C.1.Halkın yönetimi anlamına gelen demokrasi sözcüğünün aslı

advertisement
C.1.Halkın yönetimi anlamına gelen demokrasi sözcüğünün aslı Yunancadır. Ama
demokrasinin beşiği olarak bilinen Yunan Siteleri ve özellikle Atina Sitesi her zaman
demokrasiyle yönetilmemiştir.
Yunan düşünürlerinin yapıtlarına bakıldığında birbirini izleyen üç yönetim biçiminden ve
onun bozulmuş biçimlerinden sık sık söz ettikleri görülmektedir. Monarşi zamanla tiraniye
dönüşmekte; oligarşi kendi içinde yozlaşmakta; demokrasi ise aşırı bir biçimde uygulanınca
anarşi haline gelmektedir.
Atina Sitesinde M.Ö. V. Yüzyılda uygulanan demokrasiden ne anlamak gerekir? Her şeyden
önce Yunan demokrasisi büyük bir köle yığını üzerine kurulmuştur. Demokrasi vatandaşlar
içindir, yoksa köleler için değil. Yunan’da kimi insan emretmek, kimisi de emirlere
boyun eğmek üzere doğar. Yunan’a göre vücudun ruha bağlı olması gibi köle de
efendisine bağlıdır. Kölelik doğuştan olduğu gibi aynı zamanda savaş hukukunun bir
ürünüdür.
Perikles’e göre demokrasi olabilmesi için yasaların herkes için aynı olması (isonomia),
Site’nin işlerine katılmakta (isegoria), siyasi iktidara katılmakta (isocratia) eşitlik olması
gerekir. Görüldüğü gibi Yunan demokrasisi eşitliğe özel bir önem vermektedir. Böylece
halkın oligarşinin saldırısına karşı koyması sağlanacağı gibi büyük aileler de halka
dayanan bir tiraniden korunmuş olacaktır. Demek ki demokrasi, aşırılıkları önleme,
denge sağlama aracıdır.
Yunan’da ahlak kuralları içinde “ölçülü olmak” başta gelmektedir. Demokrasinin
görevi işte bu ölçüyü sağlamaktır. Yunan düşünürleri için ahlak ile siyaset birbirinden
kesin sınırlarla ayrılmamaktadır. Bir başka ifadeyle ahlak ile siyaset iç içedir. Yunan
demokrasisi, vatandaşlar arasında eşitliğe önem veren yanıyla klasik demokrasi
anlayışından birçok bakımlardan ayrılmaktadır. Yunan demokrasisi mutlak bir
demokrasidir. Liberal bir demokrasi değildir. Ağır basan eşitlikçiliğiyle, daha sonra ortaya
çıkacak yol ayrımında, Rousseau’ların Robespierre’lerin demokrasisine, XIX yüzyıl Avrupa
burjuvazisinin liberal demokrasisinden çok daha yatkın.
Yunan Sitesinde özgür olan vatandaştır, yani köle ve yabancıların (Metek) dışında, Site
yönetimine, kamu hizmetlerine katılan kişi özgürdür. Özgürlüğün ölçütü yönetime,
yasaların yapılmasına katılabilmektir. Yunan vatandaşı, yasaların yapılmasına
doğrudan doğruya katılabildiği gibi seçimle, kura usulüyle ya da sırası gelince kısa bir
süre yönetici de olmaktadır. O dönemde daha kamu hizmetleri uzmanlık gerektirecek
kadar karmaşık hale gelmemiştir. Öte yandan o dönemde Sitenin yüzölçümü ve nüfus
bakımından bugünün milli devletinden çok daha küçük oluşu, Yunan Sitelerinde
doğrudan demokrasinin (vatandaşların tümünün kanunların yapılmasına katılması)
uygulanmasını kolaylaştırmıştır.
Yunan Siteleri doğal, terk edilemez, devredilemez haklara sahip bireyler ile bu hakları
çiğnemek için fırsat bekleyen, bu yüzden de yetki sınırlarının çizilmesine çalışılan devlet
iktidarları arasındaki çekişmeye yabancıdır. Görüldüğü gibi Yunan’da özgürlük, yönetime
katılmak anlamına gelmektedir. XIX. Yüzyılın liberal devletinden farklı olarak bireyleri
çoğunluğun baskısından kurtaracak önlemler düşünülmemiştir.
C.2.Hobbes toplum sözleşmesinden şu çıkarsamaları yapar:
a.Toplum sözleşmesinin varlık nedeni can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Can güvenliği
sağlandığı sürece uyruklar egemene boyun eğerler.
Ancak egemen yasal olarak bile, yani yasalara uygun olarak uyruğu cezalandırmak için bile,
bir uyruğu öldürmeye, yaralamaya kalktığında, uyruğun egemene boyun eğmeme özgürlüğü
vardır. Bu durumda egemenle uyruk arasında doğa durumuna, savaş durumuna dönülmüş
olur. Uyruk karşı koyar, egemen de doğa durumunun yasasına uygun biçimde büyük gücünü
kullanarak gerekeni yapar, o başka.
Hobbes, can güvenliği konusundaki bu tutumunu mal güvenliği konusunda sürdürmez.
Nedeni, doğa durumunda zaten mülkiyetin bulunmamasıdır. Bu nedenle uyruklar egemene
karşı mülkiyet haklarını öne süremezler. Ama egemen, uyrukların birbirlerine karşı mülkiyet
haklarının koruyucusudur.
b.Sözleşme, uyruklar arasında yapılmış bir sözleşmedir. Egemen, sözleşmeye taraf değildir.
Dolayısıyla uyruklara karşı hiçbir yükümlülük altına girmemiştir. Uyruklar ise kendilerini
yönetme haklarını tümüyle egemene devrettiklerinden, egemenin buyruklarına mutlak bir
boyun eğme yükümlülüğü altına girmişlerdir.
Bu nedenle uyruklar sözleşmede taraf olmayan egemeni başlarından atamazlar. Hobbes,
uyrukların, sözleşmeden, başkaldırma, direnme, devrim hakları çıkaramayacaklarını
belirtmektedir. Uyrukların direnme hakları olmadığı gibi yönetim biçimini değiştirme hakları
da yoktur. Dikkat edilirse Hobbes hep bir iç savaşı önlemeye yarayacağını sandığı
çıkarsamalar yapmaktadır. Egemenin uyruklar üzerindeki erki mutlaktır. “Yaşamaktan
öldürmeye kadar her şeye egemen erktir o.”
Egemen, yasama, yürütme, yargı haklarını; savaş ve barış yapma yetkisini, cezalandırma
yetkisini elinde toplamıştır. Yetkileri düşünce özgürlüğüne sansür koyma noktasına kadar
uzanmaktadır.
Egemin emri ile bir uyruk öldürülebilir. Uygulamada bu sık sık görülür. Gene de egemen
uyruğuna bir kötülük yapmış sayılmaz. Çünkü uyruk ona bu yetkiyi vermiştir. Suçsuz bir
uyruğu öldüren egemen bile uyruğa haksızlık yapmış sayılmaz. Gerçi egemenin bu tutumu
doğa yasasına aykırıdır. Ama bu yolda egemenin yaptığı haksızlık, doğa yasasını çiğnediği
için uyruğa karşı değil tanrıya karşı yaptığı bir haksızlıktır. Dolayısıyla egemen tanrıya karşı
sorumludur. Hobbes’un egemen haksız hatta zorba da olsa ona boyun eğilmesini istemesinin
gerisinde, egemene karşı konulduğunda ortaya çıkabilecek iç savaş durumunun zorbalıktan
(despotluktan, tiranlıktan) daha kötü sonuçlar doğuracağı inancı yatmaktadır:
c.Uyrukların kendilerini yönetme haklarını devrettikleri egemen bir kişi ya da kurul olabilir.
Egemen bir kurul ise oy çokluğu bu kurulun iradesini tek bir iradeye dönüştürür. Böylece
egemenlik gene mutlak ve bölünmemiş kalır. Hobbes’un toplum sözleşmesi kuramı, daha çok
monarşiye uyan bir kuram olmakla birlikte, Hobbes’un temel kaygısı monarşiyi savunmak
değil, anarşiden korunmaktır.
Hobbes’un siyaset kuramı daha çok monarşiye uygundur. Hobbes, monark kamu çıkarı için
çalıştıkça monarşiyi yeğleyeceğini ortaya koyar. Meclis ise zıt görüşlerle bölünebilir ve bu
anarşiye yol açabilir. Öte yandan Hobbes’a göre egemenliğin bir kurulda, mecliste olduğu
durumlarda, insanların eşitliği ilkesi çiğnenebilir. Meclisler belli bazı sınıfları temsil edip,
onların çıkarlarına çalışıp, insanların doğal eşitliği ilkesine aykırı davranabilirler ki bu da
başka bir iç savaş nedeni olabilir. Hobbes’un zamanındaki meclisler, Lordlar Kamarası hatta
Avam Kamarası, Venedik Büyük Konseyi, demokratik halk meclisleri değil, oligarşik sınıf
meclisleri olduğu için böyle düşünmekte haklıdır. Hobbes’a göre bu meclis yönetimlerine
karşılık monarşide bütün uyruklar, monarkın karşısında eşit durumdadırlar.
C.3. Machiavelli siyasal düşünüşte bir dönüm noktasıdır. Ondan önceki tüm düşünürler, hatta
burjuvazinin siyasal görüşlerini savunuyor da olsalar, kendilerini dinsel düşünüşün
etkilerinden kurtaramamışlardır. Daha da önemlisi, dinsel düşünüşün etkisiyle, siyasal
görüşlerini hep “ideal olarak nasıl olması gerekir, nasıl olması daha doğru olur?” sorusu
açısından sunmuşlar, siyasal olayları bu açıdan değerlendirmişlerdir.
Machiavelli ise siyasal erkin tanrıdan değil, kuvvetten doğduğunu gözlemleyip, bunu kabul
edebilmiştir. Böylece Machiavelli siyasal düşünüşü dinsel düşünüşten arındırarak
“laikleştirirken”, dinsel olan ve olmayan her türlü önyargıları bir yana bırakmaya çalışarak,
siyasal düşünüşü aynı zamanda “bilimselleştirme” girişiminde bulunmuştur. Bu nedenle
Machiavelli, günümüz siyasal biliminin de kurucusu kabul edilmektedir.
C.4. Locke, mülkiyet konusuna büyük önem vermekle birlikte, mülkiyete ilişkin
düşüncelerini berraklaştırmış, ya da daha doğrusu kesin, tutarlı bir duruma getirmiş değildir.
Locke, mülkiyet anlamına gelen property ve estate sözcüklerini kullanmıştır. Property
sözcüğü ile mülkiyet yanı sıra yaşam ve özgürlüğü de içererek, bir insanın sahip olduğu
“geniş anlamda mülkiyeti” dile getirir. Estate’i ise bildiğimiz dar anlamda mülkiyet için
kullanır. Ancak bu anlamda bile birbirinden farklı iki mülkiyet anlayışına sahiptir. Mülkiyet
konusunda, bir yandan kapitalizmin yararına işleyecek düşünceleri, öte yandan emek-değer
kuramına temel olarak alınabilecek görüşleri savunur.
Mülkiyet hakkını savunurken, insanın üzerinde emek harcadığı şeyi istediği gibi kullanma
hakkının doğacağını ileri sürmektedir. Çünkü emek harcayıp onu biçimlendirip üreterek,
kişinin kişiliğini sanki o nesnenin üzerine genişletmekte, ürettiği mal kişiliğinin bir parçası
durumuna gelmektedir. Burada Locke, bir yandan mülkiyeti kişiliğin bir parçası durumuna
getirecek kadar kutsallaştıran bir burjuva mülkiyet tutkusunu dile getirirken, bin yandan da,
mülkiyet hakkını emeğe bağlayarak, ileride Ricardo ve Marx tarafından geliştirilecek olan
“emek-değer” kuramına benzeyen bir görüşü savunmaktadır.
Öte yandan Locke’un toprak mülkiyeti konusunda, bir kişinin ancak sürebileceği
büyüklükte toprağa sahip olmasının gerektiğini, daha çoğuna hakkının olmadığını
söylemesi de, daha çok aristokratların büyük toprak mülklerine karşı duyulan burjuva
görüşünü dile getirmektedir. Gerçekten, toprak biçimindeki mülkiyetin
sınırlandırılmasından yana olan Locke, ticaretten ve sanayiden elde edilen büyük
mülkiyet konusunda hiçbir şey söylememektedir.
Onun mülkiyete neredeyse özgürlükten fazla önem verdiği görülmektedir. Sonuç olarak,
Locke’un mülkiyete karşı duyduğu bu tutkusunun, onun bir burjuva liberal siyaset
kuramcısı olması rolüne uygun düşmektedir.
Download