Sorularlarisale.com Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Birinci Lem'ayı Açıklar mısınız? Genel hatları ileYirmi İkinci Söz, İkinci Makam Birinci Lem'a'da; Allah'ı bir olarak tanımakta hakikî ve zahirî tevhidin farkları ve kainattaki olayların ve neticelerin sebeplere bağlanmasındaki hikmetler izah ediliyor. Tevhidi zahiri ve hakikinin farkında, aslında imanın taklit ve tahkik dereceleri izah ediliyor. "Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir: "Biri, icmâlî, âmiyânedir ki, 'Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.' Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir." Taklidi iman; araştırmadan tahkik ve tetkik etmeden, her bir şey üstünde Allah’ın imza ve mühürleri hükmünde olan sanatlarını okumadan, bu kainat Allah’ındır demektir ki; bu taklidi ve zahiri bir imandır. Bu iman felsefe ve inkarcı fikir karşısında tutunamaz, imanını muhafaza edemez. Çabuk şüphe ve inkara düşebilir. "İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde turrayı tanır, her bir ilân üstünde mührünü bilir bir surette 'Her şey o zâtındır.' der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir." Tahkiki iman ise; Allah’ın isim ve sıfatlarının kainattaki tecellilerini okuyarak, her şey üzerinde Allah’ın Rablık ve İlahlık unvanını görerek, Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek demektir. Kainatta her şeyin Allah’a açılan bir pencere olduğunu ve bu pencerelerden Allah’ın isim ve sıfatlarını seyrederek sağlam ve kuvvetli bir iman getirmek anlamındadır. Yani tahkiki iman, sarsılmaz ve şüphelere mağlup olmaz derecede ispat ve deliller ile, Allah’a ve onun birliğine iman etmek demektir. Tahkiki imanın da kendi arasında çok derece ve mertebeleri vardır. "Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab bir perdedir; çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i page 1 / 2 Samedâniyedir; çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik ittihaz etmiş değildir." Sebeplerin, Allah’ın işlerinde ve icraatlarında aracı olarak kullanılmasındaki gaye ve hikmet, bazı haksız ve yersiz şikayetlerin hedefini değiştirmek ve Allah’ın azamet ve izzetinin önünde bir paratoner vazifesini görmek içindir. Evet, izzet ve azamet sebeblerin haksız ve yersiz şikayetlere hedef ve perde olmasını gerektiriyor. Ta ki zahiri çirkin ve zararlı gibi görünen fiiller ve işler Allah’a isnat edilmesin onunla anılmasın. Aslında, hakikatte, o çirkin ve merhametsiz gibi görünen şeyler, çirkin ve merhametsiz değiller. İnsan dar aklı ve aciz ve tahammülsüz fıtratından dolayı ağlama ve sızlamaya müsait olduğu için, şikayet ve tenkidinin hedefini sebeplere yönlendiriyor. Sebepler olmasa, o haksız tenkit ve serzenişler direkt Allah’a gidecektir. Onun için Allah, araya sebepleri koymuş ki haksız ve yersiz eleştiri ve şikayetlere maruz kalmasın. Özet olarak; insan fıtraten zayıf ve aciz olduğu için ağlamak ve sızlanmak istiyor; Allah Celle Celalühü de insanların bu sızlanma ve şikayetlerini hem gidermek için hem de izzetini muhafaza etmek için sebepleri araya koymuş. Şayet insan, niyetinde Allah kastı olmaksızın sebeplere şikayet edip kızarsa, bu kamil iman açısından belki yakışıksız olur, ama taklidi iman ve avam insan için belki bir ruhsat olabilir. Ama hedef ve kastında Allah varsa -eliyazübillah- tehlikeli olur. page 2 / 2 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)