutla bakmalarında zaman yönetimi son derece önemlidir. Umutsuzluk geçmişte yaşanmış yaşam örüntüsünün genelleme yaparak geleceğe atfedilmesidir. Kişinin sorunlarına çare bulamaması, kişiyi umutsuzluğun içerisine itmektedir. Umutsuzluk çaresizliğin getirmiş olduğu bir sonuçtur. Yaşamsal önem taşıyan bir kavram olmakla birlikte, umut/umutsuzluk yıllardır yalnız kuramsal terimlerle açıklanmıştır. Ülkemizde ve yurt dışında umutsuzluğun yaygınlığını ve umutsuzluğu etkileyen etkenleri özgül olarak inceleyen yeterince araştırma bulunmamaktadır. Bu araştırmanın amacı, ebelik öğrencilerinin zaman yönetimi becerileri ile umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte olan çalışma 12 Ekim- 2016 Aralık 2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde öğrenim gören 338 ebelik öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyerek evrenin tamamına ulaşılması hedeflenmiş olup, 230 öğrenci araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan bilgi formu, Alay ve Koçak tarafından geçerlilik güvenirlik çalışmaları yapılan Zaman Yönetimi Envanteri ve Durak tarafından geçerlik ve güvenirliliği yapılan Beck Umutsuzluk Ölçeği kullanılmıştır. Zaman Yönetimi Envanteri; 5’li likert formda hazırlanmıştır. Envanter “Zaman Planlaması”, “Zaman Tutumları” ve “Zaman Harcattırıcılar” başlıklarından oluşan üç alt boyut ve toplam 27 ifadeden oluşmuştur. Envanterden alınan puanın yüksek olması zaman yönetimi becerisinin iyi olduğunu göstermektedir. Envanterden alınacak en düşük puan 27 ve en yüksek puan ise 135’dir. Beck Umutsuzluk Ölçeği; bireyin geleceğe yönelik olumsuz beklentilerini belirlemek amacıyla kullanılan, 20 maddeden oluşan, 0-1 arasında puanlanan bir ölçektir. Alınan puanlar yüksek olduğunda bireydeki umutsuzluğun yüksek olduğu varsayılır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzdelik, ortalama, bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla varyans analizi, bağımsız gruplarda t testleri ve korelasyon kullanılmıştır. Çalışmada önemlilik düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Araştırmanın yapılabilmesi için Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığından yazılı izin ve öğrencilerden sözel onam alınmıştır. Bulgular: Araştırmada öğrencilerin ortalama yaşları 20.26±1.6, %33.2’sinin annesinin ilkokul, %25.4’nün babasının üniversite mezunu %64.6’sının ekonomik durumunun orta ve öğrencilerin %34.4’ünün zamanı iyi değerlendirme ile ilgili yayınları okuduğu saptandı. Araştırmada öğrencilerin ZYE puan ortalamaları 67.08±11.9, BUÖ puan ortalamaları 16.16±4.6 aralarında negatif yönde bir korelasyon saptanmıştır (-286, p=0.001). 212 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Sonuç ve Öneriler: Bu araştırmada öğrencilerin ZYE puan ortalamalarının arttıkça geleceğe dönük beklentilerinin arttığı belirlenmiştir. Öğrencilerin zaman yönetimini daha iyi planlamaları konusuna eğitim müfredatında yer verilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Zaman yönetimi, umutsuzluk, ebe 213 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNE İLİŞKİN TUTUMLARI Rukuye AYLAZ1, Gizem KASAP2 1İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi 2İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Öğrencisi Amaç: Bu araştırmanın amacı ebelik bölümünde öğrenimi gören öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarının belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte olan çalışma 15 Şubat- 20 Mart 2017 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini Sağlık Bilimleri Fakültesinde birinci ve dördüncü sınıflarda öğrenim gören toplam 210 ebelik öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyerek evrenin tamamına ulaşılması hedeflenmiş olup, 169 öğrenci araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan sosyo-demografik özellikler soru formu ve Zeyneloğlu tarafından geçerlilik güvenirlik çalışmaları yapılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Sosyo-Demografik Özellikler Soru Formu; öğrencilerin tanıtıcı özelliklerini içeren; yaş, medeni durum, aile yapısı gibi bilgileri içeren toplam 11 sorudan oluşmuştur, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği, Zeyneloğlu ve Terzioğlu (2011) tarafından geliştirilen 38 madde ve beş alt boyut içermektedir. Alt boyutları, “eşitlikçi cinsiyet rolü, kadın cinsiyet rolü, evlilikte cinsiyet rolü, geleneksel cinsiyet rolü, erkek cinsiyet rolün” den oluşmaktadır. 5’li likert tipindeki bu ölçek, öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutum cümlelerine; ‘tamamen katılıyor’ ise 5 puan, ‘katılıyor’ ise 4 puan, ‘kararsız’ ise 3 puan, ‘katılmıyor’ ise 2 puan, ‘kesinlikle katılmıyor’ ise 1 puan alacak şekilde puanlandırılmıştır. Bu puanlama sonucuna göre en yüksek puan 190, en düşük puan ise 38 olarak hesaplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzdelik, ortalama, bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve bağımsız gruplarda t esti yöntemleri kullanılmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığından yazılı izin alınmıştır. Ayrıca çalışma kapsamına alınan öğrencilerden de sözel onam alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalamaları 20.88±2.1 (minimum 18, maksimum 1), %53.3’ü birinci sınıf, %46.7’si dördüncü sınıf, %29.6’sının kız ve erkek kardeşleri mevcut, %83.4’ü çekirdek aileye sahip, öğrencilerin annelerinin %42.0’ı, babaların %34.3’ü ilköğretim mezunu, %71.6’sının ekonomik durumları orta düzeyde ve %58.0’ı il merkezinde yaşadığı saptanmıştır. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet puanlarının ortalaması 103.97±17.5 (minimum 53, maksimum 139) olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet puan ortalamaları ile demografik verilerinin karşılaştırılmasında; öğrencilerin ekonomik durumları, anne ve baba eğitimleri ile toplumsal cinsiyet puan ortalamaları arasındaki fark önemli bulunmamıştır. Ancak öğrencilerin annelerin eğitim seviyesi ve ekonomik durumları arttıkça puan ortalamalarının yükseldiği belirlenmiştir. Öğrencilerin kaçıncı sınıfta okudukları ve aile tipleri ile toplumsal cinsiyet puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan önemli bir fark saptanmıştır (p<0.05). 214 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Sonuç: Annenin eğitim seviyesi arttıkça cinsiyet rol ayrımcılığının azaldığı ve üniversite eğitiminin, öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutumlarının artmasına katkı sağladıkları saptanmıştır. Sonuçlarına dayanarak, üniversite eğitimde öğrencilere toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik etkinliklerin düzenlenmesi önerilebilinir. Anahtar kelimeler: Toplumsal cinsiyet, öğrenci, ebe 215 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TÜRKİYE’DE KADININ EĞİTİM VE İSTİHDAM DURUMU Ayşe İNEL MANAV1, Saliha BOZDOĞAN YEŞİLOT2, Azade SARI1 1 Çukurova Üniversitesi SHMYO 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Psikiyatri Hemşireliği ABD Günümüzde kadına yönelik şiddet, kadınların yaşadığı sorunlar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede, kadınların güçlendirilmesi ve toplumdaki statülerinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar önemle önerilmektedir. Bu çalışmalar; kadınların doğurganlıklarının azaltılması, eğitim düzeylerinin yükseltilmesi, istihdamlarının sağlanması, yerel ve ülke düzeyinde politik aktivitelere katılımlarının sağlanması, basında olumlu kadın imajının oluşturulması ve yansıtılması, eğitim, sağlık ve hukuk alanlarında kadın erkek eşitliği anlayışının sağlanmasıdır. Türkiye’de kadının eğitim, istihdam ve yaşama katılım durumları açısından bakıldığında, çeşitli sorunların olduğu dikkati çekmektedir. Bu makalede Türkiye’deki kadınların eğitim ve istihdam açısından ne durumda olduklarının tartışılması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler : Women, education, employment, violence 216 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey TOPLUMSAL CİNSİYET AYRIMCILIĞI VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET Ayşe İNEL MANAV1, Saliha BOZDOĞAN YEŞİLOT2, Azade SARI1 1 Çukurova Üniversitesi SHMYO 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Psikiyatri Hemşireliği ABD Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğin içinde yaşanılan toplum, zaman ve kültüre göre rol, davranış, sorumluluk, toplumsal konum, güç ve ilişkilerini belirleyen bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet içinde yaşanılan toplumda model alma ve özdeşim ile edinilir ve bireylerin bir insan olarak değil de toplumsal cinsiyet kalıbında algılanmaları ve bu kalıba uygun davranmaları için zorlanmalarına neden olmaktadır. Dünyada ve ülkemizde kadınların toplumsal cinsiyet ayrımcılığından en çok etkilenen ve damgalama ve şiddete maruz kalan bireyler oldukları görülmektedir. Ülkemizde kadınlar çocuk düşürtmek, bekaret kontrolü, fuhuşa zorlama, zorla alıkoyma, birden fazla evlilik, töre/namus cinayetleri, cinsel taciz ve saldırı gibi psikolojik, ekonomik, cinsel ve fiziksel şiddet türlerine sıklıkla karşılaşmaktadırlar. Bu çalışmada toplumsal cinsiyet temelinde kadına yönelik şiddet ve bununla mücadele için Türkiye özelinde var olan durumun tartışılması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler : Gender discrimination, violance, women 217 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN YAŞLILARDA CİNSELLİK İLE İLGİLİ BİLGİ VE TUTUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Arş. Gör. Feyza REYHAN1, Doç. Dr. Nebahat ÖZERDOĞAN1, Öğr. Gör. Elif ARIK2 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 Çankırı Karatekin Üniversitesi Eldivan Sağlık hizmetleri Meslek Yüksekokulu Cinsel sağlık yaşam kalitesini etkileyen, benlik saygısını arttıran önemli bir faktördür. Her iki cinsiyet içinde cinsellik, yaşlanmayla birlikte normal sağlıklı şartlarda nitelik ve nicelik olarak azalsa bile 80’li yaşlara kadar devam edebilmektedir. Ancak yaşlı kesimde cinselliğin ifade edilmesi utanç verici olarak nitelenebilmekte, sosyal açıdan cinsel imajları dikkate alınmamaktadır. Bu olumsuz tutum sebebiyle yaşlı bireylerin yeterli cinsel sağlık hizmeti almaları engellenmektedir. Yaşlılık döneminde cinsellik ile ilgili mitlerin yıkılmasında, bu dönemde yaşam kalitesinin yükseltilmesinde sağlık profesyonellerine önemli roller düşmektedir. Türkiye’de sağlık profesyonelleri ve adaylarının yaşlıların cinsel aktivitelerine yönelik bilgi ve tutumları konusunda Türkiye'de çok az sayıda çalışma yapılmıştır. Bu araştırmanın amacı, ileride sağlık danışmanlığı yapacak olan ebelik bölümü öğrencilerinin yaşlılarda cinsellik ile ilgili bilgi ve tutumlarını belirlemektir. Kesitsel olarak, 27Şubat03Mart 2017 tarihleri arasında yapılan araştırmanın evrenini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü’nde öğrenim görmekte olan toplam 298 öğrenci oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmeyip tüm öğrenciler araştırmaya dahil edilmiş ancak veri toplama sırasında okulda bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 193 öğrenci (evrenin %64,7’si) araştırma grubunu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak literatür desteği ile geliştirilen 23soruluk anket formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21 programı yardımıyla tanımlayıcı istatistikler ve ki kare teski kullanılmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 19,91±2,07 (min-max=1737) idi. Öğrencilerin %62,2’si cinselliğin yaşam boyu devam eden bir ihtiyaç olduğunu, %85,5’i cinsel sağlığın kişilerin yaşam kalitesini etkileyen önemli bir faktör olduğunu, %53,9’u toplumumuzda yaşlılıkta cinselliğin pis, çirkin olduğunu içeren önyargılar bulunduğunu belirtmiştir. Öğrencilerin %59,6’sının yaşlılıktaki cinsel aktivitenin sona ermesinin biyolojik ve fiziksel nedenlerden ziyade sosyal ve psikolojik nedenlerden kaynaklandığını düşündüğü saptanmıştır. Öğrenciler arasında en fazla birinci sınıflar yaşlılarda cinsel aktivitenin onların sağlıkları için tehlikeli olduğunu ve tehlike nedeni olarak kalp krizi riskini (%39,9) ifade etmiştir (p<0,05). Öğrencilerin %53,4’ünün yaşlıların kendilerini cinsellikten soyutladıklarını düşündükleri ve soyutlama nedeni olarak öğrencilerin çoğunun (n=%53,4) toplumsal baskı/önyargı cevabını verdikleri saptanmıştır. Öğrencilerin 65 yaş ve üstü erkek ve kadınlarda görülebilen bildikleri cinsel sorunlara bakıldığında; erkeklerde en çok orgazm olamama (n=%74.6), kadınlarda cinsel isteksizlik (%86) cevaplarını verdikleri belirlenmiştir. Öğrencilerin %40,4’ü yaşlılıkta kadın ve erkek cinselliği arasında fark olduğunu ve %41’i bu farkın erkeklerin cinsel isteğinin kadınlara göre daha uzun sürmesinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Öğrencilerin %26,9’u ağır fiziksel ve ruhsal engellilik bulunmadığında erkek ve kadınların 80’li ve 90’lı yaşlarda cinsel ilgi ve etkinliklerini sürdürebileceğini belirtmiştir. Öğrencilerin %65,8’inin sağlık kuruluşlarında yaşlı hastalardan öykü alınırken cinselliğin ihmal edildiğini belirtmiştir. Öğrencilerin %74,6’sı Cinsel Sağlık/Üreme Sağlığı eğitimlerinin yaşlılara verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Araştırmanın sonucunda öğrencilerin ortalama yarısı toplumsal 218 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey baskı/önyargı sebebiyle yaşlılarda cinsel sağlığın ihmal edildiğini düşündükleri görülmüştür. Buradan yola çıkarak öğrencilerin formal eğitim sürecinde ve mezuniyet sonrasında yaşlıların cinsel sağlığı konusunda eğitim almalarının, yaşlı bireylere uygulanan bakımın kalitesinin ve yaşam kalitesinin arttırılmasına katkı sağlayacağı önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Cinsel Sağlık, Yaşlılarda Cinsellik, Ebelik 219 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HİPEREMEZİS GRAVİDARUM’UN TEDAVİSİNDE AKUPRESÜR KULLANIMI Gülşah TANRIVERDİ1, Pınar YEŞİL DEMİRCİ1, Zehra ESKİMEZ1 1Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Bulantı-kusma, gebeliğin birinci trimesterinde yaklaşık %50-80 oranında görülen ve gebe kadının psikososyal, ailesel ve iş yaşamını olumsuz etkileyen bir durumdur. Genellikle toplumda gebeliğin normal bir süreci olarak görülse de kadın için önemli bir sağlık sorunu olabilmektedir (1). Hiperemezis Gravidarum (HG) gebelerin yaklaşık olarak %0.3-2’sini etkileyen, acilen tanılanması ve tedavi edilmesi gereken bir sorundur (3). Gebelerde HG, ciddi problemlere yol açmaktadır. Bunlar; bulantı sayısı ve şiddetini arttırma, gebenin ve bebeğin yeterince beslenememesi ve sıvı-elektrolit ve asit-baz dengesizliği ile kilo kaybıdır (2). Akupresür, geleneksel Çin Tıbbı’na dayanmaktadır. Vücutta enerji taşıyan meridyenler üzerinde akupunktur noktalarına parmak, avuç içi veya özel stimülasyon bantlarıyla basınç uygulayarak, enerji kanallarının düzgün çalışmasını sağlayan ve Çin tıbbında 5000 yıldan beri kullanılan bir tedavi yöntemidir (7). Akupresür, Çinliler tarafından "iğnesiz akupunktur" olarak da adlandırılmaktadır. Akupresür, öğrenilmesi, uygulanması kolay, iğne kullanmayı gerektirmeyen; acısız, ağrısız, zahmetsiz, güvenli, etkili, ekonomik ve yan etkisi olmayan non-invaziv bir tedavi yöntemidir (8). Akupresürde, enerji kanallarından oluşan görünmez bir sistemin belli noktalarına derin parmak baskısı uygulanmaktadır. Bu noktalar doğrudan vücudun belli organ ve bezlerine bağlı olduğundan, enerji akımında sıkıntı olduğunda rahatsızlık duyulmaktadır. Uygulanan bası ile bu noktalar uyarılarak sıkışmaları gidermekte ve enerji akımını artırarak stresi azaltmaktadır. Böylece vücudun uyum içinde çalışarak sağlıklı olması ve enerji kanallarında enerjinin düzgün dolaşmasını sağlamaktadır (8,9). Akupunktur bulantı tedavisinde kullanımı son yıllarda dikkati çekmiş ve antiemetik ilaçlara alternatif oluşturabileceği düşünülmüştür. Perikardium 6 (P6 ya da Neiguan) ve Mide 36 (ST36 veya Zusanli) akupunktur noktaları bulantı-kusma ile ilgilidir. Daha çok perikardium meridyeninin iki tarafında bulunan P6 noktası kullanılmaktadır. P6 noktası, el bileğinin üzerine üç parmak koyulup 1cm aşağısında orta parmak hattı üzerinde, flexor carpi radialis ve palmaris longus tendonları arasında, yaklaşık 6 mm derinlikteki bölgedir (10,11) 1985 ve sonrası yıllarda çalışmalarda, perikardium meridyeni üzerinde yer alan P6 (Neiguan) noktasının uyarılması sonucu, gebeliğin erken döneminde, postoperatif dönemde ve kemoterapiye bağlı gelişen bulantıkusmalarda antiemetik etki değerlendirilmiştir (10,12-14). Akupunktur ve akupresürün antiemetik etki mekanizması tam olarak açıklanamasa da, bulantı-kusmanın önlenmesinde akupresürün etki mekanizmasını açıklayan bazı teoriler bulunmaktadır. Bu teorilere göre; kullanılan akupunktur noktası elektromagnetik sinyal iletiminde rol almaktadır. P6 akupunktur noktası uyarıldıktan sonra, sinir sistemi aktive olmakta ve bu sistem aracılığı ile beyine sinyaller gitmektedir. Bu uyarıların etkisi ile nörotransmiterler salgılanmakta (seratonin, dopamin ve endorfin), böylece bulantıya neden olan diğer kimyasal maddeleri bloke ederek bulantı-kusmayı engellemektedir (15,16). Bulantı-kusmanın kontrolü için el bileğinde P6 noktasına yapılan basınç, parmak uçlarıyla yapılabildiği gibi Sea-Band, Relief Band gibi özel yapılmış bileklikler de kullanılabilmektedir (17,18). Akupresür literaturde, post-op ağrı (19-23), kemoterapiye (22,24) bağlı gelişen bulantı-kusma kontrolünde ve hiperemezis 220 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey gravidarum (22,25-27) başta olmak üzere pek çok durumda (28-33) kullanılmakta olup, dünyada ve Türkiye’de bu konuya ilişkin araştırmalara devam edilmektedir. Akupresürün etkili olduğunu ifade eden çalışmalarda akupresürün bulantı-kusma varlığı ve şiddetini azalttığı ya da antiemetik ilaçlarla birlikte kullanılırsa faydalı olacağı (19-33) tersini savunan çalışmalarda ise akupresürün etkisinin anlamlı olmadığı ifade edilmektedir (34,35). Sonuç olarak gebelikte önemli bir sağlık sorunu olan bulantı kusmaya ilişkin kadınların yaşam kalitesini artırmak, gebelik sürecini daha konforlu bir şekilde sürdürmeleri için emezisini kontrol altına almak önemlidir. Hiperemezis Gravidarum ile takip edilen gebelerin uygun farmakolojik tedavilerine ek olarak nonfarmakolojik yöntemler ve akupresür hakkında da bilgilendirilmeleri sağlık profesyonellerinin uygulama ve eğitim görevlerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Anahtar Kelimeler : Hyperemesis Gravidarum, Acupressure, Nausea and Vomiting 221 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİK, DOĞUM VE POSTPARTUM DÖNEMDE KULLANILAN ÖLÇEKLER: 2010-2016 ARAŞTIRMA SONUÇLARI Yrd. Doç. Dr. Fatma AY, Fulya BATUHAN, Aysel OĞUZ, Nurşah TORAMAN, Zübeyde ÇETİNBAŞ İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakütesi Amaç: Bu araştırmada gebelik, doğum ve doğum sonrası dönem ile ilgili yapılan araştırmalarda kullanılan ölçeklerin ve araştırma sonuçlarının belirlenmesi amacı ile yapıldı. Yöntem: Araştırma belge tarama yöntemi ile yapılmış kesitsel, tanımlayıcı literatür taramasıdır. Araştırmada “gebe / gebelik / doğum / doğum öncesi/ doğum sonrası/ postpartum / lohusa” anahtar kelimeleri kullanılarak, ULAKBİM Ulusal Veri Tabanları, Medline/PubMed, Turkish Medline, Dergipark, Scopus ve EBSCO arama motorlarından tarama yapıldı. 2010-2016 yılları arasında yayımlanmış toplam 25 makale araştırma kapsamına alındı. Değerlendirmeye alınan makaleler yıl, örneklem sayısı, araştırmanın tipi ve sonuçlar açısından manuel olarak incelendi ve verilerin frekans dağılımı yapıldı. Bulgular: Değerlendirilen makalelerin yaklaşık olarak yarısı 2010-2013 yılları arasında, yarısı 2014- 2016 yılları arasında yayınlanmıştır. Araştırmaların tümü tanımlayıcı ve kesitsel tipte araştırmalardır. %80’i lohusalık döneminde yapılmış çalışmalardır. Araştırmalarda birden fazla ölçek kullanılmakla birlikte, araştırmaların %68’inde “Edinburg Doğum Sonu Depresyon Ölçeği (EDSDÖ)” ölçeği kullanılmıştır. Sonuç: Araştırmada çoğunlukla doğum sonrası dönem ile ilgili sorunların belirlenmesi için ölçek kullanıldığı belirlendi. Araştırmalarda en sık kullanılan ölçek “Edinburg Doğum Sonu Depresyon Ölçeği (EDSDÖ)” ölçeğidir ve tüm araştırmalarda Türk toplumu için geçerli ve güvenilir olduğu sonucuna varılmıştır. Dikkat çekici bir sonuç olarak “Anne Bebek Bağlanma Ölçeği” en az okuma yazması olan annelerin bebeklerine bağlanma düzeylerini ölçmede geçerli ve güvenilir bir araç olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Ölçek, gebe, gebelik, doğum, doğum öncesi, doğum sonrası, postpartum, loğusa 222 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DAHİLİYE KLİNİKLERİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN HASTA BAKIMINDA KARŞILAŞTIKLARI GÜÇLÜKLER Gamze UZUN1, Gülşah TANRIVERDİ2 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksak Lisans Öğrencisi, 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi ÖZET Amaç: Bu araştırma, dahiliye kliniklerinde çalışan hemşirelerin hasta bakımında karşılaştığı güçlüklerin belirlenmesi amacı ile yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, 10- 19 Ağustos 2016 tarihleri arasında tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini; Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Dahiliye kliniklerinde çalışan 50 hemşire, örneklemini ise araştırmayı kabul eden 41 hemşire oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “ Tanıtıcı Bilgi Formu ” kullanılmıştır. Araştırmaya başlamadan önce Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Başhekimliği ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ ndan yazılı izin alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 22.0 istatistik programı kullanılmıştır. Verilerin analizinde aritmetik ortalama, yüzdelik, varyans analizi ve t testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 31.41± 8.74 ( Min: 20 , Max: 48 ) , çalışma yılı ortalaması 11.49± 9.06 ’ dır. Hemşirelerin % 82.9’ unun cinsiyetinin kadın olduğu, %56.1’ inin bekar, %46.3’ ünün lisans mezunu, %53.7’ sinin dahiliye kliniğinde çalışmaya istekli, %53.6’ sının 0-10 yıldır dahiliye kliniğinde çalıştığı, % 53.7’ sinin sürekli gece/gündüz çalıştığı, %58.5’ inin kadrolu olarak çalıştığı belirlenmiştir. Hemşirelerin %70.7’ sinin hasta kabulde sorun yaşadığı, hemşirelerin %68.3’ ünün bakım planı hazırlamada sorun yaşadığı görülmüştür. “ Hemşirelerin Hasta Bakımında Karşılaştığı Sorunlar ” bölümünün “ Hasta İle İlgili Olanlar ” kısmında ilk sırada , %100’ ünün hastalar sorularını çoğunlukla hemşirelere sordukları sorusuna “ katılıyorum ” cevabını verdikleri belirlenmiştir. “Hemşirelerin Hasta Bakımında Karşılaştığı Sorunlar ” bölümünün “ Hemşire İle İlgili Olanlar ” kısmında ilk sırada, %97.6’ sının çalışırken görevi olmayan iş yükünün bulunduğu sorusuna “ katılıyorum ”, %92.7’ sinin empati yeteneğinin gelişmemiş olmasının sorun yaratmadığı sorularına “ katılmıyorum ” cevabını verdikleri belirlenmiştir. Hemşirelerin medeni durum, mezun olduğu okul, çalışma yılı, çalışma şekli, kadro durumu ile hasta bakımında güçlük yaşama durumları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur (p> 0.05). Hemşirelerin dahiliye kliniğinde çalışma isteği ile hasta bakımında güçlük yaşama durumları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p <0.05 ). Sonuç: Hemşirelerin bir kısmının hasta bakımında “ ara sıra ” güçlük yaşadıkları görülmüştür. “Hemşirelerin Hasta Bakımında Karşılaştığı Sorunlar” bölümündeki sorulara genellikle “katılıyorum” cevabı verdikleri, “ Hemşirelerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Hasta Bakımında Güçlük Yaşama Durumları” incelendiğinde dahiliye kliniğinde istekli olarak çalışan hemşirelerin daha az güçlük yaşadığı görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Güçlük, dahiliye, hasta bakımı, hemşire. 223 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MENOPOZAL YAKINMALARDA KULLANILAN TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TERAPİLER 1Dr. Ebru GÖZÜYEŞİL , 2Prof. Dr. Mürüvvet BAŞER 1 Çukurova Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu 2 Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Doğum-Kadın Sağlığı Hastalıkları Hemşireliği Menopozal dönemdeki kadınlar tarafından en sık tercih edilen yöntemler arasında akupunktur, yoga, manipülasyon teknikleri, meditasyon, egzersiz, homeopati, doğal östrojen kaynakları ve diyet yer almaktadır. Akupunktur: Akupunkturun menopoz döneminde sıcak basmalarının sıklığını ve şiddetini azaltmada ve yaşam kalitesini geliştirmede etkili olduğu çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak akupunktur tedavisinde daha kesin sonuçların elde edilmesi için bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Yoga: Yoga egzersizlerinin denge, germe, gevşeme, kuvvetlendirme yolu ile postmenopozal kadınlarda, gerginlik, uykusuzluk, depresyon, postür ve kemik mineral yoğunluğu üzerinde olumlu etkileri vardır. Egzersiz: Menopozal dönem kadınlarında egzersiz fraktür, osteoporoz ve kardiyovasküler hastalık riskini azaltmada, uyku düzeni sağlamada, kilo vermede, depresyonu azaltmada ve yaşam kalitesini geliştirmede yaralı olmasına rağmen sıcak basmalarını azaltmadaki etkisinin çelişkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Gevşeme Teknikleri: Sempatik aktivasyonu azaltan gevşeme tekniklerinin kullanılması, sıcak basması gibi semptomları önlemede yararlı olabilir. Yapılan çalışmalarda, diyafragmatik solunum teknikleri ile benzer gevşeme cevaplarının alınabileceği, anksiyete, depresyon, kan basıncı artışı ve sıcaklık basmasının şiddetinin ve sıklığının azaltılabileceği gösterilmiştir. Meditasyon: Meditasyon, kişinin iç huzuru, sükûnet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimlerine verilen ad olarak tanımlanmaktadır. Meditasyonun klimakterik dönemdeki kadınların menopozal yakınmalarını azaltmak için kullandıkları bilinmektedir. Homeopati: Homeopati sağlıklı bir insanda hastalığa neden olan maddelerin sağlıksız ve hasta bir insana belirli bir oranda dilüsyona uğratılarak verilmesi sonucu yeniden sağlığına kavuşturulması prensibine dayanmaktadır. Homeopatik ilaçların postmenopozal semptomları azalttığı, uyku düzenini sağladığını gösteren çalışmalar bulunmakla birlikte vazomotor sorunlarının iyileştirilmesindeki etkinliği hakkında yeterli kanıtlar bulunmamaktadır. Fitoterapi: Fitoöstrojenler: İsoflavon ve lignan östrojenik aktiviteye sahip en önemli fitoöstrojenlerdir. İsoflavonlar; soya, nohut gibi baklagillerde ve kırmızı yoncada, Lignanlar ise yağlı tohumlarda yüksek konsantrasyonlarda bulunurlar. Özellikle Japon ve Çin diyetlerinde 224 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey olduğu gibi yüksek isoflavon içeren diyetlerde, menopozun vazomotor belirtilerinde gözle görülür bir azalma olduğu görülmektedir. Black Cohosh (Karayılan Otu): Karayılan otu Avrupa’da yaygın olarak kullanılan bir bitkidir. Amerika’da bitkisel ilaç olarak 100 yıldan fazla menopozla ilgili şikâyetlerin tedavisinde kullanılmaktadır. Menopozal dönem sorunlarını azaltmada melek otu, ginseng, çuha çiçegi, kava, kızıl yonca , sarı kantaron gibi pek çok bitki kullanılabilmektedir. Diyet: Menopozal dönemde yüksek posa içeren diyetin kardiovasküler hastalık riskini azalttığı, düşük yağ içerikli diyetin ise kolesterol profilini düzelttiği bilinmektedir. Menopozda diyet özellikle kalsiyum içeriği açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: Menopozal semptomlar, Tamamlayıcı tedavi, Kadın Sağlığı 225 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN SİMÜLASYON EĞİTİMİNE BAKIŞLARI Feyza REYHAN, Ayşe METE, Doç. Dr. Fatma Deniz SAYINER, Yrd. Doç. Dr. Neşe ÇELİK Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Amaç Ebelik eğitiminde teorik bilginin yanı sıra mesleki becerilerin geliştirilmesi de büyük önemtaşımaktadır. Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte eğitim ortamlarında, eğitimin her aşamasında farklı teknolojik yöntemler kullanılmaktadır. Mesleki becerilerin gelişmesine olanak sağlayan teknolojik yöntemlerden birisi de simülasyon eğitimidir. Simülasyon eğitimi, bir rehber öncülüğünde gerçek bir ortamı önceden deneyimlemeyi sağlayan bir tekniği öğrenmedir. Ancak çoğunlukla maliyetinin yüksek olması nedeniyle ebelik eğitiminde yer alamamaktadır. Bu çalışma, ebelik öğrencilerin simülasyon eğitimine bakışlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem Kesitsel olarak, 6- 10 Mart 2017 tarihleri arasında yapılan araştırmanın evrenini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü’nde öğrenim görmekte olan toplam 298 öğrenci oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmeyip tüm öğrenciler araştırmaya dahil edilmiş ancak veri toplama sırasında okulda bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 173 öğrenci (evrenin %58’i) araştırma grubunu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak literatür desteği ile geliştirilen 24 soruluk anket formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21 programı kullanılıp, analizinde frekans dağılımı ve ki kare testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık değeri p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20,32±1,88 (min-max=16-31) idi. Çalışmada öğrencilerin %76,9’u (n=133) alanları ile ilgili bilimsel/teknolojik gelişmeleri takip ettiğini belirtmişlerdir. Öğrencilerin öğretim yöntemi olarak derslerinde %85’i (n=147) düz anlatım ve %50,3’ü (n=87) soru-cevap yöntemlerinin kullanıldığını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %66,5’i (n=115) okuldaki laboratuvar koşullarının eğitimleri için yetersiz olduğunu belirterek, bu yetersizliklere %54,8’i (n=63) tıbbi malzeme ve maket yetersizliği, %45,2’si (n=52) uygulamaya tepki vermeyen eski model maketlerin olmasını sebep olarak göstermişlerdir. Öğrencilerin %51,2’si (n=66) simülasyon terimini “maketlerin canlı bir şekilde kullanılması” olarak tanımlamışlardır. Öğrencilerin %62,4’ü (n=108) simülasyon ile ilgili bilgi sahibi olduklarını ve bilgi sahibi olanların %69,4’ü (n=75) bu bilgiyi internetten edindiklerini ifade etmişlerdir. Çalışmada öğrencilerin %95,4’ü (n=165) okulda simülasyon eğitimi ile mesleki becerilerini geliştirmek istediklerini belirtmiş olup, sınıflar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Öğrencilerin %82,7’si (n=143) ilk mesleki becerilerini tepki verebilen simülatörler üzerinde gerçekleştirirse kendilerini daha rahat ve güvende hissedeceklerini belirtmişlerdir. Öğrencilere simülasyon eğitiminin yararları sorgulandığında; %62,4’ü (n=108) kaygı ve endişeyi azaltabileceğini, %86,1’i (n=149) öğrenmeyi kolaylaştırabileceğini, %63’ü (n=109) özgüveni arttırabileceğini ve %68,8’i (n=119) gerçek yaşamda hatalı uygulamaları azaltabileceğini ifade etmişlerdir. Simülasyon eğitimi almayı isteyen öğrenciler %95,4 226 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey (n=165) ile, simülasyon eğitiminin eleştirel düşünme ve karar verme yetisini arttıracağını, mesleki sorumluluk ve mesleki beceri düzeyini geliştireceğini, mesleği daha çok benimsemeyi sağlayacağını, klinik uygulamalarda anksiyetenin azalacağını düşünen öğrenciler karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (her biri için; p<0,05). Buna göre simülasyon eğitiminin kullanılmasını isteyen öğrenciler mesleki gelişimlerini de olumlu etkileyeceğini düşünmektedir. Sonuç Araştırmanın sonucunda öğrencilerin çoğunluğunun eğitim süreçlerinde simülasyon eğitimi almayı istedikleri ve mesleki eğitimlerini güçlendireceğini düşündükleri saptanmıştır. Bu sonuçlar ışığında öğrencilerin eğitim süreçlerinde simülasyon eğitiminin kullanılması ve öğrenciye olan katkısının tekrar değerlendirilmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler : Simülasyon eğitimi, Ebelikte simülasyon 227 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN KLİNİK STAJDA MOBBİNGE MARUZ KALMA DURUMLARI Özlem DOĞAN YÜKSEKOL1 , Mesude DUMAN2, Özlem KOÇ3, Büşra KARAARSLAN1, Fulya YAKKAN1 1 Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi 2 Dicle Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksekokulu 3 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç: Bu çalışma öğrencilerin klinik uygulamada mobbinge maruz kalma durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı tiptedir. Evreni bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik bölümü 2.,3.,4.,sınıfta okuyan 180 öğrenci oluşturmuştur. Örneklemi ise verilerin toplandığı gün okulda olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 153 öğrenci oluşturmuştur. Çalışmanın yapıldığı dönemde 1.sınıf öğrenciler henüz uygulamaya başlamadıkları için dahil edilmemiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %66.7’si 21 yaş ve üzerinde, %38.6’sı 2. sınıfta, %95.4’ü bekar ve %38.6’sı Anadolu Lisesi mezunudur. Öğrencilerin %85.6’sı mobinge maruz kaldığını ifade etmiştir. Mobinge maruz kaldığını belirtenlerin %53.8’i sağlık bakanlığına bağlı hastanelerde staj yapmaktadır. Araştırma kapsamındaki öğrencilerin %72’si ikinci sınıfta iken mobinge maruz kalmıştır. Mobing uygulayan kişinin mesleği sorulduğunda öğrencilerin %59.1’i hemşireler, cinsiyeti sorulduğunda ise %80.3’ü mobing yapan kişilerin kadın sağlık personeli olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca mobinge uğrayan öğrencilerin %64.4’ü mobing nedeninin öğrenci olmaları olduğunu belirtmiştir. Mobinge verdikleri tepki sorulduğunda ise öğrencilerin %33.3 tepki vermediğini ifade etmiştir. Sonuç ve Öneriler: Öğrencilerin kendi meslektaşları tarafından öğrenci oldukları için mobbinge maruz kalmaları araştırmanın en çarpıcı sonucudur. Bunun en önemli nedeni ise literatürde geçen ancak henüz uygulamaya yeterince yerleştirilememiş bir kavram olan “Okul-Klinik iş birliği” dir. Bununla ilgili olarak başta hastanede ki yönetici hemşirelere, klinik çalışanlarına ve klinik stajları olan fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokulunda çalışan akademik personele “Okul-Klinik işbirliği” temalı eğitim ve toplantıların yapılması önerilebilir. Bu olumsuz sonucun eğer gerekli önlemler alınmazsa öğrencilerin ileri ki dönemde çalışma hayatlarını olumsuz etkileyeceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler : Ebelik, klinik uygulama, mobbing 228 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMODİYALİZ HASTALARINDA ÖZ BAKIM GÜCÜ DEĞERLENDİRİLMESİ Betül Kirik * Gülşah Tanrıverdi ** *Kayseri Yahyalı Devlet Hastanesi, Hemşire ** Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İç Hastalıkları A.B.D Öğretim Görevlisi Hemodiyaliz tedavisi gören kronik böbrek yetmezliği hastalarında öz bakım gücünü değerlendirmek amacıyla yapılan bu çalışma tanımlayıcı ve kesitsel niteliktedir. Araştırma, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi ve Özel Koç Diyaliz Merkezi’nde yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini Mart -Mayıs 2016 tarihleri arasında bu iki merkezde tedavi gören 190 hasta oluşturmuştur. Evrenin tamamı örnekleme alınmış olup, araştırmaya katılmayı kabul eden 151 hasta ile araştırma tamamlanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için kurumlardan gerekli izinler, etik kurul izni ve hasta onamları alınmıştır. Verilerin toplanmasında öz bakım gücü ölçeği ve araştırmacı tarafından literatür taranarak oluşturan kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Tukey ve Tamhane, Mann-Whitney U Testi, Kruskal-Wallis H Testi, ANOVA testi, t testi kullanılmıştır. Araştırmada, hastaların öz bakım gücü ölçeği puan ortalaması 89,31±24,64 olarak tespit edilmiştir. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre; yaş, öğrenim düzeyi, yaşanılan kişiler, yaşanılan yer, sosyal güvencesi, ekonomik durum, hastalıkla ilgili eğitim alma durumu gibi değişkenlerin öz bakım gücünü etkilediği belirlenirken (p<0,05); cinsiyet, medeni durum, meslek, çalışmama sebebi, kullanılan vasıta, diyaliz sıklığı, diyalize girme süresi, hemodiyalize giriş yolu, kronik böbrek yetmezliği tanısını alma zamanı, ek kronik hastalığa sahip olma, günlük ihtiyaçlarını karşılama durumunun ise öz bakım gücünü etkilemediği saptanmıştır(p>0,05). Araştırmanın sonucuna göre; hemşirelerin bakımı planlarken yaş, öğrenim düzeyi, yaşanılan kişiler, sosyal güvencesi, ekonomik durum gibi değişkenleri göz önünde bulundurmaları, yaşanılan yerle ilgili eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için hastaların ulaşımlarının kolaylaştırılması, hastalara hastalıklarıyla ilgili eğitim verilmesi konusunda hemşirelerde farkındalık oluşturulması önerilmiştir. Anahtar Kelimeler: Hemodiyaliz, Hemşirelik, Kronik Böbrek Yetmezliği, Öz Bakım Gücü 229 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KRONİK HASTALIĞI OLAN BİREYLERİN SAĞLIK EKİBİ TARAFINDAN VERİLEN BAKIMI DEĞERLENDİRMELERİ Selva Ezgi Aşkar * Gülşah Tanrıverdi ** * Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi ** Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İç Hastalıkları A.B.D Öğretim Görevlisi Kronik hastalığı olan bireylerin sağlık ekibi tarafından verilen bakımı değerlendirmeleri ve kronik bakım yönetimlerini nasıl algıladıklarını belirlemek amacı ile yapılan bu araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Genel Dahiliye polikliniğinde ayaktan tedavi gören tüm hastalar oluşturmuştur. Örneklem, güç analizi kullanılarak hesaplanmış; kriterlere uyan, araştırmaya katılmayı kabul eden, hipertansiyon, diyabet ve kolesterol hastalıklarından en az birine sahip 217 hasta dahil edilmiştir. Araştırma verileri, Etik Kurul ve kurum izni alındıktan sonra, Kişisel Bilgi Formu ve Kronik Hastalık Bakımını Değerlendirme Ölçeği (KHBDÖ) kullanılarak toplanmıştır. İstatistiksel analizler SPSS (IBM SPSS Statistics 20) adlı paket program kullanılarak yapılmıştır. Bulguların yorumlanmasında frekans tabloları ve tanımlayıcı istatistikler kullanılmıştır. Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 57,84±11,70 olarak bulunmuştur. Çoğunluğunu 64 yaş ve üzeri, kadın, evli, ekonomik durumu orta, ilkokul mezunu ve Hipertansiyonlu olan bireylerin oluşturduğu örneklem grubumuzun KHBDÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 2,43±0,64 olarak tespit edilmiştir. Var olan hastalıklarına göre memnuniyet puan ortalamaları sırasıyla; hipertansiyon hastalarının 2,45±0,65, diyabet hastalarının 2,39±0,63 ve Kolesterol hastalarının 2,43±0,60 bulunmuştur. Alt ölçeklerin puan ortalamaları; Hasta Katılımı 2.45±1.14, Karar Verme 2.97±0.95, Amaç Belirleme 2.34±0.77, Problem Çözme 2.51±0.76, İzlem/Koordinasyon 2.14±0.77 şeklindedir. KHBDÖ puan ortalaması ile cinsiyet, çalışma durumu, meslek, sosyal güvence, eşlik eden hastalığa ait tanı yılı, hastalıkla ilgili sağlık eğitimi alma durumu, düzenli doktor kontrolüne gitme durumu arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0,05). Sonuç olarak, KHBDÖ toplam ve alt boyut skorları incelendiğinde, skorlar kronik hastalık bakımının yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir. Bu doğrultuda, hastaların öz-yönetimlerinin desteklenmesi, kronik hastalığa yönelik eğitim ya da sağlık programlarının düzenlenmesi, hemşirelerin eğitici rollerini daha aktif kullanmalarının sağlanması, bakım memnuniyeti ve hasta beklentileri doğrultusunda bakımın planlanması, ve hasta perspektifinden bakımı değerlendiren geniş çaplı araştırmaların yapılması önerilir. Anahtar Kelimeler: Bakım, Hemşirelik, KHBDÖ, Kronik hastalık, PACIC 230 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PALYATİF BAKIMDA NONFARMAKOLOJİK TEDAVİ YÖNTEMLERİ Selva Ezgi Aşkar * Gülşah Tanrıverdi ** * Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi ** Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İç Hastalıkları A.B.D Öğretim Görevlisi Palyatif bakımda ıstırabın azaltılması, tıpta öncelikli, geleneksel bir hedeftir. Kronik hastalıklarda yaşanan acılar; fiziksel, ruhsal, duygusal, sosyal ve mali konularda olabilir. Nonfarmakolojik yöntemler, bireylerin sağlığını kazanmak için modern tıbbın paralelinde uygulanan yöntemlerin tümüne verilen isimdir. Amerikan Kanser Birliği ve Ulusal Kanser Enstitüsü tamamlayıcı terapileri, tıbbi tedavi ile birlikte kullanılan terapiler olarak tanımlamaktadır. Nonfarmakolojik yöntemlerin kullanımı; gelişmiş ülkelerden; Amerika’da %42,1, Avustralya’da %48,2, Fransa’da %49,3, Kanada’da %70,4 iken gelişmekte olan ülkelerden Şili’de %71, Çin’de %70, Kolombiya’da %40 ve Afrika ülkelerinde %80 oranındadır. Türkiye’de tamamlayıcı terapi kullanım verileri için kesinlik bildirilmemiştir. Bunun nedeni; bu konuda yapılan çalışmaların az olması, tamamlayıcı terapilerin çoğunun ülkemizde yeterince bilinmemesi, tamamlayıcı terapilere duyulan güvenin az olması ve tamamlayıcı terapileri uygulayan profesyonel kişi sayısının oldukça az olmasıdır. Bu yazıda, palyatif bakım hastalarında sık karşılaşılan belirti ve bulgular ile dünya genelindeki nonfarmakolojik uygulamalara ve ortak yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlanmıştır. Nonfarmakolojik yöntemler, farmakolojik tedavinin yanında ek olarak ya da tek başına uygulanabilir. En sık ağrının giderilmesinde kullaınldığı bilinse de diğer semptomlar (bulantı, yorgunluk, depresyon, uykusuzluk, iştahsızlık vs.) için de kullanılabilir. Hemşireler nonfarmakolojik yöntemler konusunda bilgilerini geliştirmeli ve uygulamalıdır. Literatürde yer alan çalışmalarda semptom yönetiminde kullanılan nonfarmakolojik yöntemlerin etkinliği kanıtlanmasına rağmen iyi tasarlanmış çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çalışmalar ile terapinin güvenli olup olmadığı ve kullanıldıklarında sağlıklı ya da hasta bireylerin bakım ve tedavisini olumsuz yönde etkileyip etkilemediği araştırılmalıdır. Hemşireler bu konuda bilimsel araştırmalar yapmalı ve bu bilgileri uygulamaya aktarbilmelidir. Ayrıca bu tür yöntemlerin hastalar tarafından erişilebilir hale getirilmesi de gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Nursing, Nonpharmacological methods, Palliative care 231 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM SONU DÖNEMDE GELENEKSEL UYGULAMALAR: KANITLARIN SİSTEMATİK İNCELEMESİ Gülay AKMAN1, Ebru GÖZÜYEŞİL2 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksek Okulu, Samsun 2Çukurova Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Adana ÖZET Amaç: Bu sistematik inceleme, Türkiye’de doğum sonu dönemde anne ve bebek bakımına yönelik yapılan geleneksel uygulamaları, bu uygulamaları etkileyen faktörleri ve bu uygulamaların anne ve bebek sağlığı üzerine olumlu ya da olumsuz etkilerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma bir doküman analizidir. Literatür taraması Kasım-Aralık 2015 tarihleri arasında, Ulakbim Tıp Veri Tabanı, Türk Medline, Scholar Google, Pubmed, ProQuest, Ebscohost, CINAHL Plus veri tabanlarında “doğum sonu”, “anne”, “bebek”, “bakım”, “geleneksel uygulamalar” “postpartum”, “mother”, “baby”, “care”, “traditional practices” ve “Turkey” anahtar kelimeleri kullanılarak yapılmış, çalışmanın amacına uyan 36 araştırma değerlendirme kapsamına alınmıştır. Bulgular: İncelenen araştırmaların tamamının nicel ve tanımlayıcı tasarımda olduğu, 4 araştırmada anne, 10 araştırmada anne ve bebek, 22 araştırmada yalnızca bebek bakımına ilişkin doğum sonu geleneksel uygulamaların incelendiği ve araştırmaların 24’ünde bu uygulamaları etkileyen faktörlerin değerlendirildiği saptanmıştır. İncelenen araştırmalar arasında bulunan ortak temalar şunlardır: spirütüel uygulamalar, aktivitelerin kısıtlanması, bakım ve hijyen uygulamaları, estetik uygulamalar, beslenme ve emzirme, törensel uygulamalar. Sonuç: Türkiye’de doğum sonu bakımda geleneksel uygulamaların anne ve bebek sağlığı üzerine etkilerini kanıtlarla ortaya koyan bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle gelecekte yapılacak araştırmalarda geleneksel uygulamaların anne ve bebek sağlığına olan olumlu ya da olumsuz fiziksel ve psikolojik etkilerinin araştırılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Doğum sonu, Anne, Bebek, Bakım, Geleneksel Uygulamalar, Sistematik İnceleme 232 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE EBE/HEMŞİRELERİN PREKONSEPSİYONEL BAKIMA YÖNELİK ROLLERİ Prof.Dr.Hediye ARSLAN ÖZKAN1 , Emel TOKRAÇ2 1 Yeditepe Üniversitesi SBF Hemşirelik Bölümü 2 Yeditepe Üniversitesi SBF Yükseklisans Öğrencisi Özet Gebelik ve doğum, kadın yaşamını biyo-psiko-sosyal yönden etkileyen, ailesi içinde birçok değişimin yaşandığı özel bir süreçtir. Bu sürecin istenilen doğrultuda sürdürülebilmesinde, bakım ve izlemlerin gebelik öncesi (prekonsepsiyonel) dönemde başlatılması gerekmektedir, prekonsepsiyonel bakım ebe/hemşirelerin uygulayacağı koruyucu sağlık bakım hizmetlerinin önemli bir bölümünü oluşmaktadır. Prekonsepsiyonel dönemde yeni bir kavram olan üreme check-up nın yapılması gündeme gelmiştir. Yaş, genetik yapı, bağışıklık sisteminden kaynaklanan sorunlar, aşırı kilo, stres, yorgunluk, sigara, alkol ve genel beslenme alışkanlıkları ile mesleki ortamın özellikleri, psikolojik durumlar ve geçirilmiş ameliyatlar değerlendirilir. Daha sonra ovum rezervinin ve fertilitenin değerlendirilmesi için AMH (Anti-Müllerian Hormon) testi ile kadında yaklaşık menopoz yaşının, erkekte üreme kapasitesinin belirlenmesi için uygulamalar yapılır. Üroloji ve jinekoloji muayeneleri, hormon testleri, sperm analizi, enfeksiyon testleri sonuçlarına göre gebelik için uygun zaman belirlenir, gebelik için olumsuzluk görülüyorsa biyopsi, laparoskopi, histeroskopi, histerosalpingografi gibi daha ileri tetkikler istenebilir. Ebe/kadın sağlığı hemşirelerinin prekonsepsiyonel dönemde fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden bütüncül bir bakış açısı ile çocuk sahibi olmayı isteyen çiftlere yaklaşımları şöyle sıralanabilir, Çiftlerin ayrıntılı öyküsünün alınması ve üreme sağlığı ile ilgili ön tanılamaların yapılması, Üreme check-up süreci kapsamında ürolojik, jinekolojik gerekli ise genetik testlerle ilgilidanışmanlık ve yönlendirmesi, Prekonsepsiyonel dönemle ilgili kanıt temelli yaklaşımlar doğrultusunda, kötü alışkanlıkların bırakılması, genel sağlık önlemleri, gerekli aşıların yapılması, NTD (Nöral Tüp Defekti) lerinden koruyucu preparatların önerilmesi, Kronik ve sistemik hastalığı olan çiftlere gerekli tanılama, tedavi ve yaşam biçimlerinin düzenlenmesi için eğitim ve danışmanlık verilmesidir. Ebe ve hemşireler tarafından etkin bir şekilde uygulanan prekonsepsiyonel bakım, çiftlerin istedikleri zaman ve sayıda çocuk sahibi olmalarını, olası maternal/paternal ve fetal risklerin erken dönemde tanılanması ve kontrol altına alınmasını, bu süreçte uygulan tanı ve tedavi maliyetlerinin azaltılmasını, sağlıklı gebelik ve doğum sürecinin devam ettirilmesini, çiftlerin yaşam kalitesinin yükseltilmesini destekleyecektir. Anahtar Kelimeler: üreme check-up, prekonsepsiyonel dönem 233 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İSTENİLEN CİNSİYETTE BEBEĞE SAHİP LMA DURUMUNUN DOĞURGANLIK ÖZELLİKLERİ İLE İLİŞKİSİ Sermin TİMUR TAŞHAN1, Saadet BOYBAY KOYUNCU2 1 İnönü Üniversitesi 2 Adıyaman Üniversitesi Amaç: Araştırma istenilen cinsiyette bebeğe sahip olma durumunun doğurganlık özellikleri ile ilişkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırmaya bir hastanenin postpartum servisinde doğum yapan 612 kadın alınmıştır. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan katılımcı bilgi formu aracılığıyla toplanmıştır. İstatistiksel analizde ki-kare testi, independent sample t testi ve Backward Stepwise lojistik regresyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada kadınların %76’sı istenilen cinsiyette bebeğe sahip olduğunu belirtmiştir. Araştırmada gebeliklerinde istenilen cinsiyete bebeğe sahip olma ile daha önceki gebeliğinde cinsiyet tercihinin olması ( OR:2.13), eşinin cinsiyet tercihinin olması (OR:2.87), ailesi için planladığı çocuk sayısı (OR:1.33) ve ultrasona girme sayısındaki artışın (OR:1.09) ilişkili risk faktörleri olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Araştırmada istenilen cinsiyette bebeğe sahip olmanın doğurganlık hızını etkileyen önemli bir faktör olduğu saptanmıştır. Doğurganlığın düzenlenmesinde kadınların bebeğinin cinsiyetine ilişkin bakış açılarının ele alınması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bebeğin cinsiyeti, Cinsiyet Tercihi, Doğurganlık 234 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK 1. SINIF ÖĞRENCİLERİNİN KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Kevser SEVGİ ÜNAL1, , ULVİYE ÖZCAN1, Hilal KUŞÇU KARATEPE1, Derya ATİK1 1 Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu , Giriş: Hemşireler, toplumdaki kadınlar ve akranları için KKMM (Kendi Kendine Meme Muayenesi) ’ni öğrenmeleri ve uygula-maları açısından önemli bir role sahiptirler. Hemşirelerin eğitim verecekleri topluluğa iyi bir rol model olma adına konu ile ilgili yeterli bilgi ve beceriye de sahip olmaları gerekir. Amaç: Bu çalışma hemşirelik 1.sınıf öğrencilerinin KKMM bilgi düzeylerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2016-2017 akademik yılında yapılan tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmaya öğrencilerden anket formunu doldurmayı kabul eden 40 kişi dahil edildi. Araştırmanın yürütülmesi için kurumdan ve öğrencilerden onam alınmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden öğrencilere araştırmacılar tarafından hazırlanan KKMM bilgi düzeylerini ölçebilecek bir anket formu uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, ortalama, t-testi, kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması %28’i 18 , %41’i 19 , %23.1’ 20 diğerleri ise 21 yaşındadırlar. Öğrencilerin sadece %17’si sağlık meslek lisesi mezunudur. KKMM nedir biliyor musunuz sorusuna “% 59’u evet” biliyoruz, “%41’ise hayır “ifadesini kullanmışlardır. KKMM uygulamasını biliyor musunuz sorusuna %46.2’si “evet”, % 51.3’ü “hayır” ifadesini kullanmışlardır. KKMM uygulamasını bilenlerin % 53.8’i yaşlarının küçük olduğunu düşündükleri için uygulamayı yapmadıklarını belirtmişlerdir. KKMM uygulamasını bilmeyenlerin %74.4’ü “eğer uygulamayı biliyor olsaydık her ay düzenli yapacaklarını” ifade etmişlerdir. Öğrencilerin % 51.3’ü KKMM eğitimini “lisans düzeyi hemşirelik okulunda”, %28.2’si ise bu eğitimi “hastanelerde”, % 15.4’ü “aile hekimliği”nden almak istediklerini belirtmişlerdir. KKMM yapmayanların % 53.8’i bilgi eksikliğinden dolayı yapamadıklarını ifade etmişlerdir. “KKMM uygulaması esnasında nelere dikkat edersiniz” sorusuna %35.9’u ayna karşısında memeyi gözlemleme, inceleme ve meme dokusundaki değişiklikleri gözlemlediklerini, %43.6’si ise meme başını sıkma ve koltuk altını incelediklerini ifade etmişlerdir. Sonuç: Hemşirelik 1.sınıf öğrencilerinin KKMM bilgi düzeylerinin oldukça düşük olduğu ve KKMM uygulamasını bilmedikleri saptanmıştır. Öğrencilerin KKMM eğitimini almak istediklerini ve bu eğitimi hemşirelik lisans proğramlarıyla birlikte almak istedikleri ortaya çıkmıştır. Hemşirelik öğrencilerinin her dönemde rol model olması amacıyla KKMM uygulamasının 1. sınıf ders müfredatına eklenmesi ya da müfredat dışı eğitimle öğrencilere aktarılması sağlanabilir. Anahtar kelimeler: Hemşirelik, KKMM, 235 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN SUDA DOĞUM HAKKINDAKİ BİLGİ VE DÜŞÜNCELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Zeynep Dilşah KARAÇAM, Nur Elçin BOYACIOĞLU, Hüsniye DİNÇ, Sevil GÜNAYDIN, Neslihan KESER ÖZCAN İstanbul Üniversitesi Amaç: Bu araştırma, ebelik öğrencilerinin suda doğum hakkındaki bilgi ve düşüncelerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı- kesitsel nitelikteki araştırmaya, İstanbul Üniversitesi’nin ebelik bölümü üçüncü ve dördüncü sınıfında okuyan ve normal vajinal doğum eylemini görmüş 120 üniversite öğrencisi dahil edilmiştir. Veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda oluşturulan suda doğum hakkındaki bilgi ve düşünceleri değerlendirmeye yarayan sorular aracılığı ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik dağılımlar, ortalamalar kullanıldı. Bulgular: Öğrencilerin büyük çoğunluğu suda doğumun gebeyi rahatlattığını; bu sayede daha az indüksiyon, analjezi, epizyotomi uygulaması ve perineal hasar riskine maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte öğrenciler suda doğumun, riskli gebeler için uygun olup- olmadığı ve bebeğin zeka düzeyine etkisi olup- olmadığı hakkında bilgileri olmadığını bildirmişlerdir. Öğrencilerin çoğunluğu suda doğum yaptırmak istediklerini; kendi doğumlarını da bu yolla yapabileceklerini ve konu hakkında kurs almak istediklerini ifade etmişlerdir. Sonuç: Bu çalışma, ebelik öğrencilerinin suda doğum hakkında eğitim alarak bu alanda daha aktif olmak istediklerini göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Doğum, ebelik, suda doğum, suya batırma. 236 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey MEDYANIN KADIN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİSİ Hacer ÜNVER1, Esra GÜNEY2, Zeliha ÖZŞAHİN2 1 Öğretim Görevlisi, İnönü Üniversitesi 2 Araştırma görevlisi, Inönü Universitesi Ülkemizde kadınların çalışma yaşamına katılımları oldukça düşük olup, işgücüne katılımı oranı %33, istihdam oranı %28.9 düzeyindedir (TÜİK;2016).Bu durum kadınları evde ev işleri dışında vakit geçirebilecekleri arayışlara yöneltmektedir. Kadınların bu arayışını da daha çok görsel medya ve sosyal medya oluşturmaktadır. Görsel medyanın temelini ise televizyon oluşturmaktadır. RTÜK tarafından yapılan ‘’Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması- 2’’ sonucunda Kadınların %50.19’unın günde 2-5 saat televizyon izlediği, evli kadınların bekarlardan, ilkokul mezunu kadınların yüksek eğitimlilerden, işsiz kadınların çalışanlardan, metropolde yaşayan kadınların taşrada yaşayanlardan, emeklilerin ve ev hanımlarının çalışan kadınlardan daha çok televizyon izlediği de tespit edilmiştir. Televizyon yayınlarında özellikle gündüz kuşağı programları genellikle kadınlara yöneliktir ve sağlık alanı dahil olmak üzere kadınların ilgi alanına giren çeşitli konuları işlemektedir. İzlenen bu programların saati çoğunlukla 09-11 saatleri arasında gündüz kuşağı olarak nitelendirilen programlar yayımlanmaktadır. Bu programlarda işlenen ana tema; zayıflama yöntemleri, kilo almamanın yolları ve çeşitli diyet önerileridir. Kadının benlik algısını oluşturmasında günümüzde büyük etkiye sahip olan medya, yaydığı birçok imajla, kadının ideal beden ve güzellik algısını şekillendirir, belli normlar ve standartlar oluşturarak kadının referans alacağı rol-modeller sunar. Medya sunulan kadın figürü mükemmel bedenlere ve güzelliğe sahip ikonlar, kusursuz, farklılığa yer vermeyen, standartlaştırılmış özellikleriyle kadınlara, bedenleriyle ilgili estetik normlar dayatmaktadır. Dayatılan bu estetik normlar; toplumdaki gerçek kadın figürü ile örtüşmediği için kadınlarda benden imajı ile ilgili kaygılara neden olmaktadır. Kadınlar hiçbir zaman reklamlarda gösterilen güzellikte bedenlere sahip olamayacaklarını bilirler fakat eğer tanıtımı yapılan ürünü kullanmazlarsa bedenlerine daha iyi bakmadıkları için sosyal anlamda bir baskı hissedeceklerini ve diğer kadınlardan geride kalacaklarını düşünürler. Bu durum kadınların gerçek olmayan bir idealin peşinde koşarken depresyona sürüklenmelerine ve bulimia nervosa, anoreksiya nervosa gibi hastalıklara yakalanmalarına neden olmaktadır. Zayıf beden imajı günümüzde özellikle genç kızların üzerinde daha çok etkili olmakta, sağlığını büyük ölçüde tehdit etmektedir. Medyada bu konuda her ne kadar ilgili görünüp, bazı kadın programlarında bununla ilgili bilinçlendirme yapılmaya çalışılsa da, diğer taraftan zayıflama haplarının reklamı ve pazarlaması yine bu programlarda yapılmaktadır. Devasa büyüklükte bir endüstrisinin pazarlamasını yapan bu programların bu anlamda inandırıcılığı tartışılmaktadır. Medyada estetik konusunun çok yer alması kadını yaşamının her sürecinde (gebelik, doğum, lohusalık vb) olumsuz etkilemektedir. Bazı gebe kadınlar, ideal kilo aralığında bile olsalar; beden imgesinin bozulacağı, eşi tarafından beğenilmeyeceği kaygısıyla gebelikte yeterli ve dengeli beslenmemekte, kendi ve bebeğinin sağlığını riske atmaktadır. Kadının beden imajının bozulması sonucunda; oluşturulan sosyal baskı sonucunda sağlık hizmetlerine erişimi geciktirme ya da erteleme, kabul görememe kaygısı ile sosyal izolasyon, benlik saygısında azalma, 237 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey beden imajını düzeltebilme düşüncesi ile karşısına çıkan her türlü maddeyi kullanma, farklı farklı diyetler yaparak beslenme bozukluğu gibi durumlara neden olmaktadır. Sağlık çalışanları kadınların medyadan olumsuz etkilenmelerini önlemek için gerekli eğitim ve danışmanlık hizmetlerini sağlamaları gerekmektedir. Kadınlara öncelikle sağlık kavramının önemini anlatmak gerekmektedir. Önceliğin sağlık olduğunu vurgulamak gerekir. Yaşamlarında kusursuz olmanın imkansız fakat sağlıklı olmanın mümkün olabileceğini vurgulamak gerekir. Bunun için sağlıklı yaşamın ve sağlıklı bedenin tanımı yapılmalıdır. Sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılmasını sağlamak için gerekli bilgilendirme yapılmalıdır. Kadın hayatının gelişimsel süreçlerden oluştuğunu ve bu süreçlerin ancak sağlıklı geçirilmesi şartıyla kadının sağlıklı olabileceğini vurgulamak gerekir. Sağlıklı nesiller için sağlıklı gebelik sürecinin önemi anlatılmalıdır. Topluma sağlıklı bir nesil kazandırmak ancak bilinçli anneler sayesinde gerçekleşecektir. Anahtar Kelimeler: Kadın, kadınlarda beden imajı, medya, sağlık çalışanı, medya ve kadın sağlığı. 238 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey HEMŞİRELİK 1.SINIF ÖĞRENCİLERİNİN EL HİJYENİ İNANÇ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Kevser Sevgi ÜNAL1,Derya ATİK1, Ulviye ÖZCAN1, Hilal KUŞÇU KARATEPE1 1 Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu GİRİŞ: Hijyen, bir sağlık bilimi olup, temel ilgi alanı sağlığın korunması ve sürdürülmesidir . Hastadan hastaya enfeksiyon geçmesinin en önemli nedeni sağlık profesyonellerinin el temasıdır. El hijyenin sağlanması, hastane enfeksiyonlarının önlenmesinde etkin, ucuz ve uygulaması kolay bir yöntemdir. Hemşirelik yüksekokulunda öğrenim gören öğrencilerin bireysel hijyen ile ilgili aldığı eğitim öncelikle öğrencinin kendi davranışlarında istendik değişiklikler oluşturmalıdır. Daha sonra öğrenci bu bilgi ve becerileri bakım verdiği birey/aile/toplumun davranışlarını değiştirmek ve klinikde enfeksiyon gelişimini önlemek için kullanabilmelidir. AMAÇ: Bu çalışma Hemşirelik 1.sınıf öğrencilerinin el yıkama inanç düzeylerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma bir devlet üniversitesinde bulunan Sağlık Yüksekokulu’nun hemşirelik bölümünde yürütülmüştür. Hemşirelik bölümünde öğrenim gören 1. sınıf öğrencilerinden çalışmaya katılmaya gönüllü olan 64 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. El Hijyeni İnanç formu bölümün uygun gördüğü bir ders saatinde öğrencilere araştırma ile ilgili açıklama yapıldıktan ve sözel olarak onamları alındıktan sonra dağıtılmış ve bireysel olarak doldurmaları sağlanmıştır. Veriler bilgisayarda SPSS programında analiz edilmiştir. BULGULAR : Öğrencilerin %60.9’u (n=39) kız, % 39.1’i (n=25) erkek öğrencidir. Öğrencilerin % 18’i sağlık meslek lisesi, % 45.3’ü yabancı dil ağırlıklı lise,% 25’ise düz lise mezunudur. Ölçekte yer alan “El hijyeni eğitimi müfredatın önemli bir parçası olarak düşünülür” ifadesine öğrencilerin %45.3’ü “katılıyorum”, % 37.5’i “kesinlikle katılıyorum”, %12.5’i ise “emin değilim” cevabını vermişlerdir. “Diğer sağlık çalışanlarına rol modeli olma görevim var” ifadesine % 37.5’i “kesinlikle katılıyorum”, % 31.3’ü “katılıyorum”, % 23.4’ü “emin değilim” yanıtını vermişlerdir. “Tuvaletten sonra elleri temizlemek enfeksiyon hastalığı bulaşma riskini azaltır” ifadesine %57.8’i “kesinlikle katılıyorum”, %23.4’ü “katılıyorum” cevabını vermişlerdir. “El hijyeni sağlamak hastalıklara karşı bağışıklık kazanmayı yavaşlatır” ifadesine %32.8’i “kesinlikle katılıyorum”, % 15.6’sı katılıyorum ifadesini kullanmışlardır. Öğrenciler “el hijyeni konusundaki bilgimi klinik çalışmalarımda etkili bir şekilde uygulayabileceğim konusunda kendime güveniyorum” ifadesine %59.4’ü (n=38) kesinlikle katılıyorum,%31.3’ü (n=20) katılıyorum, %7.8’i (n=5)emin değilim ifadesini kullanmışlardır.El hijyenine inanç cinsiyetler arasında anlamlılık göstermemiştir (p>0.05). SONUÇ : Çalışmanın sonucunda, hemşirelik 1.sınıf öğrencilerinin el hijyenin önemini ve anlamlılığını kavradıklarını, hemşirelik müfredatında mutlaka olması gerektiğini belirterek el hijyenine oldukça önem verdikleri saptanmıştır. El hijyeninin enfeksiyonu önlemede ve bağışıklık sistemine yardımcı olmada büyük etkisinin olduğu, klinik ortamda ise, el hijyeni konusunda diğer sağlık çalışanlarına rol model olabilecekleri konusunda kendilerine oldukça güven duydukları belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler : Hemşirelik Eğitimi, El Hijyen İnancı 239 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUMDA AĞRI YÖNETİMİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR Kıymet YEŞİLÇİÇEK ÇALIK1 1Assit. Prof. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Trabzon, Türkiye Amaç: Non-farmakolojik ağrı giderme yöntemlerinin çoğu non-invazivdir ve anne ve bebek için güvenlidir. Ancak sınırlı yüksek kaliteli kanıtlara bağlı olarak etkinlikleri belirsizdir. Bu derlemenin amacı, doğumda ağrı yönetiminde yapılan uygulamaları kanıta dayalı yaklaşım doğrultusunda incelemek ve randomize kontrollü çalışmaların meta-analiz ve sistematik derleme sonuçlarını sunmaktır. Yöntem: Bu amaçla, Jones ve ark. (2012) tarafından yapılan Cochrane sistematik incelemesinde, 1966-2011 yılları arasındaki MEDLİNE, 1974-2011 yılları arasındaki EMBASE veri tabanları ve daha önce yapılmış COCHRANE sistematik incelemeleri tekrar gözden geçirilmiştir. Ağrı yönetimindeki 255 çalışmayı içeren 15 Cochrane sistematik derlemesi ve 55 çalışmayı içeren 3 Medline, Embase sistematik derlemesinin sonuçları değerlendirilmiştir. Bulgular: Sistematik incelemeler sonucunda doğumda ağrı yönetimi için veriler İŞE YARAR, İŞE YARAYABİLİR, YETERSİZ VERİ olarak üç kategoride sınıflandırılmıştır. 1-“İŞE YARAR” OLARAK; Epidural anestezi, kombine spinal-epidural anestezi ve inhalasyon anestezinin doğumda ağrı yönetiminde yararlı olduğu bildirilmiştir. Ancak yan etkilerinin de olabileceği bildirilmiştir. 2- “İŞE YARAYABİLİR” UYGULAMALAR OLARAK; Akupunktur, akupresür, relaksasyon, masaj, suda doğum, lokal anestezikler ve non-opioid ilaçlar sinir blokajı ele alınmıştır. Bu metotların yararlı olabileceğine dair bazı kanıtların mevcut olduğu ancak kanıtların sınırlı olduğundan bahsedilmiştir. Bununla birlikte bu metotların yan etkilerinin çok az olduğu standart bakım ya da plasebo ile karşılaştırıldığında ağrıyı azalttığı ve kadınların doğum eyleminden daha fazla memnun kaldıkları bildirilmiştir. 3-“YETERSİZ VERİ” OLARAK; Hipnoz, biofeedback, steril su enjeksiyonu, aromaterapi, TENS (Transkütan sinir stimülasyonu)veya parenteral opiodiler (dolantin vb) yöntemlerine ilişkin kanıtlar ise yetersizdir. Diğer opiodler ile karşılaştırıldığında pethidine’nin (dolantin) kullananlarda bulantı ve uyku halinin daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. Sonuç: Farmakolojik yöntemlerin etkinliğini destekleyecek çok fazla kanıt olmasına rağmen bu yöntemlerin yan etkileri oldukça fazladır. Dolayısıyla yan etkisi olmayan, bebeğin durumu ve doğumun gidişatı ile ilgili her kadının isteklerini, ihtiyaçlarını karşılayacak non-farmakolojik yöntemlerin önemi artarak devam etmektedir. Bu nedenle farmakolojik olmayan yöntemler üzerinde daha fazla bilimsel kanıt temelli çalışmalar yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Doğum eylemi, doğumda ağrı yönetimi, kanıta dayalı uygulamalar 240 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PREEKLAMPSİ ÖNGÖRÜSÜNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Burcu YILMAZ*, Döndü SEBÜKTEKİN**, Nebahat ÖZERDOĞAN*** *Eskişehir Osmangazi Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, Arş. Gör. **Eskişehir Osmangazi Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, Lisans Öğrencisi, *** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, Doç. Dr. Preeklampsi (PE), gebeliğe özgü multisistemik ve hipertansif bir hastalıktır. Tüm gebeliklerde ~ %6-8 oranında görülür. Maternal ve neonatal mortalite ve morbidite yüksektir ve gelişmiş ülkelerde maternal mortalitenin %15-20’sinden sorumludur. PE, patogenezi farklı olarak erken(<34 gh) ve geç PE (>34 gh) olarak da sınıflandırılabilir. Erken PE, plasentasyon bozukluğu sonucu oluşur. Geç PE’de ise plasentasyon normaldir, annenin gebeliğe verdiği normalden farkı reaksiyon sonucu oluşur. Günümüzde PE’nin engellenmesi, proflaksi ve kesin tedavisi mümkün olmasa da; risk saptanan hastaların yakından izlemi ve erken müdahale edilmesi ile komplikasyonlar engellenebilir veya azaltılabilir. Çeşitli çalışmalarda hipertansif komplikasyonlar ile maternal vücut kitle indeksi (BMI) , yaş, erken gebelikteki kan basıncı, tıbbi özgeçmişi ve gebelik ilişkili protein A (PAPP-A) , plasental büyüme faktörü ve uterin arter Doppler’i gibi biyofizik belirteçlerle ilişki bulunmuştur. PE için etkin ilk trimester taraması, Doppler ultrasonografi ile uterin arter pulsatilite indeksi (Ut-PI) ölçümü, PAPP-A, gebenin özellikleri, BMI, etnik özellikleri birlikte değerlendirilerek yapılabilir. Anormal uterin arter doppler bulguları, plasenta yatağının spiral arterlerinde fizyolojik değişikliklerin hiç olmaması ya da yetersiz oluşu ile ilişkilidir ve gebeliğin ilerleyen dönemindeki PE’yi öngörmede iyi bir belirteç olabileceği bildirilmiştir. Kromozomal olarak normal olan gebeliklerde düşük anne serum PAPP-A değerlerinin, ilerleyen dönemlerde PE gelişme riski ile ilişkili olduğuna dair kanıtlar da bulunmaktadır. Olgaç ve arkadaşlarının (2012) 502 kadını kapsayan çalışmalarında 11.14. gebelik haftasında PAPP-A düzeylerinin azalması ile PE gelişimi arasında uyumlu bulgular elde edilmiştir. Ayrıca geç PE grubuna göre erken PE gelişen grupta PAPP-A değerleri daha düşük bulunmuştur. Benzer çalışma sonuçları da mevcut olmakla birlikte diğer çalışmalarda PAPP-A ile Ut-PI arasında da anlamlı ilişki saptanmıştır ve bu iki parametrenin birlikte kullanımının daha verimli olacağı belirtilmiştir. Tüm çalışma sonuçlarına rağmen erken dönede biyofiziksel taramaya dayalı yüksek riskli kadınlarda koruyucu tedaviye yönelik randomize kontrollü çalışma yoktur. Bu yüzden Amerikan Obstetri ve Jinekologlar Cemiyeti (ACOG) tarafından en iyi ve tek tavsiye edilen yöntem, ayrıntılı bir tıbbi öykü alınmasıdır. Kombine yöntemler maternal risk faktörlerini de dâhil ettiğinden, düşük risk grubundaki hastaların taranmasında da kullanılabilir gibi gözükmektedir; bu konuda yeni çalışmalara gerek vardır. PE’nin erken tanı ve önlenmesi için düzenli antenatal takip esastır. Bu yüzden gebenin, birinci basamak sağlık kuruluşuna olan ilk başvurusundan doğumuna kadar olan süreçte detaylı öyküsünün sorgulanmasında ve PE riskinin belirlenmesinde ebelere anahtar rol düşmektedir. Anahtar kelimeler: preeklampsi, öngörülme, tarama testleri 241 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey E- POSTERLER 242 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNE VE BEBEK SAĞLIĞI AÇISINDAN:SUDA DOĞUM Zeliha SUNAY1, Gül KAYA2 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Giriş : Doğumda ağrıyı ve korkuyu azaltmak, anne adayının kendini rahat hissetmesini sağlamak, doğal doğumu özendirerek sezeryan oranlarını düşürmek ve maaliyeti düşürerek ülke ekonomisine katkı sağlamak için alternatif yöntemler aranmaya başlanmıştır. Suda doğum da bu alternatif yöntemlerin başında gelmektedir. Hem anne hem de bebeğin sağlığı açısından faydaları kanıtlanmış olan suda doğum, ülkemizde de imkanların sağlanmış olduğu bazı devlet ve özel hastahanelerde uygulanmaktadır. Anne sağlığı açısından faydalarına batığımızda suda doğum; Salgılanan endorfin nedeni ile ağrının ve korkunun algılanmasında azalma, normal ve epidural ile vajinal doğum yapanlar ile kıyaslandığında; doğumun 1. Ve 2. evresinin süresinde kısalma, uterin perfüzyonda artış, servikal dilatasyon hızında artış, doğum agumentasyonu ve epizyotomi gibi müdahalelerde azalma, epidural analjezi ve ağrı kesici ihtiyacında azalma, majör perineal travma ve postpartum hemoraji riskinde azalma, normal doğum ile kıyaslandığında sezeryan oranlarında azalma gibi olumlu etkileri vardır. Bebeğin sağlığı açısından faydalarına baktığımızda ise; fetüsün flexion pozisyonuna kolay adaptasyonunda artma, postpartum emzirme sorunlarında azalma, yenidoğanın yeni bir dünyaya daha yumuşak ve kolay bir şekilde geçişinin sağlanması, doğum sonu ten-tene temasın sağlanmasının daha efektif olması gibi pozitif etkileri vardır. Suda doğumun olumlu sonuçlarının yanında, anne ve bebek sağlığını riske sokabilecek bazı olumsuz etkileri de mevcuttur. Anne sağlığı açısından baktığımızda suda doğumun; feçes ve kana bağlı enfeksiyon, plasenta yoluyla su embolisi, suyun sıcaklığına bağlı annede ani hipotansiyon ve kan kaybı tahmininde zorlanma sonucu hemorajik şok geçirme gibi riskleri mevcuttur. Bebek sağlığı açısından baktığımızda ise; yenidoğanın su aspirasyonu ve buna bağlı boğulma, neonatal hiponatremi, neonatal, enfeksiyon, neonatal hemoraji ve neonatal ölüm gibi riskleri mevcuttur. Sonuç: Suda doğum anne ve bebek açısından olumlu ve olumsuz sonuçları olan alternatif bir doğum şeklidir. Fakat seçim kriterlerini karşılayan her kadın için suda doğumun, uygun bir seçenek olduğu ve daha az tıbbi girişimle sonuçlandığı vurgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: suda doğum,anne sağlığı,bebek sağlığı 243 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM SONRASI DEPRESYON Eda KALKAN, Aysel ÖZDEMİR İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Doğum sonrası dönem kadının psikiyatrik hastalıklara en yatkın oldukları dönemlerden biridir. Gebelik ve doğum sonrası dönemde annede gelişen psikiyatrik hastalık hem çocuğun gelişimini olumsuz etkilemekte hem de annede belirgin hastalıklara yol açmaktadır. Bu derlemenin amacı; doğum sonu dönemde oluşan duygu durum değişiklikleri arasından depresyon rahatsızlığının ayrımına varılabilmesi ve önemine dikkat çekilmesidir. Doğum sonrasındaki ilk günlerde %50-70 sıklıkla görülen annelik hüznünden ayırt edilmesi güç olabilir. Bununla birlikte doğum sonrası depresyonda aileye karşı ilgisizlik,sevgisizlik ve bebeğe karşı ilgisizlik,tahammülsüzlükle beraber iştah azalması, yorgunluk, uyku bozuklukları,çocuğun bakım ve beslenmesinde güçlükler, suçluluk hissi,ağlama nöbetleri, konsantrasyon güçlüğü,ve ajitasyon.durumları eşlik etmektedir. Doğum olayının en sık komplikasyonu olan postpartum depresyon, yeni doğum yapan kadınların yaklaşık %10-15’inde görülmektedir. Postpartum dönemin ilk dört haftası bu açıdan en riskli dönemdir ve bu süre altıncı aya kadar uzayabildiği araştırılmış olup bu riskli dönemin 6 ay, bir-iki yıl sürebildiği bildirilmektedir. Bu dönemde Kadın ve eşinin yeni rol ve sorumluluklarla birlikte fiziksel ve psikolojik değişikliklerle karşı karşıya kalması ve bu değişikliklerin duygusal, davranışsal ve bilişsel alanlarda stres oluşturabildiği gözlenmiştir. Sonuç olarak;doğum sonu depresyon oluşumuna etki eden birçok etken vardır.önemli olan erken teşhis ve tanı oluşturulabilmesi ve toplumda farkındalık yaratılmasına öncülük etmektir. Doğumdan sonraki ilk günde ebeveynlerin ,postpartum döneme uyum oluşmasında ailenin yanı sıra, sağlık çalışanlarından, özellikle hemşireler tarafından ihtiyaç doğrultusunda belirlenmiş bakım,iletişim,müdahale,olası durumlar ve çözümler gibi başlıklar halinde eğitime tabi tutulması önerilmektedir. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde ebeveynlerle karşılaşan sağlık personelinin iyi bir eğitimden geçirilip,risk durumlarını tanıması,destek ve yönlendirmelerde bulunması;psikiyatrik bozuklukların esas sebeplerini doğru tespit edilip belirtilerin gözden kaçırılmadan aile gerekli tarama ve eğitimden geçirilip düzenli aralıklarla ev ziyaretlerinde bulunup, takip e Anahtar Kelime: Doğum Sonu Depresyon 244 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ANNE SÜTÜ İLE BESLEME SÜRECİNDE DESTEK: BABA Sümeyye KANDEMİR¹ Aysel ÖZDEMİR² 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Anabilim Dalı, 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Anne sütü ile beslenme bebek sağlığı açısından oldukça önemlidir. Anne sütü ile beslenmeyi etkileyen birçok faktör vardır ve en önemli faktör, anneye destek bir kişinin varlığıdır. Annelerin emzirme süreci boyunca desteklenmesinde ve emzirmenin başarılmasında babaların rolü önemlidir. Bu derlemenin amacı anne sütü ile beslenmede babanın rolünü açıklamaktır. Bebeklerin sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmeleri için ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenmesi, altıncı aydan itibaren uygun ek gıdalara geçilerek iki yaşına kadar emzirilmeye devam edilmesi gerekmektedir. Anne sütü ile beslenme ya da emzirme sadece anne ve bebeği ilgilendiren bir süreç değildir. Anne sütü ile beslenmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesi aile, toplum ve sağlık ekibinin görevidir. Destek faktörünün sağlığı yükseltme, sağlık problemlerini önleme, stresin etkilerine karşı korunma ve baş etme çabalarının güçlendirilmesinde önemli rol oynadığı kabul edilmektedir. Bir destek faktörü olan eş, kadının emzirme deneyiminde pozitif bir etkiye sahiptir. Öyle ki eş desteğinin emzirme oranlarını ve başarısını arttırdığı, anne bebek ilişkisine olumlu etkisi olduğu gösterilmiştir. abalar annelerin emzirme kararını olumlu yönde etkileyebilir, emzirmenin devamı konusunda motivasyonlarını artırabilir, emzirme sorunları karşısında çözümler geliştirebilir, böylece sadece anne sütü ile beslenme oranlarının artmasını sağlayabilirler. Aynı zamanda babaların emzirmeye olumlu bakması ve desteklemesi annelerin emzirmeye başlama ve sürdürmede daha kararlı, sık karşılaşılan emzirme sorunlarını önleme ve çözme konusuna daha etkili olmalarını sağlayabilir. Annelerin emzirme sürecini başarabilmesi ve sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için duygusal açıdan rahat olmaları çok önemlidir. Anneler için rahat ve huzurlu ortamın sağlanmasında babalar anahtar role sahiptir. Emzirme sürecinde eşi tarafından bilinçli bir şekilde desteklenen annelerin emzirme sorunlarını daha az yaşadığı ve bu sorunlarla daha iyi baş ettiği belirtilmektedir. Tüm bu açılardan bakıldığında, babalar emzirme sürecini eşi ile birlikte yaşamaya cesaretlendirilmeli, eğitim ve danışmanlık programlarına dahil edilmeli ve eşlerin birbirlerini desteklemeleri sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler :Anne, anne sütü, baba, destek, emzirme 245 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EMZİRME ÜZERİNDE OLUMSUZ BİR ETKEN: POSTPARTUM DEPRESYON Sümeyye KANDEMİR¹ Aysel ÖZDEMİR² 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Anabilim Dalı, 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Doğumla birlikte kadınlarda fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişimler ortaya çıkmaktadır. Kadınların birçoğu bu değişimlere kolaylıkla uyum sağlarken, diğerlerinde kalıcı ruhsal değişiklikler ortaya çıkabilmektedir. Bir bebeğin dünyaya gelmesi olumlu bir olay olsa da, annelerin bir kısmı için bazı duygusal sorunlar ortaya çıkmakta ve bu sorunlar emzirmeyi olumsuz etkilemektedir. Bu derlemenin amacı, postpartum depresyonun emzirmeye olan etkisi hakkında bilgi vermektir. Anne sütü ile beslenmenin, bebeklerin sağlıklı büyümeleri ve annenin doğum sonrası sürece uyumu üzerine pek çok biyolojik ve psikolojik olumlu etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle yaşamın ilk altı ayında sadece anne sütü olmakla birlikte ilk iki yılında emzirmenin sürdürülmesi önemlidir. Annenin bebeğine sağlıklı bir şekilde bakabilmesi ve uzun dönem emzirebilmesi için öncelikle kendi beden ve ruh sağlığının yerinde olması gerekir. Postpartum depresyon ile birlikte yaşanılan yoğun stres annede; anne sütünün besleyiciliği ve yeterliliğine ilişkin olumsuz düşünceler gelişmesine neden olmakta ve emzirme süresini olumsuz etkilemektedir. Yapılan birçok çalışma, postpartum depresyon yaşayan annelerin emzirme konusunda başarısızlık yaşadığını ve emzirme sürelerinin daha kısa olduğunu ortaya koymuştur. Yine bir çalışmada, pek çok kadının doğum öncesi dönemde emzirmek istemesine karşın doğum sonrası dönemde depresyon nedeniyle bebeklerini istendik düzeyde emziremedikleri belirlenmiştir. Postpartum depresyonun annelerin emzirme süresi, niyeti ve beklentisi üzerine olumsuz etkilerinin olduğu ve emzirmeyi bırakma nedenleri arasında yer aldığı belirtilmektedir. Depresif annelerin emzirme sürecini yönetmede daha başarısız olmaları nedeniyle postpartum depresyon, bebeğin anne sütünden yoksun olarak büyümesine, dolayısıyla normal büyüme gelişme sürecinde sağlıktan sapmalara yol açmaktadır. Anne ve bebek sağlığını etkileyen postpartum depresyonun tanılanması ve etkilenen anne-bebeklerin izlenmesi sağlıklı nesillerin yetişebilmesi için önemlidir. Çocuk sağlığının yükseltilmesi ve geliştirilmesi adına primer bakım verici olan annenin doğum sonrası dönemde psikososyal değişimler açısından desteklenmesi ve özellikle postpartum depresyon riskinin yüksek olduğu ilk bir yılda periyodik aralıklarla risk taramalarının yapılması gerekmektedir. Bu anneler daha yakından izlenerek emzirmenin desteklenmesi ve bebek büyümesinin takip edilmesi önem arz etmektedir. Anahtar Kelimeler :Anne, anne sütü, bebek, emzirme, postpartum depresyon 246 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİK VE GESTASYONEL DİYABET Gül DURAL 1, Zeliha SUNAY 2 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Gestasyonel diyabet (GDM), gebelik döneminde en sık görülen tıbbi komplikasyondur. Gebe kadınların %5-8’inde GDM görülmektedir. Hem anne hem de bebek üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Örneğin GDMli kadınlarda preeklemsi, sezeryan doğumlar ve doğum travması oranları yüksektir. Yeni doğanlar da erken doğumlara bağlı risk altında olup, bu bebeklerde yeni doğan solunum sıkıntısı sendromu ve konjenital malformasyonlar daha fazla görülmektedir. Gebeliklerinde GDM tanısı alan kadınların sonraki hayatlarında da Tip 2 DM tanısı alma riskleri yedi kat daha fazladır. Bu kadınların yaklaşık yarısında ilk 5-10 yıl içinde DM görülmektedir. Anne kadar bebeklerde ileriki hayatlarında obezite, tip 2 DM ve metabolik sendrom açısından risk altındadır. Gestasyonel diyabet tedavisinin odak noktası komplikasyonların önlenmesidir. Anne adaylarına verilecek olan diyet danışmanlığı ve eğitim programı faydalı olacaktır. Günümüzde bu konuda ebe ve hemşirelere önemli görevler düşmektedir. Özellikle aile sağlık merkezlerinde çalışan ebeler tarafından yapılacak olan izlemler, riskli durumları kontrol altında tutmayı sağlayacaktır. Ebeler GDM’nin antepartum yönetiminde; düzenli olarak gebelerin takiplerini yaptırmalarını, evde diyetini, insülin dozunu ve uygulama saatlerini kaydetmelerini sağlamalıdır. Komplikasyonları önlemek için hiperglisemi, ketoasidoz, enfeksiyon, NST bulgularını takip etmeli, diyet, egzersiz ve tedaviye uyumu konusunda eğitici ve danışmanlık rollerini kullanarak gebeleri desteklemelidir. İntrapartum dönemde ise yaşam bulgularını, fetal kalp atımlarını kontrol etmeli, sıvı-elektrolit dengesini sürdürmeli, aldığı çıkardığı, vajinal akıntı, kanama, enfeksiyon ve mekonyum takibi yapmalıdır. Postpartum dönemde ise kan glukoz seviyesi kontrol altında tutulmalı, anne-bebek ilişkisini sağlamalı, emzirmeyi en kısa sürede başlatmalı, günlük bakım, cinsel yaşam ve aile planlaması yöntemleri hakkında bilgilendirme yapmalıdır. Gestasyonel diyabetin yönetiminde; bebeğin tıbbi durumu, ailenin sosyokültürel ve ekonomik özellikleri değerlendirilerek bütüncül bir ebe veya hemşirelik bakımı verilmelidir. Sonuç: Gebeliğinde gestasyonel diyabet geçiren ya da risk altında olan gebelere ebe veya hemşire tarafından verilen bütüncül bakımın anne ve bebek sağlığını koruyacağı düşünülmektedir. Bakımın kalitesi arttıkça anne ve bebeğin de prognozu iyi olacak yaşam kaliteleri artmış olacaktır. Ebe ve hemşirelerin bu konuda üstlerine düşeni yapmaları ve kurumlarında bu konuda personellerinin eğitim almalarını sağlamaları önerilebilir. Anahtar kelimeler: ebe, gebelik, gestasyonel diyabet, hemşire 247 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERDE DOĞUM ÖNCESİ ve DOĞUM SONRASI DÖNEMLERDE KAYGI Eda KALKAN, Abdurrezzak GÜLTEKİN, Funda BUDAK, Aysel ÖZDEMİR İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Gebelik ve doğum eylemi anne ve bebeğin yaşamını tehdit edebilecek patolojik olayların yaşanmasına ve anne adaylarının psikolojik sorunlar yaşamasına neden olabilen bir dönemdir. Gebeliğe özgü fizyolojik ve hormonal değişiklikler psikolojik değişikliklerin kaynağını oluşturmaktadır.Bu derlemenin amacı gebelikte doğum öncesi ve sonrası oluşan kaygı hakkında bilgi vermektir. Anne karnında gelişen bebeğin varlığı, gebeliğe özgü fizyolojik ve hormonal değişiklikler psikolojik değişikliklerin kaynağını oluşturmaktadır. Bu dönemde gelişen psikolojik değişikliklere kolaylıkla uyum sağlanırken, bazı kadınlarda hafif, orta ve şiddetli düzeyde ruhsal sorunlar görülebilmektedir. Bu ruhsal sorunlar gebeliğin farklı dönemlerinde kaygı,korku gibi psikolojik değişikliklerle ortaya çıkmaktadır.Bu durum belirli bir seviyeye kadar olumlu bir değişim olarak görülürken,belirli seviyeden sonra doğum öncesi ve sonrası kadınları birçok yönden olumsuz etkilemektedir. Gebelik sırasında ve doğum sonrasında kadının anneliğe uyum sağlamaya çalışması, stresin asıl kaynağı olmakla birlikte çevrenin kadından iyi bir anne olmasını beklemesi de kaygı sebebidir. Gebe kadınların % 20'sinin doğum korkusu yaşadığı ve bundan yola çıkarak artan kaygının nedeni gebelik seyri, gebenin kendi ve bebeğin sağlığıyla ilgili endişeleri ve yaklaşan doğuma bağlı duyulan korku olabildiği düşünülmüştür.,Doğum sonu dönemde ise; Bir çok kadın için kaygı sebebi gebeliğin sonlanmasının anlamı,çocukla birliktelik duygusunun bırakılması ve eşlik eden kayıp hissi olarak gözlenmiştir. Sonrasında ise özellikle ebeveynlerin bebek bakımı vermesi, bebekle iletişim kurması, yeni rolleri öğrenmesi ve bebekle ilgili problemlerle baş etmesini gerektiren, bebek bakımı vermek, bebek için güvenli bir çevre oluşturmak,yeni sorumluluklara uyum sağlamak ve bebekle ilgili problemlerle baş etmek zorunda olmak kaygı oluşumuna sebep olmaktadır. Doğum önce ve sonrasında kaygı durumunun sebeplerine derinde inilmesi,araştırılması ve etkisini en aza indirmek üzere etkili programlar yapılması önerilmektedir.Zira kaygı yalnız başına halledilebilecek bait bir sorun değil; bireyi,ailesini,çevresini gelecek nesli (çocuklarını) etkisi altına alıp,fizikselpsikolojik temelli rahatsızlıklara sebebiyet verebilmektedir. Gebelikte doğum öncesi ve sonrası kaygı oluşumunu tetikleyen korku,bilinmezlik,kayıp düşüncesi; ebeveynliğe uyum,çocukla iletişim,Anne-babalığa hazırlık,sorumluluklar konusunda bilinçlendirilme gibi konu başlıkları adı altında eğitimler, seminerler ve düzenli periyotlar halinde görüşmeler ile kaygı sorunu ve bu durumun etkilediği fiziksel ruhsal sorunların önüne geçilebileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler : Doğum Öncesi, Doğum Sonrası, Gebelik, Kaygı 248 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİK VE DEPRESYON Gül DURAL 1, Zeliha SUNAY 2 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Giriş: Günümüzde tüm dünyada sıklıkla görülen depresyon, bireylerin işlevselliklerini, mutluluklarını ve hayata bakış açılarını olumsuz etkiler. Toplumun her kesiminde görülmesine rağmen, kadınlarda erkeklere nazaran daha fazla görülmektedir. Kadınlar için hayatlarının en özel dönemlerinden biri olan gebelik döneminde depresyon görülme olasılığı oldukça fazladır. Çünkü gebelikte kadın rolünün ötesinde, anne rolüne yönelik duygusal, ruhsal, davranışsal umutlar ve çatışmalar ortaya çıkar. Gebelik ve doğum kadınlar için sevinçli anlar olmasına rağmen, vücutta olan değişiklikler ve altta yatan başka nedenler gebelerin benlik saygılarını kaybetmelerine ve depresyona girmelerine neden olabilmektedir. Postpartum depresyon hakkında çok fazla araştırma olmasına rağmen gebelik dönemi ile ilgili olanlar sınırlı sayıdadır. Oysaki gebelik depresyonu geçiren kadınların postpartum depresyon geçirme olasılığı daha fazladır ve tedavi görürlerse bu olasılığın önüne geçilebilmektedir. Gebelikte depresif belirti görülme birinci ve üçüncü trimestirde daha fazladır. İlk trimestirde istenmeyen gebeliklerden, üçüncü trimestirde de doğum korkusu ve fetusun sağlığı ile ilgili kuşkulardan dolayı depresyon görülebilmektedir. Gebelikteki bu yaşanan depresyonlar nöroendokrin sistemde ve uterusa olan kan akımında değişiklikler yaparak hem annenin hem de fetüsün sağlığını kötü etkiler. Bu depresyonların kadını geriye dönüşümsüz olarak etkileyebileceği ve kalıcı ruhsal bozukluklar yapabileceği unutulmamalıdır. Gebelikte depresyonun erken tanılanması, gebelerin bütüncül bakışla ele alınarak değerlendirilmeleri ve uygun girişimlerin başlatılması sağlık personelinin sorumluluğundadır. Özellikle birinci basamak sağlık kurumlarında görev yapan ebe ve hemşireler bu konuda sorumluluk sahibidir. Riskli gruptaki gebelere ulaşıp girişimleri başlatmaları hem anne hem de fetüsün sağlığını olumlu etkiler. Sonuç: Gebelikte depresyonun erken dönemde tanılanmasında ebe ve hemşirelere önemli görevler düşmektedir. Ebe ve hemşireler tarafından gebelik boyunca takip edilmiş ve her konuda bilgilendirme yapılmış gebelerin doğum sürecini daha rahat atlatacağı düşünülmektedir. Bu yüzden ebe ve hemşireler doğum öncesi bakım, eğitim ve danışmanlık yapmanın yanı sıra gebelerin yaşadıkları ruhsal sorunları çözmede de sorumluluk almalıdır. İzlemler sonucu risk taşıdığı saptanan gebelere bütüncül bir yaklaşım sergilenerek, ruhsal yönden bilgilendirme yapılması önerilir. Bu konuda sağlık kuruluşları da personellerinin eğitim almalarından sorumludur. Anahtar Kelimeler : Depresyon, Ebe, Gebelik, Hemşirelik PLANLI EVDE DOĞUMUN MATERNAL VE FETAL SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ 249 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Zeliha SUNAY 1, Gül KAYA 2 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Giriş : Her aile güvenli ve memnun edici bir doğum deneyimi yaşama ve doğumunu gerçekleştireceği yer konusunda kendi kararı ile özgürce seçim yapma hakkına sahiptir. Anne ve bebeğin duygusal ihtiyaçlarının karşılanması açısından önemli fayda sağlayan yerlerden biri de ev ortamıdır. Ev ortamının daha doğal, sıcak ve güvenli oluşu, anne adaylarının evde doğumu tercih etmesinde en önemli rolü oynamaktadır. Hollanda, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda gibi ülkelerde evde doğum oranları giderek yaygınlaşmaya başlamışken ülkemizde evde doğum oranları düşüktür. Günümüzde evde doğumun planlanmış olması ve bu yönde uzmanlaşmış ebe veya diğer sağlık personellerinin katılımıyla gerçekleşmesi ve olası komplikasyonlarda hastaneye hızlı bir şekilde transferi içi gereken hazırlıkların yapılması gerekmektedir. Günümüzde planlı evde doğumun hem anne hem de bebek için hastane doğumu kadar iyi sonuçları olduğunu görülmektedir Anne sağlığı üzerindeki etkisine baktığımızda planlı evde doğum; anneye güven duygusunu hissettirir ve diğer aile fertlerinin de katılımı sayesinde bilindik bir ortamda doğum yapma imkanı sağlar. Bu durum annenin doğum esnasındaki otonomisini artırır. Ev ortamının sağladığı güven duygusu nedeniyle annenin doğum korkuları da azalmış olur. Evde doğum yapan kadınlarda daha az epizyotomi, forseps, vakum, epidural analjezi gibi müdahaleler yapılmaktadır. Ayrıca planlanmış evde doğumlar sezeryan oranlarını düşürmekte ve postpartum hemoraji riskini ise en aza indirmektedir. Fetal sağlığı üzerindeki etkisine baktığımızda ise evde doğum, yenidoğanın ailesiyle arasında oluşacak bağların oluşması için en güvenli ortamdır. Evde doğum sonrasında emzirme daha erken başlayacağı için anne bebek arasındaki bağ da bir o kadar erken başlamış olur. Evde doğan bebeklerin APGAR skorları ise daha yüksektir. Sonuç : Seçim kriterlerini karşılayan her kadın için planlı evde doğumun uygun bir seçenek olduğu ve daha az tıbbi girişimle sonuçlandığı vurgulanmaktadır. Evde doğumu destekleyen hizmet ve politikaların geliştirilmesi için ülkemizde de kanıt değeri taşıyan çalışmalar yapılmalıdır. Ve bu yönde sağlık personellerinin uzmanlaşması sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: anne sağlığı,fetüs sağlığı,evde doğum,ebelik 250 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PRENATAL TANI TESTLERİNDE AİLEYE DANIŞMANLIK Şenay ÇETİNKAYA* Selin SEVİNÇ** *Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği A.B.D Başkanı (Doç.Dr). **Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Öğrencisi. Giriş: Perinatal dönem gebeliğin 20. haftasından itibaren başlayan ve doğum sonu ilk 1 haftaya kadar geçen süre olarak tanımlanmaktadır. Prenatal (Doğum öncesi) tanı; fetus veya embriyodaki hastalıkların doğum öncesi dönemde tespit edilmesi işlemidir. Prenatal tanı ile özellikle risk taşıyan gebeliklerde bebeğe henüz anne karnındayken tanı konulması mümkün olmaktadır. Prenatal tanı aynı zamanda hastalığın varsa doğum öncesi tedavisine ve doğum sonrası gerekli önlemlerin alınmasına, tedavinin planlanmasına olanak vermektedir. Bu yöntemler ile tanısı konulan bazı hastalıklar için yasal çerçeve dahilinde, ailenin isteği doğrultusunda, gebeliklerin sonlandırılması da mümkün olabilmektedir. Prenatal tanının günümüzde bilinen ve kabul edilen anlamından yüzyıllar öncesine dayanan toplumsal bir temeli de vardır. Amniosentez, yüz yılı aşkın süreden bu yana uygulanan bir yöntemdir. Amaç: Perinatal tanı testlerinin bilinmesi, yeniliklerin duyurulması ve hemşirenin danışmanlık rolünün önemini vurgulamaktır. Materyal ve Metot: Literatür taraması yapılarak, güncel gelişmeler ışığında bilgiler derleme tarzında hazırlandı. Bulgular: Prenatal tanıda hedef popülasyon; ileri anne yaşı (≥35 yaş), önceki gebeliklerde veya eşte kromozom anomalisi, ailede gen hastalığı, konjenital anomali, mental retardasyon veya yineleyen düşük öyküsü varlığı ve tanı testlerinde artmış risk olarak sıralanabilir. Prenatal tanıda amaç; nöral tüp defektleri gibi doğumsal anomalileri, Down Sendromu ve Frajil X gibi genetik hastalıkları saptamaktır. Prenatal genetik testler; sitogenetik testler (kromozom düzeyinde değerlendirme) ve moleküler testleri (DNA düzeyinde mutasyon analizi) içermektedir. Sonuç: Genetik danışmanlık ve prenatal tarama testlerinin yapılma amacı; anomalili bebek olma olasılığını belirleyip aileler ile birlikte fetüsün durumu hakkında fikir birliği oluşturmaktır. Böyle zor bir karar sürecinde ailelerle kurulacak etkili iletişimin ve durum hakkında yapılacak bilgilendirmenin önemi açıktır. Hemşirelerin prenatal tanı testleri sonrasında hastalık varlığı belirlendiğinde gerekli önlemlerin belirlenip uygulanabilmesi için bireylere doğru danışmanlık vermesi gereklidir. Prenatal tanı testlerinde anne-baba adaylarına verilmesi gereken danışmanlık hizmetlerinin en önemli özelliği “yönlendirici” değil “bilgilendirici” olması gerekliliğidir. Anahtar Kelimeler: Amniosentez, danışmanlık, hemşirelik, neonatal taramalar, prenatal tanı, sitogenetik test. 251 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EŞITIZ BERABERIZ Nurcan KOLAÇ 1, Seçil TAYLAN2 1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 Akdeniz Üniversitesi Kümluca Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Tüm dünyada 1980'den sonra hızla gelişen küreselleşme sürecinde çalışma hayatında önemli değişiklikler oluşmuştur. Bu değişikliklerin başında çalışanlara sunulması gereken bazı hak ve özgürlüklerde yaşanan kısıtlamalardır. Son yirmi yıl içinde özellikle, kadınların çalışma yaşamı gelişmiş ülkelerde artmıştır. Çalışanların istihdam düzeylerindeki değişim kadınlara göre erkeklerde iki kat daha fazladır (191 milyona karşı 382 milyon) ve bu durum kadınların çalışma yaşamına katılmalarında ilerleme sağlanamadığını göstermektedir. Küresel düzeyde, istihdamda cinsiyet açığı 1995 yılından bu yana ancak 0,6 puan azalmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) göre kadınlar hala düşük ücretle çalışan ve hakları yeterince sağlanamayan çoğunluğu oluşturmaya devam etmektedir. 100’den fazla ülkede istihdam kapsamındaki erkeklerin üçte birinden fazlası %35,5 kadınların ise dörtte biri % 25,7 haftada 48 saatten daha uzun çalışmaktadır. Bu durum kadının evde ücretsiz aile işçiliği (çocuk bakımı ,ev işleri, tarlada çalışma ve diğer bakım işlerini) sürdürmeye devam ettiğini göstermektedir. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre (The Global Gender Gap Report ) Türkiye ,2006 yılında çalışma oranları açısından değerlendirildiğinde 105 .sıradan iken , 2016 yılında 130. sıralara yükselmiştir. Raporda değerlendirilen ülke sayısının 144 olduğu düşünüldüğünde , dünyada kadınların iş gücüne katılım ve istihdam oranları artarken Türkiye’de dünyadakine benzer bir durum söz konusu değildir. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) 2007-2013 yıllarını kapsayan 9’uncu Kalkınma Planında Türkiye’ nin kadın iş gücüne katılımı ve istihdamında ilerleme kaydedemediğinin altı çizilmektedir. İnsan hakları bildirgesine göre, (madde : 48) ‘’Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.Aynı madde ‘’ Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gereğinde başka toplumsal koruma yoluyla desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır’. Avrupa Topluluğu Antlaşmasında kadın erkek eşitliğinin sağlanması (madde: 2) cinsiyet de dahil, her türlü ayrımcılıkla mücadele (madde:13) kadın ve erkek için eşit işe eşit ücret politikasını onaylamaktadır (madde:41) Bu makalede, Türkiye’de kadının çalışma hayatındaki mevcut durumunu ortaya koymak amacıyla Türkiye İstatistik Kurumundan (TÜİK) elde edilen veriler ve İLO' nun Mart 2017 de yayımladığı raporun değerlendirilmesi, Türkiye açısından ele alınması amaçlanmıştır. ILO’ nun 2016 Uluslararası Kadınlar Günü için belirlediği temada tüm dünyada toplumsal cinsiyet vurgusu yapılmıştır. ILO 'un Mart’ 2017 de yayınladığı rapora göre küresel iş gücü piyasasındaki büyük cinsiyet açığı sürmektedir. Dünyanın kimi bölgelerinde gerçekleşen sınırlı kazanımlara rağmen kadınlar çalışma yaşamında eşitlik arayışlarının sürdürmektedir. Rapora göre, Türkiye’deki kadınların çoğu ücretli % 87 si ücretli bir işte çalışmak istemektedir Türkiye de hem ücretli bir işte çalışmak hem de evde aile bakım işlerini yürütebilecekleri koşulların oluşmasını tercih eden kadınların oranı % 53 tür. Her iki sonuçta dünya ortalamasının çok üstündedir. Kadınların % 92’si ve erkeklerin % 84’ü ailede bulunan kadınların ev dışında ücretli bir işte çalışma isteğini desteklemektedir. Türkiye' de ankete katılanların % 11'i ise kadınların çalışmasını tercih etmemektedir. 252 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey Sonuç Ve Öneriler : Türkiye de kadın emeğinden yeterince yararlanılmamaktadır .Kadınların çalışma hayatında yer almasında toplumsal rollerinin etkisi fazladır. Kadınlar son yıllarda çalışma hayatına daha fazla katılmak istemektedir. Kadınlar toplumsal rollerinden vazgeçmeden ev dışında ücretli çalışmayı benimsemiştir. Bu durum kadınların çalışma yaşamında erkeklerle eşit ve beraber çalışma isteğini göstermektedir. Türkiye de kapsamlı ve kadına duyarlı toplumsal ve kültürel etmenleri de kapsayan politikalara ihtiyaç duyulmaktadır. 253 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey YAŞLILAR NİÇİN İHMAL VE İSTİSMARA UĞRARLAR? Nurcan KOLAÇ 1, Seçil TAYLAN2 1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 Akdeniz Üniversitesi Kumluca Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü İnsanlık tarihi boyunca var olduğu düşünülen şiddet, sağlığı tehdit eden, bozan durumlar içinde en önemlilerinden biri olup, içinde yaşadığımız yüz yılda üzerinde durulan toplumsal sorunlardan biridir. Bu makalenin amacı, Türkiye de yaşlıların ihmal ve istismara uğrama nedenleri bu konuda yapılan araştırmalar halk sağlığı açısından değerlendirilecektir. Küresel bir konu olan istismar ve ihmal ile ilgili toplumların bilinci artmasına rağmen, tüm dünyada belirlenmesi güç bir halk sağlığı sorunudur .İstismar ve ihmal yaşlıları bedenen, ruhen ve sosyal yönden yaralayan önlenebilir bir toplumsal sorundur. Uzun yıllar göz ardı edilen yaşlı istismarı gittikçe artan bir sorun olarak görülmektedir. Türkiye de 2025 yılına gelindiğinde nüfusun 85 milyona ulaşacağı ve yaşlı nüfusun 8.4 milyon olacağı öngörülmektedir. Bu verilere göre nüfusun %10 ‘u 65 yaş ve üzerinde olacaktır. Türkiye ‘de yapılan araştırmalarda yaşlılarda ihmal ve istismarı etkileyen faktörlerin başında nüfusun hızla artması,ekonomik sebepler,yoksulluk ,işsizlik ,göç evde yaşayan kişi sayısını fazlalığı gibi faktörler gelmektedir. Yaşlı istismarında, yaşlıların sağlıklarının kötü oluşu ve yaşamak için başkalarına muhtaç olmaları en önemli riskler arasında gösterilmektedir. Yaşlının bakımı gönüllü olmayı gerektirmektedir. Bakım vericiler gönüllü olmadığı sürece ve onlara da yeterli destek verilmedikçe yaşlı istismarı ve ihmali gündeme gelmektedir Yaşlıya bakan kişinin, bilgisiz olması , çok yorulması zaman zaman tükenmişlik yaşaması çevresinden yada toplumun destek sistemlerinden yardım alamaması gibi durumlar bakım vericiyi birden şiddet uygulayıcı olarak karşımıza çıkarmaktadır. Türkiye de yaşlıya yönelik şiddetin bildirimine ilişkin yeterli veriler bulunmamaktadır. Türkiye de yaşlı istismarı tüm sosyo -ekonomik grupları, kültürleri, yaşlı erkekleri ve kadınları etkilemektedir. En riskli yaşlı gruplar arasında kronik hastalığı olanlar, engelliler ve yoksullar gösterilmektedir. Türkiye de yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre ailedeki yaşlı istismarı, % 13 eş, %2 çocuk %21 ise akrabaları tarafından yapılmaktadır. Bir başka çalışmada ise yaşlıların %63 ü en az bir hafta sevdiklerinden kaba kuvvet %66 sı ise duygusal şiddet yaşamıştır. Türkiye genelini kapsayan bir başka çalışmada ise yaşlıların %98 i onur kırıcı söz ve davranışa maruz kalmıştır. Huzurevlerinde kalan yaşlıların %25.7 sinin ailelerinden fiziksel şiddet gördüğü bulunmuştur. Yaşlılar daha çok yalnızlıktan ve aileleri tarafından ihmal edildiklerinden dolayı huzurevi yaşamını seçmeye zorlandıklarını ifade etmişlerdir. SONUÇ VE ÖNERİLER :Nüfus yaşlandıkça, yaşlının yaşam kalitesini korumak önemli bir faktör haline gelmiştir.Yaşlıların sosyal güvenlik ve destek sistemlerinin yetersizliği,kötüleşen ekonomik nedenlerle yük olarak görülen yaşlının örselenme ve ihmali de artmaktadır. Türkiye de şiddet gören yaşlıların çoğu kadındır, genellikle çocukları ile birlikte oturdukları ve şiddet gördüklerini sakladığı için kayıtlara geçilmediğini bulmuştur. Yaşlı yakınları yaşlılardan rahatsızlık duymaktadır. Yaşlı yakınları (suç olması, toplum tarafından dışlanma korkusu ve problemin aile içinde tutulmak istenmesi vb.) yaşlı istismarında bulunmalarına rağmen söyleyemediklerini bildirilmiştir. Türkiye’de yasal sistemde istismar ve ihmale ilişkin cezaların az olması, istismarı yapan kişiler için de caydırıcı olmamasından dolayı yaşlının haklarını 254 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey gözetleyen yasal düzenlemeler ve yaptırımlar artırılmalıdır. Böylece hem istismar yaşayan yaşlının bunu dile getirmesinin kolaylaşması, hem de istismarcılar için caydırıcı olabilmesi sağlanabilir. Sorunların çoğu ekonomik yetersizliklerdir Bu nedenle yaşlı ailelerinin ekonomik açıdan desteklenmesi önerilebilinir. Anahtar Kelimeler : yaşlı ihmal istismar halk sağlığı 255 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKTE BAŞLAYAN PELVİK TABAN BOZUKLUĞU Yard. Doç Dr. Seçil Taylan 1 , Öğr. Gör. Nurcan Kolaç2 1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 Akdeniz Üniversitesi Kumluca Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Pelvik taban; kemik, bağ doku ve kas komponentlerinden meydana gelen, karın içi organlara destek oluşturan, üriner ve anal kontinansın, cinsel fonksiyonun devamını sağlayan dinamik bir yapıdır (Ksenia et al., 2013). Pelvik tabanı oluşturan yapılar sadece kuyruk hareketinden sorumlu iken; evrimsel değişikliklerle birlikte fizyolojik kronik karın içi basınç artışlarına karşı destek görevini üstlenmek zorunda kalmışlardır. Anatomik yapılanması bu tür kronik streslere uygun olmayan kas grubu; bir süre sonra deformasyona uğrayacak ve işlevini kaybedecektir. Pelvik taban bozukluğunun temelini oluşturan bu durum; karın içi basıncını uzun süreli arttıracak etkenlerle (kronik konstipasyon, kronik öksürük, gebelik, vajinal doğum vb) daha yıkıcı hale gelecektir. Gebelik ve doğumun tetiklediği pelvik taban bozukluklarına ve pelvik taban desteğinin anatomik yapısının değişimine bağlı olarak en sık görülen semptomlar; idrar ve/veya gaita kaçırma, acil sıkışma, vulvada ele gelen kitle, cinsel bozukluklardır. Fekal inkontinans genellikle vajinal doğum komplikasyonu olarak düşünülse de 3. trimesterdeki insidansı %7 olarak bildirilmiştir (Chaliha et al., 2001). Tıpkı üriner inkontinans gibi risk faktörleri; sigara, VKİ ve yaştır. Persiste oksiput posterior duruş, operatif doğumlar ve anal sfinkteri etkileyen yırtıklar postpartum fekal inkontinansla ilişkilidir (Solans-Domenech et al., 2010). Hastalığın ve tedavi/bakımının hasta üzerindeki etkilerinin yine hasta açısından değerlendirilmesi olarak tanımlanmaktadır (Fitzpatrick et al., 1998). Vajinal duvarların prolapsusu genellikle multipar gebelerde ortaya çıkar. Bir çalışmada multipar kadınların %5’inde sistosel bildirilirken, grandmultiparlarda bu oran %10’a yükselmektedir (Kisli et al.,2006). Gebelikte tanı koyulan vajinal duvar prolapsusları sonradan oluşmuş gibi görünse de büyük kısmında altta yatan ve gebelikle tetiklenen gizli bir prolapsus zemini olduğu öngörülmektedir (Brown, 1997). Perineal yırtıklar sadece ciltle sınırlı olsa bile kısa dönemde perineal ağrı ve disparoniye sebep olabilmektedir. Görüldüğü gibi pelvik taban ve gebelik ilişkisi geniş bir spektrum oluşturmaktadır ve henüz bilinmeyen birçok nokta bulunmaktadır. Bu alandaki verilere yenilerini ekleyebilmek amacıyla kurduğumuz hipoteze göre; gebelik, pelvik taban desteğinde, pelvik taban bozukluğu semptomlarında ve bu semptomlarla ilişkili yaşam kalitesinde kötüleşmeye sebep olmaktadır. Gebeliğin pelvik taban üstünde yarattığı hasarın ciddiyeti, kadının yapısal özellikleri ve diğer faktörlere göre değişiklik gösterebilir. Anahtar Kelimeler: gebelik ,pelvik taban bozukluğu 256 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ENDÜSTRİ DEVRİMİ VE KADIN HAKLARININ EVRİMİ Yard. Doç Dr. Seçil Taylan 1, Öğr. Gör.Nurcan Kolaç2 1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2 Akdeniz Üniversitesi Kumluca Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Endüstri devrimi ile birlikte kentlere göç yaşanmış, sanayide az ücretle çalıştırılan örgütlenmiş insan gücü ile kapital birikimi hızlanmış ve bu hızlanma büyümede endüstrinin gelişmesine yol açmıştır (Şentürk, 1995). Bu dönemde hemşirelik devlete bağlı olmadan, zengin kişilere para karşılığı bakan ücretli hemşirelik şeklinde gerçekleşmiştir. Endüstri devrimi ile kadın hakları, ailenin üyesi olan kadına hukuksal açıdan toplumun da üyesi olma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, eğitim ve çalışma eşitliği hakkı gündeme gelmiş, kadınların profesyonel işlerde çalışma hakkını kazanması ile hemşirelik mesleğinin gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. (Ulusoy, 1992) . XIII. yüzyılın başlangıcında üniversite mezunu hekimler (üniversitelere kadınlar alınmamıştır) üst sınıfın desteği ile güçlenmiş ve hekimlerin güçlenmesi ile kadınların hasta bakımındaki etkinlikleri azalarak, zamanla kaybolmuştur (Ehrenreich ve English, 1992). İnsanlık tarihinde feodalite ile başlayıp reform hareketinin yayılmasına kadar dört yüz yıldan fazla süren dönemde ve Almanya’dan başlayıp İngiltere’ye kadar uzanan bir alanda büyücü olarak değerlendirilen yaklaşık 100.000 civarında kadın yakılarak yok edilmiştir (Ehrenreich ve English, 1992; Ulusoy ve Görgülü, 1997). XVII. ve XVIII. yüzyıllarda hasta bakımı ile uğraşan kadınlar yoldan çıkmış olarak görülmüş kadının yeri evi olmuştur (Ulusoy ve Görgülü, 1997). Endüstrileşme süreci işgücü gereksinimini arttırarak, sadece erkekler tarafından doldurulamayacak hale getirmiş ve “kadının yeri evidir” anlayışı değişerek iş dünyasının kapıları kadına açılmıştır. Kadınlar düşük statülü işlerde çalıştırılmıştır (Eren ve Uyer, 1991). Büyük Fransız İhtilâli kadın hakları hareketini kadın hareketi ise tıp alanında kadının yer bulmasını sağlayan önemli birer unsur olmuştur. XIX. yüzyılda cinsiyetler arası eşitsizlikten duyulan rahatsızlık arttıkça, reaktif olarak ortaya çıkan kadının üstünlüğü düşüncesine dayanan fikir ve eylem hareketi giderek organize bir hal almıştır. Bu harekete Charles Fourier tarafından 1837’de “Féminisme” adı verilmiş ve bu ad kitlelerce kabul görmüştür. İngiltere’de Burlington Hotel adındaki hastanede az sayıda hemşireye rastlanmış ve Florance Nightingale burada tanınmış hekimlerle kısa bir süre çalışmıştır (Eren ve Uyer, 1991). İlk kadın hekim olan Elizabet Blackwell ve Amerikan hemşireliğin kurucusu Dorothea Dix (1802-1887) büyük dirençle karşılaşmıştır (Eren ve Uyer, 1991). XIX. yüzyılın başlarında sağlık alanında görev alan kadınların üstlendiği bakım işi aslında hasta refakatçiliğinden ibarettir. Florence Nightingale bu reformistlerden biri olarak tarihteki yerini almıştır. Hemşireliğin meslek olma yolundaki temelleri Victoria döneminin üst düzey kadınlarının baskıları sonucu ortaya atılmış; Nightingale hemşirelikte, rahibeleri devre dışı bırakmanın yanı sıra, hasta bakımını üstlenen hayırsever yüksek sosyete adını figürünün yerini bir tür işçi kadın figürününalmasına yol açmıştır. Anahtar Kelimeler: Endüstri devrimi ,kadın hakları ,hemşirelik 257 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey PREKONSEPSİYONEL BAKIMIN ÖNEMİ Ahu AKSOY Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Doğum-Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Ana-çocuk sağlığının tamamlayıcı bir bileşeni olan prekonsepsiyonel bakım çocuk sahibi olmadan önce bireylerin sağlığını yükseltmeyi ve doğum sonuçlarını geliştirmeyi amaçlayan ülke çapında koruyucu bir sağlık hizmetidir ve gebelik öncesi 100 günü içermektedir. Centers for Disease Control And Prevention (CDC) prekonsepsiyonel bakımı, sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için hekim ya da diğer sağlık profesyonellerinden alınan gebelik öncesi bakım olarak tanımlamaktadır. 1980’li yıllarda Amerika’da ortaya atılan infant morbidite ve mortalitesini azaltmayı amaçlayan bir düşünce olan prekonsepsiyonel bakım bireylerde doğurganlık bilinci ve gebeliği planlama kültürünün gelişmesine yarar sağlayarak toplum sağlığının yükseltilmesine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca bu bakım erken tanı ve tedavi şansı vererek anne, bebek ölümleri ve hastalıkları azaltmayı hedeflemektedir. Ana-çocuk sağlığının geliştirilmesini sağlayan bir araç olarak kabul edilen prekonsepsiyonel bakımı ilk benimseyen profesyonel kuruluşlar The American Congress of Obstetricians And Gynecologists, The American Academy of Pediatrics, The American College of Nurse Midwives, ve March of Dimes’dir. Ayrıca bu kuruluşlar prekonsepsiyonel bakım ve tarama ölçütleri geliştirmiştir. CDC’de 2006 yılında bu önerilere benzer olarak bir takım öneriler sunulmuştur. Bunlar; cinsel yolla bulaşan hastalıkların taranması, hepatit B, rubella, varisella, tetanoz, human papillomavirus aşıları için bağışıklama, genetik bozukluk ya da kromozomal anomaliler için hastanın değerlendirilmesi, hastanın antropometrik (BKİ), biyokimyasal (anemi vb.), klinik ve diyeti ile ilgili risklerinin değerlendirilmesi, depresyon, anksiyete, aile içi şiddet ve majör psikososyal stresörlerin taranması, olası toksinler ve teratojen ajanlara maruziyet hakkında hastaya danışmanlık verilmesi ve laboratuar testlerinin incelenmesidir. Prekonsepsiyonel dönemde belirtilen öneriler dikkate alınarak danışmanlık verilmeli ve bireyler, sağlığı koruyan ve geliştiren davranışların kazandırılması yönünde desteklenmelidir. Prekonsepsiyonel eğitim ve danışmanlık kapsamında; bütünsel yaklaşımla yaşam boyu üreme sağlığı, güvenli ve sorumlu cinsel yaşam, doğurganlık bilinci geliştirme, sağlık sorunlarını tanılama, genetik danışmanlık, fiziksel ve mental sorunların giderilmesi ve ilaçların yönetimi, ebeveynliğe hazırlık gibi konular yer almaktadır. Bu hizmetlerden sadece belirli bir grubun değil, tüm kadınların ve erkeklerin yaşam boyu yararlanması uygun görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, prekonsepsiyonel bakım, danışmanlık 258 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GÖÇ VE KADIN ÜREME SAĞLIĞI Aslıhan AKSU Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Doğum-Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Göç, insanlık tarihinin bütün dönemlerinde görülen, varlığını sürdüren bir olgudur. Göç; toplumsal, ekonomik ve siyasal değişim süreçlerinin hem bir sonucu hem de bir nedenidir. Bütün göçler birbirinden farklı özelliklere sahip toplulukların birlikte yaşamasına, dolayısıyla etkileşime girmesine neden olduğundan toplulukların sosyoekonomik ve kültürel yapısı üzerinde büyük değişikliklere yol açmaktadır. Toplumu sosyal, ekonomik ve kültürel yönden şekillendiren göçün sağlık üzerine de önemli ölçüde etkisi vardır. Göç edilen yerleşim yerinde var olan sağlıkla ilgili politika ve programlardan yararlanma konusunda ev sahibi ve göçmen popülasyon arasında eşitsizlikler olmaktadır. Göçmenlerin aleyhine olan eşitsizlikler sonucu sağlık olumsuz yönde etkilenmekte ve hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Göç süreci tüm bireyler için travmatik olsa da göç, kadını toplumda diğer göçmenlere kıyasla daha fazla etkilemektedir. Kadınlar göç sürecinden en çok etkilenen ve en savunmasız grupları oluşturmaktadır. Bu durum kadın üzerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkilerine bağlanmaktadır. Kadınları sağlık açısından birçok yönden etkileyen bir süreç olan göç, kadınların üreme sağlığı üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir. Göçmen kadınlar hem sadece cinsiyetleri hem de toplumsal cinsiyet temelli sorunlar nedeniyle üreme sağlığı sorunlarıyla sık karşılaşırlar. Literatürde göçmen kadınların sıklıkla cinsel şiddet ve bunun sonucunda HIV de dahil olmak üzere cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar açısından risk altında olduğu vurgulanmaktadır. Buna ek olarak göçmen kadınların doğum öncesi bakım hizmeti, aile planlaması gibi birinci basamak sağlık hizmetlerinden de yararlanmada zorluklar yaşadığı ve sonucunda üreme sağlığı sorunlarını sık yaşadıkları bildirilmiştir. Bu nedenle sağlık sisteminin her basamağında aktif olarak yer alan hemşire ve ebeler, göçmen kadınları öncelikli grup olarak kabul etmeli, üreme sağlıklarının korunması ve geliştirilmesinde destek olmalıdır. Hemşire ve ebeler öncelikle göçmen kadınların sağlığının geliştirilmesine yönelik gereksinim duyulan alanları belirlemeli, ardından bu alanlara yönelik girişimleri başlatmada öncü olmalıdır. Anahtar kelimeler: Göçmen kadınlar, üreme sağlığı, hemşire, ebe 259 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN MESLEKİ SAHİPLENME DUYGUSUNUN BELİRLENMESİ Feyza Reyhan1, Yasemin Hamlacı2, Fatma Deniz Sayıner 1 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü 2 Sakarya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Maslow’un insan ihtiyaçları hiyerarşisinde yer alan ait olma basamağında mesleki sahiplenme duygusunu da değerlendirebiliriz. Mesleki sahiplenme bireyin mesleğine ilişkin ilgisini ve kendisini bu mesleğin neresinde gördüğünü ifade eder. Mesleki sahiplenme duygusunu yeterince hisseden bir ebe, tükenmişlik duygusunu daha az yaşayarak, sorumluluklarının bilincinde olacak, haklarını savunacak, ana-çocuk sağlığının ve dolayısıyla toplum sağlığının gelişmesine katkı sağlayacaktır. Bu yüzden ebelik eğitiminden mezun olmadan önce sahiplenme duygusunun geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma, ebelik öğrencilerin mesleki sahiplenme duygularının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Kesitsel olarak, 6- 17 Mart 2017 tarihleri arasında yapılan araştırmanın evrenini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü’nde öğrenim görmekte olan toplam 298 öğrenci oluşturmuştur. Örneklem seçimine gidilmeyip tüm öğrenciler araştırmaya dahil edilmiş ancak veri toplama sırasında okulda bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 185 öğrenci (evrenin %62’si) araştırma grubunu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak literatür desteği ile geliştirilen 20 soruluk anket formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 21 programı kullanılıp, analizinde frekans dağılımı ve ki kare testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak anlamlılık değeri p<0,05 kabul edilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20,45±2,19 (minmax=18-37) idi. Çalışmada 1.ve 2.Sınıf öğrencilerin %77,1’i bölüme isteyerek gelmiş ve %75’i ebelik bölümünü tercih etmeden önce ebelik mesleği ve çalışma alanları ile ilgili araştırma yaptığını belirtmiştir, 3.ve son sınıf öğrencilerinin ise %63,7’si isteyerek gelmiş ama %52,5’i araştırma yaptığını belirtmiştir (p<0,05). Öğrencilerin %36,2’si sevdiği için, %35,7’si iş garantisi olduğu için,%21,1’i ise puanı yettiği için ebelik bölümü tercih etmiştir. Öğrencilerin %88,1’i okuduğu bölümden memnun olduğunu belirtirken, birinci sınıf öğrencilerinin %30,8’i, ikinci sınıf öğrencilerinin %50’si, üçüncü sınıf öğrencilerinin %41,9’u, son sınıf öğrencilerinin ise %40,5’i imkanı olsa başka bir bölüme geçmek istediğini belirtmiştir. Okuduğu bölüm sorulduğunda ne cevap verdiği sorulan öğrencilerin %88,1 çekinmeden ebelik okuduğunu söylediğini belirtmiştir. Ebelik okuduğunu söyleyen öğrencilerin en fazla karşılaştıkları tepkiler sırasıyla %81,1’i ‘iki yıllık bir bölüm mü?’, %78,9’u ‘ilerde arkandan çok küfür yersin’, %61,1’i ‘işsiz kalmazsın’, %62,2’si ‘çok kutsal bir meslek, ne güzel’ şeklindedir. Öğrencilerin %54,6’sı mezuniyet sonrası ebe olarak hastanede çalışmak istediğini, %20’si akademik kariyer düşündüğünü söylemiştir. %85,9’u ebeliği kardeş/arkadaşlarına tavsiye edebileceklerini söylemiştir. Öğrenciler toplumun ebelik mesleğine bakışını değerlendirdiklerinde %57,3’ü olumsuz olarak gördüğünü belirtmiştir. Öğrencilerin %69,2’si ebelik mesleğinin geleceğini olumlu/hak ettiği değerin anlaşılacak şeklinde düşündüğünü belirtmiştir. Ebelik 260 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey mesleğinin güçlenmesi gerekenler konusunda öğrencilerin fikri sorulduğunda %86,5’i ebeler bağımsız rollerine sahip çıkmalı, %72,4’ü ebelerin güncel bir yasası olmalı, %79,5’i Ebelerin görev tanımlarının netleşmesi gerektiğini söylemiştir. Öğrencilerin %96,8’i ebelik okumalarının kişisel yaşamlarına olumlu katkı sağladığını, okudukları üniversitede verilen eğitim ile ebeliği daha çok sahiplenmeye/sevmeye başladığını (%64,3) ve mesleki yeterliliğini güçlendirdiğini (%21,1) belirtmiştir. Araştırmanın sonucunda üniversite eğitimine başlayan birinci sınıf öğrencileriyle mezuniyete yakın durumda olan son sınıf öğrencileri arasında bölüm değiştirme, mesleği araştırarak gelme, genel anlamda mesleğinde başarılı olacağını düşünme gibi konularda aralarında farklar olduğu görülmüştür. Öğrencilerin çoğunluğunun meslek olarak ebeliği sahiplendikleri, mesleki geleceği olumlu gördüğü ve mesleğin güçlendirilmesine yönelik fikirlerinin olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar ışığında öğrencilerin eğitim süreçlerinde, sahiplenme duygusunun önemini kavramaları, haklarını savunmaları ve örgütlenmenin önemi konusunda eğitim ve bilgilendirmenin yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Mesleki sahiplenme, Ebelik öğrencileri 261 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ EBELİK VE HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ Duygu ÇELİK SEYİTOĞLU 1, Gulsen GUNES 1, Rukuye AYLAZ 2 1İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi AMAÇ: Pek çok toplumda kadın ve erkek farklı bireyler olarak görülmekte ve her birinin kendine ait imkânları, rolleri ve sorumlulukları olduğu kabul edilmektedir.Toplumsal cinsiyet kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik özelliklerini, rol ve sorumluluklarını ifade eder. Bu çalışmada toplumun büyük kesiminden daha yüksek eğitime sahip olan ve toplumla sağlık konusunda birebir iletişimi olan ebelik ve hemşirelik öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili düşüncelerinin ne olduğunu belirlemek amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Tanımlayıcı tipte planladığımız bu çalışmada 2016-2017 eğitim döneminde Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik ve Hemşirelik Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencisi olan 170 öğrenci çalışmamızın evrenini oluşturdu. Gözlem altında anket tekniği kullanılarak yapılmıştır. Öğrencilerin bir kısmı anket doldurmayı reddetmiş bir kısmı ise anketi doldururken hata yapmıştır. Böylelikle 108 anket değerlendirilmeye alınmıştır. Veri toplama aracı olarak kullanılan anket formu iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmı katılımcıların sosyo-demografik özelliklerden ikinci kısmı ise John Hopkins üniversitesi, Center for Communication Programs Family Planning & HIV/AIDS CommunicationSurvey, 2002 anketinin “Gender Role Attitudes” (Cinsiyet rolü tutumları) bölümünden faydalanılarak hazırlanan yedi ifadeden oluşmaktadır. Veriler SPSS paket programında değerlendirilmiş, tanımlayıcı istatistikler sayı ve yüzdelerle ifade edilmiş ve ki-kare testi kullanılmıştır. BULGULAR VE SONUÇ: Araştırmamıza katılan öğrencilerin yaş ortalaması 22,25±1,19’dur.Erkek katılımcıların %30,8’i“Kadınlar, önemli konularda erkeklerin verebildiği kadar iyi karar veremezler”ifedesine katılırken kız öğrencilerin %6,2’sikatılmıştır (p=0,003).“Kadınlar erkeklerle eşit haklara sahiptir” ifadesine katılma durumu çalışmamızdaki öğrencilerin annelerinin eğitim düzeyi arttıkça (p=0,020), öğrencilerin sahip oldukları kardeş sayısı azaldıkça (p=0,018) artmaktadır. Ayrıca sahip olunan kardeş sayısı dört veya daha fazla olduğunda “Kaynaklar kısıtlı olduğundan, yalnızca erkekler okula gönderilmelidir” ifadesine katılma oranı artmaktadır (p=0,030). rkek öğrenciler kız öğrencilerden daha az oranda kadına yönelik olumlu tutumlara sahiptirler. Evde yaşayan çocuk sayısının dört ve üzerinde olması kadına yönelik tutumları olumsuz yönde etkilemektedir. Toplumların gelişiminde çok önemi yeri olan anne eğitiminin arttırılması kadının erkekle eşit olduğu bilincini yaygınlaştırmaktadır. Sağlık personeline yönelik lisans eğitimlerinde “Toplumsal Cinsiyet” sorunlarının konuşulduğu, tartışıldığı ortamlar yaratılmalıdır.Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda olumlu tutumları geliştirici projeler yapılabilir. Toplumun kadınlara bakış açısını 262 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey değiştirmesinde etkili olacak sosyal etkinlikler üniversite içinde düzenlenebilir. Fakültelerde toplumsal cinsiyetle ilgili derslerin müfredata eklenebilir, özellikle erkek öğrencilerin katılımıyla akran eğitimleri düzenlenebilir. Anne eğitim düzeyi daha sağlam nesiller için arttırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet, ebelik öğrencileri, cinsiyet rolleri, tutum 263 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey EBELİK VE HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN ACİL KONTRASEPSİYON KONUSUNDA BİLGİ, TUTUM VE UYGULAMALARI Çigdem TEKİN1 , Gulsen GUNES1, Rukuye AYLAZ2 1İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı 2 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Amaç:Dünyada pek çok kadın, çeşitli nedenlerden dolayı etkin bir gebelikten korunma yöntemi kullanmamakta ya da kullandığı yöntemi etkili olarak kullanamamaktadır.Acil kontraseptif yöntemler (AKY) oral kontraseptif hapların unutulması, korunmasız cinsel ilişki, kontraseptif yöntem kullanımındaki hata (kondomyırtılması, diafram veya servikal başlığın yerleşmemesi, RİA düşmesi) veya tecavüz gibi durumlarda tercih edilir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları 2013 yılı verilerine göre, ülkemizde 1549 yaş grubu tüm kadınların %74’ü halen kontraseptif yöntem kullanılırken, 15-49 yaş grubu tüm kadınların sadece %3.7’si ve evli kadınların ise %4.8’i daha önce AKY’ni kullandığını bildirmektedir.Dünya ve ülkemiz için önemli bir halk sağlığı sorunu olan, istenmeyen gebeliklerin kadın sağlığı üzerinde olumsuz etkileri vardır. Biz bu çalışma ile aile planlaması sunumunda önemli rolleri olanebelik ve hemşirelik öğrencilerinin acil kontrasepsiyon konusunda bilgi, tutum ve uygulamaları ve bunları etkileyen faktörleri öğrenmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:Araştırmanın evrenini 2016-2017 Eğitim Öğretim yıllarında, İnönü Üniversitesi Ebelik ve Hemşirelik Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencisi olan 170 öğrenci oluşturmaktadır. Tanımlayıcı tipte olan çalışmada evrenin tamamına ulaşılmak hedeflenmiştir. Anket formları, uygulama yapıldığı anda derste bulunan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 108 öğrenci tarafından doldurulmuştur. Veri toplama aracı olarak “Demografik Bilgi Formu”, ve öğrencilerin AKY hakkındaki bilgi, tutum ve uygulamalarını öğrenmek amacıyla literatür bilgisi doğrultusunda oluşturulan sorular kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde, tanımlayıcı istatistik olarak sayı ve yüzdeler kullanılmıştır. Bulgular:Çalışmaya katılan öğrencilerin %48.1’i üçüncü, %51.9’u ise dördüncü sınıf öğrencisi olup, %25.0’sı erkek, %75.0’ı kadındır. Öğrencilerin yaş ortalaması 22.25±1.98 olarak bulunmuştur. En yüksek yüzdeler ile öğrencilerin %42.6’ının annesi ve %30.6’sının babası ilkokul mezunudur.Öğrencilerin %72.2’siAKY’yi duyduğunu belirtirken,ilaçların alınma süresini bildiğini ifade edenlerin%.40’ının yanlış bilgi sahibi olduğu görülmüştür. İlaçların içeriği ile ilgili bilgi sahibi olduğunu belirtenlerin %48.7’sinin yanlış bilgiye sahip olduğu bulunmuştur.‘AKY’ler Türkiye’de uygulanmalıdır’ ifadesine öğrencilerin %52.8’i, ‘AKY’ler sakıncalı olabilir’ifadesine%30.6’sı, ‘bu yöntemle korunmasız ilişki artar’ ifadesine %53.7’si, ‘yöntemin kullanılması yasal olmalıdır’ ifadesine ise %10.2’si katıldığını belirtmiştir. Sonuç:Bu bulgular bize incelediğimiz öğrenci grubunun Sağlık Bilimleri öğrencileri olmasına rağmen AKY’yi bildiklerini fakat yöntem hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir. Konu ile ilgili olarak toplumların bilgilendirilmesinde kilit rol üstlenen ebe ve hemşirelerin eğitimi bu anlamda büyük önem arz etmektedir. Bu açıdan ebelik ve hemşirelik öğrencilerinin lisans eğitimleri sırasında genellikle ihmal edilmiş olan acil kontrasepsiyon konusuna gereken özenin gösterilmesi ve öğrencilerin AKY hakkında bilgilendirilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Acil kontrasepsiyon, ebelik öğrencileri, bilgi tutum, üreme sağlığı 264 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBE EŞLERİNİNİN BİLGİ VE DESTEK KAYNAKLARI 1Fatma Coşar Çetin, 2Ayşe Sezer Balcı 1. Medeniyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İstanbul. 2. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İstanbul. Giriş: Anne adayları gebelik, doğum ve doğum sonrası dönemde hem fiziksel hem de psikososyal değişim yaşarlar. Bu dönemde kendisine ve doğacak bebeğine önem veren anne ve baba adayları prenatal bakım ve yardım alma çabası içinde olurlar. Anne baba adayları bu amaçla sağlık kuruluşlarından danışmanlık almak, kitap okumak, yazılı basını takip etmek, doğuma hazırlık sınıflarına katılmak gibi çeşitli girişimlerde bulunur. Amaç: Çalışmanın amacı gebe eşlerinin bilgi ve destek kaynaklarının belirlenmesidir. Gereç-Yöntem: Araştırmanın evrenini Haziran-Aralık 2016 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin gebe eğitim okulu birimine eğitim için başvuran gebelerin eşleri oluşturmuş olup, örneklem seçimi yapılmayıp tüm evrene ulaşmak hedeflenmiştir (N=150). Veri Toplama Aracı olarak araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda oluşturulan Sosyo-demografik Form kullanılmıştır. Çalışmanın yapıldığı Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden kurum izni ve etik kurul onayı alınmıştır. Ayrıca gebe eşleri çalışma hakkında bilgilendirilerek sözel onamları alınmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde gibi tanımlayıcı istatistikler kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen baba adaylarının %46’sı üniversite, %32.7’si ise lise mezunudur. Baba adaylarının eşlerinin gebelik dönemlerine bakıldığında %60.7’si üçüncü tremestır, %31.3’ü ise ikinci tremestırdadır. Baba adaylarının %74’ünün başka çocuğu yoktur. Çalışmaya katılan baba adaylarına eşlerinin gebeliği sürecinde aldıkları destek kaynakları sorulmuştur. Buna göre babaların %75.3’ü eşinden destek aldığını, %48’i ailesinden, %22.7’si doktorundan, %29.3’ü ise doğuma hazırlık eğitmeninden destek aldığını belirtmiştir. Baba adaylarının bilgi kaynakları sorulmuştur. Buna göre; %50.7’si eşinden, %20.7’si ailesinden, %18.3’ü doktordan, %20.7’si internetten, %18.7’si ise doğuma hazırlık eğitmeninden bilgi aldığını belirtmiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda baba adaylarının bilgi ve destek kaynağı olarak ilk sırada eşlerinin yer aldığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: baba adayı, bilgi, destek 265 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey POSTPARTUM DÖNEMDE UYKUNUN ÖNEMİ 1Fatma Coşar Çetin, 2Ayşe Sezer Balcı 1. Medeniyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İstanbul. 2. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İstanbul. Uyku, bireyin yaşam kalitesini ve iyilik durumunu önemli ölçüde etkileyen fizyolojik bir gereksinimdir. Normal yetişkinler günde ortalama 7-9 saat uyumaktadırlar. Ayrıca 90 dakikalık non-REM uykunun bölünmeden tamamlanması uykunun kalitesi açısından önemlidir. Üreme döngüsü sırasında oluşan ani hormonal dalgalanmalar kadınların uyku kalitesini etkilemektedir. Üreme hormonları, özellikle östrojen ve progesteron aracılı nörotransmitter seviyeleri, beyinde uyku kalitesinin sürdürülmesinden sorumludur. Doğumdan hemen sonra, östrojen ve progesteron seviyesindeki ani düşüş birçok kadında uykuyu başlatma ve sürdürme güçlüğü dahil olmak üzere birçok uyku bozukluğunu hızlandırmaktadır. Toplam uyku süresi azalmaktadır. Kadınlar, normal gün içinde uyanık kalma süresinden %20 daha fazla uyanık kalmaktadırlar. Bunun sonucu olarak aynı transmitterler doğum sonu uyku kalitesini etkilemenin yanı sıra ruh halini etkilemekte ve postpartum blues ve postpartum depresyona neden olmaktadır. Postpartum dönemde annelerin gece uyku ihtiyaçları %20 oranında artmaktadır. Hormonal değişiklerin yanı sıra kadınlarda uykusuzluğa neden olan sebepler arasında annenin doğum şekli, doğum sonu depresyon durumu, fiziksel yeterlilik durumu, beslenmesi, bebeğinin uyuma- uyanma zamanları, diğer çocuğun varlığı gibi nedenler sayılabilir. Bebeğin beslenme şekli de uyku durumunu etkiler. Sadece anne sütü veren anneler, hormonların ve mama hazırlamak için geçirilen sürede uyanık kalması sebebiyle daha az uyku uyurlar. Özellikle ilk aylarda annenin uyku düzeni değiştiği için sıklıkla uykusuzluk sorunu yaşanmaktadır ve bu da yorgunluğa neden olmaktadır. Yorgunluk; fiziksel iyileşmede gecikme, öz bakımda azalma ve sağlık sorunlarında artma riskinin yanı sıra, yenidoğanın bakımını da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Uyku düzeni iyi olan annelerin bebeklerinin gelişimi de iyi olmaktadır. Bebeğin uykusu ortalama 12-18. ayada düzene girmektedir. Bu durum annenin uyku düzenini de etkilemektedir. Annenin uyuması ve dinlenmesi için planlanan ebelik ve hemşirelik girişimleri, annenin bireysel gereksinimlerini karşılamaya yönelik olmalıdır. İlk birkaç gece mevcut rahatsızlıkların giderilmesi yönünde bakım verilmelidir. Gerekli durumlarda ilaç tedavisi ihtiyacı da olabilir. Yorucu bir süreçten çıkmış olan annenin bebek bakımına ilişkin sosyal desteği de bu süreçte oldukça önemlidir. Bebek bakımı konusunda anneye destek olunması, uyuması için ortam oluşturulması, ziyaretçilerin kısıtlanması yapılacak girişimlerden bazılarıdır. Anneye destek olma ve yapacağı işlerde onu cesaretlendirme aynı zamanda anksiyetesini de azaltacaktır. Anahtar Kelimeler: Postpartum, uyku, bakım 266 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey DOĞUM AĞRISININ NON-FARMAKOLOJİK YÖNTEMLERLE YÖNETİLMESİ VE BU YÖNTEMLERİNİN ÖNEMİNİN VURGULANMASI Sevim Elif URGAN Bezmialem Vakıf Üniversitesi GİRİŞ-AMAÇ: Bu posterde doğum ağrısı, doğum ağrısının yönetimi ve doğumda anneyi rahatlatacak non-farmakolojik yöntemlerin hemşire ve ebelerde farkındalık oluşturmak ve uygulamaları konusunda cesaretlendirmek amaçlanmıştır. GENEL BİLGİ: Doğum anne için özel bir süreçtir. Bu sürecin fizyolojik bir parçası da doğum ağrısıdır. Doğum ağrısının doğal olduğunu, her annenin bu ağrıyı çekmesi gerektiği inancı yanlıştır ve bu durum isteğe bağlı sezaryen oranlarını arttırmaktadır. Doğum ağrısı kontrol edilebilen bir ağrıdır. Bunu yönetemeyen anneler, korktukları için sezaryene yönelmektedir. Ağrının kontrol altına alınması anneye fiziksel ve duygusal yararlar getirir. Alınmadığı taktirde anne ve fetüste; maternal hipotansiyona bağlı fetüsün oksijenasyonunda bozulma, oksijen saturasyonunun ani olarak düşmesi, kan basıncının yükselmesi, erken doğum olasılığı, annede aşırı yorgunluk ve bitkinlik görülebilmektedir. Nonfarmakolojik ağrı kontrol yöntemleri oldukça ekonomik, konforlu, güvenilir ve kullanımı kolay uygulamalardır. Analjezik etkisi kapı kontrol teorisi ve endofrin teorisi ile açıklanan bu yöntemlerin doğumda anksiyete ve korkuyu azalttığı, ağrı kontrolünü arttırdığı ve konforu desteklediği bilinmektedir. Doğumda kullanılan nonfarmakolojik ağrı kontrol yöntemleri; masaj, hareket etme ve pozisyon değiştirme, sıcak-soğuk uygulamalar, duş, solunum egzersizleri, müzik, aromaterapi, gevşeme ve acupressure’dır. SONUÇ-ÖNERİLER: Bu posterde; günümüzde doğum ağrısının bilgisizlik, korku, endişe ve destek yoksunluğu nedeniyle daha da şiddetlendiği netlik kazanmıştır. Bu nedenle temel amacı annenin ağrısını yönetmek olan bu yöntemlerin biz hemşire ve ebeler olarak doğumhanelerimizde de uygulanması gerektiğine dikkat çekmek için hazırlanmıştır. Anahtar Kelimeler: doğum ağrısı, nonfarmakolojik,ağrı yönetimi 267 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey ADÖLESAN GEBELERDE RUHSAL SORUNLAR Abdurrezzak GÜLTEKİN1, Aysel ÖZDEMİR1, Funda BUDAK1 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Dünya çapında adölesan yaşta gebe kalan adölesan gebelik sayısı hiç de azımsanmayacak bir orandadır. Adölesan yaşta gebelik hem anne hem de doğacak çocuk için çeşitli riskler oluşturmaktadır. Bu derlemenin amacı adölesan gebeliklerde annenin ruhsal sorunlarını literatür çerçevesinde tartışmaktır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 20002006 yılları arasında adölesanlarda yaklaşık olarak 14 milyon doğum olayı meydana gelmiştir. Ülkemizde Diyarbakır ilinde yapılan bir incelemede kızların % 20'sinin adölesan yaşta evlendiği tespit edilmiştir. Adölesan gebelik annenin yoğun stres yaşamasına, depresyona girmesine ve çeşitli ruhsal sorunları beraberinde getirmektedir. Brezilya'da adölesan annelerde yapılmış bir çalışmaya göre, annelerin % 13'ünde depresyon görüldüğü saptanmıştır. DSÖ 2012 verilerine göre intiharda tam veri verilmediği ancak intihar oranındaki yüzdeliğin artışta olduğu belirtilmiştir. Adölesan yaşta evlenme ve gebe kalma hem beden hem de ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Adölesan çağda evlenme ve gebe kalmanın önlenmesi için topluma eğitim verilebilir. Anahtar Kelimeler :Adölesan, Adolesan Gebelikler, Gebelik, Ruhsal Sorunlar 268 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELERDE DOĞUM KORKUSUNUE TKİLEYEN FAKTÖRLER Abdurrezzak GÜLTEKİN1, Aysel ÖZDEMİR1, Funda BUDAK1 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Gebelerde doğum korkusu kadınlarda sık görülen ve bu korkuyla baş edilmesi güç olduğu düşünülen bir problemdir. Bu derlemenin amacı, gebelik döneminde korku yaratan etkenleri literatür doğrultusunda tartışmaktır. Gebelerde doğum korkusunu etkileyen faktörler önceki olumsuz deneyimler,doğumu yaptıran sağlık görevlilerinin tutumları, çevredeki insanlardan duyulan olumsuz düşünceler olarak belirlenmiştir. Bu faktörler gebeler üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Yanıkkerem ve arkadaşlarının (2008)'de yaptıkları çalışmaya göre gebelik döneminde korku yaşayan kadın oranı %20 olarak tespit edilmiştir.Gebelik döneminde doğum korkusu yaşayan gebe oranı yüksektir. Doğum korkusunu azaltmak için, doğum öncesi gebe eğitim sınıfları oluşturulup, gebelerde doğum korkusunu gidermek için eğitimler verilebilir. Bu eğitimlerden gün geçtikçe dünya çapında yaygınlaşan Hipno-Birthing metodunun da faydalı olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler :Doğum,Doğum Korkusu, Gebelik 269 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN HASTALARIN UYKU KALİTESİ Betül Kirik * Gülşah Tanrıverdi ** *Kayseri Yahyalı Devlet Hastanesi, Hemşire ** Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İç Hastalıkları A.B.D Öğretim Görevlisi Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH); zararlı gaz ve partiküllere karşı gelişen havayolları ve akciğerin artmış kronik inflamatuvar yanıtı ile ilişkili ve genellikle ilerleyici özellikteki kalıcı hava akımı kısıtlanması ile karakterize, yaygın, tedavi edilebilir ve önlenebilir bir hastalıktır. Alevlenme sıklığı ve komorbiditelerin varlığı hastalığın şiddetine katkıda bulunur. Uyku ile ilişkisi en cok araştırılan akciğer hastalığı, kronik obstruktif akciğer hastalığıdır. Amerikan Uyku Akademisi yeni uluslar arası uyku bozuklukları sınıflamasında kronik obstruktif akciğer hastalığı Alt Solunum Yolları Obstrüksiyonuna Bağlı Uyku ile İlişkili Hipoventilasyon/ Hipoksemi başlığı altında tanımlanmaktadır. Nokturnal oksijen desaturasyonu, KOAH hastalarında morbidite ve mortaliteyi artıran en onemli uyku sorunudur. KOAH’ın en belirgin semptomu olan nefes darlığını, KOAH hastaları nefes almak için daha çok çaba harcama, bunalma, hava açlığı olarak adlandırırlar ve bu hastalarda nefes darlığı, günlük aktivitelerinde kısıtlanma, yaşam kalitesinde kötüleşme ve anksiyetedepresyonun en belirgin nedenidir. Hastalarda; nefes darlığı, öksürük, balgam, ventilasyon/perfüzyon (V/Q) dengesinde bozulma, artan solunum çabası, eşlik eden hastalıklar ve tedavide kullanılan ilaçlar uyku kalitesinde bozulmalara neden olabilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre; 2030 yılında %8.6’lık payla üçüncü sırada yer alması beklenen KOAH, günümüzde tüm ölümlerin %5.5’inden sorumlu olarak beklenenden önce üçüncü sıraya yerleşmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu 2012 verilerine göre, Türkiye’de toplam 320 967 ölümden 31026’sı solunum sistemi hastalıkları nedeniyle gerçekleşmiştir ve bu ölümlerin de 19 087’sinin (%61.5) nedeni KOAH’tır. KOAH’lı hastalarda; uyku parçalanır, sık arousallar izlenir, gece hava yolu direnci ve obstruksiyonu artar, oksijen desaturasyonu artar, hipoksi ve hiperkapni gelişir, yardımcı solunum kaslarının kullanımı artar. Hasta uykuyu başlatmakta ve sürdürmekte zorluk çeker. KOAH hastalarında kronik bronşit ya da amfizem komponenti olan kişilerde nefes darlığı ve halsizlik dışında üçüncü sırada görülen semptom %43 oranında olan uyku problemleri olmuştur. KOAH’ta solunum kontrolü, uyku ve uyanıklıkta sağlıklı bireylerle aynı temel özelliklere sahip olmasına karşın, solunum ve gaz değişimi olumsuz etkilenmekte ve hızlı göz hareketleri (REM) sırasında solunum kaslarında görülen atoni hiperkapni ve hipoksiyi derinleştirmektedir. Yapılan çalışmalarda KOAH hastalarının sağlıklı bireylere oranla uyku kalitelerinin düşük olduğu saptanmıştır. Hastalık yılının artmasıyla birlikte uyku problemlerinin arttığı görülmüştür. Yalnız yaşayan KOAH hastalarının uyku kalitesi kötü bulunmuştur. KOAH'ta ailenin sosyal desteğin en önemli parçası olduğu belirtilmekte ve yeterli aile desteğine sahip hastaların tedavi, bakım ve rehabilitasyonunun olumlu yönde 270 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey etkilendiği, hastalığa uyumlarının arttığı ve hastalık semptomları ile daha iyi baş edebildiği gösterilmiştir. Hastaneye yatan KOAHlı bireylerin yatmayan bireylere göre uyku kalitelerinin daha kötü olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: KOAH, Uyku Kalitesi,Hemşirelik,Semptomlar 271 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKTE MADDE KULLANIMI ve PRENATAL BAĞIMLILIK Aysel ÖZDEMİR1, Abdurrezzak GÜLTEKİN1, Funda BUDAK1 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Kadınlarda madde kullanımı, annelik ve doğurganlık özellikleri dikkate alındığında, önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. İntrauterin hayattayken anneleri opioid madde kullanan bebeklerde, nörogelişimsel ve fiziksel olarak görülen çeşitli bozuklukların yanında uterin hayatta prenatal bağımlılık; doğum sonu dönemde ise neonatal yoksunluk görülmektedir. Bu derlemenin amacı gebelikte madde kullanımı ve prenatal bağımlılık hakkında bilgi vermektir. Kadınlarda madde kullanımı giderek erkeklerle aynı seviyeye yaklaşmaktadır. Lamy ve Thibaut’a göre tüm dünyada gebe kadınların sigara kullanımı %20-30; alkol kullanımı % 15, kannabis kullanımı % 3-10, kokain kullanımı % 0.5-3 arasında değişmektedir. Ülkemizde EMCDDA 2014 ulusal raporuna göre, 15-64 yaş aralığındaki kadınların yaşamları boyunca en az bir kez bağımlılık yapıcı maddeyi deneme oranı % 2.7 olarak tespit edilmiştir. Annenin madde kullanım süresi ve dozuna bağlı olarak tahribat değişmekle birlikte, gebelikte madde kullanımı bebekte büyüme, öğrenme, motor gelişim bozukluklarına, dil, dikkat, hafıza gibi bilişsel bozukluklara neden olmaktadır. İskoçya’da 925 gebe ile yapılan bir çalışmada gebelerin % 55.4’ ünün opioid kullandığı tespit edilmiştir. Opioid kullanan gebelerde doğumsal komplikasyonlar 6 kat fazla bulunmuştur. Opioid kullanan annelerin yenidoğanları intrauterin hayatta bu maddeye maruz kalarak fiziksel bağımlı olmaktadır ve doğum sonu dönemde neonatal yoksunluk sendromu çekmektedirler. Opioid bağımlısı annelerin bebekleri irritabilite, gastrointestinal disfonksiyon, solunum sıkıntısı, esneme, hapşırma, ateş gibi opiat çekilme belirtileri göstermekte ve hastanede uzun süre farmakolojik tedavi görmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde gebelerin madde kullanımı giderek artmaktadır. Bu nedenle sağlık çalışanlarının madde bağımlılığı konusunda temkinli yaklaşmaları, gebelerin bağımlılık özelliklerini sorgulamaları, olguların erken dönemde tespitinin ve yönlendirilmesinin sağlanması gebe ve yenidoğan sağlığı açısından önem arz etmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, Madde Bağımlılığı, Prematür Bağımlılık 272 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey GEBELİKTE İNTİHAR Aysel ÖZDEMİR1, Abdurrezzak GÜLTEKİN1, Funda BUDAK1 1 İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Gebelik, kadın yaşamının doğal bir sürecidir ve kadınlar bu süreç boyunca bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan birçok değişiklik yaşamaktadırlar. Gebenin bu değişikliklere olumlu uyum gösterememesi ve çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilen stresle baş edememesi durumunda anne ve çocuk için kriz dönemi başlamaktadır. Bu derlemenin amacı gebelikte yaşanan ruhsal krizlerin yol açtığı intihar eylemleri hakkında bilgi vermektir. Gebelikte ruhsal bozukluklar daha çok ikinci trimesterda gözlenmektedir. Fark edilmeyen ve ya tedaviyi red eden ruhsal bozukluklar, annede madde kullanımına, yetersiz beslenmeye, işlevsellik kaybına, yaşam kalitesinin azalmasına, majör depresyona hatta intihara varan sonuçlar doğurabilmektedir. Her ne kadar gebelikte intihar girişimleri düşük olsa da hem annenin hem de bebeğin yaşamını tehdit etmesi bakımından önemli sonuçları vardır. Dünya genelinde yapılan çalışmalarda gebelikte intihar oranları % 0.4 ve % 6.7 arasında iken yüksek riskli gebelerde bu oran % 5 civarındadır. Ülkemizde gebelik döneminde görülen intihar girişimleri ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Yapılan bir çalışmada oran % 4.4 olarak bulunmuştur. Gebelikte intihar vakaları daha çok, majör depresyon vakalarında, yüksek riskli gebeliklerde, daha önceden psikiyatrik hastalık öyküsü olanlarda, istenmeyen evliliklerde, istenmeyen gebeliklerde, çocuk gebeliklerde ve sosyal destek yoksunluğunda görülmektedir. Zengin ve ark, 56 gebe ile yaptığı çalışmada, gebelerin 15’i can sıkıntısı nedeniyle, 12’si istenmeyen gebelik nedeniyle, 11’i duygusal nedenlerle, 9’u aile içi şiddet nedeniyle acil servise intihar girişimi ile başvurmuştur. Gebelikte intihar, anne ve bebeğin hayatını tehdit etmesi açısından önemlidir. Özellikle, birinci basamakta hizmet veren sağlık personellerinin gebelikte ruh sağlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olması erken dönemde intihar girişimlerini nleyeceğinden eğitim programları uygulanması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, İntihar, Gebelikte İntihar 273 1. Uluslararası Doğu Akdeniz Ebelik Kongresi 1st International Eastern Mediterranean Midwifery Congress 11-14 Mayıs / May 2017 Adana - Turkey BAKTERİYEL VAJİNOZİS OLGULARINDA KENDİ KENDİNE VAJİNAL ÖRNEK TOPLAMANIN ÖNEMİ Burcu YILMAZ*, Nebahat ÖZERDOĞAN** *Eskişehir Osmangazi Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, Arş. Gör. ** Eskişehir Osmangazi Üniversitesi SBF, Ebelik Bölümü, Doç. Dr. Bakteriyel vaginozis (BV), gebe ve gebe olmayan kadınlarda vajinitin ve anormal vaginal akıntının en sık nedeni olup bugünkü çalışmalar gebe kadınların % 10-50'sinde BV’i pozitif olarak bildirmektedir. BV, vaginal florada aerobik laktobasillerin azalması ve anaerop Bacteroides, Peptostreptococcus, Gardnerella ve Mycoplasma türlerinin artması ile karakterize bir tablodur. Bu organizmalardan gardnerella vaginalisin postpartum bakteriyemi, endometrit, pelvik inflamatuvar hastalık, erken membran rüptürü, erken doğum eylemi, koriyoamniyonitis, postoperatif enfeksiyonlar ve vaginal abselerle ilişkili olduğu bulunmuştur. BV’in tanılamada kullanılan yöntemlerden birisi Amsel kriterleridir ve BV’i şu dört kriterden üçünün bulunmasıyla tanımlar; 1. İncehomojen, kötü kokulu, vajinal duvarlara yapışan ancak silinebilen bir akıntı, 2.Vajinal pH’ın 4,5’in üstünde olması, 3. Pozitif whiff testi. (Vajinal akıntı örneği %10 KOH ile karıştırıldığında bayat balık kokusuna benzer bir koku yayılması). 4. İpucu hücrelerinin (clue cell) görülmesidir. Diğer yandan Nugent ve arkadaşları, yaptıkları çalışmalarda en sık rastlanan bakteri olarak, Laktobasillus, Gardnerella /Bakterioides ve Mobilincus’u bildirmişlerdir. Bu üç morfotipi kullanılarak BV tanısında kullanılabilecek ve 0-10 arasında değişen bir skorlama sistemi (Nugent puanlama sistemi) oluşturulmuştur. Yapılan çalışmalarda Nugent puanlama sistemi güvenilir olarak bildirilmektedir. Vajinal akıntıdan sürüntü alma işlemi genellikle pelvik muayene sırasında sağlık personeli tarafından yapılmaktadır. Bununla birlikte, kendi kendine toplanan vajinal sürüntülerin BV tanılanmasında kullanılması, epidemiyolojik çalışmalar için verimli olabilir. Bunun için kullanılan kitlerde vajinadan sürüntü alınan kartlar, özel geliştirilmiş renk skalasına göre değerlendirilmektedir. Nelson ve arkadaşlarının gebelerle yaptıkları çalışmada kendi kendine sürüntü toplama ile yapılan testlerin pozitif veya negatif BV sonuçları ile spekulum muayenesi ile elde edilen test sonuçlarının güçlü bir uyumluluk gösterdiği belirtilmiştir. Ayrıca kendi kendine sürüntü toplama yönteminin kadınlar tarafından daha kabul edilebilir olduğu ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar da dâhil birçok vajinal durumu tanılamada kullanışlı olduğunu bildirilmektedir. Kültürel açıdan da bakıldığında, kadınlar üreme sistemi enfeksiyonlarının taranması için spekulum muayenesi konusunda daha isteksiz olabilmektedirler. Vajinal kitlerin kullanımı hem kadınlar için uygulaması kolay hem de sağlık kuruluşu için zaman, iş gücü ve maliyeti açısından daha verimli olabilir. Bu yöntemle kısa sürede daha çok BV tanılaması yapılarak kadınların üreme sağlığı kalitesinin arttırılmasına katkı sağlanmış olur. Vajinal kitlerin kullanımının yaygınlaştırılması için bu alanda yapılacak yeni çalışmalara, ebe ve diğer sağlık personelinin konu ile ilgili farkındalıklarının artırılmasına ihtiyaç vardır. 274