MALZEME BİLGİSİ

advertisement
MALZEME BİLGİSİ
Doç. Dr. Ali GÜNDOĞDU
Gıda Müh. Böl.
GİRİŞ
Genel anlamda ,ihtiyaç duyulan maddelere
malzeme denir.
 Teknik anlamda ise, mühendislik
uygulamalarında kullanılan katı maddelere
malzeme adı verilir.
 Günümüzde kullanılan malzemeler dört ana
grupta incelenir:
1. Metalik Malzemeler: Al, Cu, Zn, Fe ve Ni
gibi saf metaller ile bir metalin diğer
elementlerle oluşturduğu çelik (Fe–C), pirinç
(Cu–Zn) ve bronz (Cu–Sn) gibi alaşımlardır.

2. Seramik Malzemeler: Genelde metallerle metal
olmayan elementlerin oluşturduğu Al2O3, MgO,
SiO2, Al2Si2O5(OH)4 ve SiC gibi inorganik kimyasal
bileşikler veya böyle bileşiklerin cam, tuğla, beton
ve porselen olarak adlandırılan karışımlarıdır.
Cam; ana madde SiO2’nin yanında alkali ve toprak
alkali metal oksitleriyle bazı diğer metal oksitlerini
içerir.
Tuğla; kilden yapılır. Killer genelde Al2O3, Fe2O3, SiO2,
CaO, MgO, NaO vb. içerirler.
Beton; çimento ve su karışımıdır. Çimento ise; CaO,
MgO gibi alkalin öğeler ve SiO2, Al2O3 ve Fe2O3 gibi
hidrolik öğelerden oluşur. Betonun sertleşmesi için su
gerekir.
Porselen; seramikten farkı, pişirme sıcaklığı daha
yüksektir. Seramik su emer ve daha dayanıksızdır.
Ayrıca seramik ışığı geçirmezken porselen geçirir.
3. Organik Malzemeler: Karbonun başta
hidrojen olmak üzere oksijen, azot, flor ve klor
gibi metal olmayan elementlerle oluşturduğu
büyük moleküllü organik bileşiklerdir. Bunlar
doğal ya da yapay olabilirler. Ağaç, deri ve
kauçuk olanlar doğal, poliester, polietilen,
politetrafloroetilen (teflon) ve polivinilklorür
(PVC) gibi plastikler de yapay olanlara örnektir.
4. Karma veya Kompozit Malzemeler:
Yukarıdaki grupların farklı özelliklerini belirli
ölçüde bir malzemede toplamak amacıyla
değişik gruplardaki malzemelerin makro
düzeyde birleştirilmesiyle oluşturulan
malzemelerdir.




Örneğin; betonarme (beton+çelik), cam lifleriyle
kuvvetlendirilmiş plastik (plastik+cam lifleri), metal
matriksli kompozitler (metal+seramik).
Malzemelerin özellikleri iç yapılarına bağlıdır.
Örneğin bir malzeme çok yüksek sıcaklığa çıkartılıp
soğutulduğunda mukavemeti azalır. Bu işlemle
kimyasal yapı değişmez, ancak iç yapıdaki değişim
mukavemeti etkiler.
Malzeme seçiminde yalnızca mekanik özellikler
yetmez. Bu nedenle üretilen bir parçanın özelliklerini
anlamak için iç yapısına bakmak gerekir.
Ayrıca kullanım sırasında da parçanın iç yapısında
yapısal değişimler olabilir ve böylece parçanın
davranışı etkilenebilir.
MALZEMELERİN ATOM YAPISI
Malzemelerin özellikleri yapılarına bağlıdır.
 Bu yapılar da atomlarının cinsine, dizilişine ve
birbirine bağlanış şekillerine göre değişir.
 Atomların malzeme içerisine dizilişleri birim
hücreler yardımıyla gösterilebilir.
 Milyarlarca birim hücrenin belirli bir düzen
içerisinde bir araya gelmesiyle malzemelerin
taneleri oluşur.
 Bu taneler de bir araya gelerek malzemenin iç
yapısı oluşur.
 En küçük yapı taşı atom olduğundan
malzemelerin yapılarının anlaşılması atomik
özelliklerinin incelenmesiyle yapılır.

ATOM YAPİSİ VE ELEKTRON DÜZENİ
Bütün yapılar kimyasal elementlerden oluşur.
 Elementler de atomlardan meydana gelir.
 Bir elementin kimyasal özelliklerini taşıyan en
küçük parçasına o elementin atomu denir.
 Bir atom 3 parçacıktan oluşur: elektronlar
(negatif elektrik yüklü), protonlar (pozitif
elektrikle yüklü) ve nötronlardır (yüksüz ya da
nötr).
 Atomun neredeyse tüm kütlesi çekirdekte
toplanmıştır.
 Çekirdek proton ve nötronlardan oluşur.
 Protonun kütlesi yaklaşık 1,673 x 10–24 g ve
nötronun kütlesi de yaklaşık 1,675 x 10–24 g’dır.

Elektronun kütlesi ise 9,11 x 10–28 g olup bu
değer protonun kütlesinin yaklaşık olarak
1/1800’üne eşittir.
 Proton ve nötronları içeren pozitif yüklü çekirdek
negatif yüklü elektronlarla sarılmıştır.
 Atom elektrik yükü bakımından nötrdür. Yani
atomun toplam elektrik yükü sıfırdır.
 Elektronlarla protonların elektrik yükleri eşit,
ancak zıt işaretli olduklarından nötr bir atomun
elektron sayısı proton sayısına eşittir.
 Proton sayısı Z, nötron sayısı N ise o elementin
atom numarası Z olur ve kütle numarası veya
atom ağırlığı A ise Z + N ile verilir.

Bir elementin atom numarası aynı, kütle
numarası farklı olan türlerine o elementin
izotopları denir.
 Doğada bulunan elementler genelde farklı
izotoplardan oluşur.
 Bu nedenle bir elementin atom ağırlığı
izotopların ortalama ağırlığı olup, bu değer tam
sayı olmayabilir.
 Elementlerin atom numaraları ile atom
ağırlıkları veya kütle numaraları periyodik
tablolarda belli bir düzene göre gösterilir.

Alkali Metals
THE PERİODİC TABLE
Alkaline Earths
Halogens
Main Group
Transition Metals
Main Group
Noble Gases
Lanthanides and Actinides
Şekil 1. Periyodik Tablo
Elektron sayısı proton sayısından farklı olan
atoma iyon denir.
 Atom dışarıdan elektron alırsa negatif yüklü
iyon veya anyon, elektron kaybederse pozitif
yüklü iyon veya katyon durumuna geçer.
 Bohr Atom Modeline göre elektronlar çekirdek
etrafında yarıçapı rn olan belirli dairesel
yörüngelerde dönerler.
 Her yörüngedeki elektronun belirli bir enerjisi
vardır.
 Söz konusu enerji çekirdekten çekirdekten
uzaklaştıkça artar ve n=∞ olduğunda, yani
serbest elektron için enerji sıfır kabul edilir.

Şekil 2. Elektron kabukları
Şekil 3. Bohr Atom Modeli
Şekil 4. Enerji Seviyeleri
Buna göre bir atomun elektronlarının enerji
değerleri negatif işaret taşır ve bu enerji değeri;
2
2
 𝐸 = −13,6 × 𝑍 /𝑛 𝑒𝑉 formülü ile belirlenir.
 Z: atom numarası veya proton sayısı, n=yörünge
sayısı ya da baş kuantum sayısıdır.
 Ancak Bohr Atom Teorisi’nde bazı hatalar ve
eksiklikler vardır.
 Daha sonra bilim adamları elektronların hem
parçacık hem de dalga karakterine sahip
olduklarını kanıtladılar.
 Modern Atom Teorisi matematiksel bağıntılarla
tanımlanmaktadır.

Heisenberg ve Schroedinger’in 1920’li yıllardaki
çalışmaları ve dalga mekaniğindeki gelişmeler
sonucu, Modern Atom Kavramı bir takım
matematiksel bağıntılarla ifade edilir hale
gelmiştir.
 Bir elektronun yörüngesini tam olarak
belirlemek mümkün değildir.
 Elektronun konumu ancak belirli bir olasılıkla
belirlenebilir.
 Yani elektronun ait olduğu atomun verilen
bölgesinde bulunup bulunmayacağı ancak
belirlenebilir.

Söz konusu olasılık, matematiksel olarak belirli
bir denklem ile gösterilebilir.
 Bu dalga denkleminin çözümü ile n, l, ml ve ms
harfleriyle gösterilen dört kuantum sayısı elde
edilir.
 Bu sayılar elektronun konumunu, enerji
seviyesini ve dönme (spin) yönünü belirler.
 Baş kuantum sayısı (n): Elektronun
bulunduğu enerji kabuğunu gösterir.
 Numaralama iç kabuktan dışa doğru yapılır. Ve
n = 1, 2, 3, 4….. gibi tam sayılarla gösterilir.
 Bir ana kabukta bulunabilecek maksimum
elektron sayısı 2n2 ile sınırlıdır.

Tablo 1. Baş kuantum sayısının gösterdiği enerji kabukları ve
elektron sayıları
Baş kuantum
sayısı
Kabuk
Kabukta bununabilecek maks.
Elektron sayısı (2n2)
1
K
2
2
L
8
3
M
18
4
N
32
.
.
.
.
.
.






Açısal kuantum sayısı (l): Bir elektron kabuğu
içindeki alt kabukları veya alt enerji düzeylerini
belirler.
Bu sayı, orbital türünü belirler. Alabildiği değerler;
l = 0, 1, 2, 3, ….(n–1). Bu alt kabuklar rakamla
gösterilebileceği gibi s(0), p(1), d(2), f(3), g(4), … gibi
harflerle gösterilebilir. Açısal kuantum sayıları
elektron kabukları içinde bulunan elektron
bulutlarını ifade eder.
n = 1 için l = 0 haline karşılık gelen orbital s
n = 2 için l = 1 haline karşılık gelen orbital p
n = 3 için l = 2 haline karşılık gelen orbital d
n = 4 için l = 3 haline karşılık gelen orbital f
Tablo 2. İlk beş elektron kabuğu için alt kabuklar
n
l
1
2
3
4
5
0
0,1
0,1,2
0,1,2,3
0,1,2,3,4
s
s,p
s,p,d
s,p,d,f
s,p,d,f, g



Magnetik kuantum sayısı (ml): Atom etrafında
dolanan elektrolar, bir telden geçen elektrik akımı
gibi düşünüldüğünde manyetik alan oluştururlar.
Atom dış bir manyetik alana yerleştirildiğinde dış
manyetik alanın etkisiyle her bir alt kabuktaki
orbitaller enerji yönünden farklılaşır. Dış manyetik
alan olmadığında her alt kabuktaki orbiatallerin
enerjileri birbirine eşittir. Bu kuantum sayısı
manyetik alanda orbitallerin yönelişi ile ilgilidir.
Magnetik kuantum sayısı, orbitallerin sayısı ve
uzaydaki yönelişlerini belirler.
ml = –l, …., 0, …., +l
kadar değer alır.
Örneğin: l = 1 ise ml = – 1, 0, +1

Bu kuantum sayısı açısal kuantum sayısı ile
belirlenen her bir alt kabukta kaç tane orbitalin
olduğunu gösterir. ml harfi ile gösterilir. – l’den
başlayarak +l’ ye kadar 0 dahil tam sayılı
değerler alabilir. ( ml = –l,….0, ….+l). Her bir l
değeri için 2l+1 kadar ml değeri yani orbital
vardır. s alt kabuğunda 1 orbital p alt
kabuğunda 3 orbital, d alt kabuğunda 5 orbital,
vb. bulunur.
Tablo 3. İlk üç elektron kabuğu için açısal ve
magnetik kuantum sayıları
n
l
m
Orbital Sayısı
1
s
0
1
1
2
s
p
0
-1, 0, +1
1
3
4
3
s
p
d
1
3
5
9
0
-1, 0, +1
-2,-1, 0, +1,+2
 Baş
kuantum sayısı n’ye kabuk, açısal
kuantum sayısı l’ye ise alt kabuk da
denir.
 Her bir kabukta (yani enerji düzeyinde) n2
tane orbital vardır.
 Her bir alt kabuk (2l + 1) tane orbital
içerir.
Spin kuantum sayısı (ms): Elektronların kendi
ekseni etrafında dönmesi ile ilgili kuantum
sayısıdır ve ms ile gösterilir.
 Spin kuantum sayısı, bir yöndeki dönme için +½
ve diğer yöndeki dönme için –½ değerini alır.
 Bu da orbitalde en fazla 2 elektronun
bulunabileceği anlamına gelir.
 Elektronların biri saat yelkovanı yönünde
dönerken diğeri ters yönde döner.
 Böylece her bir elektronun oluşturacağı manyetik
alanlar birbirini yok edeceğinden elektronlar
orbitalde kararlı bir halde dururlar.

ATOMLARARASİ VE MOLEKÜLLERARASİ
BAĞLAR
Malzemelerde atomları bir arada tutan bağlar,
birincil bağlar ve ikincil bağlar olmak üzere iki
grupta incelenebilir.
 Birincil bağlar oldukça kuvvetli olan metalik,
iyonik ve kovalent bağlardır. Bunlar
atomlararası bağlardır.
 İkincil bağlar ise daha zayıf olan Van der Waals
ve hidrojen bağları’dır. Bunlar da
moleküllerarası bağlardır.

METALİK BAĞLAR
Genel olarak metallerin dış kabuklarında en
fazla 3 elektron bulunur.
 Valens elektronları olarak bilinen bu elektronlar
çekirdeğe oldukça zayıf bağlarla bağlıdırlar.
 Elektronların çekirdeğe kuvvetli bağlarla
bağlanabilmesi için 8 tanesinin bir araya gelerek
kapalı bir kabuk oluşturması gerekir. Buna
oktet kuralı denir.
 Bu nedenle metal atomları çekirdeğe gevşek
olarak bağlanan valens elektronlarını kolayca
serbest bırakarak metal içerisinde bir elektron
bulutu oluştururlar.

Elektron bulutu ile pozitif iyon haline geçen
atomlar arasında kuvvetli bir elektrostatik çekim
kuvveti sayesinde atomlar birbirine sıkıca
bağlanırlar.
 Bu şekilde oluşan bağa metalik bağ denir (Şekil
5).
 Magnezyum atomları metalik bağa örnek
verilebilir (Şekil 6).

Şekil 5. Metalik bağın oluşumu
Mg2+ iyonları
Elektron bulutu
Şekil 6. Magnezyum iyonları arasında metalik bağın oluşumu
Atomları metalik bağ ile bağlanan malzemeler,
serbest elektronlara sahip olduklarından
elektriği ve ısıyı iyi iletirler.
 Çünkü, bir metal parçasının uçlarına bir
potansiyel farkı (gerilim) uygulandığında metal
içerisindeki serbest elektronlar harekete geçerek
bir elektrik akımı oluştururlar.
 Ayrıca, yeterince kuvvet ya da gerilme
uygulandığında, birbirine göre kayan atom
grupları arasında elektron bulutu sayesinde
yeniden bağlantı sağlandığından, metalik
malzemeler plastik gibi şekil değiştirmeye
müsaittirler.


Atomları arasında metalik bağ bulunan
malzemelerin belli başlı özellikleri aşağıdaki gibi
sıralanabilir:
1. Elektrik ve ısıyı iyi iletirler,
2. Şekil değiştirmeye elverişlidirler,
3. Katı halde kristal yapıya sahiptirler,
4. Işığı yansıtırlar.
IYONİK BAĞ





Bu bağ, metal atomları ile metal olmayan
elementlerin (ametaller) atomları arasında oluşur.
Metal olmayan element atomlarının dış kabuklarında
bulunan elektron sayısı, metal atomlarının dış
kabuklarında bulunan elektron sayısından daha
yüksektir.
Yani ametal atomları metal atomlarından daha fazla
valens elektronuna sahiptir.
Örneğin dış kabuğunda 7 elektron bulunan klor (Cl)
atomu, bu kabuğunu doldurmak veya kararlı bir
yapıya sahip olmak için bir elektronu rahatlıkla
kabul eder.
Klor bir elektron alınca elektron sayısı proton
sayısından bir fazla olacağından –1 yüklü Cl– haline
geçer.
Klor atomları, bir metal olan sodyum (Na)
atomlarıyla yan yana geldiğinde, dış kabuğunda
bir valens elektronu bulunan Na atomlarından Cl
atomuna elektron transferi olur.
 Bu durum, pozitif Na+ iyonları ile negatif Cl–
iyonları arasında kuvvetli bir elektrostatik çekim
oluşturur.
 Sonuçta, yemek tuzu olarak bilinen sodyum
klorür (NaCl) bileşiği meydana gelir.
 İyonik bağın oluşumu şematik olarak Şekil 7’de
gösterilmiştir.

Şekil 7. İyonik bağın oluşumu ve NaCl bileşiği






NaCl bileşiği hem Na’dan hem de Cl’den farklı
özelliklere sahiptir.
Şöyle ki, yiyecek maddesi olarak kullanılan tuz
(NaCl) zararsız olmasına karşın, Cl zehirlidir. Na ise
çok reaktif bir maddedir.
İyonlaşma ile oluşan iyonik bağ oldukça kuvvetlidir.
Atomları iyonik bağlarla bağlanan malzemelerde
elektronlar sıkıca tutulduklarından bu maddelerin
elektriksel iletkenlikleri, serbest elektron bulutuna
sahip metalik malzemelerin iletkenliklerinden çok
daha düşüktür.
Atomları iyonik bağlarla bağlanan malzemeler
oldukça kırılgandır.
Çünkü iyon düzlemlerinin birbiri üzerinden kayması
durumunda, farklı iyonların elektrik alanları
birbiriyle zıtlaşır ve oluşan itme kuvvetleri
malzemenin kırılmasına neden olur.
KOVALENT BAĞ







Elektron çifti bağı olarak da adlandırılan bu bağın en önemli
özelliği, elektronların sıkıca tutulması ve komşu atomlar
tarafından eşit olarak (ortaklaşa) paylaşılmasıdır.
Bazı element atomları bir veya iki elektronunu komşu
atomlarla paylaşarak daha kararlı bir yapı oluştururlar.
Örneğin atom numarası 7 olan azotun (N) dış kabuğunda 5
elektron bulunur ve bu kabuğun doldurulabilmesi için 3 tane
daha elektrona ihtiyacı vardır.
Öte yandan, hidrojen (H) atomunun dış kabuğunda ise
yalnızca 1 elektron vardır.
Kararlı bir yapının oluşumu için N ve H, Na ve Cl’den daha
farklı davranır.
Yani, 1 N atomu, 3 H atomunun elektronlarını paylaşır, buna
karşılık kendi 3 elektronunu H atomlarıyla paylaşarak
amonyak (NH3) bileşiğini oluşturur.
Bu durumda iyon oluşmaz, paylaşılan elektronlarla pozitif
yüklü çekirdek arasında oluşan çekim kuvvetinden dolay
kuvvetli bağ oluşur (Şekil 8).
Şekil 8. Kovalent bağın oluşumu
Kovalent bağ daha çok gaz moleküllerinin
atomları arasında meydana gelir.
 Ancak seramik malzemelerinin çoğu da kovalent
bağlarla bağlıdır.
 Atomları arasında kovalent bağ bulunan
malzemelere tipik bir örnek de elmas
kristalidir.
 Elmas kristalinde dört yüzeyli bir prizmanın
merkezinde bulunan her bir karbon atomu dört
elektronundan her birini komşu atomlarla
paylaşır.
 Elmas kristalinin karbon atomları arasındaki
kovalent bağlar Şekil 9’da gösterilmektedir.

(a)
Şekil 9. (a) Grafit, (b) Elmas’ın yapısı
(b)


Kovalent bağ 4 valens elektronlu yarı iletkenlerde de
görülür.
Örnek olarak silisyum verilebilir. Silisyum atomları
arasındaki kovalent bağın oluşumu aşağıdaki gibidir:
(a)
(b)
Şekil 10. (a) Silisyum atomu ve (b) silisyum atomları
arasında kovalent bağ oluşumu
VAN DER WAALS BAĞİ






Bir moleküldeki elektronlar sürekli hareket
ettiğinden çarpışmalar veya elektriksel çekim kuvveti
etkisiyle herhangi bir anda elektronların molekülün
bir bölgesinde yığılma olasılığı vardır.
Böyle bir durumda, apolar olan bir molekül kısa
süreliğine polarlaşır ve bir anlık dipol oluşur.
Bir molekülde oluşan anlık dipol yakında bulunan
başka bir moleküldeki elektronu da etkiler ve bu
molekülde de dipol oluşur.
Bu dipol, indüklenmiş dipol olarak adlandırılır.
Anlık dipol ve indülenmiş dipoller arasındaki
etkileşim moleküllerarası çekim kuvvetlerinin
oluşmasına neden olur.
Bir tür Van Der Waals etkileşimi olan bu çekim
kuvvetleri London kuvvetleri olarak adlandırılır.





London kuvvetleri, geçici zayıf bağlara sebep
olduğundan sadece bu tür bağları içeren apolar
maddeler genelde oda sıcaklığında gaz halinde
bulunur.
Ancak çok düşük sıcaklıklarda ve yüksek basınç
altında London kuvvetleri CO2 gibi apolar maddelerin
katı ya da sıvı halde kalmasını sağlayabilir.
London kuvvetleri, apolar maddelerin birbiri içinde
çözünmesinde de etkilidir.
Apolar moleküllerden oluşan iyodun, yine apolar
moleküllerden oluşan brom sıvısı içerisinde
çözünmesi London kuvvetleriyle açıklanabilir.
Aslında London kuvvetleri polar moleküller arasında
da söz konusudur (NaCl ve H2O gibi). Ancak bu
kuvvetler diğer Van Der Waals bağları yanında çoğu
zaman ihmal edilebilecek kadar küçüktür.
Van Der Waals bağı özellikle plastik
malzemelerin özelliklerini büyük ölçüde etkiler.
 Bir plastik malzeme olan zincir yapılı polivinil
klorür (PVC) çok sayıda molekül içerir (Şekil 11)

Şekil 11. PVC’de polimer zincirine bağlanan klor atomları negatif,
hidrojen atomları ise pozitif olarak yüklenmiştir. Zincirler birbirlerine
zayıf Van der Waals bağı ile bağlanmıştır.
HİDROJEN BAĞİ




Hidrojen bağı, bir molekülde oksijen, azot veya flor gibi
elektronegatif bir atoma bağlı hidrojenin kısmi artı yükle
yüklenmesi sonucu, başka veya aynı moleküldeki
elektonegatif atom ile yaptığı kuvvetli bağdır.
Van der Waals kuvvetinden güçlü olmasına karşın, tipik
hidrojen bağı iyonik bağ ve kovalent bağdan daha
güçsüzdür.
Proteinler ve nükleik asitler gibi makromoleküller içinde,
aynı molekülün iki parçası arasında var olabilir.
Hidrojen bağı ismi, bağın bir hidrojen atomunu
kapsamasından gelir. Genelde bağ, hidrojenin flor, oksijen
ve azot gibi elektronegatifliği yüksek atomlarla yapmış
olduğu kuvvetli bir etkileşim türüdür.(Sadece F, O, N ile H
atomu arasında oluşabilir)






Eğer hidrojen bağı iki atom arasında ortak kullanılıyor ise
meydana gelen iki molekül arasındaki bağ zayıf bir bağdır.
Hidrojen bağları genellikle oksijen ve azot gibi negatif
elektrik yüklü atomlarla diğer bir negatif yüklü atomlara
kovalent olarak bağlanmış hidrojen atomları arasında
oluşan bağlardır.
Dipol dipol etkileşmesinin kimyadaki en bariz örneğini
teşkil eder.
Hidrojen Bağı Van der Waals bağından güçlüdür,
molekülleri arasında daha güçlü etkileşim olan maddenin
kaynama noktası daha yüksektir.
Bu yüzden hidrojen bağı içeren maddelerin erime kaynama noktaları Van der Waals bağı içeren maddelere
göre daha yüksektir.
İki farklı molekül birbirleriyle hidrojen bağı oluşturabilir.
Şekil 12. (a) Sudaki Hidrojen bağları
(b) Karboksilli asitlerde Hidrojen bağları
KRİSTAL YAPILAR







Malzemeler yapılarına göre kristal yapılı
malzemeler ve kristal yapılı olmayan malzemeler
olarak iki gruba ayrılabilir.
Kristal yapılı olmayan malzemelere amorf veya camsı
malzemeler de denir.
Kristal yapılı malzemelerde atomlar üç boyutlu olarak
belirli bir düzene göre dizilerek bir hacim kafesi
oluştururlar.
Kristal yapılı olmayan malzemelerde ise genelde bir
düzen söz konusu değildir.
Kristal yapılı malzemelerin hacim kafeslerini
oluşturan basit geometrik şekillere birim hücre, atom
veya atom gruplarının bulunduğu yerlere de kafes
noktası denir.
Bir kristal yapıda bütün kafes noktaları özdeştir.
Birim hücrenin kenar uzunlukları kafes parametresi
olarak adlandırılır.

Doğada bulunan yedi değişik kristal sistemi ile
bunların geometrik özellikleri ve kafes türleri Tablo
4’de, birim hücreleri de Şekil 13’de gösterilmiştir.
Kristal
sistemi
Kübik
Tetragonal
Eksenel uzunluklar ve
açılar
a = b = c,
α = β = γ = 90o
a = b ≠ c,
α = β = γ = 90o
a ≠ b ≠ c,
α = β = γ = 90o
Rombohedral a = b = c,
α = β = γ ≠ 90o
Ortorombik
Hegzagonal
a = b ≠ c,
90o
α = β = 120o,
Monoklinik
a ≠ b ≠ c,
α = β = 90o ≠ γ
Triklinik
Kafes türü
Basit
Hacim merkezli
Yüzey merkezli
Basit
Hacim merkezli
Basit
Hacim merkezli
Yüzey merkezli
Taban merkezli
Basit
γ=
Basit
Basit
Taban merkezli
Basit
Şekil 13. Kristal
kafes yapılarının
birim hücreleri
Metal malzemeler çok özel durumlar
dışında daima kristal yapıya sahiptirler.
 Metaller genelde hacim merkezli kübik
(HMK), yüzey merkezli kübik (YMK) ve sıkı
düzenli hegzagonal (SDH) yapılara sahiptir.
 Diğer kristal yapı türlerine metal ve
seramiklerde çok seyrek rastlanır.

BİRİM HÜCREDEKİ ATOM SAYİSİNİN
BELİRLENMESİ



a) Hacim Merkezli Kübik (HMK) Kafes Yapısı:
HMK yapının birim hücresi ile atomların bu birim
hücre içerisinde kalan bölümleri Şekil 14’de
gösterilmiştir.
Şekillerde görüldüğü gibi, köşelerde 8*1/8 = 1 atom ve
merkezde 1 atom olmak üzere HMK kafes yapısının
birim hücresinde toplam 2 atom bulunur.
(a)
(b)
Şekil 14. (a) Hacim merkezli kübik yapının birim hücresi ve (b)
atomların birim hücre içerisinde kalan bölümleri


b) Yüzey Merkezli Kübik (YMK) Kafes Yapısı:
YMK yapının birim hücresi ile atomların bu birim
hücre içerisinde kalan bölümleri Şekil 15’de
gösterilmiştir.
Bu şekillerde görüldüğü gibi, yüzeylerde 6*1/2 = 3
atom ve köşelerde 8*1/8 = 1 atom olmak üzere
YMK kafes yapısının birim hücresinde toplam 4
atom bulunur.
(a)
(b)
Şekil 15. (a) Yüzey merkezli kübik yapının birim hücresi ve (b)
atomların birim hücre içerisinde kalan bölümleri


c) Sıkı Düzenli Hegzagonal (SDH) Yapı: SDH
yapının birim hücresi ve birim hücredeki atomların
düzeni Şekil 16’da gösterilmiştir.
12*1/6 = 2 atom, içerde 3 atom ve taban
merkezlerinde 2*1/2 = 1 atom olmak üzere SDH
yapının birim hücresinde toplam 6 atom bulunur.
(a)
(b)
Şekil 16. (a) Sıkı düzenli hegzagonal yapının birim hücresi
ve (b) bu birim hücredeki atomların düzeni
KOORDİNASYON SAYİSİ




Koordinasyon sayısı, belirli bir atoma temas eden
veya en yakın konumda bulunan komşu atomların
sayısını ifade eder.
Bu sayı, atomların ne kadar sıkı paketlendiklerini
veya hangi yoğunlukta dizildiklerini gösterir.
Kristal yapılı malzemelerde koordinasyon sayısı
kafes yapısına bağlıdır.
Şekil 17’de verilen birim hücreler incelendiğinde,
basit kübik (BK) yapının koordinasyon sayısının
altı, hacim merkezli kübik (HMK) yapının
koordinasyon sayısının sekiz, yüzey merkezli
kübik (YMK) yapının koordinasyon sayısının ise
sözü edilen sayının en yüksek değeri olan on iki
olduğu görülür. Bu da kübik sistemde en yoğun
atom dizilişinin YMK yapıda meydana geldiğini
gösterir.
Basit kübik yapı
Hacim merkezli kübik yapı
Yüzey merkezli kübik yapı
Şekil 17. Basit, hacim merkezli ve yüzey merkezli kübik yapılarda
atomların paketlenme düzenleri
ATOMSAL DOLGU FAKTÖRÜ





Atomsal dolgu faktörü (ADF), kristal kafes
yapısındaki doluluk oranını gösterir ve birim
hücredeki atomların toplam hacminin birim
hücrenin hacmine bölünmesiyle bulunur.
Bu faktör, kristal yapılı malzemelerin hacim
kafesindeki atomların ne kadar sık dizildiklerini
göstermek için kullanılır.
a) Hacim Merkezli Kübik (HMK) Yapıdaki
Atomsal Dolgu Faktörünün Belirlenmesi
Bunun için önce söz konusu yapıda kafes
parametresi ile atom yarıçapı arasındaki
ilişkinin belirlenmesi gerekir.
Bu ilişki Şekil 18’de görüldüğü gibi HMK
yapının birim hücresinden yararlanarak
belirlenebilir.
Şekil 18. HMK yapıda kafes parametresi ile atom yarıçapı
arasındaki ilişkinin gösterimi




Bu şekilde a kafes parametresini, r ise atom yarıçapını
gösterir.
Birim hücreden çıkarılan DAG dik üçgenine göre,
(𝟒𝒓)𝟐 = 𝒂𝟐 + (𝒂 𝟐)𝟐 bağıntısı yazılarak gerekli işlem
𝒂 𝟑
yapılırsa 𝒓 =
olarak bulunur.
𝟒
Bu bağıntı, HMK yapıda atom yarıçapı ile kafes
parametresi arasındaki ilişkiyi gösterir.
𝟒
Bir atomun hacmi, 𝑽𝒂𝒕𝒐𝒎 = 𝝅𝒓𝟑 formülü ile belirlenir.
𝟑
Birim hücredeki atomların toplam hacmini 𝑉𝑡 ile
gösterelim.
 Birim hücredeki toplam atom sayısı 2 olduğuna
𝟐×𝟒
göre, 𝑽𝒕 =
𝝅𝒓𝟑 olur.

𝟑

Atom yarıçapının değeri bu formülde yerine
konulup gerekli işlemler yapılırsa;
𝟐×𝟒
𝒂
𝝅(
𝟑
𝟒
𝟐×𝟒 𝟑𝒂𝟑 𝟑
𝟑
𝟑) =
𝝅 𝟑
𝟑
𝟒
𝟐 𝟑𝝅𝒂𝟑
𝟒𝟐
𝝅 𝟑𝒂𝟑
𝟖
𝑽𝒕 =
=
=
olarak bulunur.
3
 Birim hücrenin hacmi = 𝑎 olarak alınıp ilgili
büyüklükler aşağıdaki formülde yerine
konulduğunda;







Atomsal dolgu faktörü (ADF) =
𝑨𝑫𝑭 =
𝝅 𝟑𝒂𝟑
𝟖
𝒂𝟑
=
𝝅 𝟑
𝟖
=
𝟑,𝟏𝟒 𝟑
𝟖
Birim hücredeki atomların toplam hacmi
Birim hücrenin hacmi
= 𝟎, 𝟔𝟖 olarak bulunur.
Bulunan bu sonuç, HMK yapının veya bu yapıya ait birim hücrenin
%68’inin atomlarla dolu, %32’sinin ise boş olduğunu gösterir.
b) Yüzey Merkezli Kübik (YMK) Yapıdaki Atomsal Dolgu
Faktörünün Belirlenmesi:
Önce YMK yapıda atom yarıçapı ile kafes parametresi arasındaki
ilişkinin belirlenmesi gerekir.
Bu ilişki Şekil 19’daki birim hücreden yararlanılarak çıkarılabilir.
Şekil 19. YMK yapıda kafes parametresi ile atom yarıçapı
arasındaki ilişkinin gösterimi




Bu şekilde a kafes parametresi ve r atom yarıçapıdır.
Birim hücreden çıkarılan DAB dik üçgenine
göre
𝒂
𝟐
𝟐
𝟐
𝟐
(𝟒𝒓) = 𝒂 + 𝒂 = 𝟐𝒂 yazılarak, 𝒓 =
𝟐 olarak
𝟒
bulunur.
Bu bağıntı YMK yapıdaki kafes parametresi ile atom
yarıçapı arasındaki ilişkiyi gösterir.
𝟒
Atomun hacmi 𝑽𝒂𝒕𝒐𝒎 = 𝝅𝒓𝟑 formülü ile belirlenir.
𝟑


Birim hücredeki atom sayısı 4 olduğuna göre
atomların toplam hacmi;
𝑽𝒕 =
𝟒×𝟒
𝒂
𝝅(
𝟑
𝟒
𝟑
𝟐) =
𝟒×𝟒 𝟐 𝟐𝒂𝟑
𝝅 𝟑
𝟑
𝟒
=
𝝅 𝟐𝒂𝟑
𝟔
bulunur.
Bu yapıya ait birim hücrenin hacmi 𝒂𝟑 olarak
alınır.
 Söz konusu büyüklükler atomsal dolgu faktörünün
hesaplanmasında kullanılan formülde yerine
𝝅 𝟐𝒂𝟑
𝝅 𝟐
konulursa, 𝑨𝑫𝑭 =
=
= 𝟎, 𝟕𝟒 olarak
𝟔𝒂𝟑
𝟔
bulunur.
 Elde edilen bu sonuç, YMK yapının %74’ünün
atomlarla dolu, %26’sının ise boş olduğunu
gösterir.

KRİSTALLEŞME MEKANİZMASI






Kristalleşme, sıvı durumdan katı hale geçiş olarak
tanımlanır ve çekirdekleşme ve tanecik büyümesi
olarak bilinen iki mekanizmayla gerçekleşir.
Sıvı içerisindeki atomlar belli bir düzende
bulunmazlar.
Ancak bazı atomlar belli zamanlarda katı durumdaki
uzay kafesine karşı gelen konumlarda bulunabilirler.
Bu tür gruplaşma ya da bir araya gelme durumu
sürekli olmayıp, devamlı bozulup tekrar başka
konumlarda ortaya çıkabilir.
Bu grupların ömürleri sıcaklığa ve grubun
büyüklüğüne bağlıdır.
Yüksek sıcaklıklarda atomun kinetik enerjisi de
yüksek olduğundan atom grubunun ömrü kısa olur.






Birkaç atomdan oluşan atom grupları çok kararsız
olurlar.
Çünkü, böyle bir grubu oluşturan atomlardan
herhangi birinin ayrılması durumunda o grup
dağılabilir.
Sıvı metalin sıcaklığı düştükçe atomların hareketi
yavaşlar ve bunun sonucunda hem grup sayısı artar
hem de bu grupların ömrü uzar.
Malzeme içindeki atomlar hem kinetik hem de
potansiyel enerjiye sahiptir.
Kinetik enerji atomların hareket hızı ile ilgili olup
tamamen sıcaklığa bağlıdır.
Sıcaklık arttıkça atomlar aktif, yani hareketli
duruma geçtiklerinden kinetik enerjileri de artar.







Atomların potansiyel enerjileri ise aralarındaki uzaklığa
bağlıdır.
Atomlar arasındaki ortalama uzaklık arttıkça atomların
potansiyel enerjileri de artar. (Detayları gör)
Katılaşma noktasında bulunan bir saf metali ele alalım.
Katılaşma noktasında sıvı ve katı fazların her ikisi aynı
sıcaklıkta bir arada bulunur.
Bu noktada sıvı ve katı fazların içerisinde bulunan
atomların kinetik enerjileri aynı olur, ancak potansiyel
enerjileri farklıdır.
Katı faz içerisindeki atomlar sıvı içerisindeki atomlara
göre birbirlerine çok daha yakındırlar.
Bu nedenle, katılaşma sırasında enerji açığa çıkar.
Sıvı durum ile katı durum arasındaki bu enerji
farkına gizli ısı ya da ergime ısısı denir.
 Ancak, katı ve sıvı arasında bir yüzey
oluşturmak için enerji gerekir.
 Katılaşma noktasında veya sıcaklığında bulunan
saf metallerde gizli ısı ile kararlı bir sınır
oluşturmaya yetecek ölçüde enerji açığa çıkmaz.
 Bu nedenle, kararlı bir çekirdek oluşturmak için
her zaman bir miktar aşırı soğuma gerekir.
 Aşırı soğumanın ardından dışarı verilen gizli ısı,
sıcaklığı tekrar katılaşma noktasına çıkartır.
 Bu durum, Şekil 20’deki soğuma eğrisinde
görülmektedir.

A
B
D
Ergime ya da
katılaşma sıcaklığı
Aşırı soğumaC
E
Şekil 20. Saf metalin soğuma eğrisi. ABDE ideal soğuma
eğrisini, ABCDE de gerçek soğuma eğrisini göstermektedir.





Aşırı soğuma miktarı, gerekli yüzey enerjisini azaltan
katı katkı maddeleri veya safsızlık elementleri ile
azaltılabilir.
Sıvı metalin sıcaklığı katılaşma noktasının altına
düşünce, sıvı içerisindeki değişik nokta veya
konumlarda kararlı çekirdekler oluşur.
Bu çekirdekler kristalleşmeye merkezlik yapar, yani
kristalleşme bu çekirdeklerin etrafında meydana
gelir.
Soğuma devam ettikçe daha çok sayıda atom ya
mevcut çekirdeklere bağlanır ya da kendileri yeni
çekirdekler oluşturur.
Her çekirdek sıvı fazdan atom çekerek kendi uzay
kafesi içerisinde büyür.





Kristal büyümesi üç boyutlu uzayda devam eder ve
atomlar belirli doğrultularda, genellikle büyüme ekseni
boyunca birbirlerine bağlanırlar.
Bu büyüme olayı dentrit olarak adlandırılan ve ağaç
dalına benzeyen karakteristik bir yapının oluşmasına
neden olur.
Her çekirdek tesadüfen oluştuğundan kristal eksenleri
gelişi güzel sıralanır ve dolayısıyla dentritler farklı
doğrultularda büyürler.
Sıvı miktarı azaldıkça dentrit kolları arasındaki
boşluklar dolar ve dentritlerin büyümesi komşu
dentritler tarafından engellenir.
Bu durum, dentritlerin veya kristallerin düzensiz
biçimde görünmelerine neden olur.




Kristallerin birbirine temas etmeleri sonucunda oluşan
çizgilere tane sınırları adı verilir ve bu sınırlar taneleri
birbirinden ayıran ara yüzeyleri gösterirler.
Tane sınırlarındaki atomların belirli bir yerleşim
düzenine sahip olmamaları nedeniyle bu bölgelerde
kristal olmayan (amorf) yapılar oluşur.
Geri kalan sıvının en son tane sınırlarına karşı gelen
yüzey bölgelerinde katılaşması nedeniyle de tane
sınırlarındaki safsızlık elementi oranı nispeten yüksek
olur.
Çekirdekleşmeden başlayıp tane yapısının oluşumuna
kadar geçen kristalleşme aşamaları şematik olarak Şekil
21’de gösterilmiştir.
Şekil 21a. Çekirdekleşme ve dentrit büyümesi şeklinde meydana
gelen kristalleşmenin şematik gösterimi
Şekil 21b. Çekirdekleşme ve dentrit büyümesi şeklinde meydana gelen
kristalleşmenin şematik gösterimi
MALZEMELERİN DEFORMASYONU
Malzemeler, uygulanan kuvvetin büyüklüğüne
göre elastik ve plastik olmak üzere iki çeşit
deformasyona maruz kalır.
 Elastik Deformasyon
 Elastik şekil değiştirme, genel olarak kuvvet
uygulanan malzemeye ait atomların
komşularından ayrılmadan aralarındaki
uzaklığın değişmesi anlamına gelir.
 Uygulanan kuvvetin ortadan kalkması
durumunda cisim eski boyutlarına geri
dönüyorsa bu cisimde meydana gelen şekil
değişimine elastik deformasyon denir.



Elastik deformasyonun iyi anlaşılabilmesi için atomlar
arasındaki bağların bir yay gibi davrandıkları ve şekil
değişimi sırasında kopmadıkları düşünülebilir.
Yay gibi davranan atomlar arası bağ Şekil 22’de, kristal
yapılı malzemelerde elastik deformasyonun meydana
gelişini gösteren şematik diyagram da Şekil 23’de
verilmiştir.
Şekil 22. Atomlar arası bağın şematik gösterimi
Gerilmesiz
durum
Çekme gerilmesi
uygulandığında meydana
gelen durum
Basma gerilmesi
uygulandığında meydana
gelen durum
Gerilme kaldırıldıktan
sonraki durum
Şekil 23. Çekme ve basma gerilmeleri uygulanan kristal yapılı bir
malzemenin birim hücresinde elastik deformasyonun meydana gelişini
gösteren şematik diyagram





Plastik Deformasyon
Uygulanan gerilmenin malzemenin elastiklik sınırını
aşması durumunda meydana gelen kalıcı şekil
değişimine plastik deformasyon denir.
Plastik şekil değiştirme yeteneği, malzemeleri
birbiriyle karşılaştırmak için kullanılan karakteristik
özelliklerin başında gelir.
Haddeleme, presleme, markalama, dövme, derin
çekme, tel çekme ve ekstrüzyon gibi şekil verme
işlemleri malzemenin plastik şekil değişimi ile
ilgilidir. Detayları gör
Şekillendirme işlemlerinin doğru yapılabilmesi için
plastik deformasyon mekanizmaları ile malzemelerin
davranışlarının iyi bilinmesi gerekir.
ALAŞIMLAR






En az biri metal olmak üzere iki veya daha fazla
kimyasal elementten oluşan ve metal özelliği gösteren
maddelere Alaşım denir.
İki elementten oluşan sisteme iki bileşenli veya ikili
alaşım sistemi, üç elementten oluşan sisteme ise üçlü
alaşım sistemi adı verilir.
Doğada en yaygın olarak bulunan 45 adet metal 990
adet ikili ve 14000 adet de üçlü sistem oluşturur.
Kimyasal bileşim %1 oranında değiştirildiğinde her
bir ikili sistemden 100 adet farklı alaşım elde edilir.
Ticari alaşımların çoğu çok sayıda element içerir.
Bu hususlar dikkate alındığında mevcut elementlerle
sonsuza yakın sayıda alaşım yapılabileceği sonucuna
varılabilir.
ALAŞIMLAR





Metallerin birçoğu yeterince dayanıklı olmadıklarından
veya büyük bir sertlik arz ettiklerinden, bir kısmı da
kolay aşındıklarından doğrudan doğruya
kullanılamazlar.
Bir metale belirli oranlarda başka elementler ilave
edilerek özellikleri değiştirilebilir.
Bu suretle yine bir metalden farklı görülmeyen fakat
tamamen ayrı özelliklere sahip yeni bir çeşit metal
üretilir.
Elde edilen bu metale alaşım denir. Alaşımların üretimi
için iki veya daha fazla metal uygun şartlarda fırında
eritilir.
Bazı alaşımlar ve bileşimleri (Tablo 1’de) verilmiştir.
Tablo 5. Bazı alaşımlar ve bileşimleri
Adı
Tunç
Pirinç
Lehim
Paslanmaz çelik
Krom çeliği
Mond metal
Wood metal
Yüzde
oranları
Özelliği
Kullanım yerleri
%65 Cu,
%35 Zn
%75 Cu,
%25 Zn
%60–%40 Sn,
%40–%60 Pb
%73 Fe, %18 Cr
%8 Ni, %1 C
Sert
Çan, ev eşyası, heykel
Parlak, paslanmaz
Yapı gereçleri,
Süs eşyası
Lehim
%98 Fe, %1 Cr,
%1 C
%60 Ni
%34 Cu, %6 Fe
%50 Bi, %25 Pb
%12.5 Sn,
%12.5 Cd
Sert, sağlam,
esnek
Sert, aside
dayanaklı
70 0C’de erir.
Kolay erir
Paslanmaz
Ameliyat aletleri,
Gıda sanayi aletleri,
Mutfak eşyası
Yaylar,
Doğrama takımları
Asit tankları, basınçlı
buhar boruları
Elektrik sigortalarında
kullanılır.
METAL VE ALAŞIMLARIN
MEKANİK ÖZELLİKLERİ




Çekmeye mukavemet:
Uzunluğu L ve kesit alanı S olan silindir şeklindeki
homojen bir metal çubuğa gittikçe artan bir F kuvveti
uygulayalım.
∆
Apsise (x ekseni)
= 𝐴 uzamalarını ve ordinata (y
𝐿
ekseni) kuvvetin, çubuğun kesitine oranı olan P yükünü
(P=F/S) gösterirsek aşağıdaki şekilde gösterilen bir eğri
elde edilir.
Deneyden sonra çubuk eski uzunluğuna döndüğü
müddetçe yani, şekil değişiklikleri elastik kaldıkça
uzama kuvvetle orantılıdır. Buna karşılık gelen eğri
parçası OM doğrusudur. Bu seviyede kuvvet
kaldırılırsa, çubuk OM doğrusu boyunca tekrar eski
haline döner.
Max.yük
P kopma
R
Kuvvet
Elastik
limit
M
A
II
I
O
Elastik uzama
( P’)Plastik uzama
S
Şekil 24. Metal Çubuğun Çekmeye Mukavemeti Grafiği
Yük, A’ya karşılık gelen değeri aşarsa AP eğrisi
elde edilir.
 Uzama kuvvetle orantılı olmaz. Daha çabuk
meydana gelir.
 Bu esnada metal elastikiyetini kaybeder.
 Yük maksimuma ulaşınca çubuğun belli bir
yerinde bir daralma görülür ve ikiye kırılır.
 P noktası metalin kopma yükünü, A noktası
elastik limitini gösterir.
 Bu incelemelere dayanarak pratikte önemli olan
bazı tanımlar yapılmıştır.

1-Elastik limit: Silindirik çubuğun elastikiyetini
kaybetmeden 10 s’de 1 mm2’sinin kg olarak
çekebileceği en fazla yüktür. (kg/mm2)
 2-Kopma yükü: Metalin kopmadan çekebileceği
en fazla yüktür. Genellikle kg/mm2 olarak verilir.
 3-Kopmaya kadar uzama: Teorik olarak
maksimum yüke karşılık gelen nispi uzamadır.
Pratik olarak deneme çubuğunun koptuktan
sonraki uzunluğunun ilk uzunluğuna oranıdır.
 4-Daralma sayısı: Çubuğun başlangıç kesiti (S1)
ve koptuktan sonraki en küçük kesiti (S2) ise
ε=100.(S1–S2) / S1. Daralma sayısı, metalin
uzama yeteneğini ifade ettiğinden önemlidir.










Metaller kopma şekillerine göre 2’ye ayrılırlar:
1-Kırılganlık Kopmasına Uğrayan Metaller (Gevrek
malzemeler):
Bunlar da elastik bölge çok geniş olup plastik bölgeye
geçmeden kopma meydana gelir.
Bu metaller cam gibi sert ve kırılgan olup aynı tipte
kopma diyagramı verirler.
Sulanmış çelikler bu gruba girer.
2-Plastik Kopmasına Uğrayan Metaller (Sünek
Malzemeler):
Bu grupta plastik şekil değişimleri büyük değerlere
ulaşabilir yani, metal çok küçük bir kuvvetle bile
uzamaya başlar ve kolayca kopar.
Bu nedenle böyle metaller, mekanik uygulamada
kullanılamaz. Bakır, bakır alaşımları ve alüminyum bu
guruba örnek olarak verilebilir.
Alaşımlarla elde edilen diyagramların çoğu, bu iki sınırın
arasında bulunmaktadır.

Uygulanan gerilmeler (yüklenme) altında; katılarda
önce elastik (geri dönüşümlü) deformasyon daha
sonra da ani gevrek kırılma, ya da bir plastik
(kalıcı) deformasyonu takip eden sünek kırılma
oluşur.
Seramikler ve camlar gevrek kırılma, metaller
ve polimelerler sünek kırılma davranışı
gösterirler.








Su verme (sulama):
Metallerin belli bir sıcaklığa kadar ısıtıldıktan sonra
birden bire soğutulmasına dayanan işleme su verme
denir.
Tavlama:
Metallerin belli bir sıcaklığa kadar ısıtıldıktan sonra
yavaş bir şekilde soğutulmasına denir.
Sulanmış bir metal ile tavlanmış bir metal arasında
genellikle büyük farklar vardır.
Metale su verilmiş çelik çok sert olup çabuk kırılır. Buna
karşılık tavlanmış çelik kolayca işlenebilir.
Ancak bazı hallerde bu iki işlem istenmeyen sonuçlar
verebilir.
Bu durumda metal daha düşük bir sıcaklığa kadar yavaş
yavaş ısıtılır ve aniden soğutularak istenilen özellik elde
edilebilir. Bu işleme menevişleme denir.
METALLERİN KOROZYONU






Metallerin hemen hepsi doğada bileşik halinde
bulunurlar.
Bu bileşiklerden ilave malzeme, enerji, emek ve bilgi
ile metaller veya alaşımlar üretilir.
Üretilen metal ve alaşımlar ise tekrar karalı halleri
olan bileşik haline dönme eğilimi gösterirler.
Bu nedenle metaller, içinde bulundukları ortamın
bileşenleri ile reaksiyona girerek önce iyonik duruma,
sonra da bileşik haline dönmeye çalışırlar.
Bu reaksiyon sonucunda da metalik malzemeler
kimyasal değişime veya bozunmaya uğrarlar.
Bir başka deyişle, metallerin fiziksel, kimyasal,
mekaniksel ve elektriksel özelliklerinde istenmeyen
bazı değişiklikler bir takım zararlara yol açar.





Hem metal malzemelerin bozunma reaksiyonuna hem
de bu reaksiyonun neden olduğu zarara korozyon
denir.
Genel anlamda ise, ortamın kimyasal ve
elektrokimyasal etkilerinden dolayı metal malzemelerde
meydana gelen hasara korozyon denir.
Korozyon, esasında metal malzemelerin içinde
bulundukları ortamla reaksiyona girmeleri sonucunda
dışarıdan enerji vermeye gerek olmadan kendiliğinden
meydana gelir.
İçinde su bulunan ortamlarda meydana gelen korozyona
sulu ortam korozyonu denir.
Atmosferde, toprak altında, suda ve her türlü sulu
kimyasal madde içerisinde meydana gelen korozyon
buna örnek olarak verilebilir.





Yüksek sıcaklıklarda gaz ortamlarında metalik
malzemelerde meydana gelen korozyona ise kuru
korozyon veya yüksek sıcaklık korozyonu denir.
Kazanların alevle veya sıcak gazlarla temas eden
bölgelerinde meydana gelen korozyon da bu tip
korozyona örnek olarak verilebilir.
Korozyon büyük zararlara yol açarak önemli israf
kaynaklarından birini oluşturur.
Korozyon nedeniyle meydana gelen malzeme, enerji
ve emek kaybının yıllık değeri ülkelerin gayri safi
milli gelirinin (GSMG) yaklaşık %5’i düzeyindedir.
Bu değer ciddi bir ekonomik kayıp demektir.
Korozyon, maddi kaybının yanında çevre
kirliliğine de yol açar.
 Bu nedenle, korozyon ve korozyonu önleme
ilkelerinin metal malzeme kullanan her kesim ve
özellikle teknik elemanlar tarafından
bilinmesinde büyük faydalar vardır.
 Korozyonu önleme yöntemlerini doğru
uygulamak suretiyle korozyon kayıpları %40’lara
kadar azaltılabilir.

KOROZYON HÜCRESİ




Yalnız sulu ortamdaki metallerin yüzeylerinde değil,
atmosfere maruz kalan veya toprak altında bulunan
metallerin yüzeylerinde de her zaman su veya değişik
kalınlıklarda su filmi bulunur.
Hava ve onun bir bileşeni olan oksijen gazı,
atmosferle temas eden her çeşit su içerisinde belirli
oranlarda çözünür.
Suda çözünen oksijen gazı metal yüzeyinde
indirgenerek, yani elektron alarak iyonik hale
dönmeye meyleder.
Eğer indirgenme için gerekli elektronlar metal
tarafından sağlanırsa, elektronlarını oksijene vererek
oksitlenen metalin atomları sulu iyon haline geçer ve
sonuçta metal kimyasal değişime uğrar.
Sulu ortamda elektron verme (yükseltgenme,
oksidasyon) ve elektron alma (indirgenme,
redüksiyon) şeklinde meydana gelen
reaksiyonlara Elektrokimyasal Reaksiyonlar
denir.
 Su içinde, atmosferde ve toprak altında meydana
gelen bütün korozyon reaksiyonları
elektrokimyasal reaksiyonlardır.
 Korozyon olayı Şekil 26’da görülen korozyon
hücresi yardımıyla daha iyi açıklanabilir.

Elektronların hareket yönü
Anot
Katot
Elektronik iletken
İyonlar
Elektrolit
Şekil 26. Korozyon hücresi
Korozyonun oluşabilmesi için korozyon hücresi
çevriminin kesintisiz çalışması gerekir.
 Bu çalışma durumu, anottaki kimyasal değişim
sonucunda meydana gelen metal iyonlarının
çözeltiye geçmesi sırasında açığa çıkan
elektronların, elektronik bir iletken vasıtasıyla
katoda taşınmalarıyla gerçekleşir.
 Metallerde elektronlar, elektrik akışına ters
yönde hareket ederler.
 Akım, birim zamanda hareket eden elektronların
bir ölçüsü olduğu için aynı zamanda anotta
meydana gelen kimyasal değişimin de miktarını
gösterir.

Katot yüzeyinde harcanan elektronlar, oksijenin
(O2) hidroksit (OH–) iyonu haline dönüşmesine
neden olur.
 İyonların sulu çözelti içerisindeki hareketi
sayesinde anot ile katot arasında elektrik akımı
meydana gelir.
 Pozitif yüklü iyonlar katoda, negatif yüklü
iyonlar da anoda giderler.
 Böylece hücre çevrimi tamamlanmış olur.







Korozyon hücresinden geçen akıma korozyon akımı
denir.
Korozyon hücresinde anot reaksiyon hızı (korozyon hızı)
ile katot reaksiyon hızı birbirine eşittir.
Sulu çözeltide indirgenecek, yani elektron harcayacak
madde yoksa korozyon da meydana gelmez.
Çünkü anotta açığa çıkan elektronlar harcanamaz.
Bir başka deyişle, katodik olay yoksa anodik reaksiyon
yani korozyon da olmaz.
Ayrıca anot ile katot bölgeleri arasında elektronik bağın
olmaması, yani elektronların taşınamaması, anot ile
çözelti veya katot ile çözelti arasındaki temasın
engellenmesi ve sistemde sulu iletkenin bulunmaması
durumlarında da korozyon oluşmaz
Korozyon hızı veya metalin çözünmesi, karşıt
reaksiyonun yani indirgenme reaksiyonunun hızı
ile orantılıdır.
 Çözelti içinde indirgenecek madde miktarı
düşükse korozyon hızının artma tehlikesi yoktur.
 Örneğin, deniz suyunda metallerde meydana
gelen korozyon, çözünmüş oksijen miktarı ile
orantılıdır.
 Dolayısıyla deniz suyundaki korozyon hızı
metalin cinsi ile değil, daha çok çözünmüş oksijen
miktarı ile ilişkilidir.









Korozyonun başlıca sorumlusu sudur.
Elektrokimyasal seride indirgenme potansiyeli –0,83
V’dan daha düşük olan herhangi bir metal std şartlar
altında;
2H2O(s) + 2e– → H2(g) + 2OH–(suda) Eo = –0,83 V
Yarı-reaksiyonunun sonucu olarak su ile yükseltgenebilir.
Bu std potansiyel pH=14’e, yani kuvvetli bazik çözeltiye
karşılık gelir (1 mol L–1 derişimindeki OH–).
Ancak Nernst eşitliği gereği pH=7’de bu çiftin E= –0,42 V
olur.
Demirin potansiyeli yaklaşık aynı olduğu için demirin saf
su ile yalnızca çok hafif yükseltgenme eğilimi vardır.
Fe2+(suda) + 2e– → Fe(k) için Eo = –0,44 V
Bu nedenle demir, su depolama sistemlerindeki
boruların yapımında kullanılabilmekte ve
paslanmaksızın oksijen içermeyen su içinde
saklanabilmektedir.
 Ancak demir, oksijen ve su içeren nemli havada
bırakıldığında;
O2(g) + H+(suda) + 4e– → 2H2O(s) Eo = +1,23 V
yarı-reaksiyonu dikkate alınmalıdır.
 Bu çiftin potansiyeli pH=7’de +0,81 V olup
demire ait değerin üstünde bulunmaktadır.
 Bundan dolayı, oksijen ve su ortaklaşa demiri
Fe2+’ye yükseltger, bu iyon da daha sonra Fe3+
haline yükseltgenecektir.

Demirin yüzeyindeki bir damla su küçük bir
elektrokimyasal hücredeki elektrolit olarak
davranır.
 Damlanın kenarındaki çözünmüş oksijen demiri
yükseltger.
 Fe + ½ O2 + H2O → Fe2+ + 2OH– → Fe(OH)2
 Fe2+ iyonları, çözünmüş oksijen ile Fe3+
iyonlarına yükseltgenir.
 Fe(OH)2 + ½ O2 + H2O → Fe(OH)3
 Bu iyonlar daha sonra bizim pas diye
adlandırdığımız kahverengi, çözünmeyen bir
madde olan hidratlaşmış demir(III) oksit
(Fe2O3.xH2O) olarak çöker.








Suda iyonlar çözündükçe iletkenlik artar ve pas
oluşumu hızlanır.
Sahil şehirlerinin tuzlu havasının ve anayolların
buzlanmaması için kullanılan tuzun temasta olduğu
metale çok zararlı olmasının nedeni budur.
Korozyonu önlemenin en basit yolu, boyayarak metal
yüzeyini hava ve su ile temastan korumaktır.
Metali galvanize etmek daha iyi koruma sağlamak
için bir yöntemdir.
Bu teknikte, demirin yüzeyi düzgün ve çatlaksız bir
çinko filmiyle kaplanır.
Çinko elektrokimyasal seride demirin altında yer alır,
dolayısıyla eğer bir çizik metali açığa çıkarırsa, daha
kuvvetli indirgen olan çinko, elektronları demire verir
Böylece demir değil, çinko yükseltgenir. Çinko çiziksiz
yüzeyde reaksiyonlara karşı dirençlidir.
KOROZYONUN MEYDANA GELİŞİ



Korozyon, birbiri ile elektriksel ve elektrolitik teması
olan ve aralarında potansiyel farkı oluşan iki metalik
bölge veya nokta arasında meydana gelir.
Bu bölge veya noktalardan potansiyel bakımdan daha
asil olanın yüzeyinde katodik reaksiyon meydana gelir,
diğer bölge veya nokta ise çözünür.
Potansiyel farkının oluşum nedenleri şu şekilde
sıralanabilir:
 Metal veya alaşımın yapısal, kimyasal, mekanik ve
ısıl farklılıklar gösteren bölgeleri arasında potansiyel
farkı oluşabilir.
 Farklı iki metal veya alaşımın birbirine temas etmesi
nedeniyle potansiyel farkı oluşabilir.
 Ortamın katodik olarak indirgenebilen bileşiklerinin
metalin değişik bölgelerinde farklı oranlarda
bulunması potansiyel farkı oluşturabilir.






Demirde meydana gelen korozyonu açıklayalım:
Sıradan bir demir parçası HCl çözeltisine
daldırıldığında hidrojen kabarcıklarının oluştuğu
görülür.
Enklüzyon (homojenliği bozan safsızlıklar), yüzey
pürüzlüğü, bölgesel gerilme ve tane yönlenmesi gibi
etkenler ile ortamda meydana gelen değişimlerden
dolayı demir parçasının yüzeyinde çok sayıda anot ve
katot bölgeleri oluşur (Şekil 27).
Anot bölgesindeki demir atomları pozitif iyonlar
halinde parçanın yüzeyinden ayrılarak sıvı çözeltiye
geçerken, negatif yüklü elektronlar metal (demir) içinde
kalırlar.
Bu elektronlar, çözeltiden metal yüzeyine ulaşan pozitif
hidrojen iyonlarını karşılayarak onları nötrleştirir.
Nötr atomların bazıları da bir araya gelerek hidrojen
gazı oluşur.



Bu işlem devam ettikçe demir anot bölgesinde oksitlenir ve
korozyona uğrar.
Parçanın katot olan bölgeleri ise hidrojenle kaplanır.
Çözünen metal miktarı, uygulanan gerilim ile metalin
direncine bağlı olan hareketli elektron sayısı veya akım
şiddeti ile doğru orantılıdır.
H+ H+
Fe++ Fe++
Fe++
Anot
Fe
H+
H+
H+
H+
H2
e–
e–
e–
e–
Katot
H+
Şekil 27. Bölgesel hücre çevriminde anotta iyon, katotta hidrojen
oluşumunu gösteren şematik resim






Korozyonun devam edebilmesi için anot ve katottaki
korozyon ürünlerinin giderilmesi gerekir.
Bazı durumlarda, hidrojen gazı katotta çok yavaş
birikir ve metal yüzeyinde oluşan hidrojen tabakası
korozyon reaksiyonunu yavaşlatır.
Katodik polarizasyon olarak bilinen bu olay Şekil
28’de gösterilmiştir.
Bununla birlikte elektrolitte çözünen oksijen, metal
yüzeyinde biriken hidrojenle tepkimeye girerek su
oluşturur ve böylece korozyonun devam etmesi
sağlanır.
Demir ve su için film giderme hızı, katoda temas eden
suda çözünmüş oksijenin etkin konsantrasyonuna göre
değişir.
Sözü edilen etkin konsantrasyon değeri havalandırma
derecesi, hareket miktarı, sıcaklık ve çözünmüş
tuzların bulunmaması gibi etkenlere bağlıdır.
Anot
H2
H2
Katot
H2
Şekil 28. Hidrojen filmi tarafından oluşturulan bölgesel katot
polarizasyonu





Anot ve katotta meydana gelen reaksiyon ürünlerinin
zaman zaman karşılaşıp yeni reaksiyonlara girmeleri
sonucunda gözle görülebilir pek çok korozyon ürünü
oluşabilir.
Örneğin su içerisindeki demirde katodik reaksiyon
sonucunda oluşan hidroksit iyonları elektrolit içerisinde
anoda doğru hareket ederken, ters yönde hareket eden
demir iyonlarıyla karşılaşır.
Bu iyonlar birleşerek demir(II) hidroksit, Fe(OH)2
oluştururlar.
Şekil 29, oluşan demir(II) hidroksit, hemen çözelti
içerisindeki oksijenle birleşerek demir pası olarak
adlandırılan demir(III) hidroksit, Fe(OH)3 oluşturur.
Bu pas çözeltinin alkalitesine, oksijen oranına ve
karıştırılma durumuna göre ya demir yüzeyinden
uzakta ya da korozyonun daha da ilerlemesini önleyecek
uzaklıktaki bir konumda oluşur.
OH–
OH–
Fe++
Fe(OH)2
Fe++
OH–
Fe(OH)2
OH–
Şekil 29. Demirin paslanmasında demir hidroksitin oluşumu






Demirin korozyonunda hücre reaksiyonunu oluşturan anodik ve
katodik reaksiyonlar şu şekildedir:
Anodik reaksiyon: 2Fe → 2Fe2+ + 4e–
Katodik reaksiyon: O2 + 2H2O + 4e– → 4OH –
Hücre reaksiyonu: O2 + 2Fe + 2H2O → 2Fe2+ + 4OH – → Fe(OH)2
İkinci aşamada aşağıdaki reaksiyon meydana gelir ve pas olarak
bilinen Fe(OH)3 bileşiği oluşur.
2Fe(OH)2 + ½O2 + H2O → 2Fe(OH)3
Hücre reaksiyonunun sol tarafında yer alan bileşenlerin enerjilerinin
veya serbest enerjilerinin toplamı (ΔGsol), sağ tarafındaki bileşenlerin
enerjileri toplamından (ΔGsağ) fazla ise reaksiyon soldan sağa
kendiliğinden gelişir.
Bunun sonucunda da demir çözünür ve oksijen indirgenir.
Bu olay, suyun yüksekten alçağa veya ısının sıcaktan soğuğa doğru
doğal akışına benzer biçimde meydana gelir.






Hücre reaksiyonunun iki tarafı arasındaki enerji
farkı (ΔGkor= ΔGsağ – ΔGsol) belirlendikten sonra
aşağıdaki formülle korozyon hücresinin enerjisi
(ΔEhücre) bulunur ve bu enerji negatif değere sahiptir.
∆𝑬𝒉ü𝒄𝒓𝒆 =
−∆𝑮𝒌𝒐𝒓
𝒏𝑭
Bu bağıntıdaki n, korozyon hücresinde alınıp verilen
elektron sayısını, F iseFaraday sabitini gösterir.
Korozyon hücresine ait enerjinin veya hücre
potansiyelinin bir kısmı anodik ve katodik
reaksiyonların belirli bir hızla gelişmesi için, bir
kısmı da sistemin direncinin yenilmesi için harcanır.
Sistemin direnci ne kadar yüksekse harcanacak
enerji de o kadar fazla olur ve toplam enerjiden
anodik ve katodik reaksiyonlara harcanan pay da
azalır, yani korozyon yavaşlar.
Korozyon hızının bu şekilde azaltılması, uygulamada
yaygın olarak baş vurulan bir yöntemdir.
Anodik ve katodik reaksiyonların enerji ve gerilim
farkları da benzer şekilde hesaplanabilir.
 İndirgenme olarak adlandırılan reaksiyonların
hesap yöntemiyle bulunan potansiyel farkları en
düşük değerden en yüksek pozitif değere doğru
sıralanarak metallerin elektromotor kuvvet
serisi elde edilir.
 Dolayısıyla bu seri, metallerin en aktiften en pasife
veya asile doğru sıralanışını gösterir.







Söz konusu seride artı (+) yönde yer alan, yani asil olan
bir metalin eksi (–) yönde yer alan başka bir metal ile
temas etmesi durumunda, (+) yöndeki metalin
yüzeyinde indirgenme reaksiyonu meydana gelir ve (–)
yöndeki metal korozyona uğrar.
Ancak, teorik olarak mümkün olan bu olay pratikte
meydana gelmeyebilir.
Bu nedenle, metallerin hesapla bulunan teorik
potansiyelleri yerine kullanıldıkları ortamda, örneğin
deniz suyunda veya toprak altında ölçülerek bulunan
potansiyelleri sıralamaya tabi tutulur.
Bu şekilde elde edilen seriye «galvanik seri» denir.
Bu seri uygulamadaki korozyon tahminlerinde daha
gerçekçi sonuçlar verir.
Tablo 6’da deniz suyu ve toprak altında yapılan
ölçümlerle elde edilen iki galvanik seri verilmiştir.
A – Deniz Suyunda
(–) Aktif
B – Toprak Altında
: Magnezyum
(–) Aktif
: Çinko
: Alüminyum
: Kadmiyum
: Duralümin*
: Dökme demir
: Yüksek nikelli dökme demir
: 18/8 paslanmaz çelik (aktif)
: Kurşun-kalay lehimleri
: Kurşun
: Kalay
: Nikel (aktif)
(+) Asil
: Pirinçler
: Bakır
: Bronzlar
: Gümüş lehimi
: Nikel (pasif)
: 18/8 paslanmaz çelik
: Gümüş
: Titanyum
: Grafit
: Altın
: Platin
: Magnezyum
: Çinko
: Alüminyum
: Temiz yumuşak çelik
: Paslı yumuşak çelik
: Dökme demir
: Kurşun
: Yumuşak çelik (betonda)
: Bakır, pirinç ve bronzlar
: Yüksek silisli dökme demir
: Karbon, kok, grafit
(+) Asil
* Genellikle AA2024 tipinde kullanılan %4.4 Cu %1.5 Mg , %0.6 Mn içeren bir alaşımdır.
KOROZYON TÜRLERİ
Metal ve alaşımlarda değişik korozyon türlerine
rastlanır.
 Bu malzemelerde görülen belli başlı korozyon
türleri homojen korozyon, galvanik
korozyon, çukurcuk korozyonu, aralık
korozyonu, tanelerarası korozyon ve
gerilmeli korozyon şeklinde sıralanabilir.
 Bu korozyon türleri aşağıda kısaca
açıklanmaktadır:

HOMOJEN DAĞİLİMLİ KOROZYON
En yaygın görülen türü olup metal malzemelerin
yüzeylerinde birbirine yakın konumda bulunan
mikroanot ve mikrokatot bölgeleri arasındaki
elektrokimyasal etki ile meydana gelir.
 Katot ve anot bölgelerinin sürekli yer
değiştirmeleri nedeniyle metal yüzeyi homojen
olarak korozyona uğrar ve korozyon hızının
hemen hemen her yerde sabit olduğu kabul edilir.
 Bu tür korozyon genelde atmosfere açık yerlerde
veya homojen ortamlarda bulunan alaşımsız
çelikler, az alaşımlı çelikler, çinko, galvanizli
çelikler ve belirli ölçüde de bakır ve bakır
alaşımlarında görülür.

GALVANİK KOROZYON
Bu tip korozyon, korozyon ortamında birbirine
temas eden farklı türden metal veya alaşımların
temas yüzeylerinde meydana gelir.
 Bu korozyonda aktif olan metalde korozyon
hızlanırken, daha soy olan metallerin korozyonu
yavaşlar veya tamamen önlenir.
 Örneğin deniz suyu ortamında pirinç
malzemelerle temas eden çelik vidalarda veya bir
su ısıtıcısındaki bakır ve çelik boruların bağlantı
yerlerinde bu tür korozyon meydana gelir.
 Bir çelik parça ile temasta olan magnezyum
metalinde meydana gelene galvanik korozyon
Şekil 30’da görülmektedir.






Farklı türden metaller birbirlerine temas ediyorsa,
elektrokimyasal reaksiyon oluşur ve bu da da aktif olan
metalin galvanik korozyona uğramasını sağlar.
Bunun örneğini yelkenli teknemizin alüminyum direğine,
köprü ya da makarayı tutturmak için kullandığımız krom
vida, perçin ya da aksesuarların temas ettiği yerde
alüminyum ile kromun birleştiği yerde görebilirsiniz.
İki farklı metalin birleştiği yerde korozyona uğrayacak
olan metal daha aktif olandır.
Metallerden daha aktif olan anot diğeri katot olacaktır.
Bu korozyon bir süre sonra yavaşlayabilir ama birleşim
yerine çoktan zarar vermiş olacaktır (Şekil 30).
Bunun önlemi öncelikle
sağlam olacak diye krom
perçin kullanmayın.
 Krom perçin kadar
mukavemetli yerli üretim
alüminyum perçinler var.
 Eğer kullanabiliyorsanız
iki farklı metal arasına
iletken olmayan (teflon,
polietilen, plastik) conta
kullanın.

Şekil 30 Galvanik korozyon
ÇUKURCUK KOROZYONU






Metal malzeme yüzeyinin çok dar bölgelerinde çukurcuk
(pit) oluşumuna neden olan bir korozyon türüdür.
Korozyon ile oluşan çukurcukların büyüklüğü ve sıklığı
malzeme ve ortama göre değişir.
Çukurcuk korozyonu sonucunda meydana gelen toplam
malzeme kaybı, homojen dağılımlı korozyon sonucunda
meydana gelen malzeme kaybından çok daha azdır.
Ancak çukurcuk korozyona uğrayan parçalar kısa zamanda
delinerek kullanılamaz hale gelebilirler.
Ayrıca, çukurcukların diplerinde meydana gelen gerilme
yığılması da malzemenin çatlamasına yol açabilir.
Metalik malzemelerde bozunuma yol açması, yaygın
olması kontrolünün zor olması gibi nedenlerden dolayı
çukurcuk korozyonu en tehlikeli korozyon türlerinden biri
olarak kabul edilir.
Çukurcuk korozyonu genellikle klorür ve bromür
iyonları içeren nötr ortamlarda görülür.
 NaCl ve oksijen bakımından zengin olan deniz
suyu çukurcuk korozyonu için en yaygın ortamı
oluşturur.
 Örneğin deniz suyuna bırakılan paslanmaz
çelikler kısa sürede çukurcuk korozyonuna
maruz kalarak bozunuma uğrarlar.

ARALİK KOROZYONU








Bir metalik malzemede oksijeni az olan bölge mi
korozyona uğrar, yoksa çok olan bölge mi ???
Malzeme veya malzemelerden üretilen çeşitli
sistemlerde bulunan dar aralıklarda meydana gelen bir
korozyon türüdür.
Aralığı oluşturan eleman veya parçaların her ikisinin de
metal olması gerekmez.
Parçalardan biri lastik veya cam olabilir.
Bu korozyon, malzemelerde bulunan çatlaklarda kir ve
tufal* tabakalarının altında veya makine parçalarının
montajında giderilmeyen dar bölge ve aralıkların içinde
başlar.
Göz önünde bulunmayan bölgelerde meydana geldiği
için kolayca fark edilmeyebilir.
Söz konusu korozyon, aralık içerisindeki elektrolitte
bulunan oksijenin az olması nedeniyle oluşur.
Elektrolit kılcallığın etkisiyle aralığın içine girer.
* Yeni üretilmiş metal üzerinde oluşan metal özelliğini kaybetmiş tabakalar (oksitlenmiş) ve pullar.
Korozyon aralığın içinde ve dışında oksijen
reaksiyonu ile başlar ve aralığın içindeki oksijeni
tamamen tüketir.
 Aralığın dışı hava ile temasta olduğundan burada
bulunan elektrolit oksijen bakımından daha
zengindir.
 Ancak, elektrolit aralığın hava almasını yani
oksijenin aralığa girmesini engeller.
 Bu durumda elektrolit içerisindeki oksijen oranında
farklılıklar meydana gelir.
 Aralık dışında kalan bölge bol miktarda oksijene
sahip olması nedeniyle katot, aralık içinde kalan
bölge ise oksijeni az olduğundan anot görevi yapar.
 Bu nedenle, söz konusu aralık korozyona uğrar.

TANELERARASİ KOROZYON








Korozyon olayının malzemenin tane sınırlarına yakın bölgelerinde
yoğunlaşması sonucunda ortaya çıkan bir bozunma türüdür.
Bu korozyon, metal veya alaşımların tane sınırlarıyla diğer
bölgeleri arasında bir gerilim farkının meydana gelmesi
durumunda ortaya çıkar.
Bu tip korozyon, bir katı çözelti içerisinde bir fazın çökelmesi
sonucunda meydana gelir.
Tane sınırlarındaki çökelmenin hızlı olması nedeniyle tane
sınırlarına yakın bölgeler çökeltiyi oluşturan element bakımından
fakirleşir.
Bu durum, tane sınırlarıyla diğer bölgeler arasında bir gerilim
farkı oluşturur ve sonuçta tane sınırları tercihli olarak korozyona
uğrar.
Bu şekilde oluşan korozyon sonucunda taneler bütünlük ve
şekillerini korurken, taneler arasındaki bağ bozunuma uğrar.
Bu tür korozyona daha çok ostenitik paslanmaz çeliklerde (Cr, Ni
ve Mn karışımı) ve alüminyum-bakır alaşımlarında rastlanır.
Örneğin, taneler arası korozyona uğrayan ostenitik paslanmaz
çeliği elle ezerek toz haline getirmek mümkündür.

Şekil 31. Kaynar durumdaki sülfat-sülfürik asit çözeltisinde tutulan
bir paslanmaz çelikte meydana gelen taneler arası korozyonun etkisi
GERİLMELİ KOROZYON





Gerilmeli korozyon, gerilme ve korozyon etkisiyle
metal malzemelerde meydana gelen bozunma olarak
tanımlanabilir.
Bu korozyon, tane sınırlarında çatlak oluşturarak
malzemelerin dayanımını azaltır.
Bozunma, parça yüzeyinde bulunan çatlaklarda veya
gerilme yığılmasına yol açan diğer geometrik
düzgünsüzlüklerde yol başlar.
Gerilmeli korozyon, korozif ortamda bulunan metal
malzemelerde çekme gerilmesinin etkisiyle çatlak
oluşması ve ilerlemesi şeklinde meydana gelen bir
olaydır.
Pirinç malzemede meydana gelen gerilmeli korozyon
çatlağı Şekil 32’de görülmektedir.



Oluşan çatlaklar hem gerilmenin hem de korozyonun
etkisiyle belirli hızlarda malzemenin içine doğru ilerlerler.
Parçanın kesiti uygulanan yükü taşıyamayacak duruma
geldiğinde parça aniden kopar veya kırılır.
Şekil 32. Pirinç malzemelrde meydana gelen gerilmeli korozyon
çatlağının oluşumu
KOROZYONUN ÖNLENMESİ
Download