18-19 Kasım 2009

advertisement
LF
u
LA
18-19 Kasım 2009
lll
1
iSTANBUl 201 O
lll
1
453
DARÜLFÜNUN'DA KELAM ÖGRETİMİ
Özcan TAŞÇI*
tı.
Kelam ilmi 16. yüzyıldan sonra felsefeyle birlikte Osmanlı. medreselerinde artık okutulmamaya başlanmış­
Akli ilimler arasında yer alan Kelam ilm.inin özellikle Osmanlı Imparatorluğu'nun duraklama dönemine girme-
siyle birlikte ders müfredatından ç~ası oldukça dikkat çekicidir. Onun, gerileme ve çöküşten kurtulma çabalarına girişildiği bir dönemde yeniden ders müfredatına konulması da bir başka dikkat çeken husustur. Bu da
Dfuülfünıln'un kurulmasıyla birlikte gerçekleşmiştir.
Dfuülfünıln, Osmanlı İmparatorluğu'nun batılı anlamdaki ilk üniversitesi olarak kabul edilmektedir. Bu da
burada verilecek kelam derslerinin içeriğinin takriben üç asır önce verilen içerikten farklı olmasının zorunluluğunu
göstermektedir. İki dönem arasındaki bu içerik farkı esasen, kelam ~ amacı ve muhtevasının hangi bağlarnda
olması gerektiğine yönelik ipuçları vermesi açısından oldukça önemlidir. Işte bu noktadan hareketle tebliğimizde,
Dfuülfünıln öncesi Kelam öğretimi, Dfuülfünıln ilahiyat fakültesinde Kelam ilminin yeri, Dfuülfünıln ilahiyat fakültesinde Kelam ilmi öğretimi ve müfredatı, Dfuülfünıln ilahiyat fakültesindeki kelam hocalarının kelam tarihindeki
yerleri, Dfuülfünıln ilahiyat fakültesindeki kelam öğretiminin ileriki dönemlerdeki gelişmelere olan muhtemel katkısı
konularına değinilecektir.
Darülfiinfuı Öncesi Kelam Öğretimi
"Kelam ilm.inin Selçuklularda, halk arasında dahi önemli bir yer tuttuğuna kaynaklarımız işaret etmektedir.
Fakat Selçuklu medreselerinde okutulan kelam kitaplarına dair hemen hemen bilgirniz yok gibidir."! Osmanlı
medreselerinde ise Fatih döneminde kelam öğretiminin medreselerde önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. ı
Fatih dönemindeki medreselerde kelam dersinde okutulan eserlerin Mevakıf ve Haşiye-i Tecrid oldukları söylenmektedir.3 Fatih dönemini de içine alan 15. ve 16. yüzyıllarda kelam, daha doğrusu akaid derslerinde okutulan
eserler genellikle Şerhtt'I-Akaidi-i Nesefiyyeı Akaid ei-Adtldtyyeı Tevali11'I-Envar ve Şerhii'I-Mevakiftır. Bunlardan özellikle felsefileşmiş kelamın en belirgin özelliklerini ihtiva eden Mevakif ve Hdf!Je-i Tecrfd bize göre ayn bir yere sahiptirler. Bu iki eserin felsefi ilimlere düşkünlüğü ile bilinen Fatih tarafından medreselerde okutulmalarının emredildiği tespit edilmektedir.4 Bu da kelam ilminin uzun zamandan beri felsefi-akliilimler sınıfına ait olarak görüldüğünü göstermektedir. Akli ilimlere dahil edilmesi kısa süreliğine kelam ilminin lehine bir durum arz etmiş olsa da,
Süleymaniye medreselerinin kurulmasını takip eden zaman dilimi içerisinde bu ilimlerin gözden düşmesi dolayı­
sıyla kelam ilmi de önemini yitirmiş kelamdan geriye tabiri caizse sadece akaid kalmışti. Burada önemli bir nokta. ya işaret etmek istiyoruz. Bu da Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan Salın-ı Sernan medreseleri ile Kanuni
Sultan Süleyman tarafından kurulan Süleymaniye medreseleri arasındaki önemli farktır. Bu farkı şu şekilde açıklamak mümkündür:
"Fatih Sultan Mehmed'in Salın-ı Sernan medreselerinde ... tefsir, hadis, kel:lm ve edebiyat gibi dersler okutuluyordu. Bununla beraber buraya gelecek olan öğrenciler, günümüzün ifadesiyle ilk ve orta tahsillerinde matematik, geometri, astronomi gibi dersleri daha önce gördüklerinden bu neviden fen bilimlerine vakıf idiler. Günün
şartları ve ihtiyaçları göz önüne alınarak Süleymaniye medreselerine Tıb, iliyaziye (matematik) ve D:lru'l-hadis
ilave edildi ... Kanuni Sultan Süleyman devrinin en yüksek payeli medresesi, Süleymaniye D:lru'l-Hadisi idi."5
Süleymaniye medreselerinde D:lru'l-hadis adı altında yeni bir eğitim müessesesinin kurulma ihtiyacı bizim
kanaatimize göre yeni bir vizyon-dünya görüşü değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun da Osmanlı devletinin
kuruluş devresini tamamlayıp, imparatorluk dönemine geçmesinin bir sonucu olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Elbette ki daha önceleri de D:lru'l-hadis adı altında hadis öğretimi yapılan kurumlar vardı. 6 Ancak
-·
Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
M. Sait Yazıcıoğlu, İslam Diifiilıcesiııill Tarihsel Gelişimi, Ankara 2001, s. 143.
2
Krş. Yazıcıoğlu, a.g.e., s. 143; Hüseyin Atay, Osma11ltlarda Yiiksek Dili Eğilimi, İstanbul1983, s. 80.
Bkz. Yazıcıoğlu, a.g.e., s. 143.
Bkz. Yazıcıoğlu, a.g.e., s. 145.
"http:/ /www.enfal.de/ otarilı35.lıtnı"
"D:lıu'l-lıadis adı ile ilk defa müstakil bir öğretim müessesesi, Haleb Atabelderinden Nureddin Mahmud b. Zengi (541-569 / 11461174) tarafindan Şam (Dirnaşk)'da açılmıştır. Bu D:lıu'l-hadis, kurucusuna nisbede "en-Nuriye" diye adlandırılmıştır ... Bu ilk dönemden sonra pek çok yerde benzer isimle öğretim müesseselerinin açıldığı görülmektedir. Nitekim Osmanlı öncesi Anadolu şehirlerinde
454
Fatih Sultan Mehmed'in Istanbul'u fethinden sonra burada yaptırdığı Fatih külliyesi bünyesinde herhangi bir
D:iru'l-hadis açtınnarruştı. Bunun nederii olarak, Fatih'in ''babası Sultan II. Murad'ın Edirne'de yaptınp, yüksek
bir paye verdiği D:iru'l-hadis Medresesi'ni ikinci plana düşürmernek için İstanbul'da kurduğu külliyesinde D:iru'lhadise yer vermediği" 7 fikri ileri sürülmekle beraber biz bunun böyle olmadığını düşünmekteyiz. Bize göre bunun
arkasında yatan en önemli gerekçe Fatih'in akli ilimlere verdiği önemdir. Bunu bir örnekle açıklamak istiyoruz:
Fatih Sultan Mehmed Huccetu'l-İslam İmam Gazali'nin (vefatı 505 H.=1111 M.) kelamdan Tehafüt ismindeki felsefe kitabını tetkik ile buna dair birer eser yazmalarını Hocazade ile Alauddin Tusi'ye (vefatı 860
H.=1455M. Semerkand) emretmişti. Bu eseri tetkik eden Hocazade dört ayda ve Tusi altı ayda mütalaalarını yazrnışlarclı. Padişah bunlardan Hocazade'ye, Tusi'ye verdiği on bin akçenin iki mislini vermiş ve buna gücenen
Alauddin Tusi günde yüz akçesi olan müderrisliğini terk ile memleketine dönmüştür. 8
Öz itibariyle bakılelığında Fatih Sultan Mehmet'in felsefe dolayısıyla da kelama olan ilgisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemlerine de muhtemelen damgasını vurmuştur. "İznik medresesinin başında Davud-i Kayseri
gibi hem zahir hem de batın ilimlerinde derin görüşlü bir mütefekkirin bulunması ve burada okutulan dersler
arasına kelam yani İslam felsefesinin konması o zamana göre bu müesseseye verilmiş olan ehemmiyeti göstermektedir."9 Bundan başka ilk dönemlerde Osmanlı eğitim-öğretim sisteminde, ilk defa tedris (eğitim-öğretim) hayatı­
na başlayacak olan bir öğrencinin, "muhtasarat" denilen dersleri gördükten sonra "Hasiye-i Tecrid" medresesine1°
devam etmesi, burada muvaffak olduktan sonra üst medresdere gitmeye icazet alması" 11 da bu duruma dair bir
kanıt olabilir. Kanuni ile birlikte devlet imparatorluk haline gelince de yukarıda da işaret ettiğimiz üzere bir vizyon
değişikliği ile beraber hadis ilmi yeniden akli ilimlerin önüne geçmiştir. Bu durum Osmanlı devletinin yıkılmaya
yüz tuttuğu döneme kadar bu şekilde devam etmiştir. Zira 1917 yılına kadar dini ilimler içerisinde sadece hadis
ilmine mahsus bir ihtisas medresesi mevcuttu. Bilindiği üzere ihtisas medreseleri (Medresetü'l-Mütehassisin) medrese eğitiminin üzerinde olup, sadece ilgili oldukları tek bir ilim dalında uzman yetiştirmek amacıyla kurulan medreselerdi. ''Bunlar, daha ziyade ihtisası gerektiren bir dalda ağırlıklı eğitim ve öğretim yapılan medreselerdir. Belli
branşlarda faaliyet gösteren bu medreseler, Osmanlılardan önceki İslam dünyasında oldukları gibi Osmanlılarda
da aynı isimle varlıklarını devam ettirmişlerdir. Klasik dönemde bunları: D:iru'l-kurra, D:iru'l-hadis ve D:iru't-tıb
olmak üzere üç kısma ayırabiliriz."12
Dikkat edildiğinde kelam'ın da dahil edildiği akli ilimlerin yukarıda da görüleceği üzere sadece Osmanlıla­
hemen hemen diğer tüm Müslüman devletlerinin kuruluş ve yıkılış dönemlerinde önem kazanması belki
de şu gerçeği ortaya koymaktadır: İslam fetihleriyle birlikte ele geçirilen bölgelerdeki diğer felsefi-dini grup ve
inanışiara karşı mücadelede büyük oranda kelama ihtiyaç duyulmaktayclı. Aynı şekilde duraklama ve çöküş dönemlerinde de yine kelam ilmi ön plana çıkmaktayclı. Buna karşın İslami diğer ilimlerle ise yoğun bir şekilde imparatorluk dönemlerinde, refah ve rahat ortamlarda meŞgul olunduğu gözlemlenmektedir. Daha açık bir ifadeyle
kelam ilmine hep adeta "can simidi" olarak başvurulmuştur. Osmanlılarda da durum böyle olmuştur. Medreselerde, Kuruluş dönemlerinde okurulmaya başlanmış; yıkılış döneminde ise Daru'l-Fünun'la birlikte tekrar
yüksek öğretim müfredatına girmiştir. Osmanlının yıkılış dönemlerinde ilmiye sınıfi sisteminin bozulduğu bilindiğine, uzun zamandan beri de Osmanlı medreselerinde kelam okutulmaclığına göre gerilemenin sebebi bu ilim,
dolayısıyla da onun müntesipleri olamazdı. Bunun arkasında yatan temel etken olsa olsa akla ve bilime önem
vermeyen, önceki alimlerin görüşlerini körü körüne benimseyip, onların yazclıkları eseriere sadece şerh ve haşiye
yapmakla yetinen daha ziyade nakle dayanan ilimler ve de onların bağWarıdır. Bunların ise değişime ve yeniliğe
karşı olan dirençlerinin kırılması ise son derece zor görünüyordu. 13 Bundan dolayıdır ki yeni bir başlangıç için dini
rın değil
de bu gaye ile
k-urulmuş
ihtisas medreselerine tesadüf edilmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin
meşhur
veziri Sihib Aci, Konya'da
İnce Minare Daru'l-hadisi'ni, İlhanlı veziri Şemseddin Cüveyni, Sivas'ta Çifte Minare Daru'l-hadisi (670/1271-72)'ni k-uı:muşlarclı ...
Daru'l-hadis geleneğini devam ettiren Osmanlılar da hadis ilminin eğitim ve öğretimi için aynı isimle müstakil eserler k-urdular. Osmanlılar döneminde ilk Daru'l-hadisin Sultan I. Murad döneminde Çandarlı Hayreddin Pasa tarafından İznik'te yaptınldığı bilinmektedir ...
İlk devir Osmanlı Daru'l-hadislerinin en'meşhuru, Sultan ll. Murad tarafından Edirne'de Tunca nehrinin kenannda 1435 senesi Nisan'ında yaptınlan Daru'l-hadistir." (a.g,y.; qynca kr;. İsmail hakkı UiJmçarplr, Osnıaıılr Tarihi,A!ıkara 1988,5. Baskı, CI., s. 523).
Bkz., "http:/ /www.enfal.de/ otarih35.htm"
Uzunçarşılı,
a.g.e., C.IT., s. 655.
Uzunçarşılı, a.g.e., C.I., s. 522.
10
11
12
13
"Fatih döneminde medreseler ok'Ullan kitap üzerine sınıflanclırılınıştır. Daha sonralan ikinci bir sınıflama, müderrislerin gündelikleri ve
rütbelerine göre yapılmıştır." (Kemal İnal, Osmanlı İmparatorluğıından GünümüzeDinin Eğitim Üzerindeki Etkileri, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi Cilt 32 Sayı: 1-2 Yayın Tarihi: 1999, s. 17ô·:\
Bkz., "http:/ /www.enfal.de/otarih35.htm"
a.g,y.
Bkz. Bayram Kodaman-Abdullah Saydam, "Tanzimat Devri Eğitim Sistemi", 150. Yılmda Tanifmat, yayına Haz. Hakkı Dursun Yıldız,
Ankara 1992, s. 475.
455
bağlamda
yeni bir ilmiye sınıfı ve düşünce sistemi oluşturulmalıydı. Bunun için de belki de akli ilimlerden faydalanma gereksinimi bir zaruret olarak ortaya çıkmış oldu. Ancak şunun da belirtilmesi gerekir ki, modern anlamdaki bu yeni üniversitede bile daha uzun bir süre kelam geri planda kalacaktı. Zira"devrio maarif nazın Saffet Paşa,
26 Ağustos 1869 tarihiyle hazırladığı tezkeresinde, Darülfünun'da akutulacak dersleri ve öğretim elemanlarıru"
tespit ederken kelam'ı "ikinci dereceden önemli sayılan dersler" kategorisine dahil etmiştir.t4
Darülfümln İ1ahiyat Fakültesinde Kelam Öğretimi
Dirülfünfuı İlahiyat Fakültesi 1869 tarihinde kurulduğunda kelam dersine ilk olarak Ma'arif meclisi üyesi
Abdilikerim Efendi girmiştir. Ancak o dönemde bu ders, kelam adıyla değil de "ilm-i Hikmet ve Kelam" yani
Felsefe ve Kelam dersi olarak isimlendirilmişti.t5 Bu da Kelam'ın o dönemlerde felsefe ilimlerine dahil olduğuna
dair bir düşüncenin yaygın olarak mevcut olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu dönemde kelam derslerinin içeriği konusunda bilgiye sahip değiliz. 1869 tarihinde kurulan bu fakülte daha sonra kapanmış ancak
"1908'den sonra üniversite içinde modern zihniyete uygun bir İlahiyat Fakültesi tasavvurunun uyandığı" 16 görülmektedir. Açılacak fakültenin ismi elbette ki İlahiyat Fakültesi değil daha önce Dirülfünfuı'da mevcut olduğu
şekilde UlO m-ı Şeriye Şubesi (Yüksek Din Şubesi) olacaktı. İsmi aynı kalınakla birlikte fakültenin yapısının daha
modern olduğu gözden kaçmamaktadır. Zira Emrullah. Efendi, 1912 tarihli Nizamnameyle kurduğu
Dirülfünıln'daki "UlO m-ı Aıiyeyi Diniye Şubesi'nin ders programını daha da üstün seviyeye yükselterek daha
kuvvetli yüksek din adamı yetiştirme hususunda sanki Meşihat'a karşı rekabete girişmişti.t7 Gerçekten de bu durumu onuri yukarıdaki tarihli Nizamnamesine göre şekillendirilen UlO m-ı Şeriye Şubesinin ders programında da
görmek mümkündürlB:
Derslerin
adı Aylık
Ders Saati
1. Tefsir 8
2. Hadis 8
3.
Ahlak-ı Şeriye
ve Tasavvuf6
4. Usul-ü Fıkıh 8
5.
Fıkıh
8
6. İlrni Kelam 8
7. Siyeri Nebevi 2
8. İlmi Hilaf 4
9. Tarihi Dini İslam ve. Tarihi Edyan 6
10. Edebiyari Aralıiye 6
11. Hikmet-i Teşri 2
12. Tarihi Fıkıh 2
13. TarihiKelam 2
14. Arap Felsefesi 2
15. Felsefe ve Tarihi Felsefe 6
Bu tabloda, kelarnı da dahil ettiğimizdet9 akli/felsefi ilimlerin klasik dini ilimlerden daha fazla olması dikkatimizi çekmektedir. Bu da dini eğitimde önemli bir zihniyet değişimini açıkça ortaya koyması açısından oldukça
-·
14
Bkz. Yılmaz İnci, "Tanzimat Döneminde Darülfünun", Basılmamıf Yiiksek Lisa11s Teif, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araşunualan
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim dalı, İstanbul1997, s. 78.
15
Bkz., İnci, a.g.e. s. 78.
16
17
18
19
Bkz. Atay, a.g.e., s. 252.
Atay, a.g.e., s. 252.
Bu tablo için bkz. Atay, a.g.e., s. 252-253.
Hilmi Ziya Ülken Kelam'ı Tefsir, Hadis ve Fıkh'ın da dahil olduğu gruba dahil ederken, Ernrullah Efendi kelam derslerini Arap Felsefesi, yani bugünkü adıyla İslam Felsefesi ve Tasavvuf ile aynı grupta değerlendirmek"tedir (bkz., Atay, a.g.e., s. 253). Bu muhtemelen
Hilmi Ziya Ülken'in felsefeci kimliğiyle birlikte ele alınması gereken bir düşünce olmalıdır.
17 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Ülker Ök"tem, Daru'l-Fünun'da "Hilafiyyat", OTAM (Ankara Üniversitesi Osmarılı tarihi Araş-
456
önemli bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. 78 saatlik dersin 34 saati tefsir, hadis ve fıloh'la alakah iken geri
kalanı akli/felsefi içeriklidir. İlın-i Hilaf dersi bazılan tarafindan fıloh ilmine dahil edilmiş olsa da, bu dersin felsefeci/mütekellim yönü ağır basan İzmirli İsmail Hakkı tarafindan ders müfredatına konulduğu ve de dersin içeriği
dikkate alındığında bunun pek de yerinde bir görüş olmadığı söylenebilir. 20 İşte böyle bir ders müfredatına sahip
bir kurum, yani 1912 yılında kurulan Darülfünfuı Ulu m-ı Şeriye Şubesi 1919 yılında kapatılmıştır. H. Ziya Ülken'e göre, şayet "bu şube 1919 da kapanınayıp devam etseydi 1924'de kurulan İlahiyat Fakültesi, belki daha güçlü ve faydalı işler yapacak 1933'te kapanması havası doğmayacaktı." 21 Bu görüşe katılmamak elde değil; zira aşağı­
yukan yüz yıl önce kurulmuş bir fakültenin akli/felsefi ilimler ağırlıklı bir ders programı ile yola çıkması insanda
hayranlık hisleri uyandırmaktadır. Zaten 1912'de kurulan Darülfünfuı Ulu m-ı Şeriye Şubesi'nin başına İzmirli
İsmail Hakkı'nın (ö. 1946), 1924'de kurulan Darülfünfuı İlahiyat Fakültesi'nin başına ise Mehmed Şemsedin Günaltay'ın (ö. 1961) getirilmesi böyle bir temayülle yola çıkıldığını göstermektedir. Bilindiği üzere bunların her ikisi
de felsefe grubu müderrisleriydiler. Günümüzde İlahiyat Fakülteleri için hazırlanan ders müfredatlarında akli/ felsefi derslerin bu derecede yoğun olmadığı göz önünde bulundurulursa bu durum daha da iyi ortaya çıkmak­
tadır. Örneğin bu ders programlarında el-fıkhu'l-asğar olarak bilinen İslam hukukunun, el-fıkhu'l-ekber olarak
isimlendirilen kelam derslerinden fazla olması oldukça dikkat çekicidir. Kelam derslerinin hadis ve tefsir derslerinden de az olması diğer dikkat çeken bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Darülfünfuı halıiyat Fakültesinde Kelam Ders Programı
1912 ve 1924 yıllarında kurulan Darülfünun İlahiyat Fakültesinde okutulan kelam derslerinin içerikleri konusundaki bilgilerimiz hemen hemen yok denecek kadar azdır. Darülfünun İlahiyat Fakültesi hakkında yazılan
eserler ve yapılan.tezlerden (her ne kadar bunlar da yeterli malzeme sunmasalar da) bir takım ipuçlan yakalamaya
çalıştık. Örneğin 1929-30-1931-32 ders yılı prograrnında okutulan kelam dersleri şu şekildedir:
1929-30 Yılı Ders
Programı
"Kelam tarihi: Müderris
Şerefeddin
Bey,
Ders: Pazartesi 10-11
Perşembe
Kış
10-11
semestri: Mu'tezile
Yaz semestri: Cehmiye"22
1931-32 Yılı Ders
Programı
"Kelam Tarihi: Müderris
Şerefeddin
Bey,
Ders: Cumartesi 9-9.55
Salı
10-10.55
Müracaat saati:
Perşembe
15-16
Kış ve yaz Sömestiri: İslam Kelamcıların Yunan felsefesinde cari olan mebais karşısındaki vaziyederi ve bu
mebhaslar dairesindeki fikirleri."23
İlahiyat Fakültesindeki tüm kelam derslerinde şayet bu program uygulandıysa, bu durumda şöyle bir tespit
uygun düşmektedir. Böyle bir ders programı Türk din eğitimi lisans öğretimine -bugün bile- yabancı­
dır. Şöyle ki, günümüzde dahi kelam tarihi derslerinde, örneğin tek başına Mu'tezile'yi, ya da Cehmiye'yi ele alıp
işlernek mümkün gözükmemektedİr. Bizde de kısmen Yüksek Usans ve Dqktora programlarında uygulandığı
gözlernlenen bu tür ders müfredatı günümüzde Batı üniversitelerinde İslam üzerine öğretim yapılan bölürnlerin
ders programlarını anımsatmaktadır. Buna dair aşağıda bir örnek sunmak istiyoruz:
yapmamız
tırma
21
22
ve Uygulama Merkezi Dergisi),
8, 1997,.s. 205-219.
A tay, a.g.e., s. 2'4
;, .
Bkz. Harnit Er, İstanbul Darii!fiimmu İlahfyat Fakiiliesi MeC!JJflasr Hoca ve Yaif!rlan, Sosyal Bilimler Araştırma Merkezi İslam Medeniyı:ti
Vakfı, İstanbul 1993, s. 18.
23
Sayı:
Er, a.g.e., s. 26.
457
"1.2. Freiburg Üniversitesi İslam Bilimleri
Kış yanyılı
2000/2001
-TeklüSorunu (Das Problem des Taklif)
2001/2002 Yaz dönemi
-İslam inancı ve Hukuk öğretisinde Teklif Sorunu (Das Problem des
Taklif in der islamisehen Glaubens-und Rechtslehre
-Teoloji, Hukuk ve Güç politikası Arasında: Tekfir Enstrümanının
Tarihsel ve Güncel Önemi
2001/2002 Kış Dönemi
-İslam'ın İlk Döneminde Kelfuni tartışma Konuları (Theologische
Streitfragen im Frühen Islam)
2003/2004 Kış Yanyılı
-20. Yüzyılın Yenilikçileri Gelenekle Karşı Karşıya (Muslimische 'AufkHi.rer' des 20. Jahrhunderts
in Auseinandersetzung mit der Tradition)
-Müslümanlar Arasında Çağdaş İnsan Haklan Tartışmaları (Zur zeitgenösischen
menschenrechtsdebatte UnterMuslimen)"24
Aynca ele alınan konular da yine o dönemlerde Batı'da çıkan dergiler ya da yazılan eserlerle bazı yönlerden
benzerlikler göstermektedir. Örneğin 1931-32 yılında kelarn tarihi dersinde kış ve yaz sömestirinde okutulan ''İs­
lam Kelarncıların Yunan felsefesinde cari olan mebais karşısındaki vaziyederi ve bu mebhaslar dairesindeki fikirleri" isimli ders, S. Horovitz'in ''Yunan Filozoflannın Kelarn'ın Felsefileşmesindeki Etkileri Üzerine" adlı 1909
tarihinde çıkan kitabını hatırlatmaktadır.zs Bu durumu 1925 yılında yayın hayatına başlayan Darülfünun İlahiyat
Fakültesi Dergisinde de görmek mümkündür. Bununla Darülfünun İlahiyat Fakültesi ve de Dergisinin batıdaki
çalışmalan aynen taklit ettiğini söylemiyoruz. Ancak, tıpkı batıda aydınlanma dönemine kadar tüm üniversitelere
hakim olan Kilisenin akıl ve muhakeme esasına dayanmayan dogmatik ve skolastik temelli ders müfredatına benzeyen. medrese eğitim sistemine karşı, aklı ve muhakemeyi esas alan bir eğitim sistemi kurma düşüncesine sahip
olan bir grup fikir adamı zümresinin, bu düşüncelerini hayata geçirmeleri beklenirdi. Oysa onlar bizim kanaatimize göre sadece batının aydınlanma döneminden sonra Kilise tarafindan yönetilen üniversiteler dışında kalan üniversitelerin akılcı-muhakemeci eğitim sistemini getirmişler, ancak hakim olan geleneksel düşünceden pek de fazla
aynlarnamışlardır. Belki de bu, ·sadece söylernde kalan ve içselleştirilemeyen akılcı-muhakemeci sistemin hayata
geçirilememesi de 1924'de kurulan Dfuülfünıln İlahiyat Fakültesinin kapatılmasında etkili olan faktörlerden birisidir. Örnek olarak, Fransa'da felsefe eğitimi alan Şemseddin Günaltay'ın "Mütekellimin ve Atom Nazariyesi" adlı
makalesinin bir bölümünde aynen şu ifadeler geçmektedir:
İşte bu gibi siyasi ve usıili ihtilafat neticesinde (selefiye) karşısında (Marika), (Şi'a), (Kaderiye), (Cebriye),
(Mu'attıla), (Sıfatiye) ...
namlan altında büyük büyük mezhepler zuhur etmiş oldu. Bililiere her biri, ikinci, üçüncü ... derecede tali fırkalara ayrılan bu mezhepler bazı nok:l.tada birhitlerine yaklaşmış, bazı usullerde ise büsbütün
uzaklaşmışlardır. Marnafih bunların hepsi de Selefiye pirverierine muhalif bir istikarnet takip etmiş, Kitap ve Sünneti Ara ve ehvalarına, akli kanaatlerine göre tefsir ve izah etmek yolunu tutmuşlardı. 26
Bu satırlarda Günaltay'ın mevcut hakim olan fırka dışındaki tüm fırkalan ve mezhepleri aynı kefeye koyup,
tümünün "hevalarına" göre hareket ettiğine dair bir genellernede bulunması eleştirel düşünce ve bilimsellik iddialanyla bağdaşmarnaktadır.
·
Elbette ki o günlerde özellikle toplumun hassasiyetlerinin de düşünülmesi gerekecekti. Bundan dolayı da
belki de Ehl-i sürınet dışındaki fırkalar için bu tür bir genelierne yapılmış olabilir. Zira, Günaltay aynı makalenin
24
Bkz., Özcan Taşcı, "Alman Üniversitelerinde Kelam (Teoloji) Öğretimi", Kelan1 ÖğrotimiSempoi]'lllllll, Kızıkahamam 20-22 Haziran
2008, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara 2008, s. 165-166.
25
Orijinal adı "Der Eiııfluss Der Griechechen Philosophie Auf Die Entwicklung Des Kalam" olan Almanca bu eser Özcan Taşcı tarafindan "Yunan Filozoflarının Kelam'ın Felsefileşmesiııdeki Etkileri Üzerine" adıyla 2007 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir.
26
.
•
Mehmed Şemseddiıı Günaltay, "Mütekellimin ve Atom Nazariyesi", Darii!fimmı 1/ah!J•at Fakiiliesi Mec!JIIIası, Sene, 1, Sayı I,Istanbul1925,
s.67-68.
458
69. sayfasında, Ehl-i sünnet fu:ka yazarlannın ittifakla iddia ettikleri ve de batılı müsteşriklerin de onlardan aynen
kabul edip benimsedikleri, "ilk kelam münakaşalannın esasen İslam dışı kaynaklı olduğuna" dair iddiayı çürütmeğe çalışmaktadır:
·
... Bu mezhepler felsefe-i Yuniniye'nin tesiri olmaksızın doğrudan doğruya Kitap ve Sünnet'ten telakki
olunan şeylerin tefsir ve tafsillarından doğmuş, (tevhid) hakkındaki telakkiler, sıfat-ı İlahiye münakaşası, (kaza ve
kader), hürriyet-i beşeriye meselesini mevki-i münakaşaya çıkarmıştır.27 Avrupalı müdliflerden bazıları İslam'da
başlayan hareket-i felsefiyenin menşeini kütüb-i Yunaniye'nin Arapça'ya nakli zamanına irca etmek istemişlerdir.
Fakat tarihi tatabbuat bu iddianın mukarin-i hakikat olmadığını ispat etmektedir. 28
Bu husus, esasen üzerinde durulması gereken bir bilimsel eleştiri geleneğinin mevcudiyetini göstermesi açı­
önemlidir. Ancak bununla birlikte selefin ısrarlı bir şekilde kutsanması geleneğinin izlerinin devam etmesi
belki de diğer bilimsel değer içeren düşüncelerin arka planda kalmasına yol açmıştır. "Selefin kutsanması" düşün­
cesinin izlerini İzmirli İsmail Hakkı'da da görmekteyiz. Zira ona göre "selefi metod Kur'an metodu'dur". 29 Oysa
İzmirli ilm-i hilaf derslerinin D:lrülfunfuı'da okutulmasının gerekli olmasının nedenlerini açıkladığı bir yazısında
bunun tam aksi düşünceleri ileri sürmektedir:
sından
İlm-i hilaf, çıkarsanan bir şer'i hükmü, buna karşı olan kimsenin çürütmesinden korumak için şer'i delillerin
durumundan bahseden bir ilimdir. Usulcüler, kaideleri, usıU-i fıkıh ilmi sayesinde, hükümlerden çıkanrlar.
Hilafiyyatçılar ise, usıU-i fıkıh ilme sayesinde hükümlerden çıkarsanmış olan kaideleri, fıkhl meseleleri, karşı düşüncede olan kimselerin çürütmesine karşı muhafaza ederler. Hükümlerin çıkarsanması için usıU-i fikha olan ihtiyaç zaruridir. Çıkarsanmış olan meseleleri muhafaza etmek için ise ilm-i hilafa olan ihtiyaç zaruridir. UsıU-i fıkıh
kazanır, ilm-i hilaf saklar. UsıU-i fıkıh k:lsib, ilm-i hilaf muktesiddir. İlm-i hilafı kaldelerini oluşturarak bir ilim
olarak ortaya koyan Hanefi fakililerinden kadı Ebu Zeyd ed-Debusi (ölm.H.432) dir. İlm-i hilafa dair yazılmış
olan kitapların çoğu, Hanefi ve Şafii fakilileri tarafından yazılmıştır. Çünk-ü Malikilerin çoğu çöl hayatı yaşamışlar­
dır. İlm-i hilafta, Hanefi fakililerinin malıarederi daha çoktur. Çünkü Hanefi fakilileri, rey ve kıyas ehlidir ve bu
ilmin kurucusudur.30
İzmirli'nin yukarıda verdiğimiz iki düşüncesinin birbiriyle çeliştiği gözlemlenmektedir. Zira hem re'y'i yüceltip hem de Kur'an'ın selef metodu olduğunu söylemek bize göre birbirine oldukça aykırı düşüncelerdir. Çünkü
bilindiği üzere selef, mutlak surette re'y'e açıkça cephe almıştır. İzmirli, Darii!fimr1n İlah!Jat Fakültesi Mecm11ası'nda
yazdığı bir makalesinde de Eş'ari kelaınırıı ve kelamcılarına olan hayranlığını şu sözlerle ortaya koymaktadır:
... B:lkıllini Irak'ın, İbnü'l-Cüveyni Horasan'ın İslam irfanına kıymetli hediyeleri idi ... Ebu Bekr el-Bakıllani
mütekelliminin İbn Sina'sı, Ebu'l-Me':lli İbnü'l-Cüveyni ise İbn Rüşdü hükmünde idi.31
İzmirli'nin Cebriyetü'l-Mütevassıta olarak bilin;n Eş'ari kelamcılarını bu şekilde takdim etmesi bizleri oldukça şaşırtmaktadır. Zira bizzat kendisi, ilm-i hilaf meselesinde hararetli bir şekilde savunduğu eleştiri anlayışına
muhalefet etmiş görüntüsü çizmektedir.
Darülfünunda Kelam öğretimiyle doğrudan sorumlu olan ve de D:lrülfunfuı dergisinin neredeyse tüm sayı­
-hem de bir tesadüf eseri midir bilinmez ama, bir ikisi istisna olmak üzere hep ilk sırada- makalesi yer
alan, 1942-1947 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı da yapan M. Şerefeddin Yaltkaya'nın (1879-1947) makalelerine göz attığımızda kelam öğretimi hakkında daha açık malumat elde edebiliriz kanaatindeyiz. Y altkaya'nın,
mecmuadaki makalelerini inceleyen bir eserde32 bunlar oldukça yüzeysel olarak ele alınmış, eleştirel açıdan olaya
hemen hiç yaklaşılmamıştır. Elbette ki bu makalelerin kelamcı gözüyle incelenmediği de göz önünde bulundurulması gereklidir. 3 3Şimdi Y altkaya'nın kelarnla ilgili önemli gördüğümüz makalelerini ana hatlarıyla sunarak bunlardan kelam derslerinin ne şekilde işlenmiş olabileceği konusunda malumat elde etmeğe çalışacağız:
larında
27
28
Günaltay, a.g.m., s. 69.
Bkz. Günaltay, a.g.m., s. 69, 1. dipnot.
29
Sabri Erdem, "Türk Kelamcısı İsmail Hakkı İzmirli'nin (1868-1946) Bazı Kel:lıni Görüşleri ve Onların Değerlendirilmesi", Di11i Ara,rlımlalar, C. 7, Sayı: 21, Ocak-Nisan 2005, s. 77.
30
Ülker Ök-ı:em, "Darü'l-Fünun'da Hilafiyyat, Ankara Üniversitesi Osmanlı Taribi Araşnrma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 8 Yayın
Tarihi: 1997, s. 215-216.
31
İzmirli İsmail Hakkı, "İm:imu'l-Harameyn Ebu'l-Me':ili Bin el-Cüveyni", Darii!fimim İlah!J•at Fakiiliesi Mecmuası, Sene: 2, Sayı 9, İstanbul
1928, s. 1.
32
33
f\
Er, a.g.e., s. 36-37.
Belki de bundan dolayıdır ki, meşhur Eş'ari kelamcısı Ebu Bekr Bakıliani felsefeci olarak takdim edilmektedir: ''Felsefe ile alakalı
olmakla beraber bibliyografya bölümünde inceleyeceğinıiı bazı felsefecileri burada işaret ennek yerinde olacak-ı:ır. Bunlar Ebu Ali
Miskeveyh (421/1030), Ebu Bekir Bakıliini (ö. 403 H.), ... ve İsmail Hakkı Bun1sevi (1652-1728)'dir."(Er, a.g.e., s. 39).
459
1. =Kelam= Sava§lan:
Müellif Hz. Peygamber'den sonra meydana gelen kelam, daha doğrusu iman eksenli savaşiann kökenierine
inmeyi hedefleyen makalesinde biz kelamcılan oldukça şaşırtan bir ifadeyi bakın şu cümlelerle ortaya koymaktadır:
Bu devir; ve hatta birinci ve ikinci Halifelerin devirleri de zabt ve telakki devri olan ilk devir gibi safvet ve
sadelik içinde geçti. Yalnız imanın hükmettiği bu devirlerde akli ve felsefi hiçbir hareket görülmiyor idi ki esasen
her hangi bir Peygambere inanmak demek olan imanın da istediği budur. 34
Dılrülfunfuı İlahiyat Fakültesinde yıllarca ders veren bir müderrisin, imanı bu şekilde aklı devreden çıkaran
bir anlayışla mutlak bir taklitçilik olaİak sunması oldukça düşündürücüdür. Ancak Y altkaya, Mu; tezile karşıtı,
bunun doğal bir sonucu olarak da tam bir selefi akide taraftarı gibi daha da şaşırtıcı ifadeler kullanmaktadır:
İslam dünyasında ilk fikri hareket Basra'da görülmüştür. Burada İslam dininin esas! akidelerinden biri olan
kadere iman mes'elesi ta kökünde sarsıldı.35
Temelde Kur'an'da yer almayan, bundan dolayı da kelamcılann büyük çoğunluğu tarafından iman esaslakadere imanı inkar eden anlayışın kökenierini ise Y altkaya şu şekilde ortaya koymaktadır:
rından sayılmayan
Kaderi nefyeden bu fikir; İslami fikir zümrelerinin en mühimi olan Kaderiye-Mu'tezile'nin bayrağı olmuş­
tur. Bundan sonra felsefi fikirlecin tesiri ile; İslam dininin nasslarını dolduran irade sahibi; işiden; gören; söz söyleyen; seven; acıyan; sevmeyen ve gazap eden Allah'ın sıfatıarını ve fiilierini nefy ve inkara doğru bir hareket daha
belirmeğe başladı ki bu da ehemmiyetçe kaderi nefiden aşağı değildi.36
Yazann ilerleyen bölümlerde Mu'tezile'ye karşı olan tutumunu daha da sertleş tirdiğini müşahede eı::nekte­
yiz:
Şuurlu ve şuursuz olarak (Yunan) ve (Hint) ve (Harran) Felsefelerinin tesirleri altında İslam dininin
naslanna karşı bu aykırı hareketlerde bulunmuş olan Mu'tezile-Cehmiyelere savaş açmış olanlann başında tabiin
ve etbau tabiinden bazı kimseler bulunuyorlardı. Gerek kaderin ve gerek Allah'ın sıfatlannın nefy ve inkar olunması İslam imamlan tarafından büyük bir mukavemet görmüş idi. Çürıki; bunlar açıktan açığa İslam dinine karşı
muhalefeti tazammun ediyor idi.37
Müellif, Kur'an'ın malıluk olduğuna dair görüşün Allah'ın sıfatıarını inkar etmenin bir sonucu olduğunu 38 ,
mukavemet eden fakih ve muhaddislerin de bu yüzden cezalandınldıklarını iddia etmektedir. 39 O, Allah'ın sıfatlan, isimleri ve fiilieri etrafında "İslam dininin naslanna muhalif olarak" ortaya çıktığını iddia ettiği
Mu'tezile'nin görüşlerini sıraladıktan sonra, "Sürınet ve hadis ehli"40 olarak gördüğü selefin bu konudaki tutumunu takdir ederek şunlan zikretmektedir:
buna
karşı
Malumdur ki selef nazaruida Kur' an; Allah'ın kendisile kaim olan kelarnı olup bunun hakkında (mahluktur)
demedikleri gibi (gayri mahluktur) dahi demezler idi. Kur'an'a bu hususta gerek müspet ve gerek menfi bir hüküm vermek onlarca bid'at idi... Selefe muhalif olan Mu'tezile ise ... 41
Müellif daha sonraki bölümlerde mezhepler arasındaki bu aykırı düşüncelerin seyrini anlatmaya devam
eder. Elbette bu anlatırnda selefin tarafını tuttuğunu da açıkça gösterir. Bunun en önemli belirtisi ise hep zulme
uğrayanlann selef uleması ve onlann taraftarlan olduğunu ileri sürmesidir. 42 Ona göre "Selçukilerin ilk hükümdarlan olan (Tuğrul Bey) zamanında da Eş'arilerin reisi olan Ebu'I-Hasan el-Eş'ari'ye Cuma günleri minberierde lanet
edilmeğe başlanıldı." 43 Oysa mihne hadiselerinden sonra Mu'tezile'ye, selef ehli ve taraftarlan tarafından yapılan
eziyetlere hiç değinmemektedir.
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Y altkaya, "Kelam Savaşlaı:ı", Darii!fimrm İlahfyat Fakiiltesi Mecmuası, S7ne: 5, Sayı 24, İstanbul 1932, s. 18.
Yaltkaya, a.g.tJJ., s. 18.
Y altkaya, a.g.nı., s. 18-19.
Y altkaya,
a.g.11ı.,s.
20.
a.g.nı.,s. 20.
a.g.nı.,
s. 21.
a.g.11ı.,s .23.
a.g.m., s. 22.
Bkz., a.g.nı., s. 26-32.
a.g.nı.
s, 30.
460
2. Türk Kelamcılan
Konu olarak ortaya konulan yeniliklerden bir tanesi "Türk kelamcılan" adıyla yazılan makaledir. Bu makaleden yola çıkarak, bu konunun kelam tarihi derslerinde anlatıldığını söylemek pek de zor değildir.
Müdlif bu makalesinde Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi Türk kelamcılan ve eserleri hakkında malumat
vermektedir. Makalesinde sistemli bir metot takip etmek suretiyle Osmanlılar devrindeki Türk kelamcılannı ''Metin ve Şerhçiler"44 ile "Haşiye ve Ta'likatcılar"45 olarak iki kısma ayımıaktadır. Müdlif Osmanlılardan önceki Türk
kelamcılannı bu şekilde ayn bir tasnife tabi tutmamış olmasını ise, şu şekilde izah etmektedir:
Birinci kısımda isimlerini zikretmiş olduğumuz Türk kelamcılan içinde (Menkubersibni yalın kılınç) gibi,
bir kimse tarafından yazılmış olan bir metni şerh eden ve Sadu'ş-Şeri'a gibi kendi yazmış olduğu metni izah
eyleyen var ise de bunlar içinde Osmanlılarda olduğu gibi herhangi bir metnin şerhi üzerine üçüncü derecesi
ehemmiyette olan başiye ve hatta ehemmiyeti dördüncü derecede kalan ta'likat yazanlar yoktur. Osmanlı kelamcı­
lan içinde ise metincilerden başka pek çok şerhçiler ve başiyeeller ve hatta ta'likatçılar dahi bulunduğundan bunlan (metin ve şerhçiler) ve (haşiye ve ta'likatçılar) diye iki zümreye tefrik eyledik. 46
diğer
Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere yazar, yazdığı makalede okuyucuya takip ettiği yöntem hakkında bilgiler
sunmak suretiyle, okuyucunun dikkatini çekmek istemektedir. Bu da bizce eser ve makale yazımında önemli bir
usul değişikliğine işaret etmesi açısından önemlidir.
3.
Kerraıniler
Müdlif günümüzdeki kelam tarihi çalışmalarında bile hala büyük oranda ihmal edilen önemli bir kelam
ekolü olan Kerramiye konusuna daha o dönemde değinmektedir.
Yazar, makaleye İbn Kerram'ı aniatmakla başlamaktadır.47 Bundan sonra Kerramiye'yi diğer fırkalardan
en önemli özelliği olarak, ''haktaalaya =Cevher= idak etmiş" olması ve onun "imanı, taselik-i kalbi olmaksızın yalnız lisanen ikrar" etmek demek olduğunu söylemesini vermektedir. 48 Y altkaya, iman konusunda tarih
itibariyle en son sözün İbn Kerram tarafından söylendiğini iddia etmektedir. 49 Kerramiler'in "reisleri gibi
ziliidane" bir hayat yaşadıklannr bu yüzden de gayr-i Müslimler de dahil bir çok insanı kendilerine çektikleri de
açıklanmaktadır.so Horasan bölgesinde oldukça taraftar topladıklan, öyle ki Gur hanedam hükümdan
Gıyaseddin'in bile Kerramiye mensubu olduğu, ancak daha sonra "Kerramiliği terk ile (Şafi'i) mezhebini kabul"
ettiği ve "Şafi'iler için müteaddit medreseler ve (Gazne) de bunlara mahsus bir de cami bina eylediği" fikirleri ileri
sürülmektedir. 51 Müellif Gıyaseddin'in bu mezhep değiştirmesini ise, Fahreddin Razi ile Kerramiye mezhebine
bağlı olan İbnu'l-Kıdve arasında geçen bir münazaradan sonra şehirde büyük kanşıklıkların çıkması ve hüh.iimdann halkı teskin etmek için52 siyaseten böyle bir yolu tercih etmiş olmasıyla açıklamaktadır:
ayıran
... (Gıyaseddin) Şafi'i ve biraderi (Şehabeddin) Hanefi mezhebini (Kerramilerin m üstalıkar addedilmekte
gördüklerinden dolayı siyaseten kerramiliği bırakarak kabul etmiş olduklannı söylemektedir.S3 Esasen
bu bükurodar mezhebiere bağlanarak taassub gösterıneyi hükümdarlar hakkında çirkin görerılerdendi.5 4
olduklannı
Müellif makalesine Kerramilerin itikadi
kici şu cümleleri aktarmaktadır:
(Şehristani) tarafından,
mezheb olarak
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
vazolunmuş
görüşlerini
anlatarak devam etmektedir. 55 Bu noktada o, dikkat çe-
mezhebi: mezhebierin döküntülerinden
(?) olmakla ve kendisi az malumat sahibi
toplanmış
olduğu
ve (Havariç) mezhebine en yakın
gibi mezhebini de yalnız (Horasan)
Yaltkaya, ''Türk Kelarncılan", Darii!fimtm İlah[yat Fakültesi Mecm11ası, Sene: 5, Sayı23, İstanbul1932, s. 10.
a.g.m., s. 17.
a.g.m., s. 1O.
Yaltkaya, "Kerramiye", Darii!fimmı İlah[yat Fakiiliesi Mecm11ası, Sene: 3, Sayı 11, İstanbul1929, s. 1.
a.g.n1, s. 2.
a.g.n1., s. 2.
a.g.n1., s. 4
Bkz., a.g.n1., s. 9.
a.g.n1., s. S. 8.
Müellifbu bilgiyi bir önceki cümleden anlaşılelığına göre İbn Esir'den nak:letmektecfuCBkz.
a.g.n1., s. 9.
a.g.m., s. 9-14.
İbn Esir, el-Kamil, C. 12, s. 72).
461
köylülerine kabul ettirebilmiş bulunmakla tevsif olunan (İbni Kerram)ın mezhebi için vaz ettiği usul bervechi
atidir. 56
Yaltkaya, Kerra.rn.iye'nin itilcidi esaslannı vaz ederken, onlan bu bağlamda diğer mezheplerle karşılaştırmayı
da ihmal etmemektedir: İtikacli bakımdan diğer ekollerle olan ortak yönlerini, hangi esası kimden aldıklannı ortaya
koymaya çalışmaktadır. Bu noktada yazar eliğer makalelerinde olduğu gibi selefiye'yi " ... her zaman tama.rn.iyle
naslara sadık kalmış olan (Selefiyyelerce) ... " demek suretiyle eliğer mezheplerden ayn bir konuma yükselterek
açıkça onu yüceltir.57
4. Mu'tezile ve Husun ve Kubuh:
Osmarılıca olan bu makalenin başlığından her ne kadar Husun ve Kubuh konusuna oldukça fazla yer veri-
lecek gibi bir izienim eclinilse de, husun ve kubuh konusuna ancak makalenin son birkaç
dir. ss
sayfasında değinilmekte­
Makale Mu'tezile'nin ilk olarak ortaya çıkmasını ele alarak b~şlamaktadır. Müellif Mu'tezile'nin çıkış yeri
olarak Basra'yı göstermektedir. Zira Basra ona göre cografi olarak, Hint, İran ve Keldani inançlannın birleştiği bir
şehircli. 59 Bununla da o, belki de Mu'tezile'nin dış kaynaklı bir tesir ile İslam'da zuhur eden bir mezhep olduğuıla
dair bir ön kabulünü ortaya koymuş olmaktadır. Bu düşüncesini bu makalenin devarnı olarak tanımladığı "Kaderiye yahut Mu'tezile" adlı makalesinde daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yazar, Mu'tezile'nin öncüleri
olarak gösterdiği Kaderiye'nin Hasan Basri'nin halkasında zuhur ettiğini, daha da ileri giderek Hasan Basri'nin de
bizzat ezeli kader inancını inkar eden birisi olduğunu savunur. Bu konuda, Hasan Basri'nin Abdülmelik b.
Mervan'a yazdığı kader nsalesinin Şehristani tarafindan ısrarla Vasıl b. Ata'ya atfeclilmesini tarihi açıdan imkansız
sayar.6° O, Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd gibi Mu'tezile'nin ilk temsilcilerinin ezeli kaderi inkar etmelerine, Aristo
mantığına meyletmelerine, selefiye ya da Ehl-i sünnet'in bir çok görüşüne muhalefet etmelerine rağmen, zühd ve
takvalarına hiçbir şekilde leke kondurmaz. Mu'tezile isminin kökenine dair ileri sürülen görüşleri değerlenc:iiril:ken,
Mu'tezile mensuplannın Hasan Basri'den aynlmalarından dolayı değil de, zühd ve takvalanyla eliğer fırkalardan
ayrıldıklarından dolayı bu ismi almış olmalannın daha mantıklı olduğunu zikretmektedir:
... Bu mektebin böyle zahidlerile kök salmaya başlaması nazar-ı itibara alınacak olursa Mu' tezile namının
zahid manalanyla müteraclif kullanılan i'tizalden olması daha ziyade şayan-ı kabul görülür ... Nitekim bunların bu
ismi "ve e'tezilukum ve ma ted'ılne min dılnillahi (Meryem Suresi, 48)" ayet-i kerimesiyle, Süfyan-ı Sevci'den
mervi olan ... "ümmetim bir ari-i karibde yetmiş ve daha ziyade fırkalara ayrılacaktır ki, bu fırkaların en takva ve
en salihini mu'tezil olan fırka teşkil edecektir." Hadis-i şerifinden almış olduklan söyleniyor. Hatta Süfyan kendi
cemaatini bu hadisden dolayı Mu'tezile tesmiye etmek istemiş idi ise de Amr b. Ubeyd'in bu husustaki sebekatini
işitmesi buna mani olmuş idi ... Fi'l-hakika yukanda söylendiği vecih üzere bu iki arkadaş fevkalade zahid ve
müttaki idiler. 61
Bu derecede zahid ve takVa sahibi olan bu iki şahsın kader konusunda oldukça aykın fikirler içerisinde olörneklerle ortaya koymaya çalışır. Bunlardan birisi, Amr'ın ve Viisıl'ın Cemel ve Sıffin savaşına katılan
sahabenin şahitliklerinin kabul edilmediğini iddia etmeleridir. 62 Diğeri ise Amr b. Ubeyd'le ilgili olup kader konusunu içermektedir:
duğunu
Bir zat Amr b. Ubeyd'den ''bel huve Kur'anun meddun fi levhi mahffızun (sfuet-i liburılc)" ayet-i kerimesiyle sfueti'l-leheb dekizemm-i hususiyenin ne suretle cem edileceğini, yani bu sfuenin dahi Kur'an-ı Kerim'den
olmasıyla bundaki zemm-i hususiyenin levh-i mahfuzda olup olmadığını sordu. Amr b. Ubeyd bu zata cevaben: =
Böyle değil!. Belki Ebu Leheb'in arneli gibi arnelde bulunanlar Ebu Leheb'in cezasına müstahak olur, surette levhi Mahfuzda umumi halde idi= diye cevap vercli.63
56
57
58
59
60
61
62
63
a.g.111., s. 9.
a.g.111., s. 10.
Bkz., Yaltkaya, "Mu'tezile ve Husun ve Kubuh", Darii!ftmrm İlahf)'al Fakiiliesi Mem111ası, Sene: 1, Sayı 2, İstanbul1926, s. 115-116.
a.g.111., s. 100.
a.g.m., s. 102.
a.g.111., s. 103-104.
a.g.111., s. 1OS.
a.g.111., s. 103.
462
Müellif, Batılı yazarlar tarafından ısrarla savunulan Mu'tezile'nin hür düşünürler olup olmadığı sorusuna
ise, bu fikrin " ... ancak nihai inkişaflarında bir kaçı hakkında doğru olabilir."64 Diye cevap vermektedir. Makalesine bundan sonra Mu'tezile'nin Emevi ve Abbasiler devrindeki gelişimiyle devam eden müellif, özellikle Allaf ve
Nazzam'ın fikirlerine değinmektedir. 65 Makalede Husun ve Kubuh meselesinde Mu'tezile'nin fikirleri seldiye ve
Ehl-i sünnet'le karşılaştırmalı olarak verilmektedir.66 Bu konuda Mu'tezile'nin akla oldukça önem verdiğini, Bişr b.
Mu'temir'in (ö. 210) akıl hakkında yazdığı bir methiyeyi aktararak ön plana çıkarmaya çalışmaktadır:
Akıl ne mükemmel bir rehberdir. İnsana her halde ve her zamanda arkadaşlık ve yoldaşlık eder. Aynı zamanda öyle bir hakimdir ki göz önünde olmayan mevadi göz önünde imiş gibi muhakeme eder. Mezayasının en
ufağı hayr ile şer arasını fasl ve tefrik etmekdir. 67
-
5. Kaderiye Yahut Mutezile:
makalenin devarnı olarak zikrettiği bu makalesinde insanlık tarihinin en
konusu olarak tanımladığı kader meselesinin merkezinde yer alan sorunun, cebir ve ihtiyar ile
bağlantılı olan "irademiz serbest midir? Her istediğimizi yapmak ve istemediklerimizi bırakmak elimizde midir?
Yoksa yaptıklarımız bir icap neticesinde midir? Olduğunu ileri sürerek konuyu tartışmaktadır.68 Husun ve Kubuh
makalesine göre Mu'tezile'ye karşı daha sübjektif bir eleştirel tavır takındığıru gözlemlediğimiz yazara göre ''İslam
ilieminde ilk defa olarak bu meseleyi kurcalarruş olan" kimse Ma'bed el-Cüheni olup 69 o, bu fikrini Zerdüşt'e
mensup İranlılardan almıştır.7° Ancak öyle görülmektedir ki, kaderi inkar fikrinin kaynağlnın ne olduğu sorusu
müellifi pek de ilgilendirmemektedir, zira ona göre, Ma'bed, Gaylan ve onların takipçileri olan Vasıl b. Ata' ve
Amr b. Ubeyd gulattan olup71, ezeli kaderin olduğu fikrini inkar etmek de her durumda İslam'a aykırı idi:
Müellif,
önemli
yukarıda sunduğumuz
tartışma
Kader hakkındaki bu fikri hareket yukanda söylediğimiz veçhile gerek (Basra) da (Hasan-ı Basri) nin etrazuhur etmiş olsun ve gerek bazı müelliflerin dedikleri gibi (Şam) da emevi halifelerinin saraylarında müstahdem olan (Yahya ed-Dımeşki) ve saire Hıristiyanların tesirile başlamış olsun İslam ruhuna aykırı olduğundan bunlarla muhaddisler arasında bu hususta çok hararetli mücadeleler vuku bulmakta idi. 72
fında
Yazar daha sonra Mu' tezile isminin nereden geldiği sorusunu irdelemeğe çalışmaktadır. O, aralarından
herhangi birisini tercih etmeksizin, buna karşın Kaderiye ile Mu'tezile'nin aynı şeyler olduklarını kabul ederek, bu
konuda kaynaklarda aktarılan klasik görüşleri sıralar. 73 Selef bakış açısıyla Mu'tezile fikirlerini pek de beğenmediği
anlaşılan müellif, Mu'tezile'nin İslam'a olan katkısını belki de istemeden şu şekilde övmek durumunda kendisini
hissetmektedir:
Şunların ve bunların tesiriyle (Kader) meselesi ortaya çıktığı gibi İslam dinine tekaddüm eden dinlerde
mevcut olan Allah'ın sıfatları ve Allah'ın kelarrurun q;ıahluk olup olmaması gibi birt3.kun meseleler dahi meydan
aldı. Bu muhtelif irikat ve efkar erbabının İslam muhitine saçtıklan bu müddealan İslam noktai nazarından
reddiçin cedeli bir menhece ihtiyaç hasıl oldu ki (Kelam) ismini alan bu menheci İslam'da ilk defa açmak şerefi
(Mu'tezile'ye) aittir: .. ilmi usul dahilinde mücadele ile Allahü Te' ala'nın vücudunu inkar edenlerin ve cebri is bat
eyleyenlerin hücumlarını defetmişlerdir. Hıristiyan ve Mecusiler tarafından ika edilen şüpheleri dahi izale eylemiş­
lerdir ... Mu'tezile'nin birinci şahsiyeri olan (Vasıl b. Ata'), maniliğin bütün müddeillarını biliyor ve reddediyordu.
Bunun maniliği reddiçin yazmış olduğu ... eseri isminden de anlaşılacağı veçhile Maniliğe ait bin meseleyi ve bunların ret ve cerhlerini ihtiva ediyordu.74
Yazar bu sözleriyle esasen yukanda Kaderiye için söylediği tüm sözleriyle çelişmiş olmaktadır. O hem
Mu'tezile yabancı menşe'lidir diyor, hem de onun diğer dinlerin tahribatından İslam'ı savunduğunu söylüyor; bir
taraftan kaderininkarı İslam dışıdır diyor bir taraftan da Mu'tezile'nin cebir fikrini savunanların saldırılarını def
etmiştir diyor. Bunlar açıkçası birbiriyle çelişmektedir.
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
a.g.111., s. 106.
Bkz. a.g.111., s.110-112.
a.g.m., s. 115-116.
a.g.tJI., s. 111-112.
Yaltkaya, "Kaderiye Yahut Mutezile", Dariiljillll/11 İlahfyat Fakiiilesi Mecllluası, Sene: 4, Sayı 15, İstanbul1930, s. 1.
a.g.!JI, s. 1.
a.g.111., s. 2.
a.g.111., s. 2.
a.g.111., s. 3.
a.g.111.,S. 5-6.
a.g.tJI., s. 8.
463
dığı
Müellif bundan sonra Mu'tezile'n.in beş esasını açıklamaya geçmektecfu. 75 Makalesinin Mu'tezile için ayır­
bölümünü Basra ve Bağdatlı Mu'tezililer arasındaki ibtilaf noktalarını ortaya koymak suretiyle tamamlamakta-
dır.76
Müellif, bize göre pek de sistematik olmayan bir tarzda başlığında yer almasa da makalenin 13. sayfasından
itibaren "Cehmiye"77, 17. sayfasından itibaren de "Eş'ariye" 78 adlı iki yeni başlık altında adeta kelam ekallerini
tarihsel ve öğreti açısından değerlenclirdiği makalesini sona erdirir.
Sonuç
Kelam Taribi profesörü olan Y ?ltkaya'nın yukarıda ana hatlarıyla açıklamaya çalışnğımız makalelerini bir
gözüyle incelediğimizde Dfu:ülfünıln'daki kelam dersleri açısından açıkçası pek de iyimser olmayan bir
tabioyla karşı karşıya kalındığını söyleyebiliriz. Yukarıda tablo olarak sunduğumuz, Dfu:ülfunıln İlahiyat Fakültesinde verilen derslerin konularına baknğımızda şekilsel-metodik açıdan oldukça yeni ve modern olmasına karşın,
içerik yönünden sunulan bilgilerin geleneksel medrese öğretiminden çok da farklı olmadığını söylememiz mümkün gözükmektedir. Bize göre yapılan tek değişiklik eski, yani Eş'ari-selef taraftarı aJ.imlerinin savunduklari
akidevi bilgilerin yeni ve modern usul ve metotlarla sunulmuş olmasıdır.
kelamcı
.·
75
76
77
78
a.g.nı., s.
a.g.m., s.
a.g.11ı., s.
a.g.11ı., s.
9-12.
12-13.
13-16
17-21.
Download