Evrim Teorisine Giriş,Abiyogenez, Canlılığın Ortaya

advertisement
Evrim Teorisine Giriş
Evrim çoğunluk tarafından yanlış bilinir, fakat bu durum
herkesin evrim hakkında bir fikri olmasını engellemez.
Yeterince araştırmadan, yalnızca bir tanım duyarak yapılan
yorumları sıklıkla çevrenizde görüyorsunuzdur. Bu yazıda temel
amaç evrimin temel mekanizmalarına kısa bir giriş yaparak
konunun daha iyi anlaşılması olacak.
Her şeyden önce evrim ilk canlının nasıl ortaya çıktığını
açıklamaz. Bunun için farklı hipotezler vardır ve ikisi farklı
alanlardır. Evrimin tesadüfle de alakası yoktur. Evrim kısaca
canlıları doğanın istediği şekilde biçimlendiren mekanizmadır.
Çok basit ve biraz eksik bir şekilde “Canlıların nesilleri
ilerledikçe basitten karmaşığa doğru yol alması” şekilde
açıklanabilir. Buradaki eksik nokta şudur: Her zaman bir
sonraki canlının bir öncekinden daha karmaşık olması gerekmez.
Bu tanım daha iyi anlaşılması için bir adım görevi görebilir,
fakat daha doğru bir tanım “Canlıların nesilleri ilerledikçe
bulunduğu ortama en uyum sağlayacak şekle gelmesi” olacaktır.
Tabii bu evrim Pokemon isimli Anime’deki gibi gerçekleşmez.
Yaşayan bir varlık evrim geçirmez. Form değiştirse bile bu
şekli kendinden bir sonraki nesle geçmez. Evrim Jean-Baptiste
Lamarck’ın iddia ettiği gibi de gerçekleşmez. Elemana göre
zürafaların boynu yerde besin kalmadığında üst yapraklara
uzanabilmek için, kendi istekleri doğrusunda uzamıştır.
Evrimde sihirli bir olay yoktur, her şey gayet sıradandır.
Doğada evrimin temel mekanizması doğal seçilimdir. Charles
Darwin’in basitle oluşturduğu ve üstüne yapılan bir çok
eklemeyle bugünkü haline ulaşan Evrim Teorisi’ne göre bu
böyledir. Bir organizma birden çok döl verecek şekilde ürer ve
bu örneklerden ortama en uyum sağlayanı hayatta kalır. Üreme
esnasında aktarılan, ayrılan ve birleşen DNA mükemmel bir
şekilde kopyalanmaz. Her dölde barındırdığı ufak değişiklikler
o canlıya duruma göre farklı özellikler verir. Bu
değişiklikler aracılığıyla da özellikle ortam değiştiren canlı
nesillerinden yalnızca yeni ortama en iyi uyum sağlayan
hayatta kalır. Su dolu bir ortamdaysa solungaç, kara
üzerindeyse akciğer solunumu yapmak gibi. Mutasyonların
doğurduğu büyük sorunları doğa affetmez ve bu canlılar
hayatına ve üremeye devam edemeyeceğinden elenir. DNA’nın
mükemmel kopyalanamaması dolasıyla örneğin insan gibi kuyruğu
iptal olmuş canlılarda kimi zaman kuyruklu doğumlar meydana
gelebiliyor. Benzer bir çok anomali doğada, canlılar arasında
mevcuttur.
Doğa canlılara her zaman acımasız davranır. Doğa bu şekilde
olmasaydı bugün yeryüzünde şu ankiyle kıyaslanamayacak kadar
çok sayıda canlı türü olacaktı. Fakat bu canlılar büyük bir
zorlukla karşılaşmadığından hepsi ilkel yapıda olurdu. Doğanın
canlının her istediğini verdiği bir durumda canlı hiç
evrimleşemez, muhtemelen ilk canlı oluşamazdı dahi.
Evrimin bugün gözlemlenen
birçok kanıtı mevcut.
Karmaşık ve büyük boyutlu
canlılarda
evrim
insanların tarih boyunca
gözlemleyemeyeceği kadar
yavaş ilerler. Fakat bugün
insanların çok yakın bir
şekilde bildiği yapay
seçilim ve mikroskobik
boyutta gerçekleşen doğal seçilim söz konusu.
Daha önceki
Yapay Seçilim yazısında değinildiği gibi yapay seçilim,
insanın kendi eliyle diğer canlılara geçirttiği evrim
biçimidir. Kurttan türeyen köpek, yabani meyvelerden türeyen
daha dolgun ve etli meyveler bunlara verilebilecek örnekler.
İnsanoğlu her nesilde istediğine en uygun dölleri seçmiş ve
bunları yetiştirmiş, bu yolla da bu canlılar bugünkü hallerine
gelebilmiştir. Tarım devrimi, hayvancılık gibi insanların
medeniyet geliştirmesini sağlayan önemli konular bu sayede var
olmuştur. Mikroskobik düzeyde gerçekleşen evrim ise her yıl
virüs ve bakterilerin evrim geçirmesi şeklinde gözlemlenir. Bu
yüzden tıp bilimi her yıl yeni aşı geliştirmeye uğraşır. Evrim
geçiren mikroorganizmalar bir önceki nesli yok eden aşı ve
ilaçlara karşı bağışıklık ve dayanıklılık geliştirebilir.
İnsan maymun’dan gelmemiştir. İnsan ve maymun türleri aynı
ilkel atadan türemişlerdir. İnsan hayatta kalmak için beynini
geliştirmiş, alet yapmış, hayal kurmaya başlamış, problem
çözme ve karmaşık diller üretebilme yeteneklerine sahip
olmuştur. Evrimsel süreçte yok olan çok fazla canlı türü
vardır. Bu yüzden insan bu özelliklere sahip tek tek canlıdır.
Evrim bugünkü biyolojinin ve tıbbın temelini oluşturur.
Tüketilen gıdalar dahi evrim aracılığıyla bugünkü formundadır.
Dolayısıyla hem bu gerçekleri reddedip, hem de bugünün
dünyasında yaşamak mümkün değildir. İnancı gereğiyle evrimi
reddedenler dahi söz konusu bunlar olunca anlık olarak bu
durumu kabul etmek zorunda kalırlar.
Abiyogenez, Canlılığın Ortaya
Çıkışı ve Oluşum Süreçleri
Canlılığın meydana gelişi her zaman insanlığın kafasını
karıştıran başlıca fenomenlerden biri olmuştur. Bu konu
hakkında farklı devirlerde birbirinden farklı kuramlar ortaya
atılmıştır. Cansız maddelerden ilk canlının oluşumu şu an dahi
gizemini koruyan ve bilimsel açıdan henüz net bir kurama
oturtulamamış bir durumdur. Bu konu hakkında bir noktaya
kadarını açıklayabilmiş çeşitli deneyler ve kuramlar mevcut.
Fakat farklı parçalardan ziyade tam olarak açıklayabilmek için
bilimin biraz daha ilerlemesi gerekecek.
Abiyogenez (İngilizcesi abiogenesis) cansızdan canlı oluşumu
anlamına gelir ve bu konuyu inceleyen bilim dalıdır. Canlılık
bilimsel açıdan varılan ortak noktaya göre yaklaşık 4 milyar
yıl öncesinde oluşmuştur. Bu süre su buharının sıvılaşmaya
başladığı zamana denk gelir ve ilk canlı su içerisinde
oluşmuştur.
Abiyogenez ile ilgili en tutulan deneylerin başında Miller –
Urey deneyi geliyor. Bu deney dahilinde cam fanuslar
içerisinde dünyanın erken atmosferi ve yüzeyinin kimyasal
yapısına benzer bir ortam simule ediliyor. O süreç içerisinde
sürekli görülen yıldırımlar ilgili moleküllerin oluşması için
önemli bir etmen, bu yüzden düzenekte ark sağlayacak
elektrotlar da bulunuyor. Deney sonucunda canlılık için
gerekli kimi aminoasitlerin oluştuğu görülüyor.
Bunların dışında abiyogenez birçok kuramı da beraberinde
getirir. Bunlardan biri canlılığın tohumlarının dünya dışında
meydana geldiği ve dünyaya asteroidlerle taşınarak canlılığın
temelini burada oluşturduğu yönündeki Panspermia hipotezi.
Panspermia’dan yalnızca canlılığın oluşumunu açıklamadığı
yönünde birkaç kelimeyle bahsedilir ve geçilir. Oysa farklı
galaksilerde çeşitli organik moleküllerin varlığı göz önüne
alındığında mantıklı yönleri olan bir hipotezdir. Bunun
dışında önce genlerin oluştuğunu söyleyen RNA Dünyası hipotezi
ve önce metabolizmanın oluştuğunu söyleyen Demir – Kükürt
kuramı gibi bilimsel görüşler mevcuttur.
19. yüzyıla kadar insanlık her canlının direkt olarak cansız
maddelerden oluştuğuna inanıyordu. Burada sözü edilen mevzu
ilk canlı değil, var olan canlıların yeni bireyleri. Örneğin
nehirlerdeki kütüklerden timsahların oluştuğu, açıkta
bırakılan etten kurtçukların oluştuğu veya farelerin temiz
bırakılmayan tahıldan oluştuğu fikri hakimdi. Bu tür canlı
organizmaların organik maddelerin çürümesiyle meydana geldiği
görüşüne kendiliğinden oluş ismi veriliyor. Bu görüşün bu
kadar yaygın olmasında yer alan önemli aktörlerden biri
elbette bizim Aristo dallaması. Tüm bu görüşlerin yıkılması ve
bugünkü biyolojinin önemli ölçüde oluşması 1600’lü yıllarda
gerçekleşiyor. Hücre ve hastalıkların mikroorganizmalardan
kaynaklandığı keşfediliyor.
Kendiliğinden oluş fikrinin yıkılması adına ilk kanıt 1688
yılında İtalyan fizikçi Francesco Redi tarafından
gerçekleştiriliyor. Bu eleman ağzı kapalı bırakılan bir
kavanozdaki etin kurtlanmayacağını bir deneyle kanıtlıyor.
Daha sonra larvaların havasızlıktan oluşamadığını söyleyenler
çıktığında kavanozları bu defa üzerinde yalnızca havanın
geçebileceğinden emin olduğu bezlerle kapatarak deneyini
yineliyor. Bu şekilde biyogenez, yani canlının canlıdan
oluştuğu fikri önem kazanıyor. Elbette buradaki biyogenez
fikri de aynı şekilde ilk canlıyı değil, var olan canlıları
kapsayan bir kuram.
Şunu söylemekte yarar var: Evrim ilk canlının oluşumunu değil,
ilk canlıdan bu yana süregelen ve halen meydana gelmekte olan
nesilden nesle farklılıkları inceler. Dinler genel olarak ilk
canlının oluşumuna çok basit bir pencereden bakar. Popüler
dinlere göre bütün canlılar aynı anda bir yaratıcı tarafından
oluşturulmuştur. Buna göre en primitif canlıdan en komplike
canlıya kadar bütün canlılar aynı anda ortaya çıkmıştır ve
canlıların birbiriyle ortak birer bağı, geçmişi yoktur. Mevcut
kabul gören Darwin’in Evrim Teorisi’ne göre tüm canlılar başta
oluşan ortak bir canlı atadan gelmektedir. Popüler dinler bu
ortak ata fikrini ve evrim teorisi kapsamında sandıkları ilk
canlının oluşumu ile ilgili bilimsel kuramları bu yüzden kabul
etmek istemez. Bu yüzden sağda solda “İki molekül bir araya
gelmiş de canlıyı oluşturmuş” şeklinde enteresan söylemler
duyarsınız.
Cansız maddeden canlı bir organizmanın oluşumunun enteresan
gelmesi bu iki olguyu ayrı kutuplarda incelemekte yatıyor.
Oysa canlı denen kimyasal çorbanın bilim için cansız diğer
maddelerden bir farkı yoktur. Tek fark komplike bir şekilde
bir araya gelerek bir sistem oluşturması. Organizmalar ilk
canlıdan bu yana doğal faktörlerin etkisiyle uç uca eklenerek
ilerlemiş ve gittikçe daha da karmaşık bir hal almıştır.
Canlıların vücudundaki her zerreyi oluşturan temel atom ve
moleküller aktif olmayan bir şekilde tek başına dünyada ve
evrenin kimi bölgelerinde bolca bulunur. Diğer açıdan
bakıldığında elektronik devrelerden oluşan herhangi bir akıllı
makine de bir zamanlar farklı yerlerde bulunan metal,
silisyum, asit ve baz materyallerden ibaretti.
Download