ADANA 2015 ULUSLARARASI İSLÂM & TIP (TIBB-I NEBEVÎ) KONGRESİ BİLDİRİLERİ 07-10 EKİM 2015 ADANA ISBN: 978-975-487-215-6 Adana 2016 ADANA 2015 ULUSLARARASI İSLÂM & TIP (TIBB-I NEBEVÎ) KONGRESİ 07-10 Ekim 2015 tarihlerinde Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi ve Çukurova Üniversitesi Mithat Özsan Amfisi’nde Dr. Sare Davutoğlu Hanımefendi’nin himayeleriyle Adana Valiliği Çukurova Üniversitesi Adana Tıbb-ı Nebevi Derneği Çukurova Kalkınma Ajansı ve Değerli Adana Halkının destek ve katkılarıyla düzenlenmiştir. DÜZENLEME KURULU Şükrü ÇAKIR (Adana Vali Yardımcısı) Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ (Ç.Ü. İlâhiyat F. Dekanı) Prof. Dr. Dilek ÖZCENGİZ (Ç.Ü. Tıp F. Dekanı) Prof. Dr. Recep TUNCER (Ç.Ü. Tıp F. Dekan Yardımcısı) Prof. Dr. Fatih ÖZOĞUL (Ç.Ü. Su Ürünleri F.) Prof. Dr. Muhammet YILMAZ (Ç.Ü. İlâhiyat F.) Doç. Dr. Tayyibe SALER (Numune Eğt. Ve Arş. Hst. Dahiliye Şefi) Doç. Dr. Gözde RAMAZANOĞLU (Ç.Ü. İlâhiyat F.) Doç. Dr. Hasan AKKANAT (Ç.Ü. İlâhiyat F.) Dr. Ahmet ÖZER (Adana İl Sağlık Müdürü) Turan AKPINAR (Adana İl Milli Eğitim Müdürü) Ahmet SÖĞÜT (Adana İl Gıda Tarım Müdürü) Arif GÖKÇE (Adana İl Müftüsü) Sabri TARİ (Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü) Ramazan SAYGILI (Adana Kızılay Başkanı) Mehmet BARIŞ (Emekli Adana İl Müftüsü) Ahmet Rıfat DURAN (Ç.K. Ajansı Destek Hiz. Birim Bşk.) SEKRETERYA Doç. Dr. Hasan AKKANAT (Çukurova Ü. İlâhiyat F.) Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul DÖNER (Çukurova Ü. İlâhiyat F.) Arş. Gör. Ahmer Rifat Geçioğlu (Çukurova Ü. İlâhiyat F.) Arş. Gör. Merve KOYUNCU (Çukurova Ü. İlâhiyat F.) YAYIN EDİTÖRÜ VE DİZGİ Doç. Dr. Hasan AKKANAT Dr. Ertuğrul DÖNER İÇİNDEKİLER AÇILIŞ KONUŞMALARI ......................................................................................................... 11 Açılış Konuşması: Ramazan SAYGILI / T.N.D. Yönetim Kurulu Başkanı ........................ 1 Açılış Konuşması: Prof. Dr. Mustafa KİBAR / Ç.Ü. Rektörü ............................................. 3 Açılış Konuşması: Mustafa BÜYÜK / Adana Valisi ........................................................... 7 BİLDİRİLER ............................................................................................................................ 9 TIBB-I NEBEVİ’NİN KONUSU ........................................................................................... 11 Tıp İle İlgili Rivayetlerin Değeri .................................................................................. 13 Çağdaş Tıbbın Işığında Tıbb-ı Nebevî ......................................................................... 25 Tıbb-ı Nebevî’nin Kaynağı............................................................................................ 31 Nebevî Tıbbın Konumu ................................................................................................ 37 Tıbb-ı Nebevî’nin Vahiy Kaynakları ............................................................................ 49 TIBB-I NEBEVİ’NİN KAYNAKLARI .................................................................................. 63 Tıbb-ı Nebevî Hadislerinin Kaynakları ve Kapsamı Üzerine Bir Değerlendirme .... 65 Tıbb-ı Nebevinin Dayandığı Temel İlkeler ................................................................. 72 Asr-ı Saadette Tıp Kültürü ........................................................................................... 77 NEBEVİ TIP-MODERN TIP ............................................................................................... 85 Tıbbu’n-Nebevi İlmi ve Kanıta Dayalı Bilimsel Tıp .................................................... 87 ِّ الطب النَّبوي وحفظ المجتمع من خالل التثقيف الصحَّي ُّ .................................................................... 95 Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.S.) İnsan Sağlığının Korunmasında Tavsiye Ettiği Modern Tıpta da Uygulanabilecek Bazı Tedavî Yöntemleri .......................... 121 MODERN TIP ve DİNİ DESTEK ...................................................................................... 137 Kronik Böbrek Yetmezliği Sonucu Hemodiyaliz Uygulanan Hastalarda Manevi Yardım ve Dini Desteğin Önemi ................................................................................ 139 االكتئاب والطب النبوي.......................................................................................................... 151 Birey Ve Toplum Sağlığı Açısından İbadetlerin Önemi ........................................... 164 GEBELİK, DOĞUM ........................................................................................................... 172 Gebelikte İçilen Sigaranın Bebeğin Kromozomları Üzerine Etkisi……………………...174 Erkek Sünneti (Male circumcision) ........................................................................... 176 İslam’ın Cinsel Hayata Yaklaşımı .............................................................................. 178 Tüp Bebekten Taşıyıcı Anneliğe Sorular Ve Sorunlar.............................................. 190 RUH HASTALIĞI ve DİNİ PRATİKLER ........................................................................... 198 Anne Sevgisi Ve Kimerizm ......................................................................................... 200 Oruç ve Mutluluk İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Araştırma ....................................... 204 SAĞLIKLI BESLENME ..................................................................................................... 214 Kur’ân Ve Beslenme.................................................................................................... 216 Helal Gıda, Helal Kesim .............................................................................................. 228 Ağız ve Diş Sağlığının Önemi...................................................................................... 242 TIBBİ HADİSLERİN DEĞERİ ........................................................................................... 264 Tıbb-ı Nebevî ve Sağlığın Korunması Açısından Kişisel Bakım .............................. 266 Muhteva Yönüyle Kütüb-i Sitte'deki Tıbb-ı Nebevî Hadisleri ................................. 278 العمل بالحديث الضعيف في قضايا الطب النبوي................................................................................ 288 “(Hastalıkta) Bulaşıcılık Yoktur” Hadisinin Tıbb-ı Nebevi Bağlamında Bağlayıcılığı ve Değeri...................................................................................................................... 314 Hadisler Işığında Hastalıklar Ve Tedavi Yolları (Koruyucu Hekimlik Örneği) ...... 324 AİLE HEKİMLİĞİ ............................................................................................................. 336 Mucize Besin Anne Sütü ............................................................................................. 338 بنوك الحليب وحكمها في الشريعة اإلسالمية................................................................................ 344 Anne, Çocuk Sağlığı ve Emzirme................................................................................ 365 HADİSLERDE TIBBİ BOYUT ........................................................................................... 375 Hz. Peygamberin Sünnetinde Tibbî Boyut ................................................................ 377 Hacamatın Bilimsel Ve Modern Tıp Penceresinden Günümüze Yansımaları ........ 396 Hz. Muhammed’in Hadislerinde Genetik ................................................................. 406 Hz. Peygamber’in Hadislerinde Koruyucu Hekimlik: Hacamat Örneği .................. 414 الطب النبوي وأثره في الوقاية والعالج من األمراض المعاصرة........................................................... 428 ŞİFALI BİTKİLER ve HAYVANSAL GIDALAR ................................................................ 450 Çörek Otu Hakkında Rivayet Edilen Hadislerin Analizi ........................................... 452 Çiğ Keçi Sütünden İzole Edilen Laktokokların Patojen Mikroorganizmalar Üzerine Antimikrobiyel Etkilerinin İncelenmesi ................................................................... 460 TIBB-I NEBEVİ LİTERATÜRÜ ve TARİHSEL SÜREÇ .................................................... 462 Tıbb-ı Nebevî Literatürü ve Tarihsel Süreç .............................................................. 464 TIP ve HUKUK ................................................................................................................. 476 Tıbbi Uygulamaların Hukuk Dünyamıza Etkileri ..................................................... 478 Tıbb-ı Nebevi Hadisleri Bağlamında Hasta/Hastalık ve Hasta Hakları .................. 488 Ahkam Hadislerinde Psikolojik Etmenler -Regl Dönemindeki Talak Üzerine Bir İnceleme- ..................................................................................................................... 506 MÜSLÜMAN TABİPLER ve ESERLERİ ........................................................................... 510 16. Yüzyıl Osmanlı Hekimlerinden Şaban Nidâî ve Dâvûd-i Antakî’nin Yazdığı Tıp Kitaplarında Tıbb-ı Nebevî Etkisi Üzerine Bir Karşılaştırma .................................. 512 Al-Zahrawî: A Pinoeer Muslim Medical Scientist and His Contributions to Surgery İslam Tıbbının Öncülerinden ez-Zehravî ve Cerrahiye Katkıları ............................ 532 Osmanlı Döneminin İlk Tıbb-ı Nebevi Müellifi Atûfî ve “Ravdu’l-İnsân fî Tedbîri Sıhhati’l-Ebdân” Adlı Yazma Eserinin Tanıtımı ........................................................ 545 KAN ve KAN BAĞIŞI........................................................................................................ 557 Demir Hipotezi ............................................................................................................ 559 Kanın Tarihteki Yolculuğu ......................................................................................... 571 ORGAN NAKLİNİN DİNİ SORUMLULUĞU ..................................................................... 587 Teolojik Yorumlar Çerçevesinde Ahiret İnancının Organ Bağışına Olumlu Olumsuz Etkileri ......................................................................................................................... 589 Ahirette Organların Şahitliği Bağlamında Organ Nakli ........................................... 599 ZAMAN YÖNETİMİ ve UYKU .......................................................................................... 616 Hz. Peygamberin Öğretilerinde Vakit Vurgusu ve Müslüman Bireyin Zamanla İmtihanı ....................................................................................................................... 618 Kur’an’ı Kerim’de Zaman Kavramı ............................................................................. 626 POSTER SUNUMLAR ......................................................................................................... 634 Halal Seafood .............................................................................................................. 636 Seyhan Baraj Gölünde Farklı Mevsimlerde Avlanan Kadife Balıklarının (Tinca tinca L., 1758) Yağ Asitleri Kompozisyonundaki Değişimler .................................. 637 Kuran-ı Kerim’de Bal ve İnsan Yaşamında Balın Faydaları..................................... 638 Su Ürünleri Tüketim Algısının Oluşmasında İslam Dini ve Fıkhi Mezheplerin Etkisi ...................................................................................................................................... 639 Origanum Micranthum VOGEL (Akoluk Çayı) Uçucu Yağının Aromaterapik Özellikleri Üzerine Araştırma .................................................................................... 640 Tıbb-ı Nebevinin Kadim Reçetesi: Apiterapi ............................................................ 641 Chemical Compositions of Oil Obtained from Foeniculum sp., Salvia sp., and Vitis sp. ................................................................................................................................. 643 A Comparative Study of Volatile Compounds in Three Different Aromatic Plants 644 Rosmarinus Officinalis (Biberiye)’nin Fenolik ve Diterpenik Ekstrelerinin Antimikrobiyal Aktivitesinin Belirlenmesi ............................................................... 645 Analysis of Aromatic Volatile Components from Cinnamomum sp., Laurus sp., and Lavandula sp. .............................................................................................................. 646 Alkol Bağımlığı Hususunda Dini Yönden Yaklaşım.................................................. 647 İslamiyetin Koruyucu Hekimlik Yönü ....................................................................... 648 Biyoetik Konularda Üremeye Yardımcı Tekniklerde “Taşıyıcı Anne” Kavramına Nebevi Bakış................................................................................................................ 650 Organ Bağışının Dini Yönden Değerlendirilmesi ..................................................... 651 Anne Sütü: İslam, Tıp Ve Günümüz ........................................................................... 653 İyilik Yapmaya Realistik Bakış: İyilik Yap Kötülük Bul mu? İyilik Yap Denize At mı? ...................................................................................................................................... 654 Yaşlılık Dönemi Sorunlarına Çözüm Arayışında Çaresiz Kalan Küresel Dünyada Yaşlılık Sorunlarına Manevi Yardım ve Çözümler.................................................... 655 Gıdalarda Helal Sertifikası ......................................................................................... 657 Multiple Sklerozlu Hastalarda Refleksolojinin Yorgunluk ve Kaygı Üzerine Etkisi ...................................................................................................................................... 658 Hacamat’ın Dünü Ve Bugünü ..................................................................................... 659 Ağız ve Diş Sağlığına Bilinçli Yaklaşım ...................................................................... 662 Dondurulmuş Kurbağa (Rana spp.) Bacaklarının Depolama Süresince Gıda Güvenliği Açısından Bakteriyolojik Kontaminasyon Düzeyinin İncelenmesi ........ 670 Marine Seaweeds as A Source of Food and Bioactive Compounds ......................... 671 Helal Gıda Olarak Balık Jelatini .................................................................................. 672 Balık Jelatinlerinin Kullanım Alanları ....................................................................... 673 Osmanlıdan Günümüze Et Yemekleri Kültürü ......................................................... 674 Gıdalarda Akıllı Ambalaj Uygulaması ........................................................................ 675 Yara Bakımında Kullanılan Şifalı Bitkiler ................................................................. 676 ADANA 2015 ULUSLARARASI İSLÂM & TIP (TIBB-I NEBEVÎ) KONGRESİ AÇILIŞ KONUŞMALARI Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Açılış Konuşması Ramazan SAYGILI Tıbb-ı Nebevî Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himayelerinde kongremizi düzenleyeceğimiz Saygıdeğer hanımefendi, Sayın Milletvekillerim, Sayın Valim, Bu değerli organizasyonda emeği geçen tüm aziz dostlar ve kıymetli misafirler… Hepiniz, Türkiye’nin 1 numaralı şehrine Hoş geldiniz… Safalar getirdiniz… Bu güzide kongreyi tertip ederken, Kur’an-ı Kerim’in defaatle ifade ettiği “HİÇ AKLETMEZ MİSİNİZ” uyarısını kalkış noktamız olarak kabul ettik. Çünkü bizler, insanı aciz bırakan tabiat nimetleri karşısında, düşünmeyi ve ibret almayı insana öğütleyen bir kitabın takipçileriyiz. Buradan hareketle, erdemli peygamberin ümmeti olarak, “İLİM MÜ’MİNİN YİTİK MALIDIR” diyen bir medeniyetin mensupları olduğumuzu hep hatırda tuttuk. Hiç şüphesiz tarih boyunca yaşamış Müslüman tıpçılar ve ilim adamları da bu temel ilkeler üzere hareket ettiler ve dolayısıyla tarihe iz bıraktılar. Onları tanımaya değer kılan nokta tam olarak bu özellikleridir. İslam tıpçılarının ortaya koydukları eserler klasik ve fenni ilimlere yaklaşımımız konusunda bize ciddi veriler sunmaktadır. Çünkü bu eserler, objektif bir biçimde incelendiğinde tüm dünyada tıbbın ve bilimin gelişimine ışık tutmuş ve hem Doğu hem Batı okullarında asırlarca okutulmuş kaynaklardır. Bu eserlerin başında hiç şüphe yok ki, İbni Sina’nın KANUN ve Zehravi’nin ETTASRİF isimli eserleri gelir. Batının karanlık çağ olarak nitelendirdiği bir zaman diliminde, İSLAM tıpçıları ve bilim adamları Rabbani ilmin kendilerine sunduğu imkanlarla tarihe böyle not düşüyorlardı. 1 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Üstelik bu ilim adamları, bugün olduğu gibi kendilerine küresel ilaç endüstrisinin tröstlerini değil, bizzat eşref-i mahlukat olan insanı ödev olarak kabul ediyorlardı. İslam Tıbbının etik anlayışı deşifre edilecekse, kâr merkezli değil ahlak merkezli işleyen bu kadim zihniyeti tanımamız ve bilmemiz şarttır. Bunun anlamı şudur: Müslüman hekim, “Hastalandığım zaman bana şifa veren Allah’tır” (Şuara, 80) ayetinin sorumluluğunu sırtında taşıyan kişidir. Medeniyet kurmak, medeniyet yolcusu olmak. Dar çevre anlayışlarını bir tarafa bırakıp, prangalardan kurtulup, büyük hedeflere odaklanan İslam ana halterinde yürüyen aklını kiraya vermeyenlerin işidir. 3 gün boyunca sürecek olan kongremizde, birbirinden değerli ilim insanlarımızın tebliğlerinden maksimum düzeyde istifade edilmesini temenni ediyorum. Sırtımızdaki yükün sorumluluğunu taşıyabilen insanlar olmamız duasıyla. Saygılar sunuyorum. 2 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Açılış Konuşması Prof. Dr. Mustafa KİBAR Çukurova Üniversitesi Rektörü Sayın Valim, Sayın Komisyon Başkanım, Sayın Rektörüm, Değerli Konuklar, Sayın Dr. Sâre Davutoğlu Hanımefendinin himayelerinde, ülkemizde üniversite düzeyinde, alanında ilk olarak düzenlenmekte olan “Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi’ne” hoş geldiniz, şeref verdiniz. Kongremize katılımlarınızdan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım. Himayelerinde, Uluslararası İslâm ve Tıp Kongresi düzenleme isteğimizi kendilerine arz ettiğimiz andan itibaren bizlere çok güçlü destek veren Sayın Dr. Sare Davutoğlu Hanımefendiye şükranlarımızı arz ederim. Çukurova Üniversitesi olarak, bu Kongrenin düzenlenmesinde bizlere her zaman, her türlü desteği veren Valimiz Sayın Mustafa Büyük Beyefendiye teşekkürlerimizi sunarım. Adana Tıbb-ı Nebevi Derneği Başkanı Sayın Ramazan Saygılı Bey’e ve Yönetim Kurulu üyelerine; ayrıca Çukurova Kalkınma Ajansı yetkililerine de destekleri için teşekkürü bir borç bilirim. Vali Yardımcımız Sayın Şükrü Çakır Beyefendi başta olmak üzere, kongremizin düzenlenmesinde emek ve hizmetleri için Kongre Düzenleme Kurulu Başkan ve üyelerine de ayrıca teşekkür ederim. Kongremize, Üniversitelerimizin yanı sıra; Sağlık, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarımız, Diyanet İşleri Başkanlığımız ve diğer kurumlarımız da yakın ilgi göstermişlerdir. Sayın Bakanlarımıza, Diyanet İşleri Başkanımıza ve diğer kuruluşlarımızın yöneticilerine de teşekkürlerimi sunmak isterim. Kongremizde bilimsel program yanında, İslam Tıbbı, Minyatürü ve Hat Sergisi; İslam Tıp Aletleri Sergisi; Türk-İslam Tıp Elyazmaları Tanıtım Sergisi; Türk-İslam El Sa3 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi natları Sergisi; Ebru Sanat Gösterisi; Türk Sanat Müziği ve Sema Gösterisi; Tarihte Adana – Adana’da Tarih gibi sunum, sanatsal etkinlik ve sergilerden oluşan zengin bir sosyal program da yer almaktadır. Bu etkinliklerin hazırlanmasındaki emek ve katkılarından dolayı; Üniversitemiz Diş Hekimliği Fakültesi Emekli Dekanı Prof. Dr. İlter Uzel, Üniversitemiz Ramazanoğlu Konağı Kültür Merkezi Müdürü Doç. Dr. Gözde Ramazanoğlu, Doç. Dr. Hayri Kaplan, Öğr. Görevlisi Neyzen Süleyman Tuna, Meltem Koyunoğlu hocalarımıza ve Adana Olgunlaşma Enstitüsü Müdürlüğü’ne çok teşekkür ederim. Kongremizin bugünkü oturumları, şuan içinde bulunduğumuz Kongre Merkezi’mizde yapılacaktır. Yarın ve ertesi gün yapılacak oturumları ise, Üniversitemiz Mithat Özsan Amfisi’nde gerçekleştirilecektir. Ülkemizin en güçlü ve saygın bilim kurumlarından biri olan Çukurova Üniversitemizde düzenlediğimiz bu kongremize, yurtiçinde ve yurt dışında bulunan Üniversitelerin, Tıp, Diş Hekimliği, İlahiyat, Eczacılık, Veterinerlik, Ziraat ve Su Ürünleri fakültelerine mensup 160 bilim adamı katkı sağlamıştır. Kongremizde 97 bildiri sunulacaktır. Bu kongremizin burada vurgulanması gereken en önemli özelliği; dini tabu olarak nitelendiren; bu nedenle dini, akıl ve bilimin ilgi alanından çıkarmak isteyen tutum ve yaklaşımların aksine; her disiplinden bilim adamlarının seçkin ilahiyatçı akademisyenlerimizle buluştuğu bilimsel bir platform oluşturmasıdır. Kanaatimce, bu kongrede çok önemli bilimsel buluşmalar gerçekleşecek, Yüce Dinimiz İslâm’ın buyruklarının akıl ve bilimle çelişmediği yakından görülecektir. Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Veterinerlik, Ziraat, Su Ürünleri ve İlahiyat alanındaki bilim adamlarımızın aynı noktada buluştukları gözlemlenecek, bilimin ortaya koyduğu gerçeklerle hurafeler birbirinden ayrılacaktır. Kongremizde yapılacak oturumlarda; Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sevgili Peygamberimizin kişi ve toplum sağlığı konusundaki evrensel buyruk ve mesajları ortaya konulmaya çalışılacak, İslâmî kaynaklarda yer alan bu alandaki nakiller, kaynak ve bilgi değeri açısından incelemeye tabi tutulacaktır. İslâm bilginlerinin tarih boyunca Tıp bilimine yaptıkları katkı ve hizmetler de, bu oturumlarda mercek altına alınacaktır. Yüce dinimiz İslâm’ın, kişi ve toplum hayatını kuşatıcılığına paralel olarak, Kongremizde sunulacak olan bildiriler de insan hayatını doğrudan ilgilendiren konuları içermektedir. Bu konudaki ana başlıklar; Hijyen, Koruyucu Hekimlik, Sağlıklı Beslenme, Helal ve Temiz Gıdalar, Aile Hekimliği, Anne ve Çocuk Sağlığı, Ruh Sağlığı, Ağız ve Diş Sağlığı ve Organ Nakli gibi güncel konulardır. İslam düşüncesine göre, insan; en değerli varlıktır. Çünkü o, yaratılmışların en mükemmelidir. Bu nedenle, yeryüzünde Allâh’ın halifesi olarak yaratılmış ve her şey onun emrine sunulmuştur. Bu özelliği sebebiyle, yaratılmışlar içerisinde insanın önceliği vardır. İnsan, mükerrem ve saygın bir varlıktır. Bu yüzden, Yüce Kitâbımızın ve Sevgili Peygamberimizin, insan onurunu koruyan çok önemli buyrukları vardır. Yüce Dinimiz İslâm’ın ortaya koyduğu buyruklara göre; insan hayatı kutsal ve vazgeçilmez niteliktedir. İnsanın canı ve bedeni korunmuştur. Sevgili Peygamberimiz “Bir canın, diğer bir cana tam eşit ve denk olduğunu” bildirmişlerdir. Burada, Sevgili Peygamberimizin, Tıbb-ı Nebevi kapsamındaki buyruklarının ahlakî ve etik boyutu ile birlikte, bu buyrukların insan ve toplum huzuru açısından önemi karşımıza çıkmaktadır. Günümüz dünyasında ortaya çıkan; insanın genetik deney ve uygulamalara konu olması, organ nakli, üreme teknolojisi, sperm bankası, kiralık annelik, gebelik, süt bankası gibi konulardaki gelişmeler bu bağlamda ele alınacak ve kongremizde sunulacak bildirilerle ciddi biçimde tartışılacaktır. Kongremizde, Sevgili Peygamberimizin Tıp biliminin kurucusu olmadığı, Yüce Allâh tarafından kendisine öyle bir görev verilmediği, hepimizin yakından bildiği gibi 4 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbbın tüm insanlığın ortak malı olduğu; Yine Sevgili Peygamberimizin mesleğinin hekimlik olmadığı, kendisinin Peygamber olarak görevlendirilmeden önce ticaretle uğraşarak ailesinin geçimini sağladığı bilim adamlarımız tarafından sunulacak bildirilerle anlatılacaktır. Ayrıca, Sevgili Peygamberimizin tıp alanındaki buyruklarının kaynağı, Tıbb-ı Nebevi’nin temel niteliği ve koruyucu hekimlik vasfı, Sevgili Peygamberimizin sağlığın korunmasıyla ilgili buyrukları, hekimlikle ilgili tavsiyeleri, Tıp alanında kendilerine isnat edilen buyrukların doğruluk derecesi ve değeri, her biri alanında seçkin bir konuma ulaşmış bilim adamlarımız tarafından kongremizde ele alınacaktır. İnanıyoruz ki; Üniversitemizin ev sahipliğinde düzenlenen “Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp Kongresi”, köklü bir kültür ve medeniyet şehri olan Adana’mızın sosyal ve kültürel hayatına değişik bir soluk getirecektir. Yurtiçinden ve yurt dışından kongremize katılan bilim adamları ve diğer misafirlerimize, “Adana’mıza ve Çukurova Üniversitesine hoş geldiniz” demekten büyük bir mutluluk ve şeref duymaktayım. Kongremizin açılışında bizleri yalnız bırakmayan çok değerli öğretim üyelerimize, sevgili öğrencilerimize ve Adanalı hemşehrilerimize ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Sevgili öğrencilerimize; büyük emek ve zahmetlerin ürünü olarak gerçekleştirdiğimiz bu kongremizin oturumlarını titizlikle takip etmelerini, seçkin bilim adamlarımızın bildirilerini dikkatle dinlemelerini tavsiye ediyorum. Sözlerime son verirken; “Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi’nin” verimli ve başarılı geçmesini diler; gerçekleşmesindeki himaye ve desteklerinden dolayı Sayın Dr. Sare Davutoğlu Hanımefendiye, Sayın Valimize ve emeği geçen bütün arkadaşlarıma tekrar teşekkür eder, hepinize saygılarımı sunarım. 5 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 6 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Açılış Konuşması Mustafa BÜYÜK Adana Valisi Sayın Milletvekillerimiz, Rektörlerimiz, Değerli Bilim İnsanları Değerli Misafirler; İnsanlığın Kur’an’la şereflendirilmesine vesile olan âlemlerin Rabbi’nin son elçisi Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.), gözlem, deney ve tecrübeye dayalı akli bilimleri Müslümanlar için vazgeçilmez bir rehber olarak tavsiyesinden güç alan tıp biliminin İslam kültür ve medeniyetiyle kucaklaşmasına vesile olacağına inandığımız bu kongrenin hayırlı olmasını yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Değerli misafirler... Hepinizi hürmetle selamlıyorum. Allah'a şükrediyorum bunu bize nasip etti. Önemli idi; çünkü Devlet, bilim adamları ve din adamları bu kongrede biraraya geldi ve çok hayati bir konuda güzel bir çalışmayı gerçekleştirdi. Emeği geçen herkese teşekkürlerimi ve tebriklerimi iletiyorum. Saygılarımla. 7 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 8 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ADANA 2015 ULUSLARARASI İSLÂM & TIP (TIBB-I NEBEVÎ) KONGRESİ BİLDİRİLER 9 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 10 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi TIBB-I NEBEVİ’NİN KONUSU 11 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 12 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıp İle İlgili Rivayetlerin Değeri Prof. Dr. Bünyamin ERUL Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kavramsal Çerçeve Her şeyden evvel, başlık ve içerdiği kavramlarla ilgili önemli gördüğüm açıklamalarla başlamak istiyorum. Bu başlığı atarken “et-Tıbbu’n-Nebevî” kavramını da, “Hadis” kavramını da bilinçli bir şekilde kullanmadım. Onların yerine “Tıp” ve “Rivayet” kavramlarını niçin tercih ettiğimi şöyle izah edebilirim: “et-Tıbbu’n-Nebevî” yani “Peygamberî Tıp/Peygamber tıbbı” şeklindeki kullanım İslam’ın ilk asırlarında kullanılan bir tabir değildir. H. II. ve III. asırda tasnif edilen temel hadis kaynaklarımızda yer alan Tıp ve hastalıklarla ilgili bölümler “Kitâbu’t-Tıb” ve “Kitâbu’l-Merdâ” vb. başlıklarla isimlendirilmiştir. “etTıbbu’n-Nebevî” tabiri, ancak H. IV. ve V. asırlar ve sonrasındaki bazı teliflerde ortaya çıkmış ve daha sonra yaygın bir kullanım haline dönüşmüştür. “Tıbb-ı nebevî tabiri, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında Resûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerle bunlara dair literatürü ifade eder. Bu literatüre dahil eserlerde hadislerin yanında âyetlere ve kadîm dönemden başlayarak çeşitli devirlerde yaşamış hekimlerin görüşlerine de yer verildiği halde daha çok ilgili hadisler ele alınarak incelendiği için bu saha “et-tıbbü’n-nebevî” şeklinde anılmıştır… “T-B-B” kökü Arapçada “maharet sahibi olma” anlamını içerdiğinden maharetli ve kabiliyetli kişilere tabip denilmiş, zamanla bu kelime tıp alanındaki uzmanlığı belirten bir terim haline gelmiştir. Aynı kökten türeyen kelimeler “tıp ilmini bilme, tedavi usullerinde uzman olma” mânasında hadislerde geçer.” Dolayısıyla Tıp ve Tabâbet, insanlık tarihinden itibaren beşeriyetin meşgul olduğu hastalıklar ve onların tedavisi ile ilgili mesleğin adıdır. Hemen her medeniyette öyle ya da böyle birçok tedavi yöntemleri hep var olagelmiştir. Nitekim “et-tıbbü’n-nebevî” kapsamında dile getirilen birçok tedavi şekli, İslam öncesi Arap kültürü ve medeniyetinde de var olan bir tecrübe idi. Bu nedenledir ki, söz konusu ayrımın farkında olan çeşitli çalışmalarda, “et-Tıbbu’l-Câhilî”, “etTıbbu’l-Arabî”, (Câhiliyye Dönemi Tıbbı, Arap Tıbbı) şeklinde isimlendirmelere rastlamaktayız. Bazı çalışmalar ise İslam sonrası tıbbî tecrübeyi Hz. Peygamber 13 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ile sınırlandırmak yerine bunu daha genel olarak ele almış ve “et-Tıbbu’l-İslâmî” diye nitelemeyi uygun görmüştür. “Nebî ve nübüvvet” ise, Allah’ın mesajlarını beşere iletmek üzere “kendi içlerinden seçip gönderdiği” elçileri ve peygamberliği ifade eder. Kur’an’da Nebîler, “Melek-Rasûl” değil, “Beşer-Rasûl” olarak nitelendirilmiştir. Diğer peygamberler gibi, Allah Rasûlü de her şeyden önce bir insandır. İlahiyat sahasındaki birçok çalışmaya konu olduğu üzere o, hem beşeriyet, hem de risalet/nübüvvet yönü olan bir peygamberdir. Oysa bazı çalışmalarda onun risalet/nübüvvet yönü o kadar öne çıkartılmıştır ki, neredeyse beşerî yönü yok sayılmıştır. Diğer taraftan öyle çalışmalar vardır ki, bunun tam tersine onlar da onun sadece beşerî yönünü önemsemişler, Kur’an’ı tebliğ etmesi dışında risalet/nübüvvet yönünü göz ardı edebilmişlerdir. Hz. Peygamber’in bu iki yönü yeterince kavranamadığından, onun hadis ve sünnetlerinin anlaşılmasında ciddi problemler yaşanmış ve birçok bilimsel tartışmalar yapılmıştır. Tartışmaların bir boyutunu da tıp ile ilgili hadislerin kaynağı, sıhhati ve değeri oluşturmaktadır. Kimileri, Hz. Peygamber’in risalet/nübüvvet yönünden hareketle bu tür bilgileri vahye dayandırmakta, dolayısıyla konu nebevî dolayısıyla da ilâhî bir boyuta çekilebilmektedir. Kimileri ise bu tür bilgileri, tamamen beşerî tecrübeye indirgeyebilmiştir. İşte sorun tam da buradadır ve bu tebliğde tıp ile ilgili rivayetlerin nasıl okunacağı ve ne şekilde değerlendirileceği konusu tartışılacaktır. Tartışmaya geçmeden önce başlıkta özellikle kullandığımız “rivayet” kavramını da açıklamamız yerinde olacaktır. Halk arasında Hadis denildiğinde hemen “Hz. Peygamber’in sözleri” akla gelse de, birçok Hadis Usûlü kitabındaki tariflerde altı çizildiği üzere aslında Hadis, “Hz. Peygamber’e nispet edilen, izâfe edilen sözler” demektir. Burada “nispet” ve “izâfe” kayıtlarına vurgu yapılması ilmî açıdan çok önem arz etmektedir. Zira hadis diye nakledilen her söz, aslında Hz. Peygamber’in kesinkes söylediği iddia edilmeksizin, ona yapılan bir atıftır. Bu atıf, sahih ve sabit olması halinde “makbul” sayılır ve onunla amel edilir. Aksi takdirde sadece bir atıf olarak kalır ve kabul edilmez. Burada biz, hem Hz. Peygamber’e nispet edilen sahih, zayıf ve hatta uydurma haberleri, hem de başkalarından nakledilen diğer nakilleri de içerecek bir kapsamda “rivayet” terimini kullandık. Zira halkımızın havsalasında, yukarıda altı çizilen “nispet/izâfe edilme” hususu yer almadığı ve hadis denilince akla adeta Kur’an ayeti gibi tartışılmaz dinî bir dayanak geldiği için “rivayet” terimini tercih ettik. Şüphesiz bu rivayetler içerisinde tüm Müslümanlar tarafından asırlardır amel edilegelen binlerce sahih-makbul hadis olduğu gibi, çeşitli sebeplerle tartışılmış, itiraz görmüş ve reddedilebilmiş birçok rivayet de bulunmaktadır. Bu durum biraz sonra örnekleriyle görüleceği gibi tıp ile ilgili rivayetler için de söz konusudur. Hangi ad ile anılırsa anılsın, İslam ilim-kültür tarihinde kaleme alınan tıp ile ilgili tüm çalışmalar ağırlıklı olarak rivayetlere dayanmaktadır. Kuşkusuz ilgili rivayetlerin İslam medeniyetindeki tıbbın gelişimine önemli katkısı olduğu tartışılamaz bir gerçektir. İlk asırlarda hemen her hadis kitabında tıp ile ilgili bölümlerin bulunması, ilerleyen asırlarda birçok müstakil risale ve kitabın telif edilmesine ön ayak olmuştur. Bugün de pek çok özgün telifin yanı sıra, bu alanla ilgili hem Müslüman hem de oryantalist ilim adamları tarafından kaleme alınan 14 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sayısız bilimsel çalışma yapılmış ve elimizde hayli zengin bir literatür oluşmuştur. Bu çalışmaların bir kısmı ilahiyatçılar tarafından yapılırken, bazıları da alan uzmanı tabiplerce gerçekleştirilmiştir. Günümüzde tıp ile ilgili çalışmalarda olsun, internet sayfalarında olsun en çok rastlanan problem, tıp ile ilgili rivayetlerin doğru değerlendirilememesidir. Kimileri bazı rivayetlerden “i’caz” hatta “mucize” çıkartmaya çalışırken, kimileri de bazı rivayetleri ileri sürerek hem İslam’a, hem de İslam’ın Peygamberine dil uzatmakta ve alay edebilmektedir. Bazıları ise Hz. Peygamber’in konumunu ve hadislerin nasıl okunması gerektiğini yeterince bilemediği için olmadık tevillerle, açıklamalarla savunmaya geçmekte, kendince bir şekilde izahlar getirmektedir. Kısaca kimileri acımasızca saldırırken, kimleri de amansızca savunmaya çalışmaktadır. Ancak itiraf etmeliyiz ki bu tür savunmacı açıklamaların çoğu, genç kuşakları tatmin ve ikna etmekten uzaktır. Biz bu tebliğimizde önce teorik olarak sırasıyla tıp ile ilgili rivayetlerin kaynak değeri, dinî değeri, sıhhat değeri, bilgi değeri, kültürel değeri ve aktüel değeri üzerinde durduktan sonra, bu tür rivayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bazı ilkeleri örneklerle ortaya koymaya çalışacağız. 1. Rivayetlerin kaynak değeri: Rivayetin referans değeri de diyebileceğimiz bu başlıkla şu üç hususu kast etmekteyiz: a. Rivayetin kaynağı kimdir? Bu kaynak, Hz. Peygamber olabileceği gibi, sahabe, tâbiîn ve sonraki nesiller de olabilir. Şüphesiz burada Hz. Peygamber’in sözü ile diğerlerinin sözleri, referans değeri açısından farklılık arz eder. b. Hz. Peygamber’e ait ise, bu sözün kaynağı nedir? Kur’an-ı Kerîm mi, vahy mi, Hz. Peygamber’in kişisel görüşü, sahip olduğu kültürü veya tecrübesi mi? Burada da kaynağın neliği, rivayetin değerini doğrudan etkileyecektir. c. Rivayet hangi kaynakta yer almaktadır? Bu kaynak, İslam alimleri tarafından muteber addedilen Buhârî ve Müslim’in Sahih’leri de olabilir, daha geç dönem telif edilen ve birçok problemli rivayeti içeren herhangi bir kitap da olabilir. Rivayetin muteber bir eserde yer alması, onun sahih olma ihtimalini artırıyor olsa da, asıl olan her bir rivayetin “zâtî değeri”dir. Fakat burada ilke olarak en azından muteber kaynaklara başvurulmalıdır. 2. Rivayetlerin dinî değeri: Hz. Peygamber’den gelmesi itibariyle bu rivayetlerin dinî yönü de söz konusudur. Temizlik, sağlığın önemi, tedavi olma, zararlı şeylerden sakınma, hastalıkların bulaşıcılığı, karantina, koruyucu hekimlik, manevî tedavi vb. birçok hususta Hz. Peygamber’in tatbikatı ve talimatı elbette Müslümanlar için önem arz etmektedir. Hz. Peygamber’in bu konulardaki öğreti ve tavsiyelerinin birçoğu onun sünnetini oluşturduğu için, bu konularda Müslümanlar söz konusu ideal öğretiye uyarlar. Ancak aşağıda vereceğimiz örneklerde görüleceği üzere bu durum, tıp ile ilgili tüm rivayetler için genelleştirilemez. Dolayısıyla bir Peygamber olarak onun tıp ile ilgili örnek uygulamaları ve öğretilerinden oluşan Sünnetinin elbette dinî bir değeri vardır. Fakat bir beşer olarak ona isnad edilen çoğu kültürel rivayetler için dinî bir değerden söz edilemez. 15 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 3. Rivayetlerin sıhhat değeri: Bununla, ilgili rivayetin sıhhat ve sübûtunu kast etmekteyiz. Bir hadisin sahih ve sabit olması, onun şu muteber kaynakta yer almasından çok, hem isnad hem de metin açısından sahih olmasına bağlıdır. Sahih bir senedle geldiği halde metin ve muhteva açısından sahih olmayan rivayetlerimiz olduğu gibi bunun tam aksi de söz konusudur. Şüphesiz erken asırlarda hadis imamlarından her biri kendi değerlendirmelerine göre yüzbinlerce rivayet arasından belli seçkiler yapmışlardır. Onlar bu tasnifi yaparken ağırlıklı olarak kendilerine intikal eden bilgiyi nakleden (râvî)lerin güvenilir olup olmaması, birbirlerinden doğrudan nakledip nakletmemeleri gibi daha çok isnad tenkidi yöntemini uygulamışlardır. Bugün bizlere düşen ise, onların bu değerlendirmelerini dikkate almakla beraber, metin tenkidi ve muhteva tahlili gibi önemli yöntemleri de devreye sokmaktır. Bilhassa ilahiyatçı meslektaşlarımızın son dönemlerde yayınladıkları bu sahaya ilişkin çok başarılı çalışmaları bulunmaktadır. Çoğu metodik, problematik ve akademik olan bu çalışmalarda ulaşılan sonuçların mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir. 4. Rivayetlerin bilgi değeri: Rivayetin içeriğinin modern tıp açısından bilgi değeri nedir? Bir Müslüman, sahih bir rivayetteki veriyi mi kabul edecektir yoksa modern tıbbın verilerini mi? Hepimiz bilmekteyiz ki tıp ilmi de her gün gelişmekte, bazı verileri ve bulguları değişebilmekte, söz gelimi birkaç yıl önceki bir tespitin ardından, bugün tam tersi bir sonuca ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla burada bizim kast ettiğimiz husus, modern tıp açısından artık kesinleşmiş olan, değişme ihtimali kalmayan bir konu ile bir rivayetin içeriğinin çelişmesi durumudur. Rivayet ile tıbbın çatıştığı konularda, tıp ile ilgili rivayetleri nasıl okumalıyız? Bu hususu az sonra örnekler verirken vuzuha kavuşturacağız. 5. Rivayetlerin kültürel değeri: Rivayet, bir beşer olarak Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı Arap kültürünün bir yansıması olabilir. İster ilkel toplumlarda olsun, isterse çeşitli medeniyetlerde olsun her zaman ve mekanda nasıl belli bir tıbbî tecrübe ve kültür var ise, bu durum Hz. Peygamber için de fazlasıyla söz konusudur. Dolayısıyla rivayetlerde gelen birçok tıbbî malumatın aslında Arap ve Hicaz kültürüne ait olduğunu bilmemiz gerekecektir. En azından rivayetler bize Arap tıp kültür ve tarihine dair birçok veriyi sunmaktadır. Hz. Peygamber’in de bu kültürden beslenmesi, ondan yararlanması ve başkalarına da bildiklerini, öğrendiklerini tavsiye etmesi gayet tabiî bir durumdur. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında rivayette yer alan bir bilginin “dinî bir bilgi” olarak değil de “kültürel ve beşerî bir bilgi” olarak okunması halinde bazı problemler daha kolay çözülebilecektir. Netice itibarıyla bu tür rivayetler bizlere en azından Hz. Peygamber zamanındaki tıp kültürünü aktarmaktadır. 6. Rivayetlerin aktüel değeri: Aslında hadis ve rivayetler, İslam’ın ilk asrından beri daima gündemi meşgul etmiştir. Rivayetlerden hareketle, gerek geçmişte gerekse günümüzde çok hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Konumuz olan tıp ile ilgili rivayetler de bu tartışmalardan nasibini almıştır. Sadece son yıllarda yapılan tartışmalara bakıl16 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dığında, problemin temelinde hep rivayetler olagelmiştir. Bu hem art niyetle saldıranlar hem de samimiyetle savunanlar açısından böyledir. Sanal alemdeki polemikler, çeşitli internet sayfalarındaki sorular-cevaplar, yorumlar, itirazlar konunun ne kadar aktüel olduğunu göstermeye yeterlidir. “İ’câzu’l-Ilmî” adıyla düzenlenen birçok sempozyum ve bilimsel toplantılarda çeşitli rivayetlere dayanarak nebevî mucizeleri ortaya koyma gayreti içinde olanlarda da; ateist, din düşmanı vb. çeşitli kesimlerden saldıranlarda da genellikle rivayetlerden hareket etmektedirler. Birinci kesim bu gayretleriyle insanların ilgisini İslam’a çekmeye çalışırken, ikinci kesim bunun tam tersini yaparak Müslüman gençleri İslam’dan ve Hz. Peygamber’den soğutmaktadır. Dolayısıyla konu bilimsel ve kültürel olduğu kadar aktüel olma özelliğini de sürdürmektedir. Tıp ile ilgili rivayetleri nasıl değerlendirmeliyiz? Burada biz, konuyu problematik ve metodik düşündüğümüz için tedavi olma, koruyucu hekimlik vb. tartışma konusu olmayan hususlara değinmeyeceğiz. Nebevî öğretilerin tıp alanına yansımaları olan bu konular, on dört asır öncesinde Allah Rasûlü’nün hikmetli yönlendirmesi açısından iftihar ettiğimiz alanlardır. Ancak bugün için problem oluşturan ve tartışılan bazı konuları ve çözüm önerilerini göstermek adına ilgili rivayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Tıp İle İlgili Rivayetlerin Anlaşılmasında Bazı İlkeler Günümüzde rivayetlerin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması hakkında çeşitli ilim adamlarınca yeni yaklaşımlar sergilenmiş ve yöntem çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda belirtilen başlıca ilkeleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Bir konudaki bütün rivayetler toplanmalı ve birlikte değerlendirilmelidir Embriyonun ana rahminde gelişimiyle ilgili rivayetler buna güzel bir örnektir. Asırlardır alimlerimiz ceninin oluşumundaki nutfe, alaka ve mudğa aşamalarını 40+40+40=120 gün şeklinde anlatan İbn Mes’ûd rivayetini alıp, diğerlerini göz ardı etmişlerdir. Yakın zamanlara dek 120 günden önce çocuk düşürmeye veya kürtaja cevaz veren fetvaların ardında bu versiyonu tercih etmeleri yatmaktadır. Oysa 40, 42 ve 45 gün rivayetleri olduğu gibi hiç rakam vermeyen rivayetler de mevcuttur. Bugün modern tıp bilimi sayesinde bir spermin yumurtayla buluşması, döllenme, emriyo ve sonraki aşamalar saniye saniye tespit edilmekte ve her birinin ne kadar süre aldığı kesin biçimde tespit edilmektedir. İlk rivayette belirtildiği gibi bu sürenin 120 günü bulması asla söz konusu değildir. 40, 42 ve 45 gün rivayetleri ise ilk üç aşama için kısmen uygunluk arz etmektedir. Ancak burada da embriyoya şekil verilmesi; işitme, görme, deri, et ve kemiklerin verilmesi vb. hususların her biri aynı süre içinde gerçekleşmez. Konuyla ilgili hadislerin metinlerinde birbiri ile çelişen farklı ifadelerin bulunmasından hareketle Karaman’a göre, ilk raviler veya onlardan alanlar yanılmış, olduğu gibi nakletmekte hataya düşmüşlerdir. Aksi halde tutarsızlıklar ve gerçeğe uymayan açıklamalar Hz. Peygamber'e atfedilmiş olur ki, bunun kabulü mümkün değildir. Çocuğun rahimde geçen hayatının safhaları Kur'an'da ve ha17 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dislerde dıştan bakan birinin göreceği görüntüye göre açıklanmış, bundan insanların ibret almaları, Allah Tealâ'nın varlık, birlik, irade ve kudretini anlamak için bu eserini de delil olarak kullanmaları istenmiştir. Bu hususta bizim tercihimiz hem Kur’an’a hem de modern tıp verilerine uyum arz ettiği için herhangi bir gün vermeyen sadece üç aşamayı sıralamakla yetinen Enes b. Mâlik rivayetleridir. 2. Rivayet, Kur’an ışığında anlaşılmalı, Kur’an’ın açık bir ayetine aykırı olmamalıdır Sığırların sütü, yağı ve eti ile ilgili nakledilen şu rivayet buna güzel bir örnektir: “Size sığırın sütü ve yağını tavsiye ederim; zira onun sütü deva, yağı da şifâdır. Fakat etinden sakının; çünkü onun eti hastalıktır (hastalık üretir).” Bu rivayet, sığır cinsini kurbanlıklar arasında zikreden birçok ayete aykırı olduğu gibi, bizzat ailesi adına sığır kurban kesmesinden dolayı sünnete de aykırıdır. Zira Yüce Allah’ın eti hastalıklı olan bir hayvanı kurbanlar arasında sayması makul değildir. 3. Çelişkili gözüken rivayetler uzlaştırılmalı ya da biri tercih edilmelidir Rivayetlerde görülen en önemli bir problem de birbirleriyle çelişmeleridir. Şayet bu rivayetler arasında cem, telif, nesh durumu vb. yollardan biriyle uzlaştırma imkânı varsa uzlaştırılır. Aksi takdirde ileride belki bir çözüm yolu bulunur beklentisi içindeki hadisçilerin temkinli yaklaşımı gereği tevakkuf edilir. Ancak burada tıp vb. zaman içerisinde gelişmeye veya keşfe açık olan hususların dışında kalan inanç, ibadet ve ahlâk vb. konularda bekleyip durmanın pek faydası olduğu kanaatinde değilim. Bu nedenledir ki çelişen rivayetlerden mana ve muhteva olarak daha güçlü ve makul olanın tercih edilmesi uygun olacaktır. “Hastalığın bulaşıcılığı yoktur” şeklindeki rivayet ile Hz. Peygamber’in karantina uygulamasına dair uyarısı ve “Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaçın!”, “Hastalıklı hayvanları, sağlıklı olanların yanına yaklaştırmayın” vb. uyarıları, bu konuda göstereceğimiz en uygun örnektir. Hadis şârihleri bu rivayetler arasını çeşitli tevillerle uzlaştırmaya çalışmışlardır. Ancak, bugün pek çok hastalığın bulaşıcı olduğu konusunda kimsenin tereddüdü yoktur. Şu halde bu konuda bulaşıcılığı vurgulayan rivayetlerin tercihi daha isabetli gözükmektedir. 4. Rivayetlerin söyleniş sebepleri ve şartları dikkate alınmalıdır Hadis kaynaklarımızda “Sirke ne güzel bir katıktır!” şeklinde bir rivayet bulunmaktadır. Sirke, salata, turşu vb. bazı yiyecekler için iyi bir katkı maddesi olsa da, herhangi bir öğün yemeğinde kullanılan bir katık değildir. Oysa diğer rivayetlere baktığımızda bu rivayetin şöyle bir bağlamda söylendiğini görürüz: Hz. Peygamber, bir gün elinden tutup evine götürdüğü küçük Câbir’e bir şeyler ikram etmek istemiş, ev halkı da bir parça ekmek sunmuşlardı. Ailesine “Ekmeğin yanında katık olarak başka bir şey yok mu?” diye sorduğunda, “Sadece biraz sirke var” denilmesi üzerine: “Getirin onu, sirke ne güzel bir katıktır!” buyur18 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi muştu. Rivayetin bağlamı, Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu olumsuz ekonomik şartları, onun kanaat ve tevazuunu ortaya koymaktadır. 5. Rivayetlerdeki değişken vâsıta ile sâbit hedef yani araç ile amaç ayırt edilmelidir Buna dair en güzel örnek misvak kullanımıdır. Rivayetlerde hep “sivâk” yani dişleri temizlemeden söz edilmiştir. Arapça’da “Misvâk” kelimesi “diş temizleme âleti” demektir. Hicaz bölgesinde yaygın olan Erâk ağacı dalının kullanılması, ağız sağlığı ve dişlerin temizlenmesinde-korunmasında araç mıdır yoksa amaç mıdır? Misvağın, Hz. Peygamber döneminde bulunan en kolay ve etkili bir temizlik aracı olduğunda şüphe yoktur. Fakat günümüzde söz konusu amacı gerçekleştiren daha kullanışlı ve ideal araçlar varsa, onların kullanılması elbette aynı hedefi daha sağlıklı bir şekilde gerçekleştirecektir. dir 6. Rivayetteki hakikat ile mecaz ayırt edilmeli, dil ve üslûba dikkat edilmeli- Bir rivayette "Humma (sıtma) hastalığı, cehennem ateşindendir, onu su ile soğutunuz" buyrulmuştur. Allah Rasûlü bu sözüyle, sıtmanın ne kadar aşırı bir ateşe neden olduğunu “cehennem ateşine” benzeterek çarpıcı bir biçimde ifade etmiştir. Bugün biz de aşırı sıcakları “cehennem sıcağı” gibi mecazî ifadelerle nitelendirmekteyiz. Yoksa literal bir anlama ile sıtma ateşinin gerçekten cehennem ateşinden bir parça olduğunu söyleyemeyiz. 7. Hz. Peygamber’in hangi sıfatla söyleyip uyguladığı belirlenmelidir Bir başka husus da Hz. Peygamber’in neyi, hangi sıfatıyla yaptığının dikkate alınmasıdır. Hz. Peygamber, belli bir eylemi, beşer, lider ve peygamber sıfatlarından herhangi birisiyle yapmıştır. Mesela, çölde yaşayan herkesin ihtiyaç duyduğu üzere güneş ve çöl kumundan korunmak için sarık sarması, ince beyaz entari giymesi, elleriyle yemesi, iki öğün yemesi, kendi kültüründeki hacamat vb. tedavi yöntemlerini uygulaması, sırf Hicaz bölgesinde yaşayan, oranın iklimi, coğrafi ve ekonomik şartları veya örf-âdetleri gereği ya da tamamen kişisel tercihleri sebebiyle yaptığı davranışlar, beşer sıfatıyla gerçekleştirilmiştir. Bu tür uygulamaları, inanç, ibadet, ahkâm ve ahlâk gibi doğrudan nübüvvet yönüyle ilgili olan tasarruflardan farklı değerlendirilmelidir. 8. Rivayetlerin sosyo-kültürel bağlamı dikkate alınmalıdır Tıp ile ilgili rivayetlerden birinde şöyle bir tedavi önerilmektedir: "Siyatiğin tedavisi, yaşlı çöl koyununun kuyruğundadır. Kuyruk üç parçaya ayrılır, sonra her gün sade olarak biraz içilir." Siyatik gibi dünyanın her yerinde görülen bir hastalığın sadece çöl koyunu kuyruğu ile tedavi edilmesi tartışılır bir niteliktedir. Konunun, sosyo-kültürel boyutuna dikkat çeken İbnu’l-Kayyim şöyle demektedir: “Bu, Araplar ile Hicaz ahalisi ve civar bölgelerde yaşayan, özellikle de çölde hayat süren bedevilere yönelik bir hitaptır. Zira kuruma ve bazen da kalın elastikî bir madde dolayısıyla zuhur eden bu hastalığın, bedevilerin hayat şartları dikkate alındığında, onlar için en faydalı ve geçerli tedavi yöntemi olduğu ortaya çıkar…” 9. Rivayetler, tarihî gerçekler ışığında değerlendirilmelidir 19 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hz. Âdem’in yaratılışı ile ilgili uzunca bir rivayetin sonunda şöyle denilmektedir: “Cennete her giren kimse altmış arşın boyunda ve Âdem'in suretinde olacaktır. Fakat Âdem'den sonra halk gittikçe kısalmış ve bu âna kadar (kısalarak) gelmiştir.” Rivayetin son cümlesi ciddi bir problem oluşturmaktadır. Nitekim İbn Hacer de bu problemi çözemediğini şu cümlelerle itiraf etmiştir. “Geçmiş ümmetlerden mesela Semûd kavminden kalma kalıntılardan, evlerinden onların boylarının yukarıdaki (tedrîcî) tertibi gerektirecek kadar çok uzun olmadığı anlaşılmaktadır. Halbuki bu insanlar, çok uzun süre önce yaşadılar. Bunlarla Âdem arasında geçen süre, bu gibi kavimlerle İslam’ın ilk dönemi arasında geçen süreden daha azdır. Dolayısıyla ben hala bu problemi çözebilmiş değilim.” Son yıllarda yapılan araştırmalar ve bulgular hadisteki ifadenin tam aksini söylemektedir: “Binlerce yıl önceki atalarımızla yapısal anlamda en önemli farklılıkların başında boy geliyor. Yüz bin yıl öncesindeki insanın boyuyla günümüzdeki insanın boyu arasında en az 30 cm.’lik fark var. Öyle görünüyor ki, her yeni neslin boyu bir öncekine göre biraz daha uzuyor. ABD’de yayınlanan bir rapora göre 1960’lara göre insan boy ortalamasında yaklaşık 2 cm.’lik artış var. Zaman içerisinde meydana gelen bu uzamanın nedeninin yalnızca rastlantısal bir gelişme ya da ortama uyum sağlamak olmadığı düşünülüyor. Gelişen toplumların yeme alışkanlıklarındaki değişiklikler, daha çok çeşitli gıdanın, sağlıklı ve bilinçli tüketilmesinin boy uzamasındaki önemli etkenlerden birisi olabileceği belirtiliyor. Yapısal özellikler, genlerin yapısındaki değişikliklerle, sonraki kuşaklara aktarılıyor. Bu nedenle kişinin boyunu belirleyen en önemli etken, genetik şifre…” 10. Rivayetler, kesinleşmiş bilimsel veriler ışığında değerlendirilmelidir Kesinleşmiş bilimsel verilere aykırı rivayetlere örnek olarak da şunu verebiliriz: “Her insanda üç yüz atmış eklem bulunmaktadır. Şu halde bir kimse Allah’ı tekbirle yüceltir, Allah’ı hamd ile över, “Lâ ilâhe illallâh, sübhânallâh” der, Allah’tan mağfiret diler, insanların yolları üzerindeki taş veya diken yahut kemik gibi şeyleri bir kenara atar yahut iyiliği emir veya kötülükten nehyeder ve bunların hepsi üç yüz altmışı bulursa o günü, cehennem ateşinden kurtarmış olarak tamamlamış olur.” Anatomi uzmanlarının ulaştıkları bilimsel verilere göre insan iskeletinde, doğumda yaklaşık 300 kadar, çocuklarda 222-223, normal ergin bir insan iskeletinde ise 206 kemik bulunmaktadır. Bu sayıya en küçük kemikler de dahildir. Yani 360 kemik ve buna ilaveten 360 eklem bulunduğu bilgisi bilimsel verilere uygun bir bilgi değildir. İnsan iskeletinde 360 kemik ya da eklem bulunduğunu belirten bu bilginin, İslâm öncesi kültürlerden alınmış olma ihtimali söz konusudur. Yapılan araştırmalar, bazı versiyonlarda geçen 360 rakâmînın ya isrâiliyyâttan alınma bir bilgi olduğunu ya da senenin, yuvarlak bir hesapla 360 gün olmasından hareketle her güne bir sadaka fikriyle kimi râvîler tarafından hadise eklenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır. 20 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Oysa hadisin bazı versiyonlarında 360 rakamı hiç zikredilmemiştir ve bu tercih edilmelidir: “Her bir ekleminden dolayı insanlar, her gün sadaka vermelidir. İki kişinin arasını bulman/aralarında adâletle hükmetmen bir sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek, onu bindirmen yahut eşyasını hayvana yükleyivermen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir sadakadır. Yoldan rahatsızlık veren şeyleri kaldırıvermen bir sadakadır.” 11. Rivayetler, İslam’ın genel ilkeleri ışığında değerlendirilmelidir Temel İslâmî öğretilere dayalı genel ilkeler (küllî kâideler) de bazı rivayetlerin değerlendirilmesinde geçerli bir kriterdir. Konuyla ilgili buna dair vereceğimiz örnek şudur: “Doğan her çocuğa, doğarken mutlaka şeytan dokunur ve şeytanın ona dokunmasından dolayı çocuk feryat ederek ağlar. Bundan Meryem ile oğlu İsa müstesnadırlar...” İslam’ın mükellefiyet öğretisine göre, doğan her çocuk fıtrat üzere ve günahsız doğar. Birçok ayet ve hadiste belirtildiği üzere şeytanın görevi masumlarla uğraşmak değil, mükellef Müslümanları aldatmaktır. Dolayısıyla çocuk ile şeytanın; doğar doğmaz ağlama ile dürtmenin bir ilgisi olamaz. Bir yönüyle gaybî-dinî boyutu, diğer yönüyle tıbbî ve kültürel boyutu olan bu bilgi, muteber kaynaklarımızda sahih bir sened ile yer almasına rağmen, sadece Ebû Hureyre’den nakledilen “garîb” bir rivayettir. İsnadı gibi, muhtevası da garip olan rivayetteki bebeğin ağlamsının tıp açısından oldukça makul bir izahı bulunmaktadır. Şöyle ki: Uzmanların verdiği bilgilere göre, bebek doğduğu esnada ciğerlerini hızla hava ile doldururken aynı zamanda ciğerlerindeki sıvıyı da dışarı çıkartmak zorunda olduğu gibi, ciğerlerindeki kanın hacmini de artırmak zorundadır. Bu nedenledir ki yeni doğan bir bebeğin ağlaması, onun sağlıklı olduğunu gösteren en önemli kriterlerin başında gelir. Ağlaması, daracık karanlık rahimden aydınlık bir dünyaya çıkması, ani sıcaklık ve akciğerlerdeki basınç değişimi sebebiyledir. Bütün bunlardan dolayı her bebek yaratılışı gereği tepki verir ve akciğerlerindeki suyu ağlayarak atmaya çalışır. Aksi takdirde bebek solunumda zorluk çeker hatta ölme riskiyle karşı karşıya kalır. Aynı durum sezaryen ile gerçekleştirilen doğumlarda da söz konusudur. Bu konuda İbnu’l-Kayyim, bebeğin ağlamasını, gizli ve açık olmak üzere iki sebebe bağlamaktadır. Ona göre gizli sebep, rivayette belirtildiği gibi şeytanın dürtmesidir. Açık sebep ise, bebeğin alışkın olduğu sıcak yerden, yabancı ve soğuk bir havaya çıkması ve yuvasından ayrılmasıdır. Şu halde yeni doğan bebeğin ağlaması, rivayette ifade edildiği gibi şeytânî bir durum değil, Rahmânî bir durum olup, Yaratıcı’nın Ademoğlu’na bahşettiği fıtratın bir gereğidir. 12. Terğîb ve terhîb rivayetleri doğru anlaşılmalıdır Tıp ile ilgili rivayetlerin birçoğunda çeşitli bitkiler ilaç olarak önerilmektedir. Mesela: 21 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “Çörekotunda, ölüm hariç her derde devâ vardır.” Yapılan birçok çalışma, çörekotunun zengin bir içeriği olduğunu ve bazı hastalıklara karşı faydalarını ortaya koymaktadır. Yüce Allah’ın beşerin yararına ikram etmiş olduğu birçok bitkide benzer yararların bulunduğu herkesin malumudur. Burada söylemeye çalıştığımız şey, çörekotunun ne denli yararlı bir bitki olduğunu ifade eden bu rivayetin literal bir biçimde gerçekten “her derde devâ” olarak anlaşılması yanıltıcı olacaktır. Dolayısıyla bu rivayetten, ölüm hariç her derde mucizevî bir deva olduğu değil, çörekotunun oldukça faydalı bir bitki olduğu ve çeşitli hastalıkların tedavisinde dikkate alınması gerektiği anlaşılmalıdır. 13. Rivayetlerdeki illet ve hikmetler doğru tespit edilmelidir Rasûlullah (sav), kokusu kötü olan soğan, sarımsak ve pırasa gibi bazı yiyecekleri yememiştir. Bu tutum, bazı alimlerin iddia ettiği gibi onun şahsına haram olduğu için değil, çeşitli illet ve hikmetlerden dolayıdır. Bunu rivayetlerin tümünü okuduğumuzda tespit edebilmekteyiz. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde kalmaktaydı. Bir gün pişirip ikram ettikleri bir yemeği, sarımsaktan dolayı yemediğini anlayınca, onun haram olup olmadığını soran Ebû Eyyûb’a Hz. Peygamber: “Hayır, ancak ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmıyorum” diye cevap vermişti. Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber, sarımsak kokusunu alınca yemekten el çekmiş, bunu gören sahabe de ellerini çekmişlerdi. Hz. Peygamber onlara sebebini sorunca, onlar: “Senin el çektiğini görünce biz de el çektik” demişler, bunun üzerine o, “Siz Allah’ın ismiyle onu yiyin, zira ben sizin konuşmadığınız kimselerle konuşuyorum” buyurmuştu. Hz. Peygamber ashabını bu yiyeceklerin kokusundan dolayı uyarmış, bu tür yiyecekleri yiyenlerin mescide yaklaşmamalarını, hem insanları, hem de melekleri rahatsız etmemelerini salık vermiştir. Hatta Hayber dönüşü böyle bir ikazını, bazı insanlar sarımsağın haram kılınması şeklinde algılayarak "Haram kılındı, haram kılındı!" demişler, bunu duyan Hz. Peygamber: "Ey insanlar! Allah'ın helal ettiği bir şeyi benim haram etmem söz konusu değildir. O, sadece kokusundan hoşlanmadığım bir bitkidir" buyurmuştur. Bütün bu rivayetlerden, sarımsak yasağının illet ve hikmetinin, kötü kokması ve Hz. Peygamber’in hoşlanmaması olduğu anlaşılmaktadır. 14. Uydurma rivayetler, dikkate alınmamalı, onlarla amel edilmemelidir Her ne sebeple olursa olsun, Hz. Peygamber adına uydurulduğu hadisçiler tarafından tespit edilen rivayetler derhal reddedilmelidir. Kültür tarihimizde, gerek tabiplerin, gerekse hekimlerin bazı teşhis ve önerileri rivayet haline getirilerek Hz. Peygamber’e izafe edilebilmiş ve halk arasında da yayılabilmiştir. Hatta hadis zannedildiği için, sünnete ittiba adına onlardan bazısı ile amel edilmiştir. Buna son yıllarda ülkemizde yaygınlaşan bir uygulama olarak yemeğe tuz ile başlayıp, tuz ile bitirme ile ilgili uydurma rivayetleri örnek olarak verebiliriz. “(Ey Ali!) Yemek yiyeceğin zaman, tuz ile başla, tuz ile bitir. Çünkü tuz, cinnet, cüzzâm, alaca, diş, boğaz ve karın ağrısı vb. yetmiş derde şifadır.” 22 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sünnet sanılarak kimi çevrelerce halen uygulanan bu tuz kullanımının, ne denli zararlı olduğunu, lokantalardan bile kaldırılmak istendiğini artık bilmeyen yoktur. Bu konuya ikinci bir örnek de şudur: Muaz b. Cebel, Hz. Peygamber’e cennetten herhangi bir yemek verilip verilmediğini sorunca: “Evet, bana herîse=helva/keşkek verildi. Onu yedim ve cinsel gücüm de, nikahım da kırk kat arttı” demiştir. Burada hatırlatmalıyım ki, bazı uydurma rivayetlerin tıp ve sağlık açısından isabetli olması da mümkündür. Bununla tıbbın bir önerisi olarak amel edilebilir ama hadis şeklinde uydurulduğu için o bilgi asla Hz. Peygamber’e izâfe edilemez. Sonuç ve Değerlendirme Oldukça zengin İslam ilim ve kültürümüzde yer alan en önemli alanlardan biri de tıp ile ilgili rivayetler ve bunlar üzerine oluşturulmuş literatürdür. İlk asırlardaki temel hadis kitaplarımızda “Kitâbu’t-tıbb” vb. başlıklar altında derlenen rivayetler, daha sonra müstakil kitaplarda bir araya getirilmiş ve “etTıbbu’n-nebevî” şeklinde anılmaya başlanmıştır. Birçok meslektaşımız gibi, ben de bu isimlendirmenin ilgili rivayetleri değerlendirmede avantaj değil, dezavantaj oluşturduğunu düşünmekteyim. Bu kitaplara ve rivayetlerin içeriklerine baktığımızda, Câhiliyye ve Arap kültür ve tecrübesinden Hz. Peygamber dönemine intikal eden birçok tedavi yöntemleri, ilaçlar ve çeşitli tedbirlerin yanı sıra Hz. Peygamber ve sahabeden gelen birçok tıbbî bilgi yer almaktadır. Tedavinin teşvik edilmesi, koruyucu hekimlik, dua ve rukye şeklindeki manevî destek vb. nebevî öğretiler, ilgili edebiyat içerisinde son derece önem arz etmektedir. Bu çalışmalarda aynı zamanda birçok tartışmalı konular ve problem oluşturan rivayetler de bulunmaktadır. Bilhassa içinde bulunduğumuz asırda tıbbın gelişmesi sonucunda, bazı rivayetlerin içeriği ile modern tıbbın verileri çelişki arz etmiş, bu ise söz konusu rivayetlerin yeniden değerlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu noktada rivayetlerin sıhhat ve sübutu kadar, muhtevalarının ne şekilde anlaşılması ve yorumlanması da tartışılmaya başlanmıştır. Tartışmaların odağında ise Hz. Peygamber’in konumu vardır. Onun tıp ile ilgili bu bilgileri, bir peygamber olarak mı yoksa on dört asır önce yaşamış bir insan olarak mı verdiği değerlendirilmektedir. Onun peygamberliğini esas alanlar, tıp ile ilgili rivayetlerin de vahy mahsulü olduğunu savunmakta ve bu rivayetlerden mucize veya mucizevî tedaviler beklemektedirler. Nitekim son yıllarda yapılan “el-i’câzu’l-ılmî” çalışmalarında birçok rivayet yeniden değerlendirilmiştir. Hz. Peygamber’in beşerî yönünü öne çıkartan yaklaşımlarda ise rivayetlerdeki kültür ve tecrübe boyutu üzerinde durulmaktadır. Asırlar evvel İbnu’lKayyim ve İbn Haldûn gibi büyük İslam alimlerinin de vurguladığı bu cihet, son dönem akademik çalışmalarda daha fazla destek görmüştür. Öyle anlaşılmaktadır ki, bu konulardaki tartışmalar, daha uzun yıllar devam edecektir. Rivayetleri okumada, anlamada ve yorumlamada geçmişte de 23 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi günümüzde de ifrat ve tefrit görülmektedir. Burada vurgulamalıyım ki, başta İbnu’l-Kayyim’in değerli eserlerinde ortaya koyduğu yorumlar ve tespitler, gerçekten asırlarını aşan nice detaylı bilgileri içermektedir. İslamî ilimlerde çok velut bir alimimizin tıp ile ilgili bu denli başarılı eserler ortaya koyması her türlü takdirim üzerindedir. Ancak İbnu’l-Kayyim de dahil olmak üzere klasik kitaplarımızda bunca önemli bilgilerin yanı sıra hayli zorlama yorumlar da bulunmaktadır. Elbette burada her alimin kendi zaman ve mekanının, sahip olduğu bilgi ve birikimin rolü vardır. Şüphesiz bu alimlerimiz kendi dönemlerinin doğrularını aktarmaya gayret etmişler ve üzerlerine düşen görevi yerine getirmişlerdir. Pozitif bilimlerin çok geliştiği modern zamanlarda tıp ile ilgili rivayetlerin doğru okunmasında bizlere büyük sorumluluk düşmektedir. Bu noktada her şeyden evvel ilahiyatçılarla tıpçıların ortak çalışmalar yapması elzemdir. Fakat problem, böyle bir iş birliğiyle çözülebilecek kadar basit ve kolay değildir. Zira bu ve benzer konulardaki problemleri çözebilmek için, Hz. Peygamber’in konumu, tasarrufları, dinî ve gayr-i dinî konulardaki bilgisi, nakledilen rivayetleri metodik bir şekilde okuma, anlama ve yorumlamada önce ilahiyatçıların belli bir fikir birliği içerisine girmeleri gerekmektedir. İdeal olmakla birlikte bunu başarmanın da ne kadar zor olduğu ehlince malumdur. Geleneği adeta kutsarcasına savunan bakış açısıyla, modern zamanların problemlerini ciddiye alarak zamanın insanlarına bir çözüm yolu bulmak isteyen yenilikçi yaklaşımın belli bir vasatta buluşması şimdilik uzaklarda gözükmektedir. Benzer bir ikilem tıp uzmanları için de söz konusudur. Dindar, muhafazakâr bazı uzmanların rivayet ilmi ve kültürünün oluşumu ve gelişimi hakkında yeterli bilgi ve donanıma sahip olmamaları, onları bu konuda genellikle aşırı iyimser ve savunmacı tespit ve yorumlara sevk etmektedir. Dolayısıyla bu konuda önerimiz mümkün mertebe tarafsız alan uzmanlarından yararlanma cihetine gidilmesidir. Kanaatimiz odur ki, bu problemlerin çözümünde yapılması gereken şey, alan uzmanlarıyla ilahiyatçılardan oluşan geniş katılımlı komisyonların birlikte uzun soluklu çalışmalar yapmaları ve ortak sonuçlara ulaşmaları olacaktır. Böylesine önemli bir alanda geçmiş mirasımızı iyi değerlendirecek ve onu gelecek kuşaklara sunacak bilimsel faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde şüphesiz Sağlık Bakanlığı’na ve değerli yetkililerine de büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Netice itibarıyla böylesi tartışmalı konuları serinkanlılıkla inceleyecek ve gelecek kuşakları doğru bilgilerle aydınlatacak tüm genç ilim adamlarını ve araştırmacıları şimdiden kutluyor, kendilerine başarılar diliyorum. 24 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Çağdaş Tıbbın Işığında Tıbb-ı Nebevî Prof. Dr. Tuncay ÖZGÜNEN Ç.Ü. Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Bütün övgülerin kendisine yöneldiği, Evrenlerin yaratıcı ve eğiticisi, esirgeyen ve bağışlayan ALLAH’ın adıyla. Allah’ın Kulu ve Peygamberi Muhammed’e, ailesine ve O’nu takip edenlere bağışlanma, kurtuluş ve barış dilerim. İnsanı halifesi olarak tek bir cevherden eşiyle birlikte eşit olarak yaratan, doğru ve yanlışı ayırd etmesi için ona akıl ve dili, yazılı rehber olarak Furkan’ı, emsal olarak Yaşayan Kur’an’ı bağışlayan Yüce Allah, bizlere doğruya giden yol olarak kıraet etmeyi, yazmayı, doğruluğu bizzat yaşayıp bu doğruları etrafımıza anlatmayı ve sürekli doğayı gözlemleyip düşünmeyi emretmektedir. Bu emirler doğrultusunda bu Kongre’yi onurlu, hür, rehber olarak bilimi kullanan çağdaş bir ülkede yapabilmemize olanak sağlayan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehidlerimize, Kongreyi hazırlayan Kongre tertib heyetine, bu hazırlıkta kendilerine yardımcı olan kişi ve kurumlara ve bu ibadeti bizlerle paylaşan tüm konuklara en kalbi şükranlarımı sunarım. Elbette yardım Allah’tandır. Zamanın kısıtlı olması ve toplantının diğer oturumlarında çok değerli konuşmacıların konuları daha ayrıntılı olarak ele alacak olmalarından ötürü bu konuşmanın sadece özet bir girizgah olarak kabul edilmesini dilerim. Çağdaş tıp konusunda sunacağım bilgiler Dünya Sağlık Örgütü’nün bildirilerinden, Serhat Ünal-ın editörlüğünde çokyazarlı olarak 2015 yılında Güneş Tıp Kitabevleri tarafından 25. baskı çevirisi olarak yayınlanan Cecil Dahiliye kitabının 1. cilt 1. bölümünde Lale Özışık ve Zeynep Öz sayfa sayfa 1-22’de sunulan bilgilerden, Anadolu Üniversitesi tarafından 2011 yılında 2387 sıra numarası ile yayınlanan İnsan ve Toplum adlı kitabın Gönç Şavran tarafından kaleme alınan “Sağlık, Hastalık ve Toplum” adlı 7.bölümü ile bu bölüme ek olarak verilen kaynaklardan ve bendenizin Ç.Ü. Tıp Fakültesi Arşiv Dergisi’nde yayınlanan bir makalesinden derlenip özetlenmiştir. Sözü edilen kitapların yazarlarına şükranlarımı sunarken ifademdeki doğruların bu yazarlara, hata ve yanlışların ise bana ait olduğunu arz etmek isterim. Konuşmamın ikinci bölümü ise, içeriğine hiçbir şekilde katılmamakla beraber övgüyü hak eden muhteşem bir eser olan, Ali Rıza Karabulut’un Akabe Kitabevi tarafından 2013 yılında 2 cilt halinde yayınlanan Tıbb-i Nebevi Ansiklopedisi ve özellikle bu kitabın önsözünde verilen bilgilere, İSAM tarafından 2011 yılında yayınlanan Elmira Azizova’nın Hz. Peygamber Döneminde Çalışma Hayatı ve Meslekler adlı doktora tezinin 25 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 370-409. sayfalarındaki Sağlıkla İlgili Meslekler bölümünde sunulan bilgi ve kaynaklara ve Ali Osman Ateş’in Beyan Yayınları’ndan 2014 yılında 2. baskısı yapılan İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri adlı eserindeki bilgilere istinat etmektedir. Her üç yazara da şükran ve minnetlerimi arz ederken burada da sunumdaki tüm gerçek ve doğruların bu yazarlara, mevcut hata ve yanlışların ise bana ait olduğunu belirtmek isterim. Öte yandan, bu kaynaklar dışında bana ait olarak sunduğum verilerin menşei ise şüphesiz bu noktaya gelmemi sağlayan tüm hocalarım olup kendilerini rahmet ve minnetle anarım. Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig adlı eserinde, günümüz Türkçesi ile anlam olarak: “Okuyucular Otçuları, Otçular Okuyucuları beğenmez ve suçlar; akıllı hasta kendisini kim iyi eder ise ona gider” diyerek büyük bir hekim olan Hipokrat’ın “Hastalık yok hasta var” aforizmasını dile getirmektedir. Tıp, sağlık, hastalık, tedavi başlığı altında gruplandırılan söylem, deneyim ve malumat ile bilgiler temelde insan konusunun alt başlıklarıdır. İnsan konusu ise, çok farklı yaklaşım ve betimlemelere konu olmuşsa da temelde bu konu varlığın, varoluşun ve insanın ontolojik olarak nasıl tanımlandığı ile sıkıca ilişkilidir. Bu bağlamda kültür tarihi boyunca varlık ve varoluş iki temel görüşten birisi üzerinde serpilip çiçeklenmiştir. (1) Bir Halik tarafından, Halik’e ait bir plana müsteniden ve sadece O’nun bilgi, irade ve emri uyarınca varoluş; (2) Herhangi bir yaratıcısı olmadan, tamamen rastgele ve tesadüflere bağlı olarak yürüyen bir varoluş. Elbette bu iki temel görüşün kendi içlerinde çok geniş birer yelpaze yapan, moda deyimle farklı sürüşleri mevcutsa da ilginç olarak her iki görüşün örtüştüğü ve temel aldığı ortak bir ilk zemin de bulunmaktadır. Kaldı ki her iki görüş de, kendi kuramlarının yetersiz veya geçersiz çıkarımlar yaptığı noktalarda karşıt görüşten açıklamalar çalmakta, sıkı bir sorgulamadan geçirilmediği sürece bu çalıntı kavram ve kuramların misafir olduğu görüş içinde yarattığı çelişkeler (paradokslar) gözden kaçırılabilmektedir. Birinci görüşe göre insan, yelpazede farklı betimlemeler kullanılsa dahi bir ölçüde kutsallık taşıyan, varoluşun ana ve özel görevli temel öğesi olup diğer varlıklardan farklı bir üstünlüğe sahiptir. Hastalık ve ölüm yaratıcının eylemli birinci elden bir ceza veya mükafatı olup hikmetinden sual olunmaz, oluşuna akıl ermez, tedavi de hastalığı veren gücün memnun edilmesini gerektiren bir süreçtir. Büyü ve sihre dayalı tıp diyebileceğimiz bu ilkede hastalıklar ve ölüm salt yaratıcının keyfi bir eylemi; olaydaki nedensonuç ilişkisi yaratıcının emri-hastalık veya ölüm şeklindedir ve tedavi de doğal olarak hastalığı verenden özür dileme ve O’nu mutlu edecek yollar kullanmadır. En katı şekliyle ele alındığında bu görüşün kusur ve hataları net bir şekilde görüldüğünden, ikinci görüşten yer yer aktarma yapılarak geleneksel tıp, alternatif tıp, herbal tıp, homeopatik tıp vb. gibi etiketler taşıyan sürüşler ve mensup olduğu dini inanca yoğun göndermeler yapan okullar ortaya çıkmıştır. Hemen belirtelim ki biz, Tıbb-ı Nebevi adı verilen kodeksi bu bağlam içinde ele almaktayız. Bu gruba giren tıp pratiğinde koruyucu tıp ile teşhis ve tedavi edici tıp arasında bir ayırım varsa da tedavide esas olarak mistik ritüeller kullanılır, uygulamalar ise rivayet ve nakillere dayanır. Keza tıbbı meslek olarak uygulayan kişiler çoğu kez bir ölçüde ruhban sıfatı da taşımakta olup gerçek anlamda bir meslek eğitiminden söz edilemez. İkinci temel ontolojik görüşe göre insan, sıradan bir varlık olup diğer varlıklardan herhangi bir üstünlük veya önceliğe sahip olmayan salt maddi bir nesnedir. Bu organik yapı, tümüyle (ve kuşkusuz tamamen rastgele meydana gelmiş) fizik ve kimyasal yasalara tabi olup neden-sonuç temel kuralına göre işler ve bu sistemin normal çalışmasını bozan olaylara hastalık denilir. Var olan bir hastalığın tedavisi ise bu görüşe göre öncelikle olaya neden olan saikin belirlenmesi ve bu saikin giderilmesi ile mümkündür. Çok esnetilmiş genel bir ifade ile ele alırsak, felsefe tarihinde pozitivizmin bir ürünü olarak 26 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kurumlaşan bu görüş, geleneksel tıbbın “Unani tıp” adlı uygulaması ile adlandırılıp günümüzde çağdaş tıp, kanıta dayalı tıp, pozitif tıp denilen uygulamanın temelini yapmakta ve uzman bilgisayar programları, nanoteknolojiye dayalı tedavi, robotik cerrahi, kök hücre tıbbı, genetik mühendislik, vb. etiketlere sahip geleceğin disiplinlerini vaad etmektedir. Bu tıp okulu net ve belirgin şekilde koruyucu, tanı koyucu ve tedavi edici dallara ayrılmakta olup çalışanları sadece hekimlerle sınırlı değildir ve yapılacak uygulamalar kesin ve sabit protokollere dayandırılmakta; uygulayıcıların özel ve yoğun bir eğitim almaları gerekmektedir. Konunun kuramsal temelinden ziyade pratiği ile meşgul olan hekimler, bu iki görüşe aldırış etmeksizin, hastalığı, tarihsel olarak “sağlıklı olmamak” şeklinde tanımlarken, 20.yüzyılda dünyadaki en üst yetkili sağlık örgütünü temsil eden Dünya Sağlık Örgütü, aynı geleneksel “kimseyi küstürmeme” ilkesini koruyup alttan alta ikinci görüş doğrultusunda sağlığı: “Herhangi bir hastalık ve güçsüzlük halinin olmaması ve bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyi olma durumu” olarak tarif etmiş ve sağlığı etkileyen ana faktörleri %10 sosyal koşullar; %8 tıbbi koşullar; %7 iklimsel koşullar; %15 kalıtsal koşullar ve %60 yaşam şekli olarak belirlemiştir. DSÖ’ne göre standart olarak sağlık dengeli bir diyet, yeterli uyku, makul egzersiz ve ruhi dinginlik gerektirmektedir. Aynı deklerasyon, zaman ve yer nedeniyle burada tek tek zikredemeyeceğimiz “Sağlığı doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen olumsuz etmenler” için 15 alt başlık açmakta olup bunların tümü 2.ontolojik görüş ile örtüşmekte ve 1.görüşü tümden yok saymakta; Sağlıklı bir kişiye atfedilen nitelikleri ise 10 başlık altında sıralamaktadır. Bu 10 başlığın 9 tanesi ontolojik 2.görüş ile örtüşür yani tümüyle maddi varlığa dayalı göstergeler iken sadece bir başlık altında ontolojik 1.görüşe gönderme yapmaktadır. Tanım olarak bilim özünde bir inanç olup bilimsel bir önerme, diğer inanç modellerinden sadece, eş koşullar altında aynen yinelebilir olması ile ayrılır. Bir önermenin genel kabul görmesi, mantıksal olması ve sadece sayısal ifadelere indirgenmesi önermenin bilimsel önerme adını alması için yeterli ön-koşul değildir. Bu bağlamda çağdaş tıp veya bilimsel tıp önermelerinin bu temel ilkeyi gerçekleştirmesi zorunludur. Salt rivayet veya zanna dayanan, hatta toplumdaki herkes tarafından onaylanan bir önerme daha sonra bilimsel önerme halini alması için yapılacak çalışmalara başlangıç oluşturabilse dahi bilimsel değildir ve böyle bir önermeye dayalı girişim kabul edilemez. Tıbb-ı Nebevi başlığı altında toplanan veriler grubunun ele alınması için öncelikle bu deyimin içeriği ve kapsamı konusunda uzlaşma olması şarttır. Bu bağlamda, birbiri ile bağlantılı gibi görünse de gerçekte birbirinden çok farklı başlıca iki tür içerik söz konusu olup dolayısı ile bu iki farklı grubun ayrı ayrı ele alınmaları zorunludur. (1) Hz. Peygamber’e ait olan, kendi sağlığındaki edim, söylem ve tavsiyelerine dayalı tıbbi önermeler. (2) Kur’an ve hadislere doğrudan, dolaylı veya zorlamalı olarak bağlanan tıbbi edim, söylem ve görüşler. Tıbb-ı Nebevi adıyla sadece Hz. Peygamber’in söylem, edim ve tavsiyelerine dayalı bir tıp ifade ediliyor ise kanımızca bu aşağıdaki nedenlere bağlı olarak külliyen yanlış bir betimlemedir. 1. Hz. Peygamber’e izafe edilen bir diğer meslek (örneğin, İktisad-ı Nebevi, Hukuk-u Nebevi, Nebevi Mühendislik, Siyaset-i Nebevi, Talim ü Terbiye-i Nebevi, vb.) bulunmamakta iken tıp mesleğinin peygambere dayandırılması, en azından aşırıya kaçmış ve çizgiyi taşmış bir sevgi gösterisi, bir mucize beklentisi ve majik tıp anlayışının bir ifadesidir. 27 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 2. Tüm kusur ve hatalardan arınmış mutlak doğru Kur’an’dır. Ezelden ebede hiçbir ayetin kesinlik ve doğruluğundan kuşku duyulamazken, velev ki Kur’anı aktaran ve herhalde en iyi anlayan kişi olan Resulün söz ve edimlerinin de ezelden ebede değişmez mutlak doğrular ve hatadan ari olarak kabul edilmesi ve irdeleme ve eleştiriye tabi tutulmaması, Resul’ün söz ve hareketlerinin de vahiy şeklinde ana kaynaktan geldiğini iddia etmek olacaktır ki böyle bir ön kabulün nelere yol açacağını düşünmek bile insanı ürpertir. 3. Hz. Peygamber hekim değildir. Hadise dayalı olarak bizzat kendisinin hekim tarafından tedavi edildiği ve hastalara şifacılara değil ehil hekimlere gitmeyi tavsiye ettiği kesin olarak bilinmektedir. 4. Risalet döneminde ve hele başlangıç evrelerinde ehil hekim, yani eğitim ve öğrenim görmüş hekimlerin Peygamber, ashab veya İslam devleti tarafından kurulmuş eğitim kurumlarından yetişmiş olmaları olanaksızdır. Dönemin Mekke-sinde tıp icra eden “eğitimli hekimler” bu eğitimlerini İslam ile ilgisiz, “unani tıp eğitimi veren” o dönemin çağdaş kurumlarından almıştır. 5. Hz. Resülullahın sağlık konusundaki tavsiyeleri dönemin Mekke ve mücavirinde rivayet edilen ve mümin-müşrik herkesin hastalık halinde uyguladığı inanç ve söylencelerdir. Gerçekten de bu söylence ve inançlardan bazılarının bilimsel açıdan tümüyle hatalı ve saçma olduğu kanıtlanmış olup, bu hataların insan olarak Muhammed bin Abdullah yerine Hz. Resülullah’a izafe edilmesi, içinden çıkılmaz bir soruna ve zorlamalı açıklamalara yol açacaktır. 6. Bizzat Hz. Resullallah, Allah’ın sünnetlerinin ölümlü bir insan için değişmeyeceğini buyurmuştur. 7. Hz. Resüllullah’ın vefatı öncesi hastalığının çok ıstırap verici ve ağır seyretmesi “rivayetler 1 hafta ile 15 gün arasında değişmektedir” ve kendisinin bu esnada önerdiği tedavi şekli önermemizin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Tıbb-ı Nebevi başlığı altında, Kur’an ve Hadislere istinat ettiği öne sürülerek yapılan tıbbı uygulama ve önermelere gelince: 1. Kur’an ve Hadislere yapılan göndermeler kanımızca içinde yaşanılan dönem ve toplumun dayattığı baskı ve tekfirden kurtulma, kabul görme arzusu ve yapılan uygulamalara mistik bir zemin de sağlamak amacından kaynaklanan zorlama bir davranıştır. (Ki bu durum diğer inanç sistemlerinde de aynen görülmektedir). 2. Darü’l-Hikme dönemine kadar olan tıp uygulamaları temel olarak Asr-ı Saadet ile aynı ilkeler ve işleyiş gösterirken Darü’l-Hikme döneminde yetişen büyük alim, hekim ve filozoflar, eski metinlerden yapılan çeviri ve telhislerden sonra telif kitaplar yazmışlar, bu dönemin kapanması ile bilgi üretme ve ilerleme Batı’ya geçerken İslam dünyası nakile dayalı, aklı reddeden bir karanlığa gömülmüş ve rivayet ve keramete dayalı majik tıp öne geçmiştir. Burada ilginç olan bir husus, İslam’ın yetiştirdiği bu büyük bilginlerin, kendilerini İslam olarak adlandıran zevat tarafından çoğu kez tekfir edilmeleri; keza bu bilginlerin ürettiği tedavi yöntem ve çoğu bitkisel ilaç reçetelerinin ise Tıbb-ı Nebevi yaftası ile tekrar piyasaya sürülmesidir. 3. Cehaletin kör karanlığında İslam’ın vaaz ettiği ilkelere uymak yerine İslami söylemi kendi heva ve heveslerine uydurma gayreti içinde olan bu kabil safsatalar ortadan kaldırılmadıkça hayatın hiçbir noktasında uygarlaşma ve ilerleme gerçekleşemez. Keza, “Peygamberin varisi alimlerdir” hükmünün ne olduğu ve kastedilen alimlerin kimler olacağı iyice irdeleyip anlaşılmadan, nerdeyse hepsi İsa’dan önce yaşamış pagan İyonya filozoflarının görüşlerine dayanmak ve bunu İslam zannetmek cehaletten de beter bir tablo olup açıkça görüleceği gibi İslam aleminin geri kalma nedeni din değil, 28 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi İslam’ın emirlerini unutup bir kurum olarak dini kendi düzeyine indiren cahil sürülerdir. 4. Özetle, tıbb-ı nebevi adı takılan veriler koleksiyonu kanımızca genel tıp tarihi içinde yer alan ve İslam toplumlarda uygulanan bir dönemi kapsamakta olup bu yönüyle tıp tarihinin konusudur. Tıbbın bir bütün olduğu ve genelde Batı bilimi, özelde Batı tıbbı denilen akımın temelinde İslam’ın yaptığı gözlem ve uygulamaların, bunların da temelinde Mısır, Çin, Hint, Anadolu, Elen ve antik toplumlarının emeklerinin yattığı düşünülecek olursa bu konunun bir ezilmişlik ve iddialaşma aracı haline getirilmeden tıp tarihinin özel bir dönemi olarak ele alınması kanımızca daha doğru ve çok yararlı olacaktır. Daha açık bir ifade ile, geçmiş uygarlıkların verilerini yağmalayıp apartarak yarattığı temel üzerinde serpilen ve uygarlığı sadece Batı’ nın ürünü olarak pazarlayıp insanı sadece biyolojik bir nesne haline indirgeyen 21.yüzyılın kibirli ideolojilerine hekimliğin tüm insanlığın ortak ürünü olduğunu anımsatmak ve bu ışık altında, başta Anadolu, Hint, Çin, Uzak Doğu, Afrika, Amerika ve özellikle İslam uygarlığının bu ortak ürüne olan katkılarını, kibir, eziklik, rekabet ve üste çıkma gibi ötekileştirici yollara sapmadan araştırıp ortaya koymak ve benzer bilimsel kongreleri daha geniş boyutta ve düzenli bir takvim dahilinde toplamak herhalde hepimizin en öncelikli görevi ve bir vefa borcudur. 5. Tıbb-ı Nebevi başlığı altında kullanılmış olan bitki, drog, reçete ve tedavi yöntemlerinin, mistik öğelerden ayıklanarak, folklorik tıp bilgisi olarak kabulü ve bu preparatları bir kalemde reddetmeyip keza bu preparatlara sanal güçler de izafe etmeyip, çağdaş bilim yöntemlerine uygun olarak ele alınmaları ve incelenmeleri, tıpkı herbal tıp veya fitoterapide adı geçen tüm bitkilere de aynen uygulanacağı gibi faydadan ari olmayıp bize yeni bir ışık tutacak kapasitededir. Konuşmamı bitirmeden önce son söz olarak tekrar Kutadgu Bilig’deki özdeyişi bir soru halinde siz konuklarımıza yöneltmek istiyorum. Kendiniz, eşiniz, çocuğunuz hastalandığı zaman okuyucuya (o dönemin mistik sağıltıcısı) mı yoksa otçuya (o dönemin hekimi) mı başvurursunuz? Türkiye’de yapılan bir araştırma, Türk halkının hastalanmaları halinde %25 sadece hekimlere, %25 sadece üfürükçülere inandığını, halkın %50’sinin ise her iki yolu birlikte kullandığını göstermiştir. Ahirete intikal etmiş bütün hekimlere rahmet, tüm konuklara barış ve kurtuluş dilerim. Kuşkusuz doğruyu bilen sadece Allah’dır. Saygılarımla. 29 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 30 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı Nebevî’nin Kaynağı Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Giriş Sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisiyle ilgili Hz. Peygamber’den nakledilen söz ve tatbikat genel olarak “Tıbbu’n-Nebî” (Peygamber’in tıbbı) veya “et-Tıbbu’nNebevî” (Nebevi tıp) olarak adlandırılır. Meşhur hadis mecmualarının çoğunda “kitâbu’t-tıb” ve “kitâbu’l-merdâ ve’t-tıb” başlığı altındaki bölümlerde yer alan ve ayrıca müstakil kitaplarda bir araya getirilen bu tür rivayetlerin Hz. Peygamber’e nisbetinin sıhhati meselesi ayrı bir konu olmakla beraber, sıhhatinin kabulü halinde de, bunların ilahi tavsiyeler mi, yoksa Hz. Peygamber’in kendi toplumu içinde edindiği bilgi ve tecrübesinin ürünleri mi olduğu konusu ayrıca tartışılmıştır. İnsan hayatının en önemli konularından biri olan sağlığın insanlık tarihi boyunca herkesi çok yakından ilgilendirdiği şüphesizdir. Bu yüzden, tarih boyunca Tıp ilmi kadar ilgi ve öneme mazhar olan başka bir ilim dalı olmadığı söylenebilir. Peygamberler de en az diğer insanlar kadar kendilerinin ve çevrelerindekilerin sağlıklarıyla ilgilenmişlerdir. Bu konuda hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz Hz. Muhammed (sas.), Hamidullah’ın ifadesiyle “pratisyen bir hekim” gibi “kendisine başvuran hastalar için birçok tedavi çare ve reçeteleri tertip edip göstermiştir.” Bu reçeteler “tabip gözü ile ele alınırsa, bir bölümünün genel tıp konularına ve tababetin icrasına, pek çoğunun koruyucu hekimliğe, bir kısmının da tedavi edici hekimliğe ait ilaç tariflerinden ibaret olduğu görülür.” İslam’ın geldiği dönemde Arabistan da tabipliğiyle ün salmış insanlar vardı. Hz. Peygamber bunlara değer verdiği gibi, hem kendisinin hem de ashabının sağlık sorunlarında onlardan yararlanmıştır. Mesela, Hâris b. Kelede es-Sakafi (ö. 50/ 670) bunlardan biriydi ve Sa’d b. Ebî Vakkas’ın hastalığında Hz. Peygamber ona, Hâris’e başvurmasını tavsiye etmişti. Bu tabiplerden birisi de Ebû Rimse et-Teymîdir. (ö. 49/ 669) Rivayete göre Ebû Rimse, kendisi gibi tabip olan babasıyla beraber Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişti. Babası, Hz. Peygamber’in sırtındaki güvercin yumurtası büyüklüğündeki et parçasını görünce, “ben insanlar içinde en iyi tabibim. Seni tedavi edeyim mi?” diye sormuş, Hz. Peygamber de, “hayır, onun tabibi onu yaratandır” diyerek, muhtemelen, kendisine zararı olmayan bu ben’i aldırarak sağlığını riske atmak istememiştir. 31 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hz. Peygamber her vesileyle tedavinin önemini vurgulamış ve bu konuda tereddütü bulunanları uyarmıştır. Bir gün Ensar’dan yaralanmış birisini ziyarete gittiğinde, bir kabileden tabip çağrılmasını istemiş, gelen tabibin, “ey Allah’ın Rasulü! Tedavi bir işe yarar mı?” sorusuna karşı, “Sübhanallah! Allah yeryüzüne şifasını yaratmadığı bir hastalık indirmiş midir?” cevabını vermiştir. Muvatta’da yer alan bir rivayette de Hz. Peygamber, “iki tabipden en iyisinin tercih edilmesini” tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber, hem kendi sağlığıyla hem de arkadaşlarının sağlıklarıyla yakından ilgilenmiş ve zamanının bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır. Mesela, çeşitli rahatsızlıklarında defalarca kan aldırmış ve başkalarına da bunu tavsiye etmiştir. Bir defasında kan aldırırken yanına giren bir bedevi ilk defa gördüğü bu olay karşısında korkmuş ve Hz. Peygamber’in kan alana ücret vermesi üzerine de, “derini kesen bu adama ne diye para veriyorsun?” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir. Hz. Peygamber de, bu işlemin hacamat olduğunu ve bunun en iyi tedavi yöntemlerinden biri olduğunu bedeviye izah etmiştir. Hz. Peygamber, zaman zaman ateşte kızdırılmış demirle dağlama yöntemini kullanmış, bazan da bu uygulamadan fazla hoşlanmadığını ifade etmiştir. Hz. Peygamber’in, temizliğin önemine işaret ettiği ve sık sık dişlerin misvaklanmasını tavsiye ettiği bilinen hususlardandır. Hıfzısıhha kurallarına da dikkat çekerek, “veba gibi bulaşıcı hastalıklara maruz kalanların bulundukları yeri terk etmemelerini, başkalarının da onların yanına girmemelerini” öğütlemiştir. Yiyecek–içecek kaplarının ağızlarının açık bırakılmamasını istemiş, insanların gelip geçtikleri yerlere ve durgun sulara def-i hacet yapılmamasını emretmiştir. Hz. Peygamber’in, kendi zamanmın tıb bilgisine dayanarak birçok hastalık için değişik ilaçlar ve tedavi yöntemleri tavsiye ettiği hadis kaynaklarımızda yer almaktadır. Bunlar içinde bal tedavisinden deve idrarı içme tavsiyesine, köpeğin yaladığı kabın toprak ve suyla temizlenmesinden yemek kabına düşen sineğin, yemeğin içne iyice daldırıldıktan sonra çıkartılmasına ve bazı hastalara Kur’an’dan sureler okuyarak şifa dilenmesine adar çok çeşitli uygulamalar ve tavsiyeler yer almaktadır. Bütün bu uygulama ve tavsiyelerin kaynağının ne olduğu ve bunların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda, geçmişte de günümüzde de farklı yorumlar yapılmıştır. Şimdi bunlardan kısaca bahsederek kendi yorum ve tercihimizi belirtelim. Tıbb-ı Nebevî’nin Kaynağı Hastalıklar ve tedavileri konusunda yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz Hz. Peygamber’in tutum ve davranışı tamamen Kur’ani olduğu gibi, insan aklı ve tecrübesine de uygundur. Yani Hz. Peygamber, kendisinin veya arkadaşlarının maruz kaldıkları hastalıklar karşısında hiçbir tedbir almadan eli kolu bağlı bir şekilde oturmamış, mücerret sabır ve tevekkül tavsiyesinde bulunmamıştır. Bizim örnek almamız gereken nokta burasıdır. Yani, Hz. Peygamber’in bu konuda takip etmemiz gereken sünneti, bu tedavi yöntemlerini birebir uygulamaktan ziyade, onun sağlık sorunları ve hastalık karşısında takınmış olduğu tavırdır. Ancak bu husus, geçmişte de günümüzde de pek çok kimse tarafından şeklî ve zahiri yaklaşımla ele alınmış, Hz. Peygamber’in söz ve tatbikatının vahiy kaynaklı olduğu gerekçesiyle, bu tedavi yöntemlerini aynen uygulamanın gerekliliği savunulmuştur. Hanbelî alimlerden İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/ 1350) nin bu konudaki görüşü şöyledir: “Peygamber (sas.) in tıbbı tabiplerin tıbbı gibi değildir. Çünkü Peygamber tıbbı katidir, ilahidir, vahiyden, nübüvvet nurundan ve kamil akıldan sadır olmuştur. Başkalarının tıbbı çoğunlukla zan, tahmin ve tecrübedir. Birçok hastaların Nebevi tıptan fayda görmedikleri doğrudur. Çünkü bundan, onu tam bir iman ve iz’an ile kabul edenler ve bu yolla şifa bulacağına inananlar fayda görür. Kur’an da kalplere şifadır ama onu böyle kabul etmeyenlere şifa vermez. Bilakis, münafıkların küfrünü ve hastalıklarını artırır. Kalplerine şifa vermediği gibi bedenlerine de şifa vermez. Kur’an 32 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi nasıl temiz ruhlara ve diri kalplere şifa veriyorsa Nebevi tıb da sadece temiz bedenlere münasibtir. İnsanların Nebevi tıptan yüz çevirmeleri, bizatihi şifa olan Kur’an’dan şifa istemekten yüz çevirmeleri gibidir. Bu, ilaçtaki kusurdan değil, hastanın tabiatının pisliğinden, hastalık mahallinin bozukluğundan ve ilacı kabul etmeyişindendir.” Mehdî b. Ali b. İbrahim (ö. 815/ 1412) adındaki Yemenli bir alim de Nebevi tıbbın kaynağının vahiy olduğunu iddia ederek, Hz. Peygamber’in de önem verip müracaat ettiği diğer tıbbın zan ve tahmine dayandığını söylemektedir: “ Bil ki tıbb-ı nebevi tabiplerin tıbbına benzemez. Çünkü kaynağı ilahi vahiydir. Diğer tıp ise zan ve tahmine dayandığı için hata edilebilir. Tıbb-ı nebevi ile kanaat getirmeyen kimse imanının noksanlaştığını kesin olarak bilmelidir. Tıbb-ı nebeviyi inançla uygulayan kimse ise birçok faydaları temin eder.” Günümüzde bu kanaati paylaşan ilim adamları da vardır. Mesela Mahmud Denizkuşları, “şayet tedavi hatalı olsa idi Hz. Peygamber uyarılırdı, çünkü o vahyin kontrolü altındadır.” derken, İbrahim Canan da, “Rasulullah her meselesinde vahye müsteniddir veya ikaz ve irşâd-ı ilahinin garantisi altındadır.” diyerek, sahih rivayetlere dayalı tıbb-ı nebevi örneklerinin isabetinin tartışılamayacağı kanaatindedir. Bu konuda çalışmaları bulunan Asaf Ataseven ise kanaatini şöyle açıklamaktadır: “Hz. Peygamber (sas.) ‘in tıbba dair hadis-i şerifleri... tıbbi telakkilerimize uygunluk göstermektedir. Bu hadis-i şerifler tıp sahasındaki bugünkü gelişme ve araştırmalardan asırlar önce ifade buyurulduğu için bir tıbbi mucize telakki edilmelidir.” Bu anlayışların dışında konunun mana ve maksadına önem veren alimlerden İbn Haldun’a (ö. 808/ 1406) göre ise, “tıbb-ı nebevi, bedevi Arapların gelenek ve göreneklerinden tevarüs ettikleri uygulamalardır, vahiy değildir. Hz. Peygamber’in ahvalinden bahseden hususlar ise adet ve cibilliyet gereğidir. Yoksa amel edilmesi zorunlu (meşru) kılınmış şeyler değildir. Çünkü Hz. Peygamber, bize tıbbı ve diğer adetleri tanıtmak için değil, şeriatı öğretmek için gönderilmiştir.” Fazlur Rahman da (19191988) İbn Haldun’un bu görüşüne katılarak Hz. Peygamber’den nakledilen “bu tıbbi reçetelerin veya telkinlerin illa da Peygamber’in buluşları olduğuna ve eski Arabistan tıbbının bir parçası olmadığına inanmak için bir sebep yoktur.” demekte ve İslam öncesi Arabistan’da yaygın olan “hacamat” uygulamasını örnek vermektedir. Hz. Peygamber’in kendi dönemine ve içinde yaşadığı topluma ait geçmişten intikal eden bilgi ve tecrübeye dayanarak yapmış olduğu tavsiyelerin halk sağlığı bakımından pratik değeri bulunanların kabul ve tatbiki mümkün olmakla beraber, modern tıp ilminin kabul edemiyeceği, hatta zararlı sayacağı hususları, Hz. Peygamber’den geliyor diye savunmanın ne Kur’an’la ne de Sünnet’le bağdaşır tarafı vardır. Bu konuda ısrar etmek, Hz. Peygamber’in sünnetini ve onun maksat ve hedefini doğru olarak anlamamak demektir. Mesela, Medine’ye gelen ve orada hastalanan bir gruba Hz. Peygamber’in, tedavi amacıyla develerin süt ve idrarlarından içmeleri tavsiyesini ele alalım. Buradaki süt içme tavsiyesi herkes tarafından anlaşılabilir olmakla beraber, idrar içme tavsiyesinin makul karşılanmayacağı aşikardır. Bu durumda, birçok meşhur hadis mecmuasında yer alan ve hadisçilerce de sahih kabul edilen bu rivayeti asılsız saymamız mı gerekecektir? Konuyu biraz araştırınca böyle acele bir karara gerek yoktur. Zira idrarın, özellikle deve ve insan idrarının eski toplumlarda ve bu arada araplar arasında bazı hastalıkların tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. Bugün bile Anadolu’nun bazı yörelerinde idrarla tedavi metodunun izleri halk arasında mevcuttur. O halde Hz. Peygamber’in, içinde yaşadığı toplumun bilgi ve tecrübesine dayanarak böyle bir tedavi yolunu önermiş olması pekala mümkündür. Ancak Hz. Peygamber bu rivayette deve idrarının temizliğinden bahsetmemiş, üstelik başka hadislerinde genel olarak idrardan sakınılması gerektiğini ifade etmiştir. Onun için, vahiy eseri olmayan, sadece mahalli bilgi ve tecrübeye 33 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dayanan böyle bir tavsiyenin daha sonra başka muhitlerde uygun görülmemiş olması mümkündür ve bunun Sünnet’e muhalefet olarak değerlendirilmesi de yanlıştır. Nitekim Ebû Hanîfe, bu rivayeti bildiği halde idrar içme tavsiyesini hoş görmemiştir. O halde tıbb-ı nebevi olarak bilinen birçok uygulama günümüzde geçerliliğini kaybettiği için pratikte dikkate alınmıyorsa bunun sünnete karşı olmakla bir alakası yoktur. Bu konuda başka bir örnek daha verebiliriz: Hz. Peygamber, hicretten kısa bir süre sonra difteri veya kızıl (zübha) hastalığına yakalanan sahabi Es’ad b. Zürâre’nin şişen boğazının dağlanmasını emretmiş, bir rivayete göre de bizzat kendisi iki kere dağlamıştır. Bu sırada Yahudilerin, “eğer Muhammed gerçekten Peygamberse arkadaşını iyileştirsin” demeleri üzerine Hz. Peygamber, “ona doğrudan fayda veya zarar veremeyeceğini” söyleyerek kendisinde insanüstü bir güç olmadığım belirtmek istemiştir. Nitekim Es’ad b. Zürâre kısa bir süre sonra bu hastalıktan vefat etmiştir. Bugün kesin olarak teşhis ve tedavileri yapılabilen ve etkili ilaçları üretilmiş olan difteri, boğmaca, kolera vb. hastalıkların tedavisinde, “Hz. Peygamber o zamanda şunları önermiş ve uygulamıştı” diyerek aynı yolu benimsemenin ne sünnetle ne de akıl ve iz’anla ilgisi vardır. Şimdi de, yukarıda kısaca temas edilen, “yemek kabına düşen sineğin, bir kanadında hastalık, diğer kanadında şifa olduğu gerekçesiyle yemeğe iyice batırıldıktan sonra atılması gerektiğini” ifade eden hadisi değerlendirelim. Bu rivayet hadisçiler tarafından sahih kabul edilen ve meşhur hadis mecmualarında yer alan bir haberdir. En önemli hadis kaynaklarının tasnif edildiği 3. hicri asırda yaşayan İbn Kuteybe edDîneverî (ö. 276/ 889), meşhur eseri Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis’inde bu rivayete nisbeten uzunca yer ayırmış ve bunu eleştiren muhtemelen Mutezile’ye mensub bazı kimselere kendince muknî cevaplar vermiştir. “Nazar (düşünce, akıl)ın yalanladığı bir hadis” başlığı altında, rivayete yapılan itirazlara cevap veren İbn Kuteybe, hadisin sahih olduğunu, dini hususları akıl ve müşahede ile açıklamanın doğru olmadığını çeşitli örneklerle izah etmiştir. Birbiriyle çelişkili hadislerin arasını uzlaştırmak ve itiraza konu olan problemli rivayetlerin makul izahını yapmak için kaleme aldığı eserinde, “sineğin yemeğe tamamen batırılmasını” dini bir iş kabul eden İbn Kuteybe’nin, Hz. Peygamber’den menkul söz ve davranışların kaynağının vahiy olduğu kanaatini taşıdığı anlaşılmaktadır. Günümüzde de pek çok yoruma tabi tutulan ve tıbbi yönden makul bir izahı için müstakil kitaplar bile yazılan bu haberin Hz. Peygamber’den nakli sahih olması halinde vürûd sebebiyle ilgili muhtemel bazı yorumlar şunlar olabilir: 1. Hz. Peygamber bu tavsiyeyi Allah’tan aldığı bilgiye göre yapmıştır. Sözkonusu rivayette bunu teyid eden hiçbir işaret yoktur. Üstelik böylesine önemsiz ve herkesi ilgilendirmeyen bir konuda ilahi bir uyarının olması beklenmez. 2. Hz. Peygamber bu tavsiyeyi, Arap toplumunun yemek kültürüyle ilgili bir adetine istinaden yapmıştır. Böyle bir yorum makul olmakla beraber Arapların bu tür bir adetleri olduğuna dair bilgimiz yoktur. 3. Hz. Peygamber, kendi toplumunun, sineğin bir kanadında zehir, diğerinde de onu bertaraf edecek panzehir olduğu konusunda sahip bulunduğu bilgi ve tecrübeye dayanarak bu tavsiyede bulunmuştur. Arapların böyle bir tecrübeye sahip olup olmadıklarını bilmediğimiz gibi, bu tecrübenin bugünkü modern tıp ilminin verileriyle teyid edildiğine dair bir bilgimiz de yoktur. 34 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 4. Hz. Peygamber yemeğin içine düşen bir sineği çıkarmaya çalışırken, istemeyerek sineğin yemeğin içine tamamen girmesine yol açmış, bunu gören bir kimse de Hz. Peygamber’in bunu bilerek yaptığı düşüncesiyle olayı başkalarına bu şekilde aktarmıştır. Bu ihtimal makul görünmektedir. 5. Hz. Peygamber, fakirliğin yaygın olduğu ve sineklerin çokça bulunduğu sıcak bir ortamda içine sinek düşen yemeğin tamamen dökülüp heba edilmemesi için böyle bir tavsiyede bulunmuştur. Bu durumda, sineğin yemeğe tamamen batırılması yerine alınıp atılmasını veya sineğin değdiği kısımla birlikte atılmasını tavsiyesi daha makul görünmektedir. Elimizde bu muhtemel yorumları doğrulayacak kesin bir delil olmamasına rağmen, Hz. Peygamber’den sahih olarak geldiği kabul edilen bir haberi anlamaya çalışırken, hadis şarihlerinin uzun açıklamalarına girmeden bu tür bir akıl yürütmenin de yapılabileceğini göstermek istedik. Mamafih bu haberin Hz. Peygamber’e ait olmaması da pekala mümkündür. Çünkü meşhur hadis kaynaklarında senedi sağlam olup, metni yönünden Hz. Peygamber’e isnadı mümkün olmayan rivayetler mevcuttur. Ayrıca bu ve benzeri rivayetlere İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren yapılan itirazları da dikkate almak gerekir. Zira bu itirazların esas amacı Hz. Peygamber’i nefyetmek değil, ona nisbeti uygun görülmeyen rivayeti nefyederek Hz. Peygamber’i bu tür haberlerden tenzih etmektir. Bu rivayetin sahih olması halinde de bunda bir hikmet arayıp tavsiyeyi aynen uygulamak Hz. Peygamber’in sünnetine uymak değildir. Sünnete uymak, Hz. Peygamber’in maksat ve muradını doğru anlayıp ona göre hareket etmektir. Bu haberde olduğu gibi şayet gerçek amacını öğrenememiş ve bu davranışın bugün için bir faydasını tesbit edememişsek, hatta bugünkü bilgilerimiz ışığında zararlı olabileceğini anlamışsak onu derhal terk etmemiz sünnete uygun olan davranıştır. Çünkü sünnette şekil ve biçimden çok maksat ve muhteva önemlidir. Aynı değerlendirmeyi misvak kullanımı için de yapabiliriz. Arabistan’da diş temizliği için misvak kullanmayı icad eden Hz. Peygamber değildir. İnsanlığın çok eski devirlerinden beri diş temizliğinin çeşitli vasıtalarla yapılageldiği şüphesizdir. Peygamberimizin içinde yaşadığı toplum ve coğrafyanın o günkü şartlarda diş temizliği için kullandığı en uygun aracın, erak ağacının dalı veya kökünden elde edilen misvak olduğu da doğrudur. Ancak Hz. Peygamber’in buradaki sünneti, diş temizliğine verdiği önemdir. Onun için dişlerimizi sık sık temizlememizi tavsiye etmiş, neredeyse emretmiştir. Bu temizliğin zaman – mekan farklılığına ve bu alandaki bilimsel gelişmelerin ulaştığı seviyeye göre farklı araçlarla yerine getirilmesi son derece doğaldır. Bugün için bu araçlar fırça ve macundur, yarın başka bir şey olabilir. Bütün bu olumlu gelişim ve değişimleri göz ardı ederek hala misvakın faziletinde ısrar etmenin bir anlamı yoktur. Misvakın, Hz. Peygamber döneminin en iyi diş temizleme aracı olduğunu söylemek başkadır, onun bütün zamanlar için en uygunu olduğunu söylemek başkadır. İkincisi, biçimsel ve zahiri sünnet anlayışının bir ifadesidir. Peygamberimizin bu kadar önem vermesine rağmen bugün en fazla diş çürüklerinin ve diş eti hastalıklarının Müslüman ülkelerde görülmesi, Onun sünnetine ne ölçüde uyduğumuzun bir göstergesidir. Gelişmiş batı ülkelerinde, içinde, diş ve diş eti hastalıklarının her türü için ayrı tedavi ünitelerinin yer aldığı kapsamlı hastaneler ve konuyla ilgili her türlü bilimsel çalışmaların yürütüldüğü diş hekimliği fakülteleri, diğer ülkelerin ulaşmaya çalıştıkları bir ideal olarak önlerinde dururken, bazılarımızın hala Hz. Peygamber’in sünnetine uyabilmek için hangi aracı kullanacağımızı tartışması, kanaatimce Onun sünnetini iyi anlayamadığımızın bir ifadesidir. Asırlarca önce bu 35 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi konularda Batı Medeniyetine ışık tutan ve kaynaklık yapan Müslüman ecdadımızın sahip olduğu sağlıklı din ve bilim anlayışına ve bunun sağladığı özgüvene bugün her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz aşikardır. Sonuç Peygamberlerin yetki ve otoritelerinin asıl kaynağı Cenabı Haktır. Ancak onlara tabi olan ve sevgilerini çeşitli şekillerde izhar etmek isteyen insanlar bununla yetinmemişler ve sanki Allanın bahşettiği yetki ve sıfatları yetersiz görürcesine onları beşer üstü vasıflarla donatmışlardır. Hz. Muhammed (s.a.s.) de bundan fazlasıyla nasibini almıştır. Bunun sayısız örneklerini görmek için Hasâis ve Delâil kitaplarına bakmak yeterlidir. “Bütün sanatların ve kültürel güzelliklerin ilk önce Peygamberlere vahyolunduğu... inancı Ortaçağ İslamında oldukça yaygındır.” Bu bağlamda “tıp sanatının da İdris (Enoch) Peygamber vasıtasıyla vahyedildiğine inanılmaktadır.” Peygamberlerin her şeyin ilk bilgisine sahip oldukları şeklindeki bu anlayış bazı Müslümanlarda, Hz. Muhammed’in her ilim ve sanatı en üst düzeyde bildiği şeklinde ifadesini bulmuştur. Buna göre Peygamberimiz, tıp, ziraat, ticaret, askerlik v.s. gibi konularda da en üstün bilgiye sahipti ve bu konularda da herkese örnekti. Halbuki hadis kaynaklarımız bunun böyle olmadığını gösteren örneklerle doludur. Hz. Peygamber her konuda uzman olmadığı için arkadaşlarıyla istişare etti, bazen onların tavsiyeleri doğrultusunda kendi görüşünden vazgeçti, bazen kendi arzu ve kanaati hilafına çoğunluğun görüşüne uydu. O bir örnek insandı ve bu yönleriyle de insanlara örnekliğini gösterdi. İbn Haldun’un dediği gibi, Onun görevi “bize tıbbı ve diğer adetleri tanıtmak değil, dini öğretmekti.” Hiç şüphesiz O, bu görevini başarıyla tamamladı ve bize Kur’an’ı ve kendi rehberliğini (sünneti) bıraktı. Bunları doğru anlayıp doğru anlatmak artık bizim sorumluluğumuzdadır. Hz. Muhammed (sas.) ‘i ne ölçüde doğru anlayıp doğru tanıtırsak O’nun sünnetine de o ölçüde uymuş oluruz. Özü ihmal edip şekil ve teferruat üzerinde tartışmak kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir. 36 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Nebevî Tıbbın Konumu Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Allah Rasûlünden müspet ilimler alanına giren pek çok hadis nakledilmektedir. Bu tür rivayetler çoğunlukla insan sağlığı/tedavi ve astronomi alanında yoğunlaşmaktadır. Bunların yanında hayvancılık ve tarım alanında konumlandırılabilecek bazı hadisler de mevcuttur. Münekkid hadisçiler bu tür rivayetleri iki kısma ayırmışlardır. a) Senedleri ve metinleri açısından mevzu kabul edilenler. b) Zayıftan sahihe uzanan bir kategoride yer alanlar. İkinci bölümde yer alan rivayetlere bakış açımızın ne olacağı hususu öteden beri tartışma konusu olmuştur, günümüzde de olmaya devam etmektedir. A-Yaklaşım Farklılıkları Hz. Peygamberin pozitif ilimler bağlamında söylediklerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini irdeleyenler tıpla ilgili hadisleri merkeze almışlar ve bunun üzerinden kanaatlerini dile getirmişlerdir. “Tıbb-ı nebevî” diye başlıklandırılan rivayetleri değerlendirmede temel olarak dört yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bunları özetle ifade edecek olursak: 1-Hz. Peygamberin bu sözleri vahiy ve ilhamla söylediğini benimseyenler: Mehdî b. Ali b. İbrahim el-Yemenî (815/1412) ile Said Havva bu kanaattedir. Ülkemizde de merhum Ahmed Davudoğlu Hz. Peygamber’in tıpla ilgili bazı hadislerine yapılan itirazları reddetmek bağlamında "hâlâ birçokları nazariye olmaktan ileriye geçemeyen cüce bilgiler" nitelemesini yapar ve Hz. Peygamber’in haber verdiği bir şeyin imkansız olduğu aklen ve şer'an sabit olursa, bu haberin müteşâbihâttan sayılacağını belirterek bunların ilahi menşeli olduklarını kabul ettiğini göstermiş olur. 2-Rasûlullah’ın bu bilgilerinin vahiy, nübüvvet ve kâmil akıldan meydana geldiğini düşünenler: İbnu’l-Kayyım'ın (keza Aliyyu'l-Kârî’nin) yaklaşımı böyledir. Söz konusu rivayetleri, risalet görevi içinde görmediğinden olsa gerek, ahkama dair hadisler misali aynı kapsamda yani ilahî menşeli olarak değerlendirmez. Ancak, nübüvvet nurunun ve vahyin mahsûlü, şeriatın tamamlayıcısı olarak değerlendirir ve onlara uyulması gerektiğini söyler. 3-Hz. Peygamber’in bunların bir kısmını tecrübeyle söylediğini, diğerlerinin mucize olduğunu benimseyenler. Muhammed Hamidullah ve muasır Gazali bu yaklaşımdadırlar. 4-Allah Rasûlü bu hususları kendi zamanında sahip olduğu bilgiler çerçevesinde edindiği deneyime göre söylemiştir diye düşünenler. Taberî, Hattâbî, İbn Haldûn, Şah 37 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Velîyullah Dihlevî gibi bilginlerin keza dönemimizde de M. Said Hatiboğlu’nun yaklaşımı bu çerçevededir. Hurma aşılama rivayetini ele alan Nevevî’nin değerlendirmesi söz konusu yaklaşımı özetlemektedir: "Hurma aşılama işinde olduğu gibi, Hz. Peygamber’in dünyayla ilgili görüş ve zanlarının tersinin meydana gelmesi mümkündür. Bu onun için bir noksanlık değildir. Çünkü o, ashabının yönünü ahirete ve ahiret bilgilerine yönlendirmeye çalışmıştır." İslam dünyasında son otuz yıldır tıbb-ı nebevî alanında -özellikle de Arap ülkelerinde- yapılan çalışmalara baktığımızda, neşriyatın birinci madde ağırlıklı olduğunu görürüz. Hz. Peygamberin tıpla ilgili söylediklerindeki hikmetleri ele almak amacıyla genel çalışmalar yapıldığı gibi her bir hadisle ilgili müstakil eserler de kaleme alınmaktadır. Sayılamayacak miktardaki bu kitaplar ile makaleler ele aldıkları konu itibarıyla Allah Rasûlünün sözünün arka planındaki hikmeti ortaya koymaya çalışmakta ve rivayette sözü edilen hususun bir mucize olduğu iddia etmektedir. Dolayısıyla bal, çörek otu, acve hurması v.b. konulardaki hadisler Hz. Peygamberin hak elçi olduğunun bir başka delili olmaktadır. Bunun yanında 4. yaklaşımı benimseyenlerin gerek Arap ülkelerinde ve gerekse ülkemizde, pek çok insan tarafından müsteşriklerin İslam dünyasındaki takipçileri olarak suçlandıklarını de belirtmemiz gerekir. B-Tıbb-I Nebevî Hadislerinin Yer Alması Gereken Kategori Tıbb-ı nebevî diye tasnif edilen rivayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği hususu son derece girifttir. Sadece klasik yöntemlere göre senedinin ve metninin sahih olup olmadığını tespitle sınırlı değildir. Bilakis bunlar kelâmdan fıkha kadar pek çok İslamî ilmi ilgilendirir. Lakin şu husus son derece önemlidir: Tıbb-ı nebevî şemsiyesi altına alınan hadislerin Allah Rasûlünden nakledilen ve pozitif bilimler altında konumlandırılabilecek diğer hadislerden ayrı değerlendirilerek, sadece bunlar üzerinden bir bakış açısı oluşturmaya çalışmak son derece yanlıştır. Dolayısıyla tıbba dair hadislerin vahyî/mucizevî bir yönü olduğunu iddia edenler ile buna karşı çıkanların öncelikle benimsemeleri gereken temel bir gerçeklik bulunmaktadır. O da, örneğin evrenle ilgili rivayetleri de tıpla ilgili rivayetlerle aynı potada değerlendirmek gerektiğidir. Çünkü birinde mucize söz konusu ise veya böyle bir şey yoksa, diğerlerinde de durum aynıdır. Bu yapıldığı takdirde tartışma daha sağlıklı bir zeminde sürdürülebilecektir. Burada evrenle ilgili olarak Hz. Peygamberden nakledilen bazı hadisleri zikredeceğiz. Ancak öncesinde cahiliye dönemi insanlarının evren tasavvurlarına kısaca değinmekte fayda vardır. Böylece Hz. Peygamberin kainat tasavvurunu da daha iyi anlayabileceğiz ve bu bize tıpla ilgili hadisleri değerlendirmede de yardımcı olacaktır. Bu bağlamda ilk göze çarpan husus, Arabistan’ın bazı bölgelerinde, insanı etkileyen olağanüstülükleri sebebiyle güneş ve aya yaygın bir şekilde ibadet edilmesiydi. Bazı kabilelerin ilah olarak gördükleri güneşe saygı göstermek amacıyla meşaleler yakarak tavaf ettikleri, güneş adına yaptıkları putlara tapındıkları, Mekke’de ise ay için özel bir merâsim düzenlendiği, ayla ilgili putlar edinildiği, adlarına kurbanlar kesildiği bilgisi kaynaklarda genişçe yer almaktadır. Kur’an bu yanlışa vurgu yaparak Allah tarafından yaratılmış olan mezkur varlıklar yerine onları yaratan Allah’a secde edilmesini istemiştir. Güneş ve aya secde edilmesi yanında, bu ikisinin tutulması, kainatta meydana gelen bir olaya veya büyük bir insanın ölümüne işaret sayılıyordu. Nitekim Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim’in vefatından sonra güneş tutulmuş, insanlar bunu önceki inanışlarında olduğu gibi çocuğun ölümüne bağlamışlardı. 38 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Gök cisimlerine yönelik olarak Arabistan’da yaygın olan bir inanış da yıldızlara tapınmaktı. Çeşitli yıldızların putları yapılarak adlarına kurbanlar kesilirdi. Aynı zamanda kayan yıldız bir hükümdarın ölümüne, doğumuna veya önemli bir hadisenin vukuuna işaret sayılırdı. Yağmur, rüzgar, fırtına, havanın ısınması veya soğuması gibi tabiat olayları ile ağaçların döllenmesi de o zaman ki inanışa göre yıldızlar sebebiyle olmaktaydı. Nitekim bu hususa vurgu yapan Hz. Peygamber, “Allah gökten bereket indirdiği her vakit insanlardan bir grup küfranda bulunurlar. Allah yağmuru indirir; onlar şu yıldız şöyle yaptı, böyle etti derler.” buyurmuştur. Başka bir hadiste de şöyle geçer: "Eğer Allah, yağmuru beş yıl tutup sonra gönderecek olsa, insanlardan bazıları inkar eder ve: "Micdeh yıldızı sebebiyle yağmura kavuştuk!" derdi." Cahiliye döneminde gök gürültüsü de bulutlarla görevli bir meleğin sesi sanılırdı. Bu melek, bulutları emrine aykırı davranmaktan alıkoyar ve sürüsünü sevk eden çoban gibi onları oradan oraya güderdi. Cinlere de bazı görevlerin yüklendiği cahiliye döneminde, suların buharlaşması ve sert çöl ortamında havanın güneş ışığında kırılarak değişik hallere girmesi cinlerle irtibatlı görülürdü. Bazıları yağmur gibi tabii hadiselerin gerçekleşmesinde de cinlerin aracı olduğuna inanırdı. Burada kısaca aktardığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere, İslam öncesi Arapların inanışı, çözemedikleri tabiat olaylarının ardına farklı farklı güçler vehmetmelerinden ibaretti. Bilimsel bir araştırmanın olmadığı bir coğrafyada zaten bundan tabiî bir durum da olamazdı. Şimdi Hz. Peygamberin evren tasavvuruna dair bazı örnekler zikredebiliriz: 1-Kainatın yaratılışı: Hz. Peygamber’den, yaratılışın gerçekleşme zamanı ve safahâtıyla ilgili pek çok hadis gelmektedir. Rivayetlerin bir kısmında ise, bu hususlarda ayrıntılı bilgi verilir. Şu örnekte bu durum açıkça görülür: “Mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı." 2-Gökler: Gökyüzünün gıcırdadığını belirten Hz Peygamber, onun dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavan olarak tarif eder ve semanın üstünde başka bir sema daha bulunduğunu söyleyerek yedi kat semayı sayar. Sonra konuşmasına devamla: "İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musunuz?" diye sorduktan sonra, "Beş yüz yıl!" der. Sonra tekrar: "Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun gerisinde Arş var. Allah, Arş'ın üstündedir. Ademoğlunun yaptıklarından hiçbiri O'na gizli kalmaz." buyurur. Ardından tekrar: "Bu arz nedir, biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var.” Böylece yedi arzın varlığını birer birer sayar." 3-Güneş: Rivayetlerden anladığımız kadarıyla, Hz. Peygamber güneşin kendi yörüngesinde döndüğü keza dünyanın yuvarlak olduğuyla ilgili bilgi sahibi değildi. Ebû Zerr’den gelen rivayet bunu teyit etmektedir: "Güneş batarken Rasûlullah ile birlikte mescidde idim. Bana: "Ey Ebû Zerr, biliyor musun bu güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" dedim. "Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksatla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenâb-ı Hakk'ın şu sözü haber vermektedir: "Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir." Burada önemli bir mesele de dünyanın sadece Arap yarımadasındakiler için batı tarafından doğacak oluşudur. Çünkü güneş tam da dünyanın batı yarımküresine doğacakken geri dönecektir. Oysa, güneşin doğuş ve batışı ifadeleri mecazîdir. Zira bugün kesin olarak bilinmektedir ki, güneş doğup batmamakta, dünya onun etrafında 39 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dönmektedir. Aşağıdaki rivayette de mesele aynı şekilde ele alınmaktadır: "Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Batıdan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanın sevkiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz." 4-Gök gürültüsü: Hz. Peygamber gök gürültüsünü meleklere bağlamaktadır: İbn Abbas anlatıyor: "Yahudiler, gök gürültüsünün ne olduğunu Hz. Peygamber'e sordular: "Bulutlarla görevli olan melektir. Beraberinde ateşten kamçılar var. Bununla bulutları Allah'ın dilediği yere sevk eder." diye cevap verdi. Onlar tekrar sordular: "Ya şu işitilen ses, o nedir?" "Bu, bulutların istenen yere gitmeleri için onlara yapılan bir sevktir." diye karşılık verdi. Yahudiler: "Doğru söyledin.” dediler. Konu çerçevesinde başlıkları veya rivayetleri çoğaltmak mümkündür. Ancak buraya aldığımız örnekler Allah Rasûlünün kainat olaylarına bakışını anlamamıza yardımcı olmaya yetmektedir. Burada zikrettiğimiz rivayetler sıhhat açısından tahlil edilecek olsa, bir kısmı problemler içerebilir ancak bu bahsimiz açısından o kadar önemli değildir. Bizim için burada önemli olan rivayetler bütününün ifade ettiği manadır. O da Allah Rasûlünün kainatta cereyan eden hadiselerden ne anladığıdır. Görüldüğü kadarıyla, cahiliye dönemine göre Hz. Peygamberde değişen şey, tabiat olaylarının ardına Allah’ın kudretini koyması olmuştur. Bu son derece önemli olmakla birlikte gerçekleşme nedenini anlayabilme yönünde değişen bir şey yoktur. Burada, Hz. Peygamberin tıbba dair sözlerini ve uygulamalarını nerede konumlandırmamız gerektiğine yardımcı olması açısından evrendeki olaylar dışından da birkaç örnek vermek istiyoruz: a) “Atların en hayırlısı siyah olup alnında beyazlık olan üst dudağıyla burnu beyaz olan atlardır. Sonra ayakları beyaz sağ tarafı sade renk olan siyah atlardır. Bu özellikte bulunamaz ise bu özellikleri olan doru attır.” Görünen o ki Rasûlullah bu sözü kendi dönemindeki tecrübelerine göre söylemiştir. b) Bedir’de Habbâb b. Munzir’in tavsiyesiyle ordunun yerini belirlemiş, keza İranlılardan örnek alarak Medine’nin etrafında hendekler kazdırmıştır. Bunlar Hz. Peygamberin her konuda uzman olmadığı gibi arkadaşlarıyla istişare ettiğini, bazen onların tavsiyeleri doğrultusunda kendi görüşünden vazgeçtiğini, bazen kendi arzu ve kanaati hilafına çoğunluğun görüşüne uyduğunu gösterir. Başka bir ifadeyle kendi zamanının bilgi ve birikiminden yararlandığını ortaya koyar. C-Tıbb-I Nebevî Hadislerinin Görünümü 1-Hz. Peygamberin uyguladığı veya tavsiye ettiği yöntemlerin başlangıcı: Allah Rasûlüne nispet edilen tıbbi uygulamaların durumlarını anlayabilmek için sorulması gereken çok önemli bir soru bulunmaktadır. O da (evrenle ilgili bilgilerinde olduğu gibi) bu uygulamaların Hz. Peygamberle birlikte başlayıp başlamadığıdır. Şayet bunlar Allah Rasûlünün hiç kimsenin bilmediği ve kendisinin ortaya koyduğu tedavi yolları ise bu durumda söz konusu uygulamalara kudsiyet yolunu açmak çok kolaylaşacaktır. Lakin söz konusu uygulamaların son elçiyle birlikte başlamadığı, bilakis bunların o coğrafyalarda daha önceden de olduğu, Hz. Peygamberin de öğrendiği bu tecrübeleri arkadaşlarına tavsiye ettiği söz konusu ise, bunları mucizevi uygulamalar olarak değerlendirmek haliyle zorlaşacaktır. Bu durumda yapılması gereken bunların İslam öncesinde var olup olmadığını tespit etmektir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, Hz. Peygamberin tavsiye ettiği tedavi yolları kendi döneminin bilgileriydi. Allah Rasûlü hiç kimsenin bilmediği bir tedavi yöntemini tavsiye etmiyordu. Muhtemelen seyahatları, şifalı bitkilerle/ananevî metotlarla tedavi uygulayan tabiplerle görüşmeleri ve uygulamalara şahit olması nedeniyle o dönem şartları içerisinde oldukça iyi sayılabilecek bir bilgiye sahip olmuştu. En iyi ihtimalle, tavsiyelerinin bir kısmının kendi tecrübeleriyle kazandığı sonuçlar olduğunu 40 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi varsaysak bile, geri kalan büyük çoğunluğun bilgisi esas itibarıyla ona dayanmıyordu. Kaldı ki kendi tespitleri de olmuş olsa, bunlar da bölgesel diğer bilgiler ile aynı havuzda değerlendirilmeyi fazlasıyla hak etmektedir. Bu rivayetleri nakleden sahabilerin söz konusu hadisleri bir mucize, daha önceden bilinmeyen bir durum olarak değil de Allah Rasûlünün tavsiyeleri olarak naklettiklerini göz önünde bulundurursak durum daha iyi anlaşılacaktır. İslam öncesine baktığımızda şunu görürüz: Cevad Ali’nin tespitlerine göre balla tedavi, hacamat, dağlamak, rukye; sarımsak, soğan, kimyon, kereviz, hardal, çemen, enfiye, çörek otu gibi bitkilerin tedavide kullanılması yanında develerin bevliyle tedavi, dişlerin sağlıklı korunması için arak ve bazı ağaçları fırça olarak kullanmak, göz iltihabı için ismid ve diğer sürme çeşitleriyle tedavi olmak, lavman (hukne), yaraların tedavisinde zakkum kullanmak bilinen tedavi usûlleriydi. Cüzzam, baras (alaca), humma (sıtma) maruf hastalıklar, sünnet olmak da yaygın idi. Keza kuduz köpeklerin öldürülmesi, veba olan yere girilmemesi de böyleydi. 2-Allah Rasûlünün başkalarının tecrübelerinden yararlanması: Hz. Muhammed’in bizzat kendisinin yararlandığı tıbbî uygulamalar ile döneminde var olan halk tabipleri, Allah Rasûlünün dönemindeki birikimi ve uygulamaları anlamamıza yardımcı olacaktır. a) “Emzikli kadınla cinsel ilişkiyi yasaklamayı düşünmüştüm, ancak Rumlarla Farslıların bunu yaptıklarını (ve çocuklarının zarar görmediğini) görünce vazgeçtim.” Bu hadislerinde Hz. Peygamberin diğer milletlerin tecrübelerinden yararlandığı anlaşılmaktadır. b) Allah Rasûlü rahatsız olan Ubeyy’e tabip göndermiş, o da onu dağlayarak tedavi etmiştir. Keza Es’ad b. Zurâre krup (göğüs anjini) hastalığına yakalanınca Hz. Peygamber dağlanmasını istemiş, diğer rivayete göre de kendisi iki kez boğazından dağlamıştır. Yahudilerin, “Gerçekten peygamber ise onu iyileştirsin de görelim.” demeleri üzerine, kendisinde olağanüstü bir güç olmadığını söylemiştir. Nihayetinde dağlama yapılmış ama bir süre sonra hasta ölmüştür. Hastanın ölmüş olması konuya Hz. Peygamber dönemi tıbbî uygulamalarına nasıl bakmamız gerektiği hususunda bir ışık tutmaktadır. c) Hz. Peygamber rahatsızlanan Sa’d b. Ebî Vakkas’ı Hâris b. Kelede’ye yönlendirmiştir. d) Tabip olan Ebû Rimse et-Teymî yine tabip olan babasıyla birlikte Hz. Peygamber’i ziyarete geldiğinde sırtındaki yumruyu tedavi etme teklifinde bulunmuş, muhtemelen acı vermemesi nedeniyle Hz. Peygamber bu teklifi kabul etmemiştir. e) Urve Hz. Âişe'nin tıp bilgisine şaşırdığını söyleyince Hz. Aişe yeğenine "Urveciğim! Hz. Peygamber ömrünün sonlarına doğru hastaydı. Arabistan'ın her tarafından bir takım heyetler kendisini ziyarete geliyorlar ve bazı ilaçları tavsiye ediyorlardı. Ben de onların tavsiye ettikleri ilaçları uyguluyordum. Bu bilgim oradan geliyor." demiştir. Bu bilgilere ve tavsiye ettiği tedavi yöntemlerine bakarak, Hz. Peygamberin kendi dönemine göre iyi sayılabilecek düzeyde tababet bilgisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle şunlar ve benzeri rivayetler geçmişten gelen bir birikimin ve tecrübenin hulasası olarak gözükmektedir: "Tedavi olduğunuz en faydalı şey hacamattır.", "Tedavi olduğunuz en yararlı şey hacamat ve hind buhurudur." ,"Kullanabileceğiniz en faydalı sürme ‘ismid’dir. Çünkü o göze kuvvet verir, saç bitirir." D-Tıbba Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi 41 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Allah Rasûlünden nakledilen tıbba dair hadisleri nasıl anlamamız gerektiği hususuna katkı sağlamak ve kendi yaklaşımımızı ortaya koymak amacıyla bazı tespitler yapmak gerekmektedir: 1-Rasûlullah’ın yaptığının neliği: Hz. Peygamber öncesi ve kendi dönemi uygulamalarına baktığımızda, Hz. Muhammed’in yaptığının "şer'îleştirme" olduğunu görüyoruz. Bu da üç seçenekten biriyle oluyordu: a) Uygulanan tedavi usûllerinde -içkiyle tedavide olduğu gibi - dinin prensiplerine aykırılık söz konusu iptal ediyordu. b) Tashih ediyordu. Avf b. Mâlik anlatıyor: Bizler cahiliye döneminde rukye yapıyorduk. Rasûlullah'a "Yâ Rasûlallah! Bu hususta ne buyurursunuz?" diye sorduk. Bize "Yaptığınız rukyeleri bana arz edin. Şirk olmadıktan sonra rukyede beis yoktur." diye cevap verdi. c) Bir problem yoksa bırakıyordu ve hatta tavsiye ediyordu. Bütün tedavi tavsiyeleri bu bağlamda değerlendirilebilir. 2-Bunların neden vahiy/mucize olarak değerlendirilemeyeceği: Hz. Peygamberin tavsiye etmiş olduğu veya uyguladığı tedavi yöntemlerinin neden vahiy/mucize veya benzeri bir çerçevede değerlendirilmeyeceği hususu iki başlıkta ele alınabilir: a) Bu rivayetleri mucize olarak kabul edecek olursak, Allah tarafından tasdik edilmiş ilaçtan daha iyisi bulunmayacağı için modern tıptan istifade etmeden, gerektiğinde ameliyat olmadan, her zaman istifade imkanımız olduğu için ismid, çörek otu, hurma, buhur vb. şeylerle tedavi yoluna gitmemiz gerekir. Örneğin Hz. Peygamber Ubeyy'e doktor gönderip damarını kesip dağlattırdığı için bugünkü imkanlardan istifade etmeden benzer durumla karşılaşınca aynı tedaviyi uygulamamız icap eder. Biz bunları söylerken bitkilerle tedaviyi reddetmiyoruz; eğer bunlar mucize ise, mucize ilaç dışında başka tedavi yolu aramanın yanlış olacağını; oysa Hz. Peygamber zamanında yapılanın o döneme göre en iyisi, bununla beraber nihâî tedavi olmadığını söylemek istiyoruz. b) Hz. Peygamberin tavsiye ettiği yöntemler veya ilaçlar kendi coğrafyası şartları çerçevesindedir. Bu yüzden o coğrafyada var olan bir şeyi tavsiye etmiştir. Hiç şüphe yok ki, o dönemde dünyanın daha yeşil olan bölgelerinde yetişen bitkilere paralel olarak daha güzel ilaçlar uygulanıyordu, keza daha iyi tedavi yöntemleri söz konusu olabiliyordu. Dolayısıyla Hz. Peygamber o bölgelerden birinde yaşamış olsaydı tavsiye edeceği yöntemler yaşadığı coğrafyaya ait olacaktı. Böyle bir şey durumunda ise örneğin Hz. Peygamber Çin’de peygamber olarak gönderilmiş olsaydı, o coğrafyadaki tedavi yöntemlerini olağanüstü mü görecektik ve bunlara ilahî bir yön mü atfedecektik? Bu sorunun cevabı “hayır” olmalıdır. Bu nedenle acve, ismid v.b rivayetlere aynı çerçevede bakmak yararlı olacaktır. Bal ve çörek otu v.b. rivayetlere gelince, bunları tecrübeye dayalı olarak faydalı bulunmuş ilaçlar olarak görmek uygundur. Dünyanın her yanında da böyle görülmüştür. Allah Teâlâ "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz..." buyurmaktadır. Görüldüğü gibi, ayette, hazırlık olarak atların büyütülüp eğitilmesi ve düşmana karşı bu şekilde hazırlık yapılmasından bahsedilmektedir. Fakat ayeti okuyan hiç kimse silah sanayinin ilerlediği şu çağda, atları beslemek için haralar kurmayı ve bu şekilde Allah'ın emrini yerine getirmeyi düşünmemektedir. Herkes bilmektedir ki, burada murat edilen çağın gereklerine uygun olarak düşmana karşı hazırlık yapmaktır. Aynı durum "Hayır, kıyamete kadar atların alınlarındadır." , "Bereket, atların alınlarındadır." hadisleri için söz konusudur. Bunları nasıl ki o dönem şartlarına göre değer42 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi lendiriyorsak, faydalı ilaçları tavsiye eden hadislere de aynı şekilde bakmak durumundayız. 3-İlgili hadislerin modern bilimler ışığında tahlili: Hz. Peygamberden nakledilen hadisleri modern bilimlerin değerlendirmeleri altında tahlil edecek olursak, öncelikli olarak bunların Allah Rasûlünün yaşadığı zaman itibarıyla sahip olduğu bilgiler olduğunu söylemek durumundayız. Bu durumda sahih olanları merkeze almak suretiyle gelen haberleri şu şekilde kategorize etmemiz mümkün gözükmektedir: a) Bugünkü bilimsel verilere kesin olarak muvafık olanlar: Büyük ihtimalle bu hadisleri Hz. Peygamber söylemiştir. Bunlar tıbbın ilerlemediği ve basit düzeyde kaldığı bir toplumda geleneksel bilgiler ışığında hasta insanlara tavsiye edilmiş ve tecrübe edilmiş ilaçlardı. Bunlar Rasûlullah'ın uyguladığı, uygulanışını gördüğü veya haberdar olduğu yöntemlerdir. Ancak bu, "bitkilerle tedavide en iyi ilaçlar bunlardır" manasına gelmemektedir. Çünkü dünyanın her yerinde bitkilerle tedavi öteden beri bilinmekte, bir yerde bulunan otlar sahip oldukları özellikler sebebiyle Hz. Peygamber’in tavsiye ettiklerinden daha randımanlı neticeler verebilmektedir. Bu sebeple de mucizevî değillerdir. b) Bugünkü bilimin kesin olarak reddettikleri. Çeşitli rivayetlerde Hz. Peygamber’in rahatsızlanan bedevilere (Uranîler) develerin bevlini içmelerini tavsiye ettiği, onların da bu tedavi sonunda iyileştikleri rivayet edilir. Âmirî'nin şiirinde geçtiğine göre, cahiliye döneminde insanlar develerin bevillerini tedavi için kullanıyorlar, bazen de hastaların içmesi için kaynatıyorlardı. Zaten ilgili hadisin rivayetinde, Rasûlullah'ın onlara develerin bevillerini içmelerini tavsiye etmesi tabii bir olay gibi anlatılmakta, yeni keşfedilmiş veya çok ilginç bir hâdise olarak arz edilmemektedir. Ancak gerek fıkıh kitaplarının ve gerekse günümüz tıbbının benimsediği üzere, idrarla bu şekilde bir tedavi söz konusu değildir. Hele de deve idrarının daha ağır olduğu bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuştur. c) Tıbbın kesin karar veremedikleri. Hz. Peygamberin dünyevî alandaki birikiminin bir kısmının yanlış olabileceği kabul edildikten sonra, bugünkü müspet ilimlerin bazı hadislerde bahsedilen hususların doğruluğu hususunda kesin karar verip vermemesi bir açıdan önem arz etmemektedir. Bizlerin bakış açısı netleştikten sonra, müspet ilimler hadiste geçen hususu onaylarsa, Hz. Peygamber zamanındaki kabulün doğru olduğunu, reddederse yanlış olduğunu anlamış oluruz. Müspet ilimlerin haklarında karar vermediği hususlara gelince, bunlar hususunda ilmin ne söyleyeceğini beklemek durumundayız. Ancak, sonuç müspet de olsa menfi de olsa, bizim bakış açımız içerisinde yer alacaktır. Burada belki şu söylenebilir: Müspet ilimler sürekli gelişim içinde olduğu için, Hz. Peygamber’in bir takım tavsiyelerini hemen redde yönelmek bir şey kazandırmaz. Böyle yaptığımızda ilmin gerektirdiği temkini elden bırakmış oluruz. Çünkü "çağımızda, büyük ilmî gelişmelerin daha önce doğru kabul edilen inanç ve kanaatleri nasıl değiştirdiği görülmektedir." Ancak, beklemenin de bir sınırı olduğu bellidir. Yoksa bilimsel olarak son sözün söylendiği bazı konularda, ilmin o konuda keşfedemediği yeni bir şeyler olabilir diyerek, hadis hakkında verilecek kararı neredeyse kıyamete bırakmak makul değildir. Sinek hadisi konumuzla ilgili çok güzel bir örnektir. Bugünkü bilimsel verilere göre, sahih olarak değerlendirilen bu hadiste geçen husus gerçeklik arz etmemektedir. Hadiste anlatılanın gerçek olduğunu ifade etmek amacıyla zikredilen raporların hiçbiri gerçek değildir. Zaten olsaydı müslümanlar bunu her alanda kullanırlardı. 4-Tıbbı nebevî ifadesinin anlam alanının daraltılması: 43 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “Tıbbı nebevî” ifadesi kullanılırken Hz. Muhammed’in bunları Allah’tan gelen işaretlerle kullandığına bir telmih vardır. Çünkü söz konusu tedavi yöntemleri veya ilaç kullanımları Allah Rasûlü ile kayıtlandırılarak olaya nebevî bir boyut kazandırılmış olmaktadır. Oysa bu uygulamalarda –öncesi ve sonrasıyla- kudsî bir yön olmadığı aşikardır. Bu nedenle “Hz. Peygamber’in de” bunları kullandığı veya tavsiye ettiği anlamında nebevî tıp ifadesi kullanılacaksa bunda bir beis gözükmemektedir ancak bununla kudsî bir boyut kastediliyor ise bu ifade yerine farklı bir ifade kullanılmasında fayda vardır. Böylece Hz. Peygamberin söz konusu tedavi yollarına başvurduğu lakin aynı zamanda bunların ilahî bir yönünün olmadığı anlaşılmış olsun. “Hz. Peygamberin dönem tıbbını uygulaması” ve benzeri bir başlık bu amaca hizmet edebilir. 5-Mevzu kabul edilen rivayetlerin durumu: Hadisçiler, konu çerçevesinde gelen rivayetlerdeki sözlerin daha ziyade doktorların kelamına benzemesini mevzuluğun alametlerinden saymışlardır. Mevzu kabul edilen hadislere baktığımızda ise iki tür rivayetle karşılaşıyoruz. Bunların bir kısmı doktor sözüne benzediği gibi uydurma oldukları da aşikardır. Fazla çocuğu olmayana karınca yumurtası da olsa yumurta yenmesinin tavsiye edilmesi, pirinç insan olmuş olsaydı yumuşak huylu olacağı ve karnı aç insanı doyuracağı gibi rivayetler böyledir. Ancak, bunlardan bazıları da var ki, bizlerin senedlerine bakarak sahihtir dediğimiz hadislere metin olarak çok benzemektedirler ve bunlar daha ziyade senedleri itibarıyla mevzu kabul edilmişlerdir. Örneğin "Keşkek sırtı pek tutar." , "Hurmayı açken yerseniz kurdu öldürür." , "Et yiyince kalpte bir ferahlık meydana gelir." gibi. Oysa böylesi mevzu rivayetler, metin yönüyle acve, çörek otu, mantar hadislerinden pek farklılık arz etmez. Burada şöyle bir soru karşımıza çıkmaktadır: Acaba bunlar bizlere sahih senedlerle gelmiş olsaydı ne yapacaktık? Sanırım bunları da diğerleri gibi, o zamanki şartlar çerçevesinde söylenmiş sözler olarak değerlendirmek, bilimsel tespitlere aykırı olanları yanlışlamak en doğrusu olacaktı. Bu husus peşinden şöyle bir soruyu da getirecektir: Hadis kitaplarında sahih senedlerle gelen tıpla ilgili her rivayet acaba hadis midir? Çünkü Hâris b. Kelede ve Mâlik b. Dînâr gibi zevatın bazı sözlerinin Hz. Peygamber’e nispet edilerek rivayet edildiği bilinmektedir. Örneğin tabib Hâris b. Kelede'nin "Mide hastalığın evidir. Perhiz şifanın başıdır." Abdulmelik b. Saîd b. Cubeyr'in "Mide vücudun havuzu, damarlar da ona gelmektedir." sözleri gibi. Aynı şekilde eski Yunan filozoflarından Eflatun'un (Platon) ve bir takım Yunan filozoflarının bazı tıbbî sözlerinin hadis olarak nakledildiğinden bahsedilmektedir. Bu tür sorular Platon'un 35 yapıtının ve diğer Yunanlı bilginlerin eserlerinin tetkik edilmesini gerektirmekte ve yeni çalışmaların sunacağı cevapları beklemektedir. 6-Hz. Peygamberin bu konularla ilgilenme gerekçesi: “Kur’an-ı Kerim’e göre peygamberlerin Allah’tan aldıkları yetki ve otoritenin amacı ve sınırı bellidir. Onlar, uyarıcı, müjdeleyici, öğüt verici, Allah yoluna davetçi, ilahî mesajı tebliğci, muallim, Allah’tan insanlara indirileni açıklayıcı, vahyin ve hakikatin şahitleri olarak gönderilmişlerdir.” Bu durumda “Hz. Peygamber neden tıp konularıyla ilgili tavsiyelerde bulunmuştur” sorusu haklı olarak akıllara gelebilir. Ancak Hz. Peygamberin bir toplum önderi olarak halkının sağlık sorunlarıyla ilgilenmesi ve hastalıklar karşısında gerekli tedbirleri alması ve tecrübelerinden yararlanarak tavsiyelerde bulunmasından daha doğal bir şey yoktur. Halkın her problemiyle ilgilenen Allah Rasûlünün sağlık sorunlarıyla ilgilenmesi de tabiidir. Nitekim tedavi olmak fayda verir mi diye soran bir insana her hastalığın tedavisi olduğunu hatırlatması bunun göstergesidir. 44 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sonuç İbn Haldun hurma aşılama hadisini misal vererek bunları adet ve tabii durumlar olarak değerlendirir ve şer’î ameller olarak görmez. Hz. Peygamber’in insanlara dini tebliğ etmek için geldiğini, tababeti öğretmek için gelmediğini belirtir. Rızaeddin b. Fahreddin de aynı çerçevede şöyle der: “Peygamberler tıp, aritmetik, matematik gibi bilimleri öğretmek için gönderilmiş olsalardı insanların akıl, duyu ve iradelerinin tamamen ibtal edilip dünyevi işlerin tümünde peygamberin öğretisine uymaları gerekirdi. Yeryüzünde halifelik yapmak üzerine gönderilen insanlar için bunun mümkün olmadığını herkes bilse gerektir.” Kanaatimizce, İslam öncesi uygulamaların mevcudiyetine bakarak, Allah Rasûlünün tıpla ilgili birikim ve tavsiyelerini diğer alanlardaki birikimleriyle aynı kategoride değerlendirmek ve onu, müspet ilimler açısından zamanının insanı olarak kabul etmek en makulü olacaktır. Çünkü peygamberlik görevi sınırları içerisinde doktorluk bulunmuyordu. Bu nedenle, kendi dönemine göre tecrübe edilmiş uygulamaları uyguluyor veya tavsiye ediyordu. Bize düşen de, Allah Rasûlünün tıp alanındaki tavsiye ve uygulamalarını ashabın kabul ettiği çerçevede kabul etmektir. Kaynakça Ali, Cevad, el-Mufassal fî Târîhi'l-Arab kable'l-İslâm, I-X, Ysz.-1993 Bedr, Abdurrahman, el-Felek inde`l-Arab, Trablus-Tsz., el-Buhârî, Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Sahîhu'l-Buhârî, hzr. Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz, I-VIII+Fihrist, Beyrut-1991 ed-Dârekutnî, Ebu'l-Hasan Ali b. Ömer, el-İlelu'l-Vâride fi'l-Ehâdîsi'n-Nebeviyye, thk. Mahfûzurrahman Zeynullah es-Selefî, I-IX, Riyad-1414 Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-X, İstanbul-1977 Denizkuşları, Mahmud, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîslerde Tıb, İstanbul-1982 ed-Dihlevî, Şâh Velîyullah, Huccetu'llâhi'l-Bâliğa, hzr. Muhammed Şerîf Sukker, III, Beyrut-1992 Ebûbekr, es-Seyyid Salih, el-Edvâu'l-Kur'âniyye fî İktisâhi'l-Ehâdîsi'l-İsrâîliyye ve Tathîri'l-Buhârî minhâ, Ysz.-Tsz. Ebû Dâvûd, Sunenu Ebî Dâvûd, hzr. Kemâl Yûsuf el-Hût, I-II+Fihrist, Beyrut-1988 Ebû Reyye, Mahmud, Edvâ' ale's-Sunneti'l-Muhammediyye, Kahire-1980 Emînî, Mevlânâ Muhammed Takî, Hadîs Kâ Dirâyetî Mi'yâr, Karaçi-1986 Ergün, Ahmed, Hz. Peygamber (SAV) ve O'nun Sünnetine Olan İhtiyaç, Parantez Dergisi, İlkbahar-1995, s. 28-37 Gülen, M. Fethullah, Sonsuz Nur, I-II, Feza Yayıncılık-1994 Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, trc. Salih Tuğ, I-II, İstanbul-1980 el-Hattâbî, Ebû Süleyman, İ'lâmu'l-Hadîs fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, hzr. Muhammed b. Sa’d b. Abdirrahman Âl-Suûd, I-IV, Mekke-1988 Havva, Saîd, Allah Resûlü Hz. Muhammed, trc. Halil Günenç, Ankara-1979 İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddimetu İbn Haldun, thk. Ali Abdulvâhid Vâfî, I-III, Dâru Nehdati Mısr, Kahire-Tsz. 45 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi İbn Hanbel, Ahmed, Musnedu’l-İmam Ahmed b. Hanbel, hzr. Şuayp Arnavut vd., IL, Beyrut-1997 İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebîbekr, el-Menâru'l-Munîf fi's-Sahîhi ve'd-Daîf, thk. Abdulfettah Ebû Gudde, Mektebetu'l-Matbûâti'l-İslâmiyye, Beyrut-Tsz. -----, Zâdu'l-Meâd fî Hedyi Hayri'l-İbâd, thk. Şuayb el-Arnavut, Abdulkadir elArnavut, I-VI, Beyrut-1992 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed ed-Dineverî, Kitâbu`l-Envâ, Haydarabad-1956 İbnu'l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Kitâbu'l-Mevdûât, I-III, Beyrut-1983 el-Kalkaşendî, Ahmed b. Ali, Nihâyetu`l-Ereb fî Ma`rifeti Ensâbi`l-Arab, hzr. İbrahim el-Ebyârî, Kahire-1959 -----, Subhu`l-A`şâ fî Sınâeti`l-İnşâ, I-XIV, Kahire-Tsz. Lebîd b. Rebîa, Dîvânu Lebîd b. Rebîa el-Âmirî, hzr. Hamdû Tammâs, Beyrut-2004 Molla Hâtır, Halîl İbrâhîm, el-İsâbe fî Sıhhati Hadîsi'z Zubâbe, Riyad-1984 Muslim, Ebu'l Huseyn el-Kuşeyrî, Sahîhu Muslim, hzr. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, I-IV+Fihrist, Beyrut-1983 en-Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sunenu'n-Nesâî, thk. Mektebu Tahkîki't-Turâsi'l-Arabî, I-VIII+Fihrist, Beyrut-1992 en-Nevevî, Yahya b. Şeref, Sahîhu Muslim bi Şerhi'n-Nevevî, Dâru'l-Kutubi'lİlmiyye, I-XVIII+Fihrist, Beyrut-Tsz. en-Nuveyrî, Ahmed b. Abdilvehhâb, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, I-XVIII, Kahire-1929 Okiç, M. Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul-1959 Rızaeddin b. Fahreddin, Dinî ve İctimaî Meseleler, hzr. Ö. Hakan Özalp, İst.-2007 es-Sehâvî, Muhammed b. Abdirrahman, el-Mekâsidu'l-Hasene fî Beyâni Kesîrin mine'l-Ehâdîsi'l-Muştehira ale'l-Elsine, thk. Ebu'l-Fadl Abdullah Muhammed es-Sıddîk, Beyrut-1986 Seyyidetî, sayı: 500, s. 49, London-8-14/10/1990 (Muhammed Gazâlî ile yapılan mülakat) Şahin, Ahmet, Hadiste Metin Tenkidi, diploma çalışması, İzmir-1987 eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim b. Musa, el-Muvâfakât fî Usûli'ş-Şerîa, thk. Abdullah Draz ve diğerleri, I-IV, Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut-Tsz. eş-Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerîm, el-Milel ve'n-Nihal, hzr. Ahmed Fehmî Muhammed, I-III, Beyrut-1992 et-Taberî, Ebû Ca'fer, Tehzîbu'l-Asâr, el-Cuz'u'l-Mefkûd (Kayıp Cüz), thk. Ali Rıza b. Abdillah b. Ali Rıza, Beyrut-1995 et-Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, el-Câmiu's-Sahîh, hzr. Kemâl Yûsuf el-Hût, I+V, Beyrut-1987 Ünal, İsmail Hakkı, Hz. Muhammed ve Tıp, Diyanet İlmî Dergi, (Hz. Muhammed özel sayısı), s. 181-90, Ankara-2000 Ya`kûbî, İbn Vâdıh Ahmed b. İshak, Târîhu`l-Ya`kubî, I-II, Beyrut-1960 46 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Yıldırım, Enbiya, Hadiste Metin Tenkidi, İst.-2009 ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed, et-Tıbbu'n-Nebevî, thk. Ahmed Rif'at elBedrâvî, Beyrut-1986 47 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 48 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı Nebevî’nin Vahiy Kaynakları Doç. Dr. İbrahim KUTLUAY İ.K.Ç.Ü. İslâmi İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Tarih boyunca İslâm âlimlerinin ve müslümanların ilgisine mazhar olan tıbb-ı nebevînin bilhassa alternatif tıpla birlikte tekrar dikkatleri üzerine çektiği görülmektedir. Bu ilginin sebeplerinden en önemlisi, onun belli ölçüde vahye dayandığı önkabulüdür. Ancak tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklı olup olmadığı ya da ne ölçüde vahiy mahsülü olduğu, İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır ve bu konuda üç farklı görüş ortaya çıkmıştır. Ayrıca tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklarının tesbit edilmesi, onun değerini ve bağlayıcı olup olmadığını ortaya koyabilmek bakımından zaruridir. Bu sebeple çalışmamızın temel konusu, tıbb-ı nebevînin vahye istinat edip etmediğinin ya da ne ölçüde vahiy mahsulü olduğunun ve diğer kaynaklarının belirlenmesidir. Elinizdeki çalışma söz konusu görüşleri incelemeyi hedeflemektedir. Tıbb-ı nebevîye dair hadislerin sıhhati ve değeri, günümüzde geçerli olup olmadıkları, modern tıpla uyuşup uyuşmadıkları, bu çalışmayı dolaylı olarak ilgilendirmekte ve çalışmamızın asıl konusunu teşkil etmemektedir. Giriş Tıbb-ı nebevî tabiri kısaca, “Resûl-i Ekrem’in Kur’an’a ve gayr-i metlüv vahiy’e, içinde yaşadığı toplumun kültürel birikimine ve şahsi tecrübesine dayanarak edindiği, bir kısmını kendi hayatında tatbik ettiği, ayrıca ashâbına ve ümmetine tavsiye ettiği tıbbî uygulama ve öğütler” diye tanımlanabilir. Tıbb-ı nebevî; tıbbu’l-vikâî (koruyucu tıp), tıbbu’l-ilâcî (tedavî edici tıp) diye iki ana başlık altında değerlendirilebilir. Tıbb-ı nebevînin kapsamı ise hıfzı’s-sıhha, temizlik (hijyen), helal ve temiz gıdalarla dengeli beslenme, hastalığı ve şifayı Allah’tan bilme, her hastalığın devasının yaratıldığına inanma, tedaviyi ihmal etmeme, mâneviyatı ve moral gücünü yüksek tutma, sadece görünen ve hissedilen maddî hastalıkların yanında ruhî hastalıkları da dikkate alma, tedavide bitki, yiyecek ve içeceklerin hassalarından yararlanma, dua ve rukye gibi usulleri de ihmal etmeme şeklinde özetlenebilir. Çalışmamızın başlığını teşkil eden vahiy kaynakları terkibindeki “kaynak” kelimesi ile Allah Resûlü’nün tıbbî bilgisini nereden aldığını kastediyoruz. Ümmetine karşı çok düşkün ve merhametli olan Resûl-i Ekrem, ümmetinin hastalıklardan korunması ve tedavisi ile de ilgilenmiştir. İslâm’daki önemine binaen tıbbı dinî ilimler arasında değerlendiren İslâm âlimleri vardır. Hatta bazı âlimler tıbbın kaynağının ilahî olduğunu ve onun temel esaslarının peygamberlere vahiyle bildirildiğini, 49 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi daha sonra tıbbın beşerî tecrübelerle geliştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Hayatın her alanına hitap eden İslâm’ın, tıbba verdiği önem, Hz. Ali’ye (r.a.) ya da İmam Şâfiî’ye (ö. 204/820) atfedilen “ilim ikidir; din ilmi ve beden ilmi” sözüyle veciz bir şekilde ifade edilmektedir. Muhaddisler Allah Resûlü’nün tıbba dair hadislerine eserlerinde yer vermişlerdir. Meselâ İmam Mâlik el-Muvatta’nın Kitabu’l-‘Ayn bölümünde tıpla ilgili bazı hadisleri tahric etmiş, İmam Buhârî’den itibaren ise hadis kitapları Kitâbu’t-Tıb bölümüne yer vermişlerdir. Ancak bu konudaki hadisler sadece mezkûr bölümlerde değil Kitâ-bü’t-Tahâre, Kitâbü’l-Etʽime, Kitâbü’l-Eşribe, Kitâbü’l-İman ve Kitâbü’l-Edeb gibi bölümler içinde de yer alabilmektedir. Müteakip asırlarda İslâm âlimleri tıbb-ı nebevî üzerine zengin bir literatür vücuda getirmişlerdir. Bununla beraber hadis kitaplarında bir bölüm teşkil eden ve müslüman âlimlerin ilgisine mazhar olup hakkında müstakil eserler telif edilen tıbb-ı nebevî ile ilgili bazı problemler ve tartışmalar da bulunmaktadır. Tıbb-ı nebevî konusunda her şeyden evvel cevaplanması gereken soru ise Hz. Peygamber’in (a.s.) söz ve davranışlarının ne ölçüde ilâhî kontrol altında olduğudur. Bu soru da temelde Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy alıp almadığı meselesine dayanmaktadır. Biz bu çalışmamızda tıbb-ı nebevîye dair hadislerden ve sünnetten hareket ederek Allah Resûlü’nün sağlıkla ilgili evrensel nitelikteki prensipleri ve kendisinden asırlar sonra keşfedilen bazı tıbbî meseleleri vahiy almaksızın bilip bilemeyeceğini ya da ne ölçüde ve nasıl bildiğini değerlendireceğiz. Konumuzun sınırlarını aşmamak için tıbb-ı nebevîde tavsiye edilen bitki, yiyecek ve ilaçlarla ilgili birkaç örnek vermekle yetineceğiz. 1. Tıbb-ı Nebevî Vahiy İlişkisi Tıbb-ı nebevî vahiy ilişkisi, “sünnet - vahiy ilişkisi” tesbit edilmeden anlaşılamaz. Geleneksel görüş, tıbbı, ilâhî kaynağa dayandırır. Buna göre tıbbın temel ilkeleri ve ilk tıp bilgiler Allah tarafından peygamberlere vahyedilmiş, bu bilgiler daha sonra tecrübe, gözlem ve kıyasla geliştirilmiştir. Bu sebeple İslâm âlimleri içinde tıbb-ı nebevînin vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimseyenler, bitkilerin hassalarının Allah Resûlü ’ne haber verilmiş olduğuna dayanmaktadırlar. Nitekim tıbb-ı nebevîye dair bazı kaynaklarda, Süleyman’a (a.s.) bitkilerin ne için yaratıldıklarının bildirildiği, onun da bunları tespit ettiği kaydedilmektedir. Keza bazı hadisler, Hz. Peygamber’e tıbbî bilgilerin Allah Teâlâ tarafından öğretildiğini haber vermektedir. Bu tür vahiy, Kur’an’da yer almayan ve vahy-i gayri metlüv tabir edilen vahiy türü içinde değerlendirilmiştir. Şimdi sünnetin kaynağı hakkındaki görüşlere kısaca işaret etmek istiyoruz. Sünnetin kaynağına dair İslâm âlimlerinin görüşleri: a. Resûl-i Ekrem’in vahyin murakabesinde ve her sözünün vahiy olduğu, b. İlk görüşün tam tersine, onun Kur’an dışında vahiy almadığı, c. Bazı konularda -az da olsa- Kur’an dışında vahiy aldığı şeklinde üç kategoride özetlenebilir. Bu görüşler içinde bizim benimsediğimiz üçüncüsüdür. Sünnetin vahiyle ilişkisi kaçınılmaz olsa da Resûlullah’ın vahiy alan ve vahyin murakabesinde peygamber olmasının yanında, beşer olduğunu da akıldan çıkarmamak ve bu dengeyi iyi kurmak gerekir. Beşer oluşu Resûlullah’ın aklını ve cüzi iradesini kullanmasını gerektirir. Hz. Peygamber’in yetkisi dâhilindeki içtihatları ve kanaat beyanlarında, beşer olmasının gereği, doğruya isabet edebildiği gibi hata etme ihtimali de vardır. Vahiy ise onu, kimi zaman teyid, kimi zaman tashih, kimi zaman da zımnen takrir şeklinde tezahür etmektedir. Gayr-i metlüv vahye dayanmıyorsa tıpla ilgili hadisleri bu 50 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi çerçevede değerlendirmek gerekir. Aşağıda bunları müstakil başlıklar altında değineceğiz. 2. Tıbb-ı Nebevînin Kaynakları Kanaatimizce tıbb-ı nebevînin kaynaklarını ilâhî (Kur’ân vahyi ve gayri metlüv vahiy) ve beşerî olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Zira Allah Resûlü’nün geçmiş milletlerin tıbbî bilgilerinden, çevre kültürlerden ve içinde yaşadığı toplumun tecrübelerinden yararlandığı inkâr edilemez. a. Vahiy aa. Kur’ân-ı Kerîm Hiç şüphe yok ki tıbb-ı nebevînin ilk kaynağı, sağlıkla ilgili temel prensipler vaz’eden Kur’ân’dır. Her ne kadar Kur’ân bir tıp kitabı olmasa da onda tıpla ilgili birtakım ilkeler yer almaktadır; zira şeriatın tam olarak yerine getirilebilmesi için her şeyden evvel bedenen ve ruhen sağlıklı olmaya, dolayısıyla tıbba ihtiyaç vardır. Nitekim Kur’an kalplerin ve bedenlerin hastalığından söz ederek temelde hastalıkları iki kategoride ele almaktadır. Biz bunlara ruhî ve bedenî hastalıklar da diyebiliriz. Kalbî hastalıkların yanında prensiplerine uyulması hâlinde bedenî hastalıklara şifa, dünyevî ve uhrevî saadetin rehberi olan Kur’ân’da tıp üç esasa dayanmaktadır. Bunlar: a. Bedenlerin ve gönüllerin ıslahı (ki bu dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmamız için gönderilen şeriata tâbi olmakla mümkün olur), b. Sağlığın korunması, c. Hastalıkların tedavi edilmesidir. Hemen belirtelim ki Kur’ân, bu temel prensipler üzerinde genel ‘hatlarıyla’ durmuş, tafsilatını ise Resûl-i Ekrem’e (a.s.) ve kıyas, işaret ve istidlal yolları ile elde edilmesi için akl-ı selime ve sağduyuya bırakmıştır. Bu çerçevede sağlıkla ilgili temel ilkeleri kısaca değerlendirmek faydalı olacaktır. Her şeyden evvel Kur’ân temizliği esas alır; zira hastalıklara sebep olan mikroplar hijyenik olmayan ortamlarda bulunup çoğalırlar. Bu sebeple Kur’an; abdest ve gusülle beden, necasetten kaçınılması ve namaz kılınacak yerin temiz olması gibi şartlar getirerek hem beden hem çevre temizliğini amaçlar. Kur’ân’ın sağlıkla ilgili ikinci temel prensibi, temiz, helal ve sağlıklı gıdalarla beslenilmesidir. Bu sebeple Kur’ân’da alkol, domuz eti, leş ve kan gibi vücuda zararlı bütün yiyecek ve içecekler haram kılınmıştır. Sağlığa zararlı olduğu günümüzde daha da tartışmasız ve sabit hâle gelen sigara, fukahâ tarafından hoş görülmemiş, İslâm’ın ilkeleri esas alınarak her türlü uyuşturucu haram sayılmıştır. Nitekim temel ilkelerini Kur’ân’dan alan tıbb-ı nebevîde olduğu gibi modern tıpta da rehabilitasyon, sağlığın korunması, beden ve çevre temizliği, zararlı şeylerden perhiz, düzenli ve sağlıklı beslenme, mideyi fesada uğratacak şeylerden kaçınma gibi hususlara büyük ehemmiyet verilmektedir. Kur’ân’da sağlığa dair diğer bir ilke, vücudu hastalığın her türüne karşı korumaktır. Buna koruyucu hekimlik (tıbb-ı vikâî) denilmektedir. Bu sebeple, Şâfi isminin sahibi olan Allah Teâlâ “…Bilirseniz sizin için daha hayırlıdır” buyurarak insan vücüduna pek çok faydası bulunan orucu emretmiştir. Allah, kullarına “nimetlerini tamamlama” gibi bir hikmetle, dolaşım sisteminin harika bir koruyucusu olan abdesti, ruh ve beden sağlığımızın iksiri olmasının yanında davranışlarımızı düzelten ve ahlâkımızı güzelleştiren 51 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi namazı farz kılmış, ayrıca hastaların oruç tutmayabileceklerini beyan buyurarak esasen sağlığı korumayı hedeflemiştir. Keza başından rahatsız olan ihramlının ihramdan çıkarken tıraş olma zorunluluğu yoktur. Dahası idrar, gaita, kusma, aksırma, uyku, açlık, susuzluk gibi şeylerin tehir edilmesi insan sağlığına zararlı olduğundan buna yol açabilecek sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik Kur’ân’da emirler vardır. Teyemmüm âyeti buna delil olarak gösterilebilir. “Nefislerini öldürmeyiniz” âyeti, teyemmümün cevazına delil sayılmıştır. “Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar” âyetinde sağlığın korunması gözetilmiştir. Kur’ân tıbba dair prensiplerin yanında spesifik bazı yiyeceklerin değerine dikkatimizi çekmekte; bal, kuş eti, zeytin ve zeytinyağı, zencefil gibi bazı yiyeceklerin ve bitkilerin birtakım özelliklerini öne çıkarmaktadır. Örnek olarak “Onda insanlar için bir şifa vardır” âyetinde balın şifa özelliğine vurgu yapılmaktadır. Bunlardan başka, Kur’ân, her detaya girmediği için, Resul-i Ekrem’e uyulmasını, getirdiği hükümlerin kabul edilip yasak ettiği şeylerden kaçınılmasını emretmekte, Allah Resûlü’nün güzel şeyleri helal, pis şeyleri haram kıldığına ve onda güzel bir örnek olduğuna dikkat çekmektedir. ab. Gayr-i metlüv vahiy İslâm âlimlerinin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in Kur’an’da yer alan vahyin dışında da vahiy aldığını kabul etmektedirler. Bu sebeple onlar vahyi -farklı adlandırmalar olsa da- vahy-i metlüv ve vahy-i gayri metlüv diye ikiye ayırmışlardır. Genel mânada bir tabip olmasa da kalplerin bir tabibi ve ümmetinin sağlığıyla ilgilenen bir resûl olarak Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ tarafından bazı tıbbî prensip ve bilgilerin öğretildiğinde şüphe yoktur. Kendisine öğretilen söz konusu temel prensipler, vahy-i gayri metlüv tabir edilen vahiy türü içinde değerlendirilmektedir. Bunu birkaç örnek üzerinden delillendirmek istiyoruz: Yahudi âlimlerinden biri, çocuğun nasıl meydana geldiğini ve cinsiyetini belirleyen faktörleri sorduğunda Resû-lullah (a.s.) onun sorusuna cevap vermiş, bunun üzerine yahudi, “Vallahi doğru söyledin, sen hakiki bir peygambersin” itirafında bulunmuştur. Resûl-i Ekrem orada hazır bulunan ashâbına “Ben onun sorduklarının cevabını bilmiyordum, o anda bana Allah Teâlâ bildirdi” buyurmuştur. Keza anne rahminde çocuğun ne zaman canlandığına ve ona kaç günlükken ruh üflendiğine dair hadisler, mirac gecesinde görüştüğü meleklerin kendisine ve ümmetine kan aldırmayı (hacamat) tavsiye etmeleri ve Cebrail’in misvak kullanmayı salık vermesi gibi hususlar bu kategoride değerlendirilebilir. Aynı şekilde mikrobun bilinmediği bir çağda karasineğin bir kanadında zehir, diğer kanadında panzehir olduğuna işaret eden hadis, ayrıca “ Sakallarınızı hilalleyiniz (parmaklarınızla suyu içine temas ettiriniz), tırnakların kısaltınız, zira şeytan tırnaklarınızın arasında barınır” hadisi ile mikrobun o günün insanına daha kolay yoldan anlatabilmek için şeytana benzetilerek anlatılması son derece önemlidir. Ayrıca hadislerde veba olan yere girilmemesi, veba olan yerden de çıkılmaması emri, sağlıklı develerin hasta devenin yanına yaklaştırılmasının yasaklanması bulaşıcı hastalıklara karşı karantina uygulamasına delalet etmektedir. Bütün bunların ümmi bir peygamberin vahiy olmaksızın kendiliğinden bilemeyeceği tıbbî hususlardan olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklı olduğunu savunan Mahmûd Nazım Nesimî, bu görüşüne delil aldığı hususlardan biri, “Mantar ekip dikmeden Allah’ın kudreti ile kendiliğinden yetişir; suyu (bazı) göz hastalığına şifadır” rivayetidir. O, İslam’dan önce Arapların mantarın bu hassasını bilmediklerini, ayrıca Yunan tıbbında mantarın bazı göz hastalıklarını tedavide kullanılmadığını belirterek dolayısıyla bu 52 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bilginin ilâhî kaynaklı olduğunu, zira Hz. Peygamber’in kendiliğinden böyle bir şeyi bilmesinin mümkün olamayacağını vurgular. Ancak burada dikkat çekmemiz gereken birkaç husus bulunmaktadır: Bunlardan ilki, göz hastalıklarının çeşitlerinin ve sebeplerinin tam olarak tanınmadığı ve tıbbın fazla gelişmediği bir çağda mantardan yararlanıldığıdır. Unutulmaması gereken ikinci husus, mantarın hangi türünün ne tür bir göz hastalığına şifa olduğudur. Diğeri ise aynı sonucun her hastada gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Bizim burada verdiğimiz örnekler, ihtisas alanlarının alabildiğine geliştiği çağımızda, göz hastalıklarını mantarla tedaviyi teklif etmek değil, o günün şartları altında Arap kültüründe ve Eski Yunan’dan gelip (Galenik tıp) Bizans ve İran’la devam eden dönemin tıbbında bilinmeyen ve kullanılmayan bazı uygulamaların ilahî kaynağa dayanmış olabileceğine vurgudan ibarettir. Hadislerde “İki şifaya sarılınız: Bunlar bal ve Kur’an’dır” buyurulmuştur. Bal; bedenî, Kur’an ise özellikle kalbî ve rûhî bir şifadır. Resûl-i Ekrem’in karnı ağrıyan kimseye âyetlerde şifa diye övülen bal şerbetinin içirilmesini tavsiye etmesi dikkat çekicidir. Bununla birlikte İbn Hacer, kişinin iman derecesine göre tıbb-ı nebevînin tesirinin değişebileceğini vurgular. Ona göre Kur’an, temiz kalplere fayda verdiği gibi tıbb-ı nebevî de temiz bedenlere faydalıdır. Mantarla ilgili olarak yaptığımız değerlendirmeler, bal için de geçerlidir. Karın ağrısı çok genel bir ifadedir. Hâlbuki dâhiliye ve gastroloji uzmanlarının sahası olan bu konuda, karındaki ağrının ne tür bir ağrı olduğu, sebepleri ve belirtileri çok yönlü tahlil ve tetkiklerle teşhis edilmeden günümüzde bal şerbeti içilmesini tavsiye etmek hadisleri doğru anlamamaktır. Hadis kaynaklarımızda çörekotunun ölüm hariç her derde deva olduğu, acve hurmasında zehirlenmeye karşı şifa özelliğinin bulunduğu ile ilgili rivayetler de yer almaktadır. Bununla birlikte çörekotu, ölüm hariç, her derde deva ise ondan başka ilaç aramamak gerektiği, hâlbuki diğer hadislerde farklı bitki ve ilaçların tavsiye edildiği şeklinde itiraz gelebilir. Bu hadisin çörekotunda pek çok faydanın bulunduğunu mübalağa yoluyla ifade şeklinde anlaşılmalıdır. Konuyla ilgili hadislerde geçen acve hurmasının zehirlenmeye karşı etkili olduğu yönündeki hadisleri âlimler: a. Bunun sırf acve hurmasının özelliğinden değil Resûlullah’ın duasının bereketi sebebiyle olduğu, b. Bu hassanın her zaman için geçerli olduğu ya da c. Peygamberimiz (a.s.) zamanına ve Medine’ye has olduğu şeklinde üç farklı görüş ileri sürmüşlerdir. En isabetli yol, peşin kabul veya reddetmek yerine, bunun geçerliliğinin tıbbî deneylerle test edilmesidir. Bu sebeple tıbbî hadisleri değerlendiren Hattâbî (ö. 388/988), tedavinin şahsiliğini, tavsiye edilen bitki ve ilaçların herkes için geçerli (umumi) olmayabileceğini belirterek Allah Resûlü’nün herhangi bir şahsa tavsiye ettiği ilaç ya da duanın başka biri için aynı etkiyi sağlamayabileceğini ifade eder. b. Vahye dayanmayan sünnet ve beşerî tecrübe ba. Kıyaslama Hadis kaynaklarımızda Hz. Peygamber’in kendi dönemindeki bazı milletlerin uygulamalarına bakarak bazı tıbbî tavsiye ve yasaklamalarda bulunduğunu, tıpla ilgili bazı görüş ve tavsiyelerini tashih ettiğini gösteren rivayetler mevcuttur. Buna bir örnek vermekle yetineceğiz. Resûl-i Ekrem, kocanın, çocuğuna süt emziren eşiyle cinsî münasebette bulunmasının (gayle) çocuğa zarar vereceği düşüncesiyle bu fiili yasaklamak istemiş, ancak Rumlar ve İranlılar böyle yaptıkları hâlde bunun çocuklarına zararının 53 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi olmadığına dair daha önceki bir duyumunu hatırlayarak mezkûr fiili yasaklamaktan vazgeçmiştir. Bu durum tıbb-ı nebevînin bir kısmının vahye değil kıyaslamaya ve tecrübeye dayandığını ortaya koymaktadır. bb. Nebevî tecrübe ve kültürel miras Yaşadığı toplumda bilinen ve çeşitli hastalıklar için kullanılan bazı bitki ve yiyecekleri tedavi maksatlı olarak Resûl-i Ekrem’in ümmetine tavsiye ettiğini, bu noktada kendi tecrübelerinden de yararlandığını görüyoruz. Meselâ karın şişliği rahatsızlığı sebebiyle müshil olarak sütleğen kullanan eşi Ümmü Seleme’ye (r.a.), tabiatı zehirli olan sütleğen yerine zararsız bitkilerden sinameki ve sennûttan yararlanmasını tavsiye etmesi, Allah Resûlü’nün fetaneti ve tecrübesiyle bazı bitkilerin özelliklerini bildiğini göstermektedir. Resûl-i Ekrem Arap toplumunun kültürel mirasından da istifade etmiştir. Arapların Rumlar ve İranlılarla temasları bulunmaktaydı. Eski Yunan’a ve kadîm medeniyetlere dayanan, eğitimle öğrenilen bir tıp müktesebatının varlığı inkâr edilemez. Öyle ki Araplar arasında Kuzey İran’daki Cundişapur Tıp Okulu- nda eğitim görmüş Sakif kabilesinden Hâris b. Kelede ve oğlu Nadr b. Hâris gibi bazı tabipler bulunmaktaydı. Allah Resû lü’nün bunlardan istifade etmiş olması ihtimal dâhilindedir. Hz. Peygamber tıp konusunda gayr-i müslim tecrübeden ve uzmanlardan da yararlanılmasını tavsiye etmiştir. Nitekim onun kalp rahatsızlığına düçar olmuş bazı hastaları, yukarıda bahsi geçen ve dönemin önde gelen hekimlerinden Hâris b. Kelede’ye gönderdiğini biliyoruz. Allah Resûlü’nin yukarıda değindiğimiz gayle hakkındaki açıklaması buna diğer bir örnek olarak gösterilebilir. Bu sebeple Hattâbî (ö. 388/988) ve İbn Hacer (ö. 852/1449) eğitimle öğrenilen ve geleneksel tıp müktesebatını dikkate alarak tıbb-ı nebevîyi, tıbb-ı kıyâsî ve tıbb-i tecrübî diye ikiye ayırmışlar; ilkine dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanan Yunan tıbbını, diğerine de Peygamberimizin yaşadığı dönemdeki Hind ve Arapların uygulayageldikleri tıbbı misâl vermişlerdir. İbn Hacer, tıbbı “bedenle ilgili” ve “kalple ilgili” olmak üzere, aynı şekilde iki grupta değerlendirir. Bedenle ilgili olan tıp, bu konuda Resûlullah’tan ve diğerlerinden nakledilen bilgiler olup bunların çoğu tecrübeye dayanır. Kalple ilgili olan ise Allah Resulü’nün din konusunda Allah’tan aldığı vahiylerdir. O, tıbb-ı nebevînin [bir kısmının] vahye müstenit olduğunu, diğerlerinin ise hisse ve tecrübeye dayandığını belirtir. Diğer yandan Resûl-i Ekrem, içinde yaşadığı toplumun tecrübesinden yararlanmışsa da bazı uygulamalarını benimsememiş, bazı tıbbî uygulamaları da tashih etmiştir. Meselâ Araplar bademcik iltihabında şişliği sıkarak tedavi etmeye çalışırlardı. Resûl-i Ekrem bunun yerine ûdu’l-hindî (topalak otu) isimli bitkinin suyunun buruna damlatılmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca o, alkol içeren ilaçların tedavi amaçlı olarak içilmesini yasaklamıştır. Allah Resûlü, bazı tıbbî uygulamaların doğrusunu göstererek yapılmasına müsaade etmiştir. Câhiliye döneminde olduğu gibi kendi zamanında da telkin (nefes) yoluyla hastalar tedavi edilirdi. Ancak Câhiliye inancı gereği şifa, Allah’tan gayrı varlıklardan umulur yahut uygulanan yöntemin mutlak şifa vereceğine inanılırdı. Resûlullah, okunan dua ve hastaya sarf edilen sözlerin küfür ve şirk unsurları taşımaması kaydıyla bu tür tedaviye izin vermiş, dolayısıyla söz konusu uygulama sünnet tarafından tashih ve ibka edilmiştir. 3. Tıbb-ı Nebevînin Değeri ve Bağlayıcı Olup Olmadığı Tıbb-ı nebevînin bağlayıcı olup olmadığı meselesi, temelde sünnetin bağlayıcı olup olmadığına dayanmaktadır. Biz bu konudaki tartışmaları ayrıntılı olarak ele alacak 54 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi değiliz. Ancak şu kadarını belirtelim ki meselenin özü, sünnetin kaç kategoride değerlendirildiği ve tıbb-ı nebevînin bunlar içinde nerede yer aldığıdır. Daha kolay anlaşılması bakımından bu konudaki farklı görüşlere ve tartışmalara kısaca değineceğiz. Bazı âlimlere göre Allah Resûlü- nün tıpla ilgili açıklamaları, sıradan tavsiyeler olmayıp bazısı vahiyle kendisine bildirildiğinden ümmet için önem arz etmektedir. Nitekim Hattâbî’ye göre, Allah Resûlü’nün tedavi maksatlı zikrettiği metotların çoğu, vahye değil tecrübî kısma dayansa da Hz. Peygamber’e has, vahiy kapsamına girip tabiplerin idrakinin üstünde olan tıp bilgisi de vardır. Vahye dayalı olan tedavi şekli; dua, Allah’a sığınma ve rukye şeklinde ortaya çıkar. a. Tıbb-ı nebevînin ilahî kaynaklı ve bağlayıcı olduğunu savunanlar Tıbb-ı nebevînin kaynağı konusunda İslâm âlimleri üç farklı görüş ileri sürmüşlerdir: Bunlar; tıbb-ı nebevînin ilahî kaynaklı olduğu, onun vahiy unsuru taşımadığı, bir kısımının vahye istinat ettiğidir. Sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu savunanlar, ondan bir cüz olan tıbb-ı nebevîyi de -ister metlüv isterse gayr-i metlüv olsun- vahye dayandırmış olmaktadırlar. Tıbb-ı nebevî özelinde onun kaynağı problemi ile ilgili olarak âlimlerin görüşlerini değerlendirdiğimizde ilk görüşü savunanların başında İbn Kayyım el-Cevziyye’nin (ö. 751/1350) geldiğini görürüz. Öyle ki o, tıpla Hz. Peygamber’in getirdiği vahyin münasebeti olmadığını iddia edenleri vahyi ve Hz. Peygamber’in görevini anlamamakla ve böylelerinin onun getirdiği emir ve yasakları idrak etmede yetersiz olduklarını ileri sürer. Bazı çağdaş âlimler de bu görüşü benimsemişlerdir. Meselâ Mahmûd Nazım Nesimî ve Canan, “Tıbb-ı nebevînin kaynağı Kur’an ve sünnettir” diyerek kanaatlerini yansıtırlar. Nesimî, bu görüşüne Yunan tıbbında ve Araplarda bilinmeyen bazı tedavi yollarının Hz. Peygamber tarafından uygulanmasını delil olarak gösterir. b. Bağlayıcı olmadığını savunanlar İslâm âlimleri içinde, Hz. Peygamber’in (a.s.) asıl görevinin dini tebliğ ve tatbik olduğunu savunarak, hayatın diğer alanlarına dair uygulamalarının onun yaşadığı coğrafya ve içinde yetiştiği kültürle yakın alâkasından hareketle, bunların dinî bağlayıcılığının bulunmadığı görüşünü benimseyenler bulunmaktadır. Bunlar, Hz. Peygamber’in ismet sıfatı ile bazı içtihatlarında yanılmasının arasını bağdaştırabilmek için sünneti, dinî ve dünyevî şeklinde ikiye ayırarak problemi çözmeye çalışmışlardır. Tespit edilebildiği kadarıyla İslâm tarihinde ilk defa tıbb-ı nebevînin bağlayıcı olmadığını iddia edenlerin başında Mu’tezile kelamcıları gelmektedir. Onlar, Resûl-i Ekrem’in hastaları tedavi etmesinin peygamberliğiyle ilgisi bulunmadığını, hekimlerin tedavi yöntemlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber’in yaptığı tedavilerde de şifanın “ilaçların tesiriyle” ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. İbn Haldun (ö. 808/1406) da tıbb-ı nebevînin nübüvvetle ilgisinin bulunmadığını iddia eden âlimlerdendir. O, tıbb-ı nebevî ile ilgili olarak şu değerlendirmede bulunur: “İslâm şeriatı zâhir olduktan sonra nakil ve rivayet edilen tıp, Arapların âdetleri kabilindendir. Allah Resûlü-nden tıbba dair rivayet edilen sözler, Araplar arasında mutat olan tıbba aittir. Hz. Peygamber’in hâllerinden bahsedilirken, onun tıpla ilgili bazı hâlleri nakledilmişse de bunlar bir âdet ve tabiî hâller cümlesinden olup Peygamber’den nakledilen meşru işler ve ameller kabilinden değildir. Çünkü Hz. Peygamber ilâhî olan şeriat hükümlerini bildirmek üzere gönderilmiş, tıbbı ve başka âdetleri anlatmak için gelmemiştir. Nitekim hurma tozlaştırma (aşılama) meselesinde Allah Resûlü’nün ashâbına ‘Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz’ buyurması 55 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi buna işaret eder.” Ayrıca İbn Haldun, hastaların iyileşmesinde psikolojik durumun da rolünü dikkate alarak bazı hastaların Hz. Peygamber’in tıbbî tavsiyeleriyle iyileşmesinin psikolojik sebeplerle olabileceğini ifade etmiştir. Karnı ağrıyan kişi bal şerbetini inanarak içtiği için tesirini görmüştür. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (ö.1176/ 1762) de sünneti, “risalet görevini tebliğ kabilinden olan sünnet”, “risalet görevini tebliğ kabilinden olmayan sünnet” şeklinde ikiye ayırmaktadır. Dihlevî’ye göre tıpla ilgili ve ibadet niyeti olmaksızın âdet kabilinden olan hadislerle, folklor türünden olup ümmetinin anlattığı şeyleri Resûlullah’ın zikretmesi ayrıca Resûlullah’ın o güne has bazı cüz’i maslahatın teminine yönelik ve devlet başkanı sıfatıyla yaptığı bazı tasarruflar, “risâlet görevini tebliğ kabilinden olmayan sünnet”e girmektedir. O, bu saydıklarımızın ümmeti bağlayıcı olmadığını belirtir. Fazlur Rahman da tıbbın kaynağı ve oluşum sebepleri hakkındaki üç farklı görüşü zikrettikten sonra kendi kanaatini ifade etmiştir. O, tıbba dair hadislerin birçoğunun Resûl-i Ekrem’in söz ve fiileri çerçevesinde müteakip nesiller tarafından yapılan yorumlar olup bunların kendisine sonradan izafe edildiğini ve tıbbı mânevileştirme ve ona kıymet kazandırmanın amaçlandığını ileri sürmüştür. Çağdaş âlimlerden Yusuf el-Karadavî’ye göre kan aldırmak, çörekotu ve sürme kullanmak gibi tıp hadislerini uygulamak sünnet değildir. Ona göre nebevî tıbbın ruhu yani amacı önemlidir. Nebevî tıbbın ruhu da insan sağlığına önem vermek, tedavi olmak ve hastalıklardan korunma gibi hususlardır. Netice itibariyle her şeyden evvel Hz. Peygamber’in görevleri değerlendirilirken gündeme getirilen dinî-dünyevî ayrımı, oldukça problemli, sübjektif ve sınırlarının belirlenmesi hayli zor bir konudur. Tıbb-ı nebevî de dâhil siyaset, hukuk, ekonomi, sosyal kurumlar, sağlık ve eğitim gibi alanlar dünyevî gibi görünse de biz Allah Resulü’nün bu sahaya giren söz ve davranışlarının da dine dâhil olduğu kanaatindeyiz. Resûlullah’ın birebir uygulamalarından, araçlardan ziyade amacın önemli olduğunu, sağlığın kıymetini bilip hastalıklardan korunmak (tıbb-ı vikâî), tedaviye başvurmak (tıbb-ı şifâhî) gibi unsurların tıbb-ı nebevînin özünü teşkil ettğini düşünüyoruz. Efendimizin tıbbî bazı uygulamaları, onun “dine dair öğretileri” anlamındaki uyulması hidayet, terki dalalet olan sünen-i hüdâ olmasa da uyulması güzel, terki mübah olan zevâid sünnet şeklinde değerlendirilebilir. 4. Tıbb-ı Nebevînin Temel Özellikleri Doğrusu Hz. Peygamber’in asıl vazifesi insanları İslâm’a davet etmek, Allah’ın emirlerini bildirmek, şeriati açıklamak ve uygulamaktır. Buna kısaca risalet diyebiliriz. Ancak Allah Resûlü’nün ashâbının sağlığı ile ilgilenmediği, çevresindeki problemlere duyarsız kaldığı düşünülemez; zira Allah’ın emir ve yasaklarının “hakkıyla yerine getirilebilmesi” her şeyden önce kişinin sağlıklı olmasına bağlıdır. Bu sebeple Allah Resûlü’nün asıl mesleği tıp olmasa da şeriati tamamlamak için ihtiyaca göre ümmetinin sağlıklı olmasına yönelik birtakım tavsiyelerde bulunmuş ve imkânlar ölçüsünde ashâbının tedavisi ile meşgul olmuştur. Ancak bu noktada Resûl-i Ekrem’in tıp bilgisi, geniş anlamda tıbb-ı nebevî ile tabiplerin tıp bilgisi arasında ne gibi farkların olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Bazı İslâm âlimlerine göre tıbb-ı nebevîyi diğerlerinden ayırt edici bazı temel özellikler vardır: Bunlardan ilki kaynağı ile ilgilidir. İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350) göre tıbbı nebevî; kâmil akıl, peygamberlik nuru ve vahiy mahsulü olduğundan diğer tıplardan temelde farklıdır. Bu sebeple ona göre Hz. Peygamber’in tıbbî bilgileri yakınî, kat’i ve ilâhîdir. 56 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı nebevînin diğer tıplardan başka bir farkı ise onun kapsamıdır. O, sadece hastalıklarla değil kişinin aile hayatı, akraba ilişkileri, toplum içindeki davranışları, yemesi, içmesi, giyimi, uykusu ve cinsî hayatı gibi hayatın her alanı ile ilgilenir. Resûl-i Ekrem’in tedaviden önce koruyucu hekimliğe yoğunlaştığı söylenebilir. Yukarıda da vurgulandığı gibi, helal ve temiz gıdalarla dengeli beslenme, perhiz, az yemeyi tercih edip mideyi tıka basa doldurmayıp üçte birinin yemek, üçte birinin su, geri kalanın ise boş kalması ve zararlı şeylerden kaçınma, nebevî tıbbın temel karakteristiklerindendir. Bu hususlar bugünkü tıpta da tavsiye edilmektedir. Bu esaslar çerçevesinde tıbb-ı nebevînin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir: a. Hastalığı da şifayı da yaratanın Allah Teâlâ olduğu, b. Koruyucu hekimlik (et-Tıbbu’n-vikâî), c. Temiz ve helal gıdalarla beslenme, d. Dengeli beslenme ve perhiz, e. Ölüm hariç her hastalığın şifasının olduğu ve çaresinin aranması gerektiği, f. Tedavi olmanın zarureti, g. Maddî hastalıkların yanında psikolojik rahatsızlıklar ve sihrin de tıbb-ı nebevînin ilgi alanı içinde olduğu, h. Bazı bitki, yiyecek ve içeceklerde şifa özelliğinin bulunduğu, i. Haramda şifa aramayı yasaklaması, j. Alanında mütahassıs olan kişiler eliyle tedavi olmak gerektiği k. Ehil olmayan kişilerin, verdikleri zararı tazmin edecekleri (hasta hakları), l. Dua ve tedavi ile iyileşmenin de kader içinde mütalaa edilmesi gerektiği, m. Resûl-i Ekrem’in kendi yaşadığı dönemin imkânlarına göre tavsiyelerde bulunduğu, n. Onun çağları aşan tıbbî tavsiyelerinin de mevcudiyeti, o. Tıpta tedavi ve şifa imkânlarının maddi vasıtalarla sınırlı olmadığı, p. Hastalıklara karşı duanın gücünden yararlanılması ve Kur’an’ın şifa niyetiyle okunabileceği, r.Şifa bulmak için uygulanan beşerî yöntem ve kullanılan maddelere kişinin mutlak kudret atfetmemesi gerektiği, s.Hz. Peygamber’in tıbbı ve tedaviyi gizemli, sihirsel ve büyüsel alandan çıkarıp herkese ve akla açık hâle getirmek suretiyle rasyonelleştirdiği. Sonuç Tıbbî hadislerin vahiy ürünü olup olmadığı meselesi, sünnet-vahiy ilişkisi temelinde, ulemâ arasında tartışmalıdır. Sünnetin vahiy mahsülü olup olmadığına ya da ne ölçüde vahye dayandığına dair tartışmalarda olduğu gibi, tıbb-ı nebevînin de kaynağı tartışılmış ve tıbbî hadislerin vahiy ürünü olduğu, hiçbirinin vahye dayanmadığı ve bir kısmının vahye istinat ettiği şeklinde “üç farklı görüş” ortaya çıkmıştır. Tıbb-ı nebevî konusunda asla göz ardı edilmemesi gereken husus, peygamberlerin asıl görevinin dini tebliğ ve ümmetlerini irşad ve şeriatı tatbik etmek olduğudur. Ancak bu durum, dinin tam olarak yaşanabilmesi için temel şartlardan biri sağlık 57 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi olduğundan, diğer peygamberler gibi Resûl-i Ekrem’in de ümmetinin sağlığı ile yakından ilgilenmesine mani değildir. Bu sebeple tıbbın ilkeleri ile bazı tedavi usullerinin ve bazı bitkilerin hassalarının farklı bir vahiy türü ile (gayr-i metlüv vahiy) Hz. Peygamber’e bildirildiğine, geçmiş bazı peygamberlerin de aynı mazhariyete erdiğine dair rivayetler vardır. Bu çalışmamız bize, tıbb-ı nebevînin birtakım evrensel prensipler getirdiğini, söz konusu prensiplerin “temelde” Kur’an’a ve sünnetin belli bir kısmını oluşturan gayr-i metlüv vahiy türüne dayandığını göstermiştir. Allah Resûlü’nün mezkûr evrensel prensiplerin dışındaki sağlıkla ilgili tavsiye ve uygulamaları, büyük ölçüde kendi görüş, kıyas ve tecrübelerinin yanında, zamanının çevre kültürlerinin ve içinde yaşadığı muhitin tıbbî birikim ve tecrübesine de dayanmaktadır. Bu, meselenin teorik ve tespiti yönüdür. Ancak bu noktada bazı problemler vardır: a. Tanım ve kapsamı ile alâkalı olarak tıbb-ı nebevîden evrensel ilkeleri mi anlamalıyız, yoksa yerel ve tarihsel uygulamaları mı? b. Tıpla ilgili olarak nakledilen rivayetlerin sübutü ve sıhhati, c. Evrensel olanlarının tespitine bağlı olarak bağlayıcı olan ve olmayanların belirlenmesi, d. Tıbbî tavsiyelerin her insan üzerinde aynı etkiyi gösterip göstermediğidir. Kanaatimizce tıbb-ı nebevînin yerel ve tarihsel uygulamalardan ziyade sağlıkla ilgili olarak Resûl-i Ekrem’in koymuş olduğu “evrensel prensipler” olarak anlaşılması, ancak bu kısmının bağlayıcılık niteliği taşıdığı görüşü daha isabetlidir. Nitekim tıbb-ı nebevî ile ilgili hadislerin bir kısmının vahiy ürünü, bir kısmının Arapların ve çevre kültürlerin bu konudaki bilgi ve tecrübelerinden yararlanarak Resûl-i Ekrem’in bunlara kendi tecrübelerini de katarak yaptığı tavsiyelere dayandığı, İslâm âlimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüştür. Hadislerde Allah Resûlü’nden gelen açık ifadeler yoksa tıbb-ı nebevîye dair hadis ve uygulamaların (sünnet) vahiy ürünü olup olmadığı, ancak onların taşıması gereken özellikleri değerlendirerek anlaşılabilir. Bu temel özellikler kısaca, “Kur’ân’ın ve sünnetin ana ilkeleriyle bağdaşma, ayrıca tıbbın genel ilkeleriyle uyum içinde olma” şeklinde özetlenebilir. Tıbb-ı nebevînin özü, Allah’ın devası olmayan hastalık yaratmadığı, her şey ilâhî takdirle olsa da tedbir almanın, kendimizi tehlikeye atmamanın ve sağlığı korumanın, hastalığa yakalandığında tedavi olmanın da Allah’ın emri ve kaderi cümlesinden olduğudur. Nitekim her derdin devasının yaratıldığına dair hadiste doktorları ve ilgili diğer uzmanları hastalıkların çaresini bulmaya ve bu hususta çaba sarf etmeye teşvik vardır. Tıbb-ı nebevînin önemli yönlerinden biri dua, rukye gibi uygulamalardır; diğerleri insanlık tecrübeleriyle de bulabilir. Burada dikkat çekeceğimiz diğer bir husus, konumuzla ilgili olarak günümüz tıbbının tespitlerine aykırı olan hadislerin ya da sahih hadislere zıt olan tıbbî bulguların yanlış olabileceğinin gözden kaçırılmamasıdır. Zira pozitif ilimlerde de mutlak doğru yoktur. Bugün doğru diye kabul edilen bir husus, daha sonra yapılan derin araştırmalarla değişebilmektedir. Bu sebeple tıbba dair bazı rivayetlerin en azından ihtiyatla karşılanması, onları kesin olarak reddetmeden, belki ileride uygulanması gerekebilir diyerek tevakkuf etmek daha uygun bir tavır olacaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in sağlığa dair koymuş olduğu evrensel ilkelerde değil, uygulamalarında ve tavsiye ettiği bazı tedavi usulleri konusunda ihtiyatlı davranılmalıdır. Çünkü tıbb-ı nebevîye dair bir dizi çalışma yapmadan bu konudaki tavsiyelerin Hz. Pey58 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gamber dönemine mahsus olduğunu iddia etmek ve bu konudaki hadisleri hemen zayıf ve mevzu gibi peşin değerlendirmelerle göz ardı etmek, ilmî ve isabetli bir tutum değildir. Önce tıpla ilgili rivayetlerin sahih olanlarının tespit edilmesi, ardından bunların geçerliliğinin tıp, mikrobiyoloji, eczacılık, farmakoloji, ilahiyat gibi bilim dallarının uzmanlarının “müşterek çalışması” ve yapılacak deneylerle test edilip doğrulanması, evrensel ve bilimsel parametreler ile test edilmesi, buradan alınacak neticelere göre hareket edilmesi en isabetli yol olarak gözükmektedir. Son söz olarak Hz. Peygamber’in “resûl” yönünün yanında “beşer” yönünün de dikkate alınması zaruridir. Bununla birlikte “vahiy alan bir beşer” olarak vahyin kontrolü altında bulunan ve ümmete model olarak gösterilen Allah Resûlü, tıp konusunda da ümmetine rehberlik etmiştir. Ancak tıbb-ı nebevî ile ilgili daha fazla ve müşterek ilmî çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır. Kaynakça Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, İstanbul 1993. Âmirî, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Yûsuf, Kitâbu’l-ilâm bi menâkıbı’l-İslâm (nşr. A. Abdulhamid Gurâb), Kahire 1967. Atmaca, Veli, Hadislerde Rukye, Rağbet Yayınları, İstanbul 2010. ------------, “Tedavi ve İnanç Meselesine Dair Hadisler Çerçevesinde Tıbb-ı Nebevî’nin İnanç Boyutu Üzerine”, Hadis Tetkikleri Dergisi, IX: 2, 2011. Aynî, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed b. Musa el-Hanefî (ö. 855/1451), Umdetü’l-kâri şerhu Sahîhi’l-Buhârî, İdâretü’t-tıbâati’l-müniriyye, Kahire ty. Browne, Edward G., İslam Tıbbı (çev. Enise Anaş), İnkilap, İstanbul 2012. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (ö.256/870), Sahîh-i Buhârî, (elKütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde) Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Canan, İbrahim, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Akçağ Yayınları, Ankara 1995. ------------, Kütüb-i Sitte: Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara, t.y. Denizkuşları, Mahmut, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîslerde Tıp, İstanbul 1996. Dihlevî, Ebû Abdilazîz Kutbüddîn Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahîm b. Vecîhiddîn ed-Dihlevî el-Fârûkî (ö.1176/1762) (çev. Mehmet Erdoğan), Huccetullâhi’lbâliga, İstanbul 1994. Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş´as b. İshak el-Ezdî es-Sicistânî (ö. 275/889), Sünenüi Ebî Dâvud (el-Kütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde) Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Elgood, C. A Medical Hstory of Persia and the Eastern Caliphate, Cambridge University Press, Cambridge 1951. Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıb (çev. Adnan Bülent Baloğlu, Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1977. Gazzâlî, Ebû Hamîd Hüccetü’l-İslâm Muhammed b. Muhammed (ö. 505/1111), elMüstesfâ min ilmi’l-usûl (dirâse ve tahkîk Hamza b. Züheyr Hafız), eş-Şeriketü’lMedineti’l-Münevvere li’t-tıbâa ve’n-neşr, Cidde t.y. Genç, Mustafa, Sünnet Vahiy İlişkisi, Kitabi Yayınevi, İstanbul 2009. Görmez, Mehmet, Hadis İlminin Temel Meseleleri, Otto, Ankara 2014. 59 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hâkim, Ebû Abdullah İbnü'l-Beyyi Muhammed en-Nisâburî (ö. 405/1014), elMüstedrek ale’s-Sahîhayn, Dârü'l-Kütübi’l-ilmiyye, Haydarabad 1915. Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed (ö. 388/988), Meâlimü’s-sünen (Münzirî’nin muhtasarı ile birlikte) Dârü’l-Ma‘rife, Beyrut 1980. --------------, İ‘lâmü’l-hadis fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî (thk. Muhammed b. Sa’d b. Abdurrahman), Câmiatü Ummu’l-Kurâ, Mekke 1980. İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî (ö. 852/1449), Fethü’l-bârî bi-şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (thk. Abdulaziz b. Abdullah b. Bâz) Darü’l-Fikr Beyrut 1416/1996. İbn Haldun, Ebû Zeyd Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed (ö. 808/1406), Mukkaddime (çev. Zâkir Kâdiri Ugan), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1986. İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zâhirî İbn Hazm (ö. 456/1064), el-İhkâm fî usûl-i ahkâm, Beyrut 1403/1983. İbn Kayyim, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed el-Cevziyye (ö. 751/1350), etTıbbü’n-nebevî (thk. Abdülganî Abdülhalik), Darü Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut ts. -------------, Zâdü’l-me’ad (çev. Muzaffer Can), Cantaş Yayınları, İstanbul 1991. -------------, İ‘lâmü’l-muvakkıîn, Beyrut 1991. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmâdüddin İsmail b. Ömer (ö. 774/1373), Tefsîrü’l-Kur’âni’lazîm/Tefsiru İbn Kesîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1401. İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebeî el-Kazvinî (ö.273/887), Sünenü İbn Mâce (el-Kütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde), Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Kadı İyaz, Ebü’l-Fazl İyaz b. Mûsâ b. İyaz el-Yahsubî (ö.544/1149), Şifâ-i Şerîf (tercüme ve notlar Suat Cebeci), Rehber Yayıncılık, Ankara 1992. Karacabey, Salih, “Hadis Vahiy Münasebeti ve Tıpla İlgili Hadisler Hakkında Hattâbî’nin Görüşleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1992, cilt: IV, sayı: 4, s. 217-226. Karaman, Hayrettin, “Bağlayıcılık Bakımından Resûlullah’ın Davranışları”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, Ensar, İstanbul 1993. Karadâvî, Yusûf, Sünneti Anlamada Yöntem (trc. Bünyamin Erul), İstanbul 1991. Khan, Muhammed Salim, Islamic Medicine, Roudledge, London, Boston 1986. Kırbaşoğlu, Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1996. Köktaş, Yavuz, Günümüz Hadis Tartışmaları, İFAV, İstanbul 2012. Kutluay, İbrahim, Sünnete Göre Kutsiyet, Çıra Yayınları, İstanbul 2010. Leknevî, Ebü’l-Hasenat Muhammed Abdülhay b. Muhammed (ö. 1304/1886), Tuhfetü’l-ahyâr bi ihyâi sünneti’l-ebrâr (Gözden geçiren Abdulfetth Ebû Gudde), Mektebetü matbaati’l-İslâmî, Beyrut 1992. Mâlik b. Enes, Ebû Abdullah el-Asbahî el-Himyerî (ö. 79/795) el-Muvatta, Çağrı Yayınları İstanbul 1992. 60 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Mukâtil b. Süleyman, Ebü’l-Hasan Mukâtil b. Süleyman b. Beşir (ö. 150/767), Tefsîru Mukâtil b. Süleyman (thk. Ahmed Ferid), Dâru Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1424/2003. Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tacilarifin b. Ali (ö.1031/1622), Feyzü'l-kadir şerhi’l-Câmii's-sağîr, Dârü Kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1415/1994. Müslim, Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyrî en-Nisâburî b. el-Haccâc, (ö. 261/875) Sahîhu Müslim (el-Kütübü’s-sitte ve şürûhuhâ içinde), Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb (ö. 303/915) Sünenü’n-Nesâî (elKütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde), Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Nesimî, Mahmûd Nâzım, et-Tıbbü’n-nebevî ve’l-ilmü’l-hadis, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1987. Nurbaki, Haluk, İslâm Dininin Sağlığa Verdiği Önem, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara 1985. Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (ö. 911/1505), el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1278. -------------, İtmâmu’d-dirâye li kurrâ-i’n-nikâye, Beyrut 1985. -------------, el-Menhecü’s-sevî ve’l-menhelü’r-revi fi’t-tıbbi’n-nebevî (thk. Hasan Muhammed Makbuli Ehdel), Müessesetü’l-Kütübi’s-sekafiye, Beyrut 1986. Tekineş, Ayhan, “Alternatif İslâmî Tıp, Tıbb-i Nebevî”, Divan, 1998/1, s. 57-72. ----------, “Tıbb-ı Nebevî’nin Metafizik Temeller”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 23 (2010/Ocak-Haziran), 119-138. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhamed b. Îsâ b. Sevre es-Sülemi (ö. 279/892), Sünenü’tTirmizî, (el-Kütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde), Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö.748/1348), et-Tıbbü’n-nebevî (thk. Ahmed Rifad Bedravî), Dâru İhyâi’l-ulûm, Beyrut 1990. 61 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 62 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi TIBB-I NEBEVİ’NİN KAYNAKLARI 63 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 64 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı Nebevî Hadislerinin Kaynakları ve Kapsamı Üzerine Bir Değerlendirme Prof. Dr. Adil YAVUZ Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İnsanları yaratan, çeşitli nimetlerle donatan, onlardan dünya hayatında ilahi iradeye uygun bir hayat sürmelerini isteyen Allah, onların bu sorumluluklarını yerine getirebilmelerine rehberlik edip yol göstermek üzere peygamberleri görevlendirmiştir. Peygamberlerin asli ve öncelikli görevi, Allah’ın kendilerine vahyettiği ilahi emirleri, ilkeleri insanlara tebliğ etmek, onların anlayabileceği şekilde açıklamak ve bunların nasıl hayata geçirilebileceğini yaşayarak göstermektir. Hz. Muhammed (s) de, bu görevi ifa etmek üzere görevlendirilen son peygamberdir. Hz. Peygamber (s), bu görevlerini yerine getirirken, bir taraftan kendisine bahşedilen ilimden istifade etmiş, diğer taraftan ilahi iradenin belirlediği ana ilkeler çerçevesinde bir hayat tarzını ortaya koymanın mücadelesini vermiştir. Bu noktada onun görevlerini yaparken dile getirdiği sözlerinin ve ortaya koyduğu uygulamalarının tamamı ilahî kaynaklı bilgiler midir? Yoksa bunda kendi tecrübelerinin, yaşadığı toplumun birikiminin etkisi var mıdır? Özellikle insanların kulluk görevleri ile doğrudan ilgili olmayan alanlarda onun söylediklerinin kaynağı nedir? Mesela onun ziraat veya sağlık alanı ile ilgili söylediklerinin kaynağı vahiy midir? Bunların bir kısmı veya tamamı, o dönemin beşeri tecrübesine dayanan bilgiler midir? Bu durum geçmişte olduğu gibi günümüzde de tartışılmaktadır. Bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir diğer konu, Tıbb-ı Nebevî hadislerinin kapsam alanı nedir? Günümüz tıp verileri ile mukayese edildiğinde neleri kapsamaktadır? Onların bugünün şartlarında pratize edilmesi ne ölçüde mümkündür? Bunların açıklığa kavuşturulması, bu rivayetleri okuyan günümüz insanının aklına gelebilecek soruların bir kısmına cevap teşkil edecektir. Tıbb-ı Nebevî Hadislerinin Kaynakları Hadislerin kaynağını ele almadan önce kısaca Nebevî bilginin mahiyeti üzerinde durmak istiyoruz. Kur’an-ı Kerîm’e müracaat ettiğimizde Allah’ın, Peygamberleri görevlendirme gayesinin açıkça belirtildiğini görmekteyiz. Nitekim “O, müşrikler hoşlanmasa da dinini, bütün dinlerin üzerine çıkarmak için Rasulünü hidayet ve hak dinle 65 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gönderdi.” “Doğrusu biz seni, gerçekle, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik” “Biz Rasulleri, sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz”şeklindeki ayetlere dikkat ettiğimizde, Peygamberlerin asli görevlerinin insanları güzel amellere teşvik etmek ve salih amel sahiplerini müjdelemek, hata işleyen veya hak yoldan çıkanları uyarıp ikaz etmek olduğu anlaşılmaktadır. Peygamber algısında ilk dikkat etmemiz gereken husus budur. Bu çerçevede Peygamberlerin görevlerinin teblîğ, tebyîn, teşrî’ ve temsîl olduğunda âlimler hemfikirdirler. Kur’an’ı tebliğ eden Peygamber (s) onu açıklamaları ve pratiğe aktarmasıyla yaşanır bir hayat tarzına dönüştürmüştür. Kur-an’ın ana hatlarıyla ortaya koyduğu emir ve nehiyleri, Hz. Peygamber’in katkılarıyla pratiğe aktarılmıştır. Namaz’ın nasıl kılınacağı, Hacc’ın nasıl ifa edileceği, Kur’an’da bulunmayan hususlardır. Bunların yaşanması ancak Hz. Peygamber’in uygulamalarına müracaat ile mümkündür. Söz gelimi, Kur’an’da emredilen zekatın, kimler üzerine farz olduğu, hangi periyotlar içinde ve hangi tür mal varlığından hangi oranda ödeneceği, hadislerle açıklığa kavuşturulmuştur. Hz. Peygamber’in bu konuları açıklayan hadisleri, kendine has görüşleri ve tercihi midir? Bunlar o dönemin Arap toplumunun örfü müdür? Yani Peygamber (s), zekat esaslarını vahiyden bağımsız olarak mı vaz’ etmiştir. Elbette değil. Bunlarda vahyin delaleti kaçınılmazdır. Yine Hz. Peygamber’in gayb, kıyamet ve ahiret ile ilgili Kur’an’da yer olmayan konulardaki hadislerini de ne Arap örfüyle ne beşerî bilgi ile açıklamak mümkündür. Bunların zorunlu olarak ilahî bilgilendirmeye istinat etmesi gerektiğini kabul etmek durumundayız. “De ki, göklerde ve yerdeki gaybı (görünmeyen şeyleri) Allah’tan başka kimse bilmez” ayetinde gaybı ancak Allah’ın bileceği vurgulanmıştır. Ancak bir başka ayette ise, “Gaybı bilen O (Allah’tır). Gaybını kimseye göstermez. Ancak razı olduğu Rasule gaybını gösterir (bildirir)” buyrulmuştur. Bu ayetten de Allah’ın kullarına muttali kılmadığı birtakım bilgileri, bazı Peygamberlerine bildirebileceği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede hadislerin belli bir kısmının vahiy kaynaklı olmasının bir zorunluluk olduğu söylenebilir. Dinin hükümlerinin ortaya konulmasında bir takım temel hedefler gözetilmektedir. Bunlar, usulcüler tarafından Mekâsıdu’ş-şerîa olarak adlandırılmıştır. Muhammed b. Tahir İbn Âşûr (1393/1973), mekâsıdu’ş-şerîa-yı, kanun koyucunun hükümleri vaz’ ederken gözettiği, amaç edindiği hedef ve gerekçeler şeklinde tanımlamıştır. Burada dinden bahsedildiğine göre kanun koyucu, Allah ve onun çizdiği çerçeve içinde Rasulullah’tır. Onların hüküm koyarken gözettiği hedef ve amaç ise İslam dininin hükümleriyle gözetilen amaçlardır. Mekâsıdu’ş-şerîa’nın üç mertebesi olduğunda usulcüler neredeyse ittifak halindedirler. Bunlar Zarûriyyât, Hâciyyât ve Tahsîniyyâttır. Şâtıbî (790/1388) Zarûriyyât’ı, din ve dün-ya işlerinin yürütülmesi kendilerine bağlı olan hususlardır. Eğer onlar olmazsa, dünya işleri fesada uğrar, kargaşa olur, hayat son bulur, diyerek tanımlamıştır. Hâciyyât, kendisi olmasa da olabilen, ancak bir genişlik ve kolaylık sağladığı için ihtiyaç duyulan şeylerdir. Tahsîniyyat ise, zaruret ve hâcet seviyesinde olmayan, mekarim-i ahlak’a (güzel ahlaka) teşvik gayesini içeren maslahatlardır. Buradan dinin en öncelikli hedeflerinin, Zarûriyyât olduğunu anlamaktayız. Nitekim usulcüler de bunu ed-Zarûrâtü’l-hamse veya el-Usûlü’l-hamse (beş zorunlu ilke) şeklinde dile getirmişlerdir. Bu beş zorunlu ilke, hedef şunlardır: Dinin korunması Canın korunması Aklın korunması Neslin korunması 66 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Malın korunması Dinin gerçekleştirmede öncelikli hedefi olan bu esaslara baktığımızda, üç tanesinin belli ölçüde sağlık ile ilgili olduğunu görmekteyiz. Canın, aklın ve neslin korunması hedefinin kâmil manada gerçekleştirilmesi, sağlık söz konusu edilmeden mümkün müdür? Bu mümkün olmadığına göre sağlık konusu da dinin üzerinde durması gereken konular arasındadır, diyebiliriz. Nitekim Hz. Peygamber (s), tedavi yollarını araştırmayı teşvik etmiştir. Üsame b. Şerîk’in anlattığına göre çeşitli yerlerden gelen bedeviler, Hz. Peygamber’e tedavi olalım mı diye sorunca, Neb (s): “Tedavî olunuz. Çünkü Allah, şifasını yaratmadığı bir hastalık yaratmamıştır. Ancak bir hastalık müstesna o da, ihtiyarlıktır buyurmuştur.” Hadiste, her hastalığın bir çaresinin olduğu hatırlatılarak, tıbbî araştırmalar teşvik edilmiş olmaktadır. Rasulullah insanın kendi canına kıymasını men edip yasaklayarak şöyle buyurmuştur: “Kim bir zehir içerek kendini öldürürse, o kimse cehennem ateşi içinde ebedi kalarak dâima o zehiri yutmakla azap görecektir.” Hadisin Müslim rivayetinde bıçakla kendini öldürerek veya dağ gibi yüksek bir yerden atarak intihar etmesi durumunda da aynı şekilde azap göreceği bildirilir. Bu hadis çerçevesinden baktığımızda, Hz. Peygamber’in kendiliğinden, intihar edenin cehennemde ebedi zehir içerek azap göreceğini söylemesi mümkün müdür? Burada söz konusu edilen husus, Kur’an’da açık bir ifade ile dile getirilmemiştir. Ancak bunu, vahye dayanmayan Nebevî veya beşerî bir beyan ve tasarruf olarak görmek mümkün değildir. Bu ancak ilahi irade ile ortaya konulabilecek bir husustur. Hz. Peygamber (s), "Sakın sizden birini, emrettiğim ya da nehyettiğim bir husus kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış bir halde "Benim aklım ermez. Biz Allah'ın Kitabında ne bulursak ona uyarız" derken bulmayayım" demiştir. Bu hadis, Kur’an İslam’ı veya sünnet bağlayıcı değil söylemi ile Hz. Peygamber’in emir ve nehiylerinin hafife alınmaması gerektiği uyarısını yapmaktadır. Hattabî (388/), “Dikkat edin bana kitap ve onun bir misli verildi” hadisini şerh ederken bu ifadenin, “metlüv yani tilavet edilen, zahir olan vahiy gibi tilavet olunmayan batınî bir vahyin daha Peygambere verildiği anlamına gelebileceğini belirtir. Kitap kapsamında indirilen vahiy, tilavet olunan vahiydir. Onu açıklaması için indirilen vahiyle de Nebi(s), umumi olanı tahsis eder, Kitapta olmayan yeni hükümler koyar. Bu bilgi de sünnet anlamına gelmektedir.” Bu durum, tabii ki Hz. Peygamber’in her söylediğinin vahye dayandığı anlamına gelmez. Nitekim hadis kaynakları şöyle bir olayı nakletmektedirler. Rasulullah (s) Medine’de hurma ağaçlarının üzerine çıkıp tozlanma yoluyla hurmaları döllendirmeye için çalışan bazı insanlar görür. Onların ne yaptığını sorar. Anlatılınca Nebi (s) bunun bir faydasının olacağını sanmıyorum der. Onlar da bu işi terk ederler. Ancak o yıl hurma rekoltesi az olur. Bu, kendisine haber verilince Rasulullah (s): “Ben de ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alıp yapınız. Kendi görüşümle bir şey söylersem, ben de bir insanım (yanılabilirim)” demiştir. Bir başka rivayete göre ise, “Siz dünyalık işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz” buyurmuştur. Nebi (s)’in bu ifadelerinden, onun din ile ilgili olmayan mesleki ihtisasa dayanan konulardaki beyanlarının dinî bağlayıcılığının olmadığı anlaşılabilir. Nitekim Nevevî, bu hadisi şerh ederken, Peygamberin teşri gayesi olmaksızın dünya işleri ile ilgili kendi görüşüne dayanarak söylediklerinin isabetli olmayabileceğini, bunun da onun için bir eksiklik olmadığını söylemiştir. Hz. Peygamber, ticaretle meşgul olan Mekke şehrinin çocuğudur. Medine ise ziraî faaliyetlerin yoğun olarak görüldüğü bir yerdir. Dolayısıyla onun, ziraî konuda bir birikim sahibi olmaması doğaldır. Ancak Hz. Peygamber’in ziraî üretimle ilgili bu ifadesi her alanı kapsayacak şekilde teşmil edilmemelidir. Onun yine ziraat alanıyla 67 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ilgili olan ziraî ortakçılık (Müzâraa), ziraî ürünlerin zekatı gibi konulardaki beyanları elbette fıkhî/hukukî açıdan bağlayıcı bir değer taşımaktadır. İbn Haldun’a (808/1405) göre de Hz. Peygamber’in bu konudaki sözleri âdetlere dayanır. Şeriatle ilgili değildir. O bize, şeriatı öğretmek için gönderilmiştir. Tıp ve benzeri konuları öğretmek için değil. İbn Kayyım el-Cevziyye’ye göre ise Tıb-ı Nebevî’nin kaynağı vahiydir. Ona göre Peygamberin Tıbbı kesin ve ilahidir. Vahye dayanır. Diğer tıplar ise tahmin, zan ve tecrübeye dayanmaktadır. Ona göre tam bir iman ile Nebevi tıbba inanan kimseler, onun faydasını görürler. Acaba Tıbb-ı Nebevî hadisleri, bir hüküm kaynağı mıdır? Yoksa ümmetin sağlığını korumayı hedefleyen bir tavsiye konusu mudur? Buharî Sahîh’inin Tıb bölümünde, ikinci baba, “Erkek kadını, kadın erkeği tedavi edebilir mi?” başlığını koymuş ve Rubeyyi’ bint Muavviz’den, Rasululah ile gazvelere çıktıklarını, kendilerinin savaşanlara su dağıtıp hizmet ettiklerini, ölenleri ve yaralıları Medine’ye taşıdıkları rivayetini aktarmıştır. Onun bab başlığını veriş şeklinden hadisi, bunun caiz olduğuna delil olarak serdettiğini anlamaktayız. Rasulullah (s), “Daha önceden tabiplik yaptığı bilinmeyen birisi bir kavme doktorluk yapmaya kalkar da hastaya zarar verirse, verdiği zararın bedelini ödemekle mükelleftir” buyurmuştur. Hasta haklarının korunması açısından hekimlik yapanlara önemli bir sorumluluk yükleyen bu hadis, aynı zamanda hukuki bir uygulamaya, tazminata zemin teşkil etmektedir. Dolayısıyla bu hadislerin hukuki bir değer taşıdığı anlaşılmaktadır. Onun vahye müstenit olması da ihtimal dahilindedir. Ancak tüm Tıbb-ı Nebevi hadisleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Nitekim Şah Veliyullah Dihlevî (1176/1762) Sünnet’i, Risaletin tebliğine yönelik olan sünnetler ve Risaletin tebliğine yönelik olmayan sünnetler olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ahiret hayatı, melekût âlemi, ibadetlerle ilgili kurallar, ihtiyaçların karşılanması gibi hususların Risaletin tebliği kapsamında olduğunu ve bunların bir kısmının vahye bir kısmının da içtihada dayalı olduğunu belirtir. Tıp ile ilgili hadisler, ibadet kastı olmayan âdet kabilinden davranışları, yargısal kararları gibi hususlardaki beyanlarının Risaletin beyanı kapsamında olmadığını söyler. Sahabenin, sağlığı ilgilendiren konularda da Peygamberimizin tavsiyelerine uyduklarını görmekteyiz. Nebevî Sünneti, zahiren değil fıkhî derinliği içinde anlamaya çalışmasıyla tanınan Hz. Ömer'in (r.a) Şam seferi esnasındaki tavrı, bunun önemli misallerinden sadece biridir. Hz.Ömer’e (r.a) Şam bölgesinde Serğ denilen yerde, ordu komutanı Ebû Ubeyde (r.a) ve arkadaşlarının Şam'da veba olduğunu haber vermesi üzerine, önce ilk muhacirleri sonra Ensar’ı toplamış onların ihtilaf etmeleri üzerine, Kureyş’in ileri gelenleriyle iştişare etmiş ve onların görüş birliği ile dönmesinin uygun olacağını söylemeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in "bulaşıcı hastalık olan yere girmeme ve oradan dışarı çıkmamayı" emreden hadislerine istinaden Şam'a girmemeye karar vermiştir. B- Kapsamı Tıbb-ı Nebevî hadislerini, sağlıkla ilgili uygulamalar açısından genel bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda aşağıdaki hususları kapsadığını görmekteyiz. 1 -Hastanın moralini takviye eden hadisler: Dinî açıdan Tıbb-ı Nebevî hadislerine bakıldığında şu tür rivayetler karşımıza çıkmaktadır: Buharî, hastalığın keffaret olması başlığı altında Rasulullah’ın (s) şöyle 68 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi buyurduğunu nakletmektedir: “Kendine isabet edip batan bir dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen gam, keder, üzüntü ve eza veren hiçbir şey yoktur ki Allah buna karşılık onun hatalarını affetmemiş olsun”, “Allah, kimin hakkında hayır dilerse ona musibet verir” Bu rivayetler, öncelikle bir Müslümana her tür sıkıntıya karşı direnme gücü aşılamaktadır. Hasta olan bir insan önemli ölçüde vücut direncini kaybetmektedir. Buna bir de moral bozukluğu eklenirse, vücudunun hastalığa dayanması ve tedavisi iyice zorlaşacaktır. Bu hadislerde başa gelen musibetin hem manevi boyutu, bağışlanmaya vesile olması vurgulanmakta hem de ona direnme gücü, moralini ayakta tutma psikolojisi kazandırılmaktadır. Karşılaştığı sıkıntılara bakış açısı değişmekte, bunların da bir hayır vesilesi olabileceği düşüncesi aşılanmaktadır. Hastalığına ek olarak bunların, kötü bir insan olduğu için kendisinin başına geldiğini düşünmesi onu daha çok yıpratacaktır. Bu tür hadisler, bu negatif algıyı düzelterek pozitif bir algıya dönüştürmekte ve direncini takviye etmektedir. Yine bir başka hadiste Müslümanın Müslüman kardeşi üzerindeki hakları arasında “Hasta ziyareti” de yer almaktadır. Hasta ziyaretinin, hasta olanın moralini düzeltip vücut direncini artırmaya önemli ölçüde katkı sağladığı bilinen bir gerçektir. “Aç olanı doyurun, hasta olanı ziyaret edin ve esir olanı hürriyetine kavuşturun” hadisini Buharî, Hasta ziyaretinin vacipliği başlığı altında vermektedir. Yani ona göre bu, bir Müslümanın diğer Müslümana karşı sorumlulukları kapsamında olan bir görevdir. Bu tür hadisler, bir taraftan toplumsal dokuyu güçlendirirken, diğer taraftan sıkıntıya düşenlere, hastalananlara psikolojik bir destek sağlamaktadır. Günümüzde bazı tabipler, psikolojik desteğin ve hastanın moralini yüksek tutmanın tedaviye % 25-30 katkı sağladığını dile getirmektedirler. 2-Hz. Peygamber’in günümüz tıp anlayışına göre hâlâ geçerli olan tavsiyeleri: Tıbb-ı Nebevî hadislerine günümüz tıp anlayışı çerçevesinden bakıldığında, onlarla ters düşmeyen bazı uygulamalar görmekteyiz. Tabii ki bunların o günkü imkanlar çerçevesinde uygulandığı göz ardı edilmemelidir. Bunlardan bazıları şöyle ifade edilebilir: "Hz. Peygamber (s) ateşli bir kadının su ile serinletilmesini tavsiye etmiştir." Bugün de tabipler vücut sıcaklığı yükselen kimseler için elbiselerinin hafifletilmesini ve hararetin düşmesi için ıslak bez ile koltuk atı ve ayaklarının serinletilmesini önermektedirler. Uhud Savaşında yaralanan Rasulullah (sav)'in kanının durdurulması için Hz. Ali, kalkanın içinde su getirdi. Hz. Fatıma O'nun kanını yıkadı, sonra bir hasır yaktı ve onun külü ile yara kapatıldı." Günümüzde de kan kaybeden bir hasta için hekimler öncelikle kan kaybını önleyici tedbirler almaktadırlar. 3-Koruyucu hekimlik kapsamındaki bazı hadisleri: “"Yiyecek ve içeceklerinizin kaplarının ağzını örtünüz (açık bırakmayınız)." Ağzı açık kalan bir kabın içine girecek zehirli bir böcek ve benzeri zararlı bir haşerat ondan içenin hastalanmasına hatta ölümüne bile sebep olabilir. Hz. Peygamber yanına gelen bazı kimseleri uyararak “Size ne oluyor ki, dişleriniz sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz. Misvak kullanınız" demiştir. Günümüzdeki tüm imkanlara rağmen toplumun hâlâ ağız ve diş sağlığına dikkat etmediği bir gerçektir. Bu tavsiyenin, kırk yaşına kadar okuma yazma bilmeyen bir kimse tarafından, bundan ondört asır önce dile getirilmesi son derece dikkat çekicidir. Tıka basa yemekten men eden Hz. Peygamber, insanı ayakta tutacak dengeli bir beslenmeyi tavsiye etmekte ve Müslümanlara yemekte midesinin en fazla “üçte birini yemek için, üçte birini su için, üçte birini de nefes alabilmek için ayırmasını” tavsiye et69 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi mektedir. Bu gün ölçüsüz bir şekilde yemek yiyenler, obezite sıkıntısı çekmekte, bazen bırakın başkasına faydalı olmayı kendi vücudunu taşımaktan aciz kalmaktadırlar. Obezite problemi ile baş edebilmek için de doktor doktor dolaşmaktadırlar. Halbuki, Nebevî tavsiyeyi gözeten birisi hem sağlığını korur hem de lüzumsuz yere tüketmediği imkanları ile başkalarına yardımcı olma imkanını elde eder. Daha fazla tüketme hırsına kapılan insanlar da devletler de insanlığın baş belası haline gelmektedirler. Günümüz Dünyasında en çok tüketen zengin milletlerin gözünün, fakir, aç ve sefil olanların doğal kaynaklarında ekmeğinde olması, onların insanlık ve medeni olma iddiasıyla tam bir tezat teşkil etmektedir. Salgın hastalığın olduğu yerlerde bir önlem olarak devreye konulan karantina uygulamasını Hz. Peygamber’in, bundan 14 önce asır başlatması son derece dikkat çekici bir durumdur. Nitekim o şöyle buyurmuştur: “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz, oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse, oradan ayrılmayınız” Hz. Peygamber (s) bir tabip olmadığına göre, bu konudaki bilgisi, tavsiyesi belki vahye müstenit olabilir. 4- Botanik eczacılığı kapsamındaki tedavi usulleri önerilmiştir. "Mantar kudret helvası cinsindendir. Suyu göze şifalıdır." "Mantar (Allah'ın Beni İsrail'e in'am ettiği kudret helvası denen) menn'dendir. Suyu göz için şifadır. Acve (denen hurma cinsi) cennettendir ve zehire karşı şifadır." Aynı babda, Ebu Hüreyre’nin bu konudaki tecrübesi de nakledilmektedir. O şöyle demiştir: "Ben üç veya beş veya yedi mantar aldım, onları sıkıp suyunu bir şişeye koydum. Gözü hasta olan bir cariyeme tatbik ettim. İyileşti." Bunun laboratuvar ortamında tıbbî imkanlarla incelenmesi gerekir. Hiç incelemeden toptan reddi doğru olmasa gerektir. Hz. Aişe (ra) ve Cabir b. Abdillah (ra) kanalıyla rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s) “Sirke, ne güzel katıktır” buyurmuştur. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber (s), Cabir b. Abdillah’ı yanına alıp evine götürmüş ve evde bir yiyecek var mı diye sormuş, ona evde ekmek ve sirkeden başka bir şey olmadığı - bazı rivayetlere göre ise bunlara ilaveten hurma da olduğu- belirtilmiş. Hz. Peygamber bunları Cabir’e de ikram ederek birlikte yemiş ve bu esnada ondan yukarıdaki hadisi varit olmuştur. Hadisin bir boyutu evde bulunabilen yiyecek bunlar olduğu için, Hz. Peygamber’in kanaatkârlık gösterip bunu söylediğini düşünebiliriz. Ancak, yakın dönemde yaşanan şöyle bir uygulamayı da burada aktarmak isterim. Fakültemizde bir öğretim üyesinin eşi karaciğer nakli ameliyatı geçirmişti. Bu zorlu ameliyat sebebiyle kontrol altında tutulması gerektiğinde hemen müdahale edilebilmesi için ilgili öğretim üyemiz eşiyle bir yıl ameliyatın olduğu İzmir’de kalmıştı. Bu ameliyattan sonra doktorunun ona tavsiyesi, bundan sonra yiyeceği sebzeleri bir süre sirkeli su içinde beklettikten sonra tüketmesi olmuştur. Bu tavsiye Hz. Peygamber’in yaşadığı orta çağda Arap yarımadasında değil, 2000’li yıllarda teknik imkânların tümüyle seferber edildiği bir hastanede modern imkânlarla gerçekleştirilen bir ameliyattan sonra yapılıyor. İşin bu yönünü de unutmamak gerekiyor. Madem bu rivayetleri, çağdaş bilimin verilerine göre değerlendireceksek bunları da dikkate alarak değerlendirmeliyiz. Bunları genel bir değerlendirmeyle o günün toplumunun bir birikimidir diye geçiştirmemeliyiz. Bir de şunun tartışılması gerekir. Bilimin ortaya koyduğu her veri yüzde yüz doğru mudur? Hiç hata etme yanılma payı yok mudur? Bilimsel veriler hiç değişmez mi? Geçmişte doğru kabul edilen bazı bilimsel tıbbî verilerin bugün geçerliliğinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Peki bugünkü verilerin yanlış olduğu, ileriki yıllarda yapılan araştırmalarla ortaya çıkarsa ne diyeceğiz. Bugünkü bilimsel veriler esas alınarak reddedilen Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadisler olabilir. Peki bu redde gerekçe olan bilimsel verilerin yanlışlığı ortaya çıkarsa ne denilecektir? 70 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Diğer taraftan bu rivayetleri akla göre değerlendirirken kimin aklına göre değerlendireceğiz. Bu salonda bulunan bazı akademisyenlerin aklına göre bu rivayetler önemlidir ve ciddi olarak tetkik edilmelidir. Bazılarının aklına göre de bunlar, üzerinde durulmaya değmeyen o dönemin toplumunun birikimini yansıtan bilgilerdir. O zaman kimin aklına göre bu rivayetler değerlendirilecektir? Aklın verilerinin de bilimsel verilerin de nesnel değil öznel boyutlarının olduğu göz ardı edilmemelidir. Bazı hadislerde geçen ifadeler de mutlak anlamına alındığı için problem oluşturmaktadır. Bunlardan birisi “Çörek otu ölümden başka her derde devadır” hadisidir. Tıbb-ı Nebevî hadisleri bir bütün olarak dikkate alındığında, Hz. Peygamberin tedavi için tavsiye ettiği yegane şeyin, çörek otu olmadığını görmekteyiz. Şayet ölümden başka her şeye faydalı olsaydı, herkese sadece çörek otunu tavsiye etmesi gerekirdi. Nebi (s)’in kendisi de farklı tedavi yollarına başvurmuş, sadece çörek otu ile tedavi olmamıştır. O halde bu hadis ile kastedilen şey, onun önemini vurgulamaktır. Mesela biz günümüzde bazen bir kimsenin kahramanlığını ifade etmek için, o bir orduya bedeldir deriz. Bu mübalağalı bir anlatımdır. Gerçekte hiçbir kimse, bir orduya bedel iş yapamaz. Hadisteki ifade de böyle anlaşılmalıdır. Günümüzde yaygın olan, kimyasal üretime dayanan ilaçların kullanılmasıdır. Ancak gittikçe botanik eczacılığına verilen önemin her geçen gün arttığını görmekteyiz. Bu tür veriler ve tavsiyeler koca karı ilaçları olarak uzun yıllar tahkir edilmiştir. Bunlar, ilmi tetkike tabi tutulmadan tahkir edildiği için, İslam ülkeleri kendi ilaçlarını üretememiş, dünyada kimyasal ilaç üretenlerin pazarı haline gelmiştir. Bu gün Dünyanın üreten gücü halinde son yılların en hızlı büyüyen ülkesi Çin’de ise Botanik Eczacılığı yaygın bir şekilde hizmet vermektedir. Günümüzde Dünya’daki her beş insandan biri Çinli ise, botanik eczacılığı sanıldığı kadar basite alınacak bir şey olmasa gerektir. Kazakistanlı öğrencilerimizden öğrendiğimize göre Çin, sadece kendi ülkesinde değil, Kazakistan’daki önemli miktarda bir araziyi de bu amaçla kullanmak üzere kiralamıştır. Botanik Eczacılığını (Şifalı bitkileri) önemli ölçüde kullanan Çin Tıbbı, ülkemizde de yakın ilgi görmeye başlamıştır. Bu çerçevede Tıbb-ı Nebevî de yer alan koruyucu hekimlik ve botanik eczacılığını ele alıp inceleyen ciddi tetkikler yapılmalıdır. Tabiplerin, bi-yo-kimyacıların, eczacıların ve ilahiyatçıların birlikte çalışacağı Bir Üniversitenin gözetiminde bir Tıbb-ı Nebevî Enstitüsü veya Araştırma Merkezi kurularak bu verilerin günümüz ilmî imkanları ile ele alınıp incelenmesi, bu konudaki ezber ve ön yargıya dayanan polemiklere son verecek, belki İslam Dünyasında patent haklarına kendilerinin sahip oldukları özgün bir ilaç endüstrisinin teşekkülüne de öncülük edebilecektir. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım. 71 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı Nebevinin Dayandığı Temel İlkeler Doç. Dr. Mustafa ÖZKAN Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tebliğimde, Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı temel bazı ilkeleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım… Tarihin her döneminde olduğu gibi, Hz. Peygamber’in içinde yaşamış olduğu toplumda da doğal olarak hastalıklar olmuş ve insanlar şifa bulmak için bir takım tedavi yollarına başvurmuşlardır. Ancak bu dönemde genellikle hurafelere dayalı bir tıp anlayışı ve tedavi yöntemlerinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Örneğin hâkim olan dönemin tıp kültüründe, yılanın soktuğu kişinin, zehrin yayılmaması için uyutulmaması gerekiyordu. Yine söz konusu toplumda insanlar, vebadan korunmak için merkep gibi anırırlardı. Aynı şekilde, hastalar iyileşsin/şifa bulsun düşüncesiyle tapınaklara götürülür ve tapınaklarda kurbanlar kesilirdi. Hz. Peygamber, büyük oranda hurafelere dayanan ve dolayısıyla şifa dağıtmaktan uzak olan dönemin tıp anlayışı ve uygulamalarını kaldırmaya çalışmıştır. Amaç, tıp ilminin temel felsefesine uygun yeni bir tıp anlayışı geliştirmek, bu yeni anlayış doğrultusunda doğru tedavi yöntemlerini devreye sokmak ve sağlıklı bir toplum oluşturmaktı. Allah Resûlü’nün temel felsefesi, ilkeleri ve çerçevesini oluşturmaya çalıştığı bu tıp anlayışı da Nebevî Tıp ya da Tıbb-ı Nebevî olarak isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber elbette bir tıp doktoru değildi. Zaten kendisi de bu alanın uzmanı olduğunu ve tıpla ilgili her konuda son noktayı koyduğunu söylememiştir; söylemesi de beklenemez. Peygamber Efendimizin bu konuda yapmaya çalıştığı şudur: Dönemin tıp kültürünü, şahsî zekâ ve tecrübelerini de dikkate alarak, tıpla ilgili bazı tespit ve tavsiyelerde bulunmak ve pratikte faydası olmuş bazı uygulamalar ortaya koymaktır. Sözü edilen söz ve uygulamaların kimisi yerel-tarihsel, kimileri de doğal olarak evrensel nitelikte olmuştur. Dolayısıyla Hz. Peygamberin hastalık, hastalıklardan korunma yolları ve tedavi yöntemlerine ilişkin söylediklerini ve yaptıklarını nihai çözüm olarak görmek doğru olmayabilir. Aynı şekilde tıp ilmini Hz. Peygamberin bu alandaki söz ve uygulamala72 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi rıyla sınırlamak, her şeyden önce Nebevî Tıbbın ruhuyla çelişecektir. Kanaatimizce bu konuda yapılması gereken, Hz. Peygamberin sağlıkla ilgili söz ve pratiklerinden yola çıkarak ve aynı zamanda tıpla ilgili ifadelerin ve yerel bir takım uygulamaların arka planındaki hikmet ve mesajları dikkate alarak Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı temel evrensel ilkeleri tespit etmek, bunları geliştirmek, sistematik hâle getirmek ve uygulamaktır. Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı temel ilkeler şu şekilde belirtilebilir: 1. Sağlığın Bir Nimet ve Emanet Olduğu İlkesi: Hz. Peygamber “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme konusunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” buyurarak, insan sağlığının önemli bir nimet olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı şekilde Resûlullah “Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini biliniz.” şeklindeki ifadesiyle sağlığın önemli bir nimet olduğunu ve onu korumanın gereğini vurgulamaya çalışmıştır. Nebevî Tıbba göre, her insan kendisine bir lütûf ve emanet olarak verilen sağlığını korumak ve onu faydalı bir şekilde değerlendirmekle mükelleftir. Hz. Peygamber bu gerçeği şu sözüyle belirtmiştir: “Kıyamet gününde kişi, bedenini ne uğruna yıprattığından hesaba çekilecektir.” Ayrıca Allah Resûlü sevap kazanırım düşüncesiyle sürekli oruç tutan, hayatının tümünü ibadetle geçirmek için geceleri uyumak istemeyen ve doğal olarak sağlıklarını tehlikeye atan bazı sahâbîleri şiddetle eleştirmiş ve onları bu düşüncelerinden vaz geçirmeye çalışmıştır. 2. Tıbb-ı Nebevînin Dayandığı İkinci İlke, Dinamik Tıp Anlayışıdır. Dinamik tıp anlayışında yerelliğe ve donukluğa yer yoktur. Dinamik tıp anlayışının temeli; tıbbın sürekli gelişen ve evrensel bir ilim olduğu gerçeğine, bunun için farklı kültür ve medeniyetlere ait tıp bilgilerinden istifade etmenin bir zorunluluk olduğu felsefesine dayanır. Söz konusu ilkenin en somut göstergesi, Hz. Peygamberin mevcut tıp anlayışıyla yetinmeyip ashâbını tıp alanında çalışma ve ilerlemeye teşvik etmesi, bu teşviğin sonucunda çok sayıda erkek ve kadın sahâbînin hekimlik yapmış olmasıdır. Aynı şekilde dinamik tıp anlayışının bir gereği olarak, tedavide Müslüman olmayan doktorlardan istifade edilmiş ve gerektiğinde gayr-ı müslimlerin tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Ayrıca Allah Resûlü, tıp alanında çalışanların desteklenmesi ve Tıbbî çalışmaların ilerlemesi için hekimlere emeklerinin karşılığı olarak ücret verilmesini emretmiştir. 3. Koruyucu Hekimlik İlkesi Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı üçüncü ilke, koruyucu hekimlik ilkesidir. Hz. Peygamber hastalanmadan önce tedbir almayı, sağlıklı olmanın önemli bir parçası olarak değerlendirmiştir. Kendisi bu konuda hassas davrandığı gibi ashâbını da bu alanda bilinçlendirmeye çalışmıştır. Resûlullah hastalıklardan korunma amacına dönük olarak; ağız-diş bakımı, beden ve çevre temizliği hususlarında gereken hassasiyetin gösterilmesini; sağlıklı beslenmeyi, bu bağlamda temiz yiyecek ve içecekler tüketmeyi; yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını; bulaşıcı hastalıkların olduğu ortamlardan kaçınılmasını; manevî gelişime önem verilmesi gerektiğini (Allah’a iman ve dua etme) ve gerektiği kadar dinlenme ve 73 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi uyumayı tavsiye etmiştir. Daha da önemlisi, Peygamberimiz zikredilen tavsiyeleri kendi hayatında tavizsiz bir şekilde uygulamıştır. 4. Tedaviye Başvurmak Hz. Peygamber, hastalıkların kader ve dolayısıyla şifa arayışlarının gereksiz olduğu şeklindeki kaderci bir anlayışı/yaklaşımı İslam’a aykırı bulmuş ve eleştirmiştir. Yüce Peygamberimiz “Allah verdiği bir hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir.”; “İhtiyarlık dışında tüm hastalıkların şifası vardır.” buyurmuş ve ashâbını tedavi olmaya teşvik etmiştir. 5. Tedavide Meşrûiyet İlkesi Tıbb-ı Nebevî’de beşinci temel ilke, tedavide meşrûiyet ilkesidir. Hz. Peygamber “Allah hastalığı da şifayı da gönderdi ve her hastalık için bir şifa var etti. Tedavi olun fakat haramla (İsam’ın yasakladığı yiyecek içecek ve yöntemlerle) tedavi olmayın.” buyurmuştur. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, çok mecbur kalınmadıkça ateşle dağlanmayı yasaklamıştır. Yine Resûlullah, nüşre denilen efsunlama yoluyla tedaviyi şeytan işi olarak nitelendirmiş ve yasaklamıştır. Aynı şekilde Allah Resûlü, zehir türünde bir ilaçla şifa bulma çabasını ve şifa amaçlı şarap kullanılmasını nehyetmiş/yasaklamıştır. Ancak burada da hastalığın derecesi, başka tedavi yöntemleri ve ilaçların mevcut olup olmadığı ve ayrıca sağlığın maslahatının neyi gerektirdiği önem arz etmektedir. Bu konuda da nihaî kararı/fetvayı elbette İslam hukukçuları ve tıp otoriterleri verecektir. Bizim burada yapmaya çalıştığımız, bir tarihçi olarak Nebevî Tıpla ilgili tarihi bilgileri vermek ve kısmen de olsa bunları yorumlamaktır. 6. Alternatif Tedavi Yöntemleri Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı ilklerden bir tanesi de hastalıkların mahiyetine göre farklı tedavi yöntemlerini ve ilaçların kullanılmasını içeren alternatif tedavi yöntemleridir. Hz. Peygamber, hastalıkların maddî ya da manevî oluşlarını dikkate alarak, farklı tedavi yöntemlerinin ve muhtelif ilaçların kullanılmasını tavsiye etmiştir. Allah Resûlü’nün bir tedavi yöntemi olarak bazen ameliyatı, bazen bir takım şifalı bitkileri kullanmayı ve kimi zaman da manevî bir tedavi yöntemi olarak duayı/dua yapmayı tavsiye etmiş olması, bu çerçevede değerlendirilebilir. 7. Tedavide İşin Ehliliği İlkesi Belirtildiğine göre, Veda Haccı sırasında Sa’d b. Ebî Vakkâs ismindeki sahabî hastalanmıştır. Hz. Peygamber Sa’d’ı ziyaret gitmiş ve ona şu tavsiyede bulunmuştur: “(Sa’d’ın etrafındaki insanlara:) Hâris b. Kelede’yi çağırın. O iyi bir hekimdir. Seni tedavi etsin.” Burada dikkatimizi çeken şudur: Hz. Peygamber sahâbîlere, Müslüman olmayan ancak tıp alanında işin ehli olan Hâris b. Kelede isimli hekime muayene olmalarını tavsiye etmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber tedavi olmada ehliyet ilkesinin esas alınmasını istemiştir. 8. İnsan sağlığının istismar edilmemesi Tarihin her döneminde olduğu gibi, Hz. Peygamber zamanında da bazı insanlar farklı amaçlara dönük olarak insan sağlığını istismar etmiş, bunlar hasta74 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi lara şifa vereceklerine zarar vermişlerdir. Hz. Peygamber bu tip anlayışı ve uygulamaların önüne geçmek için “Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa sebep olacağı zararı öder.” buyurmuştur. Böylece Hz. Peygamber, insan sağlığının istismarının ve tıp ilminin zarar görmesinin önüne geçmeye çalışmıştır. Sonuç Tıbb-ı Nebevî’de insan sağlığı hayatî bir öneme sahiptir. Buna göre Tıbb-ı Nebevî’de sağlık, insana verilen önemli bir nimet ve emanet olarak nitelendirilmiş; koruyucu hekim uygulamasının önemine dikkat çekilmiş; hastalık söz konusu olunca meşrû yollardan tedavi olmamız gerektiği teşvik edilmiş; sağlığın bir istismar aracına dönüşmesi yasaklanmış; tedavide işin ehline verilmesi gerektiği hatırlatılmış; hastalığın mahiyetine göre farklı tedavi yöntemlerine ve muhtelif ilaçlara başvurulmasının doğru olacağı vurgulanmış ve böylece tutarlı, sistematik, evrensel bir tıp anlayışı ve bu anlayışla örtüşen tedavi yöntemleri hedeflenmiştir. KAYNAKLAR Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), el-Müsned, I-VI, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Buharî, Ebû Muhammed b. İsmail b. Muğîre (ö. 256/870), el-Câmiu’s-Sahîh, I-VIII, İstanbul 1992. Ebû Davud, Süleyman b. Eş’as (ö. 275/888), Süneni Ebî Dâvud,I-V, İstanbul, 1992. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, İstanbul, 1993. İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrut, 2004. İbn Mâce, Ebû Abdullah (ö 275/888), Sünenü İbn Mâce,I-II, İstanbul, 1992. İbnü’l-Esîr, İzzuddin Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed (ö. 630/1232), Üsdü’lGâbe, VIII, Beyrut, 2008. Köşe, Abdullah, ‘Hâris b. Kelede’, DİA, XVI, 198, İstanbul, 1997. Müslim, Ebû’l- Hüseyin b. Haccac el-Kuşeyrî (ö. 261/875), el-Câmiu’sSahîh, I-III, İstanbul, 1992. Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb, Sünenü’n-Nesâî, İstanbul, 1992. Sarıçam, İbrahim - Erşahin, Seyfettin, İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara, 2008, 179. Sarıçam, İbrahim, Hz. Peygamber ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2004. Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Sevre (ö. 279/892), el-Câmiu’s-Sahîh, I-V, İstanbul, 1992. 75 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 76 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Asr-ı Saadette Tıp Kültürü Dr. Mehmet SILAY Diyanet İşleri Başkanlığı 1. Asr-ı Saadette Tıp Kültürünün Kaynakları İki kaynağı esas alıyoruz. Birincisi Peygamber efendimizin insan sağlığıyla ilgili tavsiyeleri, görüşleri, uygulamaları ve emirleri konumuzu aydınlatmaktadır. İkincisi de Resulullah döneminde dünyanın en büyük yarımadası olan Ceziretul Arapta yaşayan ve Resulullahı tanıyan doktorlardır. Resulullahın bu tabiplerle diyalogu ufkumuzu açacaktır. Peygamber Efendimizin bütün Müslümanlardan bir isteği var. “Biraraya geldiğinizde bir cümleyle de olsa benden bahsedin!” BELLİĞU ANNİ VALEV AYE-EYETEN! Bu hadisle bizi aslında Kur’ana yönlendiriyor. Çünkü O, yürüyen Kur’andır, Konuşan Kur’andır. Yaşayan Kur’andır. Onuncu yüzyılda İbni Sina, Farabi, Biruni, ve Harzemi yazdıkları tıp kitaplarına Efendimizin insan sağlığıyla ilgili Hadisleriyle başlıyorlar. Kaydedilen 120 bin Hadis-i şerifin 300’ü insan sağlığıyla ilgilidir. Hadislerin çoğu da Koruyucu Hekimlik, Hijyen ve Halk Sağlığıyla ilgilidir. Muaşeret, Psikoterapi ve rehabilitasyon, pedagoji ve estetik ayrı başlıklar altında değerlendirilir. Kur’an bir tıp kitabı değildir. Peygamber efendimiz de bir tıp doktoru değildir. Ancak o vahyin kontrolünde seçkin bir insandır. KÜLLİ DARARUN-DARRUN HARAM! Bütün zararlılar haramdır, buyuruyor. EL HAMRU ÜMMÜL HABAİS! Alkol bütün kötülüklerin anasıdır-kaynağıdır. LE TA’MEL VAŞEM! 77 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Dövme yaptırmayın. ALEYKUM BİSSİVVAK Dişlerinizi misvaklayın-fırçalayın Arak adlı ağacın kök ve dallarından elde edilen Misvakta Florid vardır. Florid antiseptik, antibakteriyel ve antioksidandır. Amerikan Pediyatri akademisi, 2012 yılı Kanıta dayalı çalışmaların yayınlandığı Raporda Sünnet-Hitan –Cirkumsizyonun faydalarını tespit etti. Sünnetlilerde enfeksiyon, herpes, sifiliz Aids ve Kanserin çok az olduğunu belirledi. EL MÜ’MİNU KAVİYYUN HAYRUN VE EHABBU MİNEL MÜ’MİNU DAİF! İndallahta Sağlıklı Mü’min hasta mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. 2. Kul Ve Resul Peygamber efendimiz, isimlerini ve aile yapılarını bildiğimiz bir ebeveynden dünyaya gelmiş. Yani bir beşer, bizler gibi yiyip-içen konuşan, düşünen, uyuyan, Allahın kulu bir insan. Kendi ifadesiyle:”Ben Allahın kulu ve Resulüyüm.” Allahın eğittiği ve görevlendirdiği seçilmiş bir insan. Hastalanmış, burun damlası kullanmış, kan aldırmış ve bu işi yapana ücret ödemiş. Başka bir hastalığında hanımı Hz. Ayşe, topladığı bitkilerden ve yeşil otlardan ilaç yaparak Peygamber efendimizi tedavi etmiş. Gözün beyazını parlatıp kirpikleri beslediği için tavsiye eden Peygamberimiz uyumadan önce sürme taşı ile gözüne sürme çekmiş. Uhud savaşında yaralanan peygamberimiz, diğer yaralılarla birlikte suyun bol olduğu Tarikul Uyun’a gelmiş. Yaralar temizlenmiş, pansuman yapılmış ve sarılmış. Hz. Ali efendimizin geniş kalkanının tersiyle içine doldurup getirdiği su ile yüzünde kol ve bacağındaki kanı yıkanmış temizlenmiş. Hz. Fatma annemiz yaktığı hasırın külünü yaranın üzerine bastırmış ve sarmış. Peygamber efendimiz ümmete canlı bir dersti, nesnel örnekti. Bu tarz tedavi girişimleri yanlış olsaydı uyarılırdı. Çünkü Resulüllah her davranışıyla İlahi vahyin kontrolündeydi. 3. Cahiliye Dönemi Tıp Geleneği Arabistanın değişik bölgelerinde sağlık konusunda tecrübeyle kanıtlanmış geleneksel tıp dışında, gülünç derecede batıl ve hurafeler de vardı. Panayırlarda tapınmak için hazırladıkları helva ile şekil verilmiş putları, acıkınca lokmalara bölüp yedikleri zamandı. Tavşanın topuk kemiğini üzerlerinde bulundurunca hastalanmayacaklarına inanırlar, hastalıklara karşı bağışıklık kazanacaklarına inanırlardı. Eşekler gibi anırınca bulaşıcı veba hastalığından korunacaklarını zannederlerdi. Şehla ve şaşılıklarda hastayı devamlı olarak dönmekte olan değirmen taşına baktırınca tedavi olacağını sanırlardı. Birini yılan sokmuşsa, zehir bütün vücuduna yayılmasın diye ona uyku uyutmazlardı. Devenin burnundaki yaranın sağalması için başka ve sağlam bir deveyi dağlarlardı. 78 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Çocukların düşen-değişen çürük dişini güneşe doğru ve dama fırlatırken “ Al it dişi, ver mercan dişi .” der ve çıkacak yeni dişlerin sağlam ve düzgün olacağına inanırlardı. Korku şoku geçiren bir insana yüreği soğumuş diyerek sıcak su içirirlerdi. Gerçeğe aykırı olan bu hurafe’den ibaret tedavi tarzlarını reddederek uygulamaları uyararak düzeltmiştir. Peygamber efendimiz böyle akıl dışı geleneklere müdahale edip, örnek olacak nitelikte doğrusunu tatbik etmiştir. İstanbul Üniversitesinin Tıp tarihi kürsüsü, ordinaryüs hocalarından Prof. Süheyl Ünver, bu konuya bir yorum getirmiş.” Peygamberimiz İslam dininin esaslarını tebliğ ederken, halk sağlığının önemini vurgulamış, yanlışları düzeltip uygulamada faydası kanıtlanmış olanları kabul etmiştir.” Peygamber efendimiz gençliğinde önce amcası Ebu Taliple birlikte, Şam kervanıyla Busra’ya kadar, sonraki yıllarda da yine ticari amaçla Yemen, Güney-doğu Arabistan, Umman ve Kızıl denizi aşarak Habeşistana kadar gitti. Değişik ülkelerde, farklı topluluklar ve geleneklerle karşılaştı. Farklı kültürleri yakından tanıdı. Sahabeleri özgür düşünceli cesur ve aydın insanlardı. Her biri, Hadislere göre İlim şehrinin kapısı, tavanı ve duvarlarıydı. Nübüvvet görevi geldikten sonra, tebliğe başladı. Peygamber efendimiz yeni bir şey söylediği zaman Hz. Ömer:” Ya Resulullah, bu söylediğiniz Vahiy mi, yoksa senin fikrin mi?” diye sorardı. Eğer Vahiy ise yani melek Cebrail vasıtasıyla Allahın bir emri ise derhal kabul edilirdi. Yok eğer Peygamberimiz, “Bu benim fikrim, ben böyle düşünüyorum!” derse, Hz. Ömer “ O halde lütfen bunu birlikte istişare edelim.” Derdi. Resulullah da bu teklifi memnuniyetle karşılardı. “bana böyle arkadaşlar lütfeden Allaha hamdolsun!”derdi. Peygamber efendimizin bu konuya açıklık getiren bir hadisi vardır: Ben de ancak bir insanım. Size dininiz konusunda bir şey emredersem, onu hemen alın ve kabul edin. Kendi görüşüm olarak herhangi bir şey emredersem şüphe yok ki ben de ancak bir beşerim.” Peygamberimizin tedavi yöntemleri ve tedavi için tavsiye ettiği ilaçların hepsi de Mekkede ve Arabistanın her köşesinde bilinmekte ve kullanılmaktadır. Fakat ilaçlar ve tedavi yöntemleri yeni gelişmelerle bağlantılıdır. Tıbbi malumatlar tecrübe ürünü bilgilerdir. Tıbbı Nebeviyle ilgili bir Hadis-i şerif: “Sizin ilaçlarınızdan eğer bir fayda varsa kan alma adetinde, bal şerbetinde ve dağlamada vardır. Fakat yarayı ateşle dağlamayı sevmiyorum.” “Allah yarattığı her derdin devasını da yarattı. Onu arayın, bulun ve kullanın.” Din muamelattır. Peygamberlerin de hatası oluyor, buna da Zelle diyoruz. Peygamber bir yanlış yaptığı zaman hemen bir vahiyle uyarılıp düzeltiliyor. Dinde güncel hayattan kopukluk yoktur. Peygamber efendimizin ilgi alanı yalnız metafizik ve teorik olgularla ilgili değildir, hayatın her alanıdır ve tüm ayrıntılarıyla hayatın her safhasını kapsar. Peygamberimiz, sahabelerine sağlıklarını korumalarını tavsiye etmiş, sağlıklı olmaya dikkat etmeleri ve buna özen göstermelerini istemiş. Onlara ya ilaç önermiş veya bir hekime yönlendirmiş. 79 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “Gözlerinize sürme çekin, o gözleri parlatır ve kirpikleri besler.” Mikrobiyolojik tetkikte sürme’nin antimikotik olduğu saptanmıştır. “Bal şerbeti şifadır.” El Aseluş-Şifa. Şarabul Aselüş- Şifa. “Yüksek ateşi olan hastayı su ile serinletin.” “Dövme yaptırmayın.” -Le Ta’mel Vaşem!. Sahabeden nakil:Nehe Resulullah anil Vaşem.-Resulullah dövme yaptırmayı yasakladı! Dövme yaptırırken doku içine-hücre stoplazmasına kanserojen boya girmektedir. Batıda dövme ile insana patojen virüsler, Aids ve Hapatit bulaşabileceği kabul edilmiş. 4. Asr-ı Saadet Dönemi Doktorları Çöllerde serazad yaşayan Bedevi Araplar tıp ilmini, uygarlıklara beşik olan Mezapotamyada Babillilerden aldılar. Kendi deneyimleriyle geliştirdikleri tedavi yöntemlerini de ekleyerek Cahiliye Devri tababet kültürü ortaya çıktı. Bu birikime biz Geleneksel Arap Tıbbı da diyebiliriz. Asr-ı saadet dediğimiz Peygamber efendimiz döneminde Tıp Kültürünün ilmi seviyesini anlayabilmemiz için elimizde çok sayıda örnekler mevcut. Taif yakınlarında yaşayan bir hırıstıyan papazı Hz. Muhammedin küçük yaşlarda yakalandığı ağrılı göz iltihabını ( konjuktuvit ) ilaçla tedavi etmiştir. Taifli Haris Sakafi, Nasturilerin Güney İranda ve CÜNDİŞAPUR’da kurduğu Tıp Okulundan mezun oldu. Tabip Haris Sakafiyle ilk defa HİPOKRAT tıbbı Arabistana girdi. Ebu Remse Arabistanın tanınmış doktorlarından Ebu REMSE, İslamın evrensel ilkelerini inceliyor, müşavere ediyor, düşünüyor ve yürekten onaylamaya karar veriyor. Mekkeden Medineye doğru vahyin aydınlığında yola çıkıyor. Resulullahın huzuruna varıyor ve Kelime-i şahadet getirerek İslamı kabul ediyor. Bir gün sohbetten sonra sahabeler mescidi boşaltırken Doktor Ebu Resme, peygamber efendimize sırtında ve iki kürek kemiği arasındaki Nübüvvet mührünü merak ettiğini söylüyor. Cilt üzerindeki bu oluşumun muhtemelen bir selim tümör olabileceğini düşünüyor. Bu merakla onu bir lokal uyuşturucuyla ağrı eşiğini düşürüp, küçük bir cerrahi müdahaleyle alabileceğini düşünüyor ve uygun bir zamanda söylüyor; “Ya Resulallah, benim dedem ve babam da Arabistanın tanınmış tabiplerindendi. Yani ceddi ve babası da meşhur olan aileden gelen bir tabibim. Evimizde her zaman tıp kitapları okunur, hasta tedavi edilir ve sağlık konusu tartışılır. Vücuttaki kan damarlarının nereden çıkıp nereye kan taşıdıklarını, eklemleri ve kemiklerin sayısını bilirim. Omzunuzdaki şu rahatsızlığı (Nübüvvet Mührünü ) bana bir kere gösterin. Eğer çıkıntılı bir yumru ise onu ağrı duyurmadan keser ve yerinden çıkartırım. Yarasını da ilaçla tedavi ederim.” Fakat peygamber efendimiz bu teklife sıcak bakmıyor, izin vermiyor ve konu kapanıyor. Miladi altıyüz yirmibeşlerde Arabistanda lokal anestezik maddenin varlığını ve cerrahi müdahalenin ve post operatif bakım yapan hekimlerin bulunduğunu öğreniyoruz. Haris Bin Kelede Bin Sakafi Peygamber efendimizin hayatında yakından tanıdığı ve kendisine tedavi olduğu bir hekim daha var; Taifli HARİS. Doktor Haris tıp tahsilini, çok uzun yollar katederek 80 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gittiği ve yıllarca kaldığı İranda “ Cündişapur Tıp Okulunda” yapmış. Sonra memleketi olan Taif şehrine geri dönerek yıllarca Doktorluk mesleğini icra edip hasta tedavi etmiş. Peygamberimiz Taifli Doktor Harise güvenir ve ağır bir hastalığa tutulanlara Dr. Harise gidip tedavi olmalarını tavsiye ederdi. Hastalığında ziyaret ettiği Uhud harbinin meşhur okçusu Sa’d bin Ebi Vakkas’a Taife kadar gidip Dr. Harise tedavi olmasını söylemişti. Kaynak eserlerde İran Hükümdarının -”Kisra” huzuruna çıkan Dr. Haris çok müspet intibalar bırakarak onunla sohbet ediyor. İran hükümdarı bedevilerin arasından çıkıp gelen Dr. Harisin zeka ve yeteneklerine hayran kalıyor. Tabib Nadr Hekimlerdendi. Başka bir örnek; Resulullahın altı halası ve iki de teyzesi vardı. Halalarından Atike, safiye ve Erva iman ettiler. Feride ve Fahida teyzelerinin ikisi de risalet gelmeden önce vefat etmişlerdi. Peygamberimizin teyzesinin oğlu Tabip NADR, on bin nüfuslu Mekkede çok tecrübeli bir uzman hekim olarak tanınır. Tabip Nadr, hekimliğin dışında iyi enstrüman çalan bir müzisyendir ve tarih bilginidir. Yalnız hidayet Allahtandır ve bir nasip işidir. Peygamberin teyzesi oğlu Dr. Nadr, öz amcası Ebu Lehep gibi sadece İslama karşı değil, bizzat Hz. Muhammede karşı da körü körüne saldırmıştır. Dimatul Ezdi Başka bir hekim Yemenli DİM’ADUL EZDİ, sinir ve ruh hastalıları uzmanıydı. Tüm Arabistanda bizin Mazhar Osman gibi hazakatiyle ve ustalığıyla şöhret sahibiydi. Yemenden Mekkeye ziyaret için gelmişti. Ona müşrikler şehirde kendisinin peygamber olduğunu, Allahın Resulü olduğunu söyleyen bir mecnunun-delinin dolaşmakta olduğunu söylediler. Önce EL Emind, El Mecnun oldu. -Bak, işte Muhammed evine doğru gidiyor. Dr. Dim’adul Ezdi de karşıda Ebu Talip mahallesine girmek üzere olan kalabalığı gördü. İddia edildiği gibi bir deli miydi yoksa gerçekten Nebi miydi? Bu şahsı yakından görüp konuşmalıydı. Onu, kendisi önde yürürken kışkırtılan çocukların gülerek, bağırıp çağırarak peşine takılı olduğunu gördü. Önce çocukları dağıttı. Tabib Dim’ad, yaklaştı ve Resulullahı iyice süzdü. Yürüyüşüne, davranışına, bakışına ve duruşuna baktı. Sonra usulca konuşmaya başladı. “Ya Muhammed, bugüne kadar çok hastayı sağlığına kavuşturdum. Ben hekimim. Kendini bana tevdi edersen Seni kolayca tedavi edeceğimi ümit ediyorum!“ dedi. Peygamberimiz, “bu adam da neyin nesi, nerden çıktı ve bu ne münasebetsiz müdahale!” diye şaşırmadı ve kızmadı. Aksine bütün vücuduyla ona döndü, sükunet ve mülayemetle önce, Allaha hamd etti ve şu veciz cevabı verdi. -Elhamdulliahillezi, Nahmeduhu va nestainuh. Va Nu’minu bihi va netevekkelu aleyh, Men yehdillehi fele mudilleleh, Va men yudlil fele hediyeleh, Eşheduenlailaheillallah, vahdehu le şerike leh, Va enne Muhammeden abduhu ve resuluh! 81 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -“Bizi sağlık üzere yaratan Alllaha hamd olsun! Yalnız ondan yardım umar. Onun birliğine iman ederiz. Ona tevekkül ederiz. O kime doğru yolu gösterirse, onu kimse saptıramaz. Hem kimi de doğru yoldan ayırırsa kimse onu hidayete erdiremez! O birdir ve ortağı yoktur. Ve ben Muhammed onun kulu ve Resuludur!” Tabib Dimadul Ezdi, duydukları karşısında hayret içinde kaldı! -Ya Muhammed bu sözleri tekrar eder misin? Dedi. Resulullah aynı cümleleri tekrarlayınca, Tabib Dim’at heyecan içinde; -Ya Muhammed, ben hayatımda çok sayıda şair, sihirbaz, kahin ve mecnun tanıdım. Kimiyle sohbet ettim, kimini de tedavi ettim. Onlardan çok fasih sözler duydum Fakat böylesini ömrümde ilk defa işitiyorum. Sen gerçekten peygambersin sana inanıyorum ve bağlılığımı bildiriyorum. Benim biatımı kabul buyur! Diyerek iki elini ona uzatıyor. Resullah Tabib Dim’atın elini sıkıyor ve -Bu biat sana ve senin kavminedir. Diyor. Aynı anda ona görev veriyor. Tabib Dim’at islama girdiği andan itibaren Yemende bulunan kendi kabilesine tebliğ ile görevlendiriyor. Resulullah Ebu Talip mahallesine giderken Dim’at da Kabe’nin gölgesinde bu dialoğu takip eden Mekkelilere doğru yaklaşıyor. Bazı Mekkeliler üzüntüden saçlarını yoluyorlar. -Eyvah biraz önce yanımızdan müşrik giden Tabib Dim’at müslim olarak dönüyor. Oysa Tabip Dim’at Peygamberle konuştukça Müşriklerin söylediklerinin gerçek olmadığını görmüştür. Diyalog sürdükçe mecnun denilen adamın harikulade taraflarını keşfetmiş. Onun tebliği üzere Kelime-i Şahadet getirerek İslamı kabul etti. Paganist olarak girdiği Ebu Talip mahallesinden Mü’min olarak çıkıyor. Tabip Dim’atul Ezdi, İslam tarihinde Mekke yerlisi olmayan ilk Müslümanlardan olma şerefini kazanıyor. Tıbb-i Nebevi’den canlı bir örnek daha: Resulullah’ ın tesbiti ile konuya açıklık getirelim. Peygamber Efendimiz Tebliğ maksadıyla kabilelere, aşiret reislerine ve devlet başkanlarına mektuplar göndermektedir. Habeşistan kralı, İran ve Bizans kralları ile bilinen dünya nüfusunun büyük bir kısmının yaşadığı Mısıra Sahabe HATİB BİN EBU BELTEA ile gönderdiği mektuba cevap geliyor. İskenderiye patriği Mukavkıs, Mısırda hem dini hem de siyasi güç sahibidir. Resulullah’ ın mektubunu okuduktan sonra, düşünüyor ve çok etkilenir. Sahabe Hatip ile yaptığı konuşmalarda sorularının hepsi de müspet cevaplarla karşılanır. 82 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Beklenen son peygamber olduğunu kabul eder. Fakat saltanatı ve dünya muhabbeti onun İslama katılmasını engeller. İlerde belki Hristiyanlığa bir mezhep olur umuduyla hediyeleşmekle ilişki kurmak ve gönül almak ister. İslam’da yaşanan Müellefetul Kulubü bize karşı çalıştırır. İskenderiye Patriği Mukavkıs, Resulullah’ a hediye olarak bir deve yükü kumaş ve terlik, birisi Mariya Annemiz ve kızkardeşi Şirin olan iki cariye ve iki de doktor gönderir. Hediyeler Medinede paylaşılır. İki Mısırlı Doktora’ da Medine’ de hasta bakmaları için bir yer gösterilir. Doktorlar aylarca gösterilen adrese yerleşir ve hasta beklerler. Aylar sonra bir gün Mısırlı Doktorlar Resulullah’ a gelirler: “Efendim biz altı aydır Medine’deyiz. Mevcut Arap tıbbıyla yerli tabipler hastaları kolayca tedavi ediyorlar. Bize çok az iş düşüyor. Günlerce boş oturuyoruz. İzin verirseniz memleketimize dönmek istiyoruz!” Resulullah bu teklifi makul karşılar ve Mısırlı doktorlara dönerek: “Evet, sizler Mısır’ a geri gidebilirsiniz. Müslümanlar hasta olmazlar. Çünkü onlar ACIKMADAN YEMEZ ve DOYMADAN KALKARLAR!” “NAHNU KAVMUN LE NE’KULU HATTE NECU’, VA İZE EKELNE LE NEŞBE’!” Bu hadisi şerif bütün diyetisyenlerin, hekimlerin ve Müslümanların kulağına küpe olmalıdır. Çünkü bu beslenme disipliniyle bugün bütün Dünyayı tehdit eden, özellikle zengin ülkelerde Diyabet, Aids, Kanser, Reflu ve tüm hazım bozukluklarının da önüne geçen çağımızın hastalığı OBEZİTE’yle savaş mümkün olacaktır. Bizans İmparatoru Herakliusun da aldığı mektuba karşı medineye tabip gönderdiği ve aynı gerekçeyle tabiplerin geri döndükleri kaydedilir. Mekke’de ve çölde bedeviler arasında efsanevi şöhrete sahip bir hanım doktor da vardı. Beni Evs kabilesinden Tabibe Zeynep. Çok hasta tedavi etmiş ve tanınmış şairlerin şiirlerine konu olmuş. Kaynaklarda tedavi ettiği hastanın gözüne sürme taşı tatbik etmiş. Bu hanım doktor uzun bir ömür sürmüştür. 83 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 84 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi NEBEVİ TIP-MODERN TIP TEORİK KARŞILAŞTIRMA 85 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 86 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbbu’n-Nebevi İlmi ve Kanıta Dayalı Bilimsel Tıp Prof. Dr. İbrahim C. HAZNEDAROĞLU Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Tıbb-ı Nebevi, Siret/Siyer kaynakları üzerinden zamanımıza ulaşmış tıbbi uygulamalardır. Bu emanet içerisinde; peygamber efendimizin “Rasulullah” kimliğiyle bağlantılı evrensel hakikatler (hasta olunca iyileşme amaçlı şifa aranması prensibi, hekimlerin hastalık halleri için çözüm aramaları önerileri, vd.) bulunduğu gibi efendimizin “Abdullah” kimliğiyle bağlantılı insani haller (o dönemdeki lokal bölgesel tıbbi uygulamalar, iyileştirme amaçlı adetler, galenik iktibaslara dayanan geleneksel tıbbi bilgiler, vd.) de bulunmaktadır. İslamiyet’te bireysel ve toplumsal sağlığı korumak farzdır. Bu bağlamda Tıbb-ı Nebevi verileri, evrensel hakikatleri ve geleneksel tababet yönleriyle yüzyıllar boyunca iyileştirici amaçlarla uygulanmıştır ve uygulanmaktadır. Rasul-u Ekrem aleyhissalatu vesselam efendimiz, Cenab-I Hakk’ın kulu ve elçisidir. Biz müslümanlar olarak şehadet getirirken efendimiz’in; Allah’ın kulu (Abdullah) ve elçisi (Rasulullah) olduğu hakikatlerini beyan ederiz. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Rasulullah” olarak kendisine Allah, Sübhanehu ve teala, katından gelen zahiri ve batıni vahy emanetini bizlere tebliğ etmiş ve etmektedir. “Abdullah” olarak da yaşamı süresince insan olma özellikleriyle bizlere numune-I imtisal olmuştur. Yani bizim gibi açlık çekmiş, elem çekmiş, soğukta üşümüş, eziyet görmüş, hastalanmış ve tedavi olmuştur. Vahy-temelli hakikatler (tevhid, nübüvvet, haşr, adalet, ibadet) biz müslümanlar için yaşantılarımızı onlara bakarak tanzim etmemiz manasında aydınlatıcı ve bağlayıcıdır. Efendimizin insani özellikleri ise onlara bakarak adetimizi ibadete çevirmek manasında faydalar taşır. Tıbbu’n-Nebevi içerisindeki “Rasulullah” kimliğiyle bağlantılı evrensel tıbbi hakikatler Müslüman titizliğiyle ortaya konulmalıdır. Bu hükümler tüm müslümanlar için amele konu olacak bağlayıcı hükümlerdir. Örneğin müslüman bir hasta, TıbbünNebevi hükümleri gereği, zamanında mevcut en güncel kanıta dayalı tıp bilgileriyle tedavi olup iyileşme çabası içine girmek ve iyileşince de Şafi ismini tefekkür ederek şükretmek istemelidir. Müslüman, bir hekim Tıbbün-Nebevi gereği insanların en iyisinin insanlara en faydalı olan olduğunun bilinciyle hastasına en güncel kanıta dayalı tıp bilgileriyle tedavi sunmak durumundadır. Tıp disiplini içinde konumlanan bir müslüman bilim adamı, Tıbbün-Nebevi hükümleri gereği, ölümden başka her hastalığa 87 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bir çözüm yaratılmış olduğu bilgisinin bilinciyle kendi bilim disiplini içinde üst seviyede çaba göstermek zorundadır. Diğer yandan Tıbbün-Nebevi içerisindeki efendimizin “Abdullah” kimliğiyle bağlantılı insani haller yine bir müslüman hassasiyetiyle taranarak anlaşılmaya çalışılmalıdır. O dönemdeki lokal bölgesel tıbbi uygulamalar, adetler, galenik iktibaslara dayanan geleneksel bilgiler içerisinde efendimiz tarafından sahih hadislerle dikkat çekilen hususlara analojik, temsilsel, işari olarak yaklaşılarak evrensel çıkarımlarda bulu-nulmalıdır. Bu hallerde mekanik kabul veya saygısız red aşırılıklarından uzak durulmalıdır. Diğer taraftan mevzu, uydurma hadisler ve israiliyyat diğer pek çok siret, siyer malzemeleri içine karıştırıldığı gibi Tıbbü’nNebevi emanetini de bulandır-ma amaçlı dahil edilmiş olabilir. Bu alanda da en üst düzeyde özen gerekmektedir. Yine bu konuyla ilgili suistimalat yapabilecek şarlatanlık, sahtekarlık, kaba softalık, ham yobazlık gibi insaniyet ve İslamiyet düşmanı bilim dışı uygulamalarla azami seviyede mücadele etmek hepimize düşen çok önemli bir görevdir. Sahih Tıbbün-Nebevi emanetleri ile günümüzde mevcut kanıta dayalı bilimsel tıp, birbirlerinin rakibi veya düşmanı değil tamamlayıcılarıdır. Tedavi amaçlı herhangi bir geleneksel unsur fiziksel olarak elimizde ise onun da mev-cut kanıta dayalı bilimsel tıp ölçüleriyle sorgulanması gerekmektedir. Bu bilimsel yaklaşımın bizzat kendisi de Tıbbü’n-Nebevi gereğidir. Bilimsel tıp yöntemleri, ilaçlar ve diğer tedavi edici maddelerde etkinlik, güvenilirlik, tolerabilite, toksisite ve farmakoekono-mi verilerini ortaya koymaya çalışırlar. Bu şekilde hekimlerin hastalar üzerinde tedavi edici amaçla kullanabilecekleri etkin, güvenilir, zehirli etki içermeyen, yan etkileri kontrol altına alınabilir olan ilaçlar üretilir. Geleneksel ilaçlar da bilimsel yönden kabul edilebilir olmak için bu bilimsel parametreler ile test edilmelidir. Bu yaklaşıma örnek olarak ülkemizde geliştirilmiş “Ankaferd hemostat” gösterilebilir. “Ankaferd hemostat” ilacının kanama durdurma ve doku iyileştirme özellikleri yönünden etkinlik, güvenilirlik, tolerabilite, toksisite testleri ve kontrollü klinik çalışmalar başarıyla gerçekleştirilmiştir. PubMed http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=ankaferd bilimsel veri tabanında Ankaferd’in bu özelliklerini gösteren 168 yayın mevcuttur. Bu yayınlar her geçen gün artmaktadır. Böylece ülkemizdeki bilim adamlarının çabalarıyla geleneksel bir preparat bilimsel bir ilaç haline getirilmiştir. Sahih Tıbbün-Nebevi emanetleri İslami hassasiyet ve bilimsel bilgi ile titiz biçimde bu şekilde ilerletilebilir. Ankaferd, ülkemizde yeni geliştirilmiş ve evrensel literatürde kabul görmüş hemostatik (kanama durdurucu) bir ilaçtır. Ankaferd-bağımlı özgül protein ağı oluşumu ve vital eritroid aggregasyon (kırmızı kürelerin canlılığını koruyarak doku onarımı amaçlı olarak bir araya gelişi) global fizyolojik hemostatik süreçleri yönetir.(1) Ankaferd kanama durdurucu ve çeşitli patolojik durumlara bağlı gelişen hasarlarda doku iyileştirici olarak topikal (yüzeysel olarak) kullanılmaktadır. Ankaferd’in hemostatik etki mekaniz-ması ve doku hasarını iyileştirmesi Ankaferd-bağımlı vital eritroid aggregasyon ve özgül protein ağı oluşturmak yoluyla fizyolojik yara iyileşmesine hizmet ederek gerçekleşir. Bu mekanizma Resim 1’de gösterilmiştir. Bitki ekstreleri, geleneksel tıp alanında geniş kullanım alanlarına sahip olmuşlardır. Ankaferd, folklorik olarak yüzyıllar boyunca geleneksel Türk hekimliğinde hemostatik ajan olarak kullanılmış bir bitkisel ekstrakttır. Ankaferd, Kekik (Thymus vulgaris), Meyan (Glycyrrhiza glabra), Üzüm (Vitis vinifera), Havlican (Alpinia officinarum) ve Isırgan otu (Urtica dioica) bitkilerinin standardize karışımından oluşmaktadır. Ankaferd isimlendirmesi (Anka ve Ferd kelimelerinin kökenleri), uluslararası Tıbb-ı Nebevi kongresinde tartışılmış olup ulaşılan sonuçlar Resim 2’de gösterilmektedir. 88 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ankaferd uygulaması sonrası gelişen hemostatik ağın farklı hücresel ve biyolojik temelleri vardır. Vital eritroid aggregasyon, Ankaferd uygulaması sonrası eritrosit yüzeylerinde bulunan spektrin ve ankrin reseptörleri ile gerçekleşir. Bu proteinler ve gereken ATP biyoenerjisi Ankaferd protein kütüphanesinde bulunur. Ankaferd ayrıca hücre içinde GATA/FOG transkripsiyon sistemini aktive ederek eritroid fonksiyonları yönetir. Urotensin II de Ankaferd uygulaması sonrası travmadan hasar görmüş damar duvarı, adezif proteinler, ve aktive kırmızı kan hücreleri arasında bağlantı kurmada görev alır.(1-4) Ankaferd’in hemostaz sürecindeki pleiotropik etkilerinin altında yatan mekanizmaya yönelik bu hipotetik kavramlar ileri bilimsel yöntemlerle (MALDI-TOF proteomik moleküler analizler, sitometrik yöntemler, transkripsion analizleri, ve SEM ultrastrüktürel incelemeleriyle in vitro ve in vivo çalışmalarda) elde edilmiştir.(2,4-7) Ankaferd’in sağlıklı gönüllülerde topi-kal kullanımının güvenliliğinin araştırıldığı, plasebo ile karşılaştırmalı olarak ve randomize, çift-kör, çapraz-geçişli bir faz I klinik çalışma yapılmış ve Kasım 2008’de sonuçlandırılmıştır.(8) Ankaferd ile kontrollü klinik çalışmalar da yapılmıştır. Örneğin; kanser hastalarında vasküler port giriş yeri kanamaları, anterior epistaksis ve post-tonsillektomi hemorajileri alanında Ankaferd’in bilinen standart anti-hemorajik yöntemlere üstünlüğünü gösteren klinik çalışmalar yayınlanmıştır.(9-11) Kadın doğum alanında, tiroidektomide, ve dental kanamalarda da kontrollü klinik çalışmalar yapılmıştır.(12-14) Üroloji alanında renal taş kanamalarının operatif tedavisinde de klinik çalışma yapılmıştır.(15) Etki mekanizmasının aydınlatılmasını takiben, Ankaferd BloodStopper® (ABS) ürünleri stabilite, toksisite, sterilite ve irritabilite testlerinden başarıyla geçmiş ve Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından harici kanamala-rın kontrolünde kullanılmak üzere “ara ürün” olarak ruhsatlandırılmıştır (Mayıs 2007). Bu bağlamda öncelikle insanlarda dental girişimlerde diş hekimliğinde, Acil Servisler ve 112 ilk yardım ambulanslarında kanama kontrolü amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca ülkemizde pek çok tıbbi merkezde standart tedavilerle durdurulamayan ve yüksek morbidite-mortalite (hastalık-ölüm) riskine neden olabilen değişik komplike klinik kanamalar, bilgilendirilmiş onam çerçevesinde hastada Ankaferd kullanımını gerekli kılmış ve buna ilişkin raporlar değişik bilimsel platformlarda tartışılmıştır. Bu yayınlara istinaden CE belgesi alınarak tıbbi cihaz kategorisinde konumlanmıştır. Ankaferd’in klinik çalışmaları artarak devam etmiştir. 2014 yılı itibariyle PubMed’de yayınlanmış http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=ankaferd) 136 adet Ankaferd yayını mevcuttur. (Resim 3). Bu bilimsel sonuç, Tıbb-ı Nebevi’nin günümüze uzun-dönem yansıması olarak kabul edilebilir niteliktedir. Sahih Tıbb-ı Nebevi emanetleri ile günümüzde mevcut kanıta dayalı bilimsel tıp farz olan insan sağlığını korumak ve hasta insanların iyileşmeleri için fiili duada bulunmak konusunda birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir. Geleneksel ilaçlar ve tedavi yaklaşımları bilimsel yönden kabul edilebilir olmak için evrensel bilimsel parametreler ile test edilmelidir. RESİM 1: Ankaferd'in hemostatik etki mekanizması ve doku hasarını iyileştirmesi. 89 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 90 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi RESİM leri). 2: Ankaferd isimlendirmesi (Anka ve Ferd kelimelerinin köken- RESİM 3: PubMed’de Ankaferd kelimesi ile yapılan arama sonuçları sayfası (14/10/15) 91 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Kaynaklar 1. Haznedaroglu BZ, Beyazit Y, Walker SL, Haznedaroglu IC. Pleiotropic cellular, hemostatic, and biological actions of Ankaferd hemostat. Crit Rev Oncol Hemat 2012;83:21-34. 2. Haznedaroglu IC. Molecular Basis of the Pleiotropic Effects of Ankaferd Blood Stopper. Iubmb Life 2009;61:290-. 3. Karabiyik A, Gulec S, Yilmaz E, Haznedaroglu I, Akar N. Reversible ProteaseActivated Receptor 1 Downregulation Mediated by Ankaferd Blood Stopper Inducible With Lipopolysaccharides Inside the Human Umbilical Vein Endothelial Cells. Clin Appl Thromb-Hem 2011;17:E165-E70. 4. Yilmaz E, Gulec S, Torun D, Haznedaroglu IC, Akar N. The effects of Ankaferd (R) Blood Stopper on transcription factors in HUVEC and the erythrocyte protein profile. Turk J Hematol 2011;28:276-85. 5. Demiralp DO, Haznedaroglu IC, Akar N. Functional proteomic analysis of Ankaferd (R) Blood Stopper. Turk J Hematol 2010;27:70-7. 6. Ozel-Demiralp D, Igci N, Ayhan B, Egin Y, Haznedaroglu IC, Akar N. Prohemostatic and Antithrombin Activities of Ankaferd Hemostat Are Linked to Fibrinogen Gamma Chain and Prothrombin by Functional Proteomic Analyses. Clin Appl ThrombHem 2012;18:604-10. 7. Beyazit Y, Sayilir A, Suvak B, Torun S, Haznedaroglu IC. Molecular Basis of Ankaferd-Induced Hemostasis in the Management of Sternal Bleeding. Heart Surg Forum 2012;15:E305-E. 8. Balcik OS, Koroglu M, Cipil H, et al. A Placebo-Controlled, Randomized, DoubleBlinded, Cross-Over Phase-I Clinical Study Indicating the Safety of Topical Ankaferd Hemostat in Healthy Volunteers. Uhod-Uluslar Hematol 2012;22:267-74. 9. Al B, Yidirim C, Cavdar M, Zengin S, Buyukaslan H, Kalender ME. Effectiveness of Ankaferd blood stopper in the topical control of active bleeding due to cutaneoussubcutaneous incisions. Saudi Med J 2009;30:1520-5. 10. Teker AM, Korkut AY, Gedikli O, Kahya V. Prospective, controlled clinical trial of Ankaferd Blood Stopper in children undergoing tonsillectomy. Int J Pediatr Otorhi 2009;73:1742-5. 11. Teker AM, Korkut AY, Kahya V, Gedikli O. Prospective, randomized, controlled clinical trial of Ankaferd Blood Stopper in patients with acute anterior epistaxis. Eur Arch Oto-Rhino-L 2010;267:1377-81. 12. Eyi EGY, Engin-Ustun Y, Kaba M, Mollamahmutoglu L. Ankaferd blood stopper in episiotomy repair. Clin Exp Obstet Gyn 2013;40:141-3. 13. Guler M, Maralcan G, Kul S, Baskonus I, Yilmaz M. The Efficacy of Ankaferd Blood Stopper for the Management of Bleeding Following Total Thyroidectomy. J Invest Surg 2011;24:205-10. 14. Odabas ME, Cinar C, Tulunoglu O, Isik B. A New Haemostatic Agent's Effect on the Success of Calcium Hydroxide Pulpotomy in Primary Molars. Pediatr Dent 2011;33:529-34. 92 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 15. Istanbulluoglu MO, Kaynar M, Cicek T, Kosan M, Ozturk B, Ozkardes H. A New Hemostatic Agent (Ankaferd Blood Stopper (R)) in Tubeless Percutaneous Nephrolithotomy: A Prospective Randomized Study. J Endourol 2013;27:1126-30. 93 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 94 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi النبوي وحفظ المجتمع من خالل التثقيف ِّ الطب َّ الص َّحي ُّ Yrd. Doç. Dr. Thamer Hatamleh Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi الملخص ِّ الصحيَّة (الجسميَّة والنفسيَّة) ،وذلك من خالل اهتم اإلسالم بحفظ سالمة األفراد والمجتمع َّ ِّ ثم ربط ذلك بالعقيدة ،وكانت أغلب األوامر النبوية التثقيف الصحي َّ الصحيح بشتَّى الوسائلَّ ، الوقائي والتثقيف ِّ ِّ حي أكثر من إيجاد العالج ،فدرهم وقاية خير من قنطار الطب ص ُّب في الص ِّ ِّ تَ ُ ثم ِّ بث العادات الصحيَّة الصحيحة بين جميع األفراد وفي األعمار َّ كافة ،وكان لهذا عالجَّ ، الط ِّب ،وكان ِّ التثقيف دور في تقليل انتشار األمراض ،وإبعاد الخرافات عن ِّ للط ُّب َّ النبوي في ٌ زمانه قصب السبق في مجال ِّ الط ِّب الوقائي والتثقيف ِّ الص ِّحي ،من حيث :رعاية األفراد السبق العلمي ويتمثل :بالحج ِّر ِّ الص ِّحي وعدم خروج حتَّى وحمايتهم َّ َّ َّ (جسمياً صحياً ونفسياً)ْ َّ ، َْ للعد َوى ،والترياق (المضاد الحيوي) ،واختيار َّ إلمكانيَّة َح ْملهم ْ األصحاء من مكان المرض ْ الطبيب الماهر ،والتنفير من الطب الكاذب الذي يمتهنه غير األكفاء. المقدمة الحمد هلل رب العالمين والصالة والسالم على المبعوث رحمة للعاملين وعلى آله وصحبه أجمعين وبعد، ِّ َّ َّ الرسل أرس َل ُّ فإن هللا عز وجل أنزل االنسان على األرض واستخلفه عليها ُلي َعمرها ،و َ ِّ ِّ الطبية مثل عيسى عليه السالم تختص باألمور الرسل ُّ ومنذرين ،فكانت بعض معجزات ُّ مبشرين ُ 95 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ِّ يسى ْاب َن َم ْرَي َم ا ْذ ُك ْر ِّن ْع َمِّتي َعَل ْي َك َو َعَل ٰى َوالِّ َدِّت َك ِّإ ْذ أَي َّْدتُ َك ِّب ُرو ِّح ال َّ قال تعالى( :إ ْذ َق َ َّللاُ َيا ع َ ِّ ِّ َّ الن ِّ ِّ اْلُقد ِّ ِّ ِّ ِّ َّ يل * َوإِّ ْذ تَ ْخُل ُق ُ اس في اْل َم ْهد َوَك ْه ًال * َوإِّ ْذ َعل ْمتُ َك اْلكتَ َ س تُ َكل ُم َّ َ اب َواْلح ْك َم َة َوالت ْوَرَاة َو ْاإل ْنج َ ِّمن ِّ ِّ ِّ َّ ِِّّ ِّ ِّ الط ِّ ص ِّبِّإ ْذِّني * يها َفتَ ُكو ُن َ ط ْي ًار ِّبِّإ ْذني * َوتُْب ِّر ُ َ ئ ْاألَ ْك َم َه َو ْاأل َْب َر َ ين َك َه ْي َئة الط ْي ِّر بإ ْذني َفتَ ْنُف ُخ ف َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِِّّ ال َّالذي َن َكَف ُروا م ْن ُه ْم يل َع ْن َك إ ْذ ج ْئتَ ُه ْم باْل َبي َنات َفَق َ َوإِّ ْذ تُ ْخ ِّرُج اْل َم ْوتَ ٰى بإ ْذني * َوإِّ ْذ َكَفْف ُت َبني إ ْس َرائ َ ِّ ين) (المائدة ،)110:وذلك لحاجة الناس الدائمة إلى الطب وحفظ النفس، ِّإ ْن َٰه َذا ِّإ َّال س ْحٌر ُمِّب ٌ وقد َثب َت عن النبي صلى هللا عليه وسلم بعض الوقائع التي حصلت معه في المعجزات الطبية. خاصاً بالتثقيف ِّ مما ورد في القرآن الكريم والسنة اهتم الص َّحي فكثير َّ اإلسالم اهتماماً َّ ولقد َّ ُ الص َّحة يندرج في إطار التثقيف ِّ المطهرة حول ِّ َّ الص َّحي ،وهذه النصوص الشرعية تُ َش ِّكل النبوية َّ الص َّحي أساساً شرعياً متيناً ينطلق من خاللها في أنشطة التثقيف ِّ للمثقف ِّ الص َّحي ،والتثقيف ِّ الص َّحي يكون أجدى وأكثر وقعاً في نفوس الناس عندما ننطلق فيه من منطلقات شرعية تقبالً لإلرشادات ِّ الص َّحية عندما يعلمون أنها جزء من تعاليم وتوجيهات دينية ،فالناس أكثر ُّ دينهم. وقد تناولت تعاليم اإلسالم الصحية جميع أبواب التثقيف الصحي و ِّ الطب الوقائي وفروعها ومنها: صحة األفراد والبيئة اإلسالمية ونظافتهما ،ومن ذلك نظافة البدن؛ األيدي أوالً :أوامر َّ واألسنان واألظافر و َّ الشعر ،ونظافة الملبس ،ونظافة الطعام والشراب ،ونظافة الشوارع والبيوت والمدن ،ونظافة المياه كاألنهار واآلبار. المعدية ،وتشمل الحجر الصحي ،وعزل المريض ،وعدم ثانياً :أوامر لمنع األمراض ُ الدخول على الوباء ،وعدم الفرار منه ،وتعقيم األيدي قبل الدخول على المريض وبعد الخروج منه ،االستعانة بالطب والدواء ،والتطعيم في الوقاية والعالج. الضارة بالصحة ،كالميتة والدم ولحم الخنزير ثالثاً :أوامر في التغذية ،فقد منع األغذية َّ اء لحم البر والبحر ،وكل مشتقات والمخدرات ،ومن األشربة منع الخمرَّ ، وشجع أكل اللحوم سو ً اهتم اإلسالم اللحومَّ ، وشجع على أكل ما له قيمة غذائية ،إلى جانب االهتمام بنوعية الغذاء ،و َّ أيضاً بنظام الغذاء :كمنع اإلسراف في األكل ،واألكل دون جوع ،واألكل حتى التخمة. الصحة الجنسيَّة ،كتحريم الزنا واللواط والعادة السرية ،وتحريم الرهبنة واعتزال رابعاً: َّ النساء ،ومنع إتيان النساء في المحيض ،وأمر بالغسل بعد المحيض وبعد الجماع. 96 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi خامساً :الصحة النفسية والعقلية ،وهي تعاليم لمنع أسباب التوتر العصبي ،وذلك باألمر باإليمان باهلل وقدره ،الصبر على الشدة والمحنة والمصيبة والمرض ،تحريم اليأس واالنتحار، األمر بتعاون الناس وتراحمهم لتخفيف أعباء الحياة ،ثم منع كل بؤر التوتر في المجتمع كالمقامرة والربا ،والمضاربة واللهو غير البريء ،والضجة. ِّ بالحث على الجهاد ،العمل اليدوي والحركة ،تشجيع سادساً :تشجيع اللياقة البدنية، األلعاب الرياضية ،المصارعة ،ركوب الخيل ،السباحة الرمي ،المبارزة ،السباق بأنواعه ،كراهية السمنة والكرش والخمول. ظ فيه َّقلة األمراضَّ ، وقلة انتشارها ،فلقد جاءت أحاديث والناظر إلى المجتمع النبوي يل َح ُ وتبنيه كم ٍ الص َّحي الوقائيِّ ، تؤسس مبدأ التثقيف ِّ كثيرة ِّ ديني يؤجر عليه المسلم ،على سبيل عتقد ٍ ُ ُ تحث على النظافة الشخصية وحفظ ِّ المثال :في العبادات كثير من األحاديث ُّ الص َّحة ،بل ومنها ما كانت َّ النظافة شرطاً لصحة القيام بتلك العبادة ،مثل أحاديث االغتسال (الواجب والمسنون)، والوضوء في اليوم خمس مرات ،والحث على استعمال السواك وتنظيف الفم ،والعناية باألسنان واللثة ،وغسل الطبق بعد ولوغ الكلب فيه ،وإزالة النجاسات عن البدن والثياب ،والنهي عن شرب المحرمة ،وتحريم الزنا وإتيان المرأة في ُدُبرها ،وكذلك تحريم العالقات الخمر ،وأكل الحيوانات َّ تدل على تأسيس الجنسية َّ المحرمة ،والحث على ممارسة الرياضة ،وكثير من األحاديث التي ُّ الثقافة ِّ الص َّحية ودعمها من خالل النصوص الشرعية والتوجيهات النَّبوية ،نذكرها في ثنايا البحث إن شاء هللا تعالى. وفي الجانب المجتمعي والبيئي :مثل حديث األمر بنظافة البيت وعدم التشبُّه بغير المعدي) كحديث (ال يورد ممرض على المسلمين ،وعدم مخالطة المريض (حالة المرض ُ (فر من المجذوم فرارك من األسد) من خالل الحجر ِّ مصح) ،وحديث ِّ الص َّحي وعدم انتقال َْ ُ ثم عدم مخالطة أصحاب األمراض المعدية ،وحفظ األطعمة واألشربة وتغطية اآلنية، المرضَّ ، وغيرها من األحاديث َّ النبوية التي ترعى حفظ صحة المجتمع. وغيرها من األمثلة التي تبين تأسيس النبي صلى هللا عليه وسلم لمبدأ التثقيف ِّ الص َّحي للفرد والمجتمع ،وجعله مربوطاً بمبدأ الثواب واألجرَّ ، المقصر في ذلك دنيوياً ثم محاسبة ُ وأخروياً. مشكلة البحث: 97 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi يمكن تلخيص مشكلة البحث ضمن إطار األسئلة التالية :هل اعتنى اإلسالم ِّ بالص َّحة العامة للفرد والمجتمع؟ ما مدى اعتماد النبي صلى هللا عليه وسلم لمبدأ التثقيف ِّ الص َّحي والوقائي؟ ما هي أهداف التثقيف ِّ الص َّحي النبوي؟ وما أثرها على المجتمع؟ هل تُ ُّ عد البالد اإلسالمية متخلفة في المجال ِّ الص َّحي والتثقيف فيه حتى لو كانت فقيرة؟ وما مدى عناية دين اإلسالم بها. أهداف الدراسة: النبوي بمبدأ التثقيف ِّ ِّ الص َّحي ،وجعل الثقافة تهدف الدراسة إلى بيان مدى عناية الطب َّ ِّ ثم نشر المفاهيم والمعارف الص َّحية (الفردية والمجتمعية) ُمعتقداً إسالمياً يؤجر عليه المسلمَّ ، ِّ السليمة في المجتمع من خالل السنة َّ النبوية وأوامر النبي صلى هللا عليه وسلم، الص َّحية َّ الص َّحية باستخدام إمكاناتهم ،وبناء االتجاهات ِّ حل مشاكلهم ِّ ومساعدة الناس في ِّ الص َّحية الصحيحة ،وأخي اًر ترسيخ السلوك ِّ الص َّحي السليم وتغير الخاطئ إلى سلوك صحي صحيح نابع من معتقد ديني حتى يصبح عبادة يؤجر عليه. قسمت البحث إلى تمهيد ومبحثين كما يأتي: وقد َّ الصحَّي في اإلسالم ،وتعريف التثقيف ِّ التمهيد وفيه :التثقيف ِّ الصحَّي. المبحث األول :التثقيف ِّ الصحَّي على المستوى الشخصي والبيئي. المطلب األول :التثقيف الصحي على المستوى الشخصي. المطلب الثاني :التثقيف الصحي على المستوى البيئي. المبحث الثاني :الدواء والمداواة في اإلسالم. المطلب األول :الحث على المداواة و َّ أن لكل داء دواء. المطلب الثاني :تجريد الطب من الشعوذة والدجل. المطلب الثالث :اختيار االختصاصي المناسب (الطبيب الماهر). ثم الخاتمة وفيها أهم النتائج والتوصيات. التمهيد تغي اًر جذرياً في أنماط األمراض وانتشارها بين أفراد لقد شهد الناس في العقود الماضية ُّ المجتمع من األمراض المعدية كاألمراض الجنسية ،إلى األمراض المزمنة غير المعدية 98 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi كالسرطان بأنواعه ،السيَّما األمراض التي ُيعبَّر عنها بأمراض النمط المعيشي (كأمراض الضغط ،والقلب ،والسكري) اليومي,،كثير من هذه األمراض إنما هي نتيجة لسلوك غذائي أو فإن التثقيف ِّ معيشي خاطئ ،ومن هنا َّ الص َّحي هو حجر الزاوية للوقاية من هذه األمراض ،بل الص َّحة ،فمن خالله يتم االرتقاء بالثقافة ِّ فعال لتعزيز ِّ الص َّحية ،والمعلومات هو أول عنصر َّ التوجهات وتغيير السلوكيات ِّ الص َّحية الخاطئة إلى توجهات صحيحة. وبناء ُّ تم االرتقاء بمفهوم (التثقيف ِّ الص َّحي) فأصبح علماً من علوم وخالل السنوات األخيرة َّ ِّ الص َّحة التي تُد َّرس في المعاهد والجامعات ،ويستخدم النظريات السلوكية ،والتربوية ،وأساليب االتصال ،ووسائل التعليم ،ومبادئ اإلعالم لالرتقاء بالمستوى ِّ الص َّحي للفرد والمجتمع. التثقيف ِّ الصحَّي في اإلسالم: خاصاً بالتثقيف ِّ الص َّحي ،فكثير مما وردفي القرآن الكريم والسنة اهتم اإلسالم اهتماماً َّ لقد َّ الص َّحة؛ يندرج في إطار التثقيف ِّ المطهرة حول ِّ َّ الص َّحي ،والحث على العناية بالجسم النبوية َّ ِّ و ِّ ِّ بالحث على ثم بالمضادات الحيوية ،ثم ابتداء بالتثقيف الص َّحة المجتمعية، الصحي والوقايةَّ ، ً العالج والتداوي ،واختيار الطبيب الماهر بعمله ،وترك الشعوذة وما يتصل بها ،وهذه النصوص شكل للمثقف ِّ الشرعية تُ ِّ الص َّحي أساساً شرعياً متيناً ،ينطلق من خاللها في أنشطة التثقيف الص َّحي ،فالتثقيف ِّ ِّ الص َّحي يكون أجدى وأكثر وقعاً في نفوس الناس عندما ننطلق فيه من تقبالً لإلرشادات ِّ الص َّحية ،عندما يعلمون أنها منطلقات شرعية ،وتوجيهات دينية فالناس أكثر ُّ ِّ ين) (سورة البقرة،)222: ين َوُي ِّح ُّب اْل ُمتَ َ ط ِّه ِّر َ جزء من تعاليم دينهم ،قال تعالى(ِّ :إ َّن هللاَ ُيح ُّب التََّّو ِّاب َ قال القرطبي في تعليقه على اآلية :والمتطهرون أي بالماء من الجنابة واألحداث؛ قاله عطاء وغيره .وقال مجاهد :من الذنوب؛ وعنه أيضاً :من إتيان النساء في أدبارهن ،ابن عطية :كأنه ِّ ِّ اس نظر إلى قوله تعالى حكاية عن قوم لوط( :أ ْ َخ ِّرُج ُ وه ْم من َق ْرَيت ُك ْم ِّإَّن ُه ْم أ َُن ٌ ط َّه ُرو َن) (األعراف.(82 : َيتَ َ َّ فالطهارة والنظافة هي األصل في حياة المسلم وعباداته ،وهو ما تتميز به المجتمعات اإلسالمية ،فالمسلم يبدأ يومه بغسل يديه قبل البدء بأي عمل امتاالً لقول النبي صلى هللا عليه ِّ اإلن ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ اء َحتَّى َي ْغ ِّسَل َها ثَالَثًا َفِّإَّن ُه الَ َي ْد ِّرى أ َْي َن استَ ْيَق َ َحُد ُك ْم م ْن َن ْو ِّمه َفالَ َي ْغم ْس َي َدهُ فى ِّ َ ظ أَ وسلم( :إ َذا ْ َباتَ ْت َيُدهُ). (ف ِّ وأثنى هللا على المتطهرين فقالِّ : يه ِّرجال ي ِّ ط َّه ُروا) (التوبة ،)108 :وجعل ُّحبُّو َن أَن َيتَ َ َ ٌ الشرط األساسي لصحة الصالة الوضوء فقال تعالى( :يا أَي َّ ِّ الصالَ ِّة آمُنوا ِّإ َذا ُق ْمتُ ْم ِّإَلى َّ ُّها الذ َ َ َ ين َ 99 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ِّ ْ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ وس ُكم وأ َْرُجَل ُكم ِّإَلى اْل َك ْع َب ِّ ين َوإِّن ُك ْنتُ ْم ُجُنًبا فاغسُلوا ُو ُج َ وه ُك ْم َوأ َْيد َي ُك ْم إَلى اْل َم َراف ِّق َو ْ ْ ام َس ُحوا ب ُرُؤ ْ َ َف َّ اط َّه ُروا) (المائدة ،)6:وقال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم في حثه على النظافة واالغتسال: (لو أن نه ار بباب أحدكم يغتسل منه كل يوم خمس مرات هل يبقى من درنه شيء؟ قالوا :ال يبقى من درنه شيء )...الحديث. أهم أركانه وهي الصالة ،كذلك طلبها في كما جعل اإلسالم طهارة البدن شرطاً ألداء ِّ كثير من العبادات ،ومن خالل األحاديث الطبيَّة دأب العلماء و ِّ المحدثون على إفراد أحاديث مصن ٍ ٍ ِّ َّ الطب َّ مستقل. ف خاصة في كتبهم ،ومنهم من أفردها بالتأليف في النبوي في أبواب َّ الصحَّة والتثقيف ِّ ِّ الصحَّي: ٍ حديث ِّ اتَّفقت المنظمات والهيئات ِّ الص َّحية العالمية على تعر ٍ للصحة ،حيث علمي يف ٍ ِّ عرفت منظمة ِّ (الص َّحة) بقولها( :هي حاله من التكامل البدني ،والنفسي، الص َّحة العالمية َّ والعقلي ،واالجتماعي ،والروحين وليست مجرد الخلو من المرض أو العجز). وتُذكر للتثقيف ِّ الص َّحي َّ عدة تعريفات نذكر منها ما يلي : عملية إعالمية هدفها ُّ حث الناس على تبني نمط حياة وممارسات صحية سليمة. مساعدة الناس على تحسين سلوكهم بما يحفظ صحتهم. هو السعي المتواصل لتعزيز صحة الفرد والمجتمع ,ومحاولة منع أو التقليل من حدوث األمراض وذلك من خالل التأثير على المعتقدات ,االتجاهات ,والسلوك فردياً ومجتمعياً. هو عملية يتحقق عن طريقها رفع الوعي ِّ الصحَّي عن طريق تزويد الفرد بالمعلومات والخبرات بقصد التأثير في معرفته وميوله وسلوكه من حيث صحته وصحة المجتمع الذي يعيش فيه. الصحَّي يمكننا القول بأن التثقيف ِّ ومن خالل التعريفات السابقة للتثقيف ِّ الصحَّي اإلسالمي: (هو الوسائل الـهادفة إلى االرتقاء بالمعلومات ِّ الصحَّية لدى الفرد والمجتمع بناء على الصحَّية ِّ العقيدة ،وغرس السلوكيات ِّ الصحَّيحة للفرد والمجتمع من خالل النصوص عية). الشر َّ والتثقيف ِّ الطب الوقائي يتداخالن في المحافظة على الفرد والمجتمع في الصحَّي و ُّ أحسن حاالته ِّ الصحَّية ،وذلك عن طريق: 100 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقايته من األمراض قبل وقوعها ،ومنع انتشار العدوى إذا وقعت. العالج. يضر بصحتهِّ ، وحثه على طلب صيانة صحته بتحسين ظروف معيشته وإبعاد ما ُّ أهــداف التثقيف ِّ الصحَّي: ثم تعزيزها ،منها: للتثقيف الصحي عده أهداف يسعى للوصول إليها َّ نشر المفاهيم والمعارف ِّالسليمة في المجتمع. الصحَّية َّ تمكين الناس من تحديد مشاكلهم ِّالصحَّية واحتياجاتهم. مساعدة الناس في حل مشاكلهم ِّالصحَّية باستخدام إمكاناتهم. ترسيخ السلوك ِّالصحَّي السليم وتغيير السلوك الخاطئ إلى سلوك صحي صحيح. الهدف النهائي للتثقيف ِّ الصحَّي هو: تحسين ِّالصحَّة على مستوى الفرد والمجتمع ،وخفض حدوث األمراض ،وخفض ثم تحسين نوعية الحياة للفرد والمجتمع. اإلعاقات والوفياتَّ ، لماذا التثقيف ِّ الصحَّي؟ الجميع يحتاج إلى التثقيف ِّ الصحَّي كبا اًر وصغا ارً ,رجاالً ونساء ,األمي والمتعلــم ألنه يعمل على تحسين الوعي ورفع مستوى االهتمام واإلدراك لدى كافة شرائح بالمجتمع. عناصر التثقيف ِّ الصحَّي: التثقيف ِّ يتم فيه نقل الرسالة (المعلومات الصحَّي في حقيقته هو عملية ِّاتصال حيث ُّ (المثقف ِّ ِّ والمعارف ِّ الصحَّي) إلى المستقبل (المستهدف بالتثقيف الصحَّية) من المرسل الصحَّي)؛ عن طريق وسيلة للتثقيف ِّ ِّ الصحَّي. ِّ ِّ ِّ ستهدف بالتثقيف، ومن هنا َّ الم َ فإن عناصره هي :الرسالة الصحَّية ،المثقف الصحَّيُ ، وسيلة التثقيف ِّ الصحَّي. ولكي تكون عملية التثقيف ِّ الصحَّي فاعلة ومؤثرة يستلزم أن تحقق هذه العناصر بعض المتطلبات ،والناظر إلى التوجيهات َّ النبوية يجدها اشتملت على هذه المتطلبات وهي : 101 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الرسالة ِّالصحَّية يجب أن تكون المعلومة صحيحة ،وواضحة ،ومفهومة وفي ِّ ومشوقة وتحقق الهدف المنشود ،ويظهر ذلك جلياً في الخطاب النبوي ،من مستوى المتلقي، حيث سهولة الخطاب ،التشويق بربطه باألجر والثواب. المثقف ِّ ِّ الصحَّي :تكون لديه المعرفة (المعلومة)مع القدرة على توصيلها ،ويكون ِّ ق في مقتنعاً ،ومؤمناً بالرسالة التي ينوي إيصالها ،ولديه مهارات اتصال ،وذلك متحق ٌ النصوص الشرعية َّ النبوية (إنما هي وحي إلهي). المستهدف بالتثقيف ِّالصحَّي :يجب تحديد درجة فهمه وثقافته ،وأن تتوفر فيه الرغبة في التغيير مع التركيز على حاجته ِّ الصحَّية. وسائل التثقيف ِّالصحَّي: الصحَّي المستخدمة في نشر المعلومات ِّ تتنوع وسائل التثقيف ِّ الصحَّية ،من وسائل تقليدية نمطية ،إلى تقنيات عصرية حديثةَّ ، وكلما كانت وسيلة االتصال تفاعلية ،وتخاطب حاسة َّ كلما كان تأثيرها أكبر ،وفي عصره حاول النبي صلى هللا عليه وسلم استخدام أكثر من َّ َّ كافة الوسائل المتاحة لتوصيل المعلومات ،ومن خالل َّ عدة وسائل منها: األسلوب التفاعلي في إيصال المعلومة ال ِّصحَّية ،حيث كان يتوضأ أمام الصحابة، ِّ ام فع ْن َع ِّائ َش َة أ َّ ان ِّإ َذا أََرَاد أ ْ ول هللا صلى هللا عليه وسلم َك َ ويغسل يديه قبل الطعامَ ، َن َر ُس َ َن َيَن َ وهو جُنب َتو َّضأَ و ُضوءه لِّ َّ ِّ َن َيأ ُْك َل َغ َس َل َي َدْي ِّه. لصالةَ ،وِّإ َذا أََرَاد أ ْ َ َُ ُ ٌ َ ُ َ ُ استخدام المنبر (وهو أكبر وسيلة إعالمية وقتها) :فقد نقلت كثير من أحاديث النبي صلى هللا عليه وسلم من خالل حديثه على المنبر ،وتعليم الناس ما يحتاجونه ،أو في العامة والحلقات. المجالس َّ التوجيه الفردي وقت الحاجة :حيث كانت بعض األحاديث ِّ الصحَّية عبارة عن توجيه نبوي قبل وقت الحاجة إليه. المبحث األول :التثقيف ِّ الصحَّي على المستوى الشخصي والبيئي. المطلب األول :التثقيف ِّ الصحَّي على المستوى الشخصي. صحة أفراده َّ كافة من خالل ثقافة أفراده واتبَّاعهم ثم مدى َّ تنطلق قوة المجتمع وتماسكهَّ ، الص َّحيحة ،ويكون ذلك من خالل معرفتهم بالطرق ِّ الص َّحية ِّ السلوكيات ِّ الص َّحية واألنماط الص َّحيحة ،والمعارف التي تدعم هذه السلوكيات ،وقد اعتنى اإلسالم بالثقافة ِّ المعيشية ِّ الص َّحية 102 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الشخصيَّة من بداية حياة اإلنسان ،فمنذ والدته حتى مماته هناك سلوكيات صحيَّة ينبغي على الفرد اتَّباعها والعمل بها ،على المستوى الفردي ،والمستوى االجتماعي. العامة ،والسلوكيَّات البيئيَّة ِّ الص َّحيحة وعلى المستوى البيئي؛ اعتنى اإلسالم بالسالمة َّ صحة المجتمع وسالمة أفراده ،وذلك من خالل ما سيأتي معنا الحقاً عند بيان التي تحفظ َّ صحة المجتمع. والناظر إلى تعاليم اإلسالم وأوامره ألفراده من الناحية ِّ الص َّحية يرى أنها سبقت سائر ثم يؤجر عليها ِّ األمم في تثبيت ِّ الص َّحة العامة كعقيدة َّ التباع أوامر دينه يتبناها المجتمعَّ ، وعقيدته ،فمنذ اليوم األول لوالدة الطفل شرع اإلسالم إماطة األذى عن الطفل ،فقال صلى هللا عليه وسلم( :مع اْل ُغالَ ِّم ع ِّقيَق ٌة َفأَه ِّريُقوا ع ْنه دما وأ ِّ طوا َع ْن ُه األَ َذى) ،واألذى :قيل هو الشعر َمي ُ ْ َ ََ َ ُ ًَ َ أي األمور كانت: الذي يكون على رأسه عند الوالدة ،وقيل قلفة الذكر التي تقطع عند الختان ،و ُّ فهو لفظ نبوي عام فيه أمر بإزالة األذى عن الطفل. ثم أمر اإلسالم بسنن الفطرة التي تشمل الذكر واألنثى ،والتي لم تُذكر في أوامر َّ الديانات األخرى صريح ًة ،فعن أَِّبي هريرة -ر ِّ َّللاُ َع ْن ُه -قال :س ِّم ْع ُت َّ النِّب َّي صلى هللا عليه ضي َّ َْ َ َُ ْ َ َ َ َ طرة خمس :اْل ِّختَان ،و ِّ ِّ ِّ َّ ِّ ِّ ف اال ْسِّت ْح َد ُادَ ،وَق ُّ يم األَ ْ ظَف ِّارَ ،وَن ْت ُ ول( :اْلف ْ َ ُ َ ْ ٌ وسلم َيُق ُ ُ َ ص الشاربَ ،وتَْقل ُ ص َّ الش ِّار ِّب ط َ ِّرةَ :ق ُّ (ع ْشٌر ِّم َن اْل ِّف ْ اآلباط) ،وفي رواية مسلم عن عائشة –رضي هللا عنهاَ - َ السواك واسِّت ْن َشاق اْلم ِّ وإِّعَف ِّ ِّ ِّ ظَف ِّار و َغسل اْلبر ِّ ف ِّ اإل ْب ِّط َو َحْل ُق اْل َع َان ِّة اء َوَق ُّ اج ِّم َوَن ْت ُ ص األَ ْ َ ْ ُ َ َ اء الل ْح َية َو َ ُ َ ْ ُ َ َ ْ ُ ِّ ِّ و ْانِّتَقاص اْلم ِّ َّ اء)َ ،ق َ ِّ ض َةَ ،زَاد ُقتَ ْي َب ُة َن تَ ُكو َن اْل َم ْ يت اْل َعاش َرَة ِّإال أ ْ ص َع ٌبَ :وَنس ُ ض َم َ َّاء َق َ ال ُم ْ َ ُ َ ال َزَكري ُ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ اء). ال َو ِّك ٌ يعْ :انتَق ُ َق َ اص اْل َماء َي ْعني اال ْست ْن َج َ ونقل ابن حجر عن ابن العربي َّ أن سنن الفطرة تبلغ ثالثين خصلة ،وذكر ابن حجر َّأنها أعم من تزيد على ثالثين ،فقال( :فإذا أراد خصوص ما ورد بلفظ الفطرة فليس كذلك ،وإن أراد َّ ذلك فال تنحصر في الثالثين ،بل تزيد كثي اًر). ومن خالل النظر في هذه السنن النَّبوية؛ التي جعلت هذه العادات ِّ الص َّحية من سنن ورسخت هذه المفاهيم في عقيدة أفرادها ،نرى مدى عناية اإلسالم بمفهوم التثقيف اإلسالمَّ ، الص َّحيح ألفراده ،فمن بداية حياة الفرد يسير مع العادات ِّ الص َّحي ِّ ِّ الص َّحية وينشأ عليها ،وتبقى العادات ِّ الص َّحية مطلوبة منه بعد بلوغه ويحاسب عليها ،والناظر إلى هذه العادات يراها مطلب 103 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi يفرضه العقل ِّ الطب الحديث ،وهي مما تتبنَّاه الدول وتسعى لنشره بين أفرادها في الص َّحيح و ُّ َّ كافة المجتمعات (المسلمة وغير المسلمة). َّ ُّع و َّ النظر ،ويطول استقصاؤها ويتعل ُق بهذه الخصال مصالح دينية ودنيوية ،تدرك بالتَّتب ِّ هنا ،نذكر منها :تحسين الهيئة ،وتنظيف البدن جمل ًة وتفصيالً ،واالحتياط للطهارتين، واإلحسان إلى المخالط والمقارن؛ ِّ بكف ما يتأذى به من رائحة كريهة ،ومخالفة غير المسلمين ص َّوَرُك ْم بهذه العادات ،وامتثال أمر اإلسالم ،والمحافظة على ما أشار إليه قوله تعالىَ : (و َ الطِّيب ِّ ِّ َفأَحسن صورُكم ورَزَق ُكم ِّمن َّ ين) (غافر )64:لما ُّك ْم َفتََب َار َك َّ ات َذلِّ ُك ُم َّ َّللاُ َرب ُ َّللاُ َر ُّب اْل َعاَلم َ ْ َ َ ُ ََ ْ ََ ْ َ َ نت صوركم فال ِّ تشوهوها في المحافظة على هذه الخصال من مناسبة ذلك ،وكأنه قيل :قد َّ حس ُ يستمر به حسنها ،وفي المحافظة عليها محافظة على المروءة بما ُي ِّقبحها ،أو حافظوا على ما ُّ وعلى التآلف المطلوب في المجتمع وبين الناس ،حتى بين الزوج وزوجته. فثقافة ِّ السواك :هي عبارة عن تنظيف األسنان ،والعناية بها ،حتى ُّ يسن للمسلم أن يستاك للمسلم خمس مرات ،أي يقوم بتنظيف أسنانه في اليوم خمس مرات ،وفيه تظهر مدى العناية ُمِّتي ،أ َْو َعَلى النَّ ِّ اس -أل ََم ْرتُ ُه ْم َش َّق َعَلى أ َّ َن أ ُ باألسنان والفم أيُّما عناية ،وفي الحديثَ( :ل ْوالَ أ ْ ِّ ِّ ِّ ِّ صالَ ٍة)َّ ، فإن الفم يحتوي على ماليين الجراثيم بالملمتر المكعب الواحد من بالس َواك َم َع ُكل َ اللعاب ،وهي تتضاعف كل ساعة ،وتؤثر على رائحة الفم واألسنان ،وتتكون على األسنان لويحة جرثومية تلتصق بها ،وتتكون سريعاً على األسنان ،وهذه اللويحة هي المسؤولة عن أمراض اللثة واألسنان ،وليس للطعام دخل بها كما يعتقد الناس ،أنما تتكون بشكل متكرر بفعل كتسوس األسنان ،والتهاب اللثة ،والتهاب الجراثيم ،وعن طريق هذه الجراثيم تكثر أمراض الفم: ُّ اللوزتين ،وغيرها من األمراض. ولهذا َّ حث النبي صلى هللا لعيه وسلم على استخدام السواك ،حتى ليس في وقت الصالة ،عند دخول البيت ،وعند النوم وبعد االستيقاظ من النوم ،وللصائم وللمفطر. ويتميَّز عود األراك عن غيره كفرشاة األسنان وغيرها بعدة أمور منها: ثم احتواؤه على مواد منظفة وبلورات أليافه الدقيقة اللطيفة التي تقوم بتنظيف األسنانَّ ، السيليس ،وأمالح معدنية ومواد صمغية ،واحتواؤه على مواد كيميائية مضادة للعفونة وقاتلة للجراثيم فهو يحتوي على مادة شبيهة بالبنسلين ،ومادة السنجرين وهي ذات تأثير شديد على الجراثيم ،ومادة حمض العفص وهو قاتل للجراثيم ومطهر قوي ويعالج جروح اللثة والتهاباتها، 104 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi كذلك احتواؤه على مادة الفلورايد والسيليكون اللتان تساعدان على مقاومة البكتيريا واأللوان المترسبة ،عدا عن رائحته العطرية المزكية للفم. أما االستنشاق واالستنثار والمضمضة؛ التي هي من سنن الوضوء ،يقوم بها المسلم في و َّ اليوم خمس مرات ،للصغير والكبير ،والذكر واألنثى ،ومن خالل االستنشاق االستنثار، بصحة فمه وأنفه ،وإخراج ما فيها من األوساخ التي قد تكون دخلت والمضمضة :يعتني المسلم َّ فيه خالل اليوم ،فيحمي نفسه من األوساخ واألمراض التي قد تدخل من هذين المنفذين ،ال سيَّما و َّ أن كثير من األمراض تدخل من خالل الجهاز التنفسي والجهاز الهضمي. العَقد التي في ظهور األصابع ،واحدتها برجمة ،وهي المواضع َّ أما غسل البراجم :وهي ُ ممن ال يكون طري البدن ،وقال الغزالي :كانت سخ ويجتمع فيها الوسخ ،وال سيَّما َّ التي تتَّ ُ العرب ال تغسل اليد عقب الطعام ،فيجتمع في تلك الغضون وسخ ،فأمر بغسلها ،قال النووي: مختصة بالوضوء ،يعني أنها يحتاج إلى غسلها في الوضوء، وهي سنة مستقلة ،ليست َّ والغسل ،والتنظيف ،وقد أُلحق بها إزالة ما يجتمع من الوسخ في معاطف األذن وقعر الصماخ، َّ فإن في بقائه إض ار اًر بالسمع. أما نتف اإلبط وحْلق العانة :فهي من األمور التي تطلبها ِّ السليمة ،وفيها الحفاظ طر َّ َّ الف َ َ على نظافة الجسم وعدم ِّ تفشي األمراض فيها ،كالقمل واألمراض الجلديَّة ،وفيها حفاظ على وح ْسن المظهر ،وإزالة ما ُي ِّنف ُر الفرد بين الناس. النظافة الشخصية ُ مما تميَّز بها المسلمون قديماً ،حيث كان العرب أما االستنجاء (انتقاص الماء) :فهي َّ َّ ورسخ يستنجون بالحجارة أو مما يجدونه في البريَّة من عظم أو روث الحيوانات ،فجاء اإلسالم َّ ثقافة النظافة ِّ ثم أمر باالستنجاء وغسل القبل والدبر بعد قضاء الحاجة ،وهي من الص َّحيةَّ ، شروط صحة الصالة التي تطلب من المسلم خمس مرات في اليوم ،ونهى اإلسالم عن االستنجاء ِّ بكل ما يستفاد منه في البيئة المحيطة كالعظم والنباتات التي تكون طعاماً عادة ،وجعل للحيواناتَّ ، ثم نهى اإلسالم عن االستنجاء باليد اليمنى ،التي تكون لألكل والشرب ً اليد اليسرى لالستنجاء ،وفي هذا األمر ثقافة صحيَّة عالية ،تتركز بالحفاظ على صحة الفرد ثم دخولها الجسم عن طريق اليد في الطعام. من انتقال بعض األمراض من األوساخَّ ، قص األظافر :من المعلوم لدى الناس َّ أن األظافر هي من األماكن التي تجتمع فيها أما ُّ َّ وخاصة ألصحاب المهن اليدويَّة ،فجاء األوساخ في اليد ،وال تذهب بالغسل العادي لليد، َّ ِّ لقص األظافر ،وتنظيفها عند الحاجة ،وليس كما يفعل بعض اإلسالم داعياً أفراده (ذكو اًر وإناثاً) 105 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi المسلمين اآلن من مخالفة السنة و ِّاتباع غير المسلمين في إطالة أظافرهم ،فمن سنن اإلسالم قص األظافر ،وسنن اإلسالم أولى ِّ باالتباع من سنن ومما أمر به النبي صلى هللا عليه وسلم َّ َّ ْ غير المسلمين. ومن خالل ما سبق في بعض السنن التي شرعها اإلسالم نرى مدى ترسيخ الثقافة ِّ الص َّحية ،ومدى حرص اإلسالم على حماية الفرد من األمراض ،كذلك إبعاد ما ُي ِّنفر الفرد في مجتمعه والعناية بمظهره ،وفي هذه السنن التي تكون أحياناً مطلب يومي َّ يتعدى خمس مرات في اليوم (كالمضمضة ،واالستنشاق ،واالستنثار ،والسواك) ،ومنها ما يكون مرة في اليوم وحْلق (كغسل البراجم) ،ومنها ما يكون في كل فترة مرة واحدة حسب الحاجة (كنتف اإلبطَ ، العانة ،وقص األظافر) ،ومنها ما يكون مرة واحدة في العمر (كالختان). غسل اليد قبل الطعام: ِّ ام َو ُه َو ُجُن ٌب تََو َّ َ ع ْن َع ِّائ َش َة أ َّ ضأَ ان ِّإ َذا أ ََرَاد أ ْ ول هللا صلى هللا عليه وسلم َك َ َن َرُس َ َن َي َن َ وضوءه لِّ َّ ِّ ْكل َغسل يدي ِّه ،وفي رواية عند أبي داود( :برَك ُة َّ وء الط َع ِّ لصالةَ ،وإِّ َذا أ ََرَاد أ ْ ام اْل ُو ُ َن َيأ ُ َ َ َ َ َ ْ ََ ُ ُ َُ ض ُ وء َب ْع َدهُ). َقْبَل ُه َواْل ُو ُ ض ُ وفي هذه األحاديث داللة على عناية اإلسالم بصحة الجسم ،وحمايته من األمراض التي تنتقل عن طريق اليد إلى الفم ،فال يدري المرء ما َعلِّ َق بيده قبل الطعام ،فجاء األمر النبوي بجعل غسل اليد َّ سنة يتبعها المسلم في حياته اليومية. المطلب الثاني :التثقيف الصحي على المستوى البيئي. جاءت عدة نصوص شرعية تدعو المسلمين بالحفاظ على ِّ الص َّحة المجتمعية والبيئة (إن اتَّبعوا أوامر اإلسالم) ،وينبغي على المحيطة بالناس ،فالمسلمون يتميَّزون بالنظافة ْ المجتمع المسلم أن يجعل البيئة المحيطة بهم مثاالً على الثقافة ِّ الص َّحية العلية التي َّ تعلموها من دينهم ،ومن هذه النصوص التي نقف معها: اص عن أَِّب ِّ ِّ ِّ يه َع ِّن النبي -صلى هللا عليه وسلم قال: عن َعام ُر ْب ُن َس ْعد ْب ِّن أَِّبى َوَّق ٍ َ ْ ِّ َّ ِّ ظاَف َة َك ِّر ِّ ِّ يف ُي ِّح ُّب َّ ود َف َن ِّظُفوا أ َُرُاه ِّ(إ َّن َّ الن َ َّللاَ َ يم ُيح ُّب اْل َك َرَم َج َو ٌاد ُيح ُّب اْل ُج َ طِّي ٌب ُيح ُّب الطِّي َب َنظ ٌ ٌ ِّ َقال أَْفِّن َيتَ ُكم والَ تَ َشب ِّ ِّ َّ اح ِّات ُك ْم، اء ُك ْم َو َس َ ُ َ ْ َ َّهوا باْل َي ُهود) ،وفي رواية أبي يعلى والبزار زاداَ( :ف َنظُفوا أَْف َن َ ِّ والَ تَ َشبَّهوا ِّباْل َيه ِّ اف في ُد ِّ ورَها). ود تَ ْج َم ُع األَ ْك َن َ ُ ُ َ 106 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi التبول في األماكن العامة ،أو تحت األشجار وفي الظل: منع ُّ َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلمَ -قال( :اتَُّقوا َّ َع ْن أَِّبي ُه َرْي َرَة أ َّ الل َّع َان ْي ِّنَ ،قاُلوا َو َما ول َّ َ َن َرُس َ ان يا رسول َّ ِّ َّ يق النَّ ِّ ط ِّر ِّ اس أ َْو ِّفى ِّظلِّ ِّه ْم). الَّ :الِّذي َيتَ َخَّلى ِّفى َ َّللا؟ َق َ الل َّع َان ِّ َ َ ُ َ قال القرطبي( :وجاء في الترمذي من حديث معاذ مرفوعاً( :اتقوا المالعن الثالث :البراز في الموارد ،وقارعة الطريق ،والظل بخرأة) ،وسميت هذه مالعن ألنها تجلب اللعن على فاعلها ألنه ضرر عظيم بالمسلمين؛ إذ ِّ العادي والشرعي؛ َّ يعرضهم للتنجيس ،ويمنعهم من حقوقهم في الماء واالستظالل وغير ذلك ،ويفهم من هذا :تحريم التخلِّي في كل موضع كان للمسلمين إليه حاجة ،كمجتمعاتهم ،وشجرهم المثمر ،وإن لم يكن له ظالل وغير ذلك). التبول في الماء الراكد الذي ال يجري: النهي عن ُّ َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم( -أََّنه نهى أَن يبال ِّفي اْلم ِّ الر ِّ ع ْن ج ِّاب ٍر ع ْن رس ِّ اكِّد)، ول َّ اء َّ َ َ ُ َ َ ْ َُ َ َ َ َُ وفي رواية أبي هريرة ع ِّن النبي -صلى هللا عليه وسلمَ -قال( :الَ يبوَل َّن أَحد ُكم ِّفي اْلم ِّ اء َّ الد ِّائ ِّم َ َُ َ َُ ْ َ ثُ َّم َي ْغتَ ِّس ُل ِّم ْن ُه). وفي الحديث دليل على حفظ ِّ العامة للمجتمع ،فربَّما يستعمله الناس لمصالحهم الص َّحة َّ الدينية أو الدنيوية ،وربما تَ ِّرُد عليه البهائم للشرب منه ،عدا عن جعل هذا الماء َم ْكرهة صحيَّة مما يجعله منبعاً لألمراض والقاذورات في البيئة ،كذلك في الحديث حماية في المرافق العامةَّ ، من نقل العدوى من األمراض التي تنتقل بالماء ،فربَّما يكون أحد األفراد مصاباً بمرض ُمعدي، (و َه َذا َّ الن ْهي ِّفي فينتقل لغيره بسبب ُّ تبوله في هذا الماء ،قال النووي في تعليقه على الحديثَ : بعض اْل ِّمياه لِّلتَّح ِّريمِّ ،وِّفي بعضها لِّْلكر ِّ ِّ ِّ ير ان اْل َماء َكِّث ًا اهةَ ،وُي ْؤ َخذ َذل َك م ْن ُح ْكم اْل َم ْسأََلةَ ،فِّإ ْن َك َ َ َ ْ َ ََ َ ْ َْ َ ِّ ِّ يه لِّمْفه ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ال ان َقلِّ ً وم اْل َحديثَ ،وَلك َّن ْاأل َْوَلى ا ْجت َنابهَ ،وإِّ ْن َك َ يال َج ِّارًيا َفَق ْد َق َ َج ِّارًيا َل ْم َي ْح ُرم اْل َب ْول ف َ ُ ِّ ِّ ِّ سه َعَلى اْل َم ْش ُهور ِّم ْن َم ْذ َهب َص َح َ ابناُ :ي ْك َره َواْل ُم ْختَار أَنَّ ُه َي ْح ُرم؛ ألََّن ُه ُيَقذرهُ َوُي َن ِّج ُ َج َم َ اعة م ْن أ ْ ِّ َّ ِّ ِّ له َم َع أََّن ُه َن ِّج ٌس). الشافعي َو َغ ْيرهَ ،وَي ُغر َغ ْيره َف َي ْستَ ْعم ُ الحجر ِّ الص َّحي في حال وجود مرض ُم ْعٍد: النِّب ُّي صلى هللا عليه وسلم( :الَ ُي ِّ ال َّ ض ورَد َّن ُم ْم ِّر ٌ عن أبي هريرة –رضي هللا عنهَ -ق َ عَلى م ِّ ص ٍح) ،وفي حديث آخر( :أُسام َة ْب َن َزْيٍد ُي َحِّد ُث س ْعداًَ ،ع ِّن َّ النِّب ِّي صلى هللا عليه وسلم َ َ َ َ ُ َقالِّ :إ َذا س ِّمعتُم ِّب َّ وها ،وإِّ َذا وَق َع ِّبأ َْر ٍ الط ُ ِّ ِّ ٍ ض َوأ َْنتُ ْم ِّب َها َفالَ تَ ْخ ُرُجوا ِّم ْن َها َفُقْل ُت َ اعون بأ َْرض َفالَ تَ ْد ُخُل َ َ َ َ ْ ْ ِّ ِّ ِّ ال َن َع ْم). أ َْن َت َسم ْعتَ ُه ُي َحد ُث َس ْعًداَ ،والَ ُي ْنك ُرهُ َق َ 107 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقد فهم كبار الصحابة هذا الفهم ،من خالل الحجر ِّ الص َّحي واالبتعاد عن العدوى في (نفر من وي َعُّد هذا من قدر هللا كما قال عمر بن الخطاب رضي هللا عنهُّ : األمراض المعديةُ ، اب -ر ِّ َن عمر بن اْلخ َّ ط ِّ قدر هللا إلى قدر هللا) ،فقد روى البخاري َع ْن َع ْبِّد هللاِّ ْب ِّن َعب ٍ ضي َّاس أ َّ ُ َ َ ْ َ َ َ َ ام حتَّى ِّإ َذا َكان ِّبسر َ ِّ َّ ِّ اح َّ َج َن ِّاد أبو ُع َب ْي َد َة ْب ُن اْل َج َّر ِّ اء األ ْ َ َْ َّللاُ َع ْن ُهَ -خ َرَج إَلى الش ِّ َ غ َلق َي ُه أ َ ُم َر ُ َن اْلوَباء َق ْد وَقع ِّبأ َْر ِّ َّ ال ْاب ُن َعب ٍ الُ :ع َم ُر ْادعُ لِّي ص َح ُاب ُهَ ،فأ ْ َّاسَ :فَق َ ض الشامَِّ ،ق َ َ َ َوأَ ْ َخ َب ُروهُ أ َّ َ َ اْلمه ِّ َن اْلوَباء َق ْد وَقع ِّب َّ ال الشامَِّ ،ف ْ استَ َش َارُه ْمَ ،وأ ْ ين األ ََّولِّ َ اج ِّر َ ينَ ،ف َد َع ُ اخَتَلُفوا َفَق َ َ َ َُ اه ْم َف ْ َخ َب َرُه ْم أ َّ َ َ ضهمَ :ق ْد َخرج َت ألَم ٍر ،والَ َنرى أ ْ ِّ ض ُهم :م َع َك َب ِّقَّي ُة َّ ِّ اب َْ َص َح ُ ْ َ َ َن تَ ْرج َع َع ْن ُهَ ،وَق َ الناس َوأ ْ َب ْع ُ ُ ْ ال َب ْع ُ ْ َ ول هللاِّ صلى هللا عليه وسلم ،والَ نرى أ ِّ ِّ رس ِّ الْ :ارتَِّف ُعوا َعِّني ،ثُ َّم َ ََ ْ َن تُْقد َم ُه ْم َعَلى َه َذا اْل َوَباءَ ،فَق َ َُ ِّ َقالْ :اد ُعوا ِّلي األ َْنصارَ ،ف َد َعوتُهمَ ،فاستَ َشارُهمَ ،فسَل ُكوا سِّبيل اْلمه ِّ اختالَِّف ِّه ْم، اخَتَلُفوا َك ْ ين َو ْ اج ِّر َ َ َ َ َ َُ َ ْ ُْ ْ َ ْ َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ش م ْن مه ِّ اه َنا م ْن م ْش َي َخة ُق َرْي ٍ اج َرِّة اْلَف ْت ِّح، الْ :ادعُ لي َم ْن َك َ ان َه ُ َُ الْ :ارتَف ُعوا َعني ،ثُ َّم َق َ َفَق َ َ ِّ ِّ ِّ َن تَ ْرِّج َع ِّبالنَّ ِّ اسَ ،والَ تُْقِّد َم ُه ْم َعَلى َه َذا َف َد َع ْوتُ ُه ْمَ ،فَل ْم َي ْخَتل ْف م ْن ُه ْم َعَل ْيه َرُجالَ ِّنَ ،فَقاُلواَ :ن َرى أ ْ ِّ َّ ِّ ِِّّ ِّ ِّ ظ ْه ٍر َفأ ِّ ال أبو ُع َب ْي َد َة ْب ُن صِّب ٌح َعَلى َ َصب ُحوا َعَل ْيهَ ،ق َ ْ اْل َوَباءَ ،ف َن َادى ُع َم ُر في الناس :إني ُم َ ِّ اح :أ َِّفر ا ِّ ال ُع َم ُرَ :ل ْو َغ ْي ُر َك َقاَل َها َيا أ ََبا ُع َب ْي َد َةَ ،ن َع ْم؛ َن ِّف ُّر ِّم ْن َق َد ِّر هللاِّ ِّإَلى اْل َج َّر ِّ َ ً ار م ْن َق َد ِّر هللا؟ َفَق َ ِّ ان؛ ِّإحداهما خ ِّ ُخ َرى َج ْد َب ٌة ،أََل ْي َس َق َد ِّر هللاِّ ،أ َأ ان َل َك ِّإِّب ٌل َه َب َ ص َب ٌةَ ،واأل ْ ط ْت َواد َياً َل ُه ُع ْد َوتَ ِّ ْ َ ُ َ َ َرَْي َت َل ْو َك َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ الر ْح َم ِّن اء َع ْبُد َّ ص َب َة َرَع ْيتَ َها بَق َد ِّر هللا؟ َوإِّ ْن َرَع ْي َت اْل َج ْد َب َة َرَع ْيتَ َها بَق َد ِّر هللا؟ َق َ إ ْن َرَع ْي َت اْل َخ ْ الَ :ف َج َ ض حاجِّت ِّهَ ،فَقالِّ :إ َّن ِّعنِّدي ِّفي ه َذا ِّعْلما؛ س ِّمعت رسول هللاِّ ٍ ِّ ِّ ْ ْب ُن َع ْوفَ ،وَك َ َ ان ُمتَ َغيًبا في َب ْع ِّ َ َ ً َ ْ ُ َُ َ َ ض َفالَ تَْق َدموا َعَل ْي ِّه ،وإِّ َذا وَق َع ِّبأ َْر ٍ ولِّ :إ َذا س ِّم ْعتُم ِّب ِّه ِّبأ َْر ٍ ض َوأ َْنتُ ْم ِّب َها َفالَ صلى هللا عليه وسلم َيُق ُ َ َ َ ْ ُ تَ ْخرجوا ِّفر ا ِّ ف. ال َف َح ِّم َد َّ ص َر َ ُُ ًَ ار م ْن ُه َق َ َّللاَ ُع َم ُر ثُ َّم ْان َ النهي عن ال ُّ تنفس في اإلناء أو النفخ فيه: اإلن ِّ ِّ َن َّ َع ْن أَِّبى َقتَ َادةَ أ َّ اء) ،وفي رواية َن َيتََنَّف َس في ِّ َ النِّب َّى -صلى هللا عليه وسلمَ - (ن َهى أ ْ اء أَو ينَفخ ِّف ِّ ابن عباس َقال( :نهى رسول َّ ِّ َن ُيتََنَّفس ِّفي ِّ يه). اإل َن ِّ ْ ُ ْ َ َّللا -صلى هللا عليه وسلم -أ ْ َ َ ََ َ ُ ُ وجاء النهي عن التنفس في اإلناء أو النفخ فيه لعدة أسباب ،منها :لعدم انتقال األمراض عن طريق الجهاز التنفسي في األطعمة ،ومنها تغيُّر الطعام من النَّفس ،فربما يقع فيه شيء ِّ المتنفس في الطعام ،أو تغيُّر رائحة الطعام من َنَفس النافخ لوجود رائحة في من فم النافخ أو نفسه ،وانتقالها في المكان الذي يجلس فيه مع غيره ،وفيه من الذوق الذي ال يحبُّه الناس فيما بينهم ،قال ابن حجر في الفتح( :وجاء في النهي عن النفخ في اإلناء عدة أحاديث ،وكذا النهي عن التنفس في اإلناءَّ ، ألنه ربما حصل له تغير من النفس ،إما لكون المتنفس كان متغير الفم 108 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi بمأكول مثالً ،أو لبعد عهده بالسواك والمضمضة ،أو َّ ألن النفس يصعد ببخار المعدة ،والنفخ في هذه األحوال كلها ُّ أشد من التنفس). تغطية اآلنية واألطباق قبل النوم: َّللاِّ عن ج ِّاب ٍر ر ِّ النِّب ِّي صلى هللا عليه وسلم َقال( :ع ْن ج ِّاب ٍر ع ْن رس ِّ َّللاُ َع ْن ُه َع ِّن َّ ول َّ ضي َّ َ َ َ َ َُ َْ َ َ َ ِّ ِّ َغلُِّقوا اْلباب ،وأَ ْ ِّ ُّ ِّ اج اءَ ،وأ ْ طفُئوا الس َر َ صلى هللا عليه وسلم -أَنَّ ُه َق ََ َ َ اءَ ،وأ َْوُكوا السَق َ الَ :غطوا اإل َن َ َّ ِّ َفِّإ َّن َّ ِّ ان الَ َيح ُّل ِّسَقاء والَ َيْفتَ ُح َباباً ،والَ َي ْك ِّش ُ ِّ ض الش ْي َ َحُد ُك ْم ِّإال أ ْ طَ َن َي ْع ُر َ اءَ ،فإ ْن َل ْم َيج ْد أ َ ُ َ ً َ ف إ َن ً عَلى ِّإن ِّائ ِّه عودا ،وي ْذكر اسم َّ ِّ ِّ َه ِّل اْل َب ْي ِّت َب ْيتَ ُه ْم) ،وفي َ َّللا َفْل َيْف َع ْلَ ،فِّإ َّن اْلُف َوْيسَق َة تُ ْ ض ِّرُم َعَلى أ ْ َ ُ ً َ َ َُ ْ َ صبيان ُكمَ ،فِّإ َّن َّ ِّ ُّ ِّ َّ َّ ِّ ِّ ين تَ ْنتَ ِّش ُر ِّح َينِّئٍذ الش َياط َ استَ ْج َن َح اللْيل ،أ َْو َك َ رواية( :إ َذا ْ ان ُج ْن ُح اللْيل َ -ف ُكفوا ْ َ َ ْ ط ِّفئ ِّمصباحك وا ْذك ِّر اسم هللاِّ ِّ ِّ ِّ ِّ اء َفحُّلوهم وأ ْ ِّ َفِّإ َذا َذ َه َب َس َ َغل ْق َب َاب َك َوا ْذ ُك ِّر ْ اع ٌة م َن اْلع َش ُ ُ ْ َ اس َم هللا َوأَ ْ ْ ْ َ َ َ َ ُ ْ َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ض َعَل ْي ِّه َش ْيًئا). اس َم هللا َوَل ْو تَ ْع ُر ُ اء َك َوا ْذ ُك ِّر ْ اء َك َوا ْذ ُك ِّر ْ اس َم هللا َو َخم ْر إ َن َ َوأ َْوك سَق َ ِّ الصحي العاليَّ ، فإن وفي هذا الحديث داللة واضحة على الحرص النبوي ،والتثقيف كثي اًر من القوارض التي تنتشر في الليل وتحمل األمراض ِّ تهدُد حياة اإلنسان ،ومن خالل هذا صح ِّة المجتمع، التدبير والتثقيف النبوي يتبيَّن مدى حرص النبي صلى هللا عليه وسلم على َّ وحفظ األطعمة التي تكون في المطبخ ،فالمسلم يحرص على نظافة طعامه وشرابه ،عدا عن تجد كثي اًر من المجتمع المسلم المثالي تطبيق السنة النبوية التي هي وحي من هللا تعالى ،ولهذا ُ ٌ قليل األمراض انطالقاً من تطبيقه لألوامر النبوية. وضع اليد على الفم عند العطاس (الكمامات): عن أبي هريرة :أن النبي صلى هللا عليه و سلم كان إذا عطس غطى وجهه بيده أو بثوبه وغض بها صوته. وفي الحديث داللة واضحة على حفظ المجتمع من انتقال األمراض ،وذلك من خالل منع انتقال الرذاذ إلى الجالسين ،واحتماليَّة انتقال بعض األمراض التي ثبت َّأنها تنتقل الكمامات حال الخوف من انتقال بالعطاس ورذاذه ،وكذلك بالنََّفس ،وفيه داللة على جواز لبس َّ بعض األمراض عن طريق النفس والعطاس ،أو ما يقوم مقامها لمنع انتقال الرذاذ إلى المكان المحيط بالمريض. التوصية بالمضادات والترياق: جاء في عدة أحاديث نبوية إشارات على الترياق والما يقوم مقامه كالمضاد الحيوي والمطعوم في عصرنا الحديث ،كالوصية بأكل العجوة صباحا ،كذلك العسل والحبة السوداء، 109 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi اص عن أَِّب ِّ ِّ ِّ يه َع ِّن النبي -صلى هللا ونذكر من هذه األحاديثَ :ع ْن َعام ِّر ْب ِّن َس ْعد ْب ِّن أَِّبى َوَّق ٍ َ ْ ِّ ض ُّرهُ َذلِّ َك اْل َي ْوَم َس ٌّم َوالَ ِّس ْحٌر) ،وفي رواية َّح َس ْب َع تَ َم َرات َع ْج َوٍة َل ْم َي ُ صب َ عليه وسلمَ -ق َ (م ْن تَ َ الَ : مسلم أول الباب زيادة (حتى يمسي) أي كأن هذا الترياق فعال لمدة 12ساعة تقريباً ،وفي َن رسول َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ اء َّللا -صلى هللا عليه وسلمَ -ق َ رواية مسلم َع ْن َعائ َش َة أ َّ َ ُ َ ال( :إ َّن فى َع ْج َوة اْل َعال َية شَف ً ِّ السم نص على الترياق ،وهو ما يستعمل لدفع ِّ اق أ ََّو َل اْلُب ْك َ ِّرة) ،وفي هذه االحاديث ٌّ أ َْو ِّإَّن َها ت ْرَي ٌ وحفظ الجسم منه ،كالمضاد الحيوي اآلن ،كذلك أثبتت الدراسات في خواص العسل والحبة السوداء ما يثبت أنها من المضادات الحيوية ،والمقوية لجهاز المناعة في الجسم ،وفيه داللة نبوية الستخدام ما يحمي الجسم من المضادات التي ليس فيها ضرر للجسم ،وما زالت الدراسات تثبت صحية ذلك في كل عام. جدول ِّ يبي ُن أسماء بعض األمراض وكيفية انتقالها: اسم المرض الع ْدوى. طريقة اال نتقال و َ التفوئيد الملوث الطعام والشراب َّ إلتهاب ()A/E الكبد َّقلة َّ النظافة الشخصية (مالمسة براز المريض، انتقال العدوى من خالل اليد والمالمسة في حال عدم نظافته). االنفلون از بأنواعها (الخنازير، الطيور، الشتاء، كورونا) التنفس والرذاذ من العطاس وا ُّللعاب. المالريا الدم ،ولدغ الحشرات الناقلة للمرض. السحايا الرذاذ. اإليدز ،الزهري، نقل الدم ،االتصال الجنسي ،دم األم للجنين عن الكبد الدم الملوث من المريض ،السوائل الناتجة من السفلس إلتهاب طريق المشيمة. 110 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi B/C/D إيبوال الجسم ،االتصال الجنسي ،المشيمة للجنين مالمسة دم األنسان المريض أو الحيوان المريض ،أو أي سائل يخرج من الجسم للمريض. المبحث الثاني :الدواء والمداواة في اإلسالم. أن ِّ لكل داء دواء. المطلب األول :الحث على المداواة و َّ ِّ الطب ،وكان أهل البادية يعرفون األمور الطبية كان العرب قبل اإلسالم ممن برع في واألعشاب البرية وفوائدها ،وذلك لحاجتهم لها في حياتهم اليومية ،وهذا ما تتناقله األجيال التي تكون قريبة من الحياة البدويَّة ،أو الحياة القرويَّة ،فيعرف الجميع خصائص بعض َّ النباتات َّ ثم جاء اإلسالم ِّ ليعزز هذه الثقافة لدى الحْلبة وغيرها مما تتناقله األجيالَّ ، كالزعتر والنعناع و ُ وج ْعلِّها كعقيدة ووحي جاء عن النبي صلى هللا عليه وسلم ،وتصحيح بعض المفاهيم األفرادَ ، الخاطئة ،حول بعض العادات التي كان يمارسها ويتداوى بها الناس كما سيأتي معنا. لكل مرض ،وهو من باب وفي باب الحث على التداوي شرع اإلسالم البحث عن الدواء َّ عدة أحاديث ُّ األخذ باألسباب ،والتوكل على هللا ،فقد جاءت َّ تحث على التداوي والبحث عن عالج هذه األدواء ،مع التوكل على هللا وطلب الشفاء منه ،ونقف هنا مع بعض هذه األحاديث تحث على التداوي وحفظ ِّ التي ُّ الص َّحة ،منها: ِّ َّللا َع ْن ُهَ ،ع ِّن َِّّ ِّ (ما أ َْن َزَل َّ َّللاُ النب ِّي صلى هللا عليه وسلم َق َ َ ع ْن أَبي ُه َرْي َرَةَ ،رض َي َّ ُ الَ : ِّ د ِّ َّ اء). اء إال أ َْن َزَل َل ُه شَف ً َ ً عن زياد بن عالقة عن أسامة بن شريك قال :قالت األعراب يا رسول هللا أال نتداوى؟ قال :نعم يا عباد هللا تداووا َّ فإن هللا لم يضع داء إال وضع له شفاء أو قال دواء إال داء واحد قالوا يا رسول هللا وما هو؟ قال الهرم). وروى اإلمام أحمد وغيره عن النبي صلى هللا عليه وسلم قوله( :ما أنزل هللا داء ،إال قد أنزل له شفاء ،علمه من علمه ،و جهله من جهله). (إن هللا لم ينزل داء أو لم يخلق داء إال أنزل أو خلق له دواء ،علمه من علمه و جهله من جهله إال السام ،قالوا :يا رسول هللا و ما السام ؟ قال :الموت). 111 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ( في الحبة السوداء شفاء من كل داء إال السام ،).وفي رواية الترمذي (عليكم بهذه الحبة السوداء ،فإن فيها شفاء من كل داء ،إال السام). روى أنس بن مالك عن النبي صلى هللا عليه وسلم قال( :إن هللا عز وجل حيث خلق الداء خلق الدواء فتداووا). وغيرها من األحاديث التي ذكرها العلماء في كتبهم في خو ِّ اص بعض العادات ،وبعض النباتات. وقد ذكر ابن حجر في شرحه لبداية كتاب الطب في صحيح البخاري َّ أن الطب نوعان: طب جسد ،وهو المراد هنا. ُّ خاصة بما جاء به الرسول عليه الصالة و السالم عن ربه ُّ وطب قلب ،ومعالجته َّ سبحانه وتعالى. طب الجسد فمنه ما جاء في المنقول عنه صلى هللا عليه و سلم ،ومنه ما جاء عن أما ُّ و َّ ثم هو نوعان :نوع ال يحتاج إلى فكر ونظر ،بل فطر هللا على غيره ،وغالبه راجع إلى التجربةَّ ، معرفته الحيوانات ،مثل :ما يدفع الجوع والعطش. ونوع يحتاج إلى الفكر والنظر ،كدفع ما يحدث في البدن مما يخرجه عن االعتدال، إما إلى ح اررة أو برودة ،وكل منهما إما إلى رطوبة أو يبوسة أو إلى ما يتركب منهما، وهو َّ وغالب ما يقاوم الواحد منهما بضده. إما قبل المرض فالطبيب الحاذق الماهر هو الذي يسعى في إبعاد ما ُّ يضر بالبدنَّ ، كالتثقيف ِّ الص َّحي والوقاية ،أو بعد المرض. الحمية والتثقيف ِّ ِّ الصحي ،فأشار ابن القيم وقد التفت علماء الحديث من قبل إلى مسألة ْ لذلك في كتابه في ِّ وصرح بذلك ابن حجر العسقالني في بداية شرح كتاب الطب الطب النبوي، َّ ِّ للبخاري ،فذكر ابن حجر َّ عام يدور حول ثالثة أشياء ،وذكر َّأولها أن مدار الطب بشكل ٍ الص َّحي وحفظ ِّ التثقيف ِّ الص َّحة ،وقد جاءت في اإلسالم هذه األشياء الثالثة: فقال( :ومدار ذلك على المادة الفاسدة ،وقد أشير إلى يضا أ َْو َعَلى َسَف ٍر َف ِّعَّدةٌ ِّم ْن َم ِّر ً ثالثة أشياء :حفظ ِّ الص َّحة ،واالحتماء عن المؤذي ،واستفراغ ان ِّم ْن ُك ْم الثالثة في القرآن ،فاألول :من قوله تعالى (َف َم ْن َك َ ُخ َر) (البقرة ،)184:وذلك َّ أن السفر مظنة النصب ،وهو أَيَّا ٍم أ َ 112 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi غيرات ِّ من م ِّ الص َّحة ،فإذا وقع فيه الصيام ازداد فأُبيح الفطر ،إبقاء على الجسد ،وكذا القول في ُ المرض. (وَال تَْقُتُلوا أ َْنُف َس ُك ْم) (النساء )29:فإنه استنبط منه الثاني وهو الحمية ،من قوله تعالى َ جواز التيمم عند خوف استعمال الماء البارد. والثالث من قوله تعالى (أ َْو ِّب ِّه أَ ًذى ِّم ْن َأر ِّْس ِّه َف ِّف ْد َي ٌة) (البقرة )196:فإنه أشير بذلك إلى جواز حلق الرأس الذي ُمنع منه المحرم؛ الستفراغ األذى الحاصل من البخار المحتقن في الرأس ،وأخرج مالك في الموطأ عن زيد بن أسلم مرسالً إن النبي صلى هللا عليه وسلم قال ِّ الطب خير؟ قال :أنزل الداء الذي أنزل الدواء). أطب؟ قاال يا رسول هللا :وفي لرجلين :أيُّكما ُّ الد َواء َّالِّذي أ َْن َزَل َّ َّللا َعَل ْي ِّه َو َسلَّم( :أ َْن َزَل َّ الداء) َه َذا ِّإ ْع َالم َل ُه ْم، صلَّى َّ وقال النوويَ( :ق ْوله َ َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ اش َرِّة َم ْخلُوَقات ْاأل َْرض ِّم ْن َداء ين ِّب ُم َب َ َوإِّ ْذن فيهَ ،وَق ْد َي ُكون اْل ُم َراد ِّبِّإ ْن َزاله ِّإ ْن َزال اْل َم َالئ َكة اْل ُم َوَّكل َ ِّ ِّ ِّ طة ِّم ْح َجم أ َْو َش ْرَبة َع َسل أ َْو صلَّى َّ (ش ْر َ َّللا َعَل ْيه َو َسَّل َمَ : َوَد َواءَ ،وَذ َك َر َب ْعض ْاألَطبَّاء في َق ْوله َ ِّ َعَلم). ض ُروب اْل ُم َعاَفاة َو َّ َّللاُ أ ْ َل ْذ َعة ِّب َن ٍار) أََّن ُه ِّإ َش َارة ِّإَلى َجميع ُ ومما سبق يتَّضح لنا مدى اهتمام اإلسالم ِّ بالص َّحة العامة ألفراد المجتمع ،وذلك من َّ ِّ مرض ،فالمسلم يسعى ألن إن َّ خالل تثقيفهم َّأوالً ،ثم حثهم على طلب الدواء والعالج ْ ألم بهم ٌ إن َّ قدر هللا ووقع به مرض؛ سارع إلى األخذ باألسباب يكون صحيحاً سليماً من كل مرض ،و ْ وطلب التداوي ،وذلك عمالً باألوامر َّ النبوية ,فالمؤمن القوي أحب إلى هللا من المؤمن ُّ الضعيف ،وفي ٍ كل خير. المطلب الثاني :تجريد الطب من الشعوذة والدجل. سعى اإلسالم إلى ترسيخ المفاهيم ِّ الص َّحيحة في مستويات حياة الفرد َّ كافة ،فبدأ ثم الدنيوية ،وسعى اإلسالم إلى حفظ أفراد المجتمع من السير وراء ِّ أي وه ٍم بالمفاهيم الدينيةَّ ، ينجر إليه الفرد ،ففي ِّ يستغل كل زمان ومكان يوجد من أصحاب النفوس الضعيفة من ربما ُّ ُّ ماسة إلى العون والعالج كالمرضى الذين يبحثون عن حاجة الناس، وخاصة ممن هم بحاجة َّ َّ الك َّهان عالج ،وكان من أصحاب هذه النفوس المريضة التي ُّ تستغل حاجة الناس هم ُ والمشعوذين ،الذين يأكلون أموال الناس بالباطل ،وهذا األمر عرفه الناس قبل اإلسالم ،فجاء اإلسالم َّ وحذر من التعاطي مع مثل هؤالء المشعوذين الذين َّيدعون معرفة الطب دون دليل أو الطب قبل اإلسالم عند المجتمعات َّ كافة يختلط بالكهانة والشعوذة كالطب خبرة علميَّة ،وكان ُّ عند المصريين والبابليين والصينيين والعرب ،فعندما جاء النبي صلى هللا عليه وسلم ورأى هذا 113 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ِّ ِّ ِّ ك) ،والرقية هنا ما يق أر على ْس ِّب ُّ ضوا َعَل َّى ُرَق ُ الرَقى َما َل ْم َي ُك ْن فيه ش ْر ٌ (اع ِّر ُ األمر قالْ : اك ْم الَ َبأ َ المريض من أدعية وكالم لشفائه ،وهو مما يعرفه العرب قبل اإلسالم ،وكذلك جميع األديان، قال ابن حجر( :وقد أجمعوا على جواز الرقى بشروط ثالثة :أن يكون بكالمه تعالى أو أسمائه أو صفاته ،وأن يكون بالعربي أو بما يعرف معناه ،وأن يعتقد أن الرقية ال تؤثر بذاتها بل بتقديره تعالى). ومن خالل الرقية ربَّما يدخل فيها ما ليس بصحيح ،أو ما يكون مخالفاً لإلسالم ،أو من الطب وهو بالمشعوذ ،ونشر موقع (رسالة اإلسالم) الذي يشرف عليه الدكتور عبد َّيدعي معرفة َّ العزيز الفوزان ،في دراسة للموقع ،حيث أشارت إلى أن حجم اإلنفاق على األعمال الخرافية من دجل وشعوذة في العالم العربي بلغ 10مليار دوالر سنوياً ،و َّ أن العالم العربي به أكثر من ربع مليون مشعوذ ودجال. ونهى النبي صلى هللا عليه وسلم عن مثل هذه األعمال وبيَّن أنها من الشرك والشعوذة، الرَقى فعن عبد هللا بن مسعود رضي هللا عنه قال :قال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم(ِّ :إ َّن ُّ التوَل َة ِّشركَ ،قاَلتُ :قْلت :لِّم تُقول ه َذا و َّ ِّ ِّ ِّ َّ ِّ ِّ ِّ ف ِّإَلى ْ ٌْ ف َوُك ْن ُت أَ ْخَتل ُ َّللا َلَق ْد َك َان ْت َع ْيني تَْقذ ُ ُ َ َ ُ َ َ َوالت َمائ َم َو َ ِّ َّللاِّ ِّإَّنما َذ ِّ اك َعمل َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ط ِّ ان َي ْن َخ ُس َها الش ْي َ ان َك َ َُ ُفالَ ٍن اْل َي ُهودى َي ْرِّقيني َفإ َذا َرَقاني َس َك َن ْتَ .فَق َ ال َع ْبُد َّ َ ِّ ِّ ِّ ِّ َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم- اها َك َّ ول َّ ان َي ْكفيك أ ْ َن تَُقولِّي َك َما َك َ ف َع ْن َها ِّإَّن َما َك َ ِّب َيده َفِّإ َذا َرَق َ ان َرُس ُ ِّ َّ ِّ ِّ َّ ِّ اس ْ ِّ ِّ ِّ الن ِّ اس َر َّب َّ اء الَ ُي َغ ِّاد ُر َسَقماً). اء ِّإال شَف ُ ول ( أَ ْذهب اْل َب َ َيُق ُ اؤ َك شَف ً اشف أ َْن َت الشافي الَ شَف َ فبيَّن النبي صلى هللا لعيه وسلم مدى كذب المشعوذين ،وأخبر الطريق ِّ الص َّحيح ،قال الرَقى ِّمن ِّ الش ْرك " َوِّفي (وِّفي اْل َحِّديث " التَّ َم ِّائم َو ُّ ْ صاحب (عون المعبود) في شرحه للحديثَ : ِّ الدواء و ِّ َّ ِّ ِّ ن َّ َّ الشَفاء َوإَِّّن َما يم ًة َف َال أَتَ َّم َّ َحديث َ ام َّ َ َ آخر " َم ْن َعل َق تَم َ َّللاُ َل ُه " َكأَن ُه ْم َك ُانوا َي ْعتَقُدو َ أَن َها تَ َم ُ ِّ ِّ ِّ َّللا َّالِّذي طَلُبوا َد ْفع ْاألَ َذى ِّم ْن َغ ْير َّ وبة َعَل ْي ِّه ْم َو َ َج َعَل َها ش ْرًكا ألََّن ُه ْم أ ََرُادوا ِّب َها َد ْفع اْل َمَقادير اْل َم ْكتُ َ ُه َو َد ِّافعه ِّا ْنتَ َهى). ظ ُّن العالج فيه، وقد نهى النبي صلى هللا عليه وسلم عن التداوي بحرام ،حتى وإن كان ُي َ فعن أَِّبى َّ ِّ َّ َّ اء َو َج َع َل َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم(ِّ :-إ َّن َّ ول َّ َْ ال َرُس ُ الَ :ق َ الد ْرَداء َق َ اء َوالد َو َ َّللاَ أ َْن َزَل الد َ ِّ ِّ ٍ اء َفتََد َاوْواَ ،والَ تََد َاوْوا ِّب َح َارمٍ). ل ُكل َداء َد َو ً 114 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi المطلب الثالث :اختيار الطبيب الحاذق الماهر. أمر اإلسالم المجتمع المسلم بترك ما ال يعلمون ،وعدم ِّادعاء ما ال يعلمون فقال تعالى: ِّ ان َع ْن ُه َم ْسُئوًال) ف َما َل ْي َس َل َك ِّب ِّه ِّعْل ٌم ِّإ َّن َّ ص َر َواْلُف َؤ َاد ُك ُّل أُوَلئ َك َك َ (وَال تَْق ُ َ الس ْم َع َواْل َب َ (اإلسراء.)36: ودعا المسلمين للبحث عن الشخص الماهر في عمله ،االمين في صنعته ،فقال تعالى اهما يا أَب ِّت استَأ ِّ ْج ْرهُ ِّإ َّن َخ ْي َر َم ِّن ِّإ ْح َد ُ َ َ َ ْ ال على لسان يوسف عليه السالمَ( :ق َ ِّ وموجهاً على لسان ابنة الرجل الصالحَ( :قاَل ْت مخب اًر ِّ ين) (القصص ،)26:وقال تعالى ْج ْر َت اْلَق ِّو ُّي ْاألَم ُ استَأ َ ْ ض ِّإِّني ح ِّفي ٌ ِّ اج َعْلِّني َعَلى َخ َزِّائ ِّن ْاأل َْر ِّ يم) (يوسف ،)55:وفي اآليات توجيه ربَّاني باختيار ْ َ ظ َعل ٌ القوي العارف بصنعته ،واألمين على هذه الصنعة وما يتبعها من تبعات ،وعليم بها ماهر بإدارتها وحسن التصرف فيها. وأخرج مالك في الموطأ عن زيد بن أسلم مرسالً إن النبي صلى هللا عليه و سلم قال َن رسول َّ ِّ الط ِّب خير يا رسول َّ ِّ ط ُّب ؟ َفَقاالَ :أَو ِّفي ِّ ال: ُّك َما أَ َ لرجلين :أَي ُ َّللا ? َق َ َّللا ؟ َف َزَع َم َزْيٌد أ َّ َ ُ َ َ ٌْ َ َ ُ َ َ الدو َّ ِّ َّ اء. اء ،الذي أ َْن َزَل األ َْد َو َ أ َْن َزَل َ َ وتأتي اختيار أهل الكفاءة في شؤون الحياة َّ أهم األمور التي كافة ،الدينية والدنيوية ،ومن ِّ ِّ الطب يحفظ الجسم الذي هو من يجب على الفرد اختيار األكفأ فيها هي األمور الطبية ،ففي الضرورات الخمس في االسالم وهو(حفظ النفس) ،فمن يباشر مهنة الطب بغير علم؛ في ِّ الطب لكسب المال ،وقد جعل اإلسالم على األغلب يجني على الناس بجهله ،و ِّادعائه لمهنة الطب وهو ليس من أهله من َّادعى َّ (م ْن رسول هللا صلى هللا عليه وسلمَ : َّ أن عليه الضمان فيما تسبَّب به من أذى للمريض ،فقال طبَّب والَ يعَلم ِّم ْنه ِّط ٌّب َفهو ض ِّ ام ٌن). َُ َ تَ َ َ َ ُ ْ ُ ُ يدل على ُّ تكلف الشيء، أي من تعاطى الطب ولم يسبق له تجربة ،ولفظ ُّ التفع ِّل ُّ لتهوره والدخول فيه بكلفة ككونه ليس من أهله (فهو ضامن) لمن طبَّه ،بالدية إن مات بسببهُّ ، ِّ الطب ،بأخذه عن أهله من اهل العلم أما من سبق له تجربة وإتقان لعلم بإقدامه على ما يقتل ،و َّ فطب وبذل الجهد دون تقصير فال ضمان عليه. وحاز على ما يثبت ذلكَّ ، قال الخطابي( :ال أعلم خالفاً في المعالج إذا َّ تعدى ،فتلف المريض كان ضامناً، والمتعاطي علماً أو عمالً ال يعرفه متعدي ،فإذا تولد من فعله التلف ضمن الدية ،وسقط عنه عامة الفقهاء على القود ألنه ال يستبد بذلك دون إذن المريض ،وجناية الطبيب في قول َّ عاقلته). 115 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ِّ الطب ،وهذا ولفظ الحديث جاء بصيغة العموم ،لكل من َّادعى نوعاً من أنواع العالج أو طب ،وصفه أو قوله، يشمل جميع أنواع األطباء والمعالجين ،قال المناوي( :وشمل الخبر من َّ الكحال ،وبمراهمه وهو الجرائحي ،وبموساه وهو وهو ما يخص باسم الطبائعي ،وبمروده وهو َّ الخاتن ،وبريشته وهو الفاصد ،وبمحاجمه وشرطه وهو الحجام ،وبخلعه ووصله ورباطه وهو المجبر ،وبمكواته وناره وهو الكواء ،وبقربته وهو الحاقن ،فاسم الطبيب يشمل الكل، وتخصيصه ببعض األنواع ُعرف حادث). من هنا نرى مدى عناية اإلسالم بمبدأ اختيار الطبيب الماهر في عمله ،األمين في ِّ المقصر في استخدام هذه المهنة ،فلقد نهى القرآن الكريم عن إلقاء النفس في مهنته ،ومحاسبة ِّ َح ِّسُنوا) (البقرة ،)195:ونهى النبي صلى (وَال ُتْلُقوا ِّبأ َْيِّد ُ يك ْم ِّإَلى التَّ ْهُل َكة َوأ ْ الهالك فقال تعالىَ : ِّ صَّلى هللا هللا عليه وسلم عن جلب الضرر للنفس ،أو التسبب في جلبه لآلخرين فقال َرُس َ ول هللا َ علي ِّه وسلَّم( :أَن الَ ضرر والَ ِّ ض َرَار). َْ َ َ ْ َ ََ َ فاإلسالم دين شامل لنواحي الحياة َّ كافة ،فيه الخير للفرد وللمجتمع ،ولسائر األرض، فمن تبع هدى هللا فلن يضل أو يشقى ،فيحفظ في دنياه صحيحاً معافى ،سعيد النفس سليم البدن ،وفي آخرته سعيداً راضياً. وصلى هللا على سيدنا محمد وعلى آله وصحبه وسلم ،فما أصبنا فمن هللا وحده التوفيق، وما أخطأنا فمن أنفسنا وتقصيرنا ،نسأله سبحانه وتعالى القبول. الخاتمة أهم النتائج: وفيها ُّ الحمد هلل ِّ رب العالمين والصالة والسالم على المبعوث رحمة للعاملين ،وبعد؛ تتلخص أهم نتائج البحث بما يأتي: ُّ اهتم اإلسالم بتعزيز الثقافة الصحيَّة بأفراده َّ كافة دون تمييز بين ذكر أو أنثى ،صغير َّ اهتم بصحة الطفل الوليد. أو كبير ،بل َّ الس ْبق في عدة أمور في زمانه إلى زماننا ،منها :الحجر كان للطب النبوي قصب َّ لألصحاء الحتمالية الصحي للمرض المعدي الخطير ،ليس فقط للمرضى في ذلك المكان ،وإنما َّ يسمى دور الحضانة في الجسم للمرض ،أو أن يكون الشخص ذا مناعة حملهم للعدوى فيما َّ للمرضَّ ، ولكنه قد ينقله لشخص ذا مناعة أقل. 116 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi َّ إن عناية اإلسالم بالتثقيف الصحي كان أكبر من إيجاد العالج ،كون الوقاية أسهل أما العالج فقد أوجد اإلسالم بعض األمثلة من إيجاد العالج ،كذلك أقل كلفة وأسهل لألفرادَّ ، لذلك. َّ حث اإلسالم على التداوي وطلب العالج ،وجعل ذلك من األخذ باألسباب ومن التوكل على هللا تعالى. بصحة الفرد والبيئة ونظافتهما ،ومن ذلك نظافة البدن واأليدي اعتنى اإلسالم َّ واألسنان واألظافر والشعر ،ونظافة الملبس ونظافة الطعام والشراب ،ونظافة الشوارع والبيوت والمدن ،ونظافة المياه كاألنهار واآلبار. لمعدية ،وتشمل الحجر الصحي ،وعزل وضع اإلسالم قواعد لمنع األمراض ا ُ المريض ،وعدم الدخول على الوباء ،وعدم الفرار منه ،االستعانة بالطب والدواء ،والتطعيم في الوقاية والعالج. الضارة أمر اإلسالم بسالمة الغذاء وأشاع الثقافة الصحية الغذائية ،فقد منع األغذية َّ وشجع أكل اللحوم بالصحة ،كالميتة والدم ولحم الخنزير والمخدرات ،ومن األشربة منع الخمرَّ ، وشجع على أكل ما له قيمة غذائية ،إلى جانب اء لحم البر والبحر ،وكل مشتقات اللحوم، َّ سو ً اهتم اإلسالم أيضاً بنظام الغذاء :كمنع اإلسراف في األكل ،واألكل االهتمام بنوعية الغذاء ،و َّ دون جوع ،واألكل حتى التخمة. بالصحة الجنسيَّة ،كتحريم الزنا واللواط والعادة السرية ،ومنع إتيان أهتم اإلسالم َّ َّ النساء في المحيض وفي الدبر ،وأمر بالغسل بعد المحيض للنساء ،وبعد الجماع للزوجين. الصحة النفسيَّة والعقليَّة ،وهي تعاليم لمنع اشتمل أيضاً التثقيف الصحي على جانب َّ أسباب التوتر العصبي ،وذلك باألمر باإليمان باهلل وقدره ،الصبر على الشدة والمحنة والمصيبة والمرض ،تحريم اليأس واالنتحار ،األمر بتعاون الناس وتراحمهم لتخفيف أعباء الحياة ،ثم منع كل بؤر التوتر في المجتمع كالمقامرة والربا ،والمضاربة واللهو غير البريء ،والضجة. ِّ بالحث على الجهاد وتعلم طرقه ،والعمل اليدوي شجع اإلسالم على اللياقة البدنية، َّ الخمول. والحركة ،تشجيع األلعاب الرياضية ،والسباق بأنواعه ،كذلك نهى عن ُّ الس ْمنة و ُ 117 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi قائمة المصادر والمراجع: ابن أبي شيبة ،أبو بكر عبد هللا بن محمد بن أبي شيبة ،المصنف ،مكتبة الرشد، الرياض ،ط أولى1409 ،م. األلباني ،محمد ناصر الدين ،السلسلة الصحيحة ،ط ،1دار المعارف ،الرياض، 1992م. ،___ صحيح وضعيف الجامع الصغير وزيادته ،المكتب اإلسالمي ،د.ط ،د.ت. البخاري ،محمد بن إسماعيل البخاري ،الجامع الصحيح ،تحقيق :مصطفى البغا ،دار ابن كثير ،بيروت ،ط الثالثة1407 ،هـ1987 ،م. البزار ،أبو بكر أحمد بن عمرو ،البحر الزخار (المسند) ،مكتبة العلوم والحكم - المدينة المنورة ،تحقيق محفوظ الرحمن زين هللا وآخرون ،ط األولى ( ،الطبعة بدأت 1988م ، وانتهت 2009م). الترمذي ،محمد بن عيسى ،السنن ،تحقيق :أحمد محمد شاكر وآخرون ،دار إحياء التراث العربي –بيروت ،د.ط ،د.ت. ابن الجوزي ،أبو الفرج عبدالرحمن بن علي ،غريب الحديث ،دار الكتب العلمية - بيروت ،ط األولى1985 ،م. الحاكم ،محمد بن عبد هللا أبو عبد هللا الحاكم ،المستدرك على الصحيحين ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط أولى 1411هـ1990 ،م. ابن حجر ،أحمد بن علي العسقالني ،فتح الباري شرح صحيح البخاري ،دار المعرفة بيروت 1379 ،هـ. ابن حنبل ،أحمد بن حنبل الشيباني ،المسند ،مؤسسة قرطبة ،القاهرة ،د.ط ،د.ت. الخطابي ،أبو سليمان أحمد بن محمد ،معالم السنن ،المطبعة العلمية ،حلب ،الطبعة األولى 1351هـ 1932 -م. أبو داود ،سليمان بن األشعث ،سنن أبي داود ،دار الفكر ،بيروت ،د.ط ،د.ت. الطبراني ،أبو القاسم سليمان بن أحمد ،المعجم األوسط ،دار الحرمين -القاهرة ، 1415هـ ،د.ط. 118 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi العظيم آبادي ،أبو الطيب محمد شمس الحق ،عون المعبود شرح سنن أبي داود، المكتبة السلفية ،المدينة المنورة ،ط الثانية1388 ،هـ 1968 ،م. القرطبي ،أبو العباس أحمد بن عمر ،المفهم لما أشكل من تلخيص كتاب مسلم، تحقيق :محي الدين مستو وآخرون ،دار ابن كثير -دار الكلم الطيب ،ط األولى1471 ،ه- 1996م. القرطبي ،أبو عبد هللا محمد بن أحمد بن أبي بكر ،الجامع ألحكام القرآن ،تحقيق: أحمد البردوني وإبراهيم أطفيش ،دار الكتب المصرية –القاهرة ،ط الثانية1384 ،هـ 1964 -م. القضاة ،عبد الحميد ،تفوق اإلسالم في الطب الوقائي ،المستشفى اإلسالمي ،األردن، ط أولى1987 ،م. كامل ،محمد ،اإلعجاز العلمي في اإلسالم ،دار الكتب الحديثة ،مصر ،ط الثانية، د.ت. ابن ماجه ،محمد بن يزيد القزويني ،السنن ،دار أبي المعاطي ،مصر ،د.ط ،د.ت. مالك ،ابن أنس ،الموطأ ،تحقيق :محمد فؤاد عبد الباقي ،دار إحياء التراث العربي – مصر ،د.ط ،د.ت. مسلم ،أبو الحسين مسلم بن الحجاج النيسابوري ،صحيح مسلم ،دار إحياء التراث العربي ،بيروت ،د.ط ،د.ت. المناوي ،عبد الرؤوف بن تاج العارفين بن علي ،فيض القدير شرح الجامع الصغير، دار الكتب العلمية بيروت –لبنان ،ط األولى1415 ،ه. النسائي ،أحمد بن شعيب النسائي ،سنن النسائي ،مكتب المطبوعات اإلسالمية، حلب ،ط الثانية1406 ،هـ 1986 -م. النسيمي ،الدكتور الطبيب محمود ناظم ،الطب النبوي والعلم الحديث ،الشركة المتحدة للتوزيع ،بيروت ،ط األولى1984 ،م. النووي ،أبو زكريا يحيى بن شرف ،المنهاج شرح صحيح مسلم بن الحجاج ،دار إحياء التراث العربي –بيروت ،الطبعة الثانية1392 ،هـ. أبو يعلى ،أحمد بن علي بن المثنى الموصلي ،مسند أبي يعلى ،دار المأمون للتراث، دمشق ،ط أولى1404 ،هـ. 119 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi :البحوث العلمية والمواقع اإللكترونية .م1985 ، إصدار شهر آذار، المجلة العربية، السواك أجر وعالج، عبد هللا،الشمري َّ مجلة جامعة،) (هل أحاديث الطب النبوي وحي: بحث محكم بعنوان، شرف، القضاة .م2002 ، األردن،مؤتة ،االسالم في الوقائي الطب ،صالح بن سعيد ، حمدان http://www.saaid.net/tabeeb/72.htm ِّ (موقع منظمة :)الص َّحة العالمية http://www.emro.who.int/ar/media/news/world-aids-day-1-december-2012.html /http://www.who.int/suggestions/faq/ar Peter R. Koongstvedt, "The Managed Health Care Handbook," Fourth Edition, Aspen page 788 ISBN 0-8342-1726-0 ,2001 ,.Publishers, Inc 120 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.S.) İnsan Sağlığının Korunmasında Tavsiye Ettiği Modern Tıpta da Uygulanabilecek Bazı Tedavî Yöntemleri Yrd. Doç. Dr. Erdoğan KÖYCÜ Bart ınÜniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Allah, insanı yaratmış ve her türlü tehlikelerden ve hastalıklardan korumak-tadır. Fakat insan hastalanabilir. Bundan dolayı vücudunu hastalıklardan koruması gerekir. İnsan sağlığının korunması korunması hususunda Tıbb-ı Nebevi ile Modern Tıp ortak mücadele etmek durumundadır. Tıbb-ı Nebevi ile Modern Tıp’ın ortak hedefi insan saglıgını korumak olmalıdır. ,Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bal, zeytinyagıçörekotu, mantar, kına, kudret helvası gibi bazı maddeleri kendi sağlığının korumasında kullanmış ve asha-bına da bu tedavi metotlarını kullanmayı önermiştir. Fakat ashabına sarhoş edici maddelerle tedavi olmayı yasaklamıştır. Peygamberimiz bulaşıcı hastalıklı bir bölgeye girmeyi ve o bölgeden çıkmayı (Karantina) da yasaklamıştır. Modern Tıp da Peygamberimizin (s.a.s.) kullandıgı tedavi metotlarını (Tıbb-ı Nebevî) kullanmaktadır. Örneğin psikoterapi, obezite ile mücadele, bitkilerle tedavi, misvak ve misvak özlü macun kullanma, yemekten önce ve sonra elleri yıkama, helal maddelerle tedavi olma, haram maddelerle tedavi olmama, dua ve inançla terapi ve bulaşıcı hastalıkların sirayetini önlemek için karantina gibi. Bu sebepten biz modern tıpçı, ziraatçi, hukukçu, kimyacı, fizikçi, biyolog, ilahiyatçı gibi sahsında uzmanlaşmış ilim adam-larının bir araya geldiği sunmak istiyoruz: 2015 Adana İslam & Tıp Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi gibi kongrelerin ve Sempozyumların yapılmasını arzuluyoruz. Bu tip ortak çalışmaların insanlığın sağlığı ve mutluluğu için faydalı olacağına inanıyoruz. Anahtar Kelimeler: Tıbb-ı Nebevî, Modern Tıp, Tedavi Yöntemleri, Karan-tina. 121 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Abstract Allah created human and he preserve all of dangers and disease. But human may fall ill so he must protect him body from all of disease. From this point There are many relationships between At-Tibbu al Nabawi (Medicine of the Prophet) and Modern Medicine. At-Tibb al Nabawi and Modern Medi-cine’s the common objective must be to protect human health. Prophet Muhammad (peace be upon him) used in health the fight against obesity, phytotherapy with some materials honey, vinegar, nigella, mushroom, henna, manna etc. Psychotherapy, prayer and medication like this. He advised his companions methods of treatment and him companions used in health methods of treatment but he banned intoxicated methods of tereatment for companiens. Prophet Muhammed not to enter the place where the epidemic and not allowed to leave from there. (Quarantine) Modern Medicine uses in health Prophet Muhammed’s (peace be upon him) methods of treatment (at-Tibb al Nabawi) too. For example the fight against obesity miswak and miswak concise paste, wash hands before eating and after, psychotherapy, take measures against infectious diseases of a diseased. (Quarantine) Because of that we advised multydisipliner works like 2015 Adana İnternational at-Tibb al Nabawi Cong-ress. İnternatinal Congress with modern medic, agriculturalist, lawyer, chemist, physicist, biologist, theologian etc. We believe this kind of collaboration will be beneficial for human health and happiness. Key Words: at-Tibb al Nabawi, Modern Medicine, Methods of Treat-ment, Quarantine) Giriş A- Tıbb-I Nebevî İle Modern Tıp İlişkisi Tıb, Arapça kökenli bir kelimedir. Cismin ve nefsin ilacı, rıfk anlamlarına, Tabîb kelimesi ise refîk, hâzık, mâhir kimse anlamlarına gelmektedir. “Tıbb-ı Nebevî” tabiri, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında Rasûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerle bunlara dair Literatürü ifade eder. Bu Literatüre dâhil eserlerde hadislerin yanında ayetlere ve kadim dönemden başlayarak çeşitli devirlerde yaşamış hekimlerin görüşlerine de yer verildiği halde çok ilgili hadisler ele alarak incelediği için bu saha “Et-Tıbbu’n-Nebevî” şeklinde anılmıştır. Bugünkü bilim tarihçileri, İslam dünyasında tarih boyunca gelişmiş tıp ilmini genellikle “Et-Tıbbu’lİslâmî” tabiriyle ifade etmektedir.” Yüce Allah, “halife olarak yarattığı” ve “kendisine emanetini yüklediği” insanı “şüphesiz başıboş ta bırakmamış”, “Hangimizin daha en güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattığını” beyan etmiştir. Bu açıdan onun başına gelecek tehlikeler ve hastalıklar karşısında da onu yalnız bırakmayacaktır. Maruz kalabileceği çeşitli tehlikelerden kurtulma ve bu hastalıktan korunma yollarını gösterecektir. Bu açıdan Yüce Allah, hastalıklar karşısında bedenen ve ruhen zayıf kalmış kuluna yardım etmekte ve: “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” buyurarak kullarının sağlıklı huzurlu bir hayat sürmesi için öncelikle sağlıklarına dikkat etmelerini, her türlü tehlikeli durum ve davranışlarından kaçınmalarını emretmiştir. Kişinin hastalıklara yakalanmamak için gayret sarf etmesi, şayet hastalığa düçar olursa tedavi olmak için Peygam-berimizin (s.a.s.) bizzat kendisinin ve Sahâbe-i Kirâm’ın tatbik ettiği bazı tedavi yöntemlerini arayıp bulması ve tedavi olarak sağlığına kavuşma çabasını da Yüce Allah’ın ve Peygamberimizin birer emri telakki ediyoruz. 122 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sağlık Bakanlığı Üniversiteler ve Dernekler halk sağlığının korunmasına yardımcı olabilmek, halk sağlığının korunması için yapılan araştırmaları ve kullanılabilecek tedavi yöntemlerini bilimsel platformlarda tartışmak için za-man zaman Kongreler ve Sempozyumlar düzenlenmektedir. Ilim, Yüce Allah’ın bir sıfatıdır. İnsanı yaratan Allah, insana esmayı öğrettiğine göre ilimleri dinî ve gayr-i dinî ilimler şeklinde tasnif etmenin doğru olmadığı kanaatini taşıyoruz. Zira Yüce Allah: “Her bilenin üzerinde bir bile vardır.” ayetiyle ilimde kimsenin tek başına veya grup olarak zirve olamayacağını beyan buyurmuştur. Bu nedenle Tıbb-ı Nebevî ile Modern Tıbbın ayrı ayrı gayretleri yerine ortak bir akıl oluşturarak geniş çaplı araştırmalar yapmalarının neticesinde her iki taraf için hayırlı sonuçlar elde edilebileceğine inancımız tamdır. Bilimsel Tıbbın, Tıbb-ı Nebevî’nin bir alt kolu ve hizmetkârı olarak telakki eden Prof. Dr. İbrahim Haznedaroğlu’nun bu husustaki açıklamaları çok dikkat çekici-dir: “Ben bir klinisyen olarak olaya aynı zamanda klinisyen gözüyle bakıyorum. Klinisyen ne demek karşınızda bir hasta var. O hastayı bir insan olarak ele alıp, o hastamızda hangi dert vardır? Onu bulmak. Buna klinik tıpta teşhis diyoruz.2.Bu derdin devası nedir? Buna klinik tıpta tedavi ismini veriyoruz.3.İnsanların muzdarip olmaması için veya bu hastalık bir kere daha tekrarlamasın diye bir takım önlemler almak buna da koruyucu hekimlik diyoruz. Etiği de bunların olduğu gibi tamamını muhafaza etmek durumundayız. Bir hastanın bize an-lattığı derdi mahrem kabul etmeye memur mecburuz, mahkûmuz. Kendimizin dahil hiçbir insan evladına bu derdi aksettiremeyiz… Genel Tababet, Tedavi, Koruyucu Hekimlik, Tıbbî Etik bir birinden ayrılması mümkün olmayan kavramlar, bu nedenle bunları bir evin dört odası olarak düşünmek değil de insan organizmasının parçaları gibi düşünmek son derece makul. Şimdi kalpsiz karaciğer işe yarar mı? Mümkün değil. Buna kan pompalayacak ki karaciğer çalışacak. Karaciğersiz bir akciğer işe yarar mı? Mümkün değil. Gaz değişimi yapılamaz. Karaciğer oradan toksinleri almasa. Dolayısıyla ister Tanısal Hekimlik olsun, ister Tedavisel Hekimlik olsun. İster Koruyucu Hekimlik olsun. İster klinisyenin izlemesi gereken Tıp Ahlâkı olsun. Bunlar böyle iç içe geçmiş kavramlardır. Rasûlullah Efendimizin (s.a.s.) hadisleri de prensip vaz eden, tababet alanındakiler de buna dâhildir. Bu dört saç ayağını hakikaten de hiç ayırmadan iç içe monte etmektedir… Netice itibariyle mevcut Bilimsel Tıp, Tıbb-ı Nebevî’nin altında bir hizmetkâr olabilir. Bir onaylayıcı olabilir. Anlaşılması konusunda bir vasıta olabilir. Fakat bu nasıl olur? Tam da böyle olduğu gibi. Rasûlullah Efendimizin sahih hadislerde Kütüb-i Sitte’de vaz ettiği evrensel prensiplere bu sadece müslümanları kapsayan bir şey değil, Madagaskar’daki bir insan lösemi olmuş, Malezya’daki bir insan beyin tümörü olmuş, Afrika’daki bir gariban menenjit olmuş, bunların tamamının şifa aramak üzere bir tıbbî bir arayış içine girmeleri sonunda bulmaları hadis-i şeriflere kesinlikle uygun bir haldir. İslâmiyet’in bir tanımı da İnsâniyet-i Kübrâ insaniyete ait müspet ne varsa İslamiyet’in içinde mündemiçtir…” Tıbb-ı Nebevî ve Modern Tıp ikiz kardeş mesabesindedir. Sürekli ortak hareket etmek gibi bir gayeleri vardır. Bu gayenin tahakkuku için hem Tıbb-ı Nebevî mütehassıaları hem de Modern Tıp mütehassısları bilgi birikimlerini insanlığın hizmetine sunarak onların sağlıklarının korunmasına ve mutluluklarına katkı koymak gibi bir görevleri oldukları asla hatırlarından çıkarılmaması gereken bir husustur. Peygamberimiz (s.a.s.): “Tedavi olun. Çünkü Allah, her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesna ihtiyarlıktır.” Ölüm” ve “ihtiyarlık” hâriç her derdin devası mutlaka vardır.” Hadisinde bildirilen ölüm ve ihtiyarlık dışında her hastalığın tedavisinin mümkün olabileceği, bir hastalığa düçâr olan bir müslümanın: “Bu hastalık benim kaderimdir. Kaderimde ne varsa çekerim.” Anlayışı, “Hasta olup kendisine gelen ve Ey Allah’ın Rasûlü tedavi olalım mı? Diyen Araplara :“Tedavi olun. 123 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Allah (c. c.) hiçbir hastalığı devasız yaratmamıştır ihtiyarlık hariç” buyurmuştur. Peygamberimizin hastalıklar karşısında: “Tedavi olunuz!” tavsiyesine rağmen tedavi olmamakta ısrar etmek ve tevekkül etmek ve hastalığı bir kader gibi telakki etmek, İslam’ın insana bakışıyla ne Kur’an’daki ne de hadislerdeki temel prensiplerle örtüşmektedir. Bu açıdan Modern Tıp Mütehassıslarının tedavisinde bazı tedavi metotları geliştirmelerine rağmen henüz % 100 tedavisi gerçekleşmeyen AİDS hastalığının da Tıp Otoritelerinin titiz incelemeleri ve araştırmaları sonucunda % 100 tedavisinin de gerçekleşebileceğine inanıyoruz. Asrımızın temayüz etmiş muhaddis ve muhakkiklerinden biri olan Prof. Dr. Şuayb Arnavut da ilim adamlarını, ilim dallarına göre kategorize etmemiş, böyle bir değerlendirmenin doğru olmadığını da şöyle ifade etmiştir.“ İnsanların bilgileri birbirinin üzerine koyarak ulaştıklarında Yüce Allah’ın onlara: “Gelin bakalım!” diyecek ve kıyamet kopacak. “Nihayet yeryüzü zinetini takınıp (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada bir gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz.” Yani kıyamet insan aklı yeryüzündeki bütün her şeyin künhüne vâkıf olduğu zaman kopacaktır. Hz. Peygamber (s. a. s.): “Allah, yarattığı her hastalık için mutlaka bir deva yaratmıştır.” Buyurmuşlardır. Öyle hastalıklar var ki bunların tedavi yollarını bugün bilmiyoruz. Öyleyse bir gün gelecek bunların ilaçları keşfedilecek. De ki: “Yeryüzünde gezin, bir bakın…” Bunun adı itibardır. Yani “İbret alındır.” B- Peygamberimiz Hz.Muhammed’in (s.a.s.) İnsan Sağlığının Korunmasında Tavsiye Ettiği Modern Tıpta Da Uygulanabilecek Bazı Tedavî Yöntemleri Tıbb-ı Nebevî konusunda vârid olan hadislerin değerlendirmesi hususunda cerh ve ta’dil âlimlerinin incelemeleri sonucunda Mevzû olarak addedilen ve mevzuat kitaplarında yer almış hadisleri kullanmaktan kaçınmayarak aşırı gidenler olduğu gibi Sahîh, Hasen, Zayıf olup olmadıklarına itibar etmeksizin hepsini reddederek aşırı gidenlerin varlığı da unutulmamalıdır. Bu hususta Yavuz Köktaş’ın hadisleri değerlendirmede dengeli davranmayı öngördüğü şu yorumunu kayda değer buluyoruz: “Hadislere yönelik meraklar, sorular, tenkitler he zaman var olagelmiştir. Bazen bu tenkitler bizzat hadîsin kendisine yönelirken, bir anlamda hadis inkârcılığına yol açarken bazen Kur’an’a, akla, tarihe muhâlif hadislerle sınırlı kalmıştır. Şüphesiz bu isabetli bir tavır olsa da bu ilkelerin hadislere uygulanmasında ciddî problemlerin olduğu da bir vakıadır. Nihayetinde bu ilkeleri hadislere tatbik edenler insandır. Kendilerine ait düşünceleri olan, çağın ve toplumun etkisi altında kalan bizlerin farklı görüşlere sahip olması doğal kabul edilmelidir. Yer yer hadisçiler de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Kimi bir hadise sahih derken kimi zayıf hatta uydurma demiştir. Bu durum işin tabiatında bulunmaktadır. Çünkü hadislere sahih mi değil mi hükmü vermek ictihaddır. Hadisçiler arasında hadislere hüküm verme noktasında çok sert davranıp hemen mevzû hükmünü vermeye meyilli olanlar da çok gevşek olup zayıf olan hadisleri Hasen hatta Sahîh derecesine yükseltmeye çalışanlar da vardır. En güzeli orta yoldur. Biz o hadisçilerin müteşeddid ve mütesâhil olduklarını söylüyoruz, ancak aslında onların yaptığı da ictihaddır. Yaptıkları bir endişeden kaynaklanıyor. Hz. Peygamber’e ait olmayan bir şeyi aitmiş gibi kabul etme ya da Hz. Peygambere ait olabilecek bir sözü reddetme endişesi… Elbette bu noktada bizlerin birikim, kişisel yapısı değerlendirmede etkili olacaktır. Burada önemli olan husus önyargılarımızdan belki tamamen değil ama-sıyrılabilmek, konuyla ilgili verilere vâkıf olabilmek ve onları sırf Allah’ın rızasını elde edebilmek için değerlendirmektir. Bu durum elde edilen sonucun mutla doğru olduğunu göstermez. Bununla birlikte iyi niyetli ve sağlam temele dayalı yaklaşımlar her zaman değerli olmuştur.” 124 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Peygamberimizin Tıbb-ı Nebevî metotlarıyla Modern Tıbbın metotlarını birbirinden bağımsız kabul etmemiz mümkün değildir. Bu açıdan Tıbb-ı Nebevî metotlarının bilimsel verilerle desteklenmesi kadar tabii bir hâdisedir. Ancak bilimde tekâmül olamayacağı için ve sürekli gelişip yeni yeni araştırmalar ortaya konulduğu için Tıbb-ı Nebevî de uygulanan bir Modern Tıpta bilinmeyip uygulanmaması ileri de uygulanmayacağı anlamını taşımaz. Bu hususta yapılmış bir yorumu çok isâbetli buluyoruz: “ … Sırf günümüz bilimine uygun olmadığı için bu hadisi veya herhangi bir hadisi reddetmek doğru olmaz. Bilim devamlı değişmekte ve ilerlemektedir. Hatta bazen önce söylediğinin aksini dahi söyleyebilmektedir. Bugün ilmi nazariyenin doğru olarak değerlendirildiği bir şey belli bir zaman sonra hatta çok kısa zamanda hatalı olduğu ortaya çıkabiliyor. Bu hadisi veya herhangi bir hadisi kendi mantığı ile çelişiyor diye reddetmek doğru bir şey değildir. Bu çelişkiye sebep olan kusur, hadiste değil kişinin kendi aklında aranmalıdır. Çağdaş bilime önem veren herkes kendi aklına da büyük saygı duyar. Akla önem veren kişi bilgiyle cehâleti kıyaslar…” Peygamberimizin bizzat kullandıgı ve Ashâb-ı Kirâm’a da kullanmayı tavsiye ettikleri (Tıbb-ı Nebevî) ve onların da hastalıklarının tedavisinde kullanmış oldukları ve Modern Tıbbın da kullandığı bazı tedavi yöntemlerini zikretmek istiyoruz. 1-Moral ve Motivasyonla (Psikoterapi -Telkinle) Tedavi Peygamberimiz, hasta ziyaretinin ö-nemine işaret etmiş, hastanın psikolojik durumunun da göz önünde bulundurulması ve ona iyi davranılması ve hastanın yanında onun hoşlanacağı şeylerin yapılması hususunda Ashâb-ı Kirâm’ı uyarmış ,hatta “onların yemeye ve içmeye zorlanmamasını” da tavsiye etmiştir. Modern T ıpta daörneğin kanser teş-hisi konulmuş olan bir hastasına doktorunun bu teşhisi söylememesi, doktorunun hastasının moralini yüksek tutması gayesine matuftur. Yakınlarına bu teşhis söylenmektedir. Ancak doktoru bu teşhisin hastasının tarafından bilinmemesinin gereğini ifade eder ve hastasının yanında onu üzecek ve moralini bozacak konuşmaların yapılmamasını ve hatta yanında uzun süre kalmamasını tavsiye etmektedir. …“Geleneksel tedavi yöntemlerinin yanı sıra karşımıza “moral silahları” diye bir kavram da çıkıyor. Hem hasta bir beden için hem de sağlıklı bir beden için en önemli noktanın "moral" olduğunda herkes hemfikir. Mutsuzlukla çevrelenmiş bir zihin ve tüm moral kalelerini kaybetmiş bir beden hastalıklara karşı kolaylıkla davetiye çıkarıyor. Amansız hastalıklara karşı da böyle bir beden direnemiyor. Doğal Terapi uzmanlarının uzun yıllardır yaptıkları çalışmalarda bağışıklık sistemini güçlendiren aktiviteler belirlenmiş. Şu açık ki Modern insanın "hızlı" yaşamı stresi beraberinde getiriyor bu da hastalıklara zemin hazırlıyor. Zorla almak ve kazanmak üzere koşullanmışız. İnsanlar bedenlerinden habersiz yaşıyor, onu ihmal ediyor. Ancak bir yerimiz ağrıdığında onun "mesajını" alıyoruz. Halbuki insan bedeniyle bir birliktelik kurmalı ve onu rahatlatmayı bilmeli. Hatta doktorun hastasının vefat ettigini, yakınlarına alıştıra alıştıra söylemesi de bu gayeye matuftur.” Yani biz elimizden geleni yaptık. Bütün tıbbî teknik ve yöntemleri denedik.” Deyip Ses ve mimikleriyle üzgünlüklerini ifade etmeleri de bu husustaki hassasiyetlerinin bir göstergesidir. Moral ve Motivasyon Egitiminin ruh hastaları için de uygulanan tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır. Atalarımızın: “Ayagını sıcak tut, başını serin tut, gönlünü ferah tut, düşünme derin.” sözü, hasta olmamak için tedbirler al. Moralini bozup ruhî bunalımlara düşme anlamını taşır. 125 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 2-Düzenli ve Dengeli Beslenerek Tedavi ( Obezite ile Mücadele) Peygamberimiz (s.a.s. ): Insan i“çin doldurulmuş karından daha şerli bir şey yoktur. İnsana belini doğrultacak kadar birkaç lokma kâfi gelir. Mutlaka yemesi gerekiyorsa midenin üçte biri yemek, üçte biri içecek, üçte biri de nefes için boş bırakılmalıdır” hadisiyle midenin 3’e ayrılmasına dikkat çekmiştir. Peygamberimizin, “Midenin 1/3’ünü boş bırakmayı” tavsiye etmesi Benjamin Franklin’in de vurguladığı gibi :“Yağlı bir karın, tüm kötülüklerin anasıdır.” Dengeli beslenme (yani her önüne geleni yememe) konusunda diyeti öneren doktorlarımız için de bugün de bir referans olabileceğine inanıyoruz. Tabiun’un ileri gelenlerinden İbrahim en-Nehâî (ö.95/717) de: “Sizden önceki helak olanlar ancak üç şeyle helak olmuşlardır: 1-Fazla konu,şmak 2-A,şırı yemek 3-Çok uyumakla. Bu bilgiler, bugünkü Modern Tıp İlmiyle paralellik arz eder. Fazla yemenin şişmanlığa bunun da yüksek tansiyon, damar sertliği, koroner kalp hastalığı, erişkin tip şeker hastalığına yol açtığını biliyoruz.” Amerikalı Mucit Thomas Edison : “Saglıgımı diyet yapmaya borçluyum. İnsanlar kendilerini pahalı yiyecekleri ağızlarına tıkmakla yemeye zamanlarını harcamakla, sindiririm sistemlerine zarar vermekle ve kendilerini zehirlemekle meşguller. Eğer doktorlar reçetelere ilaç yerine diyeti yazarsa normal insanların rahatsızlıkları ortadan kalkacaktır. İşte benim sağlık sırrım.” Modern Tıp da obezite ile savaş halindedir. Obezite ile savaş Saglık Bakanlıgımızın da politikaları arasında yer almasının olumlu bir bakış açısı geliştirdiğini de ifade edebiliriz. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Obezite Diyabetik ve Metabolik Hastalıklar Daire Başkanlığı’nın hedefleri doğrultusunda; Keşan Toplum Sağlığı Merkezi bünyesinde Obezite Danışma Birimi kurulmuştur. Birimde, sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite ve kronik hastalıklara neden olan risk faktörleri konularında halk eğitimleri yapılacak ve danışmanlık hizmeti verilecektir. Kurumumuza doğrudan başvuran bireylerin fazla kiloluluk ve obezite açısından değerlendirilmesi, aile hekimleri tarafından tespit edilen obez hastalara obezite danışmanlığı verilmesi, tedavi gerektiren durumlarda ikinci basamak sağlık kuruluşuna yönlendirilmeleri sağlanacaktır. Obeziteyi genel olarak değerlendiren bir tebliğ özetinde yer verilen hususlara göz atmak istiyoruz: “2005 yılında dünya tarihinde ilk kez, obez insanların sayısı aç insanların sayısını geçti. Projenin çıkış noktası da bu aslında. Obezite dünya çapında büyüyen bir salgın haline geldi. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde obezite oranları giderek artıyor, artık Afrika’nın sorunları arasında açlık kadar obezite de yer alıyor. Bu konuya en ilginç tepki ise Amerikalı Morgan Spurlock’tan geldi. Dünyanın en şişman ülkesi ABD’de insanların neden bu kadar tombul olduğunu kafasına takan ve cevabın fast food sektöründe olduğunu düşünen Spurlock, tam 30 gün boyunca günde 3 öğün sadece McDonald’s’tan yedi ve yaşadıklarını kameraya çekerek 2004’ün en ses getiren belgeselini yarattı. Bir ayın sonunda çeşitli sağlık sorunları yaşayan ve 1 yıl fast food yemesi yasaklanan Morgan Spurlock, belgeselinde obezitenin bütün nedenlerine çok iyi vurgu yapmış, bu da ona 2004 Sundance Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmıştır. Obezitenin ortaya çıkardığı sağlık sorunları ve özellikle çocuk obezitesi, dünyayı daha uzun süre meşgul edecek sorunlar gibi görünüyor. Acaba bu salgını 126 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi başlatan etken gerçekten fast food mu yoksa insanların eskisi kadar hareket etmemelerini sağlayan teknoloji mi?” Dubai’den Fadlil Mustafa Abdullah, 5.Islam Tıp Tarihi Cemiyeti Kongresi’nde, Pandemik Obezite ve Islam’daÇözüm Yolları adlı bir bildiri sunmuş, sağlığımızla ilgili yiyeceklere ve yiyecek alışkanlığımıza dair Kur’an’dan ve hadislerden bazı örnekler vermiştir. 3-Bitkilerle (Fitoterapi) Tedavi Peygamberimiz ve Sahabe-i Kirâm, hastalıklarına karşı bazı bitkilerle tedavi yöntemleri uygulanmıştır. Ancak Peygamberimizin ve Sahâbe-i Kirâm’ın kendi dönemlerinde kullanmadığı herhangi bir bitki Tıbb-ı Nebevî’ye girmez gibi bir iddia ileri sürmek, İslâm’ın genel prensipleriyle bağdaşmaz. Zira hastalığın tedavisinde hangi bitkinin daha tesirli olacağı ve hangi bünyede hangi bitkinin daha çok yarar sağlayacağı da % oranlarla ifade edilemez. Peygamberimizin: “Ölüm ve ihtiyarlık hariç her derdin devasının bulunacağına” işaret etmesi kâinatta tedavi amaçlı her bitkiden yararlanılabileceğine ve her türlü yöntem ve teknikleri kullanarak hastalıkların tedavi edilebileceğine işarettir. Peygamberimizin bitkilerle uyguladığı tedavi yöntemleri modern tıpta da hâlen uygulanmaktadır. Bitkilerle tedavi konusu daha önce yapılan Tıbb-ı Nebevî kongrelerinde ayrı ayrı oturumda detaylı işleneceği için biz sadece bazılarına işaret etmekle iktifa edeceğiz. Çörek otu ,kına ,kudret helvası ,bal vb. madde ve bitkilerle tedavi yöntemlerine modern tıptan da bir örnek sunmak istiyoruz. “Alman Doktor Robert Gorter, 1976yılında Tıp fakültesini yeni bitirdiği günlerde kansere yakalandı. Kendisine aşama 4 testiküler kanser tanısı kondu. Hocalarının dediğine göre üç aylık ömrü vardı. Ama o buna inanmadı. Kemoterapi ve Radyoterapi gibi geleneksel tedavi yöntemlerine de inanmıyordu. Bir doktor olarak ateşin bağışıklık sistemini güçlendiren bir etkisi olduğunu biliyordu. Zira o sebepten hastalanınca ateşimiz yükselmiyor muydu? Kararını verdi. Ateşini bilinçli olarak yükselterek ve bağışıklık sistemini kamçılamasıyla bilinen ökse otu ekstresini kendi kanına şırınga ederek bir tedavi uygulayacaktı. Umutsuzluk nedir bilmemesi ve pozitif düşünme yöntemlerinin de katkısıyla kanseri bir yıldan az bir sürede yendi. Sonra hayatını bu tekniği bütün kanser hastalarına uygulamaya adadı. Yaklaşık 30 yıldır, kurucusu olduğu Köln Tıp Merkezi'nde ateş yani hipertermi tedavisiyle, en ağır kanser vakalarına umut olan Dr. Gorter ile tedavi yönteminin ayrıntılarıyla ilgili kendisiyle yapılmış bir röportaj yayınlanmıştır. Sempozyuma katılmak için Türkiye’ye gelen Dr. Robert Gorter ile yapılan bu röportajın tebliğimizle ilgili bölümünü sunuyoruz: “Vücut ısısı 38,5 dereceye ulaşınca, bağışıklık sistemi alarm durumuna geçer. Bu sıcaklıkta, kandaki bağışıklık kimyasalları altı saatte iki katına çıkar. Kanser hastalarındaki bağışıklık sistemini tekrar harekete geçirmek için, tüm beden hipertermisi uyguluyoruz. Yani tüm bedeni 39 hatta bazı durumlarda 40 dereceye kadar ısıtıyoruz. Kanserli bölgeye lokal sıcak uygulaması da uyguluyoruz ki bu da 42 derecelik ısı ile yapılıyor. Bu durumda kanser hücreleri öldüğü gibi etraflarındaki sağlıklı hücreler hiçbir zarar görmezler. Isıtmayı infrared lambalarla yapıyoruz. Bugüne kadar yapılan araştırmalar kanser hücrelerinin 38.8 derecede ölmeye başladıklarını ve 42 derecede neredeyse tüm kanser hücrelerinin yok edildiğini göstermiştir. Ben haftada iki gün 42 derecelik sıcak suyun bulunduğu bir küvete giriyordum. "Sadece ateş meydana getirerek tüm hastalıkları tedavi edebilirdim." demiş. Yunan Doktor Parmenides milattan önce 500'lerde...Ateş ve Sıcak Terapisi antik çağlardan beri bilinir. Romalıların sıcak sülfür banyoları, Fin hamamları, Avrupa ve Amerika SPA uygulamaları, Japon Jakuzileri, Kızılderili terleme çadırları ve dünya çapındaki Terapi amaçlı kullanılan sıcak su kaynakları bunun bir göstergesidir. Isıtma haricinde kanıma Ökse Otu Ekstresi şırınga ediyordum ki bu bitki bağışıklık sistemini güçlendiren çok önemli bir bitkidir. 127 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Günümüzde de Almanya, İsviçre, Avusturya ve Orta Avrupa'daki kanser hastalarının yaklaşık yüzde 70'i ökse otunu kullanır. Belki farkında değiliz ama hepimizin kanında daima kanser hücreleri dolaşıyor ve bağışıklık sisteminiz sürekli olarak onları yakalayıp öldürüyor. Kemoterapi ve Radyoterapi ise bağışıklık sistemini güçsüz bırakıyor ve hastayı bitkinleştirip daha da hasta ediyor. Benim yöntemim yan etkisiz bir tedavi yöntemi ve diğer tedavi yöntemleriyle bir arada kullanılabilir. Hastanın kanından bağışıklık sistemini harekete geçirme özelliği olan dendritik hücreleri alıp çoğaltarak geri enjekte ediyoruz. Kanser hücresinin bağışıklık sisteminden saklanmak yani kendisini perdelemek, dolayısıyla da yakalanmaktan kurtulmak gibi bir becerisi de vardır. Tüm beden ateş terapisi ve Lokal Hipertermi bu perdeleme mekanizmasını engeller. Sıcaklıktaki her bir derecelik artış, laktik asit üretimini kanser hücresinin boğulmasına yetecek kadar arttırır. Kanser hücreleri tüm enerjilerini ortaya koyarak kendilerini bekleyen ölümle savaşmayı deneyecekler, dolayısıyla da kaçıp kurtulma mekanizmasını indireceklerdir. Kanser hücreleri kaçış mekanizmalarını indirdiklerinde, çıplak kanser hücrelerini artık çok daha kolay gören dendritik hücreler tarafından rahatça saptanırlar ve bağışıklık sistemi ajanlarınca öldürülürler. Geçmişten günümüze bitki tedavisini değerlendiren bir tebliğ özetinde bitkilerle tedavi ile ilgili bazı tespitler yapılmıştır: “Günümüz tıbbı, bu gelişmişlik düzeyinde olmasını deneme–yanılma yöntemine borçludur. Tarihten önceki dönemlerden beri insanlar, kendi sorunlarına hangi bitkilerin iyi gelebileceğini deneyerek daha sağlıklı bir yaşama ulaşma çabasında olmuşlardır. Hatta bu alanla o kadar ilgilenmişlerdir ki birtakım bitkiler ve yoğun çabalar sonucu oluşan tarifler değiş–tokuş ve ticaret nesneleri olarak bile kullanılmışlardır. Günümüze bakacak olursak, bitkisel tıbbın bilimsel değerini biraz olsun kaybettiğini görebiliriz. Bunun en büyük sebebi de bu alanın gelişen bilime ayak uyduramaması, bitkilerin hala kulaktan dolma bilgilerle kullanılması ve bilim dünyasının da bu alana bu yüzden sırt çevirmesidir. Ancak birtakım çalışmalarda, bazı hastalıklara çare olabilecek ve vücut fonksiyonlarını geliştirebilecek bitki bileşenleri de bulunmaya devam etmektedir… Bitkiyle tedavi…(sarımsak, aloe vera, güzelavratotu, çay, marijuana, tarçın, rezene, koka, ökaliptus, soya, metan kökü, lavanta, su yosunu, keten, ginseng, passiflora, afyon, maydanoz, ökseotu, kekik, kakao, ısırgan otu, kedi otu, yabanmersini, zencefil), günümüzdeki birtakım yanlış uygulamalarını da göz önünde bulunduracak olursak, üzerinde çalışılması gereken bir alandır. Bilimin kanıta dayalı bir biçimde ilerlemesi, bugün bu alanda birçok potansiyel verinin değerlendirilmesinin güçlüğüne neden olmuştur. Bu alandaki birikimin daha hızlı biçimde bilime kazandırılması, insanlar tarafından daha doğru biçimde kullanılması açısından gereklidir. Bitkilerle tedavinin vücudun işlevine destek ve yarar sağladığını, yardımcı olduğunu onlardan mucize beklemenin doğru olmadığını ifade eden bir değerlendirmeyi de kaydetmek istiyoruz: “Bu konudaki somut örneklerden birisi Türk halk tıbbında hemostatik olarak kullanıldığı kayıtlı olan Alpina officinarum, Glycyrrhiza glabra, Thymus vulgaris, Urtica dioica ve Vitis vinifera bitkilerinin standardize karışımından oluşan Ankaferd BloodStopper”dır. Bitkiden ilaca giden birlikteliğimizde bitkilerin kendi oluşturdukları kimyasal madde veya maddelerden yarar beklediğimizi unutmamalıyız. Bitkiler ancak vücudumuzun doğal işlevlerine destek sağlarlar. Bu kavramları göz ardı etmeden, tıbbi bitkiler için de kalite, güvenilirlik ve etkinlik çalışmalarının yapılması ve kullanımları sırasında yan etkilerinin de olacağını bilmemiz gerekmektedir. Doğanın bir parçası olan bitkiler, vücudun doğal olarak yapacağı işleve doğal yolla katkıda bulunurlar. Doğadaki şifalı bitkiler iyi bir yardımcıdır, ancak onlardan mucize beklemek haksızlık olur.” 128 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 4-Misvak Kullanarak Ağız ve Diş Tedavisi Di“ :şlerin misvakla temizlemesi konusunda Peygamberimiz (s.a.s)Ümmetime meşakkat vereceğimden endişe duymasaydım, her namazdan önce misvak kullanmalarını emrederdim.” Buyurarak ağız ve diş sağlığına dikkat çekmiştir. Bugün özellikle ağız sağlığını korumada ve dişlerin sağlıklı olmasında önemli bir tavsiyesi olarak misvak ve misvak özünün Diş Hekimliğinde kullanabileceğine inanıyoruz. Zaten bazı firmalar da misvak özlü (tozundan istifade edilerek üretilmiş) macun da üreterek piyasaya sürmesi de Peygamberimizin bu tavsiyesinin günümüzde de geçerliliğini koruduğuna dair bir delildir. Bir nevi misvak mesabesinde olan diş fırçası da bu görevi yapmakla birlikte misvağın faydası daha ziyade olduğundan bugün bazı diş sağlığı ürünleri üreten firmalar, misvak özlü macun üretmeye başlamışlardır. Bu da misvak ve misvak özlü macunlarla yapılan diş bakımının diğer maddelerden yapılan macun ve fırçalarla yapılan bakımdan daha yararlı olduğuna dair bir delildir. Modern Tıp Biliminin tespit ettigi misvagın faydalarını şöyle sıralayabiliriz: “Misvak, İslâm Kültürü’nde yüzyıllardır diş ve diş eti bakımında kullanılmaktadır. İçerdiği aktif ajanlar sayesinde diş yapısını korur ve güçlendirir. Diş etlerine bakım yapar.” “Selülozun fizikî etkisi dişleri temizler. Uçucu yağlar ve selüloz dişleri beyazlatır. Kokulu reçine ihtiva ettiği için nefesin güzel kokmasını sağlar. NaCl ve KCl’ün ödemi dışarı çekmesi, diş eti iltihaplarını iyileştirir. Uçucu yağlar kabızlığı giderir. Psikolojik etkileriyle siniri teskin eder. İştahı açar. Kaynatılarak suyunun içilmesinin basur hastalığına iyi geldiği tespit edilmiştir. Ayrıca misvağın, hazmı kolaylaştırıcı, gözü kuvvetlendirici ve baş ağrılarını sakinleştirici özellikleri de vardır.” 4- İnanç (Teoterapi) ve Rukye (Dua) (Biblioterapi) ile Tedavi Yüce Allah’ın bir sıfatı olan Şâfii sıfatının bir tezahürü olarak Peygamberimiz bazen de hastalıklar karşısında Hz. Âişe’nin: “Rasûlullah (s.a.s.) bir hasta ziyaretine gittiğinde veya bir hasta Rasûlullah’a getirildiğinde şöyle dua ederdi: “Ey insanların Rabbi! Şu hastanın hastalığını gider! Şifa ihsan eyle. Sen şifa verirsin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Rabbim bu hastaya öyle şifa ver ki o hasta üzerinde hastalık eseri kalmasın.” Rivayet ettiği bu hadiste olduğu gibi dua etmiş, bazen de kendisine getirilen hastalara dua etmiştir. Bunlardan Peygamberimiz Muavizeteyn, Fatiha ve sûreleriyle hastalar için ve göz değmesi için rukye yapmıştır. “Kur’ân, mü’minlere şifa ve rahmet olduğu” için bu ayetlerle yapılan duanın da asla ret olunmayacağını ifade edebiliriz. Zira Yüce Allah zaten kendisine dua edenlerin dualarına icabet edeceğini: “Kullarım sana beni sorarlarsa Ben onlara yakınım… Bana dua edilince dua edenin duasına icabet ederim.” âyetiyle beyan etmiştir. Peygamberimiz’in (s.a.s.): “Devâların en hayırlısının, Kur’ân olduğunu” beyan etmesi de Kur’an ayetlerinin hastalıklarımıza şifa olduğuna dair ayrı bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır. ) Ibn-i Haldun’unö. 808/1406) bu konuda şu yorumunu kayda değer buluyoruz: “Peygamberlerin varlıklara tesir ve tasarrufları, Allah’ın yardımıyla olup, ilâhî olan bir özellik ve hasiyettir.” Peygamberimizin, Rukye’nin ruhsatına dair beyanları olduğu gibi kerih görüldüğüne dair beyanları da vardır. Veli Atmaca, Hadislerde Rukye Hz. Peygamber ve Sahabe-i Kirâm’ın bu konudaki uygulamaları ile ilgili olarak şu yorumu yapmıştır: “Genel anlamda dua olarak algılanması gereken Rukye hadislerine gelince, bunlar esas itibariyle Allah’tan rahmet 129 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dilenmesi, sığınma, istiğfar, tevekkül ve teslimiyet amaçlıdır. Hz. Peygamber başta olmak üzere rukye yapan hiçbir sahâbînin, hakkında dua ettikleri hastanın ecelini uzatmak, Takdîr-i İlâhî’ye müdahale veya yapılan duanın mutlaka şifâ vereceğine dair bir inancı taşımadıklarını görüyoruz. Peygamberimiz’e veya sahâbîlere müracaat eden hastaların ise nasıl bir inanç ve beklenti içinde oldukları hususu, rukye hakkındaki hadislerin faydası açısından tartışılmasını gerektirmeyecektir.” 5- El Temizliği (El Yıkama) ile Mikroplarla Savaşla Tedavi Yüce Allah: “…Şunu iyi bilin ki Allah tövbe edenleri de temizlenenleri de sever.” Ayetiyle hem ruh hem genel temizliğe dikkat çekmiş:“ Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın.” Ayetiyle de namaz için ön hazırlığa (abdeste) işaret ederken öncelikle el ve yüzlerin yıkanmasına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) “Sizden biriniz uyand ıktan sonra abdeste başlamadan önce ellerin yıkansın zira siz gece elinizin nerede dolaştığını bilemezsiniz” buyurarak, ellerin yıkanmasının lüzumuna dikkat çekmiş “Yemeğe başlamadan önce ve sonra ellerin yıkanmasını yemeğin bereketi” olarak tavsif etmiştir. Bugün Modern Tıbbın da mikroplardan korunma ve bulaşıcı hastalıkları önlemede üzerinde durduğu konulardan biri elleri yıkamadır. Zira el, mikropların bedene en fazla taşındığı organımızdır. Dr. Semmelweis’in El Yıkama ile Lohusalık Humması’nın tedavi edilebileceği ile ilgili görüşünün ancak Louis Pasteur’den sonra kabul gördüğü tespitlerini de göz önünde bulundurarak bu hadisin Modern Tıpta da kullanılışı 14 asır önce uygulanmasını tavsiye ettiği prensibin hâlâ da işlerliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Prof. Dr. Cengiz Yakıncı Modern Tıpta hastanelerde hastalıkların bulaşmaması için el yıkamanın yeri ve önemini şöyle açıklamıştır: “Hastanelerde enfeksiyonların elle temastan bulaşma oranının yüksek olduğunu, hastaya değen herkesin el yıkama konusunda dikkatli olması gerektiğini: “Bu nokta çok önemli. Kimler el yıkasın? Hastaya değen herkes. Doktor, hemşire, hasta bakıcı, hasta sahibi eğer hastasına değiyorsa ellerini yıkasın ama her seferinde yıkaması lazım. Tek bir sefer de değil. Her değdiğinde tekrar ellerini yıkayıp hastaya o şekilde temas etmelidir… Sürekli el yıkamanın zor göründüğünü ancak enfeksiyonlardan korunmak için bunun gerekli olduğunu dile getirdi. Hastane enfeksiyonları ölümle sonuçlanabiliyor… Hastaneler en güçlü mikropların bulunduğu yerlerdir. Çünkü çok değişik hastalar var ve her hastadan değişik mikroplar hastanede bir şekilde kalıyor. Bu mikroplar dikkat edilmediği, eller yıkanmadığı takdirde hastadan hastaya bulaşabiliyor. Bu nedenle “el yıkama” hastane enfeksiyonları bakımından anahtar kelime durumunda. Çok ciddi mikroplar olduğu için hastane enfenksiyonları ya ölümle sonuçlanıyor ya da ciddi sağlık sorunları doğuruyor..."Hem sağlıkçıların, hem de onların dışında hastanede bulunan herkesin dikkat etmesi gerekiyor. Hastane enfenksiyonlarından korunmanın en önemli yolu olan el yıkama konusunda eğitim verilmesi gerekir. El yıkamak için en az 20 saniye gerekiyor. El yıkarken sıvı sabun en uygun sabundur. Hastanede antimikrobiyal sabun da kullanılabilir. Ellerin her tarafı, özellikle parmak uçları, tırnak uçları, avuç içleri, elin üst kısımları, tamamı ovularak yıkanmalıdır. Doktor bir hastadan diğer hastaya geçtiği zaman da bu yıkanmış el, alkol bazlı temizleyicilerle sadece temizlenerek geçilebilir ama ilk yıkandığı zaman en az 20 saniye bütün yüzeyleri ovularak yıkanması gerekir… Tıp kongrelerinde şahit olduğum bazı durumlar söz konusu. Açıkçası tuvalete giden doktorların bile, bazı doktorların diyeyim, ellerini yıkamadan dışarı çıktıklarını tespit ettim. Bu da gösteriyor ki, bu konuda erken çağda insanların gönüllerine girilmesi lazım." Tıbb-ı Nebevî’de kullanılan el yıkma tavsiyesinin bir nev’i Modern Tıpta iz düşümü diyebileceğimiz bir araştırma Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel 130 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır. El yıkama alışkanlıkları ile ilgili olarak ulusal düzeyde yapılan ilk araştırma özelliği taşıyan “Türkiye El Yıkama Araştırması’nda (TEYA), el yıkama alışkanlığı tutum ve davranışları ile bunların bazı sosyoekonomik değişkenlerle ilişkisini saptamak amaçlanmıştır. Örneklem ülkedeki tüm adreslerin kayıtlı olduğu ulusal veri tabanına dayalı olarak, hane birimi üzerinden belirlenmiştir. Tabakalı küme örneklem yöntemi kullanılmış, tabakalar kent-kır olarak gruplandırılmıştır. Hanenin araştırmaya katılma ölçütü olarak, 12 yaş ve üzeri en az bir kişi ile görüşme yapılması belirlenmiştir. 5085 hanenin 3672’sinde (% 72,2) görüşme tamamlanmış; 6854 kişiye yüz yüze görüşme tekniğiyle anket uygulanmıştır. Görüşülenlerin %61,6’sı ellerini günde 10 kezden fazla, %26,9’u 6-10 kez, %10,4’ü 3-5 kez ve %1,0’ı 1-2 kez yıkadıklarını belirtmişlerdir. Ellerini 10 kezden fazla yıkayanların sıklıkları erkeklerde %47,9, kadınlarda %69,5; kırsal alanda %60,8, kentsel alanda %62,1’dir. Katı sabun kullanımı kırsal alanda (kırsal %65,7, kentsel %48,2); sıvı sabun (kırsal %41,9, kentsel %60,1), ıslak mendil (kırsal %2,3, kentsel %7,0) ve kâğıt havlu kullanımı (kırsal %2,7, kentsel %7,6) kentsel alanda daha yaygındır. Daima ellerin yıkandığı belirtilen durumlar içinde; tuvaletten sonra (%91,1), sabah kalkınca (%85,7), çöplere dokunduktan sonra (%83,5), burnunu temizledikten sonra (%83,1) ellerini yıkama sıklık sırasına göre ilk sıralarda yer almaktadır. Tuvaletten sonra daima ellerini yıkayanların sıklığı ülke genelinde %91,1, kırsal alanda % 90,7, kentsel alanda %91,4’tür. Yemeklerden önce daima ellerini yıkayanların sıklığı ülke genelinde %61,1 iken, kırsal alanda %59,0, kentsel alanda %62,4’tür. Yemeklerden önce, tuvaletten sonra ve günde 10 kezden fazla el yıkama sıklıkları ilerleyen yaş gruplarında, kadınlarda, ilerleyen öğrenim düzeylerinde ve yemeklerden önce el yıkama sıklığı kentsel alanda yaşayanlarda daha yüksektir. (p< 000,1) Bu araştırmanın sonucunda ise şu tespitler yapılmıştır: “Su ve besinlerle bulaşan hastalıkların yayılmasının engellenmesinde eşiköneme sahip olan yemeklerden önce ellerini yıkama (yemeklerden önce daima ellerini yıkama sıklığı % 61,1) , geliştirilmesi gereken bir sağlık davranışı olarak öne çıkmaktadır. El yıkama davranışı ile ilgili dezavantajlı gruplar adolesan yaş grubu, erkekler, kırsal alanda yaşayanlar ve düşük eğitim grupları olarak saptanmıştır. Özellikle bu gruplarda hijyenin geliştirilmesine yönelik sağlığın teşviki programlarının uygulanmasına öncelik verilebilir. Görüşülenlerin el yıkamanın bulaşıcı hastalıkların önlenmesindeki rolüne ilişkin yüksek farkındalık düzeyi, tasarlanacak sağlığı geliştirme programları için cesaretlendirici niteliktedir. Görüşülenlerin % 39,2’sinin çevresel nedenler olarak gruplandırılan etmenler nedeni ile ellerini yıkaması gerektiği halde yıkamaması, sağlık eğitiminin yanı sıra destekleyici sağlık çevreleri oluşturulmasına yönelik cabalara da sağlığı geliştirme çerçevesi içinde yer verilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. El yıkamama nedenleri içinde kentlerde ve ilerleyen öğrenim gruplarında çevresel nedenlerin sıklığının yüksek olması, bu gruplarda el yıkama ortamlarının uygunluğu ile ilgili beklentinin yüksek olabileceğini düşündürmektedir. Kentleşme surecini tamamlama aşamasındaki Türkiye için bu sonuçların dikkate alınması, sağlıklı şehirlerin kurulmasına katkı sağlayabilir.” Bu araştırmanın sonucundan da hareketle Tıbb-ı Nebevî ile Modern Tıbbın el yıkmama ile mikroplara karşı savaşma konusunda at başı gittiklerinin birer tezahürü olarak tanımlayabiliriz. Şah Veliyyullah Dihlevî (ö. 1762) ellerin yemekten ve sonra yıkanmasının faydalarını şöyle izah etmiştir: “Yemekten önce ellerin yıkanması… ellerde bulunan kir ve pislikleri giderir. Yemekten sonra yıkama ise, yemekten arta kalan yağ ve bulaşığı izale eder. O halde bırakılması halinde elbisesini kirletebilir, elini kedi, köpek gibi hayvan tırmalayabilir. Yahut haşerat sokabilir. Şu hadis bu manadadır: “Kim eli yemek bulaşığı olduğu halde yıkamadan uyur da kendisine bir şey isabet ederse sadece kendini kınasın.” 131 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Peygamberimiz (s.a.s.) “evinde bereketin artmasını isteyen kişinin yemekten önce ve sonra ellerini yıkamasını” tavsiye etmiştir. Elleri mikroplardan arındırmak için sık sık yıkamanın da başka sorunlara yol açtığı unutulmamalıdır. Zira bu konuda çok titizlik bazen obsesyon hastalığını da beraberinde getirmektedir. Bu konuda yapılan yorumu kayda değer buluyoruz: “Mikroplardan uzak durmak önemlidir. Fakat önleyici tedbirler bir obsesyona doğru yol aldığında mizofobi, kirlenme ve hastalık kapmaktan aşırı korkma hastası olabilirsiniz. Bu terim ilk defa 1879’da Amerikan ordusunda nörolog ve genel cerrah olan aralıksız el yıkamanın obsesif kompulsif düzensizliğinin (OCD) bir semptomu olduğuna inanan William Alexander tarafından kullanılmıştır. Ancak şu anda doktorlar mizofobinin her zaman OCD’nin bir parçalsı olduğu mu yoksa kendi içinde bir düzensizlik mi olduğu tartışılmaktadır.” 6- Helal Maddelerle Tedavi olma Haram Maddelerle Tedavi Olmama Yüce Allah: “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” Ayetiyle içkiyi yasaklamıştır. Yasak bir maddenin içilmesi yasaksa ki herhangi bir amaçla tedavi amaçlı da olsa kullanımı yasaktır. Ibn Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:“ Şifa, üç şeydedir. Kan alma âleti vurmakta veya bal şerbeti içmekte veya ateşle dağlamaktadır. Ben, ümmetimi ateşle dağlamaktan nehyederim.” Peygamberimiz (s.a.s.), Acve (hurma) ,Bal, Çörekotu, kına, kudret helvası, saût (burun ilacı), sürme taşı sürme çeşitleri telbîne bulamacı, yer mantarı, zeytinyağı vb. helal olan maddelerle tedaviyi tavsiye ederken “Ateşle dağlamak”, “… Her sarhoşluk veren şeyin haram olduğuna”, “azı haram olanın çoğunun da haram olduğuna”, “içilmesinin ve satılmasının haram olduğuna” işaret etmiş, “Sarhoşluk veren maddelerle“ ve pis şeylerle tedaviyi yasaklamış, “Ey Allah’ın Rasûlu bu devadıdır.” diyen bir sahâbiye “Hayır o deva değil (bilakis) hastalık vericidir.” karşılığını vermiş bunların tedavide kullanımına ruhsat vermemiştir. Ebu’d-Derdâ, Peygamberimizin (s.a.s.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah her hastalığın devasını yaratmıştır.(Hasta olanlar) tedavi olsunlar, haramla tedavi olmasınlar.” Bugün Modern Tıpta da alkolle tedavi yapılmaması bu tavsiyesinin ne kadar isabetli olduğuna kâfi bir delildir. Örneğin Sigarayla Savaşanlar Derneği, sigarayla; Yeşilay Derneği içkiyle; AMATEM ise uyuşturucu maddelerle mücadele etmektedir. Bu ve bu gibi haram maddeleri kullananlarla mücadeleler de de 14 asır önce Peygamberimizin başlatmış olduğu haram maddelerle mücadelenin bir benzerinin modern tıpta da uygulandığının bir göstergesi olmaktadır. 7- Hacâmatla Tedavi Peygamberimizin kan aldırmış olduguna ve hacâmatla tedaviyi önerdiğine ve onun deva olduğuna dair bazı rivayetlere yer vereceğiz. Enes (b. Mâlik)’ten rivayet edilen bir hadiste:“Rasûlullah (s.a.s.) kan aldırdı. Onu Ebû Taybe hacâmat (kan alma tedavisi) yaptı. Rasûlullah da ona iki sa’ ölçeği buğday verdi ve onun sâhipleriyle konuştu. Onun vergisini hafiflettiler. Peygamberimiz bir hutbesinde şöyle buyurdu: “Sizin kendinizle tedavi ola geldiğiniz şeylerin en üstünü ve lüzumlu olanı, kan aldırmak ve el-Kustu’l-Hindî’dir …” Câbir b. Abdillahtan rivayet edilen bir hadiste Câbir b. Abdillah (r.a.) başı bir bez ile örtülmüş olarak dönüp gelmiş de sonra: “ Hacâmat yaptırmadıkça buradan ayrılmam. Çünkü ben Rasûlullah’tan (s.a.s.): “Kan aldırmakta, şifâ vardır.” Buyurduğunu işittim.” Demiştir. 132 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Abdullah b. Buhayne’den rivayet edilen bir hadisteIhramlı iken Mekke yolunda “ Lahyu Cemel denilen mevkide başının ortasından kan aldırdı.” Şeklinde rivayet edilmiştir. Ibn Abbâs: “Peygamber oruçlu olduğu halde kendisinden kan aldırdığını.” Rivayet etmiştir. Ebû Hureyre’den Peygamberimizin (s.a.s.): “Kim 17, 19, 21 kez hacâmat yaptırırsa her hastalığa deva olur.” Buyurduğu da rivayet edilmiştir. Abdullah b. Abbâs’tan rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.s.) “ Ne güzel hacâmat yaptıran o kula. Hacâmat (Fazla) kanı giderir. Beli hafifletir. Gözü parlatır.” Buyurarak hacâmatın faydalarını beyan etmiş ve “İhramlıyken başından hacâmat yaptırmıştır.” Modern Tıpta da kan alma ve kan verme yöntemini uygulamakta hem tahlil yaparken hastadan kan alırken, başka hastalara kan naklederken de başkalarından kan gruplarına göre kan almaktadır. Hekimler 3 aylık periyodlar halinde kan vermeyi de tavsiye etmektedirler. Hatta kan kanseri (lösemi) ve ilik kanseri olan hastaların tedavisinde de yakınlarından başlayarak kan alınmakta ve hastanın tedavisinde kullanılmaktadır. C- Karantina (Koruyucu Hekimlik) Hastalıklardan korunmak için karantina (Hastalığın zuhur ettiği yere girmeme veya oradan çıkmama) “Bir yerde veba hastalığını işitirseniz oraya gitmeyiniz. Bir yerde veba hastalığı çıkar da siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayınız.” uyarısının yanında: “Aslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaçılması gerektiğini” ifade etmiş olduğu bu hadisin Sağlık Bakanlığının da bulaşıcı hastalık zuhur eden (veba, kuduz vb.) bir bölgeyi o hastalık o bölgeden tamamen ortadan kalkıncaya kadar karantina altına alması bugün Modern Tıbba da yol gösterici olduğu kanaatindeyiz. Hatta hastanelerde bile hasta ziyaretlerinde de hem hastayı hem de ziyaretçilerini hastayla el sıkışma veya öpüşme gibi eylemlerden kaçınılmasını tembih etmesi de bulaşıcı olan hastalığın sirayetini ve hastanın enfeksiyon kapmasını engellemeye matuftur. Bu hususta Modern Tıpta da şöyle bir değerlendirmeye de yer vermek istiyoruz: “Tarih boyunca bulaşıcı hastalıklar, her zaman insanoğlunun üzerine düşen bir gölge gibi olmuştur. Bu hastalıklarla mücadelede yüzyıllar boyunca kullanılagelmiş ve günümüzde bile hala halk sağlığı otoritelerinin güvendiği stratejilerden biri de karantina yöntemidir. Dünden bugüne cüzzam, veba, kolera, tifüs, SARS (severe acute respiratory syndrome) ve kuş gribi gibi pek çok hastalıkta uygulanmış olan karantina; bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insanları ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre, kimseyle temas ettirmemek suretiyle alınan tedbirsel faaliyetlerin tümüdür. Karantina çoğu zaman geniş çaplı olduğu ve başarılı olabilmek için birçok ülkenin işbirliğini gerektirdiği için, uygulanması zor ve kararlılık isteyen bir yöntemdir. Bu projedeki amacımız günümüz tıp dünyasına Ortaçağ tıbbının belki de en büyük mirası olan bu yöntemi, tarihsel gelişim süreci içerisinde, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan uygulamalar kapsamında incelemek ve çeşitli zorlukları nedeniyle kötü bir üne sahip olan yöntemin, güncellenmiş kanıtlara göre temel içeriğini hala koruduğuna dikkati çekmektir.” Bu hadisin ışıgında karantinanın bizzat Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından ciddi anlamdaüzerinde durulduğunu ve O’nun uyarıları doğrultusunda Sahabe-i Kirâm tarafından uygulandığını ve Modern Tıbbın da bu yöntemi, hastalığın zuhur ettiği bölgeyi karantina altına alarak, hastalığın sirayetinin önlenebilmesi amacıyla o bölgeye giriş ve çıkışları 3-6 ay gibi sürelerde yasaklayarak uygulamaktadır. Ankara 133 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi’nde Sağlık Bakanlığımızın uyguladığı bazı teknik ve yöntemleri açıkladığımız bir tebliğ sunmuştuk. Sonuç Tıbb-ı Nebevî, Modern Tıp iki öz kardeş misali eş güdüm içinde çalışmalıdır. Bu tür çalışmalar, bütün insanlığın hizmetinde olacağı için bugünkü manada multidisipliner diye adlandırdığımız çalışmalar yapılmalıdır. Bu tür çalışmaların yapılmasının gereği,23-24 Haziran tarihinde MUHDER tarafından organize edilen ve Ankara’da yapılmış olan Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi’nin sonuç bildirgesinde de vurgulanmıştır. İlim dallarının bir birinden istifade etmesi de Yüce Allah’ın ilim sıfatının birer tezahürüdür. Zira Yüce Allah: “Her bilenin üzerinde bir bilen vardır.” Buyurarak ilimde zirve olmanın mümkün olmadığına ve ilimleri sürekli gelişip, ilim adamlarının da temayüz edebileceğine işaret etmiştir. Hem Tıbb-ı Nebevî hem de Modern Tıpta temayüz etmiş ilim adamları ortak akıl oluşturarak hastalıkların tedavisinde yeni yöntem ve teknikler üzerinde kafa yormaları, gayret sarf etmeleri ve daha verimli neticeler alabilmeleri bu ayet muvacehesinde her birerlerine düşen bir vecibedir. Peygamberimizin (s. a. s.) zamanında uygulanan tedavi yöntemlerini bugün modern tıpta kullanmalıdır. O günkü yöntemlerle bugünkü yöntemler aynı olsa da hedef insan sağlığının muhafazası esas alınmıştır. Yani her iki alanın gayesi de aynıdır. İnsanın yaşatılabilmesi için mücadele vermek için tedavi metotlarını ortaya koymak için gayret sarf etmeleridir. Bu ilke de Yüce Allah’ın: “Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları, yeryüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur." Ayetiyle beyan edilmiştir. Islam Dinin korunmasını emrettigi (Usûl-i Hamse) diye tavsif edilen 5 temel konudan ikisi olan canın ve neslin korunmasıdır. Canın ve neslin korunması için yapılan mücadele de cihattır. Hem modern Tıp hem de Tıbb-ı Nebevî sahasında çalışan ilim adamlarının çalışmaları hem dinî hem insanî vecibelerini yerine getirmelerinin gönül huzuru yanında insan hayatını kurtarma ve koruma gibi kutsal bir mücadeleyi de verdiklerinin hazzını yaşayacaklarını söylememiz mümkündür. Tıbb-ı Nebevi ve Modern Tıpla ilişkisini bu bildirimi hazırlarken Bütün ilim dallarının birbirilerinden yararlandığı bir nevi Matematik ilmindeki kümeler gibi birbirinin elemanı olduğu yani içlem kaplam mesabesinde birbiriyle münasebet içinde olmaları kaçınılmazdır. Bilim adamlarının: “Bu dinî ilimlere dâhildir. Bizim sahamıza girmez.” veya Tıbb-ı Nebevî ile meşgul olan dinî ilimlerle uğraşan ilim adamlarının da: “Bu gayr-i dinî ilimlere girer veya bu benim saha mı ilgilendirmez.” Gibi yorumlar yapması düşünülemez. Bu nedenle Modern Tıbbın, Tıbb-ı Nebevî’ye; Tıbb-ı Nebevî’nin de Modern Tıbba kayıtsız kalması düşünülemez. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kendi saglıgının korunmasında bizzat uyguladıgı ve Sahâbe-i Kirâm’ın sağlıklarının korunması konusunda onlara tavsiye ettiği bugün de Modern Tıpta da uygulanabilecek yöntemler moral ve motivasyonla tedavi, el yıkama ile tedavi, düzenli ve dengeli beslenme ile tedavi, bitkilerle tedavi, misvak kullanma ile ağız ve diş tedavisi, helal maddeler kullanarak tedavi olma haram maddelerle tedavi olmadan sakınma, hastalığın zuhur ettiği yerden çıkmama ve oraya girmeme (karantina),bulaşıcı hastalıklı bir bölgede hastalıklara karşı tedbirler alma vb. insan sağlığının korunmasında öneme haizdir. Hadis Literatüründe Peygamberimizin (s.a.s.) uyguladığı ve uygulanabilirliği konusunda cevaz verdiği veya ve kerih gördüğü tedavi yöntemlerinin avantaj ve dezavantajlarını ortaya koyacak Modern Tıbbın verilerini de kullanarak yapılacak Multidisipliner dünya çapında araştırmalara da ihtiyaç vardır. 134 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hacettepe Üniversitesi tarafından organize edilmiş ve 2007 yılında Ankara’da gerçekleşmiş III. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi, Tıp Tarihi Cemiyeti tarafından organize edilmiş 2010 yılında İstanbul’da gerçekleşmiş 5.İslam Tıp Tarihi Cemiyeti Kongresi, Ankara’da MUHDER tarafından organize edilmiş,24-25 Haziran tarihleri gerçekleşmiş I. Tıbb-ı Nebevî Kongresi, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Michigan Stade Üniversitesi işbirliği ile 09-10 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşen First Turkish Congress of One Health insan, çevre ve hayvan sağlığını konu alan bu kongrelerinin ardından Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbbı Nebevî) Kongresi’nin yapılması da bu tür çalışmalara ihtiyacın birer göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Üniversitelerimizin Tıp Fakültelerinde görev yapan uzman tabiplerimizin ve Sağlık Bakanlığımızın nezdinde hizmet veren Modern Tıp araştırmacılarının, ilahiyatçıların yanında ziraatçilerin, fizikçilerin, kimyacıların, hukukçuların, biyologların da bu tür Kongre ve Sempozyumlara aktif katılım sağlaması yanında madden de destek vererek bu kongrelerde sunulan tebliğlerin ve posterlerin insanlığın hizmetine sunulması amacıyla yayınlanmasında öncülük etmelerini temenni ediyor, Tıbb-ı Nebevî Kongremizin hayırlara vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Kaynakça KUR’ÂN-I KERÎM MEÂLİ, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-2008. III. TIPTA INSAN BILIMLERI KONGRESIÖZET KİTABI, Ankara-2007. 5. ISLAM TIP TARIHI CEMIYETI KONGRESIÖZET KİTABI, İstanbul-2010. AHMED B. HANBEL, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul,1992. ATMACA, Veli, Hadislerde Rukye Hz. Peygamber ve Sahabenin Uygulamaları .Işıgında Şifa Hadisleri, Ragbet Yayınları, Istanbul-2010 EL-BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâîl, el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul1992. ED-DÂRİMÎ, Ebu Muhammed Abdillah Abdirrrahman Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. D.IA, I-XLIII, Diyanet Vakfı Yayınları, Istanbul-2012 Trz. DÖNMEZ, Mustafa Hıdır, Mevsûatu’t-Tıbbı’n-Nebevî, I-II, Dâru İbn Hazm, Beyrut- DÖNMEZ, Mustafa, Ebû Nuaym el-İsfehânî ve Et-Tıbbu’n-Nebevî İsimli Eser Üzerine, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVI/349-350 Sayı 1,2007. DÖNMEZ, Doç. Dr. Mustafa Tıbbu’n-Nebevi Literatüründe Ebû Nu’aym elİsfahânî’nin et-Tıbb-ı Nebevi İsimli Eserinin Yeri“ Basılmamış Tebliğ, Ankara Uluslararası Tıbbı Nebevî Kongresi, Ankara-2014. DUZMAN, Ruhan, Anterior Veya Posterior Gastrojejunostomi Yapılan Ratlarda Loxiglumide’in Mide BoşalımıÜzerine Etkisi,6-7,Uzmanlık Tezi, Sağlık Bakanlığı Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul-2005. EBÛ DÂVÛD Süleymân b. el-Eş’as, Sünenu Ebî Dâvûd, Çağrı Yayınları, İstanbul1992. TÜRKİYE EL YIKAMA ARAŞTIRMASI, (Editör: Prof. Dr. Recep Akdağ) Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı Yayınları, Ankara2012. 135 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 2011. GENE STONE, Hiç Hastalanmayan İnsanları Sıraları, Yakamoz Yayınları, İstanbulHAS, Polat, Peygamberimizden Günümüze Beslenme, TÖV yayınları, İzmir-1991. HAZNEDAROGLU, Prof. Dr. Ibrahim Ankaferd BloodStopper, Basılmamış Teblig, Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi, Ankara-2014. IBN HACER el-Askalânî, Münebbihât, çev. Celal Yıldırım, İzmir-1965. 1986. ) ,IBN-I HALDUN, MukaddimeÇev: Z. Kadirî Ugan),Milli Eğitim Basımevi, İstanbul- IBN-I MÂCE, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu İbn-i Mâce, Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. IBN MANZÛR, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut-Trz. KÖKTAŞ, Yavuz, Hadis Fetvaları (Literatürü, Özellikleri ve Örnekleri), Rağbet Yayınları, İstanbul-2014. KÖYCÜ, Erdoğan, Tarihten Günümüze İnsan Sağlığının Korunması Tıbb-ı Nebevî ve Karantina Uygulamaları, Basılmamış Tebliğ, Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi, Ankara-2014. MÂLİK B. ENES, el-Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. MOLLAMEHMETOGLU, Osman Zeki, Sünen-i Tirmizî Tercümesi, Yunus Emre Yayınları, İstanbul-Trz. MÜSLİM b. el-Haccâc, El-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. EN-NESÂÎ, Sünen, I-VIII Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. ÖZDOĞAN, Öznur, İsimsiz Hayatlar Manevi ve Psikolojik Yaklaşımla Arınma ve Öze Dönüş, Ankara-2009. SOFUOGLU, Mehmet, Sahîh-i Buhârî ve Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul1988. ŞAH VELIYYULLAH DIHLEVÎ, Huccetullahi’l-Bâliğa, I-II,(Terc. Mehmet Erdoğan) İz Yayıncılık, İstanbul-1992 ET-TIRMIZÎ, Muhammed b. Îsâ, Sünenü’t-Tirmizî, Çağrı Yayınları, İstanbul-1992. YILDIRIM, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorunlar (Büyük Muhaddis Şuayb Arnavut’la Söyleşi) Rağbet Yayınları, İstanbul-2011. TV6 GÜL DAMLASI, https://www.youtube.com/watch?v=mN4uRgmsiTs 28. PROGRAM. http://www.caferuj.com.tr/multimedya/galeri/saglik/hastanin-atesiniyukselterek-kanseri-tedavi-ediyor. http://onehealthturkey.org. http://www.kigem.com/moral-silahlari-ve-motivasyon-araclari.html. http://www.sepeton.com/farmasi-aloevera-misvak-jel-dis-macunu-1113002. 136 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi MODERN TIP ve DİNİ DESTEK 137 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 138 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Kronik Böbrek Yetmezliği Sonucu Hemodiyaliz Uygulanan Hastalarda Manevi Yardım ve Dini Desteğin Önemi Yrd. Doç. Dr. Alpay Demirel S.D.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Songül Demirel Isparta Devlet Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ Bal ıkesirÜ. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hikmet ORHAN S..D.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Nesimi KİŞİOĞLU S.D.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Her organda olduğu gibi böbreklerde çeşitli nedenlerle hastalanabilir. Tıbbı tedavi sonucu şifa bulup düzelebilir. Düzelmezse olay kalıcı olur. Buna Kronik Böbrek Yetmezliği denir. Kronik böbrek yetmezliği hastaları vücutta biriken toksinleri Hemodiyaliz cihazına bağlanarak atabilirler. Bu işlem haftada 3 gün, günde 4 saat sürer. Yaşam süresi en uzun kronik hasta gruplarından birisi, Hemodiyaliz hasta grubudur. Hemodiyaliz hastaları yaşamlarının büyük kısmını hastanelerde geçirirler. Hasta birey kendini güçsüz, düşkün, çaresiz ve yardıma muhtaç hisseder. Bu dönemde ailelerinden daha çok birlikte oldukları sağlık personelinden ilgi, alaka, sabır ve hoşgörü beklerler. Yıllarca süren beraberlik bir arkadaşlık ortamı oluşturur. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı şu şekilde tanımlar. Sağlık; insanın bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam iyilik halinde olmasıdır. Hemodiyaliz hastasının cihaza olan bağımlılığı hastanın özgür yaşamını ve zamanını sınırlandırır. Ayrıca beslenmesinde birçok yiyecek yasaklanmıştır. Kilo almaları ve su içmeleri sınırlandırılmıştır. Bu şartlarda yıllarca süren bu yaşam mücadelesi hastada yaşam kaygısı, endişe, sıkıntı, huzursuzluk, mutsuzluk gibi duygular gelişmesine sebep olur. Bu son saydığım ruhsal 139 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi şikâ-yetler psikiyatristler ve psikologlar tarafından giderilmeye çalışılır. Bu dönemde hasta bireylere yalnız olmadıkları, bir ailenin ve toplumun parçası olarak yalnızca sevgiye ve desteğe ihtiyaç duyan bireyler oldukları hissettirilmelidir. Onların sorunları manevi yardım ve dini destekle çözülmeye çalışılmalı ve hastanın mutlu, huzurlu, gelecekten umutlu bir yaşam sürmesini hedeflenmelidir. Bu çalışma Isparta ilindeki hemodiyaliz merkezlerinde yapılan anket çalışmalarıyla desteklenmiştir. Biz bu yazımızda, hemodiyaliz gibi uzun yıllar tedavisi süren hastalıklarda, tıbbı tedavinin yanında manevi yardım ve dini desteğin de hasta yaşamı üzerindeki önemini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: Hemodiyaliz, manevi rehberlik, dini destek. Abstract The Importance of the Religious Support for Chronic Kidney Failure Patients Taking Hemodialysis Treatment Kidneys may lose their functions due to various reasons as every other organ. After the appropriate treatment, damaged kidneys may function again. If not, this damage becomes permanent. This is called chronic kidney failure. Chronic kidney failure patients should take hemodialysis treatment to get rid of toxins produced in the body. Hemodialysis treatment is applied 3 sessions in a week as each session takes 4 hours. Patients taking hemodialysis treatment have one of the longest expected life span in chronic patient population. Patients taking hemodialysis treatment should spend most times of their life in hospitals. These patients feel weak, depressed, desperate, and helpless and they seek for help. During this period, patients spend more time with the health care workers than their family, and these patients wish to be cared by tolerant and enduring health care workers. This years-long relationship creates friendship between the patients and the healthcare workers. World Health Organization (WHO) defines health as follows: Health is a state of complete physical, mental and social well-being and not merely the absence of disease or infirmity. Patients taking hemodialysis treatment are dependent to hemodialysis machines. Therefore, this dependence limits the freedom and the time of the patient. In addition, these patients have a diet to obey. They should preserve their weight and they have limitations on their water intake. All these limitations lead patients to have fear, anxiety, discomfort and unhappiness due to this struggle lasting for years. Psychiatrists and psychologists try to help the patients to relieve their mental complaints affecting the patients’ mood. During this period, health care workers make patients feel that these patients are not alone. Patients should feel that they only need love and support as they are a part of the society. Problems of these patients should be solved by religious support. The aim should be that the patient carries on his/her life happy, peaceful, and hopeful for the future. In this study, we aim to emphasize the important effect of the religious support in addition to the medical therapy on patient well-being for the chronic patients taking hemodialysis treatment. Keywords: Hemodialisis, spiritual care, religious support. A- TEORİK ÇERÇEVE Böbreklerimiz vücudun en önemli organlarından biridir. Fonksiyon kayıpları tansiyon yükselmesinden, kansızlığa kadar birçok sistemi fizyolojik olarak etkilemektedir. Böbreklerimizin kalıcı fonksiyon kaybı Kronik Böbrek yetmezliği olarak bilinir. Vücuttaki toksinleri atmak için hasta haftada 3 gün, 4 saat hemodiyaliz cihazına 140 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi girer. Bu hastada cihaz bağımlılığı, iş gücü kaybı, sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar depresyon, anksiyete, tedaviye uyumsuzluk, uyku bozuklukları, cinsel fonksiyon bozukluğu, intihar girişimi, psikoza yol açar. Psikologlar ve psikiyatrlar bu hastalara yardımcı olmaya çalışırlar. Bunların yanında hastalarda manevi yardımında hastalığın yol açtığı olumsuzlukları kabullenmeyi kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu çalışmanın amacı; dini duyguları yüksek hastalara bu dönemde talepleri halinde manevi yardım sağlanmasının önemini vurgulamaktır. 1. Kronik Böbrek Yetmezliği ve Hemodiyaliz Dünyada her 10 kişiden birinde böbrek hastalığı bulunmaktadır. Türk Nefroloji Derneğinin yaptığı tarama çalışmasına göre, Türkiye'de her 6- 7 yetişkinden birinde çeşitli evrelerde Kronik Böbrek Hastalığı bulunduğu gösterilmiştir. Buda Kronik böbrek yetmezliği oranının ne kadar sık görüldüğünü göstermektedir. Böbrekler iki tanedir ve yetişkinlerde her bir böbrek yaklaşık 11-12 santimetre uzunluğunda ve 150- 160 gram ağırlığındadır. Vücutta yaklaşık 5 litre kan vardır. Bu kanın tamamı dakikada bir kalpten vücudun çeşitli organlarına pompalanır. Bir litreden daha fazla kan (1,2 litre) her dakika böbreklerden geçirilerek süzülür. Böbreklerimizden bir saatte 72 litre; bir günde ise 1.700 litre kan süzülür. 150 gramlık tek bir böbreğin içinden günde yaklaşık 850 litre kan geçer. Böylece bir günde bütün kan böbreklerimizde 340 kez analizden geçirilir. 2. Böbreklerin Görevleri Metabolik ürünlerin vücuttan atılması: Böbreklerimizin en önemli görevi vücudumuzdaki zararlı ve atık maddeleri (üre, kreatinin, ürik asit gibi) süzerek vücuttan idrar yolu ile atmaktır. Kan basıncının düzenlenmesi: Böbreklerimiz çeşitli hormonlar salgılar. Bunların birinin adı renindir. Bu hormon yardımı ile tansiyonumuz düzenlenir. Sıvı dengesini ve kandaki pH düzenlenmesinisağlar: Vücudumuza gerekli olan bazı minerallerin, (tuz, potasyum, fosfor, magnezyum vb) suyun, glikozun ve proteinlerin dengede tutulmasını sağlarlar. Kan yap:ımını kontrol eder Böbreklerimiz salgıladığı bir hormon olan eritropoetin ile kemik iliğini uyararak kan yapımına yardımcı olurlar. Kemik yap:ımını kontrol eder 141 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Vücudumuza alınan D vitamininin kullanılmasını sağlayarak kandaki kalsiyum– fosfor seviyesini dengeler ve sağlıklı bir kemik yapısının olmasına katkıda bulunurlar. Böbreklerin görevlerini anlatma nedenim, bu organın ne kadar çok fonksiyonu olduğunun bilinmesi ve fonksiyon kaybı sonunda hastaların nasıl fizyolojik sıkıntılarla karşı karşıya kal-dıklarının bilinmesidir (1). Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY), böbreklerin metabolik artıklarını atma, çeşitli besin öğelerini geri emerek kaybını önleme ve idrarı konsantre etme yeteneğinin geri dönüşümsüz bozulması ile tanımlanan bir hastalıktır. 3. Kronik Böbrek Hastalığının Sonuçları Nelerdir? Kronik Böbrek Hastalığı sıklıkla sinsi bir şekilde ilerler, özellikle erken evrelerde belirti vermeyebilir. Bu nedenle birçok hastaya zamanında tanı konulamaz. Teşhis edilemeyen Kronik Böbrek Hastalığı iki önemli sonuca yol açar: 1. Son dönem böbrek yetmezliği gelişmesi; Bu evreye ulaşan hastaların yaşamını sürdürebilmesi için diyaliz veya böbrek nakli tedavilerinin uygulanması gerekir. 2. Özellikle eşlik eden kalp-damar hastalıklarına bağlı erken ölüm risk vardır. Kronik Böbrek Hastalığı olan bireylerde ölüm riski genel toplumdan 10-30 kat daha yüksektir. 4. Hemodiyaliz Nedir? Hemodiyaliz, böbrek yetersizliği nedeniyle vücutta birikmiş olan üre, kreatinin, potasyum, fosfor gibi çeşitli zararlı ürünlerin ve suyun, vücut dışında yer alan yarı geçirgen bir membran (zar) yardımıyla, kandan temizlenmesi işlemidir. Hemodiyaliz sırasında, hastanın ka-nı vücudun dışında bir filtreden geçer ve hastaya geri verilir. Filtre membranındaki küçük gözenekler toksinleri süzerken, proteinler gibi hayati bileşenler kanda bırakılır. Fazla su da bu küçük gözeneklerden atılabilir. İşlem, bir kan pompası ve güvenliği sağlayan sistemler ile donatılmış bir diyaliz makinesi ile kontrol edilir. Aynı zamanda makine, tedavi sırasında kan pıhtılaşmasını önlemek için heparin gibi ilaçlar uygulayabilir. 142 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bir klinikte diyaliz genellikle haftada üç kez gerçekleştirilir ve dört-beş saat sürer. Hastalar evden kliniğe gelirler. Deneyimli doktorlar ve eğitimli tedavi personeli tüm tedavi boyunca hastayla ilgilenir. 5. Hemodiyaliz Hastasının Sorunları Diyaliz hastalarında normal hayat düzeni önemli ölçüde bozulmuştur. En büyük stres nedenlerinden birisi diyaliz işleminin kendisidir. Ilaç ve diyet tedavisi, Bir makineye ba,gımlılık Cinsel fonksiyon bozuklu,gu .Iş kaybı, sık hastalanma ve saglık personeli stres kaynagı olabilir Bu hastalarda sık karşılaşılan psikiyatri sorunlar depresyon, anksiyete, tedaviye uyumsuzluk, uyku bozuklukları, intihar girişimi, psikoz ve rehabilitasyondaki .zorluklardır Depresyon, diyaliz hastalarında en sık karşılaşılan psikolojik problemdir. Hemodiyaliz hastalarında depresyonun mortalite ile ilişkili oldugu gösterilmiştir. Belirtileri sürekli depresif mizaç, benlik-değeri düşüklüğü ve ümitsizlik hisleridir. Yaklaşık her 500 diyaliz hastasından biri intihar eder. Başarısız intihar girişimleri .daha sık olup bu risk daima akılda tutulmalıdırÇok sayıda diyaliz hastasının ölümü intihar eğilimi ile ilgili olarak tedaviye uyumsuzluğa bağlıdır. Bütün kronik hastalarda olduğu gibi diyaliz hastalarında da öfke sık görülür ve hastanın ailesine veya diyaliz personeline yönelik olabilir. İki hemodiyaliz seansı arasında fazla sıvı alımı sonucu kilo artışı en sık izlenen tedaviye uyum bozukluğudur. Aileden yeterli destek gören hastalarda tedaviye uyumsuz davranış daha azdır. Hastanın öfkeli olduğu durumda hastayı kışkırtmamak, onu anlamaya çalışmak doğ-ru olur. Öfkenin nedeni çoğu kez hasta tarafından bilinmez ve ev veya iş hayatı ile bağlantısının araştırılmasına ihtiyaç gösterir. Her iki cinsiyetten diyaliz hastalarının da cinsel sorunları vardır. Erkeklerde empotans % 70 oranına ulaşabilir. Hastaların yak143 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi laşık 2/3’ü böbrek yetmezliği ortaya çıkmadan önceki işine dönemezler. Diyaliz hastalarında uyku bozuklukları oldukça sıktır. Uyku bozuklukları zihinsel aktivitelerde azalmaya yol açabilir. Yapılan çalışmalar diyaliz tedavisine başlanılan ilk yılda herhangi bir nedenle psikiyatrik desteğe % 70 oranında ihtiyaç duyulduğunu, zaman ilerledikçe muhtemelen bir çeşit adaptasyon sağlandığı için bu oranın % 30'lara düştüğünü göstermektedir. Tüm yukarıdaki bulguların biri veya birkaçı hastalarda görülebilir.(2,3,4). Geli şmişülkelere baktığımızda, beden sağlığı kadar ruh sağlığına da önem verildiğini görmekteyiz. Meseleye ekonomik açıdan baktığımızda, bugün ABD’de yaklaşık olarak her birey için, tüm sağlık harcamalarının % 10’unun, diğer bir ifadeyle en azından 330 doların ruh sağlığına yönelik olarak harcandığı söylenmektedir. 6. Sağlık Hizmetlerinde Manevi Destek: Psiko-Teolojik Bağlam Din adamlar ı, haftada 9.5 saat danışmanlık ve diger saglık hizmetlerinde çalışmaktadırlar. Bu toplam olarak yılda 148.2 milyon saat anlamına gelmektedir ki, bu 77.000 üyeli, Amerikan Psikolojik Kurumu’nun yıllık çalışma süresine eşittir. Amerika artık bu konuda öyle bir noktaya gelmiştir ki, tartışılan konu, din adamlarının psikolojik danışmanlıkla ilgili ders alıp almadıkları değil, seküler sağlık kurumlarında çalışan kişilerin dini ve manevi eğitim almalarının gerekliliği üzerinedir. Din adamlarının büyük çoğunluğu, öğrencilik yıllarında, ilahiyat fakültelerinde danışmanlık dersleri alırken, psikologların ya da psikiyatristlerin çok azının (% 5) din ya da maneviyatla ilgili ders aldıkları bilinmektedir. Seküler bir devlet olan ABD için Krause şu soruyu sormaktadır: “Dini rehberlik yapmak için tıp doktorları mı eğitilmeli, yoksa tıp camiasının resmi parçasını din adamları mı oluşturmalıdır?” İnsanı beden ve ruh olarak ayırmak yerine, ona bir bütün olarak bakmak gerekir. Bu bağlamda ruhi fonksiyonlar da aynen insan vücudunun fiziki fonksiyonları gibi eşit derecede öneme sahip olup, insan sağlığıyla doğrudan ilgilidir. Bir kişinin bu unsurlar arasındaki dengeyi görmeden ve onları bir bütün halinde ele alıp incelemeden, bir hastalığı tedavi etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla insanın fiziki, psikolojik, sosyal ve manevi yanlarını bir bütün olarak incelemek gerekir. Koenig, 2000 yılından önce bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500’ünün (% 71) dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin olduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir. Bu analize göre; 93 çalışmanın 60’ında, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az depresyona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha hızlı iyileştikleri; 68 çalışmanın 57’sinde intihar olaylarının daha az görüldüğü 69 çalışmanın 35’inde daha az kaygılarının olduğu; 120 çalışmanın 98’inde daha az uyuşturucu madde kullandıkları; 114 çalışmanın 94’ünde psikolojik açıdan daha iyi bir durumda, daha ümitli ve iyimser oldukları; 16 çalışmanın 15’inde hayatta daha fazla amaç ve anlam buldukları; 38 çalışmanın 35’inde evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle iyi geçindikleri; 20 çalışmanın 19’unda daha (fazla sosyal destek aldıkları görülmüştür. 5 çalışmadan 5’i de dini inanç ve uygulamaların bağışıklık sistemini güçlendirdiğini; 144 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 7 çalışmadan 5’i kanser hastalığına ilişkin ölüm oranlarını düşürdüğü; 11 çalışmadan 7’si daha az kalp hastalıkları ve daha iyi kardiyolojik sonuçların olduğunu; 23 çalışmadan 14’ü daha düşük kan basıncı olduğunu; 3 çalışmadan 3’ü daha düşük kolesterolü olduğunu; 25 çalışmadan 23’ü daha az sigara içtiklerini; 5 çalışmadan 3’ü daha fazla eksersiz yaptıklarını; 2 çalışmadan 2’si de daha iyi uyku düzenine sahip olduklarını 52 çalışmadan 39’unda (% 75), dindarlık seviyesi daha yüksek olan kişilerin, diğerlerine oranla daha uzun süre yaşadıkları bulunmuştur. (7; 79-81) Inanç sayesinde kişiler acı ve ıstıraplarında bir anlam ve hikmet bulabilirler. Hastalar da kendi hastalıklarına karşı daha olumlu bir yaklaşım sergileyip rahat edebilirler. Dolayısıyla dini inancın zayıfladığı, stresli ve zor durumlarda, gelen manevi destek, kişinin dini inancını ve ruhsal sağlığını devam ettirmesi açısından oldukça önemlidir. Özellikle din kardeşlerinin, hasta kişi için yaptığı dualar son derece anlamlıdır. Kişinin adına dua edilmesi, o kişiye değerli olma hissini kazandırır. Sosyal desteğin stresli durumlarda stresle başa çıkmada önemli bir kaynak olduğunu göstermektedir. Cemaat üyelerinin hastaları ziyareti, onların ihtiyaçlarını karşılamaları vs de hasta için son derece moral kaynağıdır Dini kurumların sanatsal yönleri, mimari özellikleri, boyası, minyatürleri, süsleri vs. tüm bunlar kişiyi aşkın bir duruma götürmektedir. Psikolojik açıdan bireyler, işlediği günah ve hatalarını yüce bir varlık’a itiraf etme ve O’ndan af dileme fırsatı bulabilmektedirler. Böylece insan, iç huzurunu bozan ve kendisini rahatsız eden bir takım duygu ve düşüncelerini Yüce Yaratıcıya aktararak, problemlerinin vermiş olduğu rahatsızlıktan kurtulma şansına sahip olabilmektedir. Dini katılım, bireylerin günlük yaşamlarındaki gerilimlere karşı bakış açılarını değiştirmek suretiyle, onları daha az stresli bir hale getirir. Dini metinlerden okunan ve tefsir edilen farklı kıssa ve olaylar, günlük yaşamdaki olaylarla örtüştüğünde, dinleyiciye yeni bir ümit kaynağı olabilir. Insanlar kendi başlarına gelen her hangi bir kötü olay karşısında, bu tür kötülüklerin sadece kendilerinin değil, kendilerinden önceki insanların da başına geldiği, her devirde, her insan toplumunun, farklı şekillerde imtihana tabi tutulduğu bilgisiyle, kendilerini bu tür olaylarla ve insanlarla özdeşleştirme fırsatı bulabilirler. Dini inanç çok açık bir şekilde sağlıklı yaşam koşullarını emreder. İslam Dini kesin bir şekilde alkolü, uyuşturucu kullanımını, hatta sigara içmeyi, evlilik dışı her türlü cinsel ilişkiyi, intihara teşebbüsü yasaklayarak sağlıklı bir yaşam sunar. Affetme, hoşgörü, ümit, sevgi, hoşnutluk ve halinden memnun olma gibi olumlu psikolojik özelliklerin yanında meditasyon, zikir, dua fizyolojik mekanizmaya olumlu yönde etki ettiğini ortaya koymaktadır. Bu duygular, iç salgı bezlerini ve bağışıklık sistemini birbirine bağlayan nöral yollar üzerine etki eder. Olumsuz duygular da, örneğin, kızgınlık, korku, kıskançlık, kin vs de sempatik sinir sisteminin uyanmasına neden olur. Bu durum da strese, stres ise bağışıklık sisteminin zayıflamasına, o da enfeksiyon ve kalp krizi riskinin artmasına, kan basıncının yükselmesine ve iyileştirme tepkisinin zarar görmesine neden olur. Sonuçta dini katılım ve bu tür olumlu psikolojik duygular bir taraftan yaşama bir anlam kazandırırken, diğer taraftan da insanın yaşama daha olumlu ve ümitli bir şekil145 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi de bakabilmesini sağlar. Bu durum, insanların hem ruh hem de beden sağlığını korumaya yardımcı olur.(5,6,7) B- AMPİRİK UYGULAMA Örneklem ve Uygulama Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi ve Devlet hastanesinde Hemodiyaliz Birimlerinde manevi yardım ve dini destek üzerine 77 denek kullanılarak anket çalışması yapıldı. Anket uygulamasında, gönüllü katılım esası ve rastsal örneklem yöntemi kullanıldı. Hastalara araştırmacı ekip tarafından bu konuya özel hazırlanan 10 soruluk bir anket formu verildi. Hastaların anket formunu, ortalama 15-25 dakikada doldurdukları gözlendi. Örnekleme cinsiyet faktörü bağlamında bakıldığında ise hemodiyaliz tedavisi gören 77 hastanın 43’ü erkek; 33’ü kadın olarak tespit edildi. Bulgular 1-Bu hastal ık sonucu bir işteçalışıyor musunuz? Evet (%6.2) Hay(%97.4) ır 2- Gelir düzeyiniz nedir? Emekli maa (%56.8) şı Sabit gelirim yok (%31.1) Di(%12.1) ger 3-Her hemodiyaliz işlemi için evden çıkıp tekrar eve dönünceye kadar kaç saatiniz geçiyor? 6 saat (%35) 7 saat (%17.1) 7 saat üstü (%15.8) 4-Organ nakline ba ?şvurdunuz mu Evet (%30.3) Hay(%69.7) ır 5-Kaç yıldır organ nakil sırasındasınız? 1y (%26.1) ıl 1-3 y(%30.3) ıl 6-Herhangi bir psikolojik s ıkıntı ve probleminiz oldugundaönce kiminle paylaşırsınız? Aile yak (%42.7) ınlarımla Sa (%28.8) glık personeliyle Arkada(%15.3) şlarımla Di (%12.7) ger hastalarla Din adamlar (%1.3) ıyla 7-Kendinizi dini açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Kesinlikle inanıyorum ve bütün dini görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum (%38,2) Inancım var ama ibadetlerimi tam olarak yerine getiremiyorum (60,5%) 146 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Dini inançlarımla ilgili şüphe ve kararsızlıklarım var (% 1,3) 8-Hastanelerde dini destek ve manevi yard?ım almak ister misiniz Evet (% 81,6) Hay(18,4 %) ır 9-Hastanelerde nasıl bir dini destek almak istersiniz? Din görevlisi ile sohbet etmek isterim (%44,3) Kuran okumas ınıöğretmesini isterim (%13,0) Din görevlisinin her gün ayet okuyup mealini anlatmasını isterim (%36,5) Bütün dini desteği vermelerini isterim ( %4,9) Hastanede din görevlisinden yardım istemem ( %0,9) 10-Sizce hastalara yap ılan manevi yardım ve dini destek hizmetininönem düzeyi nedir? Kesinlikle önemlidir (%50) Oldukça önemlidir (%30,3) Önemli değildir (%15,8) Kesinlikle önemsizdir (%1,3) C- DEĞERLENDERME Bizim anketimizdeki hastalar % 81.6oranında dini destek ve manevi yardım almak istediklerini belirtmektedir. Bu oran; cevaplardaki kesinlikle inanıyorum ve bütün dini görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum (%38,2), İnancım var ama ibadetlerimi tam olarak yerine getiremiyorum (%60,5) oranı toplamı ile örtüşmektedir. Hastanelerde nas ıl bir dini destek almak istersiniz? Sorusunda ise hastalar en çok, din görevlisi ile sohbet etmek istediklerini (%44,3) belirtmişlerdir. İkinci sırada ise hastanede yattığım sürece din görevlisinin her gün ayet okuyup mealini anlatmasını istediklerini belirtmişlerdir (%36,5). Kuran okumasını öğretmesini isterim (%13,0) İle üçüncü sırada yer almıştır. Sizce hastalara yap ılan manevi yardım ve dini destek hizmetininönemi nedir? Sorusuna kesinlikle önemlidir (%50); oldukça önemlidir (%30,3) ile toplam %80.3 ile %81.6 dini yardım ve manevi yardım verilsin oranı ile uyumludur. Dünya Sağlık Örgütünün Sağlık tanımı; İnsanın ruhen, bedenen ve sosyal yönden tam iyilik halidir olarak tanımlar. Din, doğrudan ya da dolaylı olarak bireylerin bedensel ve ruhsal sağlıklarına etki eder. Hasta Hakları yönetmeliği kapsamında talep eden hastalara manevi yardım ve dini destek sağlanabileceği belirtilmektedir. Agustos 1988 yayımlanan hasta Hakları Yönetmeliği; Dini Vecibeleri Yerine Getirebilme ve Dini Hizmetlerden Faydalanma Madde 38- Sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde hastalara dini vecibelerini serbestçe yerine getirebilmeleri için gereken tedbirler alınır. Kurum hizmetlerinde aksamalara sebebiyet verilmemek, başkalarını rahatsız etmemek ve personelce düzenlenip yürütülen tıbbi tedaviye hiç bir şekilde müdahalede bulunulmamak şartı ile hastalara dini telkinde bulunmak ve onları manevi yönden desteklemek üzere talepleri halinde, dini inançlarına uygun olan din görevlisi davet edilir. Bunun için, sağlık kurum ve kuruluşlarında uygun zaman ve mekân belirlenir. 147 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ifadeye muktedir olmayıp da dini inancı bilinen ve kimsesiz olan agoni halindeki hastalar için de, talep şartı aranmaksızın, dini inançlarına uygun olan din görevlisi çağrılır. Bu hakların nasıl ve ne zaman kullanılacagı ve bu konuda alınacak tedbirler, saglık kuruluşununçalışma usul ve esaslarını gösteren mevzuatta ayrıca düzenlenir. (8) Hasta haklarındaki gelişmelerin hayata geçirilmeye başlanması ile birlikte hastalara hastanelerde manevi destek gündeme gelmiştir. Bunun sonucu olarak 07/01/2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında, hastanelerde manevi destek ve dini rehberlik kapsamında “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü” imzalandı. Kurumlar arası iş birliği bağlamında yapılan bu protokol, alanla ilgili çalışmaların başlangıç düzeyi için önemli bir gelişme olarak görülebilir. SONUÇ Homodiyaliz hastasında böbreklerin fonksiyonu bozulmuştur. Bu fonksiyon bozukluğu sonucu hastada kan yapımından, tansiyonun düzenlenmesine kadar bir çok görevini yapamaz hale gelir.. Diyaliz hastaları birçok fiziksel ve psikolojik strese maruz kalır. Hastalar haftada 3 gün 4-5 saat hemodiyalize girerler. Bu işlem için hastaneye gidip eve dönmek için harcanan zaman uzundur. Bizim hastalarımızda 6 saat ve üzeri (%68.4) idi. Bu işlem için hastalara cerrahi olarak kateter ve fistül işlemi uygulanır. Bunun dışında sürekli kullandıkları ilaçlar mevcuttur. Devamlı su, yiyecek ve içeceklerinde sınırlandırma ve diyet uygulanır Bir makineye bağımlılık, cinsel fonksiyon bozukluğu, iş kaybı sıktır. Bizim hastaların %97.4 herhangi bir işte çalışmadığını belirtti. Bu hastalarda sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar depresyon, anksiyete, tedaviye uyumsuzluk, uyku bozuklukları, cinsel fonksiyon bozukluğu, intihar girişimi, psikoz ve rehabilitasyondaki zorluklardır. Hastaların bu psiko-sosyal sorunlarla başa çıkabilmesi için ayda bir psikolog konsültasyonu rutin olarak yapılmaktadır. Gerekli vakalarda psikiyatri uzmanları da hastaları değerlendirmektedir. Dini duyguları yüksek bireyler diğer tedavilerinin yanında manevi yardım ve dini destekte almak istemektedirler. Bizim anket çalışmamızda da manevi yardım ve dini destek almak isteyen hastaların oranı (%81,6) idi. Bu hizmet imamlar tarafından verildiğinde hastalarda ölüm fikri oluşmaktadır. Bizim hastalarımıza, sorunlarınızı kiminle paylaşırsınız diye sorduğumuzda (%42.7) ailesiyle, (%1.3) din adamlarıyla paylaştığını belirmektedir. Din adamları hakkındaki bu olumsuz düşüncenin ortadan kaldırılması gerekir. Manevi yardım ve dini destek verecek bireylerin din ve tıp egitimi konusunda yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim almış uzman kişiler tarafından oluşturulması uygundur. Bu ko-nu multi-disipliner çalışmalarla olgunlaştırılmalıdır. Hastanelerde talep eden hastalara; hasta hakları yönetmeliğince sağlanan, manevi yardım ve dini danışmanlık hizmetlerinin verilebilmesi için gerekli çalışmaların kurumsal düzeyde hızla başlatılması ve geliştirilmesi gerekir. KAYNAKLAR 1-Hemodiyaliz Nedir? fhttp://www.renal.com.tr/hemodiyaliz-nedir. 2- Akyol, A. (2013). Son Dönem Böbrek Yetmezliği (Sdby) Olan Hastada Palyatif Bakım. Cumhuriyet Hemşirelik Dergisi, 2(1), 32-41. 148 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 3-Tan, M., Okanlı, A., Karabulutlu, E., & Erdem, N. (2005). Hemodiyaliz Hastalarında Sosyal Destek ve Umutsuzluk Arasındaki Ilişkinin Degerlendirilmesi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 8 (2), 33-38. 4-Tuğrul, Sezer, M. Diyaliz Hastalarında psikolojik sorunlar ve çözüm yolları. http://www.tsn.org.tr/egcalhek/psikiyatrik_sorunlar.pdf, (Erişim tarihi: 2015). 5-G. Koening Harold, (2013). Din Maneviyat ve Tıp: Klinik Uygulama Için Araştırma Bulguları ve Öneriler. (Çev. N. Kimter), Bilimname 15 (2), 215-230. 6-Altaş N, Köylü M. (2014). Dini Danışmanlık ve Din Hizmetleri. İstanbul: Ensar Yayınları. 7-Köylü, M. (2007). Ruh sağlığı ve din: Batı toplumu açısından bir değerlendirme. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 23(23), 65-92. 8- Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete Sayısı: 23420 149 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 150 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi االكتئاب والطب النبوي Depression and Al-Tibb Al-Nabawi عالم خان محاضر في كلية اإللهيات – جامعة جومشخانه Abstract We no longer need for further evidence to describe the present era as the era of depression, compared with the age past age of anxiety a period that preceded and then accompanied the post-world war II. The recent decades of the last century have witnessed a steady increase in cases of depression, all over the world, infecting the elderly and young men and women. It was observed that worry, grief and depression are diseases that destroy human physical power and lead to miserable life. Worry and grief are so harmful diseases that man should try to combat them otherwise he would fall as their victim and therefore fail to achieve greater accomplishments. It is therefore important to study this issue which affects human psyche and behaviour. There is no doubt that the surrender to depression, worry and grief will deprive human of joy and pleasure and get him astray. We find the Sunnah of the prophet deals with this mental illness, from different perspectives and show the causes and teachings that help the Muslim and uplift him from depression and loneliness to the tranquillity and stability. This study represents an objective study of the Hadiths and some related Quranic verses. Key words: Depression, loneliness, Quran, hadith, treatment. 151 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الملخص ال نحتاج إلى المزيد من الدالئل على صدق وصف عصرنا الحالي بأنه عصر االكتئاب النفسي وذلك مقارنة بالعصر الماضي "عصر القلق " ،وهي الفترة التي سبقت وصاحبت ثم تلت الحرب العالمية الثانية .ولقد شهدت الحقبة األخيرة مع بداية النصف الثاني من القرن الماضي زيادة مطردة في حاالت االكتئاب في كل أنحاء العالم ،وأصيب بهذا المرض الشباب والشيوخ والرجال والنساء . لوحظ ان الهم والحزن واالكتئاب من األمراض التي تحطم قوة اإلنسان وتهدم جسمه وتجعل حياته ضيقا .فيقعده عن المعالي وحطماه عن اإلنجاز ،لذلك من المهم أن نتناول هذه القضية المؤثرة على نفس اإلنسان وسلوكه .ال شك أن االستسالم النفسي لالكتئاب والهموم واألحزان يزول الفرح والسرور ويقع االنسان في الحيرة والتأسف التي تسبب أمور خطيرة كاإلنتحار. نجد أن السنة النبوية عالجت هذه األمراض النفسية و بينت األمور واألسباب التي تعين المسلم وتخرجه من االكتئاب والوحشة إلى السكينة والطمانينة وذلك في مواضيع متفرقة ،و بحثي هذا يمثل دراسة موضوعية لألحاديث الواردة حول الموضوع مع اإلستعانة بما ورد في القران الكريم. الكلمات الرئيسة :االكتئاب ،الوحدة ،القرأن ،الحديث ،العالج. -1مقدمة البحث : الحمد هلل والصالة والسالم على سيد األنبياء واألطباء وعلى اله وصحبه أجمعين أما بعد: فإن االكتئاب النفسي هو أحد أكثر األمراض النفسية انتشا اًر في الوقت الحالي و تؤكد الدراسات العلمية ارتفاع نسبة حدوثه في المستقبل. واالكتئاب النفسى ()Depressionهو المرض الذي يؤثر بطريقة سلبية علي طريقة التفكير والتصرف ،ويصاب به الذكور واإلناث علي حد السواء ،الصغار والكبار والمسنين ال يفرق بين مستوي التعليم والثقافة وال المستوي المادي .الجميع عرضة لإلصابة به. من الممكن أن يصاب الشخص ببعض هذه األمراض في أي مرحلة سنية وإن كانت أكثر ما تكون في السن من 44 - 24سنة .لكن النساء أكثر عرضة لإلصابة عن الرجال وقد فسر ذلك بأن النساء تتعرض لضغوط اجتماعية وبيولوجية بصورة دائمة. 152 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi لحسن الحظ أن االكتئاب النفسي ليس مثل األمراض التي ال يمكن عالجها بل هو من األمراض التي يمكن عالجها ،لكن من مشاكله ال يشعر اإلنسان في بعض األحيان أنه يعاني منه ،وهذا من أخطر أنواع االكتئاب النفسي عندما ال يشعر االنسان أنه مريض ويحتاج إلى استشارة الطيب المتخصص ،لذا من عرف أنه أصيب به فيجب عليه التوجه إلي الطبيب لتلقي العالج في الوقت المناسب. حيث أن التأخر في استشارة الطبيب يكون له توابع سلبية علي سير الخطة العالجية .فقد تحتاج الحالة إلى فترة أطول من العالج أو كمية أكثر من األدوية مع التعرض لنكسات في حالة عدم المواظبة علي العالج. -2ما هو االكتئاب؟ االكتئاب سؤ الحال واإلنكسار من الحزن او كما ذكر في كتب علم النفس" الحزن الدائم". وقال ابن القيم رحمه هللا تعالى في كتابه الشهير غريب الحديث" أن االكتئاب عبارة عن تغير النفس باإلنكسار من شدة الهم والحزن .معناه هذه اخر واعلى درجة الهم والحزن. عالمات االكتئاب : إن االكتئاب النفسي مرض يصاب به اإلنسان فيجعله يعاني من األعراض التالية: شعور باإلحباط والزهق والملل. -عدم االستمتاع بمباهج الحياة. اضطرابات بالنوم وقد تكون في صورة صعوبة في النوم أو كثرته. فقدان الشهية لألكل أو الفرط في األكل بشراهة. -سرعة التعب من أي مجهود. صعوبة في التركيز والتذكر واتخاذ الق اررات. -نظرة تشاؤمية للماضي والحاضر والمستقبل. التفكير في إيذاء النفس أو المحيطين كاالنتحار أو القتل. الشعور بالذنب الدائم أو العصبية الدائمة. -3أنواع االكتئاب : االكتئاب المزمن الخفيف. االكتئاب الشديد. االكتئاب الموسمي. 153 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -4وجود كلمة االكتئاب في القرأن والسنة. كما عرفنا أن لالكتئاب درجات واعلى واخطر درحته االكتئاب الشديد ،لكن السؤال هل له ذكر في الشرع يعني في القرأن والسنة ؟ فنعم هذه الدرجات مذكورة في القرأن والسنة بالمصطلحات المختلفة مثل الهم والحزن لكن كلمة االكتئاب او هذه مادة ايضا له وجود في النصوص اما لفظا او معنى. اول مصدر من مصادر الشرع هو القرأن الكريم ،وكلما يتحدث سبحانه وتعالى عن يعقوب عليه السالم عندما جاء اليه اوالده وأخبروه عن بني يامين وأخاه الذي بقي معه في مصر ،فقال يعقوب عليه السالم . يا أسفى على يوسف وابيضت عيناه من الحزن فهو كظيم .سورة يوسف كئيب. ففي تفسير هذه اآلية ذكر اإلمام ابن كثير قول اإلمام الضحاك :أن معنى كظيم اي وفي حديث ذكره اإلمام مالك في الموطا ان النبي صلى هللا عليه وسلم تعوذ منه وقال: اعوذبك من كآبة المنقلب. فعرف منها ان لهذا المرض ذكر في القرأن والسنة وله مثل في أجيال سابقة. -5اسباب االكتئاب في السنة. هناك اسباب شتى ذكرها علماء علم النفس ،مثل الخمر او فقدان العزيز او من هو أعلى في الرتبة ،لكن لو ننظر اليها فنجد لها عالقة لما ذكر في السنة وباالختصار الشديد اذكر األسباب المستفادة لالكتئاب من القرأن والسنة واآلثار المأثورة من أصحاب النبي صلى هللا عليه وسلم وأتباعهم رضوان هللا عليهم أجمعين. الذنوب والمعاصي : معلوم أن الذنوب والمعاصي ثمرة البعد عن هللا جل وعال ،واالستجابة للشهوات والشبهات ,فلذلك لها أثار قبيحة مذمومة ،ومضرة بالقلب والبدن في الدنيا واآلخرة .ومن المعاصي ما هموما وأحزًانا وقد يكون العبد فعلها ونسي، يعجل هللا عقاب صاحبها في الدنيا فتنقلب عليه ً فأخذه هللا عز وجل على غرة من جنس فعله ,حتى لو هم بها ولم يعملها ,كما أخرج اإلمام ِّ ِّ َّللا َعَلْي ِّه ِّم َن اْل َهمِّ "م ْن َه َّم ب َسيَئ ٍة َفَل ْم َي ْع َمْل َها أَْر َس َل َّ ُ الطبري بسنده عن عائشة رضي هللا عنهاَ : السِّيَئ ِّة". َواْل ُح ْز ِّن ِّم ْث َل َّال ِّذي َه َّم ِّب ِّه ِّم َن َّ 154 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi فقدان العزيز: من أسباب االكتئاب فقدان العزيز ,ألن من طبيعة اإلنسان أنه يحزن بفوات ما يحبه من األصدقاء وذوي األقرباء كما قال محمد رشيد بن علي رضا رحمه هللا صاحب تفسير المنار تحت هذه اآلية : َعَل ْو َن ِّإ ْن ُكْن ُت ْم ُم ْؤ ِّم ِّنين َوَال َت ِّهُنوا َوَال َت ْح َزُنوا َوأَْن ُت ُم ْاأل ْ اس َك ْاألَص ِّد َق ِّ وب ِّات ِّه ِّم َن اْلم ِّ الن ِّ َن ِّصَل َة ِّْ اع َو َّ اإل ْن َس ِّ اء َوِّذي اْلُقْرَبى أ َّ ال َواْل َم َت ِّ ان ِّب َم ْحُب َ ْ َ ُق َّوًة وتع ِّط ِّ ض لَِّن ْف ِّس ِّه أََل ُم يه ِّغْب َ وراَ ،فِّإ َذا ُه َو َفَق َد َشْيًئا ِّمْن َها ِّب َال ِّع َو ٍ ض َفِّإَّن ُه َي ْع ِّر ُ َُْ ط ًة َو ُسُر ً َّال ِّذي ي ْش ِّب ُه ُّ الظْل َم َة ُ ُت ْك ِّسُب ُه اْل ُح ْز ِّن كما حزن أصحاب النبي –صلى هللا عليه وسلم(رضوان هللا عليهم أجمعين) بفوات العمرة بمنعهم من الدخول إلى الكعبة الشريفة يوم الحديبية ,أخرج اإلمام الطبري رحمه هللا بسنده عن أنس بن مالك في تفسير قول هللا تعالى ِّ :إَّنا َف َت ْحَنا َل َك َف ْت ًحا ُم ِّبيًنا ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ َّ َّ َقال َ :ن َزَل ْت َعَلى َّ ِّ يل َّللا َعَلْيه َو َسل َم َمْرج َع ُه م َن اْل ُح َدْيبَية َ ،وَق ْد ح َ النب ِّي َصلى َّ ُ َ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ال َ :لَق ْد َص َح ُاب ُه ُم َخال ُ طو اْل َك َ َوَبْي َن ُن ُسك ِّه ْم َ ،فَن َحَر اْل َه ْدي ِّباْل ُح َدْي ِّبَيةَ ،وأ ْ آبة َواْل َح َزن َ ،فَق َ ِّ َح ُّب ِّإَل َّي ِّم َن ُّ يعا آي ٌة أ َ َعَل َّي َ الدْنَيا َجم ً َبْيَن ُه ْم أُْن ِّزَل ْت وكما حزن النبي –صلى هللا عليه وسلم عندما قتل القراء حتى قنت شه ار –أخرج البخاري رحمه هللا بسنده عن أنس رصي هللا عنه قال " :قنت رسول هللا شه ار حين قتل القراء فما رأيت رسول هللا حزن حزنا قط أشد منه" النظر إلى من هو أعلى منه. إن من أسباب الهم ,والحزن ,واالكتئاب النظر إلى من هو أعلى من اإلنسان في الصحة ,والمال ,والحسن ,كما في الحديث الذي أخرجه اإلمام احمد رحمه هللا تعالى بسنده َحُد ُك ْم ِّإَلى عن أبي هريرة -رضي هللا عنه –قال النبي -صلى هللا عليه وسلم" :-الَ َيْن ُ ظْر أ َ م ْن َف ْوَق ُه ِّفي اْل َخْل ِّق أ َِّو اْل ُخُل ِّق أ َِّو اْلم ِّ ال" َ َ هذا فمن نظر إلى من هو أعلى منه ,في المال ,والصحة ,والرتبة ,والوظيفة ,واألوالد , والحسن ,والقوة فانه يصاب باألمراض المختلفة المهلكة لإلنسان كالحسد ,والهم,والحزن , واالكتئاب لذا نهى النبي –صلى هللا عليه وسلم عن ذلك . -6العالج الوقائي لالكتئاب في السنة. 155 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi العقيدة: من عالج االكتئاب العقيدة الصحيحة وخاصة الرضاء بقضاء هللا وقدره عالج شاف لهذا المرض الرضاء بقضاء هللا وقدره ،ألن اإليمان بالقضاء والقدر هو أحد أركان اإليمان الستة، كم ا في الحديث الذي أخرجه اإلمام مسلم رحمه هللا بسنده عن عبد هللا بن عمر بن الخطاب – رضي هللا عنهما–قال:قال النبي -صلى هللا عليه وسلم : "اإليمان أن تؤمن باهلل ومالئكته وكتبه ورسله واليوم اآلخر وتؤمن بالقدر خيره وشره" فيعلم من تفسير النبي –صلى هللا عليه وسلم –أن اإليمان بالقضاء والقدر من السنة النبوية ,أنه صلى هللا عليه وسلم جعله ركناً من أركان اإليمان ،ولذا ال يستقيم إيمان عبد وال يقبل عمله إال بأن يؤمن بالقضاء والقدر. لذلك أوجب اإلسالم على متبعه الرضاء بقضاء هللا وقدره ,ألن العبد إذا علم أن ما قدر في األ زل ال بد منه وما لم يقدر يستحيل وقوعه استراحت نفسه وذهب حزنه على الماضي ولم يهتم للمتوقع ,والقرآن تشير إلى هذه الحقيقة كما يقول تبارك وتعالى : اب ِّم ْن م ِّص َيب ٍة ِّفي ْاألَْر ِّ َها ِّإ َّن ض َوال ِّفي أَْن ُف ِّس ُك ْم ِّإَّال ِّفي ِّك َت ٍ اب ِّم ْن َقْب ِّل أ ْ َن َنْبَأر َ َص َ " َما أ َ ُ َذلِّك عَلى َّ ِّ َّللا َي ِّسير" َ َ وثبت عـن النبي -صلى هللا عليه وسلم -أنه قــال لعبـد هللا بن عباس -رضي هللا عنهما -يا غالم: "إني أعلمك كلمات احفظ هللا يحفظك احفظ هللا تجده تجاهك إذا سألت فاسأل هللا وإذا استعنت فاستعن باهلل واعلم أن األمة لو اجتمعت على أن ينفعوك بشيء لم ينفعوك إال بشيء قد كتبه هللا لك ولو اجتمعوا على أن يضروك بشيء لم يضروك إال بشيء قد كتبه هللا عليك رفعت األقالم وجفت الصحف" فالمسلم عندما يعلم َّ : أن األمور كلها مكتوبة ,فإنه ال يحزن ،بما يصيبه ,وكيف ن أن م ْن حوله من اإلنس ,و ِّ الجن ال يستطيعون أن يضروه ،أو ينفعوه إال بقدر يحز ,وهو يعلم َّ َ هللا –جل وعال–ألن كل شيء بقضاء ه وقدره ,فلماذا يحزن ،ويكتئب اإلنسان على فوات محبوبه . التقوى والعمل الصالح: 156 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi فإن من عالج االكتئاب التقوى والعمل الصالح ألن من لزم نفسه بهما فال يصاب به, جل وعال يقول : ومن أصاب فعوفي منه ,إن شاء هللا ألن هللا َّ َجَرُه ْم " َم ْن َع ِّم َل َصالِّحاً ِّم ْن َذ َك ٍر أ َْو أُْن َثى َو ُه َو ُم ْؤ ِّم ٌن َفَلُن ْحِّيَيَّن ُه َحَيا ًة َ طِّيَب ًة َوَلَن ْج ِّزَيَّن ُه ْم أ ْ َح َس ِّن َما َكاُنوا َي ْع َمُلو َن" ِّبأ ْ صالحا وهو مؤمن في فاقة أو ميسرة، يقول اإلمام الطبري رحمه هللا " :من عمل عمال ً صالحا ،عيشته ضنكة ال خير فحياته طيبة ،ومن أعرض عن ذكر هللا فلم يؤمن ولم يعمل ً فيها". وقال ابن عباس –رضي هللا عنهما":الحياة الطيبة السعادة". فال أطيب من حياة المؤمنين ،و ال سعادة حقيقية إال في طاعة هللا تعالى: ِّ ِّ يش ًة َضْنكا" ض َع ْن ِّذ ْكرِّي َفِّإ َّن َل ُه َم ِّع َ َعَر َ اي َفال َيض ُّل َوال َي ْشَقى َو َم ْن أ ْ " َف َمن َّاتَب َع ُه َد َ جاءه من يقول شيخ اإلسالم ابن تيمية رحمه هللا " :فأخبر سبحاَنه أن من َ اتبع ما َ ِّ أعرض عنه فإنه الرسل ال َي ِّض ُّل وال َيشقى ،فال يحزن وال ُيعذب ،وأن من ألس ِّن َ الهدى على ُ ي َّ عذب بالمعيشة َّ الضْن ِّك " ُ وقد قرن هللا كالً من االستقامة ,والعمل الصالح باإليمان ,والتقوى لرفع حالة الحزن : ِّ ف َعَلْي ِّه ْم َوال ُه ْم َي ْح َزُنو َن" اموا َفال َخ ْو ٌ "ِّإ َّن َّالذ َ َّللا ُث َّم ْ ين َقاُلوا َرُّبَنا َّ ُ اس َتَق ُ وكذلك فإن الهم والحزن من مكفرات الذنوب والخطايا ,فمفهوم العكس يفهم أن الذنوب والخطايا سبب الهم والحزن وبالتالي فإن اجتنابها وقاية منه كما أخرج اإلمام البخاري رحمه هللا بسنده عن أَِّبي َس ِّع ٍيد اْل ُخ ْد ِّرِّي َو َع ْن أَِّبي ُه َرْي َرَة –رضي هللا عنهما َ ،ع ِّن النَِّّب ِّي صلى هللا عليه ِّ يب اْل ُم ْسلِّ َم ِّم ْن َن َص ٍب َ ،والَ َو َص ٍب َ ،والَ َه ٍم َ ،والَ ُح ْز ٍن َ ،والَ أَ ًذى َ ،والَ َغ ٍم ال َ " :ما ُيص ُ وسلم َق َ الش ْوَك ِّة ُي َش ُ ِّ َّ َح َّتى َّ اه" َّللا ِّب َها ِّم ْن َخ َ ط َاي ُ اك َها إالَّ َكفَر َّ ُ فإنه يفهم من هذا الحديث بمفهوم العكس:أن الذنوب سبب الهم,والحزن واالكتئاب,لذلك فإن اجتناب الذنوب ,والمعاصي ولزوم النفس بالتقوى,والعمل الصالح يقي اإلنسان من الهم , والحزن ,واالكتئاب . الجهاد في سبيل هللا : 157 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi فإن من عالج المجرب لالكتئاب "الجهاد في سبيل هللا " فإنه باب من أبواب الجنة كما في الحديث الذي أخرجه اإلمام احمد رحمه هللا بسنده عن عبادة بن الصامت رضي هللا عنه قال :قال رسول هللا -صلى هللا عليه و سلم : والغم" "عليكم بالجهاد في سبيل هللا تبارك وتعالى فإنه باب من أبواب الجنة يذهب هللا به الهم ِّ ِّ ِّ وم لذلك يقول ابن قيم الجوزية رحمه هللا " :أَما َتأ ُ َمٌر َم ْعُل ٌ ْثير اْلج َهاد في َد ْف ِّع اْل َهم َواْل َغم َفأ ْ ِّ ِّ ِّ ِّباْل ِّو ْج َد ِّ اش َتد َهم َها َو َغم َها َوَكْرُب َها اس ِّت َ يال َء ُه ْ ان َفِّإن الن ْف َ س َم َتى َتَرَك ْت َصائ َل اْلَباطل َو َص ْوَل َت ُه َو ْ ِّ ِّ ال َت َعاَلى : َّللا َذلِّ َك اْل َهم َواْل ُح ْز َن َفَر ًحا َوَن َشا ً َو َخ ْوُف َها َفِّإ َذا َج َ طا َوُقوًة َك َما َق َ اه َد ْت ُه لِل أَْب َد َل ُ ِّ ِّ ِّ ظ ين َوُي ْذ ِّه ْب َغْي َ َّللا ِّبأَْي ِّد ُ ( َقاتُل ُ ور َق ْو ٍم ُم ْؤ ِّمن َ يك ْم َوُي ْخ ِّزِّه ْم َوَيْن ُصْرُك ْم َعَلْي ِّه ْم َوَي ْشف ُصُد َ وه ْم ُي َعذْب ُه ُم ُ ُقُلوب ِِّّه ْم) ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ان) َف َال َش ْي َء أَ ْذ َه ُب ل َج َوى اْلَقْل ِّب َو َغمه َو َهمه َو ُح ْزِّنه م ْن اْل ِّج َهاد َوََّللاُ اْل ُم ْستَ َع ُ وأن المجاهد في سبيل هللا ينتظر في كل لحظة إلى القتل في سبيل هللا ,ويتمنى عن ربه الجنة وما فيها من النعم التي ما سمعت عنها األذن ,وما رأتها العيون ,وما خطر على قلب َّللا ِّم ْن ين ِّب َما َ آت ُ البشر وهذا فضل هللا جل –وعال عليه كما أشار إليه في قوله َ ":ف ِّر ِّح َ اه ُم َّ ُ ِّ ِّ ِّ ف َعَلْي ِّه ْم َوَال ُه ْم َي ْح َزُنو َن" ين َل ْم َيْل َحُقوا ِّب ِّه ْم ِّم ْن َخْل ِّف ِّه ْم أََّال َخ ْو ٌ َف ْضله َوَي ْس َتْب ِّشُرو َن ِّب َّالذ َ يقول اإلمام الطبري رحمه هللا " :ويسرون بلحوق من لحق بهم من إخوانهم على ما مضوا عليه من جهادهم ،ليشركوهم فيما هم فيه من ثواب هللا الذي أعطاهم ،وأذهب هللا عنهم الخوف والحزن". فأي هم ,وأي غم ,وأي حزن يبقى في قلب المجاهد في سبيل هللا الذي ينتظر هذا الفضل الكبير . لذا يقول ابن قيم الجوزية رحمه هللا ":فلو لم يكن في النضال إال أنه يدفع الهم والغم عن القلب لكان ذلك كافيا في فضله وقد جرب ذلك أهله" نعم قد جرب ذلك أهله ,كما هو الظاهر من أشعار خبيب األنصاري –رضي هللا عنه: ِّ ِّ ان َِّّلِل َم ْصَرِّعي ين أُ ْقَت ُل ُم ْسل ًماَ -عَلى أي ِّش ٍق َك َ َوَل ْس ُت أَُبالي ِّح َ ات ِّ ِّ وَذلِّك ِّفي َذ ِّ ِّن َي َش ْأُ -يَب ِّار ْك َعَلى أ َْوص ِّ ال ِّشْل ٍو ُم َم َّز ِّع. اإل َله َوإ ْ َ َ َ 158 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ختاما أقول ,إن من يعيش في ساحات الجهاد في سبيل هللا ,فال يصيبه القلق ,والهم , والحزن ,ألنه دواء مجرب لهذه الداء النفسية ,وذاق طعمه من لزم به عمال. -7عالج االكتئاب: الدعاء والتسبيح : ومن العالج الروحاني لألمراض النفسية الدعاء والتسبيح ألن هللا جل –وعال يفرج الكربات ,ويشفي عن األمراض بسببه,وكان عادة السلف الصالحين أنهم إذا أصابوا مصيبة بأية نوع كانت ,فيكثرون بالدعاء ,وكان من عادة النبي –صلى هللا عليه وسلم إذا أصابه أمر محزن فيلجا إلى هللا ويدعو عن ربه ,ولكن نجد دعواته –صلى هللا عليه سلم على نوعين,ما يكون وقائيا عن األمراض وما يكون عالجيا لألمراض . من نوع األول كما استعاذ النبي –صلى هللا عليه وسلم عن الهم والحزن : " َّ ِّ َعوُذ ِّب َك ِّم َن اْل َه ِّم َواْل َح َز ِّن َواْل َع ْج ِّز َواْل َك َس ِّل َواْلُب ْخ ِّل َواْل ُجْب ِّن َو َضَل ِّع َّ الدْي ِّن َو َغَلَب ِّة الل ُه َّم ِّإني أ ُ الر َج ِّ ِّ ال" ومن النوع الثاني :ما يكون عالجا للكرب والضيق والهم والحزن ،ومن ذلك ما أخرجه أحمد رحمه هللا في مسنده عن عبد هللا بن مسعود-رضي هللا عنه قال :قال رسول هللا اإلمام ُ هم وال حز ٌن ،فقال :اللهم إني عبدك بن عبدك بن صلى هللا عليه وسلم" :ما أصاب أحداً قط ٌّ في قضاؤك ،أسألك ِّ بكل اسم هو لك سميت به أمتك ،ناصيتي بيدك ٍ عدل َّ ،ماض َّ في حكمـكٌ ، نفسك ،أو علمته أحداً من خلقك ،أو أنزلته في كتابك ،أو استأثرت به في علم الغيب عندك: هم ُه وحزنه أن تجعل القرآن ربيع قلبي ،ونور صدري ،وجالء حزني،وذهاب همي،إال أذهب هللا َّ ،وأبدله مكـانه فرجاً .قال :فقيل :يا رسـول هللا أال نتعلمها ؟ فقـال :بلى ينبغي لمن سمعها أن يتعلمه. أما التسبيح :فقد خـاطب هللا وغير ذلك من األدعية التي ذكر في كتب الحديث .و َّ ِّ يق َص ْدُر َك ِّب َما َيُقوُلو َن َف َس ِّب ْح تعالى نبيه – صلى هللا عليه وسلم -مسلياً لهَ " :وَلَق ْد َن ْعَل ُم أََّن َك َيض ُ الس ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ين" ِّك َوُك ْـن ِّم َـن َّ اع ْ ِّب َح ْمد َرب َ بـد َرَّب َك َح َّتى َيأْتَي َك اْلَيق ُ ين َو ْ اجـد َ فتسبيح هللا تعالى من األسباب المزيلة للهموم واألحزان قال هللا تعالى حاكياً النو ِّن ِّإ ْذ َذهب م َغ ِّ النون-عليه السالم –وهو في بطن الحوتَ " :وَذا ُّ ظ َّن اضباً َف َ ََ ُ عَلي ِّه َفَنادى ِّفي ُّ ِّ َن ال ِّإَله ِّإَّال أَْن َت سبحاَنك ِّإِّني ُكْن ُت ِّمن َّ ِّ ِّ ين الظُل َمـات أ ْ َ ُْ َ َ َ الظالم َ َ َْ ِّ وَنجَّيَن ِّ ِّ ين" اه م َن اْل َغـمِّ َوَكـ َذل َك ُنْن ِّجي اْل ُم ْؤ ِّمن َ َ ْ ُ 159 لنا دعاء ذي َن َل ْن َن ْق ِّدَر أْ اس َت َجْبَنا َل ُه َف ْ Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وتأثير وبالجملة :فإن للدعاء والتسبيح تأثير عجيب في حفظ صحة البدن والقلب، ٌ ِّ شرور الدنيا. عجيب في دفع ٌ النظر إلى من هو أسوأ حاال : فإن النظر إلى من هو أحسن منك في الخْلق ،فقد تكون أنت ضعيف البنية ،ولكن أعطاك هللا عز وجل من نعمته صح ًة ،وإن كنت أقل من غيرك .لو أنك لو نظرت إلى من هو أقوى منك ،وإلى من هو أكثر منك صحة ،فستحسد هذا الغير ،وتستقل نعمة هللا سبحانه وتعالى عليك ،لذلك جاء في الحديث أخرجه اإلمام مسلم رحمه هللا بسنده عن أبي هريرة –رضي هللا َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم : ول َّ ال َرُس ُ ال َ :ق َ عنه َ -ق َ ِّ َن الَ َت ْزَدُروا ِّن ْع َم َة "اْن ُ َج َدُر أ ْ َسَف َل مْن ُك ْم َوالَ َتْنظُُروا ِّإَلى َم ْن ُه َو َف ْوَق ُك ْم َف ُه َو أ ْ ظُروا ِّإَلى َم ْن أ ْ َّ ِّ َّللا" ومن عالج الشرعي لالكتئاب " النظر إلى من هو أسوا حاال" وهذه قضية يستعملها األطباء النفسيون ،ولكن نبينا وحبيبنا عليه السالم استخدمها قبلهم ؛ كما في الحديث الذي أخرجه اإلمام البخاري رحمه هللا بسنده عن خباب بن األرت رضي هللا عنهعندما كان الصحابة– رضوان هللا عليهم أجمعين ,في مكة يضطهدون ويسامون العذاب الشديد على أيدي الكفار ، متوسدا بردة في فجاء خباب –رضي هللا عنه -إلى رسول هللا –صلى هللا عليه وسلم -وكان ً ان َم ْن َقْبَل ُك ْم ظل الكعبة ،وقال له :أال تستنصر لنا ؟ أال تدعو لنا ؟ فقال عليه السالمَ ":ق ْد َك َ ِّ الر ُج ُل َفُي ْح َفُر َل ُه ِّفي األَْر ِّ وض ُع َعَلى َ ْأر ِّس ِّه َفُي ْج َع ُل ُي ْؤ َخ ُذ َّ اء ِّباْل ِّمْن َش ِّار َفُي َ ض َفُي ْج َع ُل ف َ يها َفُي َج ُ ِّ ِّ ِّ ِّ ين ِّه و َّ ِّ ط ِّبأ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ َّللا َلَي ِّت َّم َّن َه َذا َم َشاط اْل َحديد َما ُدو َن َل ْحمه َو َع ْظمه َف َما َي ُصُّد ُه َذل َك َع ْن د َ ن ْص َفْي ِّن َوُي َم َّش ُ ْ َّللا و ِّ األَمر ح َّتى ي ِّسير َّ ِّ ِّ الذْئ َب َعَلى َغَن ِّم ِّه َوَل ِّكَّن ُك ْم اء ِّإَلى َح ْضَرَم ْو َت الَ َي َخ ُ اف ِّإالَّ َّ َ َ ُْ َ َ َ الراك ُب م ْن َصْن َع َ َت ْس َت ْع ِّجُلو َن" فهذه طريقة في العالج النفسي ،إذا أتاك إنسان أصيب بمصيبة ،فقل له :هناك أناس أصيبوا أكثر منك . فمثالً :إذا كان قد مات ولده في حادث ،فيقال له :هناك أناس ماتت العائلة كلها ،أو أن في الناس من ماتت زوجته وأوالده وفقد كل ممتلكاته .وهذا يعني أن اإلنسان إذا أصيب بمصيبة فإنه ينبغي عليه أن ينظر إلى من هو أسوأ حاالً منه فيقول :الحمد هللا ؛ أنا بخير . فالفقير ينظر إلى من هو أفقر منه فيدرك نعمة هللا عليه ،ويصلح هذا في أي أمر من أمور الدنيوية . 160 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الذهاب الى الحدائق: هناك طريقة حديثة جدا لعالج االكتئاب وهي العالج بالنظر وبتأمل ألوان الطبيعية الخضراء كما قال الباحث سميت فن :إن النظر الى الحدائق يثير البهجة في النفوس ،وإن التأمل لساعة كل يوم في الشجر والورود وألوانها الزاهية هي طريقة فعالة لعالج االكتئاب واالحباط ،ولكثير من الحاالت النفسية المستعصبة. ولكن لو ننظر الى تعاليم اإلسالم أنه حث المسلمين على التفكير والسير في ملكوت السموات واألرض يقول هللا تعالى " :قل سيروا في األرض فانظروا كيف بدأ الخلق ثم هللا ينشئ النشأة اآلخرة إن هللا على كل شيء قدير" فاإلسالم ال يخالف السير والذهاب الى الحدائق الذي هو السبب الرئيسي لسرور النفوس َم ْن َخَل َق والبهجة ،وهذا ما اختصره لنا القرأن الكريم بكلمات وجيزة وبليغة في قوله تعالى ":أ َّ ِّ ِّ السماو ِّ َنزل َل ُكم ِّمن َّ ِّ ان َل ُك ْم أَن ات َو ْاألَْر َ ق َذ َ ات َب ْه َج ٍة َّما َك َ َ َنب ْتَنا ِّبه َح َدائ َ الس َماء َماء َفأ َ َّ َ َ ض َوأ َ َ نب ُتوا َشجرها أَِّإَل ٌه َّمع َّ ِّ ُت ِّ َّللا َب ْل ُه ْم َق ْوٌم َي ْع ِّدُلو َن" ََ َ َ قال اإلمام الطبري رحمه هللا ذات بهجة أي ذات منظر حسن .فتأملوا إلى هذا الربط الرائع بين الحدائق والبهجة (حدائق ذات بهجة) فالقرأن سبق إلى اكتشاف هذه الحقيقة من علماء الغرب والشرق. الخاتمة: فإن المتأمل في النصوص الشرعية يعلم أن الشريعة اإلسالمية المطهرة ال تمنع المريض من العالج باألسباب المادي ،لكن في بعض األمراض مثل االكتئاب اإلستشفاء فيه بالعالج الروحاني أفضل من العالج باألسباب المادي ألنه مجرب وثابت. المصادر والمراجع. القرأن الكريم . ابن جرير الطبري تفسير جامع البيان في تأويل القرأن .دار المعرفة بيروت ()1409م ابن جوزي غريب الحديث ،دار الكتب العلمية بيروت ،الطبعة األولى ( )1985م أبو الفداء إسماعيل بن عمر بن كثير ،تفسير القرأن الكريم ،دار الكتب العلمية، منشورات محمد علي بيضون -بيروت 161 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi أبو عبد هللا ياقوت بن عبد هللا الحموي ،معجم البلدان ,دار الفكر –بيروت. اإلمام ابن تمية ،جامع المسائل ،دار صادر بيروت ،الطبعة األولى()1422هـ اإلمام ابن قيم الجوزية ،زاد المعاد ،دار الكتاب العربي –بيروت. اإلمام أبو القاسم سليمان بن أحمد بن أيوب بن مطير الطبراني ،المعجم الكبير ،دار الكتب العلمية بيروت الطبعة األولى 1412ه اإلمام أحمد بن حنبل ،مسند احمد,مسند ،دار السالم للنشر ()1491ه ـ اإلمام مالك ،موطأ مالك ،دار الكتب العلمية بيروت. اإلمام محمد بن أبي بكر أيوب الزرعي أبو عبد هللا ابن القيم الجوزية ،الفروسية , دار األندلس -السعودية ,الطبعة األولى .1993 \1414 ، اإلمام محمد بن إسماعيل البخاري ،صحيح البخاري .جمعية إحياء التراث اإلسالمي الطبعة األولى ()1491ه ـ اإلمام محمد بن رشيد بن علي رضا ،تفسير القرآن الحكيم (تفسير المنار) الهيئة المصرية العامة للكتاب ( )1990م اإلمام محمد بن عيسى الترمذي سنن الترمذي ،دار السالم للنشر والتوزيع ، الطبعة األولى()1420هـ ـ اإلمام مسلم بن حجاج ،صحيح مسلم ،دار طيبة للنشر الرياض ،الطبعة األولى ( )1422ه ـ رئيس التحرير –سميت فن ريتسخاوتن والمعاونين-كنوبرت فن ديركالين –إي وين ميكيرن ،االكتئاب(. )Depression 162 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 163 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Birey Ve Toplum Sağlığı Açısından İbadetlerin Önemi Dr. Ayşe Karaköse D.I.B. Kayseri Il Müftülüğü, Vaiz-Sosyolog 1.Giriş: Meseleyi ele alış biçimi ve üzerinde durulacak sorulara dair Ibadetleri kişisel begeni ve zevklerimize göre yapmayız. Onlar emir ya da tavsiye olmalarıyla, değer dünyamızı inşa eder. İç dünyamızı farkındalığımız temelinde yönlendirme amacındadır. Birey başkalarının yanında farklı kimliklerle donanırsa da, ibadetler çerçevesinde kul yönü sabitlenir. Bu kişisel buhran ve çelişkilerden koruyan bir emniyet çizgisidir. Toplumsal ve bireysel kimliklerimiz kimi zaman oldukça yücelten değer anlayışına bireyi indirgerken, kimi zaman ulaşamadığı amaçları, hayal kırıklıkları bireyi bocalatabilir. Çok boyutlu böylesi dış ve iç dünyanın karşılaşmalarıyla aşırı üstünlükler kurgulayan veya çelişkiler yaşayan kimlik ve kişilikleriyle bireyin, dengeyle karşılaştıranyüzleşme pratiklerine ihtiyacı vardır. Moderndünyada insan değerden bağımsız yaşayamayacağının çoktandır bilincinde. Fakat modernitenin değer anlayışıyla bunu yaşamsal kategorilere, ayrımlaştırarak ifadelendirmektedir. Bir yerlere ulaşmaya çalışan bedenin hedefleri arasında sıkışan insan ruhunu yoga, meditasyon gibi enstümanlardan medet umarak telafi etme gayreti taşıyor. Öyle görünüyor ki ruh ancak dinlenebildiği, günlük hayat ve genel olarak yaşam, farklı anlamlarla buluşturulabildiği sürece insan bedenen de sağlığını koruyabilecek. Inandıgı dinin deger anlayışına, emirlerine teslim olan dindar olma çabasındaki bireyi, pratik eylem yönü de bulunan ibadetlerin kendisini ne gibi dönüştürücü etkisi vardır? İnsan ibadetleri yerine getirirken yalnızca yaratıcı tarafından kabulünü arzulamakla birlikte, ibadetin kendisi ve başkaları açısından da gözlemlenebilir yararı olmalı mıdır? Yaratıcı, kul-lar için faydasız bir emir vermeyeceğine göre her ibadetin kulun kendi iç ve dış dünyasına yansıyan yönleri olmalıdır. Sağlıklı olma haline dair arayışlar toplumsal mı bireysel tanımlamalarla mı oluşan genel nitelik taşır? Davranışlara anlam veren gerçekliğimiz olan o davranışı eyleme dönüştürme kastımız, bir bakıma ne için, kim için, nasıl, ne zaman ve nerede yaptığımıza ilişkin sorularımız, sıradanlığı aşkın bir daireye çekebiliyor. Sonlu bir dünyada eylemlerde bu tür 164 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ölçütlere göre kalite arayan aşkın içerikli eylem çoğunluğuna nasıl ulaşılabilir? Bu tutarlı bilinç haline ulaşmak mümkün müdür? Bu gibi sorular çerçevesinde ibadetin birey ve toplumsal ahlakı belirlemedeki etkileri anlam merkezli çalışmayla ele alınacaktır. 2. İbadetin ibadet olana kadarki süreci Islam, bireysel ve toplumsal yapıyı birbiriyle ilişkilendirerek dokuyan düşünce ve hayata imanla bakma becerisini öngörür. İbadet anlamına böylesi bir bakış, bireyin ve toplumun akletmesini sağladığı gibi yapı-bünye ve işlevlerinde-eylemlerinde birbirinden etkilenebilir ve etkileyebilirliğini ortaya koyacak ruhunu-iç dokusunu sağlıklı kılacaktır. Kulluga dair içeriklendirmemiz, esasen Allah’ı varoluş ve yaşantımızda nerede konumlandırdığımız, niyet, söz ve eylemlerimizden sorumluluk derecemizin bütün yönleriyle ortaya çıkacağı ikincil fakat merkezi bir başka dünya olan ahirete dair imanî tanımlama ve yorumlamalarımız esas perspektif katar. İnsanın varoluşu, kendi ve hayatın anlamı hakkında bilinçlendirme ve değer katma cehdini taşımış olan peygamberler ve topluma tebliğ ettikleri kitaplar hakkındaki kalbi ve eylemleri dönüştürücü sorumluluğa olan davetlerini idrak biçimimiz, kısaca O’ndan gelen her türden görünen ve görünmeyen gayb bilgisini bu dünyadaki tasdik etme tezahürlerimiz, ibadeti –bireye konuşan anlamıyla kulluğu- hayata getirecektir. Ya da tam tersi boşluk katan bilinçsizlik düzeyiyle hayatta bocalamalara, belirsizlik ve çatışmalara kayıtsız kalamayan bireylerden oluşmuş toplumlara dönüşecektir. Allah, tükenmeyen sürekli verilebilecek karşılıktan bahsederken eylemlerdeki sürekliliğe de dikkat çeker. Örneğin ‘..Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında içinden ırmaklar akan.. cennetler..vardır..’ (Ali İmran 3/15) ayetinde sorumlu bilincin dünyadaki davranışlara hakimiyeti ve yönlendirmesinin sonucunda ödülün sürekliliğiyle müjde verilir. Ibadetler her an hikmet ya da hakikatin renkleriyle karşılaştıracak kalıcılık, süreklilik, iyiyi arama doğrultusundaki değişimin ve içtenlikli yaşamanın imkanlarını sunar. Bu yüzden memuriyet bilinciyle yürütülen bir görev değil, Tanrı’nın kendine verdiği ipi tutma becerisidir. Hayatın tek düze olmadığını bizzat içerisindeki bireyler olarak, savruluşlardan en az yaralanarak çıkmasını sağlayacak olan da bu ipe tutunabilme çabasıdır. Allah kulluk bilinciyle yaşamayı ihmal edeni, unutanı, erteleyeni kullugundan dışlamıyor. Onları ifade edişi, fâsık, münafık, kafir gibi başka kavramlarla olsa da her biri Allah’ın kullarıdır. (Yasin 36/30) Fakat kullukta derece kaydetme çabası, dünya hayatına verilen sıradanlık düzeyindeki anlamı değiştirecektir. (Necm 53/32) Kulun hak ettiğini verme çabasını O’nun adalet sıfatı betimler. Kulluk kendine çekidüzen veren Allah’ı hatırlayış hal ve sürecini içerir. Örneğin namazda baştan sona kulun, kulluğunu ifade edişi gizlidir. Halden anlatma ve bulunulan hali anlama eylemi olduğuna göre buna kulun Rabbiyle konuşma hali de denebilir. Konuşma, bilinçlilikten, düşünmeden yoksun olduğunda ya ezberi ya da bilinçsizlikle yapılan eyleyişle tanımlanabilir. Belki de tam da namazdayken, bireyin içerisinde olduğu ruh ve düşünce bütünlüğüne ulaşamaması, namazın içerisinde yeniden kavrama, namazı-nı okuyabilme şeklindeki anlam yolculuğunun farkına varılmamasıyla açıklanabilir. Başlayan-biten bir eylem, sorumlulukların çizgisini belirtmekle birlikte ibadetlerde bitişler bir sonraki adıma bağlıdır. O yüzden namaz kılan, ya da hacı olmuş birinin hatası oradakini buraya aktaramaması, bütünlüğün parçalanmasındandır. 165 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Oysa namaz, gündelik yorgunluk, kaygı, koşuşturmalar neticesinde günde beş defa ruhun dinlenmesidir. Bireyin arınma istencidir. Bir başka okuma biçimine göre her defasında yeni bir diriliş boyutunu kapsar. Onu ibadet yapan, emredenin büyüklüğüyle ve emre boyun eğenin ihlasıyla ilişkilidir. Birey, bir kul olarak namaz kılarken Allah’ın huzurunda sayılabildiği gibi, modern dünyaya karışırken de Allah’ın onu kendinden uzaklaştırdığı bir dünyaya attığı söylenemez. Olsa olsa bireyin kulluğa verdiği anlam daralmasıdır ortaya çıkan tanımlanamaz güçlükteki erdemsiz davranışları. 3. İbadete verilen anlam daralmasının sebepleri Eylemleri alışkanlıklar kümesine dahil ettiğimizde onlardan bir şeyler öğrenemiyoruz ya da bize bilgeliklerini konuşamıyorlar. İbadetler de geleneğin alışkanlık zincirine bağlandığında yaşamlarımızda öğreten yönü ıskalanmış oluyor. İbadetlerin genele akseden ve bireyi defalarca bir yerden bir yere getirebilen anlamı var. Anlamla öncelikle bireyin karşılaşması ve yüzleşmesi gerekir. Hz. Peygamberin ‘hayretimi arttır’ duası, tefekkürle yakınlığı gösterebildiği kadar, aslında yakınlığın çeşitli örneklerden beslendiğini de akla getirmelidir. Hayatı okumaya aşina bakış açısı kazanmışlığın okuma örnekliğidir. İbadetler de esasen bunu ister insandan. Birey arayışları, noktayı koymadan anlama çabası, düşünme ve hayret odaklı yaşama becerisinde aydınlanarak ve aydınlatarak çıkabilecektir. Hadis literatüründe Hz. Peygamberden rivayet edilen kimi hadislerde sayısal olarak vurguda bulunduğu ifadeler geçmektedir. Ya da farz, haram gibi katiyet ifadelerine namazın, orucun-hac ve zekâtın farz olması üzerinde kesinlikli ifadelerle durmak bir yana yolda yürürken birinin takılıp düşmesinde kusur arar gibi bakmanın haramlığı, çalışabilecek gücü yerindeyken başkalarının üzerinden geçinmenin haram olduğu, insanların sözlerinde küçültücü ayıpları bulmak için ustaca araştırma yapmanın haramlığına da dikkat çekilir. Fakat gündelik hayatı şekillendiren sorunlarda faizin-domuz eti yemenin-sarhoşluk veren maddelerin haramlığı kadar öncelikli olmadığını gözlemlenmektedir. Sorunlar biraz daha büyüdüğünde, ilişkilere çözüm üretilemediğinde eylemin en başındaki hükmü değil, sorun çözümü mesele edinilir. Bu belki de davranışlarımızı Kuran’a sahih ve sağlam hadislere vurmama tembelliğinden ya da alışkanlıkların sorgulanmayan bir hayatın işimizi kolaylaştırmasından kaynaklanabilir. Oysa uyarıcı bir sıkıntıyı yaşamadan, tam da içinde bulunduğumuz ruh halimizi ve halleri sorgulama isteği insanı erdemli bir inanan yapacaktır. Ibadetleri Islam’ın şartlarıyla sınırlandırmak ibadete verilen anlamın daralmasıyla neticelenmiştir. Halbuki Hz. Peygamber’in kendisine sorulan iman, Islam, ihsan nedir sorularına verdigi cevapta Islam’ın yalnızca onlardan ibaret ibadet anlayışı oluşturmak degildi muradı. Bunu hem bütün hayatına hem ihsan açıklamasına, hem de üçüne verdiği kısa özlü cevapların bütünlüğünde aramak gerekir. Zira insan yalnızca şekli boyutta kalan ibadetleri yaptığında kul değil, kulluk bitimsiz bir olgunlaşma sürecidir. (Ali İmran 3/15-17) Hz. Peygamberin İslam tanımlamasını bütünüyle tek ibadetler anlamına indirgeyen bir yaklaşım, kul olmanın çeşitli ve yan anlamlarını da daraltmış olur. Öğretimi, akılda tutmayı kısa ve öz boyutuyla yaşamayı önde tutmuşluğun bir örneğidir İslam izahı. İslam’ın islam olan bireyden göstergeler isteyen hayatta, uygulanabilir niyet ve pratiklerin olduğunu anlatır bize bu izah tarzı. Kuran ve hadislerin, sünnetin genel anlatım ve muhtevasına baktığımızda ise, kulluğun İslam’ın bu beş pratiğini de kapsayacak şekilde iman ve iyi niyetle örtüşen salih amele dair atıflarla bezendiği söylenebilir. Ibadeti sıradan hareketlerden kurtaran Allah katında degerli hale getirenöz, bireyin ya da toplumun yapılan eylem, söz, kalpte geçenler ve mayalananlar olmak üzere varlık hakkında karşılaştığı yakın ya da uzağında olsa bile farkına vardığı, hikmete ve anlama yaklaştıracak düzeyde düşünebilmesi, davranabilmesidir. 166 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bireyin ibadetleri şekli yönlerden ibaret sayması bütünüyle ibadete verdiği anlamla ilgilidir. Böylesi bir bilinç, ibadetin hayatın geneline aktarılma, yansıma, konuşabilme koşullarını ıskalamış ve çoğaltamamış olacaktır. Bilinçlenme hali ise sorma, hiç hatırında yokken arayışların, sorgulama ve düşünebilmenin erdemli kıyısına yaklaştıkça artabilecektir. İnsanın kendini sorgulaması yani kendiyle yüzleşebilme temrinleri ise, namazın bittiği ve tam da içerisindeyken, orucun tamamlandığı ve tam da merkezindeyken, haccın içinde ve tamamlanmışlığında, zekatın verilişi ve sonrasındayken bitmeyen ve aslında hep içerisinde olan zaman ufkunda süregelen, ibadete geçişi ve hayatı anlamlandırmaya dönüşebilecek yollarla karşılaşabilmeyi kolaylaştıracaktır. 4. İbadetlerin birey ve toplumsal sağlığa etkisi 1. Öncelikle ibadet kavramına verilen güncel anlam değişebilmeli Ibadet, kulun kendisinin kabullenilmişliginin duygusunu yaşamasını kolaylaştıran basamaklardır. Iman ve salih amel olarak anlaşılabildiginde (Ali Imran .ibadetlerin yalnızca şekilden ibaret olmadıgına varılabilir (57/3 Niyeti ibadet olarak değerlendirilmesine yükselten yalnızca kul ve rabbinin tanıklığıdır. Başkalarının bir davranışı görünen kısmıyla yüceltmesi, alkışlaması bir tarafa atılamayacak kadar önemliyse de, başlangıç kısmını, içte olup biten tüm düşünceler dışarı aynıyla yansıyacak denli yaratılmadığımıza göre, başkalarının tanıklığı ahlak ve etik yönüyle konuşulabilirse de, asıl nedenler birey ve Allah’ın tanıklığında gizlidir. İnsanı dışarıya aktarana kadarki zamanda iç dünyasından geçirmesi, eyleme dönüştürmesine neden olacak sebepler dünyasından en iyi gerekçelere dayanarak gerçekleştirmesi, niyetten eyleme kadar olan içsel ve dışsal geçide salih amel özelliği katacaktır. Doğrusu iyi bir eylem ne denli gözlenebilir olsa da salih nitelikte olup olmaması, kendi davranışını sorgulayabilmesinden dolayı birey ve Tanrı’da saklıdır. Bireyin i şledigi ibadeti salih amel seviyesineçıkartacak olan niyeti ve amelini bireyin okuma becerisine sahip olmasıdır. Eylem, yapılıp biten bir şey olduğunda birey ya da toplum (topluca ifa edilen namaz gibi) bir sonraki zamanda işleyeceği ibadetine ne katabilir, ya da ulvi ibadet kendine ne katabilir? Burada bireyin kendi eylemi üzerinde düşünmekten korkmamasıyla başlayan süreç tam da okuma ediminin ilk adımıdır. Islam, hem bireysel ahlakı, hem toplumsal ahlakı onarmayaçalışır. Hitap edilen dil, üslup, din müntesiblerinin zamanın bütünüyle ibadetle geçirilebileceğinin örneklerini verir. Davranışlarımız, sözlerimiz, kalbimiz imanımızın kuvvetlenmesinde, imanın gözlemlenebilir öncü kuvvetler olduğuna göre her biriyle ibadet içinde olma özelliği de pekişir. Meşhur bir hadis bunu akla getirir. ‘Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.’ Allah yalnızca namaz kılanı, oruç tutanı görmüyor. Bütün iç kurguları ve davranışları bağlantı kablolarıyla görendir. Mümin birey namazın içindekileri, orucun içindekileri bir yönüyle aç kalırken asıl kendini besleyeni fark edip kendine ve dış dünyasına yansıtabilirse hayatı sahiden ibadetli geçebilir. ‘Dini yalanlayan gördün mü? Yetimlere kötü davranan ve fakiri doyurmak için en az çalışan işte odur. O zaman, vay o namaz kılanların başına geleceklere ki, henüz onlar kıldıkları namazlardan habersizdirler.’ (Maun 107/1-7.) Bireysel ve toplumsal ahlakın mutlaka başkalarıyla ilgili olan yönü bulunduğuna göre bağı koparmadığı sürece bireyin ibadet halleri çeşitlenecektir. Başkalarının ibadet içinde olma halimize etkisiyle ilgili pek çok hadis vardır. ‘Birisi Peygambere, kötü veya iyi bir insan olduğumu nasıl bilebilirim? diye sorunca Hz. Peygamber şu cevabı verir: 167 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Komşularından senin hakkında ne düşündüklerini öğren.’ ‘Allah kuluna yardım ettiği sürece kuluna yardım eder’ anlamındaki hadisler bu hatırlatma içerisindedir. Ibadetler, Allah’ın birligini, kudretini ve ona yaraşır tüm sıfatlarla birlikte yalnızca onun varlığının vurgusunu hatırlatma amacıyla doludur. Yaratıcıyı hatırlatma, düşünme, hayatı imar eden niyet, eylem, söz bütününe bakıldığında inanan bireyin hayatı, hayata katkıları, sundukları, kazandırdıkları ibadetten uzak düşünülemez. amazdayken huzurda, namaz dışında huzurdan ayrılmıştır düşüncesi dahi ibadeti sığlaştırmaya, hayata söz söyleyemez duruma getirmeye neden olsa gerek. Her ibadet, varlıgın zaman içerisinde sürmesinden dolayı, başlangıç ve bitişten ibaret. Kendisine verilen ikramın fark edilmesi anında Allah katında daha farklı bir değerlendirmenin başladığı anlaşılıyor. Bu değerlendirmeyi yapacak olan asıl merci Allah olmakla birlikte, kul tarafında genel hayat kalitesini ibadet olarak değerlendirilmesi konusunda geniş bir bakış açısına ihtiyaç var. Yemeğe başlarken yüksek sesle besmele çekip, çocuğu çekmediği için bağıran ebeveyn ibadeti başlangıç ve bitiş çizgisinde gördüğü gibi ilişkileri güzelleştirme çabasının ibadetten hali gördüğünün ipuçlarını verir. Davranışların yönlendiricileri olarak Allah ve ahiret inancı gibi netlikler kadar bilinmezlikleri de içeren iman kategorileri, bütün eylemlerin asıl amacının insan ve dünyaya ait olmasıyla ilgili, bir zaman sonra soruların bir yerde tıkandığı döngüden arındırır. Net ve her daim izah edilebilir gibi görünen bu iki basamak, bizi tatmin etmeyen sorularla yalnız bırakacaktır. Birine iyi davranmak, öfke halinde zarar vermeyen anlayışa odaklanma pratiği, yaratılandan ötürü dayanağıyla aşılamayacak rehabilite yöntemidir. İnsan ancak yaratıcıdan dolayı, kendisine konuştuğu bilgeliğe daveti kadar bir başka alemde –ahiret- konuşacakları, tüm bilinmezlikleri kimi zaman dünyada çoğunlukla da ahirette bilinir edeceğinden dolayı sızlanmalar, direnmeye, dinsel literatürle sabra dönüşecektir. Dünyalık ve dünyadaki her davranışın sonraya -bu ister dünyadaki sonra, ister ahretteki sonra anlamında düşünülsün ki mümin bilinç her ikisini de kuşatan bilinçlenme halidir- ait türlü anlam ve söylem tezahürleri olduğuna göre ibadet başın ve sonları ve daha sonraki eylemler arasında bir bütünlük, aktarılabilirlik bağını korumayı amaçlar. Allah ‘namaz, fahşa ve münkerden alıkoyar’ buyurduğuna göre bağlamların uyanık tutulduğu mümin bilincine işaret eder. Böylesi olamayan, namazı şekilsel hareketlerle sınırlayıp, hayata kabalık, katılık, merhametsizce, anlamanın olmadığı dışlayıcı mesafeler koyan bakış açısı biriktirmek, namazın dosdoğru kılınmadığının, ne ki derinlikli anlamını kavramayla meselenin olmadığının göstergesidir. Denilebilir ki bu yüzden her eylem içinde ahreti barındırmalı. Yalnızca bugünü kurtarmak için yapılan ibadetler, yarını nasıl kurtarabilir? Ibadete verilen anlam her bireyin Allah’ın kendisini halife seçmesinden ne anladığıyla da ilgilidir. Allah’ın halifesi olmak yeryüzünde ya da insan nerede ise, onun sözcüsü olmaktır. Bu konuda Fazlurrahman şöyle der: ‘Yeryüzünde Allah’ın halifeliği demek, diğer şeylerin yanında, insanoğlunun insan hayatı dahil olmak üzere Allah’ın yarattığı şeyleri koruması, geliştirmesi ve güzelleştirmesi, onları helak etmemesi ve bozmaması demektir. Bu ilahi halifeliğin uygulaması ile ilgili olarak Muhammed İkbal Allah’a hitaben şöyle der: Sen geceyi yaratt.ın, ben de lambayı Sen çamuru ürettin, ben de su bardağını şekillendirdim. Sen ormanlar ,ıçayırları ve tepeleri yarattın, Ve ben de onları çiçek tarlalarına, çimenliklere ve bahçelere dönüştürdüm.’ 168 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 2. İbadete verilen anlam bireysel ve toplumsal hayatın bütününü etkiler Islam toplumunun vazifesi ‘Allah’a iman, iyiligi emretmek ve kötülüğü yasaklamak’ (Ali İmran 3/ 110) tır. İbadet de birey ve toplumun yaşamasının özünde duran, hayata dair uğraşısının temelinde olan iyi olanın arayışını vazife bilmekle mümkündür. Bunu ise, birey ya da toplu karar alınıp uygulanıyorsa toplum, niyeti (içte yer alan asıl amaç) başkalarını şaşırtıcı tüm dışa yansıyanlardan ayırt edebilecektir. Bu sebeple kulluğun bireyin kendisine, başkalarına, varlığa yansıyan mutlaka iyi olanı arama ve gerçekleştirmekle ilgili bir tarafı olmalıdır. İyi olanı belirginleştirme, hatırlama ve hatırlatma, eyleme şekliyle ancak kul ibadet sahasını yaygınlaştıracaktır. Iyilik ve kötülükten her ne yapıldı ve yapılacaksa, Allah’ın değerlendirmesine bakıldığında kişinin kendine yapılmış olma anlamı öne çıkar. Yazıcı meleklerin eylem ve sözleri devamlı kaydettiği bilincinin aşılanması kul olarak bireyin eylemleriyle ibadet bütünselliği içerisinde değerlendirilebileceğini hatırlatır. Zaten ibadette olma hali Allah’ı hatırda tutma, bu da sınırları bilme ve aşmamaya yöneltir. ‘Ey İnananlar! Allah’ı bilincinizden atmayın ve erkek veya kadın herkes yarın için ne hazırladığına baksın.’ (Haşr 59/ 18-19) Bireyin seküler bir hayat anlayışına, yaşamında dönüştürücü anlam katabilmesi, kendi hayatı içinde baskın rolünü sınırlayabilmesi, ancak iman ve salih amel doğrultusunda göstereceği sorgulama ve mesafe koyma biçimi ile mümkündür. İman olmadan da birey Allah’ın nazarında kul ise de bu geçişi, bilinçli bir eylemle yapa geldiği süreçte, dünyevi konumlarla edinilmiş tüm kimliği, statü ve mevki, aile ve iş çevresi, topluma katılma örneklerinde, kulluğun bencil olmayan kâmil yönleriyle yakınlaştıracaktır. Bu sebeple kul olabilme çabası etrafında anlaşılmasının uygun olduğunu düşündüğümüz ibadet, seküler dünya dokusunu da şekillendirecek olan bir anlama sahiptir. Hz. Peygamberin kendisine sorulan üç suale verdiği cevaplar birlikte ele alındığında akıl-beden-ruh-gönül için sağlıklı olma gerekçeleri çıkarılabilir. Hoş, Hz. Peygamber sağlıklı olma açısından değil, insanın iman, İslam, ihsanlı bir bakış açısı kazanabilmesinin kısa formüllerini sunmuştur. Nasıl daha sağlıklı olunur bakışı kazandırmak değildi hedefi. Besinlerden, yaşanılan atmosfer, iklim değişimleri, kapitalizmin getirdiği cazip teklifler modern ve post modern çağı bir arada yaşayan dünyalı pek çok insanı hemen her şeyi sağlıklı olmayla alakalandırmaya itmiştir. O gün temel arayış dengeli bir ahlaki hayat standartı gerçekleştirmek iken, bugün aradığımız birey ve toplumsal açıdan ibadetlerin sağlığımızla ilgisi olabiliyor. Hz. Peygamberin “İslam nedir, iman nedir, ihsan nedir?” soruları aklın, bedenin, ruhun ve gönlün arayışlarını hatırlatması olduğu gibi, verilen cevaplar arayışları karşılayacak fırsatlar sunar. Ibadetlerde düşünme boyutu ihmal edildiğinde şekilden ve bir takım dua, söz, ayetleri tekrarlamaktan ibaret olarak kabullenilmiş olacaktır. Şekli yönleriyle kabul edilen bütün ibadetler öncelikle bireyin kalbiyle ilgilenir. Bu yüzden niyet, kararlılık, samimi olmak bütün ibadetlerin merkezindedir. Abdestle namaza hazırlanırken suyu fazla ya da vakit kaybı olacak şekilde az açmaktan, vücuda zarar verecek şekilde yıkamaktan namaza başlayıp selam verene kadarki âna kadar bireyin kendine, beraberinde olduğu kişilere, bulunduğu mekana veya dış aleme-tabiata- zarar vermeme ilkesi tüm eylemin temelindedir. Böylesi akıl, beden, ruh, gönül ve çevreye özen duyarlılığını yaşatmaya çalışan İslam’ın kulluk anlayışıyla günden güne etrafımızda örülen seküleritenin sunduğu ‘katılaştırılmış gerçekliğin kabuğundan’ sıyrılarak ‘hakikatin tabiatına’ geçiş yapma sağlanabilir. Iman ve salih amel, aydınlık bir gelecek tasavvurunun göstergeli inşalarıdır. Böylesi bir tasavvurun zorunluluğunun koşullarını bulma çabasındaki inanan birey, genel sağlıklılık realitesine de sahiptir. Çünkü sağlıklı olma hali akıl, beden, ruh ve 169 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gönüle ilişkin yönlerle ele alındığında namazın ve şekilsel anlamı olan toplumun odaklandığı bilinen ibadetlerin tefekkür eden, sorgulayan mümin bireye konuşan pek çok çıkarımlar yapmasına vesile olacaktır. Kulluk, beş şartla sınırlı olarak görüldüğü ve bu beş amel kendine, başkasına, tabiata iyilik katma bilinciyle yapılmadığı sürece birey ve topluma yansıyan genel ve özel sağlıklılık halinden söz edilemeyecektir. Kıldın mı kıldım, tuttun mu tuttum, gittin mi gittim söylemi değil, mümin hayatı güzelleştirme, salt çıkar anlayışıyla yaşanılmayan, bugüne, geleceğe ve düne bir değer katma anlayışını beslediği takdirde, birey ve toplumun yaptığı gündelik, rutinsel, sıradanlık içeren kalıpsal hareketleri, ölü değerler manzumesinden öte, hayata değen ve değer katan ibadetlerden söz edilebilir. Ibadeti beş şarttan ibaret olarak görmek, dünya ve ahiret, varlıklar arasındaki konumumuz, hayatı yorumlama biçiminde bireyin kendisini ya etkisiz eleman olarak görmesine ya da bu ibadetlerin şekli kısmının kullukta yeterli olarak saymasına neden olabilir. Kalbinin katılaştığından şikayet eden bir arkadaşına, yetimlerle ilgilenmeyi, açları doyurmayı tavsiye eden bir peygamber yaklaşımıyla karşılaşırız. Kendisinde pek çok kötü nitelikle birlikte Müslüman olmak isteyen birinin yalnızca birini yapma dediğinde bırakabileceğini söyleyen kişiye ‘yalan söylemeyi bırak’ diyerek kulluğun bireyin bizzat kendinden başlayarak başkalarını da içine alabilen sorumluluk yönü üzerinde durması ve aslında bireyin karar vermeye adım atmasını kolaylaştıran Hz. Peygamberin kulluk örneklerini dolayısıyla ibadet örneklerini çoğalttığını gösterir. Namaz sadeligin ve huşû olduğu sürece de ihtişamın açılımıdır. Zannedilmesin ki huşu, namaz dışındaki önceki insanlık hallerimizden soyutlanarak, yüce alemlere birden bire dalıp gitmek, yanı başında vuku bulan olaylardan bütünüyle habersiz olma hali değildir. Bunun gerçekleşmesi ancak, bir süreç içerisinde olabilir. Bu süreç alanını namaz dışındaki haller de belirlemektedir. Namazda huşûyu hissetme derdindeki bireyin, namaz dışındaki hallerinde de huşû arayışında bulunmaması ilginçtir. Hz. Peygamberin saygıyla yerine getirdigi rüku, secde, kıyam halleri huşu halinin ön basamaklarıdır. Namazın içinde namazı, kendine tutan aynalar, birazcık olsun varlık, kendimiz, eşya, insanlar hakkında var edici düşünme biçimini önemsemeden namazın huşusuna varılacak değildir. Namazda huşu istenci kadar namazın dışında icra edilen eylemlerimizdeki huşu halinde nedense pek düşünülmez. Namazının, tutamadıgı oruçlarının kazasına duyarlı olan bireyler, kulluktaki hatırlayış ve azimlerini bu yönde belirleme gayreti taşıdığının kanıtı içerisindedir. Fakat insan hayatında bilerek ya da bilmeden yapılmış hasarlı eylemlerin, vaktin dolduramadığı boşluklarının kazasına, bir insanın günlerinin belki de ömrünün yıpranmışlıkla geçmesine sebep haksızlıkların kazası üzerinde büyük mercekli bakışı ihmal etmesi ne garip çelişkisidir. Bu belki de birey olarak kendinin kurtuluşunu salt namazla olabileceğine dair tefekkürden uzak oluşun bir göstergesidir. Namaz her ümmete farz kılınan dinin şiarlarından olduğuna göre, bize kadim İslam topluluk ve milletlerinden olan insanlık atalarımızdan bir şeyler getirir. Bu konuda her güzel eylemin (salih amelin) bütün bir insanlıkla olan akrabalığını düşündürecek kadar bireye ve topluma yalnız olmadığını öğretir. Bu yüzden namazlarda huşu duyma arzusuna verilen anlamın ibadete verilen eksik anlamla ilgisi olduğu düşünülebilir. Selam anında görmediği meleklere üst düzeyden niyetle selam vermeyi önde tutan bir bakış, gördüğümüz, karşılaştığımız, insanlarla selam vermeyen bir davranış içerisinde bırakıyorsa, selamı kesen insanlar büyük olasılıkla meleklere selam verdiğinin üst bilincinde de değildir. Namazdan hayata, hayattan namaza, oruçtan hayata hayattan oruçlara, hacdan hayata hayattan hacca akan anlamın namaz kılan, hacca giden kısaca şekli ibadeti yaptıktan sonra, ib170 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi adetin anlamını bitirmeyen her bireyde yaşanılır olmasını, hayatı güzelleştirmeye çalışan sanatkar ruhlu insanların ibadet bilinçlenmesiyle tanışmasını, ibadet anlayışının iman ve salih amelden geçtiği gerçekliğinin yayılmasını dileyerek sözlerimi bitiriyorum. 171 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi GEBELİK, DOĞUM ve CİNSEL HAYAT 172 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 173 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Gebelikte İçilen Sigaranın Bebeğin Kromozomları Üzerine Etkisi Prof. Dr. Osman DEMİRHAN Ç.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Çalışmamızda; Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında 20 hamile bayandan rutin kromozom analizi için alınmış olan amniyotik sıvıya flask yöntemi ile nikotin uygulanmış ve uygulanmamış 50 doku kültürü flaskındaki hücrelerden, kromozom analiz sonuçları elde edildi. 250 metafaz hücre plağı incelenerek kromozom bozuklukları belirlendi. Nikotin uygulanan gruptaki hücrelerin, %83,6’sının normal kromozom kuruluşu (46,XX/46,XY) ve %16,4’ünün değişik sayısal ve yapısal kromozom düzensizlikleri taşıdığı bulundu. Bunların, %13.2’si sayısal ve %3.2’si yapısal kromozom düzensizliği olduğu gözlendi. İncelenen metafaz plaklarında bulduğumuz otozomal ve gonozomal kromozom sayısal düzensizlikleri; poliploidi (92,XXYY/XXXX) x22, trizomi 21 (47,XX,+21), monozomi 21X2 (45,XY,-21) , monozomi 2 (45,XY,-2), monozomi 16 (45,XX,-16), trizomi 7(47,XX,+7), trizomi 11(47,XX,+11), trizomi 15 (47,XY,+15), monozomi X (45,X) ve trizomi X (47,XXX), 55,XX,-3,-22,+marX11 şeklinde anöploidik hücreler gözlendi. Bulunmuş olan yapısal düzensizliklerse del(13)(p), gap(2)(q31), gap(9)(q21), gap(9)(q32), 9qh+ ve rozet formasyonuX3 şeklinde olduğu tespit edildi. Kontrol grubundaki hücrelerin normal karyotipe sahip olduğu gözlendi (46,XX/46,XY). Nikotin uygulanmış kültür hücreleri ve kontrol grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,001). Bu anlamlı istatistiksel fark, nikotinin genotoksik bir madde olduğunu ve insan kromozomları üzerinde özellikle sayısal kromozom düzensizliklerine önemli oranda neden olduğunu açıkça göstermektedir. Sonuç olarak çalışmamızda; gebelikte sigara kullanımının bebeğin kromozom bölünmesini olumsuz etkilediği ve bebeğin gelişim evresinde hücrelerin bölünmesi esnasında kromozomların dengeli dağılmasını engelleyerek sayısal kromozom düzensizliklerine, özellikle poliploidiye (92,XXYY/XXXX) ve 21. kromozomda monozo174 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi mi ve trizomiye neden olduğu ortaya çıkmıştır. Fetal hücrelerde poliploidiye sebep olan ve 21. kromozomda bu şekilde düzensizlik yapan nikotin neden anne yada babanın gamet hücrelerini etkilemesin! Buradan yola çıkarak da sigara içen anne-babalarda nikotinin, gamet hücrelerinde 21. kromozomun ayrılamamasına (Down sendromu=Mongolizm) yada gelişen fetüste 21. kromozom mozaisizmine (46,XX/47,XX,+21) neden olabileceği söylenebilir. Çalışmamızdan elde edilen veriler; nikotinin, mitotik iğ ipliklerinde ya da sentromer proteinlerinde hasar oluşturarak kromozomların birbirinden doğru ayrılmalarını engelleyip anöploidi ve poliploidilere neden olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm bu bilimsel veriler ışığında; sigara içen gebe annelerde nikotinin poliploidiye bağlı erken dönem düşüklerine neden olabildiği gibi, başta Down sendromu olmak üzere diğer otozomal ve gonozomal kromozomlardaki sayısal düzensizliklerin, fetüsün gelişimini önemli oranda etkileyerek sakat bebeklere ve/veya düşüklere neden olduğunu söyleyebiliriz. Sakat çocuk ya da düşük riskinden uzak durmanın tek çaresi; ebeveynlerin taşıdıkları sorumluluğun bilincine varmaları ve kesinlikle sigaradan uzak durmalarıdır. Bağımlılıklarınızın kurbanı çocuklarınız olmasın. Sigaradan uzak mutlu bir hayat dileriz. 175 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Erkek Sünneti (Male circumcision) Prof. Dr. Recep TUNCER Ç.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Erkek sünneti penis uç derisinin (prepisyum) kesilerek çıkartılmasıdır. Dünyada bilinen en eski cerrahi müdahaledir. Bazı kaynaklara göre ilk sünnet olan Hz. Adem’dir (1). Yahudi ve islami kaynaklar ilk sünneti Hz İbrahim dönemine dayandırmaktadır. Erkek sünneti yahudilerce Tanrı ile İbrahim nesli arasında bir ahdin işareti olarak kabul edilir. Hz. Muhammed (AS) ‘ın torunları Hz. Hasan ve Hüseyini doğumlarının 7. gününde sünnet ettirdiği rivayet edilmektedir. Müslümanlarda yenidoğan dönemi dışında, sünnet yaşı ile ilgili değişik rivayet ve kabuller de vardır(2,3). Yahudilerde doğumun 8. günü törenle sünnet yapılmaktadır. Tarsuslu Aziz Pavlus (Saul, St. Paul) sünnete karşı amansız bir mücadele vermiştir ama kendisi de sünnetlidir. Hz. İsa sünnet olmuştur. Eski Mısır ve Avustralya Aboriginelerde sünnet geleneği vardır. ABD’de sünnet prevalansı 1880 lerde %10, 1930 larda % 30, 1970 lerde %80 olarak söylenmektedir. National Center for Health Statistics,1987 ve 1995 de erkek bebeklerin 61% ve 65% inin sünnet edildiğini belirtmektedir. American Academy of Family Physicians ‘dan bir raporda ölüm nadir mortalite riski tahminen 1/500,000 denilmiştir. AMA, sünnet hayatın ilk yılında idrar yolu enfeksiyonlarını geç dönemlerde penil kanser riskini azaltır, HIV ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları azaltır demekle birlikte, rutin yenidoğan sünneti önerilmemektedir demektedir. American Academy of Pediatrics (AAP) sünnetin tıbbi avantaj ve faydaları yanısıra riskleri de olduğunu söylemektedir(4). Sünnet olma nedenleri arasında, cinsel yolla bulaşan hastalıkları engellemek, hijyen, gelenek, eş arkadaş baskısı tavsiyesi ve dini sebepler bulunmaktadır. Anketlerde kadınların büyük çoğunluğunun sünnetli erkekleri tercih ettiği belirtilmektedir. Sosyokültürel ve ekonomik durumu iyi olanlar arasında sünnet daha çok tercih edilmektedir. HIV (-) sünnetsizlerle, HIV (-) sünnetlilerin takiplerinde, HIV (+) liğinin sünnetsizlerde 2 kat artmış olduğu tespit edilmiştir (5,6,7). Dünyada 33,2 milyon HIV li vardır (%0,5) ve bunların % 68 i Sub-Saharan Afrikadadır. Dünya Sağlık Örgütü buralarda sünneti tavsiye ve teşvik edip finansını sağlamaktadır. Bu amaçla Kenya’da 2 yıldan az bir sürede 230 000 erkek sünnet edilmiştir. Sünnet HIV (+) erkeklerde multiple Yüksek Risk Human Pailloma Virus infeksiyonlarının insidans ve prevalansını azaltmaktadır(8). 176 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Neonatal erkek sünneti HPV enfeksiyonlarına karşı koruyucu ve Kadınlarda serviks kanseri riskini azaltıcı olabilir denilmektedir(9,10,11). Hipospadias, epispadias gibi doğuştan penis bozukluğu olan çocuklar sünnet edilmemelidir. Hemofili gibi kan hastalığına sahip çocukların sünnetleri riskli ve maliyeti yüksektir. Sonuç Dünyada bilinen en eski cerrahi işlem olan sünnete karşı Avrupada bir direnç olmasına karşın, ABD dahil dünyanın birçok ülkesinde erkek sünneti yaygın olarak uygulanmaktadır. Sünnet idrar yolu enfeksiyonu ve sünnet derisi darlığı olanlarda tıbbi olarak gereklidir. Hayatın ilk 1 yılı içinde yapılması daha uygun gibi görünmektedir. Hipospadias epispadis gibi doğuştan penis bozukluğu olan çocuklar sünnet edilmemelidir. Dünya Sağlık Örgütü AIDS hastalığının yaygın olduğu yerlerde erkek sünnetini koruyucu olarak tavsiye etmekte ve bunu maddi ve sosyal açıdan doğrudan desteklemektedir. Batılı Tıp Cemiyetleri sünnetin faydalarından bahsetmekle birlikte, bunu tıbbi bir tavsiye olarak sunmamaktadır. Müslümanlarda ve Yahudilerde sünnet dini bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Hemofili gibi kan hastalığına sahip çocukların dini nedenlerle sünnet edilip edilmemesine o dinin bilginleri karar vermelidir. Literatür (1). Ali Osman Ateş, Islama göre Cahiliye ve Ehli Kitap örf ve adetleri, Beyan Yayınları 2. baskı 2014, s:219. (2). Salime Leyla Gürkan, Sünnet İslam Ansiklopedisi 2010 cilt 38, 155-157, (3). Nebi Bozkurt, Sünnet İslam Ansiklopedisi 2010 cilt 38 157- 159 (4). Cohen, Jonathan D., "Male circumcision in the United States: The History, an analysis of the discourse, and a philosophical interpretation" (2011). College of Liberal Arts & Social Sciences Theses and Dissertations. Paper 87. http://via.library.depaul.edu/etd/87 (5). Auvert B, et al, A Randomized, controlled intervention trial of male circumcision forreduction of HIV infection risk: The ANRS 1265 Trial. PLoS Med 2005;2:e298. (6). Baileyet al. Male circumcision for HIV prevention in young men in Kisumu, Kenya: A randomized controlled trial. Lancet 2007;369:643. (7). Gray et al, Male circumcision for HIV prevention in men in Rakai, Uganda: A randomized trial Lancet 2007;369:657. (8). David Serwadda et al, Circumcision of HIV-Infected Men: Effects on High-Risk Human Papillomavirus Infections in a Randomized Trial in Rakai, Uganda The Journal of Infectious Diseases 2010; 201(10):1463–1469 (9). Lu B, et al. Factors associated with acquisition and clearance of human papillomavirus infection in a cohort of US men: a prospective study. J Infect Dis 2009; 199(3):362–371. (10). Hernandez BY,et al. Circumcision and human papillomavirus infection in men: a site-specific comparison. J Infect Dis 2008; 197(6):787–794. (11). Castellsague X, et al. Male Circumcision, penile human papillomavirus infection, and cervical cancer in female partners. N Engl J Med 2002; 346(15):1105–1112. 177 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi İslam’ın Cinsel Hayata Yaklaşımı Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Yaratılmışlar, varlıklarını devam ettirebilmeleri için cinselliğe ihtiyaç duyarlar. Başka bir ifade ile cinsellik, tüm varlıkların vazgeçilmez en temel ihtiyacıdır. Bu ihtiyacın sağlıklı şekilde karşılanması, aile hayatının devamı için önem arz etmektedir. Cinsel anlamda mutsuzluk, eşleri alternatif yollar aramaya yönlendirmekte, sadakatsizlik ve boşanmanın temel nedenleri arasında yer almaktadır. Bazı din ve ideolojilerde, cinsellik yerilmesine rağmen, İslam’da temel ihtiyaç olarak vurgulanmış ve sağlıklı bir cinsellik için yollar gösterilmiştir. Bu tebliğde, İslam’ın bakış açısıyla, mutlu bir cinselliğin nasıl olması gerektiği üzerinde durulacak, cinselliğin sınırları, orgazm, erken boşalma vb kavramlar incelenecektir. Anahtar Kelimeler: .Islam, Saglık, Cinsellik, Orgazm Abstract The approach of Islam to sexual life The creatures need sex in order to preserve their future generations. In other words, sex is one of the basic needs of life. It is vital for a family to satisfy this need in a healthy manner. Spouses may seek alternative ways to satisfy their sexual needs if they are unhappy in their sexual life and it is also one of the main reasons of infidelity and divorce. Although some ideologies and religions denounce sex, Islam stresses its importance and shows the ways in which couples may have a healthy sexual life. This study will examine the approach of Islam to healthy sexual life and deal with some basic concepts such as the limits of sex, orgasm, premature ejaculation etc. Key words: Islam, Health, Sex, Orgasm 178 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Giriş Cinsel ihtiyaç, hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alır. Bu ihtiyacın makul ve meşru daire içersinde giderilmesi mümkün olduğu gibi, meşru olmayan yollardan da giderilmesi mümkündür. Cinselliliğin meşru yollardan karşılanması için bütün hukuk sistemleri, erkek ve kadından oluşan aile hayatını öngörmüşlerdir. Meşru olmayan yollar ise İslam hukukunda olduğu gibi ya cezalandırılmış veya çağdaş hukuk sistemlerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi aile bütünlüğüne zarar verdiği için boşanma nedeni sayılmıştır. Biz bu çalışmamızda, meşru sınırları içerisinde cinsel ihtiyacın karşılanmasını ele alacağız. Seks ‘bedenin cinsel arzu ve isteklerini gideren ve cinsel bölgelerde yoğunlaşan aktivite,’ ‘üreme için farklı cinslerin birleşmeleri’ veya ‘tarafların cinsel arzu ve isteklerini gidermek için cinsel olarak birlikte olmaları’ şeklinde tanımlanabilir. Hangi tür tanım yapılırsa yapılsın, seks, doğuştan kazanılan cinsel isteklerin giderilmesidir. Orgazm, ‘cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası, doyum’dur. Erken boşalma ise ‘cinsel birleşimlerde bazı fiziksel veya ruhsal nedenlerden dolayı meninin erken gelmesi’ şeklinde tanımlanmaktadır. Türkiye’de kısıtlı da olsa kadınlar üzerinde yapılan araştırmalar orgazmın yalnızca %30 kadın tarafından yaşandığını göstermektedir. Erken boşalma oranı ise ortalama %30’dur. Bu oranlar, cinsel ilişki kalitesinin oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Cinsel ilişkide esas olan nicelik/sayı değil, niteliktir yani kalitedir. Bu kalitenin yakalanabilmesi için cinselliğin öğrenilmesi gerekir. Başka bir ifade ile cinsel eğitim gereklidir. Sahabe, cinsellikle ilgili konularını Hz. Peygamber’e sorabilmişler, bilmediklerini öğrenmişler, vahyin kaynağını teşkil ederek gelecek nesillerin aydınlanmasını sağlamışlardır. Tek tanrılı dinlerin temel vurgusu cinsel arzu ve isteklerin meşru sınırlar içerisinde giderilmesidir. Yahudilikte seks, üreme için bir araya gelmektir. Tevrat’ta konu şöyle verilmektedir: ‘Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, verimli olun, çoğalın, dedi.’ Başka bir ifade ise şöyledir: ‘Çünkü Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Verimli olun, çoğalın. Yeryüzünde üreyin, artın.’ Hıristiyanlıkta bekarlık ve bekâret özellikle vurgulanmış, bu bağlamda Hz. İsa’nın annesi bakire Meryem ve Hz. İsa örnek teşkil etmişlerdir. İncil evlenmemeyi şöyle ifade eder: ‘Yine de evlenmemiş olanlara ve dul kadınlara şunu söyleyeyim, benim gibi kalsalar onlar için iyi olur. Ama kendilerini denetleyemiyorlarsa, evlensinler. Çünkü şehvetle yanmaktansa evlenmek daha iyidir.’ Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, İncil’de esas olan evlenmemektir. Yalnızca, zina riski varsa o zaman evlenmeye izin verilmektedir. Şu ifade ise İslam’ın yasakladığı hadımlığı önermektedir: ‘Çünkü doğuştan, ana rahminden çıktıklarında hadım olanlar bulunduğu gibi, insanlar tarafından hadım edilmiş olanlar ve kendilerini Göklerin Egemenliği uğruna hadım saymış olanlar da vardır. Bunu kabul edebilen, kabul etsin!’ Yukarıda yer alan hükümler doğrultusunda, Hıristiyan din adamları evlenmezler. Budizm’de ruhbanlar/din adamları bekar hayatı yaşamak zorundadırlar. Zira Budist inanışa göre ruhbanlık; fakirlik, bekarlık ve sessizliğe dayanır. Konu ile ilgili Tümer şunları kaydetmektedir: ‘Kadınlarda ahlak-fazilet esastır. Bekâret, en yüksek idealdir. Budist felsefesi, cinsel tatmini, bütün kötülüklerin kaynağı olarak görür.’ Islam’da ise cinsellik hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alır ve usulüne uygun (helal) seks ibadet olarak değerlendirilir. İslam’da cinsel perhiz kabul edilmemiş, dört ay cinsellikten uzak kalma boşanma nedeni olarak sayılmıştır. İbn Kayyim’e göre, erkeğin, kadının karnını doyurduğu gibi, cinsel ilişkiye de doyurması gerekir ve bu 179 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi vaciptir. İbn Kayyim, sekste doyuma ulaşıldığında buna denk bir lezzet olmadığını ifade etmektedir. Ona göre, doyuma ulaşmak için tüm organların bu lezzeti tatması gerekir: Göz severek bakmalı, kulak duymalı, burun kokusunu almalı, ağız öpmeli, el dokunmalı. Yahudi ve Hıristiyanlık cinsellikle ilgili detaylı bilgi vermeseler de Islam bu konu ile ilgili detaylı bilgi vermiş ve Islam alimleri ya müstakil eserlerde konuyu ele almışlar veya eserlerin bölümlerini buna ayırmışlardır. Örneğin, Şeyh Muhammed El Nefzavi’ye ait olan الروض العاطر في نزهة الخاطر, (Gönül Gezintilerinin Kokulu Bahçesi), adlı eser cinsellikle ilgili konuları detaylıca ele almıştır. Yazar, Tenviru’l-vikâ‘ fi esrâril cimâ adlı kısa bir eser yazmış, bu eseri gören Tunus’un yöneticisi Abdulaziz’in Veziri Muhammed Avane, bunun genişletilmesini talep etmiştir. Bu talep üzerine, bu eserini kaleme almıştır. Yazar, ön sevişmenin gerekli olduğunu, o olmadan tarafların sekse hazırlıklı olamayacağını ifade etmekte ve seks pozisyonlarından on biri hakkında bilgi vermektedir. Çok fazla seksin zararlarından da bahsetmektedir. Ona göre, bedenin sağlıklı olması, üzüntüden uzak durma, sevincin yüksek olması, baş başa kalma ve hoş müzik cinselliğin temelidir. Cinsellik gücünün arttırılması için bal, zeytin, zencefil, Hint biberi (kebabe) vb karışımlar ile yumurtanın sarısının önermektedir. Zeker büyütme ve kalınlaştırma metotlarından da bahsetmektedir. Eserde her ne kadar cinsel ilişki tüm detayları ve bazı pozisyonları ile anlatılsa da Hint kültürüne ait eserlerde yer verilen ve İslam’ın tasvip etmediği, hatta yasakladığı cinsellik konularına bu kitapta rastlanmamaktadır. Islam bilginlerinin eserlerinde sık sık rastlanan alıntılar içerisinde Kur’an yer almaktadır, zira Kur’an cinsellik konularını ele almış ve farklı ayetlerde farklı ifadelerle zikretmiştir. Bu ifadelerden bazıları şöyledir: 1- ‘Sana kadınların regl durumundan soruyorlar. De ki: "O bir eziyet durumudur’. Regl durumundaki kadınlardan (cinsel olarak) uzak durun ve onlar temizleninceye kadar (cinsel) ilişkiye girmeyin. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği gibi (cinsel olarak) yaklaşın. Şüphesiz Allah tövbe edenleri sever ve temizlenenleri sever.’ Ayetin sonunda yer alan ‘Allah temizlenenleri sever ifadesi’, dışkı yolundan uzak durmaya da işaret etmektedir. Zira dışkı yolu temiz bir yol değildir. Vajina ise hem temizdir, hem de cinsel ilişki için sıvı bırakarak hazır hale gelmektedir. 2- ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır (hars). O halde tarlanıza dilediğiniz (ennâ) gibi gelin…’ Bir önceki ayette zikredilen Allah’ın emrettiği şekilde cinsel yaklaşım, bu ayette daha da vuzuha kavuşturulmuş, cinsellikte döl yatağından olmak şartıyla pozisyon sınırlamasının olmadığı ifade edilmiştir. 3- ‘Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmanız (cinsel ilişki-rafes), size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz…’ 4- ‘… kendileriyle cinsel ilişkiye girdiğiniz (duhul) karılarınızdan olup evlerinizde bulunanüvey kızlarınız, eğer anneleri ile cinsel ilişkiye girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur…’ 5- ’… kendilerinden cinsel olarak istifade etti ğiniz kadınlaraücretlerini/mehirlerini anlaştığınız gibi verin…’ 6- ‘… onlar cinsel bölgelerini (furuc) korurlar. Eşleri ve malik oldukları (cariye) bunun dışındadır. Bunlarla (cinsel birlikteliklerinden dolayı) kınanmazlar. Bundan ötesini isteyenler, işte onlar sınırı aşanlardır.’ 7- ‘İnsanlara; kadınlara, oğullara, kilolarca altın ve gümüşlere…atlara, hayvanlara, arazilere tutkuyla sahip olma duygusu sevdirildi. Bunlar dünya hayatının zevkleridir. En güzel makam Allah katındadır.’ Bu ayette, erkeklere, kadınlar; kadınlara erkekler ve her iki cinse de mal/para sahibi olma duygusu aşılandı/kodlandı, denilmektedir. Ayetin 180 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sonu ise ‘en güzel makam Allah katındadır,’ ahlaka işaret etmektedir. Zira güzel makama ulaşabilmek için en temel ilke ahlaklı yaşamaktır. Ayeti bir üçgen gibi düşünürsek, bir kenarı, aşk; diğer kenarı, altın (para); diğeri ise ahlakı vermektedir. Aşk ve para hayatın vazgeçilmezleridir, ahlaksız aşk ve para ise Allah indindeki güzel makamı kaybettirir. Kısacası, hayatımızda üç A (3 X A=A) ahireti vermektedir. Ahlak+Aşk+Altın=Ahiret. Ahireti kazanmak için 3A’ya dikkat edilmesi gerekir. Ahlak Aşk Altın (Para) 8- ‘Hemcinslerinizden, kendilerinde huzur bulacağınız eşler yaratması ve aranızda ’.aşk (meveddet) ve şefkat (rahmet) meydana getirmesi O’nun ayetlerindendir 9- ‘Gerçekten, o kadın, onu (Yusuf’u) arzuladı. Rabbinin işaretini görmeseydi, o (Yusuf) da, onu arzulamıştı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlaslı kullarımızdandı.’ 10- ‘… kadınlarınıza sarılmışsanız (cinsel ilişkide bulunmuşsanız veya dokunmuşsanız) ve bu halde su da bulamamışsanız, tertemiz bir toprakla teyemmüm edin…’ 11- ‘‘Sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisinde sükûnet bulsun diye o nefisten eşini var eden O’dur. Eşine sarmaş dolaş olunca, eş hafif bir yük yüklenir (hamile kalır) ve o yükü bir süre taşır. Ardından yük ağırlaşınca eşler Rableri olan Allah'a: ‘Eğer bize salih bir (çocuk) verirsen, sana şükreden kimselerden olacağız diye dua ederler.’’ 12- ‘Sonra onların izlerinde elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde yumuşaklık ve merhamet kıldık. İcat ettikleri ruhbanlığı (cinsellikten uzak durma) biz onlara yazmadık. Ancak Allah'ın rızasını aramak için (icat ettiler,) ama buna da gerektiği gibi uymadılar.’ 13- ‘Ve içinizden bekar olanları, erkek ve kadın esirlerinizden uygun olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah onları lütfüyle zenginleştirir.’ 14- ‘Biz, onları yeniden yaratacağız. Onları bakireler, urub (cilveli-âşık), eşleri ile yaşıt kıldık.” 15- ‘Sakınanlar için kurtuluş, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar vardır.’ Hadislerde ise cinsellik daha yogun geçmektedir. Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir: 1- “… sizden birinizin buz‘unda (cinsel ilişkisi) dahi sadaka vardır. ‘Ya Rasulallah, bizden biri cinsel arzularını tatmin eder de, bu sebeple ona sevap mı verilir? dediler. ‘Ya sizlerden biri onu harama koymuş (zina) olsaydı, ondan günah kazanmayacak mıydı? Bunun gibi, onu helale koyduğunda, onun için sevap vardır,’ dedi.’’ 2- ‘Ey gençler topluluğu! Evlenmeniz gerekir. Zira evlilik gözü [haramdan] daha fazla koruyucu, cinsel organı (ferc) daha fazla muhafaza edicidir…’ 3- ‘… sevgi/aşk dolu/ateşli (vedûd) doğurgan (velûd) kadınlarla evleniniz…’ 181 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 4- İki‘âşık için nikah gibisi görülmemiştir.’ 5- Rasulullah Osman b. Mazun’un evlenmeme istegini reddetti. Kabul etseydi, hadımlaşırdık. Diger rivayette Rasulullah şu ayeti okumuştur: Gerçekten, senden önce de elçiler göndermiştik ve onlara da eşler ve evlatlar vermiştik. 6- ‘Evlenin, Hıristiyan ruhbanlar gibi olmayınız’. 7- ‘Sizden birisini, bir kadın cezp eder ve kalbine (cinsellik) gelirse, eşine gelsin ve onunla birlikte olsun (cinsel ilişkiye girsin). Zira bu durum, nefsine gelen duyguyu ’.(cinsellik ihtiyacını) giderir 8- ‘Kişi karısını [cinsel] ihtiyacı için çağırdığı zaman, yemek pişiriyor dahi olsa ona icabet etsin.’ Erkek ihtiyacını gidermeze ve yeterli sevişme olmazsa, alternatifler arayabilir ve aldatma söz konusu olur. Aynı durum kadın için de söz konusudur. Kadın cinsellik talep ettiği halde, erkek cevap vermezse, erkek sorumlu olur. 9- ‘Kişi karısını [cinsel ilişki için] yatağına çağırdığı zaman, kadın gelmekten kaçınır, kocası da bu sebeple ona kızgın olarak gecelerse, melekler o kadına lanet ederler.’ Meleklerin lanet etmesi konuya dikkat çekmek için söylenmiştir. Zira kimsenin günahını kimse taşımaz. Yukarıda yer alan dinsel metinlerde görüleceği üzere, Yahudilik ve Hıristiyanlığın aksine İslam’da cinsel mutluluk öğütlenmiştir. Ancak, bazı kültürlerde olduğu gibi cinsel sapkınlıklar ise kabul edilmemiştir. Cinsel Birleşmeye Hazırlık Cinsel mutlulu gun temelinde, doyuma ulaşma (orgazm)önemli bir rol oynar. Erkeğin doyuma ulaşması 3-5 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleşirken, kadının cinselliğe hazırlanması ve doyuma ulaşması 10-15 dakika gibi daha uzun bir süre almaktadır. Ayrıca, bazı kadınlar aynı ilişkide birden fazla orgazm olabilmektedirler. Bu süreler, özellikle bayanlar için ön sevişmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Erken boşalma vb durumlar ise cinsellikten kişileri soğutur ve cinsel mutsuzluğa götürür. Orgazm, cinsel mutlulugun tepe noktasıdır. Her boşalma, orgazm olarak nitelendirilmez. Kasık bölgelerinde kasılma, nefes ritminde hızlanma vb durumlar orgazmın belli başlı göstergeleridir. Orgazma ulaşmada anahtar rolü ise ön sevişme oynamaktadır. Hatta ön sevişme, cinsel ilişki olmadan da orgazma ulaştırabilmektedir. Bu nedenle cinsel ilişkiye hazırlık ve ön sevişme olmadan cinsel ilişkiye girme, doyuma ulaşmayı engelleyecek, fizyolojik durumdan öteye geçmeyecektir. Başka bir anlatımla, fizyolojik ihtiyaç giderilecek, ancak cinsel mutluluk oluşmayacaktır. Ön hazırlığın temel şartlarından birisi tarafların bedeninin fiziksel ve psikolojik olarak cinselliğe hazır olmasıdır. Yorgun beden, bulanık zihinle cinsel mutluluk olmaz. Tarafların bedenlerini dinlendirmeleri ve zihinlerini arındırmaları gerekir. Örneğin, işten yorgun gelmiş bir erkeğin, cinsellik öncesi dinlenerek hazırlanması gerekir. Zihnini iş ile meşgul etmemesi, güncel konulardan uzaklaşması şarttır. Kısacası, hem bedenini hem de zihnini cinselliğe yoğunlaştırması gerekir. Agız ve beden temizliginin yapılması (koltuk ve kasık kıllarının temizlenmesi, duş alınması), cinsel cazibeyi artıran güzel kokuların sürülmesi, loş bir ortamın hazırlanması, cinselliği artıran sözler söylenmesi ve fısıldaşmalar, cinsel hazırlık olarak değerlendirilebilir. Bu hazırlıklar sonrası, erojen bölgelere dokunma, öpme, dil, dudak emme, oynaşma vücudun birleşmeye hazırlanmasını ve orgazma ulaşmasını kolaylaştıracaktır. Bu konuda, taraflar birbirlerine yardımcı olmalı, zevk aldığı ve haz duyduğu şeyleri söylemeli, birbirlerini yönlendirmelidirler. Zira her kadının ve erkeğin 182 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi erojen bölgeleri farklıdır. Bu nedenle, taraflar erojen bölgelerini, yani zevk ve haz duydukları alanları birbirlerine açıkça söylemelidirler. Münavi, cinsel birleşme öncesi dudakların, dilin emilmesi ve göğüsler ile oynanması; erken boşalma sıkıntısı olanın tedavi olarak boşalma süresini geciktirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ön hazırlık/sevişme ile ilgili hadislerden bir kısmı şöyledir: 1-‘Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya (utanma duygusu), güzel koku sürünmek, dişleri temizlemek (misvak) ve nikah (cinsellik).’ 2-‘Elbisenizi yıkayınız. Saçlarınızı kısaltınız. Dişlerinizi temizleyiniz. Süsleniniz, bakımlı olunuz. Zira İsrailoğulları böyle yapmıyorlardı. Bu nedenle de eşleri zina etiler.’ Aile içi mutsuzluk hem erkeği hem de kadını farklı alternatiflere sürükleyebilir. Bu nedenle eşler birbirlerinin mutluluğu için hem bedensel hem de psikolojik hazırlık içinde olmalıdırlar. Erkek ve kadın bakımlı olmalıdır. Bakımsız erkek, kadın için cinsel cazibe oluşturmaz; aynı durum, kadın için de geçerlidir. 3-‘Cabir b. Abdullah şöyle dedi: …Bir savaş sonrası Medine’ye dönünce, evlerimize gitmek için ayrılacaktık ki, Rasulullah şöyle dedi: Akşama kadar bekleyin ki, saçları dağınık kadın taransın, [etek, koltuk altı] tıraşını olsun…’ 4-‘...Kişinin eşi ile oynaşması… haktandır ve doğrudur.’ 5- ‘Hz. Aişe’den nakledilmiştir: Rasulullah oruçlu olduğu halde kendisini [Hz.Aişe] öper ve [Hz.Aişe’nin] dilini emerdi.’ 6-‘Hz. Aişe şöyle demiştir: Rasulullah oruçlu olduğu halde öperdi. Oruçlu olduğu halde sarılırdı/severdi (yubaşiru), fakat cinsel organına en fazla sahip olanıydı.’ 7-‘‘Cabir b. Abdullah şöyle dedi:’ Evlendim.’ Rasulullah sordu: ‘Kiminle evlendin?’ ‘Dul ile evlendim,’ dedim. [Rasulullah] şöyle dedi: ‘Sana ne oluyor? Bekarlar ve onlarla oynaşma [varken gidip dul alıyorsun].’’ Başka bir rivayet şöyledir: ‘Keşke, senin onunla, onun da seninle oynaşacağı bir bakire[ile evlenseydin.]’ 8-‘Rasulullah şöyle buyurdu: Size bakire kadınlar lazımdır. Çünkü onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha üretken, aza daha kanaatkârdırlar.’ Kur’an da bakire kadın vurgusunu sık sık yapmaktadır. 9-‘Allah e şini sana, seni de eşineörtü kıldı. Eşlerim benim avret yerimi görürler, ben de bunları onlardan görürüm.’ İbn Ömer (v. 692) cinsel bölgelere bakmanın şehevi duyguları kamçılayacağını ifade etmektedir. Ebu Yusuf (v. 798), Ebu Hanife’ye (v. 767) ‘erkeğin, kadının cinsel organına dokunmasını, kadının da ereksiyon haline getirmek için erkeğin organına dokunmasını,’ sorduğunu, Ebu Hanife’nin bunda bir beis olmadığını, hatta bunda büyük sevap olmasını ümit ettiğini ifade ettiğini söylemektedir. Cinsel Birleşme Ön sevişme ile erkekte peniste kanlanma, büyüme ve mezi, kadında cinsel bölgelerin sulanması sağlanmış ve cinsel birleşmeye hazır hale gelinmiştir. Ayette ifade edildiği üzere, ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde ürün alacağınız organdan dilediğiniz gibi ilişkiye girin…’ taraflar orgazma ulaştıracak şekilde, diledikleri gibi ilişkiye girebilirler. Taraflara zarar vermedikçe ve vajinadan (ferc) olmak şartıyla pozisyon sınırlandırması yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kadının doyuma ulaşmadan erkeğin boşalmamasıdır. Erkegin erken boşalması, kadını cinsel mutsuzluga iter ve farklı arayışlara sevk edebilir. Yapılan araştırmalar, aldatmanın temel nedenleri arasında cinsel mutsuzluk 183 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bulundugunu ortaya koymuştur. Bu nedenle, böyle bir sorun varsa, bu sorun uzmanından yardım alınarak giderilmelidir. Bazen, basit bazı bilgiler erken boşalmanın önüne geçebilmektedir. Örneğin, boşalma hissi geldiğinde, yavaşlayarak, derin nefes alma, kanın kasık bölgesine girmesini sağlayarak, boşalma hissini dağıtabilir. Unutulmamalıdır ki, bir ilişkide erkek bir defa boşanma yaşarken, kadın defalarca boşanabilmektedir. Boşalma, orgazmın üst noktasıdır. Ancak, her boşalma da orgazm değildir. Cinsellikte nicelik değil, nitelik önemlidir. Yani cinsellik sayısından çok, kaliteli cinsellik önemlidir. Örneğin, orgazm olmadan erkeğin üç defa boşalması yerine, orgazma ulaşarak bir defa boşalması cinsel mutluluk için daha önemlidir. Erkek, kendisini düşündüğü kadar, partnerini (eşini) de düşünmek zorundadır. Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir: a) Cinsel İlişki (Pozisyon) 1- ‘Kişi dört parçaya (eller ve bacaklar arasına) yerleşerek cinsel ilişkiye girdiğinde yıkanması gerekir.’ 2-‘‘Ömer, Rasulullah’a geldi ve şöyle dedi: ‘Mahvoldum’. [Rasulullah] ‘Seni mahveden nedir?’ dedi. [Ömer], ‘Döşeğimi, bu gece ters çevirdim,’ dedi. Rasulullah ona bir cevap vermedi. Rasulullah’a şu ayet vahyedildi: ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin’. [Rasulullah şöyle dedi:] ‘İster önden, ister arkadan [yaklaş, tüm pozisyonlar serbesttir], ancak dübürden (dışkı yolu/anüs) ve regl döneminde eşinden sakın/uzak dur.’’ 3-‘‘Yahudiler şöyle diyorlardı: ‘Kadına arka pozisyondan ön bölgeye yaklaşılır ve kadın da hamile kalırsa, çocuk şaşı olur.’ Bunun üzerine şu ayet indirildi: ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’ 4-…‘‘Yahudiler şöyle diyorlardı: ‘Karısına arkadan öne yaklaşanın çocuğu şaşı olur.’ Muhacirler Medine’ye geldiklerinde, Ensar’ın kadınlarıyla evlendiler ve arkadan öne [pozisyonunda] ilişkiye girdiler. Bir Ensar kadını kocasının [bu talebine] karşı geldi ve kocasına şöyle dedi: ‘Rasullah’a bunu soruncaya kadar, kesinlikle bunu bana yapamazsın.’ Bu kadın Ümmü Seleme’nin yanına geldi ve bu olayı ona anlattı. O, [Ümmü Seleme], ona şöyle dedi: ‘Rasulullah gelinceye kadar otur.’ Rasulullah geldiğinde, bu Ensarlı kadın [bunu] sormaya utandı ve [dışarı] çıktı. Ümmü Seleme bunu Rasulullah’a sordu. Rasullah şöyle dedi: ‘O kadını çağırın.’ Kadın çağrıldı ve şu ayeti okudu: ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’ tek yerden (vajina) olmak şartıyla.’’ 5-‘‘Yahudiler hanımlarına yalnızca onları yanlarına yatırarak yaklaşırlardı… Medineliler (Ensar) de bunu onlardan almışlardı. Kureyşliler ise hanımlarının…elbiseleriniçıkarır, sırtüstü, yüzüstü ve benzeri şekilde zevk alırlardı. Mekkeliler (Muhacirler), Medine'ye geldiklerinde, onlardan birisi, Ensar'dan bir kadınla evlendi ve bunları yapmak istedi. Ancak kadın bunu kabul etmedi ve şöyle dedi: ‘Biz yan yatarak cinsel ilişkiye gireriz. Yapıyorsan böyle yap, yoksa benden uzaklaş.’ Bu ikisinin durumu o kadar büyüdü ki, olay Rasulullah’a ulaştı. Bunun üzerine şu ayet indi, ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’ yani döl yatağından olmak şartıyla sırtüstü, yüzüstü ve benzeri.’’ 6- ‘‘Hz. Aişe’den nakledilmiştir. O şöyle dedi: ‘Bir kişi eşini boşadı. O kadın da başka bir erkekle evlendi, o da onu boşadı. Erkeğinkisi sarkıktı. Erkekten istediği arzuya kadın ulaşamıyordu. Erkek de hemen onu boşadı. Kadın Rasulullah’a geldi ve şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü! Eşim beni boşadı. Başka birisiyle evlendim. O benimle cinsel ilişkiye girdi. Ancak onunkisi sarkıktır. Bir defa hafifçe yaklaştı. Hiçbir yerime ulaşamadı. İlk eşime helal olur muyum?’ Allah Rasulü şöyle cevap verdi: ‘Diğeri (ikinci 184 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi koca) senin balcağızından tatmadıkça, sen de onun balcağızından tatmadıkça, ilk eşine helal olmazsın.’’ Cinsel akıntılar, bal (useyle, asel kelimesinin ismi tasgiridir) olarak nitelendirilmiştir. Hadiste, cinsel akıntıların olduğu bir cinselliğin yaşanması gerektiği vurgulanmıştır. b) Orgazm 1- ‘Sizden biriniz e şiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, doyuma ulaşsın. Kendisiönce boşanırsa, karısını acele ettirmesin, [o da doyuma ulaşsın.]’ 2-‘Sizden biriniz eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, doyuma ulaşsın. Kendisi ihtiyacını kadınında önce giderirse, karısı da ihtiyacını giderinceye kadar (doyuma ulaşıncaya kadar) acele ettirmesin.’ 3-‘Sizden biriniz eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, kendisi ihtiyacını (orgazm) gidermeyi arzu ettiği gibi eşi de ihtiyacını (orgazm) )giderinceye kadar ondan ayrılmasın.’ Cinsel Sorular ve Yasaklar Bu başlık altında, zina ve homoseksüellik gibi eşleri ilgilendirmeyen yasaklardan bahsetmeyeceğiz. Bunlarla ilgili bilgi almak isteyenler ilgili çalışmalara bakabilirler. Bu başlık altında, günümüzde cinsellikle ilgili görsel ve yazılı medyanın da etkisi ile çokça sorulan bazı konulara yer vermek istiyoruz. a) Anal seks Ters ilişki, anüsden yaklaşma, dışkı deliğinden birleşme gibi ifadelerle belirtilen, anal seks İslam alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından haram, yani yasak olarak kabul edilmiştir. Bunu haram değil de mekruh kabul eden bazı Şia alimleridir. Tartışmanın en temel noktası ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…,’ ifadesinde yer alan (ennâ/ )أَنَّىkelimesidir. Bu kelimenin temel iki anlamı vardır. Birisi, ‘keyfe’ anlamı olup pozisyon yasağı olmadığını ifade eder, diğeri ise ‘min eyne’ anlamı olup, her türlü ilişki serbestisini ifade eder. Ayetin geliş nedeni ve hadisleri inceleyen İslam alimleri, bunun ‘keyfe’ anlamında oluğunu, yani vajinadan olmak şartı ile pozisyon serbestisi olduğunu ifade etmişlerdir. Ayette geçen hars/tarla, ürün alanı ifadesi de bunu doğrulamaktadır. Bir önceki ayette geçen, Allah temizlenenleri sever ifadesi de dışkı deliğinden uzak durmaya işaret eder. Bu ayetin vahiy nedeni, rivayetlerin çoğunluğuna göre arkadan öne (vajina) yaklaşmanın sorulması üzerinedir. Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir: 1- ‘Eşi ile ters ilişkiye giren (dubud) mel’undur. 2- Erkeğe veya kadına duburden yaklaşan kimseye Allah [rızası] ile bakmaz. b) Regl döneminde seks Regl ve hayız döneminde cinsel olarak kadınlardan uzak durulması hem Kur’an’da hem de hadislerde öğütlenmiştir. İlgili ayet, yukarıda verilmiştir. Konu ile ilgili iki hadis şöyledir: 1-‘Rasulullah, eşleri regl dönemindeyken yaklaşmak istediğinde, izarlarını (etek) giymelerini emreder sonra da yaklaşırdı.’ 2-‘[Hay ’.ızlı kadın ile] cinsel ilişki dışında her şeyi yapın c) Oral seks 185 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Agzın cinselligin temel parçalarından birisi olduğu ve orgazma ulaşmada önemli rol oynadığı bilinmektedir. O nedenle, ağız ve diş sağlığının cinselliğin ön şartlarından olduğunu yukarıda belirtmiştik. Penisin agza alınması veya kadının cinsel bölgelerinin ağızla uyarılmasını içeren oral seks konusu İslam’da tartışılmıştır. İslam alimlerinin bir kısmı bunu caiz, bir kısmı ise mekruh (hoş olmayan durum) olarak nitelendirmiştir. Bu konunun yasaklığını bildiren açık bir dinsel metin bulunmamaktadır. Demircan, ağza boşalma içermeyen oral seksin olabileceğini şöyle ifade etmektedir: ‘Cinsel ilişkinin başlangıcında, şehvetlenmeden ötürü gelebilecek akıntı ve mezi, dil ve dudaklara bulaştırılmadan yapılacak ve rûhî bunalım doğurmayacak oral ilişki ruhsat olarak onaylanabilir. Ağzı cinsel organa dönüştüren ve ağza boşalmayı içine alan oral ilişki ise -Allah bilir- haramdır.’ d) Masturbasyon Istimna (meni talep etme) anlamına gelen masturbasyon, kişinin kendisini tatmin etme yoludur. Masturbasyonu yasaklayan (haram) açık bir dinsel metin bulunmamaktadır. Masturbasyonun yasak olduğunu iddia edenlerin dayandıkları temel dinsel metin Muminün süresinin şu ayetleridir: ‘…onlar cinsel bölgelerini (furuc) korurlar. Eşleri ve malik oldukları (cariye) bunun dışındadır. Bunlarla (cinsel birlikteliklerinden dolayı) kınanmazlar. Bundan ötesini isteyenler, işte onlar sınırı aşanlardır.’ Bu ayetler dikkatlice incelendiklerinde, eş ve cariyeler dışında, kadın veya erkekle (zina, homoseksüellik) birlikteliği, yasakladığı görülmektedir. Kişinin kendi kendini boşaltması anlamına gelen istimna yani tek kişilik durumdan bahsetmemektedir. Konu ile ilgili nakledilen hadis rivayetlerinin ise ihtiyatla karşılanması gerekir. Bu hadis rivayetlerine itibar etmeyenler, bunun caiz olduğunu, bunu kan aldırma gibi bir durum olduğunu ifade etmektedirler. Ahmet b. Hanbel ve Hanefi alimleri ise zina vb tehlike durumunda bu yola başvurulabileceğini hatta bunun vacip olduğunu ifade etmektedirler. Cinsel uyarıcıların çok yoğun olduğu günümüzde, abartıya kaçmamak ve tıbbi sakıncalarına dikkat etmek ve alışkanlık haline getirmemek şartıyla caiz olduğu söylenebilir. e) Uyarıcı damla vb ilaçlar Mutlu bir cinsel hayat için sağlam ve sıhhatli bir vücuda ihtiyaç olduğu bilinmektedir. Hasta kişilerden mutlu bir cinsellik beklenemez. Bu nedenle, tedavi olunması şarttır. Ancak, sağlıklı olduğu halde, yalnızca cinselliği arttırmak için bir takım ilaçların, damlaların kullanılması caiz midir sorusuna verilecek cevap tıp uzmanlarının vereceği cevaba bağlıdır. Sağlıklı beslenen, yani dengeli ve yeterli protein, karbon hidrat ve yağ alan kişilerin bu tür yan ihtiyaçlarının olmayacağı açıktır. Cinsellik, mutluluğun aracıdır, ancak abartılmamalıdır. Zira aşırı cinsellik, hem bedeni hem de zihni yorar. Bağışıklık sistemini zayıflatır ve hastalıklara hazır hale getirir. Yukarıda belirtildiği gibi nicelik değil, nitelik önemlidir. Beş defa orgazmsız boşalma yerine, bir defa orgazm ile boşalma daha faydalıdır. Hem bedeni hem de zihni rahatlatır, bağışıklık sistemini güçlendirir. Cinsel mutlulukla ilgili yazılan eserlerde, doğada bulunan bazı besinlerin cinsel gücü arttırdığı belirtilmektedir. Tıbben sakıncalı olmadıkça ve abartılmadıkça bunların kullanılmasında sakınca olmaması gerekir. f) Hamileliği engelleyiciler Üreme cinselliğin bir amacıdır. Ancak her cinsellik üreme amaçlı değildir. Cinselliğin temel amaçlarından birisi zevk ve haz duygusunun yaşanması ve bu büyük nimetten yararlanmaktır. Ayrıca, hamile bir bayan doğuruncaya kadar genelde bir daha hamile kalmaz, tıbbi açıdan sakınca oluşturmuyorsa cinsellik yaşayabilir. Bu da göstermektedir ki, her cinsellik üreme amaçlı değildir. Aşağıdaki nakillerde görüleceği 186 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi üzere, Hz. Peygamber döneminde, hamileliği engelleyici bir yöntem olarak azl (dışarı boşalma) kullanılmıştır. Bu nedenle, hamileliği engelleyici tedbirlerin tarafların rızası ile alınması caizdir. Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir: 1- ‘Rasulullah zamanında azl (dışarı boşanma) yapıyorduk. Bu Rasulullah’a ulaştı, ’.bunu bize yasaklamadı 2- ‘Hz. Cabir’den nakledilmiştir. Rasulullah zamanında bizler azil yapıyorduk, Ku’ran’da indiriliyordu. Süfya’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: [Azil] nehyedilmesi gereken bir şey olsaydı, Kur’an onu bize yasaklardı.’ 3-…‘‘Bir kişi Rasulullah’a geldi ve şöyle dedi: ‘Ben eşimden azl yapıyorum. Rasulullah sordu: ‘Neden böyle yapıyorsun? Bu kişi şöyle cevap verdi: ‘Kadının çocuğuna veya çocuklarına acıyorum’ [eşim hamile kalırsa, süt kesilir veya bozulur böylece emzirdiği çocuk zarar görür]. Rasulullah şöyle dedi: ‘Şayet bu durum zarar verseydi, İranlılar ve Bizanslılara zarar verirdi.’’ 4- ‘‘Hz Ömer şöyle demiştir: ‘Rasulullah izni dışında hürden (eşten) azil yapılmasını nehyetti.’’ g) Fetişizm, sadizm, mazoşizm Fetişizm ‘saplantılı bir biçimde cinsel coşku uyandıran, karşı cinse ait elbise, ayakkabı vb. eşyayı’ ifade eder. Sadizm ‘başkalarına acı çektirerek cinsel doyum sağlama,’ mazoşizm ise ‘cinsi haz duymak için, eziyet çekme arzusu’nu ifade eder. Cinsel ilişkinin temel amacı, tarafların birbirlerine acı ve ıstırap vermeden doyuma erişmesidir. Bedenin her türlü acı, ıstırap, işkence ve zararlara karşı korunması farzdır. Bunun aksi haram olarak kabul edilir. Kur’an’da ‘…ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın,’, ‘… Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız’, yer alan ifadeler bedensel zararları yasaklamıştır. Kişinin bedensel haklarından vazgeçmesi mümkün olmadığından, bu konuda verecekleri rıza da geçersizdir. Bu tür sıkıntıları olanların gerekli tıbbi yardımı almaları gerekmektedir. h) Seks oyuncakları Islam’da cinselligin amacı, insanların kodlarına işlenen cinsel ihtiyacın enüst noktada giderilmesidir. Ancak bu ihtiyaç giderilirken, ifrat ve tefritten uzak durmak ve haramlardan sakınmak gerekir. Eşlerin birbirlerini tatmin temel hedef ve amaç olduğuna göre, eşler parmak el, ağız vb organlarını aşırıya kaçmamak ve acıya neden olmamak şartıyla kullanabilirler. Ancak amacının dışına taşan vibratör (yapay penis), yapay kadın gibi seks oyuncaklarını kullanmak doğru kabul edilmemektedir (mekruh). i) Seks kitapları, film ve pornografi izleme Cinsel konular ın adabına uygunöğrenilmesi ve ilgili kitapların okunması gerekir. Ancak, cinselliği anormal şekilde çizim ve filmlerle anlatan eserlerin okunması ve izlenmesi doğru kabul edilmez. Pornografi ise, hem erkeğin hem kadının istismar edilmesidir, bu nedenle de caiz kabul edilemez. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türkiye’de internetin %75 oranında seks ve pornografi içerikli siteler için kullanıldığı ifade edilmektedir. Buna rağmen, orgazmın %30 oranında kalması, erotik ve pornografik içerikli malzemelerin, seks kalitesine hizmet etmedikleri ve bir fayda sağlamadıkları anlaşılmaktadır. j) Cinsellikle ilgili estetik ameliyat Zeker/penis büyütme, vajinanın düzeltilmesi, göğüs, dudak, büyütme, düzeltme gibi estetik ameliyatlar ancak tıbbi zorunluluk varsa yapılabilir. Şekil bozukluğu, cinsel 187 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ilişkiyi engelleyen durumlar (küçük penis, vajina problemleri) gibi durumlarda ilaç, ameliyat ve benzeri tıbbi müdahaleler ile düzeltmeler yapılabilir. k) Cinsellik ve teşhircilik Cinsel organlar ,ın yabancılaraçocuklara vb gösterilmesi anlamına gelen teşhircilik İslam’da haram kabul edilmiştir. Bu nedenle, cinsellik yaşayacak olanların bu konuda hassas olmaları, özellikle de teşhircilik yoluyla çocukların istismarının önüne geçmelidirler. Bu konu ile ilgili şu ayet manidardır: ‘Ey iman edenler! Mülkiyetinizde bulundurduklarınız ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar, üç defa/vakitte [yanınıza girmeden önce] sizden izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınızda (dinlenme) ve yatsı namazından sonra. Bunlar üç avret (soyunma) vaktidir. Bunların dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda, sizler için de onlar için de herhangi bir sakınca yoktur.’ l) Cinselliğin filme alınması Cinsel aktivitelerin başkaları tarafından kaydedilmesi, tecessüs olarak değerlendirilir, bu nedenle de yasaktır. Zaman zaman medyaya yansıyan, başkalarının özel durumlarının otelde vb yerlerde gizlice filme alınıp, topluma sunulması, hem tecessüstür hem de Allahın şu ayette yasakladığı fuhşun yayılmasıdır: ‘...Fuhşun yayılmasını arzu edenler var ya, onlar için dünyada da ahirette de korkunç bir azap vardır.’ Hz. Peygamber, zina eden Maiz’i itiraf için Hz Peygamber’e yönlendiren Hezzal’e ‘keşke bunu elbisenle örtseydin,’ demiştir. Hz. Peygamber, ‘…her kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıplarını örter,’ diyerek ayıpların ifşa edilmemesini öğütlemiştir. Aile içi cinsellik sırlarının da ifşa edilmesi doğru değildir. Bu noktada Hz. Peygamber’in şu uyarısı karşımıza çıkmaktadır: ‘Kıyamet Günü Allah katında insanların en şerlilerinden birisi, kendisi eşiyle, eşi de kendisiyle cinsel ilişkiye girip, sonra da eşinin sırlarını ifşa eden adamdır.’ Eşlerin kendi cinselliklerini kaydetmeleri de doğru değildir. Zira bu kayıtların başkalarının ellerine düşme ve çocukları tarafından görülme ihtimali vardır ki, bu da yarardan çok, zarar getirebilir. Sonuç Yahudilik, H ıristiyanlık ve Budizm’in akse Islam cinselligeönem vermiş ve cinselliğin doruk noktasında yaşanmasını tavsiye etmiş, bu konu ile ilgili neredeyse her konuya açıklık getirmiş ve ‘dinde utanma yoktur’ prensibiyle de bunu abideleştirmiştir. Eşlerin birbirine sadık kalmalarının temelinde yatan cinsellik ihmal edilmemelidir. Sadakate zarar veren en önemli davranış cinsel tatminsizliktir. Kadınlarda bunun nedeni, erkeğin bakımsız olması, yeterli ön hazırlık/sevişmeden önce ilişkiye girmesi, erken boşalması ve kadın orgazm olmadan önce ayrılmasıdır. Erkeklerde tatminsizlik ise kadının bakımsız olması, cinsel uyarılara cevap vermemesi ve erkeğine uzak durmasıdır. Ayrıca, yasak olmayan cinsel fantezilere tarafların yaklaşmaması da her iki taraf için de cinsel tatminsizlikler arasındadır. Cinselli ginçift taraflı yaşanması esas olduğundan, tarafların birbirlerini tatmin etmek için ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir. Özellikle erkek, cinsel hayatta yalnızca kendini düşünmemeli, hazırlanması daha uzun süren eşini ihmal etmemeli, eşini cinselliğe hazırlamalıdır. Bu bağlamda, ön hazırlık/sevişme ihmal edilmemeli, orgazma ulaşmak için taraflar çaba sarf etmelidirler. İslam’ın ve tıbbın uygun görmediği davranışlardan ise taraflar uzak durmalıdırlar. Bu bağlamda, tarafların bedenine zarar veren objeler kullanılmamalı, zevk, işkenceye dönüşmemelidir. Cinselliğe zarar veren fiziksel ve psikolojik hastalıklar gecikmeden tedavi ettirilmelidir. 188 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 189 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tüp Bebekten Taşıyıcı Anneliğe Sorular Ve Sorunlar Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ DIB Din Işleri Yüksek Kurulu Uzmanı Giriş Pek çok insan için evliliğin temel amaçlarından biri çocuk sahibi olmaktır. Evlilik gibi çocuk sahibi olmanın da fıtri bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Ancak şu bir gerçek ki, her evli çift bu isteklerine erişememekte, uzun yıllar çocuk özlemi çekerek yaşamaktadır. Düzenli bir cinsel yaşama rağmen bir yıl süresince gebelik oluşmaması tıbben infertilite (kısırlık) olarak nitelendirilmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde çiftlerin % 15’inin infertil olduğu kabul edilmektedir. Bunların %6’sı tedavi edilebilmekte %9’luk bir kısmında ise çözümsüzlük sürmektedir. Belirlenmiş infertilite tipine bağlı olarak çiftlere önerilen birkaç seçenek vardır. Bu seçeneklerden biri de in vitro fertilizasyon embriyo transferi (IVF-ET), halk arasında “tüp bebek” olarak adlandırılan yardımcı üreme tekniğidir. IVF-ET tekni ,giözel yöntemle alınan oositin basit bir kültür ortamına konulduktan kısa bir süre sonra spermle döllendirilmesi ve sekiz-onaltı hücreli bir yapıya ulaştığında rahme implante edilmesi esasına dayanır. Söz konusu teknik ile 1978 yılında İngiltere’de ilk tüp bebek dünyaya gelmiştir. Ülkemizde ise 1987’den beri yasal olarak uygulanmaktadır. Gelişmelere paralel olarak konunun dini yönü de tartışılmaya başlanmıştır. Bu konuda genel olarak bebek sahibi olmak için gerekli olan sperm, yumurta ve rahmin evli çifte ait olması şartı ile tüp bebek yönteminin uygulanmasında bir sakınca bulunmadığı, buna karşılık fiilen nikâhlı olmayan kimselerin sperm, yumurta ve/veya rahminin kullanılmasının ise insanlık duygularını rencide etmesi bakımından caiz olmadığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Tüp bebek, başlangıçta kısırlık tedavisi için geliştirilmiş bir yöntem olmakla birlikte zamanla pek çok etik ve hukuki tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Söz ko190 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi nusu tartışmalar; IVF-ET ile oluşturulan embriyoların hukuki statüsü yanı sıra rahme transfer edilmeyen fazla embriyoların dondurulması, imha edilmesi, kök hücre, klonlama gibi tıbbi araştırmalarda kullanılması, embriyoların genetik ayıklama işlemine tabi tutulması (PGD) ve cinsiyet seçimi (gender selection) gibi meseleler etrafında yoğunlaşmaktadır. Esasen tartışmaların özünü de tüpteki embriyonun “insan” sayılıp sayılmayacağı, diğer bir deyişle “insanın başlangıcı” meselesi oluşturmaktadır. Öte yandan tüp bebek yöntemiyle çözüm bulunamayan durumların söz konusu olması, bu konuda yeni arayışlara yönelmeyi doğurmuştur. Bunlardan birisi de, çocuk sahibi olamayan çiftin karşılıklı rızaya dayanarak taşıyıcı/kiralık anne aracılığıyla çocuk edinebilmeleri anlamına gelen taşıyıcı annelik uygulamasıdır. Kadının yumurtasının olmaması, yumurtasının kalitesinin düşük olması, rahminin bulunmaması ya da tıbbi sebeplerle gebeliğine izin verilmemesi gibi nedenlerden dolayı taşıyıcı anne aracılığıyla çocuk sahibi olma yoluna gidilmektedir. Günümüzde bu tür bir uygulama dünyanın birçok yerinde sosyal nitelikte bir kısırlık tedavisi olarak görülmektedir. Taşıyıcı annelik olgusunun hukuki, psikolojik, sosyal, ahlaki ve dini açıdan tartışılabilir pek çok yönü bulunmaktadır. Tebligimizde bu tartışmaların detaylarına girmeksizin, DIB Din Işleri Yüksek Kuruluna konu ile ilgili yöneltilen sorular bağlamında sorunları irdelemeye ve kısa bir değerlendirme sunmaya çalışacağız. 1. Din İşleri Yüksek Kuruluna Gelen Sorular Günlük yaşamda iletişim kurmak ya da bilgiye erişmek amacıyla kullanılan bir ifade biçimi olarak soru, düşünmeye ve öğrenmeye yardımcı olan güçlü bir araçtır. Soru, soru sahibinin duygu, düşünce ve davranışları hatta kişiliği hakkında ipuçları sunar. Arka plandaki sorunu görebilme, problemin anlatılmayan detaylarına ulaşabilme, meselenin köklerini değerlendirme imkânı verir. Soru, hayata ve toplumsal olaylara tutulan bir aynadır. Dolayısıyla soru, sadece soru değildir. Din Işleri Yüksek Kurulu olarak her gün telefon, mektup ve elektronik posta aracılığıyla yöneltilen yüzlerce soruya muhatap olmaktayız. Yurt içi ve dışından, her yaş grubu ve eğitim seviyesinden, farklı inanç düzeyine sahip binlerce insanla soru üzerinden iletişime geçmekte, bireysel, ailevi ve toplumsal pek çok problemle sorular aracılığıyla yüzleşmekteyiz. Kimi zaman sorunun ne söylediği, ne sorulduğundan daha önemli olabilir. Bu gerçeğin izinde, tebliğimizde 2012 yılından bu yana Din İşleri Yüksek Kuruluna yöneltilen tüp bebek ve taşıyıcı annelik odaklı sorular değerlendirilmiş ve aralarından bir seçki yapılmıştır. Şimdi ilgili sorular eşliğinde, tüp bebek ve taşıyıcı annelik yöntemleri bağlamında toplumun dini yönden cevap aradığı hususları ve soruların ortaya koyduğu sorun alanlarını görelim. 2. Tüp Bebek İle İlgili Sorular ve Sorunlar Önceleri tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmanın dinî yönden caiz olup olmadığı sorusu ile muhatap olunurken zaman içinde konu çok farklı boyutlarıyla sorulara yansımaya başlamıştır. Yumurta toplanması ve embriyonun rahme yerleştirilmesi nedeniyle gusül gerekip gerekmediği, sperm elde etmek için mastürbasyon yapılmasının hükmü, fazla embriyoların dondurulması, kullanılmayan embriyoların imhası, fetal redüksiyon, yumurta, sperm ve embriyo donasyonu, dondurulmuş spermlerin kocanın ölümünden sonra 191 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi eşi tarafından kullanılması, sağlıksız embriyoların ayıklanması, cinsiyet seçimi gibi hususlar bu soruların temasını oluşturmaktadır. Başlangıçta sperm, yumurta ve rahmin evli eşlere ait olması tüp bebek uygulamasının cevazı için yeterli görülürken zaman içinde yöntemin içerdiği sakıncalar bariz bir hal almaya başlamıştır. Sürecin maddi ve manevi anlamda ciddi külfet içermesi sebebiyle bir kerede birden çok sayıda embriyo üretilmesi söz konusudur. Rahme yerleştirilmeyen embriyolar talebe göre dondurularak korunmaktadır. Dondurulan bu embriyolar ın akıbetiönümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Nitekim tüp bebek yaptıran eşlerin kendilerini, fazla embriyoları kullanmak mecburiyetinde kalmakla, kullanmayıp itlaf edilmesine göz yummak arasında zor bir tercihin önünde buldukları ilgili sorulardan anlaşılmaktadır. Ölüm ya da boşanma durumunda da aynı problemle yüz yüze gelinmektedir: Örnek sorular: “Tüp bebek tedavisinde oluşturulan fazla embriyoların imha edilmesinin dinen hükmü nedir? Bu embriyolar izinsiz deney ve tedavi amaçlı kullanılabiliyor. Daha kötüsü başka anneye transfer edilirse, embriyo sahibi anne babanın vebali var mıdır?” “1) Tüp bebek yönteminde, sadece bir çocuk isteyen birinin birden fazla embriyonun döllendirilmesini istemesi caiz midir? 2) Her hâlükârda bir çocuk isteyen birinin artan embriyoları yok etmesi caiz midir? 3) Yoksa yıllık 400 TL gibi embriyonun saklanması parasını sürekli vermesi ve yaşatması mı gerekmektedir? Öyle ise ne zamana kadar bu ücreti vermeli ve korumalıdır? 4) Yoksa hastalığı bile olmayan bu embriyoyu yok mu etmelidir?” “Bir y ılönce eski eşimle ayrıldık ayrılmadan önce tüp bebek tedavisi için bir tüp bebek merkezinde embriyolar oluşturuldu şimdi boşandığımıza göre bunların imhası gerekmektedir. Bu embriyoların imhası kürtajla aynı mıdır, dinen hükmü ne olur?” Embriyonun hücreden farklı bir şey olmadığına dair pür materyalist bir anlayış İslam düşüncesine aykırıdır. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun konuyla ilgili mütalaasında da belirtildiği gibi; embriyo, insanın maddi kaynağını oluşturduğundan, dış dünyadaki insanın sahip olduğu keramet ve itibara sahip bulunmaktadır. Bu nedenle, icbar edici bir gerekçe yokken, insan embriyosunun öldürülmesi ahlaki olmadığı gibi dinen de hoş görülemez. Kurula yansıyan sorulardan, tüp bebek için üretilmiş artık embriyoların kök hücre çalışmaları başta olmak üzere bilimsel araştırmalarda kullanılıp kullanılmayacağı hususunun da zihinleri meşgul ettiği anlaşılmaktadır. Örnek sorular: “Embriyonun tıbbi amaçlarla araştırma için kullanılmasına izin verilmesi mümkün müdür?” 2006“yılında fibroblast hücrelerinden ilk defa embriyonik kök hücrelere oldukça benzer olan İndüklenmiş Pluripotent Kök Hücrelerin (iPS hücreleri) elde edilmesinden sonra bu alanda yoğun çalışmalar başladı. Laboratuvar çalışmalarında iPS hücrelerini elde edildikten sonra bunların ne kadar işlevsel olduğunu ölçmek için bazen gerçek embriyonik kök hücrelerle karşılaştırılması gerekebilmektedir. Embriyonik kök hücreler ise 9-10 günlük, ana rahmine yerleşmemiş (genellikle tüp bebek tedavisinden arta kalan, kullanılmayacak olan) blastokist adı verilen embriyolardan elde edilmektedir. Embriyonik kök hücrelerin bu amaçla kullanılması konusunda İslami açıdan nasıl bir yorum yapılabilir?” 192 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Genetik ara ştırmalarçerçevesinde, tedavi amacıyla kök hücre üretiminde, kemik iliğinden alınan hücrelerin de kullanılabileceğinin ortaya çıkması, bu çalışmalarda insan embriyosunun kullanılmasının zorunlu olmadığını göstermektedir. Genetik araştırmaların yapılması dinen caiz olmakla birlikte, insan embriyosunun deney aracı olarak kullanılması doğru olmadığından, araştırmaların olabildiğince insan dışındaki canlılar ve embriyoları üzerinde yapılması cihetine gidilmelidir. Ülkemizde yasal olarak rahme en fazla iki embriyo transfer edilmektedir. Bununla birlikte nadiren de olsa embriyoların kendi içinde bölünmesiyle çoğul gebelikle karşılaşılabilmektedir. Bu durumda gebeliğin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi gerekçesiyle ceninlerden bir ya da ikisinin hayatının sonlandırılması (fetal redüksiyon) söz konusu edilebilmektedir. 10-12 haftalık olan, kalp atışları duyulan bebeklerin yaşamına son vermenin vicdani sorumluluğunu kim üstlenecektir? Ebeveyn mi, hekim mi, fetva veren din görevlisi mi? Örnek sorular: “E .şimle 3 yıllık evliyizÜçüncü yılın sonunda tüp bebek tedavisi yaptırdık. 2 adet embriyo transferi yapıldı. Embriyolardan bir tanesi daha bölünerek üçüz gebelik gerçekleşti. Şu an 10 haftalık 3 adet bebek mevcut ve gelişimleri ile kalp atışları normal. Doktorlar üç bebeğin sıkıntılı olduğunu erken doğum, zekâ geriliği gibi problemleri beraberinde getireceğini söyledi. Ayrıca yapılan ölçümlerde iki adet bebeğin ense kalınlığı tespit edildi. Doktorlar bebeklerin bir ya da iki tanesinin sonlandırılmasını istiyor. Annenin sağlığı ile ilgili herhangi bir şey söylemediler şu an için. Bu konuda acil yardımcı olur musunuz?” “Yard ımcıüreme yöntemleri ile üçüz gebelik oluşursa (çoğul gebelik istenmeyen bir durum olduğu için) fetal redüksiyon yapılıyor. Bu işlem genellikle gebeliğin 10.-12. haftalarında yapılıyor. Ultrason rehberliğinde, genellikle karından yapılıyor. Bunu yapmazsak geri kalan çocukların yaşam şansı da olmayacak düşüncesiyle, onları kurtarmak için böyle bir girişim dinen caiz midir?” Çocuk sahibi olmak evliliğin başta gelen gayelerinden biridir. Lakin hayatın gayesi değildir. Meşru her türlü yol denenmesine rağmen müspet sonuç alınamadıysa, “nasıl olursa olsun yeter ki bir çocuğumuz olsun” saplantısına kapılmamak gerekir. Aksi takdirde tüp bebek yönteminin meşru zeminden çıkarılarak, nesep emniyeti ve ailevi ilişkiler açısından kabul edilemez şekilde sınırların zorlanmasıyla karşı karşıya kalmaktayız. Nitekim sperm, yumurta ve embriyo donasyonuyla ilgili sorular meselenin vahametini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Örnek sorular: “ Ben 54, eşim 47 yaşında. Tüp bebek tedavisi görmesine rağmen çocuk sahibi olamadık. Genç bir bayanın yumurtası alınıp eşimin rahmine konarak benim spermimle döllenmesi sağlanacak. Ne biz bu bayanı ve ne de bayan bizi tanıyacak. Ayrıca yumurta vermesinin karşılığı olarak da bayana 3.000 TL ücret verilecek. Bu yolla çocuk sahibi olabilme ihtimali %60. Bunun dinen sıhhati ve helal ya da haramlığı konusunda hüküm nedir? Şayet hükmü haram ise ve biz bunu bile bile yaptırırsak (ki eşimin bu konuyla ilgili olarak psikolojisi çok kötü Allahü alem çocuk olduğunda düzeleceğini beyan etti bazı doktorlar) bu kez hükmü ne olur?” 15“y ıllık evli olup eşinden dolayıçocuğu olmayan bir ablaya, erkek kardeşinin ve hanımının sperm ve yumurtasının döllenmesiyle oluşturulacak olan embriyo nakledilebilir mi?” 193 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “O ğlumunçocuğunun olmayacağı kesin olarak belli oldu. Nesebimizin devamı ve ailemizin mutluluğu için ben gelinime enjeksiyon yöntemiyle spermlerimi verebilir miyim? Dinen caiz olur mu?” Tüp bebek tekniği ile üretilen embriyoların kalıtımsal bir hastalık taşıyıp taşımadıklarını tespit edebilme ve implant için sağlıklı embriyoları seçebilme imkânı söz konusudur. Preimplantasyon genetik tanı, özellikle ailenin genetik hastalık taşıyıcısı olması durumunda, tüp bebek teknikleriyle elde edilen embriyoların rahme yerleştirilmeden önce genetik tanısının yapılması amacıyla kullanılan bir tekniktir. PGD uygulamaları öncelikle embriyonun yaşam hakkı ve onurunun çiğnenip çiğnenmemesi açısından tartışılmaktadır. Uygulama, hastalıklı embriyoların itlaf edilerek en sağlıklı olanlarının seçilmesi açısından direk, bazı yeteneklerden yoksun olan ya da genetik hastalığı bulunan insanlara karşı da dolaylı bir ayrımcılık (discrimination) içerdiği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Ayrıca beta talesemi, fancani anemia gibi agır kan hastalıklarının tedavisinde tek tedavi yolu allojenik kök hücre transplantasyonu olup bunun için HLA doku uyumlu kardeş donörün göbek kanı en uygun kök hücre kaynağıdır. Hastalık taşıyıcısı aileler bu sebeple de IVF/PGD yöntemini tercih etmektedirler. Bu durumda bir çocuğun donör olarak kullanılmasının ahlaken mazur görülüp görülemeyeceği tıbbi etik açısından tartışılmaktadır. Kendisi için karar veremeyen bir canlının deney maddesi olarak kullanılmasını ve hangi durumda kullanılabileceğini kimin belirleyeceği sorunu yanında, kök hücre elde etmek için bir bebek sahibi olmanın insan onuru ve doğacak çocuğun değersiz görülebilmesi gibi sosyo-psikolojik riskler açısından ele alınması gerektiği de vurgulanmaktadır. Kurula yansıyan sorulardan ailelerin de bu konuda zihinlerinin net olmadıgı .anlaşılmaktadır Örnek sorular: “Normal yollardan do ,ğum yaparsaçocuğun sakat kalacağı kesindir diye doktorun bildirmesi sonucunda kadının tüp bebek yoluyla çocuk sahibi olması, fıtrata müdahale olarak algılanabilir mi? Bu şekilde tüp bebek caiz midir? 6“ya şında bir kızçocuğum var. Fanconi apilesik anemi tespit edildi. Bu hastalığın tedavisinde tek çözümün ilik nakli olduğu doktorlar tarafından ifade edildi. İlik nakli için en uygun seçeneğin genlerin aynı olma olasılığı bakımından çocuğun kardeşi olduğu doktorlar tarafından belirtildi. Ama çocuğun kardeşi yok ve doğal yolla çocuk sahibi olabilmemize rağmen yeni doğacak kardeşin de hasta ve-veya iliğinin uymama ihtimali var. Uygun ilik bulma yöntemlerinden biri de tıbbi genetik laboratuvarı çalışmaları ve tüp bebek yöntemiyle yeni bir çocuk sahibi olmak. Bu yöntemde hasta çocuğun genleri incelenerek bozuk genler bulunacak. Daha sonra anne ve babadan alınan belirli sayıda üreme hücresi tıbbı genetik laboratuvarında birleştirilecek. Bu hücrelerde yapılan analizler sonucunda hasta çocuğa ilik verebilecek embriyo anne rahmine yerleştirilerek büyütülecek. Bu tedavi yöntemi caiz mi?” Embriyonun cinsiyetini seçebilme imkânı da veren PGD uygulaması sadece bu maksatla talep edilebilmektedir. Genetik hastalıkların geçişine engel olmak üzere geliştirilen bu yöntemin cinsiyet belirlemede kullanılması, şüphesiz amacından saptırılması anlamına gelmektedir. Aile ve toplum dengesini, ekolojik düzeni bozabilecek böyle bir girişimin fıtrata ve ilahi iradeye aykırı olduğu da bilinmelidir. Nitekim sorulardan, hayatta olanlardan farklı cinsiyette bir çocuk ya da kültürel sai194 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi klerle erkek çocuk sahibi olmak için PGD’nin bir fırsat olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Örnek sorular: “Üç kız çocuğum var, erkek çocuğum olmadı. Eşimin ve benim yaşım geçmek üzere. Soy ırkımız erkek çocuk olmadığı için yok olacak. Tüp bebek yoluyla bebeğin cinsiyetini belirleyebiliyorlar. Eğer tüp bebek yöntemiyle erkek çocuk olsa bu günah olur mu? Kadere karşı mı gelmiş olurum?” İki erkek“çocuk sahibi bir çiftin tüp bebek yöntemiyle kız bebek sahibi olması caiz midir?” Tüp bebek uygulamasında bir başka sorun alanı da dondurulmuş spermlerin kocanın vefatından sonra eşi tarafından kullanılmak istenmesi durumudur. Örnek soru: “Ölen bir erkeğin spermi karısına tüp bebek yapmak için kullanılır mı?” Bu durumda, kişinin hayattayken rızası ile spermleri dondurulmuş olsa da bu rızanınölümden sonra da geçerli olup olmadığı hukuki bir sorun oluşturduğu gibi, ölümle nikâhın sona ermiş olmasından hareketle söz konusu spermlerin kadın tarafından kullanılması nesep ve miras hükümleri açısından da problem arz etmektedir. 3. Taşıyıcı Annelik İle İlgili Soru ve Sorunlar Tüp bebekte olduğu gibi taşıyıcı annelikte de öncelikle uygulamanın dini hükmü merak edilirken zamanla soruların farklı sorunları yansıtan bir içeriğe büründüğü görülmektedir. Dinin evlilik, neslin, şahsiyetin, kişilerin ruh ve beden sağlığının korunması ve mahremiyet ilkelerini ihlal anlamına gelen taşıyıcı annelik yönteminin kendisi başlı başına bir sorundur. Bununla birlikte sorular, meselenin değişik yönlerine dikkat çekmesi bakımından önem arz etmektedir. Örneğin; “Taşıyıcı annelik yoluyla dünyaya gelen çocuğun gerçek annesi kimdir?” sorusu ile zihinlerimizdeki mübarek, değerli, nezih imajıyla saf anne algısı, yerini yumurta sahibi kadın, rahim sahibi kadın, biyolojik anne, taşıyıcı anne, kiralık anne gibi daha önce duymadığımız ve bilmediğimiz kavramların kargaşasına bırakmaktadır. Sonuçta aşağıdaki gibi trajikomik sayılabilecek bir soruyla muhatap olunabilmektedir: “Taşıyıcı annelik yoluyla doğan insanın vefatında talkın verilirken hangi annenin ”?adı kullanılacaktır Din Işleri Yüksek Kurulu’nun konuyla ilgili kararında taşıyıcı annelik uygulaması, dinin mahremiyet, evlilik, neslin korunması, şahsiyetin korunması, kişilerin ruh ve beden sağlığının korunması ve insanın saygınlığı ile ilgili bir takım ilkeleri ihlal etmesi sebebi ile caiz görülmemiştir. Haram olmasına rağmen bu yöntemle dünyaya getirilen çocuğun nesep ve velayetinin, sperm ve yumurta sahibi olan evli erkek ve kadına ait olduğu, çocukla onu rahminde taşıyıp doğuran kadın arasında ise annelik şüphesi sebebiyle mahremlik oluşacağı belirtilmiştir. Toplumumuzda evlenen gençlerin çocuk sahibi olma(ma)sı kimi zaman kendilerinden çok aile büyükleri ve yakın akraba tarafından problem edilmekte, çocuk olmasına engel tıbbi bir sorun söz konusu ise çözümü için hep birlikte seferber olunabilmektedir. Böyle bir çabanın ucunun maalesef eşlerin anneleri, kız kardeşleri gibi birinci dereceden yakınlarının ya da akrabalarının taşıyıcı anne olma girişimlerine kadar uzandığı görülmektedir. 195 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Örnek soru: “Dayı ve hanımının sperm ve yumurtasıyla oluşturulan embriyonun taşıyıcı anne olarak yeğene nakledilmesinin günahı var mıdır?” Do galüremenin biyo-teknik imkanlarla üretime dönüştürülmüş olması kadim aile kurumunun geleceğini de tehdit etmeye başlamıştır. Günümüzde evlenip eş ve aile sorumluluğunu üstlenmekten kaçınan kimi erkeklerin fıtri babalık duygularını tatmin adına taşıyıcı anneliği bir çözüm olarak görmeleri ya da anne olmak istemekle birlikte evliliğe karşı olan kadınların sperm bankaları aracılığıyla bebek sahibi olmaya yönelmeleri nasıl bir çözümsüzlüğün/kaosun içine sürüklenildiğinin de göstergesidir aslında. Örnek soru: “Bekâr bir erkek taşıyıcı bir anne ile ilişkiye girip çocuk doğduktan sonra bu çocuğu annesinden alsa çocuğu annesinden mahrum büyütmek günah mıdır?” Dini açıdan tecviz edilmeyen taşıyıcı annelik uygulamasının, sperm sahibi erkek ile rahim sahibi kadın yani taşıyıcı anne arasında geçici ya da devamlı olarak kıyılacak (dini) nikâh ile meşru hale gelip gelmeyeceği de sorulara yansımaktadır. Örnek sorular: “Yumurtalıkları sağlam ancak rahmi alınan bir kadın ve eşinin yumurta ve spermleri laboratuvar ortamında döllenerek taşıyıcı annelik ile çocuk sahibi olmalarında sakınca var mıdır? Sakınca varsa bu sakınca taşıyıcı anne ile baba arasında imam nikahı olmaması mıdır ya da nikah olsa da yumurta ve spermlerin başka bir rahimde bulunmasından mıdır?” İlk hanımının“çocuğu olmadığı için bir kimse ikinci evliliğini yapıyor bundan çocuğu oluyor. Doktor ilk eşine taşıyıcı annelikle çocuk sahibi olabileceğini söylüyor. İkinci eşin taşıyıcı anne olması isteniyor. Dinen böyle bir uygulama olabilir mi?” “E şiminçocuğu olmuyor ben de çocuğumun olmasını çok istiyorum, eşimden de ayrılmak istemiyorum. Taşıyıcı anne ile çocuk sahibi olabilir miyim, caiz mi? Ya da muta nikahı ile ikinci bir eşim olabilir mi?” Sonuç Biyotekni ginüreme alanında sağladığı tüp bebek ve taşıyıcı annelik gibi imkânlar, aslında doğal bir süreç olarak üremenin, sosyal, hukuki ve ahlaki pek çok soruna yol açacak teknolojik bir sürece yani üretime dönüşmesine neden olmuştur. Bu durumda tüpteki embriyodan ya da rahimdeki ceninden değil bir yönüyle teknolojik bir “ürün”den söz edilmiş olmaktadır. Do galüremenin yapay üretime dönüştürülmesinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini, ilk tüp bebek uygulamasını gerçekleştirdiğinde sanırız Dr. Robert Edward da tahmin edemezdi. İyi niyetle çıkılan bu yolculukta bugün varılan noktanın insanlığın hayrına olduğunu söylemek oldukça zordur. Aslında sonuçları görmemiz için çok beklememiz gerekmedi. Yapay üreme tekniklerinin gelişmesi; sperm ve yumurta bankaları, dondurulmuş embriyolar, kiralık rahim, taşıyıcı anne, biyolojik anne, biyolojik baba, tek ebeveyn (single parent), klon embriyo, embriyonik kök hücre gibi daha önce hiç bilmediğimiz nice yeni kavram ve uygulamayla tanışmamıza vesile oldu. 196 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Genetik biliminin biyot ıp alanına katkılarıyla, artık istenilen cinsiyette bebek üretmek, tüm hastalıklı embriyoları ayıklayıp tamamen sağlıklı, kusursuz embriyolara sahip olmak mümkün olabilecekti. Nitekim oldu da. Ancak baş döndürücü hızla birbirini takip eden bütün bu gelişmelere paralel bir şekilde söz konusu yöntem ve uygulamaların etik ilkeler, hukuki normlar ve dinî değerler açısından tartışılması da gittikçe ivme kazandı. Sorular buzdagının görünen, sorunlar ise görünmeyen kısmını oluşturmaktadır aslında. Konuyu problem edinen ve Kurula soru olarak yöneltenlerin yanı sıra sormaktan çekinenleri ya da sorun olarak görmeyenleri de hesaba kattığımızda meselenin boyutlarının görünenden daha geniş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öte yandan söz konusu sorunlar bireysel olmaktan öte sosyal bir problem olma niteliğini taşımaktadır. Bu itibarla tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olma yönündeki cevazın nikâhlı çiftlerle sınırlı tutulmasına titizlikle riayet edilmeli ve rahme yerleştirilecek kadar embriyo üretilmesine özen gösterilmelidir. Ayrıca yol açtığı psikolojik ve sosyal problemler bir tarafa dini ve hukuki açıdan nesep, miras ve mahremiyet başta olmak üzere pek çok sorunu bünyesinde taşıyan “taşıyıcı annelik” uygulamasının sakıncalarına karşı toplumun bilinçlendirilmesi elzemdir. Bu baglamda biyoteknolojik uygulamalar ve tıbbi yöntemler insan onur ve saygınlığına müdahaleyi içermemeli, bireysel özelliklerine tehdit oluşturmamalı, insanlığa mutlak yarar sağlayıp zarar vermemeli, embriyoyu kobay haline getirmemeli, sosyal dokuyu, aile ve akrabalık bağlarını özellikle de nesebi tahrip etmemelidir. Kur’an-ı Kerim’in birey, aile ve toplum hayatına yönelik düzenlemelerinin, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği hakikatlerin özünde insan onurunun korunması, aile kurumunun muhafazası, ahlaki değerlerin yaşatılması gayelerinin gözetildiği bir gerçektir. Tüp bebek uygulamasında meşru sınırları aşmanın ve taşıyıcı anne yöntemiyle çocuk sahibi olmanın İslam’ın öğretileri ile gözetilen birey, aile, toplum sağlığını ve huzurunu tehdit anlamına geldiği unutulmamalıdır. Tıbbi imkânların meşru çerçevede denenmesine rağmen olumlu sonuç alınamaması durumunda meselenin külli irade boyutu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bir ailenin şefkatli elleriyle dokunuşunu bekleyen, sevgi, ilgi ve merhametle himaye edilmeye muhtaç nice yetim çocuğa kucak açmanın bir evlat sahibi olmaktan daha az değerli olmadığı da bilinmelidir. 197 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi RUH HASTALIĞI ve DİNİ PRATİKLER 198 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 199 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Anne Sevgisi Ve Kimerizm “Bu Çocuk Benim Çocuğum Değil” Diyen Anneler Prof. Dr. Osman DEMİRHAN Ç.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Mitolojide kimera, gövdesi insan ve başı kurt görünümünde olan ve bu örnek gibi pek çok kimerik canlı modeli bulunmaktadır. Zoolojide kimera terimi, mitolojik yaratıklardan dolayı kullanılmakta ve farklı zigotlardan kaynaklanmış iki ya da daha çok genotipin veya genetik olarak farklı hücre grubunun aynı canlı ya da insanda bulunması durumu olarak tanımlanır. Kimerizm, kromozom yapıları değişik hücrelerin farklı zigotlardan kaynaklanan bir olaydır. Kan nakli sonucu aynı bireyde farklı kan hücrelerinin karışması ve doğum sırasında çift yumurta ikizlerinde plasenta aracılığı ile intraüterin kan nakli olabilmesi ya da kalıtım yoluyla kimerizm/mozaisizm oluşabiliyor. Hamilelik sırasında az sayıda fötal hücrenin, plasenta yoluyla anne kanına karışmasına mikrokimerizm denir. Mikrokimerizm olgusunun anne sağlığı açısından yararları olduğu anne sağlığını olumlu yönde etkilemesi mantıklıdır. Çünkü, sağlıklı bir anne doğacak çocuğun yaşama şansını arttıracaktır. Anne kanına geçen fötal kök hücreler daha sonra anne vücuduna dağılmakta deri, karaciğer ve dalak gibi organları oluşturan dokularda, 10 yıllarla ifade edilebilecek sürelerde canlı kalabilmektedirler1. Hemen bütün iç organlara dağılan bu hücrelerin tedavi edici özellikleri olduğu düşünülmektedir. Buna göre, fetal hücreler gittikleri organların özellikle yıkıma uğramış veya yaralanmış bölgelerine göç etmekte ve organların yıkıma uğramış bölgelerinde, ilgili organın hücrelerine benzer yapı ve fonksiyonlar kazanarak organı bir anlamda tamir etmektedirler. Bunun, özellikle rejenere yeteneği olmayan organ ve dokular açısından çok faydalı bir işlem olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda fetal hücrelerin sinir sistemi ve beyin dokusunda meydana gelen hasarları tedavi edebilmesi oldukça önemlidir. Son yıllarda çalışmalar özellikle bu yöne kaydırılmıştır. Gebelik sürecinde annenin dolaşım sistemine geçtikten sonra, fetal hücrelerin vücudun çeşitli organ ve dokularına dağılmaları olağandır (Makrokimerizm). Ancak, beynin burada özel bir durumu vardır. Bilindiği beyin, kan-beyin bariyeri denen özel bir yapı tarafından ko200 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi runmaktadır. Beynin ihtiyaçlarına göre bu bariyerden madde geçişi olmaktadır. Dolayısıyla dolaşımdaki her şey rast gele olarak beyine geçememektedir. Bu bağlamda fetal hücrelerin beyne geçip geçmedikleri oldukça ilgi çeken bir çalışma konusu haline gelmiştir. Bu kök hücrelerin, anne kan-beyin bariyerini de aşabildikleri farelerde rapor edildi. İnsandaki beyin hücreler, birkaç yüz adetlik bölümler halinde, yaşayan farelere enjekte edildiklerinde bu hücreler fare beyninin %0.1’den daha az kısmını oluşturmaktadırlar. Buna karşın, anneden de bebege kök hücre geçişi gerçekleşebilmekte ve bu olaya mikrokimerizm denilmekte. Kimeralar, dört atasal hücrenin (ayrı ayrı döllenmiş iki yumurtanın) erken gebelik döneminde birleşmesi sonucu oluşurlar (Makrokimerizm). Her hücre populasyonu, kendi genetik karakterini korur ve oluşan canlının bedeni farklı genetik kökenli parçaların bir karışımı şeklinde olurlar (mozaik). Sonuçta, tek canlıda çok kimlik oluşur ve homoloji gösteren fakat farklı resimlerin birleşmesi şeklinde bir oluşum ortaya çıkar. Memeli embriyoları, kendi genotipinden olduğu kadar, farklı genotiplerdeki embriyoların da birleşmesini ve sonuçta tek bir embriyo oluşumunu sağlar. Kimerik canlılar, doğal koşullarda nadir görülürler. Ya da bunlar, sık oluşmakta fakat az fark edilmekte veya çoğunlukla gözden kaçıyor olabilirler. Kimerik hayvanların oluşturulması, embriyonik uygulamalar arasında yer almakta. Bu teknoloji, aynı zamanda, transgenik hayvanların elde edilmesinde de kullanılmaktadır. Kimera oluşumunda ilk modeller, yine başta fare olmak üzere diğer küçük laboratuvar hayvanları oldu. Sıçan/fare ve tavşan/insan kimeraları oluşturuldu; ancak bunlar birkaç gün yaşayabildiler. Bu teknik, daha sonra ekonomik değeri olan çiftlik hayvanlarında da uygulamaya konuldu. Böylece, her hayvan türüne özgü bazı önemli değişiklikler yapılmış oldu. Laboratuar ve çiftlik hayvanları kullanılarak, aynı veya ayrı iki ırka ait embriyoların birleştirilmesi, blastomer, çekirdek, embriyo iç hücrelerinin transferi ve diğer tekniklere dayalı olarak kimeralar oluşturul-makta. 1984 yılında bir kimerik bir keçi ve koyundan oluşan ortak bir embriyodan üretildi. Ayrıca tavuk embriyosuna, bıldırcın embriyosunun kısmi enjeksiyonu ile bıldırcın beyinli bir tavuk da üretildi. Konjenital kimerizmin en az yaygın olanı iki sperm tarafından ayrı ayrı döllenmiş iki yumurtanın gelişmesi sonucunda oluşan iki embriyonun ikiz kardeşler oluşturmak yerine, geliş-menin blastomer ya da gastrula evrelerinde birleşerek tek bir canlı olarak doğmalarıdır. Bu organizma iki ikizine ait hücre ve dokuları taşır. Böyle bir organizma, dört gametten oluştuğu için bu olaya tetragametik kimerizm denir. Sonuçta, doğan kimerik çocuk doğmayan ikizinin DNA'sını da taşımaktadır. Böyle çocuklarda ör-neğin; deri ile kanın DNA profili birbirini tutmaz. Eğer birleşen iki yumurta aynı cinsiyeti taşıyor ise (XX/XX veya XY/XY) o canlıda, makrokimerizm fenotipik olarak fark edilemez ancak DNA testleri ile teşhis edilebilir. Böyle olgular, daha yaygın olarak bulunabilirler. Ancak, bunlar fenotipik bir belirti vermedikleri için gözden kaçmaktadır. Eğer, birleşen iki embriyo ayrı cinsiyetlere sahip ise oluşan canlı her iki cinsiyetin eşey organlarını taşıyabildiği gibi (hermofrodit, XX/XY) nadiren interseks formu şeklinde de gelişebilir. Kimerik kişilerde, kan dokusunun farklı iki hücre populasyonundan oluşması, kan grubu uyuşmazlığı, belirsiz eşey organlar ve hermofrodit gibi bulgular ayrı ayrı veya birlikte görülebilir. Böyle kişilerde bazen deri, saç ve gözlerde pigmentasyon görülebilir. Kimerik kişilerde, karaciğer bir kromozom setine sahipken, böbrek farklı bir sete sahip olur. Yani, farklı dokular farklı kromozom kuruluşlarına sahip olurlar. Bedenlerinde birden fazla DNA varlığı ile doğan kimerik vakaların 2003 yılında, 30-40 dolayında olduğu “New Scientist” dergisinde bildirilmiş. Kimera bulgusu, hermafroditler gibi bazı istisnalar dışında, dışardan bakıldığında anlaşılmadığı için rastlantı sonucu ortaya çıkmaktadır. Doğuştan olan kimerik insanların sayısı çok fazla olabilir. Günümüzde, gebelik şansını artırabilmek amacıyla birden fazla döllenmiş yumurtanın anneye transfer edildiği tüp bebek uygulamaları yay-gınlaştıkça, iki embriyonun füzyon 201 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi olasılığının da giderek artacağı ve kimera sayında ciddi bir yükselme olacağı düşünülmektedir. Nitekim, tüp bebek uygulamalarında dizigotik oluşma olasılığının 3035 kat arttığı bilinmektedir. Bu olay ikizlerle ilişkili sakatlık olasılığını tetiklemektedir. Doğal kimerizmde döller, anormallikleri (hermafroditik karakterler ve deri renginin bozulması gibi) göstermedikleri sürece tanınmazlar. Bu durum, yüksek sıklıkta ve tipik olarak bazı çilli erkek kedilerde, cinsiyeti belirsiz hayvanlarda veya cinsiyet davranış bozuklukları gösteren (dişi hücreler beyni, erkek hücrelerinde ise eşey organları oluşturduğu durumlarda) hayvanlarda görülebilir. Son yıllarda, çocuğunu kabul etmeyen bazı annelerde de tetragametik kimerizme rastlanmıştır. Nitekim, böyle üç vakamız bulunmaktadır. Bu annelerden birini ikna edebildi, gereken genetik analizleri yapıldı ve tetragametik kimerizim taşıdığı belirlendi. Diğerleri çevrede oluşacak yanlış anlamalardan dolayı çekindikleri için tetkiklere razı olmadılar. Çocuğunu kabul etmeyen böyle bir anneye 2002 yılında İngiltere’de rastlandı. Tetragametik kimerizm, organ veya kök hücre nakli için de önemli bir uygulama alanı oluşturmaktadır. Kimeralar, iki hücre hattı taşımaları dolayısıyla bu iki hücre hattına yakın dokulara karşı yüksek bir immünolojik tolerans gösterirler. Fare çalışmalarında da, tetragametik farelerin atasal bireylerden elde edilen deri parçalarına karşı yüksek tolerans gösterdikleri bildirildi 1. Bundan dolayı, tetragametik insanların daha geniş bir akraba çevresinde veya yabancı bireylerden organ nakillerine olumlu cevap verdikleri bildirilmektedir. Tetragametik kimerizm ile ilgili olarak fareler üzerinde yapılan çalışmalarda; iki ayrı embriyodan elde edilen blastomerler, bir arada kültüre edilerek 34 kimerik fare üretildi. Tetragametik kimerizmin, tanısında kullanılan moleküler teknikler ve laboratuvar süreçleri de oldukça karmaşık olabilmektedir. Bu nedenle bu olgularının toplumda tanısı konulandan daha yüksek oranda olduğu varsayılmaktadır. Kimerizm yönünden tanı konulması özellikle IVF durumlarında önemlidir. Çünkü, embriyoların yakın temas halinde bulunmaları nedeniyle kaynaşma olasılığı arttığı için tetragametik kimerizm sıklığı da artmaktadır. IVF sonrası oluşan hermafrodit kimera olgusu bildirilmiştir. IVF yöntemi ile oluşturulan gebeliklerde dizigotik gebelik meydana gelme olasılığı 33 kat artıyor. Bu artış aynı zamanda kimerizm gibi ikiz gebeliğe bağlı anormal çocuk riskini de arttırmaktadır. Doğal yollardan meydana gelen kimerizm sıklığı bilinmemektedir. Tetragametik annelerde gözlenen ve tıp literatüründe çok az rastlanan kendi çocuğunu kabul etmeme tipi ilginç bir davranış “bu çocuk benim çocuğum değil” şekli gelişmektedir. Bu anneler, ruh sağlığı hastalıkları uzmanına başvurmakta ve majör depresyon tanısı almakta hatta intihar etmeyi bile sık tekrar etmektedirler. Nitekim, 2002 yılında İngiltere’de “bu çocuk benim çocuğum değil” diyerek çocuğunu ret eden 52 yaşındaki bir İngiliz kadında, yetmezlik nedeniyle böbrek nakline hazırlık olarak hasta ve yakın aile bireyleri, doku uygunluk testinden geçirilmeleri sonuçunda annenin üç çocuğundan ikisinin biyolojik annesi olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu iki çocuğun, babaya ait HLA haplotipini taşıdığı bulundu. Buna karşın anneden geçmesi beklenen haplotiplerin yerine özgün bir haplotip koleksiyonu rapor edildi. Bunun sonucunda, annenin detaylı fiziki muayenesinde; deride ve gözlerde anormal pigmentasyon bulgusuna rastlanmadı. Doğumunun normal gerçekleştiği ve doğum sırasında veya sonrasında kayda değer bir değişikliğin olmadığı saptandı. Durumunu aydınlatmak için daha ileri laboratuar tetkiklerinin yapılmasına karar verildi. Bu amaçla anneden, ağız içi epitel hücreleri, sac folikülleri, deri ve tiroid gibi dokulardan DNA örnekleri alındı. Bu analizler sonucunda, annenin fenotipik olarak normal ve XX/XX kromozom kuruluşuna sahip olduğu ortaya çıktı. Bu annede, çok az bilinen tetragametik kimerizmin bulunduğu ve ayrı ayrı döllenmiş iki zigottan kaynaklanmış olduğu rapor edildi. Şimdiye kadar, “buçocuk benim çocuğum değil” diyen anneler “deli” olarak varsayılmakta anne, anti-psikotik ilaçların her türlüsüne maruz kalmaktadır. Bu nedenle, böyle annelerin mutlaka kimerizm açısından değerlendirilmeli, buna bağlı olarak 202 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yönlendirilmeli ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Ancak, bu anneler çocuğun kendisine ait olmadığını nasıl hissetmiş ve anlayabilmişlerdir? Asla emin olmayacaksak ve daha öğreneceğimiz çok şeyler varsa; annenin kök hücreleri, bebeğin beynine geçip orada hayatiyetini sürdürebildiklerine göre; bu durum bir bilgisayarda aynı anda var olan iki iş-letim sistemi gibi davranıp, örneğin obsesif-kompulsif bozukluk veya psikoz gibi hastalıkların nedeni olabilir miydi? Bununla birlikte, anne doğurduğu çocuğunun kök hücrelerini beyin ve diğer organlarında uzun yıllar taşıyor ise çocuk annenin içinde demektir. Yani, anne ile çocuğu arasındaki bu genetik birliktelik ve etkileşim annedeki sevgi duygusunun düzeyini mi etkilemektedir? Annelerdeki sonsuz sevgi duygusu ile genetik yakınlık arasında bir ilişki mi var? Binlerce soru…!. Öğreneceğimiz çok şey var ve asla emin olmamalıyız. Özellikle, en emin olduğumuzu zannettiğimiz hallerde bile..!. 203 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Oruç ve Mutluluk İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Araştırma Yrd. Doç. Dr. Nurten KIMTER ÇOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Giriş Gerek fıtrata uygunlugu gerekse akl-ı selim tarafından açıkça görülen faydalarına binâen Yüce Allah, bir rahmet ve lütuf nişânesi olarak orucu her millete farz kılmıştır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler ve ümmetlerine oruç farz kılınmıştır. Esasen bu husus Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi 183. ayetinde ifade edilmektedir. Neredeyse dünyanın tüm dinlerinde ve manevi geleneklerinde var olmuş olan oruç, bugün de ya perhiz ya da ibadet şeklinde yer almaktadır. Dinlere göre yerine getirilişi bakımından hiçbir şey yememek, içmemek, bazı şeyleri yememek ve içmemek, hiç yememek veya hiç içmemek, çalışmamak ya da konuşmamak gibi farklı bir takım oruç uygulamaları vardır. Örneğin Âsur ve Bâbil’de oruca büyük önem verildiği Amerika’da Azteklerin ve Peruluların oruç tuttukları, Brahmanizm’de hasta ve yaşlılar da dâhil tüm Brahmanların her ayın 11. ve 12. günlerinde oruç tutma geleneğinin bulunduğu, hatta bazılarının nefsânî arzularını yenmek için on beş gün kadar oruç tuttukları bilinen bir gerçektir. Yine eski Mısır da orucun genellikle dinȋ bayramların yanında yer aldığı, Antik Yunan ve Roma’da da diğer milletler gibi oruca büyük önem verildiği ve sosyal felâketlerden kurtulabilmek için oruç tutulduğu, Totemizm’de bile perhiz ve riyâzat gibi fiillerin ve tövbe törenlerinin, dinin esası olduğu bilinmektedir. Ayrıca Hz. Nuh (a.s)’ın Ramazan ve Kurban Bayramı günleri haricinde bütün seneyi oruçlu geçirdiği, Hz. Davut (a.s)’ın ise Hz. Musa’nın şeriatına uyarak kırk gün oruç tuttuğu rivâyet edilmektedir. Hıristiyanlıkta tarihi gelişim süreci içerisinde çeşitli değişikliklere uğramış olan oruç ibadeti, Hz. İsa döneminde ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında çok takdir edilen bir ibadetti. Bu nedenle İncillerde de oruç ibadeti övülmüş olup Katolik Hıristiyanlarda bugün Ökaristik (Ekmek-Şarap Âyini öncesi bir takım katı besinleri yememe) ve Eklesiyastik (Katolik kilisesine göre yılın belirli dönemlerinde 204 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yerine getirilen 40 günlük perhiz dönemini içeren bir Tevbe uygulaması) Oruç olmak üzere 2 çeşit oruç vardır. Cahiliyye döneminde de Arap yarımadasından Yahudiler ve Hanifler oruç tutmaktaydılar. Bunun yanında özellikle Recep ayı başta olmak üzere Cahiliyye Araplarının da belli zaman dilimlerinde oruç tuttukları bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’ye hicretten önce Muharrem ayının 10. gününde Aşura orucu tuttuğu gibi hicretin 2. yılına kadar da hem kendisi tutmuş hem de ashâbına tutmalarını söylemiştir. Bununla birlikte Ramazan orucunun farz kılınmasıyla birlikte Aşura orucu tutmak isteğe bağlı olarak yerine getirilen müstehap bir oruç haline gelmiştir. Anla şılacagıüzere ister beşeri ister ilâhi kaynaklı dinlerde olsun tüm dinlerde ve manevi geleneklerde yerine getirilişi bakımından bir takım farklılıklar görülse de oruç ve oruca benzer uygulamaların var olduğu görülmektedir. Bununla birlikte orucun en belirgin ve mâkul şekline, İslam dininde rastlanmaktadır. Zira İslam dinine göre oruç ibadetinin zamanı, şartları ve hükümleri açık olup istisnalar bir tarafa keyfȋ bir oluşum söz konusu değildir. Günlük dilde kullandığımız oruç kelimesinin aslı Farsça olup ‘günlük’ anlamına gelen ‘rûze’dir. Bu kelimenin önceleri ‘orûze’ olarak kullanıldığı daha sonra da ‘oruç’ şeklinde ifade edildiği belirtilmektedir. Oruç kelimesinin Kur’anı Kerimdeki Arapça karşılığı ‘savm’, çoğulu ise ‘sıyam’dır. Arapça’da ‘savm’ ve ‘sıyam’ kelimeleri ‘tutmak, susmak, hareketsiz kalmak, bir şeye karşı kendini tutmak, kendini men etmek, bir işi yapmaktan ve söz söylemekten geri durmak’ gibi anlamlara gelmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de (Meryem 26) bu kelimenin ‘susmak’ manasında da kullanıldığı görülmektedir. Terim olarak dinen mükellef olan kimselerin Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak için ibadet niyetiyle fecrin doğuşundan akşam iftar vaktine kadar orucu bozan her türlü eylemden uzak kalmaları olarak tanımlanan oruç ibadeti, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden bir buçuk yıl sonra Şaban ayının onuncu gününde farz kılınmıştır (Bakara, 183). Farz olan oruç, Müslümanlar tarafından Ramazan ayında tutulmaktadır. Bununla birlikte oruç ibadetinin Ramazan ayı boyunca tutulması dinen her ne kadar zorunlu ise de Hz. Peygamber (s.a.v.), bayram günleri haricinde önemli gün ve aylarda da oruç tutulmasını tavsiye etmiş ve bu konuda kendisi mü’minlere örnek olmuştur. Örneğin Ramazan ayı dışında haftanın pazartesi ve perşembe günleri, her ayın 13., 14. ve 15. günleri, Muharrem ayının 9. ve 10. günleri veya 10. ve 11. günleri, kurban bayramından bir önceki gün yani Arefe günü gibi önemli gün ve aylarda Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak için tutulan vacip ve mekruh olmayan nafile oruçları Hz. Peygamber’in sıklıkla tuttuğu bilinmektedir. Mutlulugun ne oldugu ve insanı gerçek anlamda mutluluğa ulaştıran şeyin ne olduğu sorusuna antik çağlardan itibaren cevap aranmaya başlanmış ve günümüzde de bu soruya cevap arayışları devam etmektedir. Bu sorulara başta felsefe ve din kendilerine göre cevap vermeye çalışmışlardır. Özellikle Psikoloji biliminin gelişmesi ile birlikte insanın mutlu olmasında etkili olan faktörlerin neler olduğunu araştırmaya yönelik çabaların daha da hız kazandığı görülmektedir. Zira son zamanlarda psikopatoloji yaklaşımlarına tepki olarak ortaya çıkan, insanın olumsuz duygu ve özellikleriyle baş etmede potansiyel güçlerine, olumlu yönlerine vurguda bulunarak iyilik halini arttırmayı amaç edinen, pozitif psikoloji akımı adı verilen yeni bir akım ortaya çıkmıştır Pozitif psikoloji, daha önceki psikoloji anlayışının aksine insanın olumsuz yönlerinden ziyade hayatta daha fazla olumlu duygular yaşamasına katkıda bulunan umut, iyimserlik, başarı, motivasyon ve öznel iyi oluş gibi güçlü yönlerini ele almaktadır. Çünkü bu tür olumlu duygular, insanın yaşamını zenginleştirdiği gibi onun yaşam doyumu ve mutluluğunun artmasına da katkıda bulunmaktadır. İnsanın olumsuz özelliklerine vurgu 205 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yapmaktan ziyade onun genel iyilik halini destekleyen ve önemseyen pozitif psikolojinin sıklıkla ele aldığı kavramlardan birisi iyi oluş kavramıdır. Mutlu olmak, denilince ortak bir duygudan bahsederiz ki bu duygu, kendini iyi hissedebilmektir. İyi oluş, bir toplumda her bireyin en önemli hedeflerinden birisidir. İyi oluş kavramının kendisi yaşamda iyi oluş durumu ile ilgili bir anlam taşımaktadır. Genel olarak iyi oluş, hoş duygular hissetme, mutluluk, bir kimsenin yaşam tecrübelerinden ve iş dünyasındaki rolünden memnuniyeti, başarı duygusu, işe yararlık, ait olma, stres, memnuniyetsizlik ya da endişenin olmayışı vb. olarak tanımlanabilir. Tanımda sözü geçen faktörler bir kimsenin psikolojik ya da öznel iyi oluşu ile ilgili olduğu için bunları objektif olarak ölçmek zordur. İyi oluş psikolojik durumla da ilişkilidir ancak tamamen ona bağlı değildir. Psikolojik iyi oluş fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığı da içine alan biyo-psiko-sosyal yapı ile ilişkilidir. Halihazırdaki araştırmalar iyi oluş kavramı hem fiziksel hem de psikolojik olarak anlaşılması gerektiği için bu kavramı bireyin genel sağlık ve psikolojik iyi oluşunun kalitesini algılayışı olarak daha geniş bir şekilde tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle iyilik halinin literatürde genellikle bedensel, sosyal ve ruhsal boyutlarda işlerliğinin gelişmesinin amaçladığı bir yaşam biçimi olarak tanımlandığı görülmektedir. Ara ,ştırmalarda iyi oluşla ilgili olarak mutluluköznel iyi oluş, psikolojik iyi oluş, yaşam kalitesi, yaşam doyumu veya yaşam memnuniyeti gibi pek çok kavram kullanılmaktadır. Bu kavramlar, kişiden kişiye, bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma değişen ve ölçülmesi son derece zor olan değerlerdir. Her şeyden önce bu kavramların açıkça tartışılarak tanımlanması ve ortaya koyulması, mutluluğu, yaşam kalitesini ve yaşam doyumunu belirleyen objektif ve sübjektif değerlerin tespit edilmesi oldukça önemlidir. Birden çok anlama gelebilen mutluluk kavramı, bireyin bir bütün olarak kendi yaşam kalitesini değerlendirme derecesi olarak tanımlanmakta olup yaşamanın en temel amacını teşkil etmektedir.. Bu kavram sık sık sadece bir kimsenin kendisini nasıl hissettiği yani özellikle kişinin fenomolojik durumunu tanımlamada kullanılan bir kavram olmasına rağmen mutlu olma, mutluluk hissinden daha fazla bir şey gerektirir. Bununla birlikte mutluluk zorunlu olarak yüksek seviyede iyi oluşun olduğu bir hayatı zorunlu olarak gerektirmemektedir Esas kuruluş amacı mutluluk araştırmalarını gerçekleştirmek olan Amerikan Psikoloji Derneği’nin başkanı Seligman’a göre gerçek mutluluk haz (mutluluğun güler yüzlü parçası), bağlılık (kişinin ailesi, işi, duygusal ilişkileri ve hobilerine olan ilgisi) ve anlam (daha kapsamlı bir amaca ulaşmak için kişisel güçlerden yararlanma) olmak üzere üç farklı bileşenden oluşmaktadır. Tüm dünyada iyi bir yaşamın ölçütü olarak kabul edilen ve önemli bir yaşam ideali olan mutluluk, pozitif psikoloji bağlamında öznel iyi oluş kavramıyla ifade edilmektedir. Esas ında ideal yaşantı ve fonksiyonları ifade etmede kullanılançok boyutlu ve karmaşık bir yapıya sahip olan ‘iyi oluş’ kavramı ile ilgili yapılan araştırmaların temelde öznel iyi oluş ve psikolojik iyi oluş olmak üzere iki yaklaşımı esas aldıkları görülmektedir. Bu bağlamda öznel iyi oluş, bir kimsenin hayatını bir bütün olarak hem bilişsel hem de duygusal olarak değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda bilişsel değerlendirme yaşam doyumu ve bununla ilgili yargıları kapsarken, duygusal değerlendirme yaşamdan memnun olup, olmamaya ilişkin bir takım duygusal tepkileri içermektedir. Dolayısıyla öznel iyi oluşun yaşam doyumu, pozitif ve negatif duygulanım olmak üzere iki ayrı unsuru olduğu söylenebilir. Buna göre yaşam doyumu kişinin yaşamı hakkındaki inançlarının bir değerlendirmesi olduğu için bilişsel bir unsur 206 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi olarak kabul edilebilir. Pozitif ve negatif duygulanım ise insanların yaşamları ile ilgili memnunluk ya da memnuniyetsizlik duygularını belirttiği için öznel iyi oluşun duygusal unsurunu teşkil etmektedir. Diger taraftan psikolojik iyi oluş kavramının ise, insanın yaşam amaçlarına sahip olup olmadığı, potansiyellerini gerçekleştirip gerçekleştirmediği, toplumsal ilişkilerinin kalitesi ve yaşamı ile ilgili sorumluluk alıp almaması vb. gibi unsurları içermekte ve bunları ifade etmekte kullanıldığı görülmektedir. Bu durumda kişinin kendisini ve yaşamının kalitesini değerlendirişini ifade etmede kullanılan psikolojik iyi oluş kavramının öz-kabul (kendini kabul), kendini gerçekleştirme, başkalarıyla pozitif ilişkiler kurma, özerklik, çevresel kontrol, yaşamda anlam ve amaç bulma ve kişisel gelişim gibi öğeleri içerdiği belirtilmektedir. Böylece psikolojik iyi oluş daha ziyade kişinin kendisini iyi hissetmesinden çok, iyi bir yaşam sürme ve iyi şeyler yapabilmeyi ihtiva eden bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar psikolojik iyi oluşun, anlamlı amaçları sürdürme, kişisel gelişim ve başkaları ile nitelikli ilişkiler kurma gibi pek çok olumlu insan özelliğini içeren bir kavram olduğu ileri sürülse de literatüre bakıldığında değişik psikolojik iyi oluş modellerinin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla psikolojik iyi oluşun fiziksel, duygusal, bilişsel, ruhsal, kişisel ve sosyal süreçlerle ilişkili olarak kavramlaştırılabileceğini ileri sürenler de mevcuttur. İnanan insanın Allah’a bağlılığını ifade etmesi ve buna uygun bir takım hareket ve davranış kalıplarında bulunması anlamına gelen dini ibadetlerden birisi olan oruç ibadeti şekil ve kalıpların ötesinde gizli ve derin bir takım anlamlar içermektedir. Oruç ibadeti her şeyden önce Allah emrettiği için ve O’nun rızasını kazanmak amacıyla yerine getirilir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerine ve oruçla ilgili yapılan araştırmalara bakıldığında bizi öbür dünyaya hazırlayan oruç ibadetinin pek çok dünyevȋ faydasının olduğu da görülmektedir. Her şeydenönce umut ve sevgi, rahmet ve bağışlanma, dostluk, kardeşlik, paylaşma ve barış ayı olan oruç ayı ve oruç ibadeti pek çok yönden insan için mutluluk ve iyi olma sebebidir. Oruç Allah’ın en çok sevdiği bir ibadet olarak bizleri Allah’ın rızasını kazanmaya, ahirette sayısız mükâfatlar elde etmeye, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya, ‘samediyet’ maddeye köle olmaktan kurtulmamıza, nefis ve şeytanın vesveselerinden uzak olmaya, âciz bir kul olduğumuzu hatırlamamıza, kötü ve çirkin davranışlardan uzak kalmaya, takva sahibi, seçkin kullardan olmamıza yardım eder. Bunun yanında oruç, sabır ve metânetli olmamıza, ruhen ve bedenen sağlıklı olmamıza, sahip olduğumuz nimetlerin farkına varıp kıymetini idrâk ederek şükretmemize, ihsan şuuru ile ibadet etme sevincini yaşamamıza, tüm organlarımızı günahtan korumak suretiyle Allah’ın verdiği emanetleri yerli yerinde kullanıp korumamızı, aç, susuz ve muhtaç olanların halini empatik olarak anlayarak onlara karşı merhametli ve yardımsever olmamızı sağlar. Ayrıca oruç, iftar ve sahur sofralarında dostlar ve akrabalarla kaynaşmamıza, sosyal yardımlaşma ve dayanışma duygularının güçlenmesine ve böylece günah ve kötülüklerden uzak daha güvenli ve huzurlu bir toplumun meydana gelmesine, riyâdan uzak, ihlâs sahibi kimseler olmamıza ve yemek, içmek gibi fiillerden uzak olan Allah Teâlâ’nın yüceliğini daha iyi anlamamıza yardım ederek pek çok yönden mutlu olmamıza katkıda bulunur. Bu ba glamdaülkemizde, oruç ibadetinin psikolojik iyi oluş ya da mutlulukla ilişkisini ele alan hiç bir deneysel bir araştırmaya rastlanmazken dünyadaki literatüre baktığımızda söz konusu iki değişken arasındaki ilişkiyi ele alan araştırma sayısının son derece sınırlı olduğu görülmüştür. Bu nedenle gerek bu alandaki boşluğu doldurmada katkısı olabileceği düşüncesiyle gerekse Türk-Müslüman kültüründe psikolojik iyi olmanın, sağlık ve mutluluğun yordayıcılarının neler olduğunu tespit edip sağlıklı ve 207 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi mutlu insan tanımını ortaya koymada ve bu hususta dini ibadetlerin etkisini ortaya çıkarmada faydalı olacağı düşüncesiyle söz konusu araştırma konusu incelenmeye değer bulunmuştur. Araştırmanın Konusu ve Amacı Ara ştırmanın konusu, Islam dinindeki enönemli ibadetlerden birisi olan oruç ibadeti ile psikolojik iyi oluş / mutluluk arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin ne tür bir ilişki olduğunu psiko-sosyolojik yöntem ve tekniklerle din psikolojisi açısından incelemektir. Bu araştırmada temelde oruç ibadetinin yerine getirilme sıklığının ruh sağlığının en önemli göstergelerinden birisi olan psikolojik iyi oluşa / mutluluğa (sağlıklı ve mutlu olmaya) olumlu yönde etki ettiği düşüncesinden hareket edilmiştir. Çünkü gerçekleştirilen araştırmaların pek çoğunda genel olarak ibadetlerin kişilerin ruh sağlığına olumlu yönde etki ettiği görülmektedir. Zira bilinçli bir şekilde anlamına ve amacına uygun olarak yerine getirilen ibadetlerin kişilik ve karakteri düzenleyici sistemler olarak kişiliğin gerek içe dönük gerekse dışa dönük yönünün gelişmesine, kişinin toplumla bütünleşmesine, ruh ve beden sağlığının korunmasına katkıda bulunmak suretiyle insanda ahlakȋ olgunluğun itici gücü, huzur ve mutluluğun reçetesi olmaktadırlar. Bu ara ştırmadaöncelikle örneklemin oruç tutma durumları ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeylerine göre nasıl bir dağılım gösterdiklerinin belirlenmesi daha sonra bu iki değişken arasında nasıl bir ilişki olduğu ve bu ilişkinin katılımcıların oruç tutma sıklıklarına bağlı olarak değişiklik gösterip göstermediği incelenmeye çalışılmıştır. Ayrıca örneklemin sosyo-kültürel ve demografik özelliklerinin oruç ile psikolojik iyi oluş / mutluluk ilişkisi üzerinde moderatör (ılımlaştırıcı) bir etkisi olup olmadığının araştırılması da araştırmanın diğer bir amacını teşkil etmektedir. Bütün bu amaçlar doğrultusunda oruç tutma davranışı ve psikolojik iyi oluş ya da mutluluğu iki ana değişken olarak ele alan bu araştırmada Ramazan orucu ve nafile oruç yordayıcı (bağımsız) değişken olarak ele alınıp yordanan değişken (bağımlı) psikolojik iyi oluş/mutluluk ile ilişkisi incelenecektir. Araştırmanın Yöntemi, Evreni, Örneklemi ve Veri Toplama Araçları Temel bakış açısı itibariyle betimsel ve korelasyonel bir araştırma şeklinde belli bir amaca yönelik olarak bir model doğrultusunda planlanmış olan araştırmamız survey (örneklem tarama) yöntemi ve anket tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Bu baglamda araştırmanın ana kütlesini (evrenini) 2014 yılı Ramazan ayında Çanakkale il merkezinde yaşayan çeşitli yaş grubundan bireyler oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemeni ise Çanakkale il merkezinde çeşitli yaş gruplarından basit seçkisiz örneklem (tesȃdüfȋ) yoluyla seçilen yaşları 12 ile 66 yaş ve üzeri arasında değişen 478 kadın ve erkek katılımcı oluşturmaktadır. Bu araştırmada veri toplama araçları olarak ‘Kişisel Bilgi Formu’ ve ‘Psikolojik İyi Oluş Ölçeği’ kullanılmıştır. ‘Kişisel Bilgi Formu,’ örneklemin sosyo-kültürel ve demografik özelliklerine ve oruç tutma durumlarına ilişkin bilgiler toplamak için hazırlanmıştır. Diener ve arkada şlarının geliştirdigi Psikolojik Iyi OluşÖlçeği’nin Türkçe’ye adaptasyon çalışması Telef tarafından yapılmıştır. Telef’in söz konusu ölçekle ilgili olarak elde ettiği bu güvenirlik ve geçerlik sonuçlarının, Diener ve arkadaşlarının ölçeğin orijinalinde, Silva ve Caetano’un Portekizce’ye uyarlama çalışmasında elde etmiş olduğu sonuçlarla son derece benzerlik gösterdiği görülmektedir. Söz konusu ölçekle ilgili olarak araştırma verileri üzerinden de hem açımlayıcı hem de doğrulayıcı 208 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi faktör analizi yapılmış ve ölçeğin güvenilir ve geçerli bir ölçüm aracı olduğu sonuncuna varılmıştır. 2014 y ılı Ramazan ayındaÇanakkale il merkezinde 550 kişiye uygulanan ve gerekli veri temizleme işlemelerinden sonra 478’i değerlendirmeye alınan anket verilerinin analiz edilmesinde frekans dağılımı, aritmetik ortalama, t-testi, korelasyon, regresyon ve faktör analiz tekniklerinden yararlanılmıştır. Araştırmanın Bulguları Örneklemin oruç tutma durumlarını tespit etmek için söz konusu oruçla ilgili iki soruya ilişkin frekans dağılımları ve yüzde oranları hesaplanmış, araştırmaya katılan kişilerin büyük bir kısmı (%75, 359 kişi) dinen geçerli bir mazeretleri olmadıkça farz oruçları düzenli olarak tuttuklarını ifade etmişlerdir. Katılımcıların %19’u (91 kişi) farz olan Ramazan orucunu kısmen yerine getirdiklerini belirtirken %5,4 (26 kişi) oranında bir örneklem grubu ise farz olan Ramazan orucunu tutmadıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmaya katılanların %11,5’i (55 kişi) Ramazan ayı dışında dinen kutsal sayılan ay ve günlerde Allah’ın rızasını kazanmak ve sevap elde etmek için sıkılıkla nafile oruç tuttuklarını belirtmişlerdir. Araştırmada daha büyük bir örneklem grubu (%50,8, 243 kişi) ise Ramazan ayında tutulan farz oruç dışında bazen nafile oruç tuttuğunu belirtirken %36,4 oranında (174 kişi) bir örneklem grubu ise farz orucun dışında hiçbir zaman nafile oruç tutmadıklarını ifade etmişlerdir. Özetle ifade etmek gerekirse katılımcıların büyük bir kısmı (%75,1) farz olan Ramazan orucunu düzenli olarak yerine getirdiklerini belirtirken çok az bir kısmı (%11,5) farz olan oruç dışında nafile oruçları devamlı olarak tuttuklarını belirtmişlerdir. Örneklemin Psikolojik İyi Oluş ya da Mutluluk Ölçeği’nden aldıkları puanların aritmetik ortalamasının da bir hayli yüksek olduğu (5,9589) görülmüştür. Ayrıca toplam puan bakımından en az 8 ve en fazla 56 puan alınabilen ‘Psikolojik İyi Oluş’ ya da Mutluluk Ölçeği’nden genel olarak örneklemin aldığı toplam puan ortalamasının da (47,5210) bir hayli yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ara ştırmadaörneklemin gerek ramazan ayında farz oruç tutma ve gerekse ramazan ayı dışında nafile oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla doğrusal regresyon analizi yapılmış ve regresyon analizi sonucunda oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyi arasındaki ilişkiyi göstermek üzere kurulan regresyon modelinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (F = 6,021; p<0,01). Buna göre, modeldeki bağımsız değişken olan ramazan orucu ve nafile oruç, mutluluk düzeyinin % 2,1’ini açıklamaktadır. Analiz sonuçlarına göre, örneklemin farz olan ramazan orucunu tutma düzeyleri ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlılık düzeyinde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (β=0,126, p< 0.01). Bununla birlikte ramazan ayı dışında dinen kutsal sayılan gün ve aylarda nafile oruç tutma düzeyleri ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlılık düzeyinde herhangi bir ilişki olmadığı görülmüştür (β=0,062, p=0.202). Araştırmada oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş / mutluluk arasındaki ilişkide demografik faktörlerin Ilımlaştırıcı (Moderatör) etkisinin ortaya koyulması da hedeflenmiştir. Bu amaçla ilk olarak oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide cinsiyetin etkisini ortaya koymak için, kadın ve erkek için ayrı ayrı regresyon analizi yapılmıştır. Gerçekleştirilen regresyon analizi sonucunda hem kadınlarda hem de erkeklerde ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve kadınlarda bu ilişkinin erkeklere göre 209 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi biraz daha güçlü olduğu gözlenmektedir. Diğer taraftan, nafile orucun kadınlarda psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerinde bir etkisinin olmadığı ancak erkeklerde anlamlı bir etki yarattığını söylemek mümkündür. Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide yaşın etkisini ortaya koymak için, katılımcılar 35 yaş altı ve 36 yaş üzeri olmak üzere iki yaş grubuna ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizi yapılmış ve yapılan regresyon analizi sonucunda, 35 yaş ve altındaki kişilerde hem ramazan orucu hem de nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında bir ilişki olmadığı görülmektedir. 36 yaş ve üzerindeki kişilerde ise Ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında istatiksel olarak anlamlılık düzeyinde bir ilişki olduğu, nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında anlamlılık düzeyinde herhangi bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Bu bulgulardan hareketle kişilerin yaşı arttıkça Ramazan orucunun psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerindeki etkisinin arttığını söylemek mümkündür. Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide gelir düzeyinin etkisini ortaya koymak için, katılımcılar gelir seviyesi iyi ve çok iyi olanlar ile orta ve daha alt seviyede olanlar olmak üzere iki gelir grubuna ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizi yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, hem Ramazan orucu hem de nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin yüksek gelir grubunda anlamlı olmadığı bulgulanmıştır. Diğer taraftan düşük gelir grubunda da Ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişki anlamlı olmamasına rağmen nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin istatiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide eğitimin etkisini ortaya koymak için, katılımcılar eğitim seviyesi lise ve altı olanlar ile yüksekokul ve üniversite olanlar olmak üzere iki eğitim grubuna ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizine tȃbi tutulmuştur. Yapılan regresyon analizi sonucunda, ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin lise ve altındaki eğitim seviyesine sahip kişilerde anlamlı olduğu, ancak yüksekokul ve üniversite düzeyinde eğitime sahip olan kişilerde anlamlı olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin hem lise ve altındaki hem de yüksekokul ve üniversite düzeyindeki kişilerde anlamlılık düzeyinde olmadığı tespit edilmiştir. Son olarak araştırmada oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide kişinin oruç ibadetine yönelik tutumunun ve oruç tutma niyetinin etkisini ortaya koymak için, katılımcılara yöneltilen soruya verdikleri cevaplar göz önünde bulundurularak, katılımcılar iki gruba ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizi yapılmıştır. Regresyon analizi sonucunda aile ve sosyal çevresinin etkisiyle Ramazan orucu ve nafile oruç tuttuğunu söyleyen grupta, oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında anlamlı bir ilişki olmadığı, ancak bu soruya olumsuz yanıt veren grupta orucun psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu görülmüştür. Sonuç * Oruç ibadeti ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkiyi psikolojik yöntem ve tekniklerle ele alan araştırmamız sonucunda örneklemin genel olarak farz olan Ramazan orucunu tutma oranları ile mutluluk oranlarının son derece yüksek olduğu gözlenmiştir. * Ara ştırmadaörneklemin farz olan Ramazan orucunu tutma oranları ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında pozitif yönde ve anlamlılık düzey210 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi inde bir ilişki olduğu görülürken nafile oruç ile mutluluk arasındaki ilişkinin anlamlı olmadığı görülmüştür. * Diger taraftan oruç- psikolojik iyi oluş/ mutluluk ilişkisi üzerinde sosyodemografik ve kültürel faktörlerin ılımlaştırıcı yönde bir takım etkileri olduğu görülmüş, kendi isteğiyle ve Allah rızası niyetiyle oruç tutan kimselerde oruç-mutluluk ilişkisinin anlamlı olduğu görülmüştür. *Ülkemizde oruç ibadeti ile psikolojik iyi oluş arasındaki ilişkiyi ele alan araştırmalardan ilkini teşkil eden bu araştırmanın, bundan sonra yapılacak araştırmalar için bir ilham kaynağı olmasını temenni ediyor, İslam dinindeki ibadetleri ruhsal sağlığın olumlu parametreleri açısından ele alan daha çok sayıda araştırmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Kaynakça Akyüz, Vecdi, Oruç, Yemin, Adak ve Keffaret, İz Yay., İstanbul, 2006. Diener E. & Diener, C., “Most People Are Happy, Psychological Science,7, 1996, pp. 181-185. Diener, E., “Subjective Well-being,” Psychological Bulletin, 95, 1984, pp.542–575 Doğan, Türkan, Üniversite Öğrencilerinin İyilik Halinin “Maneviyat” ve “Serbest Zaman Boyutlarının İncelenmesi,” Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, c.3, sayı 26, 2006, s.1-16. Erdem, Hasan Hüsnü, Oruç ve Ramazan İbadetlerine Dair Yüz Bir Hadis, 4. Bsk., Diyanet İşleri Bşk. Yay., Ankara, 1962. Ery ,.ılmaz, AÖğülmüş, S. (2010) Ergenlikte Öznel İyi Oluş Ve Beş Faktörlü Kişilik Modeli Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 11,Sayı 3,Aralık 2010, ss. 189-203. Hayta, Akif, Ibadetler ve Ruh Saglıgı”, Gen“çlik, Din ve Değerler Psikolojisi (içinde), Ed. Hayati Hökelekli, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2002. Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara, 1993. Kaplan, R. M., Bush, J. W., & Berry, C. C., “Health Status: Types of Validity and The Index of Well-Being,” Health Services Research, 11, 1976, pp.478-507. K – asani, Alauddin Ebu Bekir b. Mes’ud, Beda’iu’sSana’i’f Tertibiş Şerȃ’i’ Kȃsȃni, ’ .BS, c.II, Beyrut, 1974 Krok, Dariusz, The Religious Meaning System and Subjective Well-Being, Archive For The Psychology of Religion 36, 2014, pp. 253-273. P., Sarath, K., Manikandan, “Work Engagement and Wellbeing of School Teachers,” SELP Journal of Social Science (www.selptrust.org), Vol. V, Issue. 22, 2014, pp.100-93. Schmuck, P., & Sheldon, K.M., “Life Goals and Well-Being: To The Frontiers of Life Goal Rresearch,” In P. Schmuck & K.M. Sheldon (Eds.), Life Goals and Well-Being: Towards A Positive Psychology of Human Striving, Hogrefe & Huber Publishers, Göttingen, Germany, 2001, pp. 1-17. Roothman, B. Kirston, D.K. & Wissing, M.P., “Gender Differences in Aspects of Psychological Well-Being,” South African Journal of Psychology, 33, 2003, pp. 212-218. Ryff, C.D., “Happiness is Everything or is it? Explorations on the Meaning of Psychological Well-Being, ”Journal of Personality and Social Psychology, 57, 1989, pp. 10691081. 211 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Seligman, M.; Authentic Happiness, Published Simon and Schuster, 2002. Selim, Sibel, ”Türkiye’de Bireysel Mutluluk Kaynağı Olan Değerler Üzerine Bir Analiz: Multınomial Logit Model”, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 17, Sayı 3, 2008, s.345–358. Suikkanen, Jussi, “ An improved whole Life Satisfaction Theory of Happiness,” International Journal of Wellbeing, 1(1), 2011, pp.149-166. (www. internationaljournalofwellbeing.org). Şeker, Murat, “Mutluluk Ekonomisi,” İstanbulÜniversitesi Sosyoloji Konferansları Dergisi, sayı, 39, 2009, ss.115-134. Şentürk, Lütfi ve Yazıcı, Seyfettin, Diyanet İslam İlmihali, 7. Bsk., Ankara, 2000. Telef, Bülent Bȃki, “Psikolojik İyi Oluş Ölçeği: Türkçe’ye Uyarlama, Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması,” Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi (H.U. Journal Education), 28 (3), 2013. Temel Nihat, Oruç Nasıl Tutulur?, Üsküdar Yayınevi, 2. Bsk., İstanbul, 1997. Topaloglu, Bekir, Karaman, Hayrettin, Yeni Kamus, Ed. Namık Ayhan, Nesil Yay., .Istanbul, 1989 Yavuz, Çiğdem, “ Rehberlik ve Psikolojik Danışma Öğrencilerinde Öznel İyi Olma Hali, Psikiyatrik Belirtile ve Bazı Kişilik Özellikleri: Karşılaştırmalı Bir Çalışma”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi,” İstanbul, 2006. Yıldız , Abdullah, Oruç Ötelere Seyahat, Pınar Yay., İstanbul, 2011, s.17. 212 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 213 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi SAĞLIKLI BESLENME 214 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 215 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Kur’ân Ve Beslenme Prof. Dr. Nurettin TURGAY Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Kur’ân, tüm insanların dünya ve ahiretlerinin huzur ve saadetini hedeflemektedir. Bu nedenle insanları bu istikamette yönlendirmektedir. Bu vesile ile Allah, insanlara çeşitli imkânlar sağlamakta, görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Kur’ân’da verilen bilgilere göre her insanın Allah’a, kendi şahsına, anne babasına, eşine, çocuklarına, yakınlarına, başka insanlara ve tüm varlıklara karşı yerine getirmesi gereken çeşitli görevleri bulunmaktadır. Bu çalışmamızda, insanın kendi şahsına karşı olan görevlerinden, dengeli ve sağlıklı beslenme hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Hakkında çeşitli tanımlar yapılan insanı, akıl ve fikir sahibi olan, konuşarak anlaşan, hemcinsleri ile yakınlık sağlayıp kaynaşan canlı varlık diye tanımlayabiliriz. İnsanda bulunan bu üstün vasıflar, onun dışında kalan diğer varlıklarda aynı düzeyde bulunmamaktadır. Bunun yanında insanda bazı olumsuz vasıflar da bulunmaktadır. İnsan, belli bir gaye için yaratılmaktadır. Bu gaye, Allah’ı tanımak ve O’na karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmektir. Başta Allah’a karşı olan görevlerimiz olmak üzere, diğer görevlerimizi yerine getirebilmek için, sağlığımızı iyi korumamız gerekir. Sağlam toplum, sağlam fertlerden meydana gelmektedir. Fertleri olgunluk, nitelik ve güzel hasletlerle mücehhez olmayan bir toplumun, sağlam, dengeli ve düzenli olması mümkün değildir. Toplumun sosyal yapısı, ancak sağlıklı fertlerle ayakta durabilir, yücelip yükselebilir. Aksi takdirde toplum yıkılır ve yok olup gider. Kişi olarak kendi şahsımıza karşı olan vazifelerimiz, daha çok bedenle ilgili olan vazifelerimizdir. İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir varlık olduğu için, bedenini besleyip geliştirmesi, onu çeşitli tehlikelere karşı koruması gerekir. İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için, her şeyden önce bedeninin sağlıklı olması icap eder. İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi ise, onun, dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenmesi ile mümkün olabilmektedir. Onun için Allah, insanlara, sağlığa yararlı, iyi, güzel ve temiz şeylerden yemelerini emretmektedir. İnsan, ancak dengeli beslenip sağlıklı olduğu zaman, Allah’a karşı olan kulluk görevleri216 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ni rahat bir şekilde yerine getirebilir. Kur’ân’da, pek çok ayette bu konuda bilgi verilmektedir. Beslenmek için gıda alırken, çeşitli ayetlerde haber verildiği gibi, gıdaların temiz, iyi ve besleyici olanını seçmek gerekir. Kur’ân açısından haram kabul edilen her türlü gıdadan, şiddetle uzak durmak icap etmektedir. Kur’ân’da haber verildiği gibi insanların, Allah’ın rızık olarak verdiği temiz ve hoş şeylerden yiyerek beslenmeleri, ancak bunda ölçüyü kaçırmamaları gerekmektedir. Bunda ölçüyü aşan insanlar, kendilerini çeşitli hastalıklara maruz bırakmış olurlar. Anahtar kelimeler: Kur’ân, insan, sağlık, beslenme, israf. Giriş Kur’ân, insanlara dünya ve ahiretin huzur ve saadetinin yolunu göstermektedir. Bu nedenle insanın dikkatini çeşitli konulara çekmekte ve ona, yerine getirmesi gereken görevleri hakkında bilgi vermektedir. Bu vesile ile insana, çeşitli imkânlar sağlanmakta, görev ve sorumluluklar yüklenmektedir. İnsanoğlu, Allah’ın kendisine verdiği akıl, bilgi, beceri ve yeteneklerini kullanarak, dünya hayatındaki görev ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıdır. Bu görevleri, insanın Allah’a, kendi şahsına, anne babasına, eşine, çocuklarına, yakınlarına, başka insanlara ve tüm varlıklara karşı olan görevleri diye kısımlara ayırabiliriz. İnsanın kendi şahsına karşı olan görevlerinin, diğer görevleri arasında önemli bir yeri vardır. Çünkü insan kendi şahsına karşı olan görevlerini yerine getirmezse, diğer görevlerini asla yerine getiremez. İnsan, kendisini maddi ve manevi yönden çeşitli zararlardan koruyacak ki diğer görevlerini yerine getire bilsin. İnsanın kendi şahsına karşı çok yönlü ve çok çeşitli görevleri vardır. Dengeli ve sağlıklı beslenme, insanın kendi şahsına karşı olan görevlerinin başında gelmektedir. Bu nedenle bu çalışmamızda, dengeli ve sağlıklı beslenme hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Bu bilgileri verirken, ölçümüz başta kur’ân ve onun tefsiri niteliğindeki sünnet olacaktır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.), “Size iki şey bıraktım. Siz, bu iki şeye uygun hareket ederseniz, hiçbir zaman sapıtmayacaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı olan Kur’ân ve benim sünnetimdir” diyerek, bu hususa açıklık getirmiştir. Bunların birincisi olan Kur’ân, Allah’ın kelamıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünneti ise, Kur’ân’ın tefsir ve açıklaması durumundadır. İnsanın, kendi şahsına karşı olan görevlerini ve özellikle beslenme hakkında bilgi vermeden önce, kısaca insanı tanıtmaya çalışacağız. A İnsan – Arapça kökenli olan “insan” kelimesi, cana yakın olmak, alışmak ve benzeri anlamlar için kullanılan “enise – ye’nisu” fiilinden türemiş bir isimdir. İnsan kelimesinin çoğulu, “nâs” ve “unâs” olarak gelir. Kelime olarak insan, akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan canlı varlık, âdemoğlu, beşer, olgun kişi ve benzeri anlamlar için kullanılmaktadır. Ragıp el-İsfahânî’ye (ö. 502/1108) göre, “insanlar birbirleriyle ünsiyet sağlayıp kaynaştıkları için, insan diye isimlendirilmişlerdir.” Seyid Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413) ise insanı, konuşan hayvan olarak tarif etmektedir. Diğer bir tarife göre insan, unutmak anlamında olan “nesiye” fiilinden türemiş bir isimdir ve ahdini (verdiği sözü) unutması sebebiyle kendisine bu isim verilmektedir. Bu tariflere göre insanı, akıl ve fikir sahibi olan, konuşarak anlaşan, birbirleriyle yakınlık sağlayıp kaynaşan canlı varlık diye tanımlayabiliriz. İnsan, kendisinde bulunan bu çeşit özellikleri nedeniyle diğer varlıklardan üstün olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında insanda hırs, nankörlük, unutkanlık ve benzeri bazı eksiklik ve olumsuzluklar da bulunmaktadır. Dünyadaki varlıkların en büyük gerçeği olmasına rağmen insan, kendisi hakkında çok az şey bilmektedir. İnsanın biyolojik ve psikolojik yapısını inceleyen uzmanların cevabını araştırdıkları soruların büyük bir kısmı, hala cevapsız bulunmaktadır. Günümüze kadar bu konu ile ilgili çeşitli kitaplar yazılmış olmasına rağmen, insanın 217 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi fiziki ve psikolojik yapısının karmaşıklığı nedeniyle bu bilgisizlik, hala devam etmektedir. Bundan anlaşıldığı kadarıyla insanlar, kendilerinden çok uzak olan uzaydaki varlıkların yapısını incelemeye çalışmakta, fakat kendi yapılarından büyük ölçüde habersiz bulunmaktadırlar. Amacı, insanı en iyi bir şekilde yetiştirmek olan Kur’ân, insanın yapısı hakkında çeşitli bilgiler vermektedir. Kur’ân’da, insanların diğer varlıkların birçoğundan üstün bir şekilde, keremli olarak yaratıldığı haber verilmektedir. “Muhakkak ki Biz, Âdemoğullarını/insanları keremli kıldık.” Tefsirciler, burada söz konusu olan “kerem” kelimesini, insanlara akıl ve fikir yürütme, yorum yapma, düşünme, konuşma, okuma ve yazma gibi kabiliyetleri vermek, güzel ahlak ve benzeri farklı nimetleri vererek onları diğer varlıklar arasında üstün kılmak diye yorumlamaktadırlar. Bütün bu anlamları kapsayan “kerem” kelimesini, kısaca insanın şerefi diye tanımlamak da mümkündür. İnsanın yaratılışı, ona verilen bu faziletler ve onunla ilgili benzeri hususlar, Kur’ân’ın başka yerlerinde de anlatılmaktadır. Allah, her şeyi belli bir gaye için yarattığı gibi, insanı da boşuna yaratmamaktadır. Canlı ve cansız her varlık, yaratılış amacına uygun hareket etmektedir. İnsanın da yaratılışının çeşitli hikmet ve sebepleri vardır. Bu husus, Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde dile getirilmektedir: َّ َ ُ َ َ َ َ َ ِّ ََْ َ الصابر َّ الث َم َرات َو َب ِّّش ُ ْ َ ْ َ ْ َ ِّ ْ َ َو َل َن ْب ُل َو َّن ُك ْم ب ين سو ِ ِِ ِ ٍ وع ونق ِ ص من األمو ِال واألنف ِ ي ِ ش ٍء من الخوف والج “Ant olsun ki Biz, sizi biraz korku ve açlık ile mallarınızda, canlarınızda ve ürünlerinizde uğrayacağınız kayıp ile deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele.” ْ ُ َ َ ُ ُ َ ُ َ َ ًَْ ْ َ ُّ ُ َ ْ ِّ َّ َ الّش َوالخ ْْ ِي ِفتنة َوِإل ْينا ت ْر َج ُعون س ذ ِائقة ال َم ْو ِت َون ْبلوكم ِب ٍ كل نف “Her canl ıölümü tadacaktır. Biz, sınamak üzere sizi kötü ve iyi şeylerle karşı karşıya getireceğiz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” Varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan, yaratılış açısından diğer varlıklardan farklı bir durumda bulunmaktadır. Başta canlılar olmak üzere diğer varlıkların önemli bir kısmının yaratılış gayesi, insanların bu dünyadaki ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktir. İnsanların yaratılış gayesi ise, yukarıda yer verdiğimiz ayetlerde belirtildiği gibi dünya ve ahiretin huzur ve saadetini elde etmeye yönelik bulunmaktadır. Bu da bir imtihan ile gerçekleşmektedir. Bu imtihan, insana bazı sorumlulukları yüklemektedir. Bu sorumlulukları yerine getirirken, çeşitli engellerle karşılaşılmaktadır. Nefis duygusu, bu engellerin başında gelmektedir. Yapı itibariyle kötülüğe meyyal olan nefis duygusu, normal olarak her insanda bulunmaktadır. Bir peygamber olmasına rağmen Yusuf (a.s.), kendi nefsi hakkında şikâyetçi olmuş, nefsini savunamayacağını ve nefsinin kötülüğe meyyal olduğunu dile getirmiştir: ْ َ ُ ِّ َ ُ َ َ َّ َّ ٌ السوء إ َّال َما َرح َم َر ِّ َب إ َّن َر ِّب َغ ُف ٌ ور َّرح ُّ س َأل َّم َار ٌة ب َ الن ْف يم ش ِإن ِ ِ ِ ِ ّي ِ ّي ِ وما أبرئ نف ِ ي “Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” Ayr ıca Allah, Şems suresinde surenin başından itibarençeşitli varlıklara yemin ettikten sonra, nefsine hâkim olup onu çeşitli kötülüklerden koruyan insanın kurtuluşa erdiğini, nefsine hâkim olamayan, onu kötülüklerden korumayan ve ona tabi olan insanların da bu imtihanı kaybettiklerini ve zarara uğradıklarını haber vermektedir. b - Beslenme Insan, belli bir gaye için yaratılmaktadır. Bu gaye, Allah’ı tanımak ve O’na karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmektir. İnsanın, kendi yapısında var olan ve aynı zamanda çeşitli insani görevlerini yerine getirmeye engel olmaya çalışan nefis duy218 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gusunu aşmaya çalışmalıdır. İnsanın yapısı, Allah’a inanmaya, O’nu tanımaya ve O’na ibadet etmeye elverişli bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Nitekim Allah Kur’ân’da, insanların ve cinlerin kendisine ibadet etmeleri için yaratıldıklarını haber vermektedir: ُ ُ ْ َ َّ َ ْ َ َّ ْ ُ ْ َ َ َ َ ون ِ وما خلقت ال ِجن و ِاْلنس ِإال ِليعبد “Ben, cinleri ve insanlar.ı, ancak ban ibadet/kulluk etsinler diye yarattım” Bu ayette geçen “ibadet” kelimesi, “abede” fiilinden türemiş bir isimdir ve kelime olarak boyun eğmek, itaat etmek, tapmak, alçak gönüllü olmak, Allah’a ibadette aşırı gitmek gibi anlamlara gelmektedir. Bu ayette geçen ibadet kelimesi, Allah’ı tanımak, O’na ibadet etmek, O’nun emir ve yasaklarına uymak, O’na karşı genel bir teslimiyet gösterip O’nun egemenliğini kabullenmek ve benzeri anlamlarda yorumlanmaktadır. Geniş anlamlı bir kelime olan “ibadet”, gizli veya açık, Allah’ın rızasına uygun düşen her türlü söz ve hareketi kapsamaktadır. Buna göre bu ayete dayanarak Allah’ın insanları, akil ve baliğ oldukları andan itibaren ölünceye kadar Kur’ân’a uygun bir hayat sürdürmeleri için yarattığını söyleyebiliriz. İnsan, Allah’a inanmalı, Ona ibadet etmeli ve sosyal hayatta O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmeli, insan olarak herkese karşı olan görevlerini yerine getirmelidir. İnsan olarak Allah’a, anne babamıza, çocuklarımıza, eşimize, yakınlarımıza başka insanlara ve çevremizdeki diğer varlıklara karşı görevlerimiz bulunduğu gibi, kendi şahsımıza karşı da bazı görevlerimiz vardır. Kendi şahsımıza karşı görevlerimiz, diğer görevler arasında ciddi bir öneme sahip bulunmaktadır. Çünkü başta Allah’a karşı olan görevlerimiz olmak üzere, diğer görevlerimizi yerine getirebilmek için, maddi ve manevi sağlığımızı iyi korumamız gerekir. Sağlam toplum, sağlam fertlerden meydana gelmektedir. Fertleri olgunluk, nitelik ve güzel hasletlerle mücehhez olmayan bir toplumun, sağlam, dengeli ve düzenli olması mümkün değildir. Kur’ân, önemi nedeniyle toplumun sosyal yapısı üzerinde durduğu kadar, fert olarak kişilerin durumu üzerinde de durmakta ve bu konuya ciddi bir şekilde önem vermektedir. Kur’ân ayetlerini incelediğimiz zaman, emir, nehiy, teşvik ve sakındırma bakımından ferde yönelik kaide, telkin ve tevcihlerin oldukça çok olduğuna şahit olmaktayız. Bunların çoğu, insan sağlığının korunmasına yöneliktir. Tolumun sosyal yapısı, ancak sağlıklı fertlerle ayakta durabilir, yücelip yükselebilir. Aksi takdirde toplum yıkılır ve yok olup gider. Ki şi olarak kendi şahsımıza karşı olan vazifelerimiz, dahaçok bedenle ilgili olan vazifelerimizdir. İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir varlık olduğu için, bedenini besleyip geliştirmesi, onu çeşitli tehlikelere karşı koruması gerekir. Çünkü sağlam bir beden olmadan, ruhun tek başına herhangi bir değeri olamaz. Unutmamak gerekir ki, kişinin üzerinde başta bedeninin ve ondan sonra da ruhunun hakkı bulunmaktadır. İnsan biyolojisinin bozulması, psikolojisinin de bozulmasına sebep olmaktadır. İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için, her şeyden önce bedeninin sağlıklı olması icap eder. İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi ise, onun, dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenmesi ile mümkün olabilmektedir. Beslenme, insanın sağlığını koruması, geliştirmesi ve sosyal hayattaki yaşayışının kalitesini yükseltmesi için ihtiyacı olan besin maddelerini almasıdır. İnsanın, vücudunun büyümesi, yenilenmesi ve sağlıklı çalışması için gerekli olan besin maddelerini yeterli ve dengeli miktarlarda, uygun zamanlarda alması gerekir. Onun, bunu bilinçli bir şekilde yapmasına, yeterli ve dengeli beslenme denmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme, düzenli fiziksel hareketlerde bulunma, vücut sağlığı açısından son derece önemlidir. Onun için Allah, insanlara sağlığa yararlı, iyi, güzel ve temiz şeylerden yemelerini emretmektedir. İnsan, ancak dengeli beslenip sağlıklı olduğu zaman, Allah’a karşı olan kulluk görevlerini ve ardından diğer insani görevlerini rahat bir şekilde yerine getirebilir. Kur’ân’da, pek çok ayette bu konuda bilgi verilmektedir. Bu konu ile ilgili olan ayetlerden bazılarının üzerinde durmak istiyoruz: 219 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ُ ََْ ْ ُُ َ ِّ َ 1 - ات َما َرزقناك ْم ِ كلوا ِمن طيب “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin.” Bu ayette yer alan “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” ifadesi, Allah’ın sizin için yarattığı “tayyibât” yani haram olmayan helal, mubah, lezzetli ve iştah çekici gıdalardan yiyin anlamındadır. Bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi, aldığımız gıdaların her yönden temiz olması gerekir. Buna göre Kur’ân, her şeyden önce insana beslenmeyi emretmektedir. Kelime olarak beslenme, insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli miktarlarda alıp vücudunda kullanması sürecine verilen bir isimdir. Diğer bir ifade ile beslenme, hayatı devam ettirebilmek maksadıyla besinlerin ağız yolu ile vücuda alınmalarıdır. İnsanın büyümesi ve gelişmesi, anne karnında başlamaktadır. Sağlıklı gelişerek büyüme, özellikle zekâ gelişimi için yeterli ve dengeli beslenme şarttır. Beslenme, dokuların yenilenmesini ve bağışıklık sisteminin sağlıklı olarak çalışmasını sağlar. Beslenmede, besinlerin kalitesi yanında onların alınış şekli ve zamanı da önemlidir. İnsan, sağlıklı ve dengeli bir şekilde beslenmediği zaman, onun büyüme ve gelişmesinin engellendiği ve sağlığının bozulduğu, bilimsel olarak bilinen bir gerçektir. Sağlıklı beslenme, vücudun büyüme ve gelişmesi, verimli çalışması, dış etkenlere ve hastalıklara karşı dirençli olabilmesi için önemli bir şarttır. Dengeli beslenmek için, vücudun büyümesi, dokuların yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan besin öğelerinin her birinin yeterli miktarlarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması icap eder. Besin maddeleri vücudun ihtiyaç duyduğu oranda alınmazsa, yeterli beslenme sağlıklı bir şekilde oluşamaz. İnsan, yeterli miktarda beslenmesine rağmen, uygun seçim yapamadığı ya da yanlış pişirme yöntemi uyguladığı zaman, gerekli olan besin maddelerinin bazılarını alamayabilir. Bu gibi durumlarda, gerekli olan besin maddelerinin vücut çalışmasındaki işlevi yerine getirilememiş olur ve insan sağlığı bozulur. Böyle bir durum, yine dengesiz beslenmenin kötü bir sonucudur. Onun için Allah Kur’ân’da bu ve benzeri ayetlerde, çok veciz ifadelerle insanları bu konuda uyarmaktadır. Bu ayette, tüm insanlara yönelik bir hitap vardır. Tayyib, yani temiz ve hoş şeylerden yiyerek beslenmeyi hedef alan bu hitap, Allah’ın tüm insanlara yönelttiği bir emirdir. Bu emir, Âdem’den (a.s.) bu yana başta bütün peygamberlere yönelik olmak üzere var olan genel bir ilkedir. ُ ْ َ ُ ُ ُ ُ ُّ َ ُّ َ َ َ ِّ َّ َ اع َملوا َص ِالحا ات و يا أيها ِ الرسل كلوا ِمن الطيب “Ey peygamberler! Tayyib/temiz, iyi ve güzel şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz!” Bu ayette, bu emir tüm peygamberlere yöneltilmektedir. Aynı zamanda bu ayette, bu emirle beraber, iyi işlerde bulunma emredilmektedir. Buna göre salih amel ve iyi işleri yerine getirebilmek için sağlıklı olmak gerekir. Bunun için de sağlıklı beslenmek icap etmektedir. Bu iki emrin bu ayette bir arada zikredilesi, insanlara önemli mesajları vermektedir . ْ ُ ُ ْ ُ َ َ َّ َ ُّ َ َ َََْ ُ َ ْ ُ ْ ه َ ُ َ ُ ُ َ ِّ َ 2- لِل ِإن كنت ْم ِإ َّي ُاه ت ْع ُبدون ِ ِ ات َما رزقناك ْم واشك ُروا ِ يا أيها ال ِذين آمنوا كلوا ِمن طيب “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.” Bu ayette Allah, kullarına, kendileri için yarattığı helal şeylerden yemelerini ve buna karşılık Allah’a şükretmelerini emretmektedir. Bu ayette geçen “yiyin” emri, mubahlığı ifade eden bir emir ve “şükredin” emri ise, vacipliği ifade eden bir emirdir. Çünkü insanların, Allah’ın yaratmış olduğu rızıktan yemeleri bir hak ve buna karşılık olarak şükretmeleri bir görevdir. Ancak, açlığın tehlikeli bir sınıra geldiği durumda, insanın kendisini ölümden kurtaracak kadar gıda alıp beslenmesi farzdır. Böyle bir du220 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi rumda, hiçbir şeyi yemeyerek ölen kişi, intihar etmiş sayılır ve dolayısıyla günahkâr olur. İnsanın, rahat bir şekilde Allah’a ibadet etmesi için gıda alıp beslenmesi mendup, doyuncaya kadar yemesi mubah ve doyduktan sonra yemesi ise haramdır. Bu konuda, dini hükümler ile akıl aynı noktada birleşmektedir. Hem akla hem de dine göre insanın, bedenini açlığa ve susuzluğa karşı koruması için beslenmesi, bir zarurettir. Her insanın, buna uygun hareket etmesi gerekir. Bu durum, dinin de aklın da emrinin gereğidir. Onun için İslâm dini, ara vermeden “visal” denilen iki günü bitiştirerek oruç tutmayı yasaklamaktadır. Çünkü bunda, vücudun zayıflayıp takatten düşmesi söz konusudur. Allah’ın mubah kıldığı şeyleri yemekten kaçınmak ve bu yolla vücudu zaafa sokmak, yanlış bir şeydir ve bu tür yanlış şeyler, sevap olamaz; aksine günah olur. Bununla beraber, vücudu beslemek için gerekli gıdaları alıp doyduktan sonra, nefis ve şehevi duyguların arzusuna uyarak daha fazla yemek, İslâm dininin ana kaynağı olan Kur’ân ve onun açıklaması durumundaki sünnete ters düşmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.), çeşitli hadislerde aşırı yemeyi tenkit etmiş, midenin üçte birini yemeye, üçte birini suya ve diğer üçte birini de havaya ayırmayı istemiştir. Edebiyat alanında da pek çok şiirde, beslenmede şehvete uyarak doyduktan sonra gıda almanın zara ve sakıncaları işlenmektedir. Müfessir Kurtubî’ye (ö. 671/1272) göre bu ayette yer alan “size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin” ifadesinde, her bakımdan yiyeceklerden yararlanma emredilmektedir. Buna göre Allah, insanların helal gıdaların her türlüsünden beslenerek gıdalanmalarının gerektiğini haber vermektedir. Beslenmek için gıda alırken, bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi, gıdaların temiz, iyi ve besleyici olanını seçmek gerekir. Bu ayette “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin” diye sadece iman edenler bu konuda uyarılırken, Bakara suresinin yüz altmış sekizinci ayetinde tüm insanlar bu konuda uyarılmaktadır: َ ْ ُ ُ ُ َّ َ ُّ َ َ َّ ٌ الش ْي َطان إ َّن ُه َل ُك ْم َع ُد ٌّو ُّمب َ ُ ُ ْ ُ َّ َ َ َ ِّ َ ً َ َ األ ْر َّ وا م ي ات ف ا م يا أيها الناس كل ِْ ِ ض حالال طيبا وال تت ِبعوا خطو ِ ِ ِ ِ ي ِ “Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin. Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” Yukarıdaki Ayette müminlere, sadece temiz şeylerden yemeleri emredilmektedir. Zaten müminler haram şeylerden yememektedirler. Bu ayette ise, tüm insanlara seslenilmekte ve onlara hem temiz hem helal şeylerden yemeleri emredilmektedir. Mümin olsun veya olmasın tüm insanlar, haram ve temiz olmayan şeyleri yememe hususunda uyarılmaktadır. Çünkü bu tür gıdalar, genel olarak insan sağlığı açısından zarar vericidir. Yukarıdaki ayette müminlerin Allah’a şükretmeleri emredilirken, bu ayette tüm insanlar bu konuda düşünmeye davet edilmektedir. İçinde başkasının hakkı bulunmayan şey tayyib/temiz olarak kabul edilirken, cins olarak mubah olan, necis olmayan .şeye de helal denmektedirÇeşitli ayetlerde gıda açısından temiz ve besleyici anlamında kullanılan tayyib kelimesi, Kur’ân’da kavram olarak iyi ve hayırlı nesil ,be ,genilen, hoşa gidenverimli, bereketli , mutluluk ,saf, dogru ve kusursuz söz ,iffetli olmak ,iyi yapmak ve benzeri anlamlarda da kullanılmaktadır . Kur’ân açısından haram kabul edilen her türlü yiyecek ve içecekten, şiddetle uzak durmak icap etmektedir. Çeşitli ayetlerde, bu konuda kaçınılması gereken haram şeyler haber verilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir: َ َ ُْ َ َ ُ َ َ َّ ُ ُ َ ْ َ ُ َ َّ ُ َ َ ٌ ون َم ْي َت ًة َأ ْو َدما َّم ْس ُفوحا َأ ْو َل ْح َم ِخيير َفإ َّن ُه ر ْج س ح ِإ ي َّل ُم َح َّرما َعَل ط ِاع ٍم يطعمه ِإال أن يك ُقل ال أ ِجد ِ يف ما أو ِ ِ ِ ٍ ِ ي َ َ َْ ه ْ ٌ اض ُط َّر َغ ْ َي َباغ َو َال َعاد َفإ َّن َرَّب َك َغ ُف ٌ ور َّرح يم الِل ِب ِه ف َم ِن ِ أو ِف ْسقا أ ِه َّل ِلغ ْ ِي ِ ِ ٍ ٍ ْ “De ki :‘Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret 221 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.’ Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.” َ َّ َ َ ُ َّ َ ْ ه َ ْ َّ ْ َ َ ْ ُ َ ْ َ اض ُط َّر َغ ْ َي َباغ َو َال َعاد َفإ َّن ه ٌ الِل َغ ُف َ الِل به َف ور ن م ِإن َما َح َّر َم َعل ْيك ُم ال َم ْيتة َوالد َم َول ْح َم الخ ِي ِير وما أ ِهل ِلغ ْ ِي ْ ِ ِ ِ ٍ ِ ِ ٍ ٌ َّرح يم ِ “Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartıyla bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.” Bu ayetlerde leş, domuz eti, kan ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etleri haram olarak kabul edilmektedir. Ilküçü, gıda olarak insan sağlığı açısından zararlıdır. Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerinin haram olması ise, sağlığa zararlı olması açısından değil, dini inanç açısındandır. Ayrıca bu ayetlerde darda kalan insanların, kendilerini ölümden kurtaracak kadar bunlardan dahi yemeleri, haram hükmünün dışında kabul edilmektedir. Etten bahsedilmişken, şunu da belirtmekte yarar görüyoruz. Kur’ân’ın iki yerinde, balıketi tavsiye edilmektedir. Ayrıca Kur’ân’da, bir yerde kuş eti ve bir yerde genel olarak et yeme dile getirilmektedir. Balıketinin anlatıldığı ayetlerde herhangi bir şekilde meyveden bahsedilmezken, diğer iki ayette etten önce meyve dile getirilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre, balıketi sağlığa çok yararlıdır ve onun sindirimi kolaydır. Diğer iki ayette anlatılan kuş eti ve diğer et ürünlerinden önce meyve yemenin, sağlık açısından daha isabetli olacağı anlaşılmaktadır. Kur’ân’da, genel olarak başkalarının malına dokunmama emredilmektedir. Hatta Kur’ân’da, haksız yere başkasının malını gasp etmeye kaşı ağır müeyyideler emredilmektedir. Bir de Kur’ân’da, yetim malını yememe konusunda kesin emirler bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili olan ayetlerden birinin meali şöyledir: َ َ َ ُ ُ َ ُ ُ ْ َ َ َّ ْ ُ َ َ َ ْ َ َ ْ َ َ ُ ُ ْ َ َ َّ َّ ون ِه ْم نارا َو َس َي ْصل ْون َس ِع ْيا ِ ِإن ال ِذين يأ كلون أموال اليتاَم ظلما ِإنما يأ كلون ِ يف بط “Yetimlerin mallar ,ını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.” Anlamlar ıüzerinde durduğumuz ayetlerden anlaşıldığına göre inanan insanların, beslenmede genel olarak haram lokmadan uzak durmaları gerekmektedir. Bu haramlık, üç kısım halinde değerlendirilebilir. Bunların birincisi, beslenmede insan sağlığına zararlı olan leş, domuz eti ve kan gibi şeylerdir. Sağlık açısından zararlı olan tüm gıdaları, bu şekilde değerlendirerek onlardan korunmak gerekir. İkinci kısım haram gıda, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etleridir. Bu etler, sağlık açısından zararlı olan gıda maddesi değildir. Ancak dini ahlak gereği bundan sakınmak icap etmektedir. Üçüncü sınıf haram gıda ise, başkasının malını haksız yere yemektir. Bu tür gıdaların haramlığı da sağlığa zararlı olmaları nedeni ile değildir. Bunların haramlığı, başkalarının hakkı olmaları nedeni iledir. Kur’ân, kul hakkına saygılı olmaya azami derecede önem vermektedir. Onun için başkasının, özellikle de yetimlerin malını haksız yere yemek, Kur’ân tarafından haram olarak kabul edilmiştir. َ َ ْ ََ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َ ُك ُلوا من َط ِّي َب 3- يه ف َي ِح َّل َعل ْيك ْم غض ِّ يب َو َمن َي ْح ِل ْل َعل ْي ِه غض ِّ يب فقد ه َوى ِ ات ما رزقناكم وال تطغوا ِف ِ ِ “Size r ızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin. Ama bundaölçüyü aşmayın. Yoksa gazabıma uğrarsınız. Bilin ki benim gazabıma uğrayan kimse, gerçekten kendini bütünüyle yıkıma sürükleyen kimsedir!” Bu ayette haber verildigi gibi insanların, Allah’ın rızık olarak verdigi temiz ve hoş şeylerden yiyerek beslenmeleri emredilmektedir. Yukarıda anlamlarıüzerinde durduğumuz ayetlerde de aynı ifadelere yer verilmektedir. 222 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu ayette yer alan “Ama bunda ölçüyü aşmayın” ifadesi, âlimler tarafından çeşitli anlamlarda yorumlanmaktadır. Kurtubî, burada söz konusu olan ölçüyü aşıp aşırı gitmeyi, nimete şükretmeyip nankörlükte bulunmak ve varlık nedeniyle isyankârlığa sürüklenmek anlamında yorumlamaktadır. Muhammed Esed ise bu ayette geçen aşırı gitmeyi, kibirlenerek kendini beğenmek şeklindeki bir davranış içerisinde bulunmak diye yorumlamaktadır. Burada üzerinde durduğumuz aşırı gitmek, küfre girmek, malı aşrı derecede biriktirip stok etmek ve malı çeşitli isyankârlıklarda kullanmak anlamlarında da yorumlanmaktadır. Abdurrahman b. Hasan b. Merzûk b. Urabî b. Ğuneym Habenneke el- Meydânî de, bu ayette anlatılan ölçüyü aşmayı, Allah’ın ayette belirttiği “Size rızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin. Ama bunda ölçüyü aşmayın” emrinde belirlediği hududu aşmak olarak tanımlamaktadır. Buna göre temiz, güzel ve iyi şeyleri yiyerek beslenirken, yeme ve içmede ölçüyü kaçırmamak gerekmektedir. Bu konuda ölçüyü aşan insanlar, kendilerini çeşitli hastalıklara maruz bırakmış olurlar. Bu ayette söz konusu olan Allah’ın gazabı, doyduktan sonra yemenin neticesinde ortaya çıkan çeşitli hastalıklar olarak değerlendirilebilir. Aşırı yemek, bunun yanında dengesiz ve sağlıksız beslenmek, anemi, şişmanlık, kolestrol yüksekliği, diyabet, kanser, bağırsak hastalıkları, kalp ve damar hastalıklarından diş problemlerine kadar birçok hastalıklara sebep olmaktadır. Bunların çoğu, bu ayette söz konusu olan Allah’ın gazabı olarak kabul edilebilir. Buna göre, insanın beslenmede ölçüyü muhafaza etmemesi, kendisini bütünüyle yıkıma sürüklemesi demektir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan açıklamaya göre, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi, obezite (aşırı şişmanlık) hastalığı diye adlandırılmaktadır. Günlük alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta ve obezite hastalığının meydana gelmesine yol açmaktadır. Obezite, diyabet (şeker) hipertansiyon (yüksek tansiyon), kalp, yüksek derecelerde kan yağları, safra kesesi, kanser, kireçlenme, felç, uyku bozukluğu, horlama, karaciğerde yağlanma, astım, solunum zorluğu, erken doğum, zor doğum, gebelik diyabeti, gebe kalmada zorluklar (kısırlık, adet düzensizlikleri, aşırı kıllanma ve çeşitli psikolojik hastalılara sebep olmaktadır. Nitekim ayette yer alan “fe kad hevâ” kelimesi, ahiret hayatında helak olma anlamında yorumlandığı gibi, dünya hayatında helak olma anlamında da yorumlanmaktadır. Kelime olarak çeşitli anlamlarda kullanılan “hevâ”, aynı zamanda yıkılıp düşmek ve ölmek anlamlarına da gelmektedir. Bu gün, insanların yaşadığı çeşitli hastalıklar, dengesiz beslenmenin ve aşırı yemenin sonucudur. Ona göre insanların dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenerek sağlıklarını korumaları, insan sağlığını tehdit edebilen her türlü soğuk ve sıcağa karşı korumak için tedbir almaları, Allah’ın apaçık birer emridir. Her konuda olduğu gibi beslenme konusunda da israftan kaçınmak icap etmektedir. Bu konu ile ilgili bilgi veren diğer bazı ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: ْ ُ ْ ُ َ َ َُ ْ َ ْ ُُ َ َ َ ب ْال ُم ّْشف ُّ وا إ َّن ُه َال ُيح ْ َ ِّ ُ َ ْ ُ َ َ ْ ُ ُ َ َ ي ْ ِِ ِ ِ ّشف ِ يا ب ِ يب آدم خذوا ِزينتكم ِعند كل مس ِج ٍد وكلوا واشبوا وال ت “Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.” ُ َ َّ َ َ َّ َ ْ َ َ ْ ْ َ ُ َّ َ َ ْ ُ ْ َ َو َ َّ َ َ ْ ْ ُ َ َ ِّ َ ُ ْ َّ ْ َ ْ ِّ َ ُ َ َ السب ي َوكان الش ْيطان ِ يل وال تبذر تب ِذيرا ِإن المبذ ِرين كانوا ِإخوان الشي ِ ِ ِ آت ذا القر ّب حقه وال ِمس ِك ْي وابن ِ ْ اط ُ َ ِل َر ِّب ِه كفورا “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma . Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” ْ ُ ْ َ َ َ ُُ َ ًَ ُْ َ َ ُ َ ََْ َ َ َوال ت ْج َع ْل َيدك َمغلولة ِإل عن ِقك َوال ت ْب ُسط َها ك َّل ال َب ْس ِط فتق ُعد َملوما َّم ْح ُسورا “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” Allah, bu ayetlerde tüm insanlara seslenmekte, gerektiğinde temiz ve güzel giyinmelerini, sağlıklı beslenmeleri için yiyip içmelerini, gerektiğinde başkalarına mad223 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi di yardımda bulunmalarını, ancak genel olarak bu ve benzeri tüm konularda israftan uzak durmalarını emretmektedir. Ayrıca bu ayetlerde Allah’ın, israfta bulunan, saçıp savuran insanları sevmediği haber vermektedir. Her konuda olduğu gibi sağlıklı beslenme konusunda da problem yaşayan kişiler, Allah’ın, “Eğer bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorun” diye haber verdiği gibi konu hakkında bilgi sahibi olan uzmanlara danışmalı, onların tavsiye ve önerilerine uygun hareket etmelidirler. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Güçlü mümin, zayıf müminden hayırlıdır” diyerek, müminin dengeli beslenerek sağlığını korumasının ve bunun neticesinde güçlü olmasının önemine işaret etmiştir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu hadisi, her konuda güç ve kuvvet sahibi olmanın gerektiğini bildirmektedir. Saglıklı ve uzun bir hayat sürdürmek, her insanın idealidir. Bu ideali gerçekleştirebilmek için, Yunus Emre’nin şu şiirini düşünmek gerekir: Ilim, ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır? Yunus’un bu şiirinde dile getirdigi kendini bilme olayı, genel bir anlam taşıyan bir kavramdır. Buna göre her insanın genel anlamda kendisini ve özellikle de kendi biyolojisini/vücudunu çok iyi tanıması icap etmektedir. Ardından insan, sağlığı konusunda her şeye ve en başta beslenmeye dikkat edecektir. İnsan, aileden kendisine geçen bazı kalıtsal özelliklerini, genlerini ve yaşadığı ortamı her zaman gerektiği şekilde kontrol etme imkânına sahip olmasa bile, Allah’ın Kur’ân’da emrettiği gibi bilinçli beslenmek suretiyle daha sağlıklı, mutlu, verimli ve uzun bir hayatı yakalamaya çalışmalıdır. Insan bedeninin saglam ve saglıklı kalabilmesi için kişinin, sağlığını rencide edecek, ona zarar verecek olan her şeyden sakınması gerekir. Onun için Allah, insanları bu konuda uyarmaktadır: َّ َ ْ ُ ْ َ ْ ُ ْ ُ َ َ ه َ الت ْه ُل َكة َو َأ ْحس ُن َو ْا إ َّن ه َ ب ْال ُم ْحسن َ ْ ُ ََ ُّ الِل ُيح ي الِل وال تلقوا ِبأي ِديكم ِإل ِ يل ِْ ِ ِ ِ ِ ِ ِ وأ ِنفقوا ِ يف س ِب “ (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” Bu uyarıda bulunan Allah, insanların genel olarak zararlı olan her şeyden korunmalarının gerektigini vurgulamaktadır. Buna göre her türlü imkânlarımızı Allah’ın yolunda değerlendirmemiz, maddi veya manevi, bize zarar getirecek her şeyden korunmamız, hiçbir konuda bile bile kendimizi tehlikeye atmamamız ve daima iyilikten, faydalı şeyleri yapmaktan yana tavır koymamız icap eder. Bütün bunların başında, dengeli ve düzenli beslenerek sağlığımızı her türlü tehlikeye karşı korumamız icap eder. Sağlığımızı kaybetmemiz, bütün tehlikelerin başı sayılmaktadır. Bu ayette Allah, “Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın” derken, önce sağlıklı beslenerek sağlığımızı korumaya işaret etmektedir. İnsanın, kendi şahsına karşı bu şekilde maddi vazifeleri olduğu gibi, daha çok ruh ve psikolojik yapısı ile ilgili olan manevi vazifeleri de vardır. Kişi, kendi şahsına karşı olan maddi vazifelerini yerine getirdiği gibi, manevi vazifelerini de aynı şekilde yerine getirmelidir. Insana maddi yönden isabet eden çeşitli biyolojik hastalıklar olduğu gibi, ona manevi yönden musallat olan psikolojik hastalıklar da vardır. Nasıl maddi hastalıklar için çeşitli tedavi yollarına başvuruyorsak, manevi hastalıkları gidermek için de çareler aramalıyız. İnsanın ruh dünyasına musallat olan riya, gösteriş, kin, haset, kıskançlık, 224 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kibir, çekememezlik, gıybet, dedikodu, iftira, yalan, kötü zan, cimrilik, israf ve benzeri hususlar, birer manevi hastalıktır. Maddi hastalıklara karşı tedavi yollarına başvurduğumuz gibi, bu ve benzeri manevi hastalıklara karşı da tedavi yollarına başvurmamız icap etmektedir. Temiz inanç ve güzel ahlak ölçüleri ile hareket etmek sureti ile bu tür manevi hastalıklardan korunmamız mümkün olabilmektedir. Her insanın, manevi yönden kendi nefsini eğitmesi, kötü alışkanlıklardan uzak durması, iyi ahlak kuralları ile hareket etmesi ve zaman içerisinde kendi yanlışlıklarını düzeltmesi gerekir. Haliyle bu istikametteki gelişme, birden oluşmamaktadır. Bunun için uzun zamana ihtiyaç vardır. İnsan, zaman içerisinde yanlışlıklarını düzeltir ve güzel alışkanlıkları edinir. Ayrıca bunun için, kötü kişilerle arkadaşlık yapmaktan uzak durmak, iyi kişilerle arkadaş olmak ve ilim yönünden de kendimizi geliştirerek cehaletten kurtulmak gerekir. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, kendi şahsımıza karşı olan manevi vazifelerimiz çok yönlü ve geniş kapsamlıdır. Maddi veya manevi, iyilikten yana davrananlar, iyilik bulurlar. Manevi yönden dikkat edilmesi gereken önemli başka bir husus ise, sinirli ve öfkeli olmaktan uzak durarak her konuda sabırla hareket etmektir. Öfke halinde alınan temiz gıdalar bile, insan bedenine gereken yararları sağlayamamaktadır. Hatta bir kadının öfke halinde aldığı gıda, karnındaki veya emzirdiği bebeğe bile olumsuz yönden etkili ola bilmektedir. Temiz ve havadar bir ortamda, mutlu ve neşeli bir şekilde alınan gıdalar, insan sağlığına daha fazla yararlı olmaktadır. Sonuç Beslenme, sadece insanların degil, tüm canlıların en temel gereksinimlerinden biridir ve gıda ile sağlık arasındaki köprüdür. Çok küçük yaşlardan başlayarak oluşan dengeli ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları, kişilerin sağlığını belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Yetersiz ve dengesiz beslenme vücut direncini azalttığında hastalıklara yakalanmaya sebep olduğu gibi, onun tersine aşırı beslenme yani gereğinden fazla gıda tüketimi de özellikle çağımızın yaygın hastalıkları olarak bilinen şişmanlık, kalp hastalıkları, kanser, şeker hastalığı gibi önemli sağlık sorunlarına ve sonuçta ölümlere de yol açmaktadır. İnsanlar, sağlıklı ve dengeli beslenmedikleri zaman, sağlıklı bir şekilde büyüyemezler, sağlıklarını sürdüremezler, mutlu ve başarılı bir hayata ulaşamazlar ve normal bir şekilde üreyip kendilerinden sonraki kuşakları dünyaya getiremezler. Nitekim her canlı, gerektiği şekilde beslenemeyince, bir süre sonra ölmekte ve yok olup gitmektedirler. Herhangi bir canlının vücut ağırlığının denetimi için yeterli ve dengeli beslenme ve düzenli fiziksel aktivite (spor türü hareketler) ile sürdürülen bir hayat biçimi oldukça önemlidir. Bu nedenle biyolojik vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan enerji ve besin öğelerinin her birinin yeterli miktarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması durumuna, “yeterli ve dengeli beslenme” denmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme için, uzmanların açıklamaları çerçevesi dahilinde yeterli miktarda sebze, meyve, tahıl, et, yumurta, süt ve benzeri ürünlerin alınması gerekmektedir. Bunun yanında stres gibi psikolojik rahatsızlıklardan uzak durmak ve dengeli spor yapmaya da özen göstermek icap etmektedir. İdeal kiloya sahip olabilmek için uygulanacak sağlıklı beslenme programının yanı sıra yapılacak fiziksel aktivite büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle uygulanacak beslenme programının yanında mutlaka gerekli miktarda dengeli fiziksel aktivite yapılmalıdır. Bu nedenle orta derecede ev veya bahçe işlerinde çalışmak, tempolu yürüyüş yapmak, bisiklet kullanmak, yüzmek, hafif koşu yapmak gibi fiziksel hareketler, sağlık açısından önem arz etmektedir. Insan, ancak dengeli ve saglıklı beslendigi zaman, saglam bir bünyeye ve sağlam bir ruh yapısına sahip olabilmektedir. Ancak bunun neticesinde, Allah’a, anne babasına, 225 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi eşine, çocuklarına, yakınlarına, diğer insanlara ve çevresindeki tüm varlıklara kaşı olan görevlerini gerektiği gibi yerine getirebilmektedir. Bu görevlerini Allah rızası için, bilinçli bir şekilde gerektiği gibi yerine getiren insan, Allah’ın nazarında meleklerden bile daha üstün bir makama ulaşır. Buna göre insanın, her türlü insani görevlerini yerine getirerek meleklerden daha üstün bir dereceye gelebilmesi için, dengeli beslenerek sağlığını muhafaza etmesi icap etmektedir. Bu nedenle Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde, insan sağlığı açısından gerekli ve yararlı besin maddelerinden yememiz ve içmemiz emredilmektedir. Allah, bu konu ile ilgili ayetlerde inanan insanlara hitap ettiği gibi, tüm insanlara da hitapta bulunmaktadır. Ancak her konuda olduğu gibi, yeme, içme ve giyim gibi konularda da israfta bulunup aşırıya gitmekten sakındırmaktadır. Saglıklı bir hayatı sürdürebilmek, hem dünya hem de ahiret ile ilgili görevlerimizi rahat bir şekilde yerine getire bilmek için, Kur’ân ve sünnette sağlıklı beslenme hakkında verilen bilgilere uygun hareket etmemiz gerekmektedir. Kaynakça ASIM Efendi, “Abede”, Kamus Tercemesi, Cemal Efendi Matbaası, İstanbul 1305. ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş tefsiri, Yeni Ufuklar neşriyat, İstanbul tsz. BOTÎ, Muhammed Said Ramazan, Kubra’l-Yekînîyati’l-kevniyye Vücudu’l-Hak ve Vazifetu’lMahlûk, (Yaratıcının Varlığı Yaratılanın Görevi İslâm Akaidi), Medve yayınları, İstanbul 1986. BUHARÎ, Muhammed b. İsmail (ö. 256/870), el-Câmiu’s-Sahih, Beyrut 1990. 1998. CARREL, Alexis, İnsan Denen Meçhul, trc. Refik Özdek, Timaş Yayınları, İstanbul CÜRCÂNÎ, Ali b. Muhammed eş-Şerif (ö. 816/1413), “İnsan”, Mektebetu Lübnan, Beyrut 1990. et-Ta’rifât, DERVEZE, Muhammed Izzet, ed-Düstûru’l-Kur’ânî fî Şüûni’l-Hayat, Mısır 1966. 1977. DRAZ, Muhammed Abdullah, İslam Hakkında Bazı Görüşler, trc. Ali Özek, İstanbul EBÛ DAVUD, Süleymân b. Eş’âs (ö. 275/888), Sünen, İstanbul 1981. ESED, Muhammed, Kur’ân Mesajı, İşaret Yayınları, İstanbul 1999. GAZALÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (ö. 505/1111), Huluku’l-Müslim, Küveyt 1970. GÖLPINARLI, Abdulbaki, Yunus Emre, Varlık Yayınları, İstanbul 1995. HABENNEKE, Abdurrahman b. Hasan b. Merzûk b. Urâbî b. Ğunaym el-Meydânî, Meâricu’t-Tefekkur ve Dekâ-iku’t-Tedebbur, Dâru’l-Kalem, Dımaşk 2002. HALIL b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö. 175/791), Kitâbu’l-Ayn, Daru İhyâi’t-Turâsi’lArabî, Beyrut tsz. ) IBN HANBEL, Ahmed b. Muhammedö. 241/855), Müsned, Beyrut tsz. IBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezit (ö. 273/886), Sünen, Kahire tsz. IBN MANZÛR, Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem (ö. 711/1311), “enise”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994. 226 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi IBN MEVDÛD, Abdullah b. Mevdûd (ö. 683/1284), el-İhtiyâr, Çağrı Yayınları, İstanbul 1980. ISFAHÂNÎ, el-Hüseyn b. Muhammed er-Rağıp (ö. 502/1108), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986. KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö. 671/1272), el-Câmi’ lî Ahkâmi’lKur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988. KUTLUER, .Ilhan, “Insan”, DIA, Istanbul 2000 MALIK, Ebû Abillah b. Enes (ö. 179/795), el-Muvatta, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyruttsz. MAVERDÎ, Muhammed b. Habib (ö. 450/1058), en-Nuketu ve’l-Uyûn, Muessesetu’l-Kutubi’s-Safiyye, Beyrut 1992. –Edebü’d-Dünya ve’d-Din, thk. Mustafa es-Sakka, Şirketu Mektebe ve Matbaati Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1973. MENÂVÎ, Abdurrauf, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Mısır 1938. MORRISON, A. Cessy, Müsbet İlim Yönünden İnsan, Kainat ve Ötesi, trc. Bekir Topaloğlu, Dergâh Yayınları, İstanbul 1975. MÜSLİM, b. el-Haccac (ö. 261/874), Sahihu Müslim, Kahire tsz. ve NESAÎ, Ebû Abdirrahman b. Şuayb (ö. 303/915), Sünenü’n-Nesâî, Şirketu Mektebe Matbbati Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1964. RÂZÎ, Fahruddin (ö. 604/1209), Mefâtîhu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut 1990. 2002 ROS, David Ros, Aristoteles, trc. A. Arslan ve Diğerler, Kabalcı yayınevi, İstanbul SOYSALDI, Mehmet, Kalbin Manevi Hastalıkları, Ankara 2006. ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö. 1255/1839), Fethu’l-Kadîr, Muessesetu’r- Reyyân, Beyrut 2004. TIRMIZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (ö. 279/892), Sünen, İstanbul 1992. ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Mufessirûn, Dâru’l-Erkâm, Beyrut tsz. 227 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Helal Gıda, Helal Kesim Doç. Dr. Serkan ÇAKIR Abant Izzet BaysalÜniversitesi Ziraat ve Doga Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yüceler Yücesi Eşsiz Beyan’da, helal ve temiz beslenme hususunda dikkat etmemizi buyururken, sünnet eksenli hareketin de ehemmiyetine dair can alıcı âyeti kerimeleri istifademize sunmaktadır. Yaradılış gayemiz gâyet açıktır. Allah u Zülcelal Ben cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurmaktadır. İkame edilen namazlarda, tutulan oruçlarda, verilen sadakalarda, tüketilen gıdalarda, velhasıl harcanan her nefeste asıl maksadımız, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak olmalıdır. Birçok değerin alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflâs ettiği, Muhammedî bir havanın özlenilir hâle geldiği günümüzde, Hz. Peygamber’in yaptıklarına bağlı kalmak çoğu meselemizi çözecektir. Veda hutbesinde “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.” buyurmaktadır. Kıyamete kadar insanlığın kendisine misal alması ve adımlarını takip etmesi gereken asıl rehberdir. Bu konuda dikkat edilmeli ve ‘rehberzede’ olunmamalıdır. O’nun yeme-içme adabı üzerinden asırlar geçse dahi tazeliğini korumaktadır. Her adabı gibi yeme içme adabının hayat tarzımız hâline getirilmesi de bizler için kaçınılmazdır. Sofraya oturunca aklınız ilk ne gelir? Sofraya oturdugumuzda (veya gıda tüketeceğimiz herhangi bir zaman ve mevkide) gıda tüketimine dair iştaha sahip olmamızın, bu iştahı karşılayacak kadar da soframızda nimetin bulunmasının, Allah’ın büyük bir lütuf ve ikramı olduğunu düşünmeliyiz. Yani yeme-içme faaliyetleri boyunca zikir, fikir ve şükür hisleri içinde hareket etmeliyiz Bu nasıl mı olacak? Yemeğe besmele ile başlamak zikir, tüketim boyunca bu nimetleri vereni düşünmek fikir, yemekten sonra ‘elhamdülillah’ diyerek kalkmak da şükürdür. Gıda tüketimindeki asıl gaye midemizi olabildiğince doldurmak ve tok olarak sofradan kalkmak değildir. Bizlere lütfedilen gıdaları tüketmemizdeki sebeplerden birisi Allah’a kulluk yapabilecek gücü elde edebilmektir. Bizlere sunulan her imkân aslında birer numunedir. Yedikçe lezzet aldığımız ve üzerlerinde her daim Allah’ın sanatını gördüğümüz çeşit çeşit tabii gıda, aslında öteler ötesinin de habercisidir. Burada tadıyoruz, tattıkça da asıl kaynağın Cennet olduğunu hatırlıyor ve oraya müşteri olabilme, orayı kazanabilme gayreti içerisine giriyoruz. Yani her gıda, Allah’ın bizler 228 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi için daha mükemmel hazırlıklar yaptığının sinyalidir. Hal böyle olunca da o gıdaları, üzerinde Allah’ın esmâsının nakşedildiği birer tefekkür abidesi olarak sevmek gerekir. Değilse hayvanlar da gıdalarını tüketmekte, lezzetini almakta ve yeme işlemi bitince bir kenara geçip dinlenmektedir. Zaten bu hususta bizden beklenen de -af buyurunhayvanlar gibi o gıdaları yutmak ve doyuncaya kadar tüketmek olmamalıdır. Gıdayı sevmek, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanını, Rahman, Rezzâk ve Mün’im isimlerini sevmektir. Tükettiklerimizin hesabı sorulacak Bir imtihan dünyasında bulunan, ağır bir emanet ve mesuliyet yüklenen insan başıboş bırakılmamıştır. İnsan, misafir olarak bulunduğu dünya hayatında tükettiklerinden, sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden velhasıl, sahip olduğu her şeyden mesuldür. Helal dairesi bir hayli geniştir. İnsanın harama girmeden Rezzâk-ı Kerim’in kendisine ihsan ettiği helal ve temiz nimetlerden faydalanması yeterlidir. Yediklerimiz nesilleri etkiliyor Her fert, başına gelen menfi akıbetler hakkında dönüp yediklerine ve içtiklerine de bakmalı ve nesil bozukluğunun ve çocuklarımızdaki manevi dumurun -haşa- keyfi bir takdir olmadığını, bir ‘hak ediş’ meselesi olduğunu unutmamalıdır. Peki, böylesine hiç de arzulamadığımız bir olumsuzluk için ne yapmalıyız? Çözüm, helal yemek ve içmek, harama karşı tedbirli olmak ve şüpheli gıdalardan uzak durmakla mümkün olacaktır. Affedersiniz de, hayvanlar bile önüne konan her otu yemiyor. Önce yiyeceği ota bakıyor, kokluyor, eviriyor, çeviriyor ve neticesinde beğenirse yiyor. Peki, eşref-i mahlûk, yani yaratılanların en şereflisi olan insanoğlu, tetkik etmeden, araştırmadan her önüne geleni yiyebilir mi? Mide, yenilen şeylerin bir süre için toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsak, azalarımızdan salih ameller meydana gelecektir. Farklı bir şekilde düşünürsek, şüpheli lokma koyduğumuz zaman da, azalarımızın Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşeceğini veya hiç de helal hususiyette olmayan amele kalkışabileceğini söyleyebiliriz Çok yemeyi nasıl mı frenleyebiliriz? Peygamberimiz “Âdemoğlu karnından daha şerli, kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ki Âdemoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın.” Çok yemeyi frenlemek mümkün olmasına da, başlamadan evvel açlığın kıymetini bilip bilmediğimizi kendimize bir soralım. Allah kâmil insanların bedenlerini açlıkla diriltir. Zira Allah, oruç tutana daha güzelini, yani ruhi besinini vermiyor mu zaten? Doymaz bir iştahı olan insanı frenleyecek olan ancak manevî yönüne seslenen ilahi fermanlar ve hakikatler olabilir. Kur’ân ve sünnete uygun yeme içme kültürü, insanı doldur-boşalt makinesi olmaktan, sömürüye kurban gitmekten “çok kazan çok tüket.” felsefesinden kurtaracaktır. Çeşitli hikmetlere ve gayelere binaen verilmiş olan aşırı iştah, nefsin bir hususiyetidir. En büyük cihad nefse karşı yapılan cihad ise, o hâlde nefsin bu noktadaki zaaflarını bilmekle ona karşı galip gelebiliriz. Sahâbe efendilerimizle kıyas edildiğinde bugün için birçoğumuz zengin sayılırız. Bir insan nimetler içinde yüzerken ve nefsinin iştahı onu yemeye sevk ederken nasıl kendini frenleyebilir? Metodun bir tanesi ve belki de en zor olanı Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı gibi dünya malını kendi üzerinde tutmayıp dağıtmaktır. Bu hususta Hz. Ömer’in ikazı da unutulmamalıdır. Der ki “Nefsin arzu ettiği her şeyi alıp sofraya koymak israftandır. Allah ise israf edenleri sevmez.” Öyle ise alabildiğimiz her çeşidi sofraya koymamalı, nefsi tahrik ederek israflı sofralar kurmamalıyız. Bunu yapa229 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi madığımız hallerde oruç talimini ziyadeleştirmeliyiz. Dolaplarımız erzak doluyken ilahi emirle nefse dur dedirten oruç, asrımız insanı için en güzel reçetedir. Az yemenin kanaati doğurduğu, kanaatin ise en büyük hazine olduğunun unutulmaması da bize çok yememe hususunda yardımcı olabilir GIDA KATKI MADDELERİ Özlememek elde değil Sabah kahvaltısını balkonda yaptığımız, bahçeden topladığımız rokanın ve yeşil soğanın soframızı süslediği, ekmeğin kesilerek yarım ekmek hâlinde bakkallarda satıldığı, endüstriyel hazır gıdaların çeşitliliğinin gerçekten çok az miktarda olduğu, mahalle maçlarına giderken hazır gıda yerine yarım ekmek arası haşlanmış patatesin azığımız olduğu, gocanamın (Anneannemize gocana diye hitap ederdik.) yağlıları, annemin yaptığı yoğurdu ve enfes lezzetiyle bizler için hazırladığı yumurtaları özlüyorum. Şimdi o hazzı bulmak gerçekten zor benim için. Yemeklerde kullandığımız sebzelerin tadı azaldıkça, et suyu tabletlerine sarıldık. Hanımların meşgaleleri sebebiyle mutfakta kalış süresi azaldı, teknoloji gelişti, yeme kültürü farklılaştı. Hazır çorbalar ve hazır köfteler, ‘şipşak’ burgerler imdadımıza yetişti. Televizyon karşısında uyuklarken, elimizin ve ağzımızın boş kalmaması gerekiyordu da cipslere, bisküvilere sarılıverdik. Katkı maddeli hazır gıdalar ister istemez hayatımızın bir parçası hâline getirildi. Hemen göremeyince zararlı tesirlerini, her şeyi göz ardı ediverdik. Aman bin yılın başı, bu kadardan bir şey olmaz deyip geçtik Ağırlığımız kadar gıda katkı maddesi mi tüketiyoruz? Bir yılda ne kadar gıda katkı maddesi tüketiyoruz hiç merak ettiniz mi? Food Safety kitabının yazarı, gıda ve beslenme profesörü Julie Miller Amerikalıların bir yılda yaklaşık olarak ağırlıkları kadar gıda katkı maddesi tükettiklerini belirtiyor. Jelatin Jelâtin’e Çözüm Bulunamıyor Helal gıda hususunda ortak bir düşünce ile hareket edemiyoruz, sesimizi koro yapamıyoruz. Böyle olunca da sıkıntılar kaçınılmaz oluyor. İşte Müslümanların talepleri hususunda sıkıntı çektiği maddelerden birisi de jelâtindir. Arjantin, Çin, Hindistan, Brezilya ve bazı Avrupa ülkelerinden ithal edilen jelatin büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar, bazen balık ve tavukların olmak üzere ekseriyetle de domuzların deri, kemik, kıkırdak gibi kısımlarından elde diliyor. Takriben 50’ye yakın gıdaya katılan ve Müslümanların en çok dikkat etmesi gereken Türkiye’de jelâtin üretiliyor mu? Avrupa Jelâtin Üreticileri Birliği’nin üyesi pek çok ülkenin temsilcileri ve dağıtıcıları, Türkiye’de bulunmaktadır. Türkiye’nin takriben senede 5000 ton olarak kabul edebileceğimiz jelâtin ihtiyacının neredeyse % 40’lık kısmı Brezilya ve Arjantin’den karşılanmaktadır. Pakistan-dan gelmekte fakat bu ülkeden Türkiye’ye satılan miktarın, 700 - 800 tonu geçmediği belirtilmektedir. Türkiye’de Gebze’de ve Balıkesir’de jelâtin üretimi yapan iki adet yerli firma bulunmaktadır fakat üretim oldukça yetersizdir. Dünya Jelâtin Üreticileri Birliği’nin verilerine göre 2007 yılında dünyada üretilen jelâtinin % 46’sının domuz derilerinden üretildiği gene Avrupa’da üretilen jelâtinin ise %70,5’inin domuz derisinden imal edildiği belirtilmektedir. Batılı jelâtin üreticileri, sığır jelâtininin pahalı ve üretim sırasında oluşan atık suyun daha fazla olması, uzun sürede elde edilebilmesi ve sert olması sebebiyle domuz jelâtinini tercih etmektedir. 230 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tüketici olarak etiketlerde ‘jelâtin’, ‘sığır jelâtini’ veya ‘yenilebilir sığır jelâtini’ gibi ifadelerin bulunmasının bizim için kayda değer olmadığını unutmamalıyız. Benzer şekilde etiketlerde jelâtin yazmasa dahi üründe bazen jelâtin kullanılmış olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Tatlandırıcılar Ithal edilen sunî tatlandırıcıların %5’i sağlık alanında % 95 gibi büyük bir kısmı gıda sektöründe kullanılmaktadır. Altıyüz kilogram şekerin takriben 3 kilogram sunî tatlandırıcıya denk gelmektedir. şekerden daha fazla tatlılık sağlaması (takriben 200 kat daha fazla), çok daha ucuz olması, şekere göre gıdalarda daha düşük miktarda kullanılması tatlandırıcının kulalnılma sebepleri arasında yer almaktadır. Neredeyse aklınıza gelen her tatlı gıdanın içinde kullanılma ihtimali oldukça yüksektir. Sunî tatlandırıcı üretiminin en fazla yapıldığı ve bunların en çok tüketildiği ülkelerden birisi Amerika Birleşik Devletleri. En fazla kilo alan, tabir-i diğerle obezitenin en fazla görüldüğü ülke de gene burasıdır. Tatlandırıcıların beyinde, gözde, rahimde, sindirim sitemi organları üzerindeki tesirleri sebebiyle bilhassa çocukların, yaşlıların, hamilelerin, emziren annelerin, fenilketonürili hastaların dikkat etmeleri gerekiyor. Modifiye araba gibi modifiye şeker… Nişasta bazlı şeker için ‘mısır şurubu’, fruktoz şurubu’ Nişasta bazlı şekerin günümüzde kullanılan toplam tatlandırıcılar içindeki payı takriben % 40’lara ulaşıyor. Türkiye’de kişi başına 6-7 kg fruktoz şekeri düşerken, Avrupa Birliği ülkelerinde ise bu miktar, kişi başına 1.5 kg civarındadır. Ben fruktoz şurubu tüketmiyorum mu, diyorsunuz? Tatlandırıcıların kullanıldıgı her gıdada fruktoz şurubu da yaygın bir şekilde .kullanılabiliyorÖzellikle unlu mamuller (pasta, kek, kurabiye, bisküvi, kraker vs.), alkollü ve alkolsüz içecekler, meyve suyu ve gazlı içecekler, reçel, baklava, dondurma, helva, şekerleme, çikolata, gofret benzeri pek çok gıdanın etiketinde -eğer yazılmış isefruktoz şurubu ibaresini göreceksiniz. Bu arada gıdaların etiketlerinde hangi şeker türünün, ne miktarda bulunduğu bilgileri maalesef net olarak yazılmıyor. Meselâ hazır tatlılarda, fruktoz şurubu kullanıldığını üreticilerden başka kimse bilmiyor. Üreticiye sormanız hâlinde kendi inisiyatifine göre cevap verebiliyor. Sunî tatlandırıcılar gibi fruktoz şurubu da doyma hissi oluşturmaz. Yemekler tüketildikten sonra doyma hissi, kan şekeri de denen glikoz ve insülin hormonu tarafından sağlanmaktadır. Gıda tüketilir tüketilmez kanda glikoz artar. Tabi bununla birlikte kan şekerini sevk-i ilahî ile hücrelerimize gönderen, hücrelerimizi şekere doyuran insülin hormonu da artar. Yani hücrelerimiz doydu. Netice de biz de doymaya başlarız. Fruktoz ise kan şekerini düşüren insülin hormon miktarında artışa sebep olmaz. Peki sonra ne olacak? O zaman da kandaki glikoz, yani kan şekerimiz hücrelere gidemeyecek ve doyma hâdisesi gerçekleşmeyecek. Bu sebeple gıdalarda glikoz değil de fruktoz miktarı arttıkça doyma hissi tam şekillenmez. Ayrıca fruktozun fazlası vücutta hızla yağa dönüşmektedir. Pankreas kanseri, kolon kanser, aterosiklero, böbrek hasarı fruktoz şurubu kullanımı sonucu ortaya çıkan önemli hastalıklardır. Yapılacak en akıllıca şey fruktoz tüketimini ciddi bir şekilde sınırlamak. Belki de fruktoz labirentinin içinden ancak ve ancak tabii, işlenmemiş, tabi katkılar ile yapılmış gıdaları tüketerek çıkılır. Ne zaman tabii yöntemlerle beslenmeyi terk ettik, o zaman balon gibi şişmeye başladık! Aslında günlük tüketilen sebze ve meyvelerdeki tabiî şeker, vücudun ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Fazla alındığında ise, eğer harcanmıyorsa, yağa dönüşüp depolanmaktadır. Güvenilen bal ve pekmezin yenilmesi kuru ve yaş meyvelerin tüketilmesi gerçekten şeker ihtiyacının giderilmesi için yeterlidir. Öte yan231 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dan kan değerleri düşük kişilerde tatlı krizleri için keçi boynuzu pekmezi iyi bir alternatiftir. Yaktığın kadar yemek” Atalarımızdan miras kalan baklavaları, yöresel tatlıları belli ölçüde yiyelim ancak onlar kadar hareketli, çalışkan ve enerji harcayan fertler olalım. Arabaya binmek yerine yürümeyi; asansör yerine merdiveni tercih edelim. Bilgisayar başında, hem yiyip hem de hareketsiz bir şekilde saatlerce oturmayalım. Renklendiriciler Marketlerde görürsünüz. Mavi, sarı ve yeşilin kardeş olduğu cıvıl cıvıl gıdalar. Sanki çilek, karpuz, şeftali tarlasında geziyormuşçasına etrafa koku saçıyorlar. Acaba marketlerin gökkuşağı gibi gözükmesine, aroma eklenerek gıdaların halk diliyle misk gibi kokutturulmasına ihtiyaç var mıdır? Gıdanın görünümleri kadar insanı çeken diğer hususiyeti, onun rengidir. Yani bir çocuk markete girdiği zaman, ilk olarak gıdanın yaldızlı paketinden veya renginden etkilenmektedir. Gıdanın tercih edilmesi genelde onun renginin kabul edilmesi ile alâkalıdır. Sanki beyinde rengi güzel olan gıda daha lezzetlidir gibi bir düşünce oluşuyor. Gıdalarda kullanılan bazı renklendiriciler ve esans diye de adlandırılabilen aromaların bazıları yag cinsinden maddeler olup sudaçözünmez. Bunları suda çözünür hâle getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen ve çözünebilen ara çözücülere ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu hususta en ucuz olan ve en sık kullanılan ara çözücülerden birisi de etil alkoldür. Peki, etil alkolden başka ara çözücüler yok mudur? Elbette vardır. Fakat bunlar, etil alkole nispeten daha pahalı olduğu için tercih edilmemektedir. İmalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa etil alkolden başkasını kullanmayacaktır. Bununla birlikte her renklendirici için “Etil alkolde çözdürülerek hazırlanmış.”, diyemeyeceğimizi de belirtmek gerekir. Sentetik gıda renklendiricileri güvenli midir? Bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar neticesinde bu maddelerin hiperaktiviteye, davranış bozukluklarına, ürtiker denen deri hastalığına, sinir iletim bozukluklarına, gen yapımızı oluşturan DNA’larda hasarlara, öğrenme bozukluklarına, aspirine karşı duyarlılığa, astıma, tümör oluşumuna ve kansere sebep olduğu tespit edilmiştir. En sık görülen belirtilerin bilhassa çocuklarda hiperaktivite ve davranış bozuklukları olduğu gözlemlenmiştir. Ingiltere Southampton kentinde gıda katkı maddeleri hakkında, 3 yaşındaki çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada katkı maddeli gıdaların tüketimine bağlı olarak 277 çocuğun, 75’inde hiperaktivite, 79’unda alerji ve 36’sında hiperaktivite ve alerji şekillendiği tespit edilmiştir. Araştırma, çeşitli cips, şekerlemeler ve gazozlarda çok sık kullanılan tartrazin (E102), azorubin (E122), sunset yellow F.C.F (E110) ve ponceau4R (E124) gibi renk verici maddelerin çocukların davranışları üzerindeki tesirlerini tespit etmek için yapılmıştır. Araştırma neticesinde, çocukların diyetinden sunî renklendiricilerin çıkarılması hâlinde, çocuklardaki davranış bozuklarının düzeldiği, bu maddeleri içeren içeceklerin verilmesiyle davranış bozukluklarının tekrar ortaya çıktığı belirlenmiştir. Emülgatörler Yagı, suya ilave edin, göreceksiniz ki bu iki sıvı hiçbir zaman karışmayacaktır ta ki emülgatör denen katkı maddeleri bu karışıma eklenene kadar. Bu katkı maddelerinin uçlarından birisi yağı seven, diğeri ise suyu seven moleküllerden oluşur. Adeta “Ver elini yağ, ver elini su.” der. Bu şekildeki arabuluculuk vazifesiyle, yağın ve suyun birbirine muntazam bir şekilde karışmasını sağlayarak, daha kararlı, homojen, yani her 232 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yerinde aynı özelliği gösteren ve topaklanmaların olmadığı bir karışım elde etmek mümkün olabiliyor. Emülgatör hangi maksatlarla kullanılır? Margarin vb. ürünlerde yağ ve suyun birbirinden ayrılmasını önlemek, Çikolata, helva, zeytin ezmesi, eritme peynir, salam ve sosislerde yağ sızmasının önlenmesi ve bu ürünlerin yapısal özelliklerinin iyileştirilmesi, Mayonez ve salata soslar ından yagın ayrılmasınıönlemek, Dondurmada süt yağının sudan ayrılmasının engellenmesi ve katılığın sağlanması, erimenin engellenmesi, Gazoz vb. alkolsüz içeceklerde kullanılan esansın içecekten ayrılarak üstte toplanmasının engellenmesi, Içecek tozlarının çözünürlüğünün artırılması, Ekmek, bisküvi, gofret benzeri ürünlerde bayatlamanın geciktirilmesi, Süt tozunda acılaşmanın geciktirilmesi ve çözünürlüğün arttırılması, Reçel ve marmelatlarda meyve ve şurubun birbirinden ayrılmasının önlenmesi, Hazır kek karışımlarında gözenekliğin arttırılması ve homojen karışımın sağlanması Toz kremşanti, meyve ezmesi, et suyu tableti, kahve beyazlatıcısı gibi ürünlerde çözünürlüğün arttırılması, Çikletlerde esansın homojen karışımının sağlanması ve yapışmanın engellenmesi, Puding gibi ürünlerin köpüklenmesini sağlayıcı, Şekerlemelerde tadın muhafazası, sertleşmelerin engellenmesi gibi maksatlar için kullanılmaktadır. Emülgatörlü gıdalardaki sıkıntı nedir? Etiketlerinde en sık göreceğiniz emülgatörler; lesitin, monogliseritler, digliseritler, monogliseritler ile digliseritlerin esterleri ve gliserindir. Emülgatörlerin menşei araştırılmalıdır. Zira bu maddeler helal kesilmemiş olabilen hayvanların veya domuzların yağlarından da elde edilebilmektedir. Bu maddelerin sağlık açısından sıkıntılı olduğuna dair ilmi veri bulunmamaktadır. Monosodyum Glutamat Gıdalara katılırsa o gıdanın bir lezzetini -belki mübalağa olacak ama- yüz lezzetli hâle getiren katkı maddesi. Yani üründe aromayı, tadı, artıran, kısa adı MSG olarak bilinen, gıda üreticilerinin kendisinden vazgeçemediği, en çok ithal edilenler arasındaki madde. Çin Tuzu’ olan, katıldığı gıdaların veya abur cuburların lezzetini artıran bir madde. Etiketlerde zaman zaman adlarını okuyacağınız, tabir-i diğerle okumak zorunda olduğunuz isimleri ise glutamik asit, glutamin, glutamat, mono potasyum glutamat. MSG’li gıdaları tüketecek miyiz? MSG’nin üretici firmaların, gıdaların lezzetini artırmak maksadıyla kullandığı bir katkı maddesi olduğunu belirtmiştik. Yani üründe hangi lezzet var ise onun lezzetini âdeta illüzyon yaparak, kat be kat artırıyor. Merak ediyoruz. Acaba MSG’ye ihtiyaç duyan biz miyiz, yoksa ‘parakolik’, diğer bir tabir ile ‘paraperest’ üreticiler midir? 233 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu ürünler için gıdalarda kullanımına dair üst limitler verilmekte ve üreticiler bu kurallara uyarak gıdaları üretmektedir. Ne yazık ki pek çok gıdada kullanılması itibarıyla bilhassa çocuklar olmak üzere pek çok insanda, doz aşımı şekillenebilmektedir. Bu maddelerin hemen, yani tüketilir tüketilmez kısa süre içerisinde tesirlerinin görülmeyebileceği gerçeğini unutmamak gerekir. İlmi araştırmalar neticesinde beynin değişik bölümlerinde, gözde, prostatta, üreme organlarında, karaciğerde, kanda, kemik ve kas sisteminde hasarlar meydana getirebildiği ispatlanan bu katkı maddesinin şüpheli durumunu belirtmek isteriz. Başlığa dönelim. MSG’li gıdaları tüketecek miyiz? Allah’ın verdiği cüzi iradenin bu gıdaları tüketmemek noktasında kullanılmasını tavsiye ederiz HAYVAN KESİMİYLE ALAKALI KONULAR Bir kanatlı hayvan kesimhanesinde helal sertifika verilmesi sırasında denetleme yapan heyete teknik destek saglamak için işitirakim istenmişti. Heyette baş denetçi, dini bilgilere vakıf bir vazifeli ve ben bulunuyırduk. Baş denetçinin kasaplarla yaptığı görüşmelere şahit olmuştum. —Güzel, her hayvan için ayrı ayrı besmele çekiyorsunuz, fakat yüksek sesle besmele çekmenize gerek yok, yanınızdakinin duyacağı kadar olsun yeter. Baş denetçi: Bütün hayvanlar için ayrı ayrı besmele çekmemize gerek var mı? Kasap şefi: —Biz çekiyoruz hocam. Ama ben dedeme “Dede, bütün hayvanlar için besmele çekmemize gerek var mı?” diye sordum. O, 'oğlum, sabah euzü-besmele çek, o seni öğlene kadar idare eder.' dedi. Baş denetçi, fıkıh uzmanı ve ben bu söze gayr-i ihtiyari gülümsemiştik. Baş denetçi: —Namaz kılıyor musunuz, diye sordu. (Her ne kadar helal kesim için namazHanbeli mezhebi hariç- gerekli olmasa da bu soru sorulmuştur.) Bu soruya kasap şefi ve diğer üç kasap: —Sadece cuma namazlarına gidiyoruz, cevabını verdiler. Baş denetçi: —Fatiha ve bir zamm-ı sûre okuyabilir misiniz, dediğinde kasap şefi ve kasaplardan biri Fatiha ve bir zamm-ı sûre okurlar. Ancak diğer iki kasabın her biri: —Ben ikisini sonra ezberleyecegim, cevabını verdiler. Baş denetçi: —Kur’ân okumayı biliyor musunuz, diye sorduğunda üç kasap bilmediğini diğeri ise bildiğini ancak tecvitsiz bir şekilde okuduğunu söyledi. Baş denetçi: —Mezheplerinizi öğrenebilir miyiz, diye sorduğunda kasaplar hep bir ağızdan: —Ehamdülillah Müslümanız. Bizim onlarla işimiz olmaz, dediler. Bu cevaba biz çok şaşırmıştık. Cuma namazlarına gidiliyor ve bir kişi de Kur’ân okuyabiliyordu fakat mezheplerinden habersizdiler (veya söylemekte tereddüt yaşıyorlardı.) Ben: —Arkadaşlar hangi mezhepten olursanız olun, müntesibi olduğunuz mezhep bu işletmenin, helal sertifika almasına mani değil. Hangi mezheptensiniz, diye soruyu tekrarlayınca onlar yine: —Yok, yok. Bizim onlarla alakam …ız olmaz, diye cevap verdiler Evet mesele oldukça mühim. Lakin kasapların önemi kadar kesimhanede kesim sırasında gerçekleşen ilmi hadiselere de kısaca değinemk gerekiyor. Helal kesim hususu bir hayli kapsamlı olmasına karşılık biz sadece sizleri tefekkür deryasına alacağına ümit ettiğimiz bazı hadiseleri aktarmak istiyoruz. Hayvan kesiminde neler oluyormu?ş neler 234 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu kısımları okumadan geçen kıymetli okuyucularımızın gerçekten çok şey kaybedeceğini söyleyebiliriz. Zira anlatılacak olanlar, helal kesim için gereken şartlar olmakla birlikte, aynı zamanda aktarılanlar imanımızı artıracak, şuurlu insanlarda marifet oluşturacak ‘hayvan severler’ çatısı altında hareket eden bazı insanların sorularına cevap verecek, helal kesim konusunda karar verme konumundaki insanlara yardımcı olacak özelliktedir, diye düşünüyoruz. Kesim anında kafanın hemen kopartılmasının sakıncaları neler olabilir? Kan neden haram kılınmış olabilir? Kanın daha fazla akması için hayvan boğazdan mı kesilmelidir? Kanın daha fazla akması için kalp hemen durmamalı mıdır? Kesim için hayvanı bayıltmanın dinen sakıncalı yönleri var mıdır? Ayaktaki kanlar nasıl oluyor da boğazdan çıkabiliyor? En güzel kesim metodu hangisidir? Ve cevabını sabırsızlıkla beklediğiniz pek çok soruya cevabı bu bölümde bulacaksınız. Şimdi kesim anında başın tamamen kesilmesi neden mekruh olmuş olabilir. Okuyalım görelim. Helal kesimdeki harikulade hikmet: Kafa hemen kopartılmamalı Günümüzden 14 asır evvel Merhamet Timsali’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirmesinden yola çıkarak Hz. Ömer (radıyallahu anh) efendimizin oğlu Hz. Abdullah (radıyallahu anh) buyuruyor ki: “Hayvan keserken kemiğe kadar kesilir, kemiğe ulaşınca durulur ve hayvan ölünceye kadar beklenir.” Bunun muhtemel hikmetleri gerçekten enteresan. Hepimiz biliyoruz ki boynumuzda (veya hayvanın boynunda) yemek borusu, soluk borusu, kafayı besleyen damarlar ve sinirler bulunuyor. Gene boyunda, kemikten bir çatı ve içinden geçen sinir ağlarından oluşmuş omurilik dediğimiz yapı. Hani şu filmlerde boynun arkasına, vururlar da insan oracıkta yığılıverir. Gerçi o kadar da kolay değil ama o bölgedeki omurilik soğanı veya omurilik üzerine sert bir şekilde vurulursa gerçekten bu hâdise gerçekleşebiliyor. Yani önemli bir yapı. Diyoruz ki, hayvanın başını kesim anında bedeninden ayırmayınız ve biraz bekleyiniz. Peki neden? Aslında daha sonra tekrar değineceğiz ama muhtemel sebebini şu şekilde açıklayabiliriz: Hayvanın başının bedenden ayrılmaması neticesinde insan için arka taraftaki, hayvan için üst taraftaki oluk tarzındaki kemikten kanal içindeki omurilik de kesilmemiş oluyor. Bu şekilde bir işlem ile beyin ve kalp arasında irtibat kesilmiyor. Hayvanın bazı yapıları kesilmiş olsa dahi beyin ölmediğinden kalbe emir verebilecektir: “Ey kalp, çalış ve kanı boşalt!” Kalp çalışmaya devam eder. Eğer kalbe bu sinyal gitmeseydi, kalp zaten çalışamayacaktı ve vücuttaki kanı boşaltamadığından kanlı et yiyecektik, daha doğrusu o eti yiyemeyecektik. Sıkı durun, bununla da bitmiyor. Yemek borusu, soluk borusu ve damarların hemen yanında boyunda bulunan bir sinir var. Başka bir sinir de az evvel anlattıgımız kemiktençatı içinde, yani oluk içinde gidiyor. Yemek borusuna yakın olan sinir, kalbi yavaşlatırken, oluk içinde giden sinir kalbi hızlandırıcı vazife yapıyor. Söz konusu bu iki sinir zıt faaliyetleri ile birbirlerinin tesirini kontrol altında tutmaktadır. Bunlardan biri olmazsa, kalp sadece diğerinin tesirinde kalarak, ya çok hızlı atacak veya atış hızı ve kasılma gücü çok azalarak kalp duracaktır. Allahu Zülcelal tarafından emredildiği tarzda hayvanın kesilmesi neticesinde diğer yapılar ile birlikte boyundaki sinir de kesilmekte ve bu sinirin kalbin üzerindeki yavaşlatıcı tesiri ortadan kalkmaktadır. Kesimi omuriliğe yani kemik yapıya kadar yaptığımız için, kanal içinde seyreden sinir daha sonra kesildiğinden, (Boyunu hemen koparmadığımız için hayvanda hemen beyin ölümü olmaz ve kalp çalışmaya devam eder.) kalbin çalışma gücü ve hızı artmaktadır. Böylece vücuttan daha fazla kan boşalmaktadır. Kesim faaliyetinde sinirler Allah’ın emrine uygun tarzda faaliyet göstermekte ve birinin vazifesi devam ederken diğerine ilahi emirle âdeta ‘dur’ 235 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi denilmekte, kalbin çalışma hızının artışına paralel olarak mümkün olan en fazla kan dışarı atılmış olmaktadır. Bu işleyiş ne kadar da güzel bir şekilde tasarlanmıştır! Kesim metotlarını kabaca 2 gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilki Türkiye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarda yaygın bir şekilde gerçekleştirilen (kanatlı hayvan kesimhaneleri hariç) bayıltma yapmadan (Türkiye’de bazı kesimhanelerde elektrikle şoklama olsa da) boğazlayarak hayvan kesimdir. Diğer kesim metodunda ise hayvan bayıltıldıktan, tabiri diğerle sersemleştirildikten sonra kesim yapılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin bazılarında ise sadece hayvanın boynunun her iki yanındaki damarlar kesilmekte, bıçak kalbe sokularak kanatma işlemi gerçekleştirilmektedir. İslâmi kesim ile uzaktan yakından alakası olmayan bu kesim modelindeki kalbe bıçak saplama fiilini birkaç yıl evvel, ne yazı ki Türkiye’deki kesimhanelerin birinde görmüştüm. Kasaplarımızın bu hususa azami dikkat etmesi ve boğazdan kesim sırasında ayrıca kalbe de bıçak saplamaması gerekmektedir. Aksi halde hem kesimin sıhhati bozulacak, hem de kanı vücuttan atmakla vazifelendirilmiş olan kalbin kan boşatıcı faaliyeti sonlandırılarak ette daha fazla kan kalacaktır. Bayıltarak hayvanların kesilmesinde ise farklı bayıltma şekilleri kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden bazıları hayvanın tekrar hareketlenmesine imkân sağlarken, bazıları ise hayvanının ya hemen ya da bir müddet sonra ölümüne sebep olmaktadır. Hayvan bayıltmada vazgeçemediklerimiz: Bayıltma tabancası, elektrikli şok Bay ıltmak bazı Avrupaülkelerinde kanun haline getirildi. Yani hayvanı bayıltmadan kesmek mümkün değil. Varsın onlar böyle yapmaya devam etsinler. Peki, ama bayıltma nasıl yapılıyor? Hayvan kesiminde değişik bayıltma metotları kullanılmaktadır. Bayıltma tekniklerinin nasıl uygulandığını ve kullanılan aletlerin neler olduğunu, tüketicilerin bilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bilgiler ve daha sonraki kısımlarda bayıltma metotlarının menfi taraflarının ve ilmi yönden sıkıntılarını gösteren açıklamaların, et tüketimi hususunda sizleri yönlendireceğini düşünüyoruz. Bayıltma metotları dört başlık altında toplanmaktadır. En sık görülen bayıltma tekniği, tabanca (bayıltmaya özel tabanca) veya elektrikle yapılan bayıltmadır. Aslına bakarsanız bunları ilk duyduğumda “Bunlar hayvana acı çektirmemek için mi yapılıyor, çok garip.” şeklinde bir düşünce geçmişti içimden. Kim bilir belki de aynı düşünceler sizin beyninizin ücra köşelerinden de geçmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de yediklerimizin hem helal hem de temiz olması istenmektedir. Helallik ve temizliğin çapı bir hayli genişletilebilir. Hayvanın helal para ile alınması, helal hususiyetteki yemle beslenmesi, kesim şartlarının, kesen kişinin ve kesilen yerin helalliği bozmayacak hüviyette olması yanında, hayvan refahının da, yani hayvana her türlü yapılacak muamelelerin de dinimizin istediği gibi olması gereklidir. Bu bakımdan okunulanların hayvan refahı kapsamında da değerlendirilmesi ve bayıltmaya ihtiyaç olup olmadığı analiz edilmelidir. Bayıltma masum gözükmüyor Bu metotların anestezi işlemi gerçekleştirmeden hayvan haklarına zıt ve âdeta işkence çektirir bir tarzda yapıldığını savunanlar bulunmaktadır. Uygulanmalarını müteakip bayılmamış hayvanlarda, kısmî felçlerin görülmesi ve acı hissedildiğine dair bazı iddiaların olması bu uygulamayı tartışmalı hâle getirmektedir. İlim adamları yüksek voltaj verilmesi hâlinde kemik kırıklarına rastlanıldığını, düşük voltaj ile hislerin kaybolmaksızın çırpınmaların oluştuğunu belirtmişlerdir. Hayvanların farklı büyüklük ve dirence sahip olması da metotlarının tatbik edilmesinde göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Çeşitli araştırmalarda, bayıltma metotlarında arzulanmayan hususların bulunduğu tespit edilmiştir. Yeni bir bayıltma işlemini gerektirebilecek yetersiz bayıltmalar, hayvan uyanıkken ortaya çıkan kısmi felçler, kafatası kırıkları, beyin hasarı ve 236 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sterilizasyonunun bozulması, kanamalar, kanın damar dışına çıkması sebebiyle ette kanama, işlemin uygulanmasını müteakip hayvanın yere düşmesi neticesinde yaralanma ve ölümler, arzulanmayan hâdiselerden bazılarıdır. Bazı araştırmacılar, sinir sisteminin merkezi olan beynin bu tarz bir teknikle tahrip edilmesinin, ağrıları azaltmadığını, aksine artırdığını belirtmektedir. Texas A&M Üniversitesi ve Kanada Gıda İzleme Ajansı’ndaki bağımsız araştırmacılar, tabanca ile bayıltma metodunun tatbik edilmesi neticesinde deli dana hastalığının görülme sıklığının arttığını tespit etmişlerdir. En fazla kan boşalması hayvanı şuurlu iken olur Bu kısımda anlatacaklarımız gerçekten önemli. Beyin ile kalp arasındaki yardımlaşmanın önemi, aralarındaki dostluğun ve bağlantının kopması veya zayıflamasının meydana getireceği sıkıntılar aktaracaklarımız arasında. Zira hayvanın çırpınmasını hayvanın acı çekmesine yorumlayan insanlara da, aktaracaklarımız cevap niteliğinde olacaktır. Hayır, hayvan büyük bir ihtimalle acı çekmiyor diyoruz. Hayvanın acı çekmediğine dair ilmi kaynağı da gözler önüne sereceğiz. Şimdi kalp ile başlayalım isterseniz. Kesim anında ne oluyor? Vücuttan boğazdan kan çıkıyor ve vücuttaki organlar kansız kalıyor. Kalpten vücudun bütün dokularına (etraf doku, yani kalbin etrafındaki, vücuda yayılmış olan dokular, organlar, çevredeki her yer olarak düşünün) gönderilen kan miktarı azalıyor. Etraftaki dokulardan ise beyne şikâyet gidiyor. Yani ayak, böbrek, dalak, sırt yani tüm vücut beyne sinyal gönderiyor. “Yahu beyin kardeş, kan gelmiyor artık, ben beslenemiyorum, yap yapacağını, kalbe kız.” Beyin böyle bir durumda vakit kaybetmeden kalbe emir verir: “Hey kalp, etraftaki dokulardan ve organlardan şikâyet var, kan gitmiyormuş, düzgün çalış!” Kalp bu emir üzerine daha da sıkı çalışmaya başlar, daha fazla çalışıp etraf dokuya kan gönderme gayretine girer, ama gönderdiği kan sürekli kesilmiş olan boğaz bölgesinden dışarı çıkar. Tabi ki bu sayede kalp etraftan daha da fazla kan emmeye başlar. Böylelikle bırakınız etraftaki dokuya kan gitmesini, etraftaki organ ve dokular kandan daha da temizlenmiş olur. Boyun kesildiğinden ve kan da sürekli dışarı çıktığından kalp çarpsa dahi etrafa kan gitmez. Fakat etraf dokudan beyne sürekli “E hadi kan gelmedi.” tarzında sinyaller gider ve beyinden de kalbe sürekli “Bana kızıyorlar düzgün çalış gönder şu kanı artık!”’ tarzında emirler gelir. Bu fasit daire hayvanın ölümüne kadar devam eder. Işte bu gidip gelen sinyaller-emirler, beyin, beyin sapı, boyundaki kemikçatı içinde ilerleyen omurilik ve sinirler üzerinden kalbe ve etraf dokuya gidip gelmektedir. Bu yüzden bu yapıların, yani omurga içindeki omuriliğin muhafaza edilmesi ve sağlam kalması bir hayli mühimdir. Dolayısıyla boğazdan kesme sırasında neredeyse son kandamlası boğazdaki kesik ağzından akmadan omurga kesilmemeli, omuriliğin bütünlüğü bozulmamalıdır. Ne zaman ki damarlardan kan çıkışının durduğu aşikâr olarak görülür, işte o vakit baş gövdeden tam olarak ayrılabilir. Maalesef ülkemizde bu hususun ihmal edildiği görülmektedir. Işte şimdi şu soruyu sormak gerekir: Peygamber Efendimiz şu şekilde söylemeyi bilmiyor muydu: “Boğazdan bıçakla o şekilde kesmenize gerek yok, yatırın hayvanı yere, bir kılıç darbesiyle kesin başını.” Elbette Rahmet Peygamberinin bunu söylemesi beklenemez. Demek böyle bir uygulama sakıncalı görülmüş ki, hemen herkesin kılıcı olmasına ve bunu savaşlarda maharetle kullanmasına karşılık hayvanı yere yatırıp da kimse başını bir hamlede ayırmamış. Böyle bir işe girişmemelerinin sebebi, omurilik ve beyin sapının tıbbi ehemmiyetine dair anlatılan hikmetler olabilir. Kesim an ında kasılma veçırpınmalar akan kan miktarını artırıyor 237 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sakın kan damarlarının sadece kafa, karın, baldır gibi bölgelerde yoğunlaştığını zannetmeyin. Her tarafta ama her tarafta incecik, kılcal damar adını verdiğimiz damar ağcıkları söz konusu. Bunu pamuk şekere benzetebilirsiniz. Mesela bacaklarda, ayaklarda pamuk şekere benzer biçimde kan damar ağlarının var olduğunu biliniz. İnsanda da takriben 30 milyar kadar kılcal damar dediğimiz ince damarların bulunduğunu, damarların uzunluğunun takriben 120.000 kilometrelere kadar uzandığını, tabiri diğerle dünyayı 3 kez dolaşabilecek uzunluğa eriştiğini, hepsinin de yaratılış gayelerine uygun olarak hücrelerin besin maddesi ve oksijen ihtiyacının karşılanmasında vazife yaptığını hatırlatalım. Hayvanda da mesele benzerlik göstermektedir. Etin yenebilmesi, tabiri digerle helal olabilmesi için hayvan öyle şartlarda kesilmelidir ki bu kadar damar ve küçücük damarcıkların içinden kan büyük nispette dışarı çıkartılabilsin. Peki, bu nasıl mümkün olacaktır? Bu soruyu cevaplamadan evvel damarların çalışma tertibiyle alakalı bir takım bilgileri de bilmemiz gerekiyor. Şu soru, geldiğimiz bu noktada önem kazanmaktadır: “Kalp atardamar kanını her yere gitmesi için pompalıyor, yani bir itici güç unsuru olarak görev alıyor, fakat ayağımızda parmak ucuna kadar gitmiş olan kan kalbe tekrar nasıl geri dönüyor?’ Kalbin bir emiş gücü olduğunu yukarda anlatmıştık. Fakat bu emme gücü çok sınırlı olan bir güçtür. Tüm dokulara, tam olarak yansımamaktadır. Kaldı ki şöyle bir durum da vardır. Yere koyduğumuz bir bardak suya, biz yanı başında ayakta durarak seslenip, ‘haydi yukarı doğru ak ve ağzıma gir!’ desek, su bunu dinler mi? Suyun yer çekimine zıt bir yönde yerdeki bardaktan ağzımıza doğru gelmesi mümkün müdür? Hele ki yerde veya o bardakta itici bir güç yok iken. O halde ayağımızda veya bacağımızda kalp gibi bir pompa yok iken nasıl oluyor da ayağımıza inmiş olan kan tekrar yukarı çıkabiliyor? Bacağımızdaki kanın aşağıdan yukarı gönderilmesinde asıl vazifeyi yapan nedir? Bacaklarımıza ve kollarımıza giden kanın tekrar kalbimize geri dönmesini sağlayan asıl unsur kaslara yüklenen vazifelerdir. İskelet kaslarının, yani ayak ve bacaklardaki kasların, isteğimize bağlı hareket ettirilmesi sebebiyle kasılıp gevşemeleri, onların içinde yer alan damar yapılarına dışarıdan bir pompa etkisi oluşturur ve kan geriye pompalanır. Dikkat buyurunuz. İşte bu sebeple iskelet kaslarının tam olarak fonksiyonel olmaları, yani kasılabilmeleri çok mühimdir. Aksi halde doku içindeki kan atılamaz. Yani kaslara sinirler yoluyla uyarı gitmiyorsa, beyin “Haydi kas kardeş kasıl, çırpın, titre ve içindeki kan damarlarına basınç uygula ki kan kalbe geri dönsün.” demedikçe kanın boşaltılması mümkün olmayacaktır. Bunun pratik misallerini günlük yaşantınızdan da bilebilirsiniz. Öğretmenlerin ve trafik polislerinin ayakta çok beklemesi neticesinde bacaklarının ve ayaklarının şişmesine şahit olmuşsunuzdur. Aynı şekilde felç kaldığı için kol ve bacaklarını kullanamayanların kol ve bacaklarında ödem, yani şişlik oluştuğunu görürsünüz. Çünkü ayak ve bacaklar hareketsizdir. Atletlerin bacaklarının ise kaslı ve ince olmasını aşırı harekete bağlayabilirsiniz. Tabiatıyla bacak ve kol kaslarının kasılması ve ‘kasılabilir’ halde olması çok önemlidir. İşte bu sebeple başlıkta da belirttiğimiz gibi, bir iskelet kasının vazife yapabilmesi için hayvanın emir verebilecek şekilde şuurlu ve uyanık olması şarttır. Akabinde, o kasın emir alabilecek nitelikte olması, hissizlik veya felç gibi bir durumun olmaması gereklidir. İskelet kaslarının kasılması ile kanın dönüşünün ancak mümkün olduğu gerçeği bacakta kanın birikmesini ve şişmeyi önlemesi anlamında öyle mühim bir husustur ki, bazı hastalıklar için bu kasları dışarıdan bir uyarıyla tetiklemek ve kasılmasına vesile olarak şişliği azaltmak üzere bir takım cihazlar dahi üretilmiştir. Hayvanların karın, sırt, bel, göğüs kafesindeki kaslar da, aynı bacak ve kol kasları hükmündedirler. Yani bu belirtilen kaslar da çizgili iskelet kaslarıdır. Yani, kasılmaları o bölgede kan birikimini önler, kan dolaşımına faydalı olur. Tabiatıyla kasılabilmeleri için, hayvanın tamamen uyanık ve şuurlu olması gereklidir. 238 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hülasa, bayıltma sebebiyle hayvanın şok tablosuna girmesi veya hissiz kalması beynin emir verme gücünü azaltacak veya yok edecek, sinir uyarıları kesilebilecek, çırpınmalar azalacak ve buna bağlı boğaz bölgesinden akan kan miktarı azalabilecektir. Elektrikle şoklamak kalbi durdurabilir Elektrikli bir ev aletinize, mesela çamaşır makinenize, şebekeden bir anda yüksek akım gelecek olursa makinenizin devreleri yanar ve makineniz fonksiyon dışı kalır. Eğer açıp bakarsanız, çoğu beyaz eşya ile elektronik malzemelerin kullanıcı rehberlerinde, bu şekilde şebekeden kaynaklanan yüksek akımlara bağlı makinenin devrelerinin yanması ve cihazın fonksiyon dışı kalması durumu garanti kapsamı dışındadır. Yani üretici firma size o makineden bir tane daha vermez, bu hatayı üstlenmez. Kalp; aklı, şuuru ve mühendislik hesaplarına vâkıf bir ilmi olmayan ve elektrik akımları ile çalıştırılan enteresan bir organdır. Allah’ın bütün vücudumuzda sergilediği bu muhteşem, mucizevî, ayrıca bir o kadar da insana aciz olduğunu hissettiren kompleks damar sistemi ve kalb pompası, tefekkür ufkumuzu genişletici bir tarzda çalışmaktadır. Kalbi, hayvanın ölümünden sonra dışarı çıkartıp masaya koysanız dahi kalp atışlarının devam ettiğini görürsünüz. İşte bu, kalbin içinde üretilebilen elektrik sinyalleri ile gerçekleşmektedir. Fakat vücuda uygulanacak elektrik akımının kalbin bu elektrik düzeni kesintiye uğratma ve hayvanı öldürme durumu söz konusudur. Yani elektrik akımı uygulanması sebebiyle gelişecek ritim düzensizliğiyle, boğazlanıp kanının akıtılmasına fırsat kalmadan dahi hayvan ölebilir. Aynı yüksek akım sebebiyle bozulan elektronik eşyanın garanti kapsamı dışında kalması gibi bu şekilde ölen fakat bilerek veya bilmeyerek kesilen hayvan da garanti kapsamı dışında kalır ve etinin yenilmesi de haram olur. Işletme sahiplerinin pürüzsüz bir vicdan ile bu hayvanın etini yenmemek üzere ayıracağına inanmak ne kadar doğrudur? Aynı şekilde o işletmede asgari ücretle çalışan ve verdiği elektrik şok ile elinin altında daha boğazlanmadan ölen hayvanı, o personel işverenine bildirebilecek midir? İşten atılmak korkusunu yenip de bunları söyleyebilecek midir, o söylese de işveren umursayacak mıdır? Tabi bu büyük hayvanların elektrik şok ile kesilmesinde daha barizdir. Kanatlı hayvan kesimhanelerinde ise ne yazık ki sistem o kadar hızlı ki, kasapların hayvanın ölüp ölmediğini incelemeleri için vakit bulunmamaktadır. Zaten kesim işlemi dahi zor şartlarda yetiştirilebilmektedir veya en azından kesilmeyen hayvan kalmamasına gayret edilmektedir. Dolay ısıyla, kalbinçalışmasını sekteye uğratacak her hangi bir işlemi çok kolay bir şekilde kabul etmek doğru olmayabilir. Yani hayvanın şuurlu olması ve elektrik şok ile ölmüş olmaması gereklidir. Bir diğer mesele de beyin-kalp ve etraftaki doku arasında gidip gelen sinyaller ile kalbin çalışmasını, performansını arttırması durumuyla ilgilidir. Hayvan tabancalı bayıltma ve elektroşok gibi yöntemlerle bayıltıldığında sinyal iletimini sağlayan bu mekanizmalar da yavaşlayacak ve kalbin performansı olumsuz etkilenecektir. Elektrik akımı ile bayıltma metoduna dair diger olumsuzluklar; stres, kan basıncında artış, kılcal damarların geçirgenliğinde artış, diyafram, karın, bel ile ön ve arka ekstremite etlerinde nokta şeklinde kanamalara bağlı et kalitesinde bozulmalardır. Kesim anında hayvan acı hisseder mi? Bay ıltma metodunu tercih edenler, hayvanınçektiği acıyı azaltma maksadıyla bunu yaptıklarını belirtmektedir. Bununla birlikte bazı ilim adamları, kesim sırasında hayvandaki hareketlerin, kan kaybeden kasların kasılması ve gevşemesi sebebiyle 239 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi gerçekleştiğini, bu durumun ise beyin hücrelerine giden oksijen miktarındaki azalmadan kaynaklandığını dile getirmektedir. Üzüldüğümüz bir nokta şudur ki hayvanın acı çekip çekmediğini belirleyen ilmi çalışma çok fazla değildir, var olan çalışmalar ise ayrıntılı bir şekilde yürütülmemiştir. Fikir çilesi çeken Müslüman araştırmacıların bayıltmalı ve bayıltmasız kesimlerin karşılaştırıldığı çalışmaları yapması bir hayli önemlidir. Vücuttan atılan kan miktarının, kandaki biyokimyevi madde miktarlarının (mesela tam kan analizi, adrenalin, serotonin, kortizon vb.), kesilen hayvanın etindeki mikroorganizma sayısının, etin renginin ve etteki histolojik değişmelerin, etin raf ömrünün, besmeleli ve besmelesiz kesimin neticelerinin belirlenmesi (her ne kadar ilahi emirlerin hikmetlerini bu çalışmalar ile tam olarak belirleyemeyebilecek olsak dahi) manidar olacaktır. Bu tür çalışmaların veteriner hekimler, tabipler, eczacılar, biyologlar, kimyagerler ve ilahiyatçıların müşterek çalışmaları ve projeleri ile yürütülmemesi büyük eksikliktir. Daha önce de kısmen bahsetmiştik. Genel kabul gören bir kaide olarak hızlı ve keskin bir cisimle vücudun herhangi bir yerindeki kesik şiddetli bir acıya sebep olmaz. Elbette kesilen sahadaki sensörik (yani hissetmekle vazifelendirilmiş sinirler) sinir yumağının fazla veya az olması neticeyi değiştirebilir. Mesela parmağımızı bir bıçak kestiğinde şiddetli bir ağrı duymayız. Fakat ezilme, çarpma gibi siniri birden kesen değil de sinire baskının devamlı olduğu durumlarda ağrı şiddetli olur. Ama hayvan boğazında hadiste de rivayet edildiği gibi ‘keskin bir bıçakla, hızlı bir şekilde’ kesim işlemi tatbik edildiğinden ağrı hissinin şiddetli olmaması ihtimali yüksektir. Veteriner Hekimliğin Anatomi dalında uzmanlık yapmış olan bir öğretim üyesi ile gerçekleşen istişarede de sinirin dik ve hızlı bir şekilde kesilmesinin belirgin bir ağrıya sebep olmayacağı yönünde görüş belirtilmiştir. Mesela Rufaî tarikatına mensup olanlar vücutlarına şiş ve kılıç batırmalarına rağmen acıyı hissetmemektedirler. Benzer hadise boğaz için de düşünülebilir. Bayıltmanın ise anlık şiddetli ağrıya sebep olduğu aşağıda anlatılan ki çalışmalardan da anlaşılacaktır. Evvela sınırlı sayıdaki araştırmalardan biri olan aşağıdaki çalışmayı gözden geçirelim. Almanya’da Hannover Veteriner Fakültesi’nde Prof. Wilhelm Schulze başkanlığında bir heyet tarafından, koyun ve sığırların bayıltılarak ve bayıltılmadan kesilmesi esnasında oluşacak ağrının EEG (Elektro ensefalograf) ile, kalpteki değişimlerin de ECG (Elektrokardiyogram) ile ölçümüne dayalı ilmî bir araştırma gerçekleştiriliyor. Bazı hayvanlar bayıltılarak, bazıları ise bayıltmadan kesiliyor. Sonuç iddia edilenin aksi yönde. Çalışma neticesinde bayıltmadan bıçakla kesimin daha az ağrılı olduğu tespit ediliyor. Bayıltmadan kesim işlemini sonunda kayıtlardan hızlı bir şekilde kan kaybına bağlı olarak hayvanın hissiz kaldığı tespit edilmiştir. Kesim işlemini müteakip altı saniye sonra ise, EEG’nin sıfır seviyesine indiği, yani hayvanın hiç ağrı çekmediği tespit edilmiştir. Tabanca ile bayıltma işleminde hayvanlar net bir hissizlik ve hareketsizlik sergilerken, EEG kayıtlarından bayıltmayı müteakip süratli bir şekilde şiddetli bir ağrının varlığı tespit edilmiştir. Bayıltma işleminde bayıltmasız kesime göre kalp atışlarının daha önce durması en önemli sonuç olarak gözüküyor. Kalp erken durursa atılan kan miktarı bildiğiniz gibi azalıyor. Beklediğimiz bir sonuç daha. Bayıltılarak yapılan kesimde ette kalan kan miktarı daha fazla olduğundan, etin daha az hijyenik olduğu görülüyor. Baz ıçalışmalar hayvanın acı çektiğini gösterirken, aksine bu ve buna benzer pek çok çalışma ise hayvanın acı çekmediğini, kesim anındaki kas hareketlerinin daha başka sebeplerden kaynaklandığını ve daha evvel de anlattığımız gibi kasılmalar ile bacak hareketlerinin kesinlikle olması gerektiğini göstermektedir. Hem hayvan hem de insan vücuduna hikmetsiz hiçbir şey bina edilmemiştir. 240 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Kesim sebebiyle hayvanlara acıdıgını söyleyenlerin telaşlanmalarına lüzum yok. Çünkü çok merhametli olan Yaratıcıları, mazi ve müstakbeli onlara kapatınca, mezbaha önünde bile fazla telaş edemiyorlar. Rahmet o kadar sınırlandırılamayan, sonsuz bir rahmet ki, Allah, onları mühim ve lezzetli rızıklar olarak vazifelendirirken çok ızdırap çekmemeleri için de uygun bir yapı bahşetmiştir diye düşünüyoruz. “Hayvan acı duymaktadır veya ben hayvan kesimine karşıyım.” şeklinde serzenişlerde bulunanların farzı muhal hayvan acı çekiyor olsa dahi- sükût içinde bulunmaları esastır. Zira kurban veya hayvan kesme meselesi İslâm dininin bir gereği, Allah’ın bir emridir. Bu sebeple Hakk’ın hatırı âlidir ve hiç bir hatıra feda edilmez. Şahsen ben de, Allah’ı tanımayan, verilen nimetlerle ilgili realiteyi idrak edip şükredemeyen, her şeyin hakikatini vahyin doğru olan bakışıyla değerlendiremeyen sözde bir ilim adamı olmaktansa (kesinlikle Allah’ın sevgili bir kulu olmak her şeyden ötedir, üstündür), sâfi bir koyun olmaya razıyım. Bir koyun, bir kuzu olsam, bir an acı çekmek de olsa Allah rızası doğrultusunda kesilip doğru dürüst bir mertebeye çıkmayı canı gönülden isterdim. Kasaplık enstitülerinin veya programlarının kurulması kaçınılmaz gözüküyor Yukarıda anlatılanlara ilave olarak büyükbaş veya küçükbaş hayvan kesimhane sahiplerinin de aynı hassasiyete sahip olmaları kaçınılmazdır. Kasapların eğitilmeleri, kasap sayısını artırılması, dinî vecibeleri yönünden hassas, kabiliyetli, kesim şartlarını eksiksiz bilen tabiri caizse ‘ısmarlama kasaplar’ın istihdamı kendileri için olduğu kadar, kestikleri eti tüketen insanlar için de daha hayırlı olacaktır. Kesinlikle 2 yıllık bir kasaplık enstitüsü veya kasaplık programının Yüksek Öğretim Kurumu bünyesinde kurulmasını, 1 yıllık eğitiminin dinî ve fen bilimleri ile yoğunlaştırmış teorik dersleri, 1 yıllık sürenin ise Türkiye’nin farklı tip kesimhanelerinde kesim faaliyetlerini gerçekleştirecekleri rotasyonel uygulama dönemi, olmasını şiddetle talep ediyoruz. Elbette başarılı mezunların istihdamında kolaylık sağlanmalı ve maaşları tatmin edici miktarda olmalıdır. Yüksekokullar bünyesinde değil de İlahiyat Fakülteleri içinde kurulması gerekli olan bu programlara dâhil edilecek öğrenciler veya ‘istekliler’ için yapılacak sınav ayrı tutulmalı, sınavda dini hassasiyetlerin değerlendirildiği sorular öncelikli ve fazla sayıda olmalıdır. Sadece kurban döneminde ücretli ve kısa dönemlerde eğitim alan kasap yetiştiriciliği kurslarını biraz zayıf buluyoruz. 241 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ağız ve Diş Sağlığının Önemi Dr. Hayriye Deniz Kasırga Diş Hekimi 242 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -1İNSANOĞLUNUN YAPABİLDİĞİ EN GÜZEL ŞEYLERDEN BİRİ “GÜLÜMSEMEK”… -2“LOGO ”SU BİLE GÜZEL… 243 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -3EN SEVİMLİSİ DE BU.… -4BAZEN GÖKLER DE GÜLÜMSER… 244 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -5- -6NE DERS İNİZ, ACABA BİRÖĞRETMEN Mİ BU KEDİCİK? 245 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -7“GÜLÜMSEME” IRK AYIRIMI DA YAPMIYOR… -8“VERECEK BİR GÜLÜN YOKSA, GÜLÜVER…” 246 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -9- -10D İNİMİZ “AĞIZ VE DİŞ TEMİZLİĞİ” NE DEÇOK ÖNEM VERMİŞTİR. Peygamber Efendimiz (sav) ; “Haya duygusu, Güzel koku sürünmek, Ve, misvak kullanmak, Geçmiş bütün peygamberlerin sünnetidir.” buyurmuşlardır. (Tirmizi, Müsned) -11- 247 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -12Dişler ve diş etlerindeki hastalıkların doğrudan bakteriler tarafından meydana getirildiğini biliyoruz. Ağızda da sayıları milyarları bulan tam “22 çeşit bakteri” vardır. Dikkat ediniz bunlar 22 tane değil, 22 çeşittir. Ağızdan hiçbir zaman eksik olmaz ve ağız içi temizliği azaldıkça veya ağız içindeki gıda artıkları arttıkça, iyice azmakta, güçlenmektedirler. Daha sonra da tıpkı bir parazit gibi dişlerin üzerine yapışıp, buralarda yaşamaya başlarlar. Dişler temizlenmezse, dişe yapışık duran bakteriler salgıladıkları asitlerle dişleri ve dişi kemiğe bağlayan lifleri eritip, tahrip etmeye başlarlar. Daha sonra da dişin eriyen mine tabakasından içeriye girerek organik kısımları yemeğe başlarlar. Böylece çürük dediğimiz hadise meydana gelir. Yine, dişi kemiğe bağlayan lifler de eritildiği için dişler sallanmaya başlar. -13- -14Batı, ilk diş fırçasını 1780 yılından itibaren İngiltere’de kullanmaya başlamıştır. O zamanlar fırça domuz kılından, sapları da koyunların ayak kemiklerinden yapılmaktaydı. Daha sonraları plastik sap ve naylon kıl uygulamasına geçilmiştir. İşte batı medeniyetinin 235 yıl gibi kısa bir süre önce kullanmaya başladığı diş fırçasına bakılırsa bu konuda İslam medeniyetinin ne kadar önde olduğu anlaşılır. Hz. Muhammed (sav) 1400 yıl önce: “Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilsem beş vakit namazdan önce misvak kullanmayı emrederdim” buyurmuştur. Buna ilave olarak, namaz öncesi abdest sırasında, ağzın yıkanması ve parmakla dişlerin ovulması da yine İslam’ın ağız temizliğine verdiği önemi göstermektedir. 248 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -15 Mikroplarla ilgili hiçbir şeyin bilinmediği, salgın hastalıkların insanları kavurduğu çağda Peygamberimiz (sav), abdest ve misvak ile muazzam bir hijyen prensibi ortaya koymuştur. Peygamberimiz (sav): a) Ağız temizlenmelidir. b) Ağız, misvak ve abdest ile temizlenmelidir, kaidelerini getiriyordu. İşte bu kaide diş hekimliğinin temelidir. Avrupa bu kaideyi on bir asır sonra .bulmuştur -16Tek kelime ile “MUCİZE..…” Sözlükte “bir şeyi ovmak” anlamına gelen “sivak” kelimesinden türeyen misvak,dişlerin temizlenmesinde kullanılmak üzere, “ERAK” ağacının dallarından elde edilen çubuk parçasının adıdır. 249 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -17ERAK AĞACI 250 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -18- -19“Bitkinin bol lifli dalları , yetiştiği yörelerde diş fırçası yerine kullanılır. Misvak adı verilen bu dalların temizleyici etkisi , liflerin sürtünmesinden olduğu kadar, bileşiminde bulunan antiseptik ve temizleyici özellikteki maddelerden de kaynaklanır. Misvağın temizleme fonksiyonu hem fiziksel hem de kimyasal yolladır.” (Ana Britanica Ansiklopedisi 16. Cilt…) Macunu içinde mükemmel bir diş fırçası….. -20 Bu öyle bir fırça ki, plastikten değil, bir ağacın dallarından yapılıyor. Ayrıca diş macunuyla kullanılmıyor çünkü ağacın içinden doğal olarak çıkan bir öz var. Bu aynı zamanda çevre dostu bir diş fırçası. Ne plastik harcanıyor, ne kimyasal katkı maddeleri, ne de alüminyum macun tüpleri. Ekonomik, bütün diş fırçalarından daha ucuz. En önemlisi, çok da sağlıklı… Bu mucizevi diş fırçasının adı misvak. Misvak, Hz. Muhammed’in ağız ve vücut sağlığı için devamlı kullanılmasını tavsiye ettiği şifalı bitkiler arasında. 251 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -21B U DA TEKNİK OLANI -22- -23Çok kısa bir süre öncesine kadar dişlerin insan sağlığındaki yerini tıp bilmiyordu. Hastalıklar sadece problemin olduğu yerde aranıyordu. Bugün yapılan araştırmalar, diş ve diş etinde yerleşen bakterilerden dolayı birçok hastalığın meydana geldiğini ortaya koymuştur. Halk arasında pek yaygın olarak bilinen ve “beta” diye adlandırılan bakterilerin yuvası, diş çürükleri ve diş eti iltihaplarıdır. Bu bakteriler, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarından akut eklem romatizmasına kadar birçok hastalığın sebebidir. Yine kalpte oluşan myocarditis sebebi bu bakterilerdir. Di şçürükleri ve buralarda yaşayan bakterilerin; böbrek yetmezliklerine, , bazı genel vücut kaşıntıları ile göz ve kulak hastalıklarına sebep olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, daha birçok hastalığın kapısı da yine dişler ve ağızdır. İşte Peygamberimiz (sav) diş ve ağız sağlığınınönemine tam 1400 yıl önce işaret edip bizlere rehber olmuştur. Biz Müslümanlar bu gerçekleri bilmeden önce de iman edip misvağı kullandık. Bugünün bilgileri ise bu gerçeği doğrulamaktadır. Nitekim en iyi tefsir olan zaman, birçok İslam hükümlerinin doğruluğunu ispat etmekte, bizler de buna şahit olmaktayız. 252 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -24A ğız, mikropların ençok bulaştığı yerdir. Diş çürükleri ve iltihaplanmaların, bademcik, sinüzit, romatizma, kalp, böbrek, bağırsak, safra kesesi ve sindirim hastalıklarına sebep olduğu bilinmektedir. Bunun önlenmesi için ağız ve dişlerin temiz tutulması gerekir. Misvak, tabiî olduğu ve bazı kimyevî maddeler ihtivâ ettiği için diş fırçasından üstün özellikler taşımaktadır. Misva:ğın faydaları Selülozun fizikî etkisi dişleri temizler. Uçucu yağlar ve selüloz dişleri beyazlatır. Kokulu reçine ihtiva ettiği için nefesin güzel kokmasını sağlar. NaCl ve KCl’ün ödemi dışarı çekmesi, diş eti iltihaplarını iyileştirir. Uçucu yağlar kabızlığı giderir. Psikolojik etkileriyle siniri teskin eder. İştahı açar. Kaynatılarak suyunun içilmesinin basur hastalığına iyi geldiği tesbit edilmiştir. Ayrıca misvağın, hazmı kolaylaştırıcı, gözü kuvvetlendirici ve baş ağrılarını sakinleştirici özellikleri de vardır.” -25AGIZ ve DİŞ SAĞLIĞINA DİKKAT ETMEZSENİZ…. 253 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -26- -27- 254 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -28- -29- -30- 255 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -31SONUÇTA DİŞLERİNİZİ KAYBEDERSİNİZ… -32AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINIZA GEREKEN ÖNEMİ VERİRSENİZ….. -33Misvak baziktir ,bile şiminde bulunan sodyum bikarbonat ile mikropların çıkardığı asitleri tahrip eder. Ancak diş macunları, ileri derecede, yani ağız içindeki dengeyi bozacak ölçüde baziktir. Bu nedenle zarar verici olabilir. Misvaktaki bazik ortam ise iltihapta artan asit ortamı nötralize ederek dişi ve dişetini korumaktadır. Misvak özsuyu içinde bulunan sodyum bikarbonat dişleri temizler. Piyasada bulunan diş temizliğinde kullanılan sodyum bikarbonat granülleri fazla iri tanecikli olduğu için dişleri çizer, fakat misvağın içindeki tanecikler gözle görülemeyecek kadar ince parçacıklardır. 256 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Misvak ağacının yapraklarında ve köklerinde sıtma mikrobunu ortadan kaldıran maddeler de bulunmaktadır. 48 saat süreyle mantarları öldürme özelliği vardır. Misvaktaki selüloz dişleri temizleme özelliğine sahiptir. Kokulu reçine içerdiği için nefesin güzel kokmasını sağlar. İçerdiği sodyum klorür ve potasyum klorür ödemi dışarı çekerek diş eti iltihaplarını iyileştirir. İçindeki uçucu yağlar iştah açar, siniri teskin eder, strese bağlı gelişen ülseri önlemede etkilidir. -34 Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uykudan ve namazdan önce muhakkak misvak kullanmış ve bunu ümmetine de tavsiye etmiştir. Çünkü misvak; Her şeydenönce iyi bir antiseptiktir. A.ğız kokusunu giderir Di şçürümelerini önler. Diş etlerini güçlendirir. Sürekli kullanımda diş eti kanamalarını sonlandırır. Balgam.ı bertaraf eder A ğız kuruluğunuönleyerek akıcı konuşmayı sağlar. Misvak ya.ğı eklem ağrılarına karşı faydalıdır Misvak tohumu mide kuvvetlendiricidir. Sürekli kullanımda hem sesi hem de cildi güzelleştirme özelliği vardır. Bir sünnet-i seniyyeyi ihya ettiğimiz için amellerimiz de sevaplarımızı artırır. 257 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -35 Resulullah ın (sallallahu aleyhi ve sellem)’ümmetine misvak ile ilgili tavsiyelerini paylaşalım: Oruç tutanlar sabahları misvak kullansınlar, akşama doğru kullanmasınlar çünkü iftarda iki dudağı kurumuş olan kimsenin kurumuş ağzı kıyamet gününde nur olacaktır. Ağızlarınız Kur’an’ın geçtiği yollardır. O yolları misvakla temizleyiniz. Misvak kullanmak için Cebrail’den (as) o kadar çok telkin aldım ki bu mevzuda bir vahiy gönderileceğini zannettim. Ümmetimi zorlamayacağına inansaydım, onlara her abdest alışlarında misvak kullanmalarını emrederdim. Hz. Ayşe validemiz (r.anha) şöyle rivayet eder: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) eve girdiği zaman ilk iş olarak dişlerini misvakla temizlerdi. -36 Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni başladığı tedavi usullerini, İslamiyet 14 asır önce öğretmiştir. Diş sağlığına büyük bir fayda temin eden misvak, gayet basit ve en iyi diş temizleme vasıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak çok faydalıdır. Larousse İllustre Medical isimli tıp kitabında diyor ki: (Bütün diş macunları ve tozları, dişlere zarar verir. En iyisi, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz.) Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vasıta misvaktır. Diş macunları, ağızdaki faydalı ve zararlı bütün mikropları öldürürken, misvak sadece zararlı mikropları öldürür. -37 Hadis-i :şeriflerde buyuruldu ki (Misvak kullanarak k ılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 katüstündür.) [İ. Neccar] (Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat 258 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allahü teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.)[Ebu Nuaym] Peygamber efendimiz, her zaman yanında ayna, tarak ve misvak taşırdı. Ashab-ı kiram, savaşlarda bile misvaklarını kullanmayı ihmal etmezlerdi. Misvağı, dişler sararınca, ağzın kokusu değişince, uykudan uyanınca, namaza kalkınca, eve girince, toplantılara giderken, Kur’an okumaya başlarken ve bir de abdest alırken kullanmak müstehabdır. -38DİŞLERİNİZLE İLGİLİ PROBLEM YAŞAMAK İSTEMİYORSANIZ… -39DİŞLERİNİZİ MUNTAZAM OLARAK FIÇALAYINIZ VE MİSVAK KULLANINIZ. 259 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -40- -41SENEDE BİR KEZ, MUTLAKA DİŞ HEKİMİNİZE MUAYENE OLUNUZ. -42ŞEKERLİ YİYECEKLERE DİKKAT EDİNİZ VE DİŞLERİNİZİ KORUYUNUZ. 260 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -43AĞIZ KOKUSUNDAN KORUNMAK İÇİN GÜNDE BİR ELMA YİYİN. -44VE LÜTFEN UNUTMAYINIZ:GÜLÜMSEMEK, “SADAKA” DIR!... 261 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -45IŞIL IŞIL BİR GÜLÜMSEME İLE ETRAFINIZA NEŞE, KEYİF VE ENERJİ SAÇMANIZ DUASIYLA….. 262 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 263 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi TIBBİ HADİSLERİN DEĞERİ ve HASTALIKLAR 264 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 265 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Tıbb-ı Nebevî ve Sağlığın Korunması Açısından Kişisel Bakım Prof. Dr. Adem DÖLEK Erzincan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Islâm’ın dünyaya ve dünyalılara gönderilmesinin yegâne sebebi, insana hem dünyevî hem de uhrevî mutluluğunun kazandırılmasıdır. Çünkü “Yapan bilir, öyle ise bilen konuşur” ifadesinde olduğu gibi, insanı en iyi bilen onu yaratan Allah’tır ve onun hakkında da en doğru söz sahibi yine Allah’tır. İnsan, Allah’ın antika ve mahlûkat içerinde en şerefli ve değerli olarak yarattığı üstün bir varlıktır. Bu güzelliğin ve şerefin korunması da ancak ve ancak onun sahibi olan Allah’ın, Peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kılavuz ve onun uygulaması olan sünnet ile olmaktadır. Islâm, insan sağlığına özellikle de hastalanmadan önce sağlığın korumasına çok büyük önem vermiş ve bu hususta sağlığın korunması için çok önemli tedbirler sunmuştur. İnsan sağlığının korunması da beden, ruh ve çevre sağlığının korunmasına bağlıdır. Dünya Sağlık Örgütünün tarifine göre de: “Sağlık sadece hasta veya sakat olmamak değil, bedenen ve ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir”. Böylece ferdin sağlıklı yaşayabilmesi için bedenin, rûhun ve çevrenin, sağlığı bozacak etkenlerden korunması ve temiz tutulması gerekir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in, saglıgın korunması için getirdiği prensipler ve herhangi bir sebeple sağlık bozulduğunda da bunun tedavisinin yapılması ve nasıl yapılacağı konusundaki tavsiyeleri de büyük önem arz etmektedir. İşte Hz. Peygamber’in, bedenî ve rûhî olarak sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisi konusundaki Kur’ân’dan ve hadislerinden ve uygulamalarından bizlere miras bıraktığı bilgilerin hepsi tıbb-ı Nebevi kavramına dâhildir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in beden sağlığı, ruh sağlığı ve çevre sağlığının korunması ile ilgili birçok öneriler sunduğu görülmektedir. Bu tebli’gde Kurân ve hadislerden hareketle Hz. Peygamber’in, beden sağlığının korunması açısından “Kişisel Bakım” yani kişinin maddî ve mânevî olarak kendisini her türlü kirlerden temiz tutması konusunda önerdiği tedbirler ele alınacak ve tıbb-ı Ne266 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bevî’nin, insan sağlığının maddî ve mânevî yönünü ihtivâ ettiği ortaya konulmaya çalışılacaktır. GİRİŞ Islâm’ın dünyaya ve dünyalılara gönderilmesinin yegâne sebebi, insana hem dünyevî hem de uhrevî mutluluğunun kazandırılmasıdır. Çünkü “Yapan bilir, öyle ise bilen konuşur” ifadesinde de olduğu gibi, insanı en iyi bilen onu yaratan Allah’tır ve onun hakkında en doğru söz sahibi de yine Allah’tır. Insan, mahlûkat içerisinde en şerefli ve değerli olarak Allah’ın yarattığı en üstün ve antika bir varlıktır. Bu güzelliğin ve şerefin korunması da ancak ve ancak onun sahibi olan Allah’ın, Peygamberi vasıtasıyla gönderdiği kılavuz ve onun uygulaması olan sünnet ile mümkündür. Islâm, insan sağlığına özellikle de hastalanmadan önce sağlığın korumasına çok büyük önem vermiş, bu hususta da çok önemli prensipler ve tedbirler sunmuştur. Bu tedbirler ve prensipler, koruyucu hekimlik açısından da çok büyük önem arz etmektedir. Insan saglıgının korunması; beden, ruh veçevre sağlığının korunmasına bağlıdır. Dünya Sağlık Örgütü de sağlığı: “Sağlık sadece hasta veya sakat olmamak değil, bedenen ve ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir” şeklinde tarif eder. Ferdin saglıklı yaşayabilmesi için bedenin, ruhun ve çevrenin, sağlığı bozacak etkenlerden korunması ve temiz tutulması gerekir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in, sağlığın korunması için getirdiği prensipler ve herhangi bir sebeple sağlık bozulduğunda da bunun tedâvîsinin yapılması ve bunun nasıl yapılacağı konusundaki tavsiyeleri de dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in gerek sağlığın korunması gerekse tedâvî konusundaki Kur’ân’dan, hadîslerinden ve uygulamalarından bizlere miras bıraktığı sağlıkla ilgili sahihi bilgilerin hepsi, tıbb-ı Nebevî kavramına dâhildir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in beden sağlığı, ruh sağlığı ve çevre sağlığının korunması ile ilgili birçok öneriler sunduğu görülmektedir. Bu tebli’gde Kurân ve hadîslerden hareketle Hz. Peygamber’in, beden sağlığının korunması açısından “Kişisel Bakım” yani kişinin maddî ve mânevî olarak kendisini her türlü kirlerden temiz tutması ve sağlığını olumsuz yönde etkileyen hususlardan uzak durması konusunda önerdiği tedbirlerden bazıları ele alındı ve tıbb-ı Nebevînin, insan sağlığının maddî ve mânevî yönünü ihtiva ettiği ortaya konulmaya çalışıldı. KUR’ÂN’DA VE HADÎSLERDE KİŞİSEL BAKIM Kur’ân-ı Kerim’de ve onun uygulaması ve sünnetin ifadesi olan hadîslerde kişisel bakımla ilgili birçok mesele zikredilmektedir. Bu konuların bir kısmı farz olarak emredilirken yani zorunluluk ifade ederken, bazıların da sünnet ya da müstahap yani zorunlu olmayan durumlardır. Bununla birlikte hangisi olursa olsun, her iki durum da insan sağlığı açısından büyük önem arz etmektedir. Kur’ân-ı Kerim ve hadîsler; beden temizliğinden, elbise temizliğinden, mekân temizliğinden, çevre temizliğinden, sosyal temizlikten ve ruh dingilliğinden söz eder. Kişisel bakım açısında da öncelikle tahâret, abdest, gusül, teyemmüm, elleri, ağzı, burnu yıkamak gibi birçok konudan sık sık bahseder. Kişisel bakım açısından bunları ele almaya çalışalım: 1- BEDEN TEMİZLİĞİ Günümüzde “Kişisel bakım” denilince genel olarak hemen akla gelen, beden temizliğidir. “Başta vücudu dış etkenlerden koruma olmak üzere birçok görevi olan 267 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi derinin, yumuşak, esnek ve sağlıklı yapısının korunması, beden sağlığı açısından önemlidir. Deri, genellikle toz, mikroorganizmalar ve derinin kendi salgılarına bağlı olarak kirlenir. Kirlenme, derinin normal işlevlerini yerine getirmesini engelleyerek hastalıklara zemin hazırladığı gibi hoş olmayan bir kokuya da yol açmaktadır. Deri de birçok salgı bezi tarafından üretilen salgılar, özellikle büyüme çağında olmak üzere, yaklaşık elli yaşına kadar fazla miktarda üretilmektedir. Dolayısıyla bu dönemde deride kir oluşumu da daha fazla olmaktadır. Bu nedenle derinin düzenli olarak kirden arındırılmasına; vücut, el, saç ve tırnakların temizliğine özen gösterilmelidir. Bunlardan vücut temizliği, günlük yapılması gereken ve canlılık ve rahatlık hissi verip sakinleştirici etki yapan ve dolaşımı da düzenleyen bir temizliktir.”. Bu temizlik de temiz su ve sabunla sık sık yıkanmak ve duş almakla mümkündür. Beden temizlendikten sonra da temiz elbise giyilmelidir. Konumuz açısından Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, imanın yarısının temizlik ( الطهور شطر )االيمانolduğunu belirtmesi câlib-i dikkattir. Bununla birlikte Kur’ân’da ve hadîslerde imândan sonra üzerinde durulan en önemli konulardan biri beden temizliğidir. Çünkü beden temizliği, sağlığın korunması açısından önemli olduğu kadar ibadetin makbûliyetinin de en başta gelen şartlarından biridir. Beden temizliği içerisine dâhil olan kişisel bakıma bir göz atalım. a- Gusül (bedenin yıkanması) Ki şisel bakımın enönemli durumlarından biri gusüldür. Gusül; yıkanmak, vücudun her tarafını iyice yıkamak demektir. Ergenlik çağına gelen her erkeğin cenabet olunca, âdet gören her kadının da âdeti bittikten sonra veya nifası tamamlandıktan sonra gusül abdesti alması farzdır. Yani bütün vücudunu yıkaması zorunludur. Bununla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Eğer cünüp olursanız (herhangi bir vesile ihtilam olduğunuzda veya cinsî ilişkide bulunduğunuzda) boy abdesti alın, hasta olursanız veya yolcu olursanız ya da abdest bozmaktan geldiğinizde veya cinsî ilişkide bulunduğunuzda su bulamazsanız o zaman temiz toprak ile teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Bununla Allah size zorluk çıkarmak istemiyor fakat Allah sizi temiz kılmak ve şükredesiniz diye size nimetine tamamlamak istiyor.”. Böylece her nerede olursa olsun cenabet halinde boy abdesti almak gerekmektedir ki, bu da bütün bedende hiçbir kuru yer kalmamak şartıyla bütün vücudu iyice yıkamaktır. Bununla birlikte hadîslerde zorunluluk olmasa bile ergenlik çağına gelmiş olan müslümanın, cuma günlerinde boy abdesti alması yani gusletmesi tavsiye edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “ غسل يوم الجمعة واجب على كل محتلم/Ergenlik çağına gelmiş olan herkese cuma günü boy abdesti alması vaciptir.” buyururken bir başka hadîsinde de Cuma namazına gidenlere boy abdestini almasını emretmiştir. Burada ergenliğin zikredilmesiyle aynı zamanda vücut salgılarının artmaya başladığı bir döneme de işaret edilmiş olmaktadır. İkinci hadîs de cuma namazına giden çocukların on yaşlarından itibaren, en azından her cuma günü boy abdest almalarına işaret etmektedir. Haftada en az bir defa da olsa boy abdestinin alınmasının tavsiye edilmesiyle beden temizliginin yapılmasının yanında, hem saglıgın korunması hem vücuttan çıkan ter kokusuyla çevreyi rahatsız etmeme hem de namazın makbûliyeti açısından önemli bir temizlik olmaktadır. b- Tahâret Kur’ân’da ve hadîslerde önemle üzerinde durulan hususlardan biri de küçük ya da büyük abdest bozulduğunda su ile temizlenilmesinin emredilmesidir. Buna tahâretlenme denilmektedir. Bütün fıkıh kitapları ve hadîs külliyatlarından Sünenler, 268 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi tahâret konusu ile başlamakta, diğer hadîs kitaplarında da tahâret bölümleri bulunmaktadır. Çünkü ibadetlerin kabul olmasının imândan sonra en temel şartı tahârettir. Tahâretin nasıl yapılacağını, Hz. Peygamber (s.a.v.) bizâtihî uygulamalı olarak öğrettiği gibi İslâm âlimleri de bu konu üzerinde çok detaylı olarak durmuşlar, hatta ciltlerle kitaplar telif etmişlerdir. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’da “Orada çok çok taharetlenmeyi/temizlenmeyi seven ّ ”فيه رجال يحبون ان يتط ّهروا وهللا يُحب ال ُم adamlar vardır. Allah çokça temizlenenleri sever./ط ّهرين buyurmaktad ır. Buâyet, Kuba ehli hakkında nâzil olmuştur. Bu âyet nâzil olunca Hz. Peygamber (s.a.v.), Kuba ehline bunun sebebini sormuş, onlar da küçük ve büyük abdestlerini bozduklarında su ile istinca ettiklerini/temizlendiklerini söylemişlerdir. Hz. Peygamber de “Allah sizi methetmiştir, devam edin.” buyurmuştur. Bu şekildeki bir temizliğin, Allah’ın hoşuna giden bir davranış ve temizlenme olduğu açıkça bildirilmektedir. Bu temizlige “Necâsetten tahâret” denilmektedir. Necasetten tahâret, aynı zamanda elbisenin ve namaz kılınan mekânın temiz tutulmasını da ihtivâ etmektedir. Nitekim âyette “Elbiseni temizle, pis şeyleri terk et, yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi elbise temizliği ve ahlâk temizliği birlikte zikredilmiştir. Hâzin (v.463/1071), buradaki “Elbiseni temizle/siyab ve tahhir” kelimelerinin ifade ettiği mânânın dört duruma işaret ettiğini söyler. Bunlardan birincisi; her iki kelimenin de hakîki mânâda olmasıdır, yani elbisenin her türlü pisliklerden ve kazurattan temiz tutulmasını emretmektedir. İkincisi; “siyab/elbise” kelimesi hakiki mânâda olup, “tahhir/temizle” kelimesi mecâzî mânâda olmasıdır ki, “Elbiseni kibirlenmeye sebep olacak şekilde yerde sürüme, elbiseni kısalt” veya “Elbiseni helal kazançla al, haram olmasın, çalıntı olmasın” mânâsına gelmesidir. Üçüncüsü; “siyab/elbise” kelimesinin nefse hamledilmesidir ki, “Bedenini ve nefsini her türlü günahtan, şüpheden temizle” mânâsınadır. Dördüncüsü de hem “siyab/elbise” hem de “tahhir/temizle” kelimesinin mecâz ifade etmesi bakımından “Kalbini her türlü kötü ahlâktan koru ve ahlâkını güzelleştir” mânâsına gelmektedir. Araplar, doğru ve ahde vefalı olanlar için “elbisesi temiz” tabirini kullanırlarken, zulmeden kişi için de “elbisesi kirli” tabirini kullanırlar. Örfümüzde de iffetli kişi için “eteği temiz” ifadesi kullanılmaktadır. Böylece bu âyeti kişisel bakımdan değerlendirdiğimizde sadece maddî temizliğe değil aynı zamanda mânevî temizliğe de dikkat edilmesi emredilmektedir. Bu sebeple olmalıdır ki, Vehbe Zuhayli, tahâret sebebiyle ruh ve bedenin birlikte temizlendiğini söyler. c- Abdest Kur’ân-ı Kerim’de namaz kılınacağı zaman abdest alınması emredilmektedir. Buna “Hadesten tahâret” denilmektedir ki, her hangi bir sebeple abdest bozulduğunda abdest alınmasıdır. Abdestte eller dirseklerle birlikte, ağız, burun, yüz, kollar ve ayaklar topuklarla birlikte yıkanmakta, baş ve kulaklar mesh edilmektedir. Abdest yoksa abdest almak farzdır, bu zorunlu bir yıkama emridir. Abdest var ise de beş vakit namaz kılınacağında abdest alınması müstehap görülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.), abdestli olduğu hâlde namaz vakitlerinde de abdest aldığı nakledilmiştir. Su bulunmaz ise toprakla teyemmüm edilmesi emredilmektedir. Nitekim âyet şöyledir: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın başınızı mesh edin ve topuklarına kadar da ayaklarınızı yıkayın. Şayet cünüp olursanız (herhangi bir vesile ihtilam olduğunuzda veya cinsî ilişkide bulunduğunuzda) boy abdesti alın, hasta olursanız veya yolcu olursanız ya da 269 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi abdest bozmaktan geldiğinizde veya cinsî ilişkide bulunduğunuzda su bulamazsanız o zaman temiz toprak ile teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Bununla Allah size zorluk çıkarmak istemiyor fakat Allah sizi temiz kılmak ve şükredesiniz diye size nimetine tamamlamak istiyor.”. Görüldüğü gibi abdesti olmayan her kişinin, ister farz olsun ister nafile olsun, namaz kılacağı zaman abdest alması gerekmektedir. Abdestte kolları (eller dâhil) ve yüzü yıkamak, başı (ki sünnet olanı kaplama) mesh etmek, ayakları topuklarla birlikte yıkamak farzdır. Burada yıkanması emredilen uzuvlar, her zaman dış dünya ile teması olan uzuvlardır ve su ile yıkanması, kişisel bakım açısından en önemli bir temizliktir. Temiz suyun bulunmadığı zamanlarda ve mekânlarda ise her toprakla değil temiz toprakla teyemmüm edilmesi emredilmiştir. Çünkü temiz toprağın da temizleyici özelliği bulunmaktadır. Günde beş vakit namazını kılan bir Müslüman, birkaç defa abdest alır. Bu da bir günde birden fazla el, yüz, kolların ve ayakların yıkanması, başın ve kulakların meshedilmesi demektir. Malum olduğu üzere bu uzuvlar, dış dünya ile sürekli temas hâlinde olduğundan günde birkaç defa yıkanması, bunların temizlenmesi demektir. Meselâ; sağlıkçılar, ayak sağlının korunması için günde birkaç defa ayakların yıkanmasını tavsiye ederler ki, günde en az beş defa üçer kere yıkamak suretiyle abdest alınmasının hikmeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Yine her abdetst alındığında kulakların içinin ve arka kısmının meshedilmesi de sağlık açısından çok mânidârdır. Hadîslerde de kâmil müminlerin daima abdestli olacağı belirtilerek devamlı abdestli olmaya teşvik edilmiş olması da dikkat çekicidir. Şunu da ifade edelim ki, su ile yapılan bütün bu temizliklerde kullanılan suyun da temiz olması şarttır. Bununla birlikte kap içerisinde doğrudan güneş ışınları ile ısınmış su ile gusül ve abdest alınması da yasaklanmıştır. Nitekim bununla ilgili bir hadîs şöyledir. Hz. Âişe anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) yanıma gelmişti. Ben de güneşte su ısıtmıştım. Rasûlüllah (s.a.v.) “Ey Hümeyrâ! Böyle yapma, zira güneşte ısınan su alaca hastalığına sebep olur.” buyurdu. d- Ellerin Yıkanması Kişisel bakım açısından ellerin temizliği çok önemlidir. Ellerimiz her an toza, toprağa temas eden dolayısıyla mikroorganizmalara en çok maruz kalan organlarımızdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), abdest alma dışında da (mesela yemekten önce ve sonra) ellerin yıkanmasını sık sık tavsiye etmiştir. Özellikle de uykudan uyandıktan sonra ellerin yıkanmasını söyleyerek “Biriniz uykudan uyanınca ellerini üç kere yıkasın, çünkü ellerinin nerelerde gecelediğini bilmez.” , “Biriniz uykudan uyanınca ellerini üç kere yıkamadan elini kapa sokmasın, çünkü ellerinin nerelerde gecelediğini bilmez.” buyurmuştur. Çünkü kişi, ellerinin nerelerde dolaştığını, elleri ile necis veya pis şeylere dokunup dokunmadığını, makatına veya apışarasına değip değmediğini bilemez” şeklinde açıklanmıştır. Def-i hâcetten sonra sol elin kullanılmasını ve ihtiyaç giderildikten sonra ellerin iyice yıkanmasını emretmiştir. Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını tavsiye eden Hz. Peygamber (s.a.v.), yine yağlı ve etli yemekler yendikten sonra da ellerin yıkanmasını ve yemek yerken de sağ el ile yenilmesini emretmiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Elleri yağlı, kirli olduğu halde uyuyup da kendisine her hangi bir hastalık isabet eden kişi, sadece kendini suçlasın.” buyurmak suretiyle ellerin kirli veya yağlı olduğunda yatmadan veya uyamadan önce ellerin yıkanmasını aksi halde bir hastalığa sebep olacağına işaret etmiştir. Bunun yanında, Hz. Peygamber’in, abdest alınırken el ve ayak parmaklarının hilallenmesini emretmiş olması da parmak aralarının yıkanması ve oradaki kirlerin 270 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi giderilmesi açısından büyük önemi haizdir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), parmak mafsallarının da yıkanmasının fıtrattan olduğunu bildirmiştir. Konumuz açısından gerek Kur’ân gerekse hadîsler incelendiğinde günümüzde “kişisel bakım” olarak isimlendirilen, kişinin mutad olarak vücut temizliği için kendisine yaptığı bakımlar üzerinde sık sık durulduğu açıkça görülmektedir. Bu da Rabbimizin bize peygamberleri vasıtasıyla kişisel bakımın insanlara öğretildiğini, bin dört yüz sene öncesinden Hz. Peygamber (s.a.v.), bizlere bildirmekte ve bizatihi kendi yaşayışıyla da bizlere örnek olmaktadır. Aynı zamanda bu, O’nun kişisel bakıma ne kadar çok önem verdiğinin açık bir göstergesi olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), on şeyin yaratılışın gereği ve bütün peygamberlerin sünnetleri olduğunu bildirmiş ve onları şu şekilde açıklamıştır: Tırnak kesimi, koltukaltı ve kasık temizliği, sakal ve bıyık bakımı, sünnet olma, ağız ve burun temizliği, istinca ve diş temizliğidir. d- Tırnakların Kesilmesi Kişisel bakım açısından Hz. Peygamber’in öğrettiği en önemli hususlardan birisi, el ve ayak tırnaklarının haftada bir kesilmesidir. Çünkü tırnaklar özellikle de et ile tırnak arasındaki boşlukta biriken kirler ve yağlar çeşitli hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple haftada bir defa tırnakların kesilmesi önemle tavsiye edilmektedir. Bu durum, insanlık tarihi kadar eski bir sünnet olmakla beraber hem temizlik, hem de sağlığın korunması açısından çok önemli bir husustur. Çünkü birçok işimizi ellerimizle yaparız, onun için tırnakların sık sık kesilmesi, mikroorganizmaların ürememesi için, dolayısıyla sağlığın korunması açısından büyük önem arz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de Cuma namaz ına gitmedenönce bıyıklarını kısaltır, tırnaklarını keserdi. Abdullah b. Ömer de “Peygamber (s.a.v.) her Cuma günü bıyıklarını ve tırnaklarını kısaltırdı.” der. Bu da her hafta özellikle de toplum içine çıkarken Hz. Peygamber’in bıyık ve tırnak bakımını yaptığını göstermektedir. e-Kas,ık Temizliği Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan olduğunu söylediği şeylerden biri de kasıkların tıraş edilmesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.), kasık kıllarının tıraş edilme süresinin en fazla kırk gün olarak belirtmiştir. İslâm âlimlerimiz de bu konuyu izah ederlerken haftada bir, kasık kıllarının temizlenmesinin gerekli olduğunu şayet bu mümkün değilse kırk günü geçirmemek gerektiğini söylerler. f- Koltukaltı Temizliği Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan olduğunu söylediği şeylerden biri de, koltukaltları kıllarının yolunması ve temizlenmesidir. Hadîslerde bu, tüylerin yolunması olarak ifade edilmiştir. Abdullah b. Ömer “Peygamber (s.a.v.), koltukaltı kıllarını büyütmezdi, çoğaldığında hemen tıraş ederdi.” der. Âlimlerimiz bu ameliyenin de haftada bir olmasını şayet geciktirilirse ise kırk günü geçirmemek gerektiğini söylerler. Enes b. Mâlik de bu temizliklerin en fazla kırk günü geçirilmemesinin belirlendiğini söylediği nakledilmiştir. Her konuda ümmetine örnek olan Hz. Peygamber (s.a.v.), bu konuda da örnekliğini yaşayarak olarak göstermiştir. g- Sakal Bakımı Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan olduğunu söylediği şeylerden biri de sakal bakımıdır. İslâm’a göre erkeklerin sakal 271 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bırakması sünnettir. Sakal bırakılınca da bir tutam boyunu geçirilmemesi ve sürekli olarak da bakımının yapılması istenmektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.), abdest alırken sakalını hilallerdi ve aynı şeklide ashab da sakallarını hilallerlerdi. Bu da sakalların temizlenmesi açısından önem arz etmektedir. h- Bıyık Bakımı Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan olduğunu söylediği şeylerden biri de bıyık bakımıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bıyıklarını üst dudağı görülecek şekilde kısaltırdı. Onun içinde sakal bırakılmasını ama bıyıkların kısaltılmasını tavsiye etmiştir. “Bıyıklarından almayan yani kısaltmayan bizden değildir” buyurmuştur. ı- Saç Bakımı Kişisel bakım açısından saç bakımı büyük önemi hâizdir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Saçı olan saçına iyi bakım yapsın” buyurmuştur. Bu sebeple de saçlar, sürekli açıkta ve tüm dış kirletici etkenlere açık olduğundan düzenli olarak yıkanmalı ve taranmalıdır. Saça zarar veren ve doğallığını bozan boya, perma, jole gibi kozmetik ürün veya uygulamalardan kaçınılmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), banyo yapmanın dışında da saçlarını yıkar ve tarardı. Hz. Aişe naklediyor: Rasûlüllah (s.a.v.), itikâfta, ben de odamda iken başını bana yaklaştırır, ben de yıkar ve tarayıverirdim.” der. Yine O (s.a.v.) akşamları yatarken abdest suyunu, misvakını ve tarağını yanına yanı başına koyardı, gece kalktığında da misvakını kullanır, abdestini alır ve taranırdı. Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) savaşa giderken, O’nun eşyasını ben hazırlardım, eşyasını hazırlarken de yağdanlık, tarak, ayna ve makaslık, sürmelik ve misak koyardım.” der. Hz. Peygamber (s.a.v.), bir keresinde kendisini ziyarete gelen bazı ashabının huzuruna çıkmak istediğinde evindeki su dolu fıçıya bakarak saçını ve sakalını düzeltmiş ve “Biriniz kardeşlerinin yanına çıktığında kılık kıyafetini (üstünü başını) düzeltsin, zira Allah güzeli sever.” buyurmuştur. Hz. Peygamberden nakledilen “Saçına ve sakalına her gün bakım yapan kişi, belalardan afiyet bulur ve ömrü uzar” hadisi de saç sakal bakımı ve sağlık açısından dikakt-i câliptir. Burada şunu hemen ifade edelim ki, Hz. Peygamber (s.a.v.), kaş almayı ve aldırmayı da yasaklamıştır. i- Ağız Temizliği Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği şeylerden biri de mazmazadır. Mazmaza, ağzı yıkamak ve çalkalamaktır. Özellikle de yemek yedikten sonra ağzın yıkanması önemlidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) her abdest aldığında ağzın yıkanmasını emretmiştir. Bunun, namaz için abdest alındığında sünnet, ancak gusül abdestinde ise ağzı ve burnu yıkamanın farz olduğu belirtilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), süt içmiş ve sonra da su getirterek ağzını çalkalayıp, onun yağı vardır, buyurmuştur. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) sütün ağızdaki yağ kalıntısının su ile yıkayarak giderilmesini de fiilen öğretmiş olmaktadır. Aynî, bu hadisin şerhinde, süt içildikten sonra ağzın temizlenmesinin müstahap olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte İbnu Hacer de bu hadîsin, alınan yağlı içecek ve yiyecek her şeyden dolayı ağzı ve elleri yıkamanın müstahap olduğuna delil bulunduğunu belirtmiştir. j- Diş Bakımı Kişisel bakım ve saglıgın korunması bakımından diş temizligiçok önemli bir husustur. Hz. Peygamber (s.a.v.), ağız ve diş sağlığının korunmasına büyük önem ver272 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi miştir, bizatihi kendisi abdest alırken ve namaza başlarken misvak kullandığı gibi gece uykudan kalktığında da ağzını mivaklamıştır. Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği ve kişisel bakım açısından yapılması gereken en önemli şeylerden biri de misvak kullanmak ya da dişleri her gün fırçalamaktır, diğer bir ifadeyle diş temizliğidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) diş temizliğine o kadar önem vermiştir ki, bizatihi kendisi sık sık misvak kullanmış, ümmetine de tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Misvak ağzı temizleyicidir ve Rabbin de rızasını kazanmaya vesiledir.”, “Ümmetime meşakkat vermekten kokmasaydım, her namazda misvaklanmalarını emrederdim.” buyurmuştur. Bununla birlikte saglık açısından zaruret yoksa Hz. Peygamber (s.a.v.), keyfî olarak dişlerin seyreltilmesini de yasaklamıştır. k- Burun Temizliği Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği şeylerden biri de istinşaktır. İstinşak, burnun yıkanması ve temizlenmesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.), burun temizliğine de önem vermiş ve onun yıkanması konusunda tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim “Biriniz abdest aldığında buruna su çeksin ve sümkürsün.” buyurmuştur. Özellikle burun kirleri için mecâzî olarak görünmeyen mânâsında “cin” ifadesini kullanmış ve bunların giderilmesini istemiştir. Özellikle de abdest alınırken burna su çekilmesini ve sümkürülmesini emretmiştir. i- İstinca Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği şeylerden biri de istincadır, küçük ve büyük abdest bozulduktan sonra necaset mahallini su ile yıkamak ve temizlemektir. Yukarıda tahâret bahsinde temas edildiği için burada tekrar edilmeyecektir. j- Sünnet Olmak Hz. Peygamber (s.a.v.), sünnet olmanın fıtrattan olduğunu bildirmiş ve insanın yaratılışına uygun olan şeylerin yapılmasını ve sağlığın korunması için gerekli olan şeylerin yapılmasına dikkatleri çekmiştir. İşte bunlardan birisi de erkeklerin sünnet olması, diğer bir ifadeyle, erkek çocukların sünnet ettirilmesidir. Sünnet olmanın, dînî açıdan birçok faydasının bulunması yanında sağlığın korunması açısında da birçok faydaları vardır. k- Dövme Yaptırmamak Hz. Peygamber (s.a.v.), vücuda dövme yapanı da yaptıranı da lanetlemek suretiyle dövme yapılmasını yasaklamıştır. Dövme yapmak ya da yaptırmak Allah’ın hilkatine müdahale olduğu gibi aynı zamanda dövme yapılan aletler ve kullanılan kimyasal maddeler vasıtasıyla bazı hastalıkların bulaşmasına, cilt kanserine ve gebelikte bebeğin gelişiminde olumsuz etkilere sebep teşkil ettiği ilgili uzamanlar tarafından belirtilmektedir. Bu bakımdan dövme yaptırmanın, sakıncalarının bulunmasıyla da sağlığın korunması açısından önem arz etmektedir. 2-SAĞLIKLI BESLENME Sa glıgı korumanın enönemli sebeplerinden biri de sağlıklı ve dengeli beslenmedir. l- Yeme İçme Hususunda Ölçülü Olmak Insanın, hayatını saglıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır. Sağlığın korunması açısından beden temizliğine büyük önem veren İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’ân’da ve hadîslerde yeme ve içme konusu üzerinde de 273 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sıkça durulmuştur. Nitekim haram kılınan şeylerin yenilmesi ve içilmesi yasaklanırken, temiz ve helâl olanlardan yenilip içilmesi, üstelik helâl olanlardan da ihtiyaç kadar yenilmesi ve içilmesi, yeme içme hususunda aşırılığa kaçılmaması istenmiştir. İnsanoğlunun midesinden daha kötü bir kap doldurmadığını ve insanın yaşaması için az miktarda yemenin yeterli olacağını bildiren Hz. Peygamber (s.a.v.), midenin; en fazla üçte birinin yiyeceklere, üçte birinin içeceklere ayırmak, üçte birini de boş bırakmak gerektiğini söylemiştir. Ali b. el-Hüseyn b. Vâkıd: “Allah, bütün tıbbı ‘Yiyin, için, haddi aşmayın’ buyurduğu yarım âyette toplamıştır, der. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.), su içerken suya ya da bardağın içine üfürmeyi yasaklamıştır. Bizâtihi kendisi de suyu üç nefeste içerdi. Ayakta su içmenin (zaruret olmadıkça) sağlık aşısından zararına dikkat çekilmiş olması mânidardır. Nitekim O (s.a.v.) ayakta su içmeyi yasaklamakla birlikte kendisinin de ayakta ya da yaslanarak yemek yemediğini bildirmiştir. Sonuç Gerek Kur’ân gerekse hadîsler, tıbb-ı Nebevî ve sağlığın korunması çerçevesinde kişisel bakım açısından değerlendirildiğinde, her şeyden önce beden temizliğine, mekân temizliğine hatta ruh temizliğine büyük önem verildiği görülmektedir. Çünkü fizikî temizliğin arka planında ruh temizliğinin ve ahlâk güzelliğinin büyük tesiri vardır. Bu sebeple de ibadetlerin kabul olmasında da temel şart olarak temizlik emredilmiş ve temizlik imânın yarısı kabul edilmiştir. Bununla birlikte Allah’ın, maddî ve mânevî olarak iyice temizlenenleri sevdiği de açıkça ifade edilmiş ve temizliğe teşvik edilmiştir. Kur’ân’da ve hadîslerde gusül, abdeste, ellerin yıkanmasına, saç, sakal ve bıyık bakımına, kasık ve koltukaltı bakımına, elbise temizliğine sık sık vurgu yapılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), bu konudaki uygulamalarıyla da ümmetine en güzel örnek olmuştur. Gerek insanî olarak gerekse dînî olarak bu temizliğe dikkat edildiğinde sağlığın korunması açısından gerekli gayret de gösterilmiş olacaktır. Yine Kur’ân’da ve hadîslerde dengeli beslenmeye, helâl ve temiz şeylerin yenilip içilmesine önem verilmesi, sağlığın koruması açısından çok mânidârdır. Kur’ân’da ve hadîslerde kişisel bakımla ilgili emirler ve telkinler, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için evrensel birer kâide olarak gözükmektedir. Çünkü bunlar, bütün insanlığın faydasına olan, tüm insanları ilgilendiren emir ve tavsiyelerdir. Şunu da hemen ifade edelim ki, kişisel bakımla ilgili hususlar sadece bu dinde degil dahaönceki semâvî dinlerde de bulunduğunu Kur’ân ve hadîsler bize nakletmektedir. KAYNAKLAR -Abdurrezzak b. Hemmâm (v.211/826), Musannef (tahk. ve tahr: Habiburrahman el-A‘zamî), (I-XII), Beyrut, 1970. -Ahmed b. Hanbel (v.241/855), Müsned, (I-VI), İst., 1992. -Asbahanî, Abdullah b. Muhammed (v.369/979), Ahlâku’n-Nebi ve Âdâbuhû, Eddâru’l-Mısrıyye el-Benaniyye, Kahire, 2005. -Aynî, Bedruddin (.855/1451), Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî (X-XXV), Beyrut, ts. 274 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi -Bagdâdî, Abdullatif Beyrut, 1994. (v.629/1231), et-Tıbbu’n-Nebevî mine’l-Kitab ve’s-Sünne, -Buhârî, Muham med b. İsmail (v.256/870), el-Câmiu’l-Müsnedu’s-Sahîhu’lMuhtasar min Umûri Rasûlillah (s.a.v.) ve Sünenihî ve Eyyâmihî, (I-VIII), İst., 1992. -Canl ;ı haber.com, erişim tarihi, 03.10.2015 -Dârimî, Ebû Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân (v.255/868), Sünen (I-II), İst. 1992. -Dârekutnî, Ali b. Ömer (v. 385/), Sünen, Beyrut, 2004. -Dölek, Adem, “Tıbb-ı Nebevî ve Koruyucu Hekimlik Açısından Kur’ân’ın Şifa Oluşu”, Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi (tebliğ metni, henüz yayınlanmamış), Ankara, 24-25.06.2014. -Dölek, “Mikroplar Cinlerin Bir Nev‘i mi?: Bir Hadisle İlgili İki Yorumun Eleştirisi”, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2005 -Duman, M. Zeki, Kur’ân-ı Kerim’de Âdâb-ı Muâşeret Görgü Kuralları, İst., 1986. -Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as (v.278/888), Sünen, (I-V), İst., 1992. -Hâzin, Alâuddin Muhammed b. İbrahim (v.463/1071), Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’tTenzîl, (I-IV), (Nşr: Muhammed Emin ve Ortakları), Beyrut, ts. -Ibnu Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed (v.235/849), el-Musannef (tahr: Muhammed Avvâme), (I-XXVI), Riyad, 2004. -Ibnu Hacer, Ahmed b. Ali v.(852/1448), Fethu’l-Bârî bi Şerh-i Sahihi’l-Buhârî (IXIII) Beyrut. -Ibnu Kudâme, Abdullah b. Ahmed b. Muhammed (v.620/1223), el-Muğnî (I-XV), Riyad, ts. -Ibnu Mâce, Muhammed b. Yezid (v.273/886), Sünen (I-II), İst., 1992. -Kâsânî, Ebu Bekir b. Mesud (v. 587/1191), Bedâiu’s-Sanâi fî Tertibi’ş-Şerâiʻ, Beyrut, 1986. -Mâlik b. Enes (v.179/795), el-Muvattâ’ (I-II), İst. 1992. -Mevsılî, Abdullah b. Mahmud (v.683/1187), el-İhtiyar li Taʻlili’l-Muhtar, İst., 1984. -Müslim b. el-Haccâc (v.261/874), el-Müsnedü’s-Sahîh (I-III), İst., 1992. -Mynet.com/trend/cevaplar, eri.şim tarihi, 03.10.2015 -Nesâî, Ebû Abdirrahman b. Şuayb (v.303/915), Sünen, İst., 1992. -Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, (I-IV), Beyrut, 1991. -Nursî, Bedîuzzaman Said (v.1960), Mektubat, İst., 1996. -Sabah.com.tr., erişim tarihi 03.10.2015. -Semʻânî, Abdulkerim b. Muhammed (v.562/1166), Edebu’l-İmlâ ev İstimlâ, Beyrut, ts. -Serahsî, Şemsüddin (v.482/), el-Mebsut (I-XXX), Beyrut, ts. -Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekir (v.911/1505), ed-Dürrü’l-Mensûr fî Tefsîri’lMe’sûr (I-XVII), Kahire, 2003. 275 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi --Şafii, Muhammed b. Idris (v.204/819), elÜmm (I-XI), Daru’l-vefa, 2001. -Şenşekerci, Erkan-Türkkan, Alpaslan, Sağlık ve Trafik Eğitimi, Bursa, 2003. -Tirmizî, Muhammed b. İsâ (v.279/892), Sünen (I-V), İst., 1992. -Ünsal, Ayla, “Hijyen Uygulamaları”, Hemşirelik Esasları Hemşirelik Bilimi ve Sanatı, I, İst., 2013. -Vehbe Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslâmiyyu ve Edilletühû, Dımeşk 1988. 276 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 277 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Muhteva Yönüyle Kütüb-i Sitte'deki Tıbb-ı Nebevî Hadisleri Doç. Dr. Ali ÇOLAK Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hadislerine bakıldıgında, tıbbı ilgilendiren birçok rivayet görmek mümkündür. Bu çalışmada tıp ile ilgili hadisler muhteva yönünden ele alınmıştır. Hz. Peygamber tabip değildi ancak sağlıklı yaşam ve bazı hastalıkların tedavisi konusunda önerilerde bulunmuştur. Bu makalede sağlıkla ilgili hadislerin dayanağının ne olduğu ele alınmış ve Kütüb-i Sitte'deki Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadisler muhteva açısından üç kategoride incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Hadis, Tıbbı Nebevî, Tedavi, Hıfzıssıhha, Meşrulaştırma. The Prophetic Medicinal Hadiths in Kutub Al-Sitta in Aspects Of Contents Abstract When we look at the Prophet's (s.a.s) hadiths, it is possible to see many rumors concerning medicine. In this study, hadiths related to medicine have been discussed in terms of content. Hz. Prophet was not a physician, but advised on healthy living and treatment of certain diseases. In this article, the basis of health related hadiths have been discussed and hadiths related to Tıbb-I Nebevi in Kütüb-i Sitte have been discussed in three categories in terms of content. Key words: Hadith, T.ıbbı Nebevi, Treatment, Sanitation, Legitimation Giriş Peygamberler insanlara âhiret mutluluğunu sağlayacak prensipler getirdiği gibi onların dünyada da iyi bir hayat geçirmelerini hedeflemişlerdir. Dünya mutluluğunu tamamlayan unsurlardan birisi de sağlıklı bir yaşam sürmektir. Allah Rasûlü (s.a.s.) bu konudan müstağni kalmamıştır. "Allah (c.c.) yarattığı her hastalık için bir de şifa 278 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yaratmıştır"hadisi, onun hastalık ve tedavi konusundaki bakış açısını ortaya koymaktadır. Nitekim O, Ümmetine sağlıklı yaşam için bazı önerilerde bulunmuş ve hatta bazı hastalıkların tedavisi konusunda onları yönlendirmiştir. Ancak Resûlullâh (s.a.s.) bir tabip değildi ve tıp eğitimi de almamıştı. Öyleyse tıbba dair hadislerin dayanağının ne olduğu ve dolayısıyla Müslümanlar açısından ne ifade ettiği konusu önem kazanmaktadır. Hadis eserlerinde hastalıklar karşısında pasif kalmayı ve kötü şartlara rıza göstermeyi savunan rivayetler bulunmakla birlikte, genel olarak Tıbbı Nebevi ile ilgili hadisler bunun tersini öğütlemektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki uygulamalar, çare araştırma ve kötü şartlara teslim olmama yönünde olmuştur. Fazlur Rahman, Kur'ân'ın temel ilkelerine ters olduğu gerekçesiyle, hastalık ve kötü şartlara teslim olmayı öneren rivayetlerin, çoğunun Hz. Peygamber'e ait olmayabileceği kanaatindedir. Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadislere genel olarak göz attığımızda onların muhteva açısından üç kategoriye ayrıldığını görmekteyiz. Bunlardan birincisi; içeriği vahye dayanan rivayetlerdir. İkincisi; Hz. Peygamber’in fetâ-neti sonucu söylediği ve genel olarak hıfzıssıhha konulu hadisler, üçüncüsü ve ağırlıklı olanı ise, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde mevcut olan, insanların tıp alanındaki uyguladığı birikimleri içeren rivayetlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bunlardan bazılarını yasaklamış, bazılarını da meşrulaştırmıştır. Meşrulaştırdığı konular, o günün şartlarında tabiplik yapan kimselerin uygulamaları ya da dönemin bilgi birikimiyle ortaya çıkan tedavi yöntemleridir. a. Dayana'ğı Kurân Olan Rivayetler Tıbbu'n-Nebevî ile alakalı hadislere baktığımızda, bazılarının Kur'ân ile bağlantılı oldukları anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Kendisine indirilen ayetlerden hareketle insanlara hastalıklarıyla ilgili tavsiyelerde bulunmuştur. Temel hadis eserlerine bakıldığında bunun örneklerine sıkça rastlamak mümkündür. Aşağıda üzerinde durulacak olan hususlar bunun tipik örneklerinden bazılarıdır. 1. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) balın şifa olduguna ve bazı hastalıklar için ilaç olarak tavsiye ettiğine dair hadisler, ayetle irtibatlı olduğu anlaşılan rivayetlerden bir kısmıdır. Bunun en açık örneklerinden birisi Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetidir. Rivayet şöyledir: ُ ُ َ َ َّ َ َ َ ُ ْ ُ َ َ َ َّ َ َ َ ُ ْ َّ َّ َ ُ ْ ُ َ َّ َ ْ ْ َّ َ ْ ُ ْ ُ َ َ َ َّ َ قاال حدثنا ُمح َّمد بن ج ْعف ٍر َحدثنا ش َ ْع َبة- َ َواللفظ ِالب ِن ال ُمث َّن- َ حدثنا َُمح َّمد بن ال ُمث َّن َ َو ُمح َّمد بن بش ٍار ْ َ َّ َ َ َّ ْ ُ ْ َ ِّ َ ْ ْ َ َ َ َ ْ َ ُ َ َ ِّ ِ الن ال ِإن أ ِ َخ فق-صىل ُهللا عليه َ وسلم-َ ّن ال ج َاء َرج ٌل ِإَل يد الخد ِر ِّى ق عن قتادة عن أ ِ َب ال ُمت َوك ِل عن أ ِب َس ِع ٍ َ ً َ َ ُ ُ ْ َ َ َِّ َ َ ُ َ َ َّ ُ َ َ ً َ َ َّ ُ ْ « -صىل هللا عليه وسلم- ول اَّلل ْ ُ ُ ال َر َ فق.اس َت ْط َل َق َب ْط ُنه سقيته عسال فسقاه ثم جاءه فقال إب.» اس ِق ِه عسال ِ َ َس ُ َ َ َ ً َ َ َ ً َ َ َ َ ْ ْ َّ ُ ْ َ ْ َ َ َّ ُ ْ َ ْ َ َ ُ ُ ْ ِ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ َ َ َّ ْ َ َ َ َ َّ َّ ف َقال لق َد َسقيته فلم ي ِزده ِإال.» ات ثم جاء الر ِابعة فقال َ« اس ِق ِه ع َسال ٍ ف َّقال له ثالث مر.فلم ي ِز َد ًه ِإ َال َاس ِتطالقا ْ ْ َ ُ َ َ ُ ْ َ َ َ َ ُ َّ َ َ َ َ ُ ُ َ َ َ . فسقاه ف ِبأ.» « صدق اَّلل وكذب بطن أ ِخيك-صىل هللا عليه وسلم- اَّلل ِ فقال رسول.اس ِتطالقا Ebû Saîd el-Hudrî’nin bildirdiğine göre bir kişi Hz .Peygamber'e (s.a.s.) gelerek kardeşinin karnı agrıdıgını (isal oldugunu) söyledi. Allah Rasûlü (s.a.s.) ona bal şerbeti içir dedi. Ona bal şerbeti içirdi sonra bu kişi bir daha Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanına geldi ve kardeşinin bal şerbeti içtiği halde karın ağrısının arttığını söyledi. (Adam üç defa aynı şekilde geldi) Allah Rasûlü (s.a.s.) üç defa ona aynı şeyi söyledi. Adam dördüncü defa geldi. Allah Rasûlü (s.a.s.) ona yine bal şerbeti içirmesini söyledi. Adam bu defa, ben ona içirdim fakat ağrısı geçmedi, arttı dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ‘Allah doğru söyledi fakat kardeşinin karnı yalan söyledi.' dedi. O kişi içmeye devam etti ve iyileşti.Müttefekun Aleyh olan bu hadiste sıhhat açısından bir problem görülmemektedir. Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) bu tavsiyesini Nahl suresindeki ilgili ayetlere dayanarak kendinden emin bir ifadeyle yaptığı anlaşılıyor. Nitekim el-Aynî de Hz. Peygamber'in bu hadisteki" Allah doğru söyledi "ifadesinden kastının Nahl Sûresi'ndeki" Onlar ın karınlarındançeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa 279 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi vardır"ayeti oldu" ,gunuKardeşinin karnı yalan söyledi "ifadesindeki yalan tabirinin ise mecaz olup hata anlam .ında kullanıldıgını belirtmiştirSonuçta o insan bal içmeye devam etmiş ve şifa bulmuştur. Ancak günümüzde karın ağrısının birçok sebeplerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, tüm karın ağrılarını bal ile tedavi etmenin mümkün olduğu anlamına gelmez. Bal insana enerji verdiğinden dolayı harareti artırır. O kişinin karnının ağrıma sebebi midesini üşütmesi olabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) o kişinin ve hastalığının durumunu bildiği için, ayetten yola çıkarak balın şifa olacağını düşünmüş olabilir. Nitekim o şahıs bal şerbeti içmeye devam etmiş ve şifa bulmuştur. Burada dikkat çeken husus, Allah Rasûlü'nün ayetten hareketle tedavi ile ilgili bir tavsiyede bulunmuş olmasıdır. Ayet şöyledir: “Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yayılma) yollarına gir.”Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için bir ibret vardır.” Bu ayetteki 'şifa kelimesinden kastın Kurân mı? yoksa bal mı? olduğu müfessirler tarafından tartışılmıştır. Mücâhit (v.103/721) ve Leys b. Sa’d (v.175/791) âyette geçen "fîhi şifâun" ifadesindeki "hu" zamirin Kur'ân'a râci olduğunu savunmuşlardır. Ancak bu görüş müfessirler tarafından zayıf bulunmuştur. Katâde bu zamirin içeceğe râci olduğunu ve bala işaret ettiğini savunmuş ve yukarıdaki hadisi delil olarak kabul etmiştir. İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'a göre de ayette geçen ve şifa olan şey baldır.etTaberî (v. 310/922) de âyetteki zamirin en yakın olana râci olmasının daha uygun olacağını savunarak burada şifa olan şeyin bal olduğunu savunmuştur.Bu âyetten hareketle balın şifa olduğuna dair birçok hadis varid olmuş ve bu ayetin tefsirinde bu tür rivayetlere müracaat edilmiştir.Bunlar da göstermektedir ki Allah Rasûlü (s.a.s.) bazen ayetlerden hareketle tıpla ilgili tavsiyelerde bulunmuştur. 2. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) tıbbı ilgilendiren ve Kur'an ayetleriyle uyum içinde olduğu için dayanağının Kur'ân olduğu intibaını uyandıran bir diğer örnek de, abdest alırken ağza ve burna su vermekle ilgili hadislerdir. Âyette şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz."(Maide 6) Agız ve burun temizliginin saglık açısından önemi günümüzde daha iyi anlaşılmıştır. Hz. peygamber (s.a.s.) bilinmezken sağlık açısından çok önemli ُ ْ ْ ُhenüz bunlar َْ َ ْ ْ َ ُ ُ َ َ َ َّ َ َ bir hususa işaret ederek, (")إذا ت َوضأ أحدك ْم فل َيج َع ْل ِف أن ِف ِه َم ًاء ث َّم ل َين ْبSizden biriniz abdest ِ ald ıgında, burun deliklerine suçekip sonra da onu sümkürerek temizlesin" buyurmuştur. Ayrıca, Hz. Âişe (r.a.)'nin aktardığı bir hadiste, "mazmaza" ve "istinşak"ın abdestin mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan rükünlerinden olduğu bildirilmektedir. Hadis şöyledir: ْ ُ ْ َّ ُ ْ َ َ َ ْ َ ُ َ َ ُ ْ ْ َ ُ َ َ َ َّ َ ْ ِّ َ ُ ْ َُ ْ َ ُ ْ َ وس ُ نا ع َص ُام ْب ُن ُي, ان , اَّلل بن ال ُم َب َار ِك نا عبد, ف ر ه م ن ب ىل ع ن ب ي س ح ال ثنا , د حدثنا أبو بك ِر بن أ ِ يب داو ِ ِ ِ ِ َّ ََ ُ َّ َ َ َْ ُ ْ َ َّ َ ُ َ َّ َ َ َ َ ْ َ َ َ ُ ِ ْ َ ُّ ْ ِّ ي َ ْ ُ ْ َ َ ان ْبن ُم هللا عل ْي ِه َو َسل َم اَّلل َصىل عن سليم, عن ابن ج َري ج ِ أن رسول, عن ع ِائشة, ْعن ع ْروة, ع ِ َّن الز َه ِري, وَس ِ َّ ُ ُ ُ ْ َ ُ َ ْ ْ َ ُ َ ٍَ ْ َ ْ ِ َِ َ ُ »وء ال ِذي ال بد ِمنه ِ «المضمضة و ِاالس ِتنشاق ِمن الوض:قال Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle demiştir: "Mazmaza ve istinşak abdestin mutlaka yerine getirilmesi gerekli rükünlerindendir". 280 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Abdest ve gusülde ağzı suyla çalkalamak ve suyun ağızda her noktaya ulaşmasını sağlamaya mazmaza, burna suyu nefesle çekip sonra da sümkürerek burnu temizlemeye de istinşak ya da istinsar denir. Abdest ve gusülde ağza ve burna su verip temizlemenin hükmü konusunda İslam âlimleri dört farklı görüş ortaya koymuşlardır. Bunlar: Gusülde farz abdestte sünnet, her ikisinde de farz, her ikisinde de sünnet ve her ikisinde “istinşak”ın farz “mazmaza”nın sünnet olduğu şeklindedir. Konuyu fıkhî açıdan ele alan bir çalışmada özetle aşağıdaki tespitler yapılmıştır. Ebû Hanife (ö. 150/767) ve diğer bazı âlimler Maide suresinin 6. ayetindeki "Cünüp iseniz iyice temizlenin..."ifadesini delil göstererek mazmaza ve istinşakın gusülde farz abdestte ise sünnet olduğunu söylemiştir. Ayette geçen "fettahharû" ifadesindeki mübalağalı anlamdan, yıkanması mümkün ve mutat olan yerler anlaşılmıştır. Ayette açıkça ifade edilmediği için Hz. Peygamber'in "Her kılın altında cenabet vardır. O halde kılı ıslatınız ve cildi temizleyiniz" hadisi ve onun abdest alırken uygulaması belirleyici olmuştur. Bu sebeple Hanefi hukukçular abdestte mazmaza ve istinşakın farz değil sünnet-i müekkede olduğunu kabul etmiştir. Hanbelî âlimlerin abdestte ağız ve burnun iç kısmının yıkanmasının farz olduğu konusundaki gerekçeleri ise, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) "Mazmaza ve istinşak abdestin mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan rükünlerindendir."hadisidir. Hanbeli fukuhası bu görüşünü Hz. Peygamber'in (s.a.s.) abdest alırken daima mazmaza ve istinşak yaptığını ifade eden hadislere dayandırmıştır.Yani Hz. Peygamber'in (s.a.s.) gerek ayetlerden anladığı gerekse kendi fetanetiyle yapılmasını gerekli gördüğü bir uygulama ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu uygulamanın kaynağı âyetin ilhamıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) dir. Mâlikî ve Şâfiî mezhebi hukukçuları, mazmaza ve istinşak'ın abdest ve gusülde sünnet olduğu görüşünü savunmuştur. Maide Sûresi 6. ayette ifade edilen "yüzlerinizi yıkayınız" ifadesindeki yüz kelimesinden yüzün görünen kısmının anlaşılacağını, ağız ve burnun iç kısımlarının yüz kelimesine dahil olmayacağını savunmuşlar, "On şey fıtrattandır hadisini de delil olarak almışlardır."Ebû Sevr (ö. 240/854) ve İbnu'l-Münzir (ö. 318/930) gibi bazı âlimler de mazmazanın istinşakın farz َ َّ َ َ َ َ َ abdest ve gusülde sünnet, َّ َ ُ َ َّ َ َ َ ْ َ ُ َ ْ َ olduğunu savunmuştur. Bu konuda أ ض و ت ا ذ إ ال ق وسلم عليه هللا صىل اَّلل ول س ر عن أ ِب هريرة أن ِ ِ ُْ ْ ُ َْ َ ْ َْ ُ ُ َ َ "أحدك ْم فل َيج َع ْل ِف أن ِف ِه َم ًاء ث َّم ل َين ْبSizden biriniz abdest ald ıgında, burun deliklerine suçekip sonra da onu sümkürerek temizlesin." hadisini delil getirmişlerdir.Bu hadisle ağzın değil de burnun yıkanmasının emredildiğine vurgu yapılarak onun ön plana çıkartıldığı anlaşılmaktadır. Burun deliklerinin devamlı açık olması ve nefes almakla daima mikroplara açık halde bulunması, ağzın ise genelde kapalı olması ve burna göre daha az mikroba açık olması sebebiyle Hz. Peygamber sağlığı koruma adına önemli bir uyarıda bulunmuştur. 3.Alkolle tedavi olmayacağına dair rivayetler de Kur'an'a dayanan hadislerdendir. Yüce Allah Kur'ân'da "Ey İnsanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. " (Bakara 168) buyurarak temiz ve helal olan nimetlerden faydalanmak gerektiğini söylüyor. Alkolün haram olduğunu bildiren ayette ise, Allah (c.c.) "Ey İman edenler! (Aklı örten) İçki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?"(5 Maide 90-91) buyurarak, alkolün şeytan işi bir pislik olduğunu, uzak durmak gerektiğini ve helal olmadığını belirtmektedir. Bu ayetlerle 281 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi içerik olarak uyumlu bir çok hadis vardır. Alkolün şifa olmadığını belirten hadisler de aynı türdendir. Târık b. Süveyd el-Hadramî ( r.a.)'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Ben: "Yâ Rasûlallah, bizim memleketimizde üzümler var. Biz onun suyunu çıkartıp şarabını içiyoruz (bu konuda ne dersiniz)? dedim. O: "Hayır (yapmayınız)" buyurdu. Sonra ben (tekrar) O'na müracaat ederek : "Biz onu hastayı tedavi etmek için kullanıyoruz" dedim. O: " O (şarap) kesinlikle şifa değildir bilakis hastalıktır" buyurdu Yukar ıdakiâyette Allah (c.c.) helal ve temiz olanlardan yenilmesini istemekte, alkolün de şeytanın pisliklerinden bir pislik olduğu vurgulanmaktadır. Bu ayetler ışığında Hz. Peygamber (s.a.s.) onun şifa olamayacağını olsa olsa hastalığa sebep olabileceğini ifade etmiştir. Bu hadis, ayetlerin işaret ettiği hakikati ifade etmektedir. Bunun örneklerini artırmak mümkündür. Bu sebeple, Tıbb'ı-Nebevî ile ilgili hadislerin bir kısmını Hz. Peygamber'in (s.a.s.), Kur'ân ile uyumlu ve ondan ilham alarak söylediği anlaşılmaktadır. b. Kaynağı Bizzat Hz. Peygamber (s.a.) Olan Rivayetler Tıbbı Nebevî ile ilgili hadislerin muhtevalarına baktığımızda bunların bazılarının ayetlerde bildirilenlerle aynı paralelde oldukları, bazılarının da dönemin tıbbi birikimleriyle uyumlu oldukları görülmektedir. Ancak bunların dışında bazı hadisler de vardır ki Allah Rasûlü (s.a.s.) peygamberlik fetanetiyle söylemiştir. Bunlar genellikle hıfzıssıhha konusundadır. Kişisel bakımla İlgili hadisler bununun örneklerinden birisidir. ِّ ِّ ِّ ار ِّب وإِّعَف َّ ص ِّ الش اك ُّ ط َرِّة َق ْ « َع ْشٌر ِّم َن اْل ِّف-وسلم ُ اء الل ْحَية َوالس َو ُ ْ َ ِّ ِّ وحْلق اْلعان ِّة و ْانِّتَقاص اْلم ِّ َ َق.» اء يت ُ ص َع ٌب َوَنس َ َّاء َق ْ ال ُم َ ََ ُ ََ َ ُ ُ ال َزَكري ِّ صلى هللا عليه- َِّّللا َّ ول ُ ال َرُس َ َع ْن َعائ َش َة َقاَل ْت َق ِّ واسِّت ْن َشاق اْلم ِّ ار و َغسل اْلبر ِّ ف اإل ْب ِّط ُّ اء َوَق ْ َص األ ُ اج ِّم َوَن ْت َ َ ُ ْ َ ِّ ظَف ْ َ َ ُ َّ ِّ ِّ ون . ض َة م ض م ل ا ك ت َن أ ال إ ة ر اش َ َ اْل َع َ َ ْ َ ْ َ َُ ْ Hz. Âişe (r.a.) Allah Rasulü'nün (s.a.s.) şöyle dediğini söylemiştir: "On şey vardır ki onlar fıtrattandır: Bıyığı kesmek, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, buruna su çekmek ,tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını (kıllarını) temizlemek, kasıkları tıraş etmek ve su ile taharetlenmek." Ravilerden Mus'ab b. Şeybe, onuncuyu unuttugunu ancak bunun da agzı mazmaza yapmak olabilecegini söylemiştir. Temizli gin imanın yarısı oldugunu ifade eden Hz. Peygamber (s.a.s.)özellikle kişisel bakım olarak bilinen vücut temizliğine ayrıca önem vermiştir. Vücut temizliği sağlıklı yaşamın temel unsurlarındandır. Câhiliye toplumunun bilmediği ya da önemsemediği bu konuda Allah Rasûlü (s.a.s.) fıtratın gereği olan aşağıdaki temizlik hususlarına dikkat çekmiş ve Müslümanları sağlıklı yaşamaya teşvik etmiştir. Bu hususlar Hz. Peygamber'in fetaneti sonucu söylediği sağlığı korumaya yönelik tavsiyelerdir. Yeme içme ile ilgili rivayetler de bu kategoride ele alınabilir. Dengesiz ve kalitesiz beslenmenin bir çok hastalığa neden olduğu günümüzde bilinen bir husustur. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuya dikkat çekerek insanların sağlıklı ve doğru beslenmelerini arzu etmiştir. َ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ َ ْ َ َ ُ َّ َّ َ َّ َ ُ َ ُ ْ َ َ شا م ْن َب ْطن ٌّ آد ًّ َ َم و َع ًاء ع ْن ِمقد ِام ْب ِن َم ْع ِدي ك ِر َب قال: الِل صَل الِل علي ِه وسلم يقول ما مَل ِ س ِمعت رسول ِ ِ ِ ي ٍ َ َ َ ْ َ ُ ْ ُ ُ ُ ُ ُ ََ ٌ ٌ َ ٌ َُ ُ َ َ ٌ َُ ََ َ َ ث ِل ّش ِاب ِه َوثلث ِلنف ِس ِه ِب َح ْس ِب ْاب ِن آد َم أ كالت ُي ِق ْم َن ُصل َبه ف ِإن كان ال َم َحالة فثلث ِلط َع ِام ِه وثل "Insan midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokma ona yeter. Şayet, birkaç lokmayla yetinmeyecekse, hiç olmazsa karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefese ayırsın." buyurarak mideyi tıka basa doldurmama, yeterince yeme, su tüketme ve mideyi iyice doldurarak akciğer ve diğer organların sıkıntıya sokulmamak için bir miktarını boş bırak tavsiye etmiştir. 282 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ayrıca, "İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter." buyurarak az yemeyi tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) tıkabasa yemegi hoş görmediği gibi aç kalarak nefse zulmetmeyi de hoş karşılamamıştır. Kendisine Abdullah b. Amr’ın geceleri devamlı ibadet ettiği gündüzleri de oruç tuttuğu iletilince Abdullah b. Amr’a böyle yapmamasını söylemiş ve şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Bazen oruç tut bazen iftar et, geceleri hem ibadet et hem de uyu, muhakkak senin vücudunun senin üzerinde hakkı vardır” buyurarak insan vücudunun da insan üzerinde hakkının olduğunu, her hak sahibine hakkını vermek gerektiğini, dolayısıyla Allah'ın emaneti olan vücuda zulmedilmemesi gerektiğini ümmetine öğretmiştir. Aç kalarak nefse zulmetmek ve tıka basa yemenin, her ikisinin de insanın vücut dengesini bozacağına işaret ederek, sağlıklı yaşamanın dengeli beslenmekle mümkün olacağını vurgulamıştır. O (s.a.s.) bir lokma bir hırka düşüncesini de oburluğu da hoş görmemiştir. Nitekim günümüzde obezite bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) ayakta yeme içme ile ilgili ümmetini uyarmış ve bunun insan sağlığı açısından zararlar içerdiğini ( أخبنا معمر عن الزهري عن ِ أخبنا عبد الرزاق قال ِ َ ")أب هريرة قال قال النّن صىل هللا عليه و سلم لو يعلم الذي رEger ayakta يشب وهو قائم ما يف بطنه الستقاءه ِي ِي su içen kimse, midesine verdiği zararı bilseydi, içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı""Sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unuturda içerse, kusmaya çalışsın" buyurarak etkili bir dille ifade etmiştir. Insan midesinin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu farklıdır. Ayakta duran bir insan eger sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Eğer insan sıvı gıdayı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra onikiparmak parmak bağırsağına geçer. Bu durumda, oturarak su içme usulüne uymakla insan, bazı hastalıklarından korunmuş olur. H ıfzı's-Sıhha konusundaönemli örneklerden birisi de diş Temizliği ile ilgili hadislerdir. İslâm dini temizliğe büyük önem vermiş ve temizliği imanın belirtilerinden saymıştır. İbadetlerden önce gusül abdesti ve abdest alınmasının zaruri olması, bunu açıkça göstermektedir. Bedenin, namaz kılınacak yerin, evlerin, çevrenin, hatta dinlenmek için oturulan gölgeliklerin (parkların) temiz tutulmasıyla ilgili tavsiyeleri sünnette bulmak mümkündür. Bunun yanında İslam beden temizliğine ayrıca önem vermiştir. Yukarıda kaydedilen hadiste de görüldüğü üzere, fıtrattan gelen ve geçmiş peygamberlerin de uyguladığı bazı temizlik noktalarına dikkat çekilmiştir. Tırnakların kesilmesi, koltuk altı ve kasık kıllarının temizlenmesi, bıyıkların uzun kısımlarının kırpılması, sünnet olmak ve özellikle dişlerin temiz tutulması bunlar arasında sayılmıştır. Ancak dişlerin temizlenmesi hususunda Allah Rasûlü daha ısrarcı davranmış ve bu konuda ümmetini uyarmıştır. Zeyd b. Halid el-Cüheni ve Ebû Hureyre' nin bildirdiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) "Eğer ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, onlara her namazda/abdestte misvak kullanmalarını emrederdim."buyurmuştur. Misvak kullanılmasının amacı ağız temizliğidir. Hz. Peygamber sadece namaz esnasında değil, günün her saatinde ağız ve özellikle diş temizliğine önem verilmesini istemiştir. Allah Rasulü'nün (s.a.s)ٌ abdest dışında da, misvak kullandığı ve َ ْ veya ٌ َ ْ namaz َ ُ ِّ ِّ diş temizliğine dikkat ettiği ""الس َواك َمطه َرة ِللف ِم َم ْرضاة ِل َّلرب "Misvak ağız için bir temizlik ve ُ َّ َ َ َّ َ Rabb'ın rızasını kazanmaya sebeptir" hadisinden anlaşılmaktadır. Ayrıca " تسوكوا؛ ف ِإن َ ْ ٌ َ ْ َ ِّ ٌ َ ِّ َم ْرضاة ِل َّلرب،الس َواك َمطه َرة ِللف ِم " “Misvak kullanınız. Şüphesiz misvak ağız için temizleyici, Rabbın rızasına da sebeptir."hadisinde de ağız temizliğine ve Rabbın rızasına dikkat çekilerek, misvakın sadece namaz esnasında değil her zaman kullanılması, yani ağız temizliğinin yapılması, gerektiği vurgulanmıştır. 283 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Diger yandan Hz. Peygamber, "Hayret dogrusu nasıl oluyor da sararmış dişlerle dolaşıp duruyorsunuz. Dişlerinizi misvakla temizleyiniz" diyerek dişleri sararmış bir halde huzurunaçıkan bazı sahabeyi uyarmıştır. Bütün bu hadisler ve sahabe uygulaması gösteriyor ki, diş temizliği yalnız abdest ve namaz için değil, ağız ve vücut sağlığı açısından önemlidir. Dişlerin temiz tutulmamasının onların çürümelerine ve mikrop kaynağı olmalarına sebep olduğu ve bunun da vücuda yayılarak hastalıklara sebep olduğu günümüzde bilinen bir husustur. Ayrıca diş çürüklerinin çevredeki insanları rahatsız edecek derecede çok kötü kokulara sebep olduğu malumdur. Bu gibi sebepler düşünüldüğünde Hz. Peygamber'in (s.a.s.) insan sağlığı ve toplumun rahatsız olmaması için ne kadar önemli bir uyarıda bulunduğu anlaşılmaktadır. O günün toplumunda insanların dikkat etmediği ya da önemsemediği bir hususta sağlığı korumak için önemli bir tedbir alınmıştır. Yukarıda verilen örnekler muvacehesinde daha bir çok hadis ifade etmek mümkündür. Bu rivayetlere baktığımızda, genel olarak hasta olmadan önce tedbir almaya ve insan sağlığını korumaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. c. Cahiliye Devri Tıp Alanındaki Birikimlere Dayalı Rivayetler Islam'ın ortayaçıktığı dönemde insanlar tıp ilmiyle ilgileniyor ve tedavi için tabiplere müracaat ediyorlardı. Dönemin tıp birikimi üzerinde Mezopotamya tıbbının etkisi olduğu düşünülmektedir. Çünkü câhiliye toplumunun hastalık algısı ile onlarınkinin bir birine benzediği tespit edilmiştir. Her iki toplumda da hastalığın tanrı tarafından cezalandırma olduğu kabul ediliyordu. Tıbbî bilgi alanında belli bir geri plana da sahip olan câhiliye insanları arasında, basit yöntemlerle, tedavi uygulamalarının olduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar ın ihmallerine dikkatçekerek, sağlığı koruma yönünde tedbirler alınmasını öğretmiştir. Tıbbı Nebevî ile ilgili rivayetlerin tedavi kısmına baktığımızda onların çoğunlukla o devirde kullanılan tıp uygulamaları olduğu görülecektir. Nitekim Peygamberler, içinde yaşadıkları toplumun hayata dair uygulamalarını tasdik, ya da reddederler. Şayet tepkisiz kalmışlarsa o şeyin mahzurlu olmadığı anlamına gelir ki bu da takriri sünnet olur. Hz. Peygamber de yaşadığı toplumda tıbba dair uygulamaların bazılarının devamını açıkça isterken bazılarını yasaklamıştır. Yasakladıklarını yapmak dinen uygun değildir. Meşrulaştırdığı ya da tepki göstermediği uygulamalar ise yapılabileceği anlamına gelir. Ancak unutmamak gerekir ki bunlar, o zamana kadar olan tıbbi bilgi birikimine dayalı ve dönemin bilgisiyle sınırlıdır. İnsanlara fayda sağladığı müddetçe tedavide uygulanmasıda bir mahzur yoktur. Allah Rasulü (s.a.s.) dönemin tıp bilgi birikiminden istifade etmekle birlikte, tıp alanında uzmanlaşan kimselere, tedavi olunmasını da tavsiye etmiştir. Nitekim Sa'd b. Ebî Vakkâs hastalandığında Hz. Peygamber (s.a.s.) onu ziyarete gitmiş ve yatakta yatar halde görünce, ona ve yakınlarına; "Haris b. Kelede'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, Sa'd'ı tedavi etsin." demiştir. Ayr ıca Hz. Peygamber (s.a.s.) tıp alanında uzmanlıgaönem vermiş, uzman olmayan kişileri de, "Daha önce tabiplik bilgisi olmadığı halde tedavi işine girişen kimse, hastaya zarar verirse diyetle mükelleftir."diyerek, tabiplikten uzak tutmaya çalışmıştır. Meşrulaştırdığı Tıbbî Uygulamalar 1. Hacamat. Hacamat; حجمkökünden türemiş bir kelimedir. Hacamat yaptırmaya ihticâm, yapan kişiye haccâm, kullandığı aletlere de mihcem denir. Hacamat aletleriyle vücuttan kan alma, ya da vücudun bir yerine kan toplama işlemine hacamat denir. Kan çıkartılarak yapılana kanlı hacamat, kan çıkartılmaksızın kanı bir yere toplamaya ise 284 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kuru hacamat denir. Halk arasında bu uygulama şişe vurmak olarak da bilinir. Hacamat uygulaması Mezopotamya ve Mısır uygarlığına kadar ulaşan bir tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Tarihi çok eski dönemlere kadar uzanan hacamat uygulaması, câhiliye döneminde de halk arasında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu uygulamayı "Sizin tedavi olduğunuz şeylerden herhangi birisinde hayır varsa, o da hacamattır."buyurarak meşrulaştırmıştır. Hacamat ile ilgili bir çok sahih rivayet mevcuttur. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) bu tür hadislerinin muhtevasının câhiliye dönemi tıp birikimlerini yansıttığı anlaşılmaktadır. Zaten hadisteki "Sizin tedavi olduğunuz şeylerden" ifadesi o dönemde bunun uygulandığını açıkça göstermektedir. 2. Ûd-u Hindî İle Tedavi. Ümmü Kays Bint-i Mihsân (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu aktarmıştır: "Ûd-u Hindî'yi (küst) kullanmaya devam ediniz. Çünkü onda yedi şifa vardır. Zâtulcenb hastalığına şifa olması onlardan birisidir."Ûdi Hindî’ye kust ya da kist olarak da isimlendirilmiştir. Hindistan tarafında yetişenin siyah ve daha hararetli olduğu bilinmektedir. Buruna çekilmek suretiyle enfiye olarak kullanıldığı gibi biraz sulandırılıp buruna damlatma şeklinde de kullanılmaktaydı. Bu bitki topalak diye de adlandırılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu bitkinin yedi derde deva olduğunu bildirmiştir. Bu hadisten Câhiliye dönemi insanlarının bu bitkiyi Hz. Peygamber'den önce de tedavi amaçlı kullandıkları anlaşılmaktadır. 3. Ismid (göze çekilen sürme). Abdullah b. Ömer ve Câbir'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.): İsmid'e (göze çekilen sürme) devam ediniz. Çünkü o, gözü temizleyip görme gücünü artırır ve kirpikleri (besleyip) yetiştirir." demiştir. Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi döneminde tedavi olarak kullanılan, hatta bazen kullanımı tarihin derinliklerine uzanan tıp bilgilerinden istifade etmiştir. Ud-u Hindî'yi kullanmaya devam etmelerini tavsiye etmesi, bunun tipik örneklerinden birisidir. Ümmetine, bunu tedavide kullanmaya devam etmelerini söyleyerek, bu uygulamayı meşrulaştırmıştır. Aynı şekilde hacamat uygulamasını ve göze çekilen bir çeşit sürme olan İsmid kullanımını da meşrulaştırmıştır. Bu uygulamaları Hz. Peygamber (s.a.s.) ortaya koymamış, aksine Allah Rasûlü (s.a.s.) bunları hazır bulmuştur. Ancak O (s.a.s.), devrinin tıpla ilgili doğru uygulamalarını tasvip ederek onlardan faydalanmıştır. Yapılmasını Men Ettiği Uygulamalar Peygamberler kendi dönemlerinde insanların yanlış davranışlarına müdahale etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de onlardan farklı davranmamıştır. Çünkü onun gördüğü halde yanlış olduğunu söylemediği ya da tepki vermediği davranışlar doğru olarak kabul edilirdi. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.s.) yaşadığı dönemde gördüğü bazı tıbbi uygulamaları doğru bulmamış ve onların terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: 1. Ate:şle Yakarak Tedavi (Daglama) Ateşle yakarak tedavi etmeye daglama denir. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) yaşadıgı dönemde insanlar dağlayarak tedavi yöntemini kullanıyorlardı. İnsana çok acı verdiğinden dolayı uygulaması çok zor olan bu yöntemi Allah Rasûlü (s.a.s.) çok zorunlu olmadığı durumlarda tavsiye etmemiştir. İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.): " Şifa üç şeyde vardır. Bal şerbeti içmek, hacamat yaptırmak ve ateş ile dağlamak. Fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ederim." buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) dağlamakta şifa bulunduğunu bildirmekle beraber, dağlamanın insana vereceği acı nedeniyle, ümmetinin dağlama yöntemi kullanmasını uygun bulmamıştır. Nitekim 285 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sahabe'den bazıları bunun zorunlu kalınmadıkça kullanılmaması gerektiğini bildikleri halde uygulamak zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. İmran b. Huseyn (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.s.) bizi dağlamaktan (ateşle yakarak tedavi etmekten) men etti. Sonra ben vücudumu dağlattım, ama hastalıktan kurtulamadım ve tedavide başarılı olamadım." Ayrıca Câbir (r.a.) Übeyy b. Ka'b'ın kol damarını dağlattırdığını bildiren şu rivayeti aktarmıştır: ََ َ َّ ََ ُ َ ُ ْ ُ َ َ ََ ُ َ َ َّ ُّ َّ ً َ َ َق،َع ْن َجابر فك َواه عىل، ط ِب ًيبا،هللا عل ْي ِه َو َسل َم ّن َصىل فأ ْر َس َل ِإل ْي ِه الن،ض أ ِ َ ي ُّب بن ك ْع ٍب َم َرضا «م ِر:ال ِ ٍِ ي َ َ ْ »أ كح ِل ِه Câbir b. Abdillah (r.a.) şöyle demiştir: "Übeyy b. Ka'b bir hastalığa tutuldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) ona bir tabip gönderdi. Tabip ekhal (denilen kol damarı)nı dağladı. Tarihi Hz. Peygamberden önceki devirlere dayanan dağlayarak tedavi hakkında yukarıdaki hadisleri dikkate alan İslam âlimleri, dağlamanın tehlikeli olduğu durumlarda ve dağlamaktan başka yolla tedavinin mümkün olduğu hallerde dağlayarak tedavi etmeyi uygum görmemişledir. 2. Kab:ızlık Tedavisi Hz. Peygamber'in hazır buldugu tedavi yöntemlerinden birisi de Şübrüm denilen bitki ile kabızlığı gidermekti. Allah Rasûlü (s.a.s.) bunun yerine başka bir yöntemi tavsiye etmiştir. Esmâ Bint-i Ümeys (r.a.)'dan gelen rivayette o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s.) bana: "Sen isal olmak için hangi ilacı kullanırdın?" buyurdu. Ben: Şübrüm (denilen bitki) dedim. Rasûlullah (s.a.s.): "O şiddetli ishal yapar" buyurdu. Sonra ben: İshal için sinameki kullandım. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): "Eğer herhangi bir şey ölüme şifa olsaydı sinameki olurdu. Sinameki nerdeyse ölüme şifa olacaktı" buyurdu. diyerek bu bitkinin kabızlığı giderme konusunda çok tesirli olduğunu etkili bir dille ifade etmiştir. Bu rivayetle de Allah Rasûlü (s.a.s.) Kabızlık tedavisinde şübrüm isimli bitkinin kullanılmasını hoş görmeyerek o dönemdeki bir uygulamayı değiştirmiştir. Sonuç Dayana'gı Kurân ve Hz. Peygamber'in (s.a.s.) fetaneti olan hadislerdeki tıbbi bilgiler, Müslümanlar açısından genel prensipler ortaya koyup devri geçmeyen bilgiler içermektedir. Ancak, üçüncü kısma giren Tıbbı Nebevî rivayetleri değişebilir ve daha iyi yöntemler bulunduğunda terk edilmesi mümkün olan bilgilerdir. Kaynagı kuran ve Peygamber fetaneti olan bilgilerde Hz. Peygamber'in tıbbı nebevi ile ilgili ifadeleri daha kesin, halkın uygulamalarına dayanan bilgilerde ise daha mutedil ifadeler yer almaktadır. "Allah dogru söyledi, senin kardeşinin karnı yalan söyledi" ifadesi bunun en belirgin örneklerindendir. Hz. Peygamber (s.a.s.) hıfzıssıhha konusunda topluma yeni şeyler söylemiş, bazı tedavi yöntemleri öğretmiş, ancak bunun yanında devrinin bilgi birikiminden istifade etmiş ve döneminin tabiplerinden faydalanmıştır. Ayrıca döneminin tıp uygulamalarını meşrulaştırmış ya da bazılarını men etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bilgiye ve bilim adamına deger vermiş, toplumu bu konuda yönlendirmiştir. Devrinin tabiplerine itimat etmesi ve ashabını ihtiyaç anında bu kişilere yönlendirmesi bunu göstermektedir. 286 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 287 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi العمل بالحديث الضعيف في قضايا الطب النبوي Okt. Mhd Saeed AlMAJD Süçü Imam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi المستخلص استدالل منذ زمن متقدم ، تعد أحاديث الطب النبوي من األحاديث التي نالت عناية من العلماء جمعاً و ً وازداد االهتمام بهذا الشأن في العصور المتأخرة ،وتعددت وجهات الباحثين تجاه هذا الباب ،ال سيما بعد تحكيم النظرة العقلية الصرفة في دراستها يهدف البحث إلى تحرير حكم العمل بالحديث الضعيف ،خصوصاً بعد تعالي األصوات برده جمل ًة وتفصيالً وإدراجه مع الحديث الموضوع ،ثم إسقاط قاعدة جواز واستحباب العمل بالضعيف في الفضائل والمستحبات على أبحاث الطب النبوي ألن الراجح كون التداوي سنة او مستحبا وليس واجباً. سيتناول البحث :تعريف الحديث الضعيف ،درجاته ،مذاهب العلماء من العمل به ،القول الراجح ومن ثم بيان اندراج أحاديث الطب النبوي ضمن باب المستحبات والفضائل و التمثيل لذلك بأمثلة تطبيقية ألحاديث ضعيفة في الباب ،وفي الختام عرضأهم النتائج التي توصل إليها الباحث. الكلمات المفتاحية :الحديث الضعيف –الطب النبوي –التداوي --االمستحبات. TIBBU’N-NEBEVÎ KONUSUNDA ZAYIF HADİSLE AMEL ÖZET: Tıbbu’n-nebevîye dair hadisler, eski zamanlardan itibaren ulemanın cem ve istidlal için kullanmak üzere ilgisini çeken hadislerden kabul edilmektedir. Bu hususa verilen önem son dönemlerde de giderek artmıştır. Özellikle bu hadislere salt akıl ile yaklaşılmasından dolayı araştırmacıların bu konuya dair eğilimleri artmıştır. 288 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu ara ,ştırmaözellikle söz konusu hadisleri bütünüyle reddetme ve mevzu hadis kapsamına dâhil etme yönündeki görüşlerin artmasından dolayı zayıf hadisle amel meselesinin hükmünü araştırmayı ve fedâile dair zayıf hadisle amelin caizliği kaidesini tıbbu’n-nebevî hadislerine de uygulamayı hedeflemektedir. Çünkü tercih edilen görüş de tıbbu’n-nebevî hadislerinin tedavi amaçlı kullanılmasının vacip değil de sünnet olmasıdır. Ara ,ştırmada zayıf hadisin tanımı, derecesiâlimlerin zayıf hadisle amel konusundaki görüşleri, tercih edilen görüş ele alınacak ve sonra tıbbu’n-nebevî hadislerinin fedâil ve müstehablar kapsamına dâhil edilmesi açıklanarak bu husus söz konusu zayıf hadislere tatbik edilerek misallendirilecek ve çalışma, ulaştığı önemli neticeler arz edilerek nihayete erecektir. Anahtar Kelimeler: Zayıf hadis, tıbbu’n-nebevî, tedavi, müstehablar بسم هللا الرحمن الرحيم الحمد هلل الذي أطلع شمس السنة النبوية من آفاق المعارف الربانية فأشرقت بها قالع المعارف الكونية ،والصالة والسالم على سيد المرسلين ،وإمام المهتدين ،وقائد الغر المحجلين سيدنا محمد الرحمة المهداة إلى العالمين ،وآله وصحبه أجمعين. تعد أحاديث الطب النبوي باباً من أبواب الموضوعات التي تناولتها األحاديث النبوية بمختلف درجاتها -من حيث القوة والضعف -صحيحاً وحسناً وضعيفاً ،نال اهتمام العلماء باإلفراد في كتب و أبواب في المصنفات األمهات الستة وغيرها ،ثم أفرده العلماء في أجزاء خاصة بأحاديث الطب النبوي. يهدف البحث إلى تحرير حكم العمل بالحديث الضعيف عموماً ،خصوصاً بعد تعالي األصوات برده جمل ًة وتفصيالً وإدراجه مع الحديث الموضوع ،والتأكيد على عدم وجود مذهب مستق معتمد يقول بمنع العمل بالضعيف مطلقاً ،ومن ثَم إسقاط و تطبيق قاعدة جواز واستحباب العمل بالضعيف في الفضائل والمستحبات على أبحاث الطب النبوي على الراجح من اعتبار التداوي مستحباً وليس واجباً. خطة البحث المبحث األول :الحديث الضعيف ( تعريفه ،درجاته ،حجيته ،مذاهب العلماء في العمل به في فضائل األعمال ،معنى فضائل األعمال) أوالً :تعريف الحديث الضعيف ثانياً :درجات الحديث الضعيف : ثالثاً :حجية الحديث الضعيف في الشريعة اإلسالمية 289 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi رابعاً :مذاهب العلماء في العمل بالضعيف في فضائل األعمال خامساً :معنى فضائل األعمال : المبحث الثاني :العمل بالحديث الضعيف في قضايا الطب النبوي أوالً :الموضوعات العامة ألحاديث الطب النبوي ثانياً :موقف المحدثين من العمل باألحاديث الواردة في الطب النبوي ثالثاً :أمثلة لألحاديث الضعيفة التي عمل بها العلماء في موضوعات الطب النبوي. الخاتـمــة والنتائج المبحث األول :الحديث الضعيف ( تعريفه ،درجاته ،حجيته ،مذاهب العلماء في العمل به في فضائل األعمال ،معنى فضائل األعمال) أوالً :تعريف الحديث الضعيف الضعيف لغة :قال الفيومي ()1 « َّ الضعف بفتح الضاد لغة تميم ،وبضمها في لغة قريش خالف القوة والصحة ». الحديث الضعيف اصطالحاً :كل حديث لم تجتمع فيه صفات القبول وصفات القبول ()3 ()2 . :وهي االتصال والعدالة والضبط _ ولو لم يكن تاماً -والعاضد عند االحتياج وعدم الشذوذ وعدم العلة. ثانياً :درجات الحديث الضعيف : والمراد تبعاً لدرجة ضعفه ،وقد رأيت كثير من العلماء يتحدث هنا مباشرة عن أوهى األسانيد ،ولكن الشيخ محمد عوامة قد لخص البحث بشكل جيد فقال « :ينبغي أن يجعل الحديث الضعيف في هذا الباب أربعة أقسام : –1الضعيف المنجبر الضعف بمتابعة أو شاهد ،وهو ما يقال في أحد رواته :لين الحديث ،أو :فيه لين ..وهو الحديث الملقب بالمشبه أي المشبه بالحسن من وجه وبالضعيف من وجه آخر وهو إلى الحسن أقرب . –2الضعف المتوسط الضعف ،وهو ما يقال في راوية ضعيف الحديث ،أو مردود الحديث أو منكر الحديث . 290 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi –3الضعيف الشديد الضعف وهو ما فيه متهم أو متروك . –4الموضوع » ()1 . وهذه الدرجات تتفاوت تبعاً لتوافر شروط القبول الستة المار ذكرها ،فكلما انعدمت صفات القبول كان الحديث أشد في الضعف وضعفت إمكانية قبوله ،وكلما توافرت صفات القبول أكثر كلما خف الضعف وكانت إمكانية جبر الضعف الذي فيه وإمكانية ارتقائه للحسن لغيره أكثر. ثالثاً :حجية الحديث الضعيف في الشريعة اإلسالمية تنقسم موضوعات الدين اإلسالمي إلى عقيدة و شريعة و أخالق .... اتفق العلماء على اشتراط كون الحديث متوات اًر للعمل به في أصول العقائد ،وقبلوا الحديث اآلحاد الصحيح في فروع العقائد و األحكام تأسيساً واستنباطاً. كما عمل الفقهاء يالحديث الضعيف في األحكام في بعض المواطن وفي أحوال معينة وهذا ابن القيم يقول « األصل الرابع :األخذ بالمرسل والحديث الضعيف إن لم يكن في الباب شيء يدفعه وهو الذي رجحه أحمد على القياس وللضعيف عنده مراتب فإن لم يجد في الباب أث اًر يدفعه وال قول صاحب وال إجماعاً على خالفه كان العمل به عنده أولى من القياس وليس أحد من األئمة إال وهو موافق على هذا األصل من حيث الجملة فانه ما منهم أحد إال وقد قدم الحديث الضعيف على القياس »( ، . )2و أص َل المسألة العالمة محمد عوامة في كتابه « أثر الحديث الشريف في اختالف األئمة الفقهاء » وهو مترجم إلى اللغة التركية وهو مهم جداً. أما بالنسبة لألخالق و فضائل األعمال و الترغيب بالثواب و الترهيب من العقاب والرقائق والوعظ والفضائل والمثالب و المغازي والسير و التفسير فقد قبل العلماء العمل بالحديث الضعيف الذي لم يشتد ضعفه ،وقالوا تثبت به بعض المستحبات بشروط. رابعاً :مذاهب العلماء في العمل بالضعيف في فضائل األعمال : 1مذهب القائلين بالعمل بالحديث الضعيف مطلقاً في فضائل األعمال ذهبت جماهير ()1 العلماء من المحدثين والفقهاء بأنه يعمل بالحديث الضعيف جوا اًز واستحباباً في فضائل األعمال ،وفي الترغيب والترهيب والتفسير والمواعظ والزواجر والقصص والسير والمغازي بل وفي إثبات الصحبة أيضاً ()2 . 291 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ودونك نصوص موثقة من كالمهم نظرياً ،أو من تصرفهم عملياً من كتبهم ولم أقصد االستيعاب ويلحظ أنه المنقول منه بالنسبة للمنهج العملي هو كتب مؤلفة تذكر األحاديث فيها على سبيل االحتجاج في هذا الموضوع وليست كتباً جامعاً لكل ماورد في المسألة وسأحاول أن أرتبها على التسلسل الزمني تبعاً لزمن وفاته وقبل نقل النصوص سأعرض أسماء العلماء إجماالً . وكلهم أئمة عظام جبال كالبخاري ومسلم ومالك وأحمد وسفيان الثوري وعبد هللا ابن المبارك وسفيان بن عيينه وعبد الرحمن بن مهدي وابن أبي حاتم وأبو زكر العنبري و الحاكم والخطيب البغدادي وابن عبد البر والبيهقي وابن قدامة وعبد الحق األشبيلي وأبو الحسن بن القطان وابن الصالح والنووي وابن سيد الناس والطيبي والجرجاني والزركشي وابن ناصر الدين وابن الهمام والعراقي والقاري وغيرهم كثير ،سأنقل بعض نصوصهم فيما يلي من مصادرها: قال اإلمام سفيان الثوري ( ت «: ) 161ال تأخذ هذا العلم في الحالل والحرام إال من الرؤساء المشهورين بالعلم الذين يعرفون الزيادة والنقصان فال بأس بما سوى ذلك من المشايخ » ()3 . وقيل لعبد هللا بن المبارك ( ت ) 181لما روى عن رجل حديثاً « هذا رجل ضعيف » قال « يحتمل أن يروى عنه هذا القدر أو مثل هذه األشياء » قلت لعبدة :مثل أي شي كان ؟ ()4 قال :في أدب ،في موعظة ،في زهد أو نحو ذلك » يحتاج إلى بيان . وكتابه الزهد شاهد كضوء الشمس وال اإلمام مالك بن أنس إمام دار الهجرة ( ت : ) 197لم يستغن عن ذكر البالغات في كتاب الموطأ وفيها الكثير من الضعاف التي لم تثبت ،مع أنه جعل كتابه مرجعاً للفقه والدين ()5 . قال سفيان بن عيينة ( ت «: ) 198ال تسمعوا من بقية ما كان في سنة واسمعوا منه ما كان في ثواب وغيره » ()6 . وقال عبد الرحمن بن مهدي ( ت «: ) 198إذا روينا في الثواب والعقاب وفضائل األعمال تساهلنا في اإلسناد وتسامحنا في الرجال وإذا روحينا في الحالل والحرام واإلحكام تشددنا في األسانيد وانتقدنا الرجال » ()7 . وقال اإلمام أحمد بن حنبل ( ت «: ) 241إذا روينا عن رسول هللا في فضائل األعمال وما ال يضع حكماً وال يرفعه تساهلنا في األسانيد » 292 ()8 .وقال كما في رواية الميموني عنه «: Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi أحاديث الرقاق يحتمل أن يتساهل فيها حتى يجيء شيء فيه حكم » ()1 .وقال في رواية عباس الدوري عنه «:ابن إسحاق رجل تكتب عنه هذه األحاديث –يعني المغازي ونحوها –وإذا جاء الحالل والحرام أردنا قوماً هكذا وقبض أصابع يده األربع » ()2 . اإلمام البخاري ( ت ) 256فقد صنف كتاباً في اآلداب والرقاق وهي من فضائل األعمال وجمع فيه أحاديثاً تفاوتت درجاتها فمنها الصحيح والحسن والضعيف وقد نبه إلى ذلك الشيخ الفتاح عبد غدة أبو ()3 رحمه هللا ونقل أرقام أحاديث ضعيفة وتتبع الرواة في تحقيقه وتعليقه على كتاب ظفر األماني للكنوي. فقام أوالً بنقل جملة من األحاديث –أكتفي بأرقامها كما ضبطها شارحه المبيالني –وذكر الراوي الضعيف ثم تتبع الرواة الموصوفين بالضعف أو الجهالة أو مستور من خالل الرجوع إلى تقريب التهذيب وأثبت أن في األدب المفرد أحاديثاً ضعيفة وقد أوردها إمام المحدثين وحجتهم . ثم إن شارح الصحيح اإلمام الحافظ ابن حجر العسقالني شيخ اإلسالم قال في مقدمة الشرح المسماة هدي الساري في معرض الكالم عن أحد الرواة وهو محمد بن عبد الرحمن َّ الطفاوي بعد أن ذكر أن للعلماء فيه مقاالً «:كأن البخاري لم يشدد فيه ،لكونه من أحاديث الترغيب والترهيب » ()4 وقال في االعتذار عن تخريج البخاري ( فليح بن سليمان ) « وإنما أخرج له أحاديث أكثرها في المناقب وبعضها في الفضائل » ()5 . ()6 واإلمام مسلم ( ت ) 261فقد قال في مقدمة صحيحه «:أنه يقسم األخبار ثالثة أقسام : األول :ما رواه الحفاظ المتقنون ،الثاني :ما رواه المستورون والمتوسطون في الحفظ واإلتقان ،الثالث :ما رواه الضعفاء والمتروكون » وقد أخرج مسلم لعدد من أعيان الطبقة الثالثة في المتابعات والشواهد في صحيحه . وقال ابن أبي حاتم الرازي ( ت : ) 327بعد أن قسم اتباع التابعين إلى خمس مراتب «: المرتبة الرابعة ومنهم الصدوق الورع والمغفل الغالب عليه الوهم والخطأ والغلط والسهو فهذا يكتب من حديثه الترغيب والترهيب والزهد واآلداب وال يحتج بحديثه في الحالل والحرام» ()7 وقال الحافظ أبو زكريا يحيى بن محمد العنبري ( ت : ) 344وهو شيخ الحاكم أبي عبد هللا « الخبر إذا ورد ولم يحرم حالالً ولم يحل حراماً ولم يوجب حكماً وكان في ترغيب أو ترهيب أو تشديد أو ترخيص رجب اإلغماض عنه والتساهل في رواته » 293 ()8 . Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقال اإلمام الحافظ أبو عبد هللا الحاكم تلميذه « وأنا بمشيئة هللا أجري األخبار التي سقطت على الشيخين في كتاب الدعوات على مذهب ()9 أبي سعيد عبد الرحمن بن مهدي في قبولها » ثم ساق بسند شيخه العنبري عبارة ابن مهدي المشهورة . وأما ابن حزم ( ت : ) 456فقد قال في المحلى « :وهذا األثر وإن لم يكن مما يحتج بمثله فلم نجد فيه عن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم غيره وقد قال أحمد بن حنبل ضعيف الحديث أحب إلينا من الرأي » قال « :وبهذا نقول » ()1 . وقال اإلمام البيهقي ( ت : ) 458بعد أن قسم األخبار وتكلم عن األخبار الضعيفة ذكر الرواة –فقال « وضرب ال يكون راويه متهماً بالوضع غير أنه عرف لسوء الحفظ وكثرة الغلط فمن رواياته ،أو يكون مجهوالً لم يثبت من عدالته وشرائط قبول خبرة ما يوجب القبول فهذا الضرب من األحاديث ال يكون مستعمالً في األحكام ،كما ال تكون شهادة من صفته هذه مقبولة عند الحكام وقد يستعمل في الدعوات والترغيب والترهيب والتفسير والمغازي فيما ال يتعلق به حكم » ()2 . وعقد الخطيب البغدادي ( ت ) 463فصالً بعنوان [ باب التشدد في أحاديث األحكام والتجاوز في فضائل األعمال ] وقال « وقد ورد عن غير واحد من السلف أنه ال يجوز حمل األحاديث المتعلقة بالتحليل والتحريم إال عمن كان بريئاً من التهمة بعيداً حسن الظنة وأما أحاديث الترغيب والمواعظ ونحو ذلك فإنه يجوز كتبها عن سائر المشايخ » ()3 وهذا ابن عبد البر ( ت : ) 463يقول « أهل العلم بجماعتهم يتساهلون في الفضائل فيروونها عن كل وإنما يتشددون في أحاديث األحكام » ()4 .ويقول «:وأهل العلم مازالوا يسامحون أنفسهم في رواية الرغائب والفضائل عن كل أحد -وفي نسخة على كل حال –وإنما يتشددون في أحاديث األحكام » يحتج به » ()6 ()5 .ويقول أيضاً :وأحاديث الفضائل ال يحتاج فيها إلى من وقال أبو الحسن بن القطان الفاسي ( ت : ) 628عن الضعيف والمنقطع وحديث المختلط والمدلس والمستور وسيء الحفظ والموصوف بالغلط والخطأ « هذا القسم ال يحتج به كله عند االعتضاد بل يعمل به في فضائل األعمال ويتوقف عن العمل به في األحكام إال إذا كثرت طرقه أو عضده اتصال عمل أو موافقه شاهد صحيح أو ظاهر القرآن . » ....قال ابن حجر « وهذا حسن رايق ما أظن منصفاً بأباه » ()7 294 . Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقال ابن قدامة المقدسي( ت «) 630النوافل والفضائل ال يشترط صحة الحديث لها » ()8 ثم لما تكلم عن مسألة االحتباء واإلمام يخطب قال « :وال بأس باالحتباء ...روي ذلك عن ابن عمر وجماعة من الصحابة « األولى تركه لما روي عن النبي صلى هللا عليه وسلم.. فاألولى تركه ألجل الخبر وأنه كان ضعيفاً » ()9 . وقال أمير المؤمنين في الحديث اإلمام ابن الصالح ( ت «: ) 643يجوز عند أهل الحديث وغيرهم التساهل في األسانيد ورواية ما سوى الموضوع من أنواع األحاديث الضعيفة من غير اهتمام ببيان ضعفها فيما سوى صفات هللا تعالى وأحكام الشريعة من الحالل والحرام وغيرهما . وذلك كالمواعظ والقصص وفضائل األعمال وسائر فنون الترغيب والترهيب وسائر ماال تعلق له باألحكام والفضائل وممن روينا عنه التنصيص على التساهل في نحو ذلك عبد الرحمن بن مهدي وأحمد بن حنبل » ()1 ٍ ومحش عليه ومختصر له وناظم له . .وقد وافقه كل شارع لكتابه وأما اإلمام محيي الدين النووي ( : ) 676فقد يبين ذلك في غير موضع ونقل اتفاقه العلماء على ذلك كما سترى .فقد قال « قال العلماء من المحدثين والفقهاء وغيرهم :يجوز ويستحب العمل في الفضائل والترغيب والترهيب بالحديث الضعيف مالم يكن موضوعاً ،وأما األحكام كالحالل والحرام والبيع والنكاح والطالق وغير ذلك فال يعمل فيها إال بالحديث الصحيح أو الحسن « إال أن يكون في احتياط في شيء من ذلك » ()2 . وقال أيضاً في مقدمة شرح مسلم في معرض كالمه في الجواب عن رواية بعض األئمة عن الضعفاء « :أنهم قد يروون عنهم أحاديث الترغيب والترهيب وفضائل األعمال والقصص وأحاديث الزهد ومكارم األخالق ونحو ذلك مما ال تعلق له بالحالل والحرام وسائر األحكام وهذا الضرب من الحديث يجوز عند أهل الحديث وغيرهم التساهل فيه ورواية ماسوى الموضوع منه والعمل به ألن أصول ذلك صحيحة مقررة الشرع معروفة عند أهله » اتفاق العلماء على العمل بالحديث الضعيف في فضائل األعمال » ()4 ()3 وقال « :وقد قدمنا . وقال ابن سيد الناس ( ت : ) 734بمناسبة كالمه على توثيق محمد بن إسحاق صاحب السيرة ما نصه «:ثم غالب ما يروي عن الكلبي أنساب وأخبار من أحوال الناس وأيام العرب وسيرهم وما يجري مجرى ذلك مما سمح كثير من الناس في حمله عمن ال تحمل عنه األحكام وممن حكي عنه الترخص في ذلك اإلمام أحمد وممن حكي عنه التسوية في ذلك بين األحكام وغيرها يحيى بن معين » ()5 . 295 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقال الطيبي (ت «: ) 743ويجوز عند المحدثين وغيرهم التساهل في أسانيد الضعيف سوى الموضوع وروايته من غير بيانه ضعفه في المواعظ والقصص وفضائل األعمال ال في صفات هللا وأحكام الحالل والحرام »(.)6 ووافق الحافظ ابن كثير ( ت : ) 774ابن الصالح في اختصار علوم الحديث ونقل العبارة كما هي دون تقييد أو إنكار ()7 . وقال العالمة بدر الدين الزركشي الشافعي ( ت «: ) 794الضعيف مردود مالم يفد ترغيباً أو ترهيباً » ()8 .وقال «:ما ذكره –أي الحافظ ابن الصالح –من أنه ال يجوز رواية الضعف إال بصيغة التمريض شامل للضعيف الذي يمتنع العمل به وهو في األحكام ،والذي شرع العمل به وهو في الفضائل وهو في الظاهر ومن الناس من يجزم بـ قال في الضعيف إذا كان من فضائل األعمال واألصل المنع » ()9 . وقال اإلمام الذين العراقي الشافعي ( ت ) 806في ألفيته : وسهلوا في غير موضوع رووا بيـانه في الحكم والعـ ـ ـ ـ ـ ـ ــقائــد من غــير تبين لضعف و أروا عن ابن مه ـدي وغير واحد وقال شارحاً « :وأما غير الموضوع فجو از التساهل في إسناده وروايته من غير بيان لضعفه إذا كان في غير األحكام والعقائد بل في الترغيب والترهيب من المواعظ والقصص وفضائل األعمال ونحوها ثم نقل أن اإلمام أحمد وابن المالك وابن مهدي نصوا على ذلك وعقد لذلك ابن عدي فصالً في الكامل وكذلك الخطيب في الكفاية » ()1 . وقال أبو الحسن الجرجاني ( ت «: ) 816ويجوز عن العلماء التساهل في إسناد الضعيف دون الموضوع وروايته من غير بيان ضعفه في المواعظ والقصص وفضائل األعمال » ()2 . وقال ابن ناصر الدين الدمشقي ( ) 842قال « :وكما تجوز رواية الحديث الضعيف الوارد في بعض هذه األمور –أي الترغيب والترهيب والقصص واألمثال والمواعظ وفضائل األعمال –كذلك يجوز العمل به عند الجمهور » ()3 . ض ِّعف ..والحديث في دعاء من ألدعية سامع وقال الكمال بن الهمام ( « : ) 861ولو ُ األذان –يكفي فيه لمثله »وقال « :والضعيف غير الموضوع يعمل به في فضائل األعمال »(.)4 296 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وقال شيخ اإلسالم زكريا األنصاري الشافعي ( ت «: ) 925وعليه ففائدته جواز العمل به إذا العمل في فضائل األعمال بالحديث الضعيف جائز ».وتابع في شرح األلفية اإلمام العراقي على الجواز تماماً ولم يعلق أو ينكر ()5 . وأما أبن حجر الهيتمي الشافعي ( ت : ) 973فقد وافق النووي في شرحه على األذكار على ذلك ونقل اإلجماع واالتفاق ()6 .وقال في موضع آخر «:وال فرق بين حفظ أربعين صحيحة وحسنة وكذا ضعيفة في الفضائل للعمل فيها » ()7 . وقال محمد بن طاهر ال َف َّتني ( ت «: ) 986ويجوز عند العلماء التساهل في أسانيد الضعيف والفضائل بال شرط بيان ضعفه في الوعظ والقصص ،والقصص والفضائل ال في صفات إليه والحالل والحرام » ()8 . وقال الشيخ مال علي القاري الحنفي ( ت «: ) 1014والضعيف يعمل به في فضائل األعمال اتفاقاً »وقال « أما ما ذكره بعض المحدثين في إسناد هذا الحديث أنه ضعيف فعلى تقدير صحته ال يضر المقصود فإنه الحديث الضعيف معتبر في فضائل األعمال عند جميع العلماء من أرباب الكمال» « االستحباب يثبت بالضعيف غير الموضوع »(. 9 وقال الشيخ المحقق العالمة أحمد رضا البريلوي ( «: ) 1340فصريح ما يعطيه كالمهم قبول ما اشتد ضعفه لفسق أو فحش غلطه مثالً وإن تفرد ولم يكثر طرقه فانهم وتأمل ... وبالجملة فاالطالق –أي ما سوى الموضوع –األوفق بالدليل واأللصق بقواعد الشرع الجميل » ()1 :2مذهب القائلين بالعمل بالحديث الضعيف في فضائل األعمال بشروط ينسب هذا المذهب كمذهب في العمل في الضعيف في فضائل األعمال إلى شيخ اإلسالم ابن حجر العسقالني والذي نقله عنه الحافظ السخاوي والحافظ السيوطي وصاحب الدر المختار كما ستأتي النصوص معنا ،وقد نقل السخاوي أنه مذهب الجمهور وفصل في اتفاق العلماء على الشروط المذكورة نقالً عن شيخه ابن حجر رحمهم هللا جميعاً . قال اإلمام السخاوي ( ت «: ) 903سمعت شيخنا رحمه هللا [ يعني ابن حجر ] م ار اًر يقول –وكتبه لي بخطه –إن شرائط العمل بالضعيف ثالثة :األول متفق عليه :أن يكون الضعف غير شديد ،فيخرج من اتفرد من الكذابين والمتهمين بالكذب ومن فحش غلط .الثاني : أن يكون مندرجاً تحت أصل عـام فيخرج ما يخترع بحيث ال يكون له أصل أصالً .الثالث :أن 297 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ال يعتقد عند العمل به ثبوته لئال ينسب إلى النبي ما لم يقله .قال واألخيران :عن ابن عبد السالم وعن صاحبه ابن دقيق العيد ،واألول نقل العالئي االتفاق عليه » ..ثم لما رتب المذاهب قال « :هو الذي عليه الجمهور يعمل به في الفضائل دون األحكام كما تقدم بشروطه » ()2 .وكالم الحافظ السخاوي في فتح المغيث مختصر عن هذا ولكن فصل في الشرط الثاني فقال «:وكان مندرجاً تحت أصل عام حيث لم يقم على المنع منه دليل آخر أخص من ذلك ()3 العموم » . وقال اإلمام الحافظ السيوطي الشافعي ( ت «: ) 911وذكر شيخ اإلسالم له ثالثة شروط :أحدها :أن يكون الضعيف غير شديد ،فيخرج من انفرد من الكذابين والمتهمين بالكذب ومن فحش غلطه ،نقل العالئي االتفاق عليه . الثاني :أن يندرج تحت أصل معمول به .الثالث :أن ال يعتقد عند العمل به ثبوته بل يعتقد االحتياط .وقال هذا ذكرهما ابن عبد السالم وابن دقيق العيد » ()4 . وقال الحصكفي الحنفي ( ت «: ) 1088فائدة :شرط العمل بالحديث الضعيف عدم شدة ()5 ضعفه وأن يدخل تحت أصل عام ،وأن ال يعتقد سنية ذلك بل يعتقد االحتياط » قال ابن عابدين (ت «: )1252شديد الضعف هو الذي ال يخلو طريق من طرق عن كذاب أو متهم بالكذب قاله ابن حجر ط/هـ » ()6 . فيتحصل لدينا هنا ثالثة شروط وكما رأينا قال أبن حجر أن الشرط األول نقل العالئي االتفاق عليه والثاني والثالث ذكرهما ابن دقيق العيد وابن عبد السالم. ومن المتأخرين اختاره –فيمن وقفت على كالمه –ابن عالن في شرح األذكار وفي تفصيل الكالم من الشروط الدين ()3 ()7 والعالمة اللكنوي الحنفي ،والشيخ عبد الفتاح أبو غدة عوامة(.)6 ()4 ()1 ،والشيخ الكوثري ()2 ،والشيخ عبد هللا سراج ،والدكتاور نور الدين عتر ()5 ،والشيخ محمد الشرط األول :أن يكون الضعف غير شديد وفسره ابن حجر بـ فيخرج من اتفرد من الكذابين أو المتهمين بالكذب أو فحش غلط هذا على رواية السخاوي والسيوطي . وفسره أيضاً بـ بحيث ال يخلو طريق من طرقه عن كذاب أو متهم بالكذب على رواية الطحطاوي .ونقل ابن حجر أن العالئي نقل االتفاق على هذا الشرط ،لكن في نقل االتفاق نظر بحثته باستفاضة ال مجال لذكره هنا وسأحيل لبعض المراجع للتوسع. 298 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الشرط الثاني :أن يندرج تحت أصل عام في نقلي السخاوي ( عام ) وفي كالم السـيوطي في التدريب ( معمول به ) وإلى هنا ال خالف ولكن في تفسير السخاوي اختالف في تفسير الشرط ففي القول البديع ( ...فيخرج ما يخترع بحيث ال يكون له أصل أصالً ) وفي فتح المغيث ( ...حيث لم يقم على المنع دليل آخر أخص من ذلك العموم ) . وهنا أقول :نعم كالمه في القول البديع واضح وهو تفسير ظاهر الندراجه تحت أصل عام ، ولكن كالمه اآلخر يفيد قيداً جديداً –فيما يظهرلي –وهو عدم وجود ما يعارضه وهذا مهم جداً . وإلى ما تنبهت إليه يشير تلخيص العالمة الفاضل محمد عبد الحي الكنوي في كتابه ( ظفر األماني ) ذلك أنه في بداية النقل عن السخاوي والسيوطي نقل ثالثة شروط ،ولكنه في خالصة البحث نقل أربعة شروط أولها :فقدان دليل آخر أقوى منه معارضاً له ،ثم يذكر ثالثها :أن يكون داخالً تحت أصل كلي من األصول الشرعية ( ، )7فهذا أمر مهم وقيد عدم المعارضة مهم جداً فيما يظهر لي . الشرط الثالث :أن ال يعتقد عند العمل به ثبوته تتمته عند السخاوي ( لئال ينسب إلى النبي صلى هللا عليه وسلم) وعند الطحطاوي وعند السيوطي ( بل يعتقد االحتياط ) زاد الدكتور نور الدين عتر ال الثبوت الالزم » ()8 وقوله « االحتياط » واضح فهو إن فعل ذلك العمل وكان النبي صلى هللا عليه وسلم قد قاله فعالً فقد خرج عن العهدة ،وإن لم يكن فال يترتب على ذلك فساد شرعي . وكذلك لو جاء حديث ضعيف على كراهة عمل لم يثبت استحبابه بدليل آخر –أي عدم المعارض –فيؤخذ حنيئذ بهذا الحديث احتياطاً ،ألنه لو قاله النبي يقيناً فيتركه تركنا مكروهاً ، وإن لم يكن قد قاله فنحن ما تركنا عمالً واجباً أو مستحباً بل مباح وال خير في ذلك ()1 . وقد حاول صاحب التعريف توضيح المراد بهذا الشرط منطقياً فقال « :فالحديث الضعيف لم يترجح فيه جانب الظن أو الوهمك فيتوقف فيه ،وقد يزيد أحد الجانبين تبعاً لدرجة ضعف الحديث ،فلما لم يترجح جانب الظن كان الصواب عدم اعتقاد أي ظن نسبته لرسول هللا صلى هللا عليه وسلم و كذا لما لم يترجح جانب الوهم كان الثواب أيضاً عدم نفي النسبة فاالحتمال قائم سلباً وإيجاباً ...وال يلزم من التوقف في النسبة منع العمل ،فالقياس معمول به ولكن ال ينسب للنبي صلى هللا عليه وسلم» ()2 299 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi :3مذهب القائلين بمنع العمل بالحديث الضعيف في فضائل األعمال لدى النظر في كتب المصطلح نجد أن كل مؤلف عندما يتعرض لهذه المسألة –مسألة العمل بالضعيف في فضائل األعمال أو مطلقاً –يقسمون –مسالك العلماء إلى ثالثة مذاهب قائلين به مطلقاً ،ومقيدين بشروط ،ومالفين مطلقاً . ولكني وبعد النظر في المانعين وما نقل عنهم نظرياً ،وما سنراه من اختيارهم عملياً وهو المهم جداً رأيت الخطأ في نسبة هذا المذهب للكثير منهم بل وجميعهم إن صح التعبير، وسأذكر أدلتي فيما ذهبت إليه . نعم صرح بعض العلماء أو نسب إليه هذا نظرياً ولكن عارضه فعله أو نقل آخر عنه كما سنرى قبل تحرير أقوالهم سأذكر نقول المتأخرين فيما نسبوه لهؤالء العلماء بمنع العمل بالضعيف مطلقاً . قال الزركشي (ت )794وتابعه السخاوي والسيوطي « وقد نقل بعض األثبات عن بعض تصانيف الحافظ أبي بكر بن العربي المالكي أنه قال :إن الحديث الضعيف ال يعمل به مطلقاً » ()3 . وقال طاهر الجزائري ( «) 1338وذهب قوم إلى عدم جواز األخذ بالحديث الضعيف في أي نوع كان ،وقد أشار إلى ذلك العالمة عبد الرحمن المعروف بأبي شامة في كتاب [ الباعث على إنكار البدع والحوادث ] ()4 . وقال الشيخ جمال الدين القاسمي (ت )1332ناسباً المنع لكثير من األئمة كما سنرى – وهو أول المتوسعين في هذه النسبة كما قال ما نصه «:األول :ال يعمل به مطلقاً ،ال في األحكام وال في الفضائل حكاه ابن سيد الناس في عيون األثر عن يحيى بن معين ،ونسبه في فتح المغيث ألبي بكر بن العربي والظاهر أن مذهب البخاري ومسلم ذلك أيضاً يدل عليه شرط البخاري في صحيحه ،وتشنيع اإلمام مسلم على رواة الضعيف كما أسلفناه وعدم إخراجهما في صحيحهما شيئاً منه ،وهذا مذهب ابن حزم رحمه هللا أيضاً » ...... ()5 . وقال الشيخ محمد زاهد الكوثري الحنفي ( « ) 1371والمنع من األخذ بالضعيف على األطالق مذهب البخاري ومسلم وابن العربي – كبير المالكية في عصره –وأبي شامة المقدسي – كبير الشافعية في زمنه –وابن حزم الظاهري ،والشوكاني ولهم بيان قوي في المسألة ال يهمل » ()6 . 300 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi وهكذا بالنظر إلى النصوص المنقولة نجد أن المنع مطلقاً نسب لكل من القاضي أبو بكر بن العربي ويحيى بن معين والبخاري ومسلم وأبي شامة المقدسي وابن حزم الظاهري والشوكاني. أوالً :العالمة القاضي أبو بكر بن العربي المالكي (ت : ) 543 نسب جميع الذين نقلنا عنهم هذا المذهب إليه وأقدم هؤالء الزركشي في نكته وفيما ظهر لي ،قد اشتهر عن السخاوي والسيوطي ،ولكن جميع الناقلين عنه لم يذكروا في أي موضوع ذكر ذلك أو في أي كتاب نقل عنه ذلك سواء العلماء المؤلفون أو محققوا كتبهم أجمعون وهم على قدر جليل في التحقيق ومعرفة خفايا الكتب وعبارة الزركشي « وقد نقل بعض األثبات عن بعض تصانيف الحافظ أبي بكر » دون ضبط أو تحديد .يقول صاحب التعريف « فلم يوجد نص صريح عنه يمنع العمل بالضعيف في الفضائل ()1 يقول الشيخ محمد عوامة في تعليقه على القول البديع للسخاوي ،بعد أن ذكر نسبة القول له من السيوطي و السخاوي « وال أراه يصح عنه لما نقله ابن عراق في تنزيه الشريعة عن « مراقي ُّ الزَلف » البن العربي نفسه » ()2 وقد رجعت إلى تنزيه الشريعة البن عراق في تنـزيه الشريعة ألبن عراق الكناني والنص فيه «:وقال القاضي أبو بكر ابن العربي في كتابه مراقي الزلف :وبكراهة النظر أقول ألن الخبر وإن لم يثبت بالكراهية فالخبر الضعيف أولى عند العلماء من الرأي والقياس » ()3 .يقول الشيخ محمد عوامة « فإن صح النقل األول عنه فلعله يحمل على شديد الضعف وللحديث مجال آخر » ()4 ثم إن القاضي أبو بكر يقول في شرحه على الترمذي معلقاً على حديث رواه الترمذي في العاطس ثالثاً حيث قال الترمذي :حديث غريب وإسناده مجهول :قال ابن العربي « تشميت َ ()5 وهو وإن كان مجهوالً ،فإنه يستحب العمل به ،ألن دعاء بخير وصلة للجليس وتودد له » .وقد نقل الحافظ ابن حجر عبارة أبي بكر بن العربي وفي النقل عنده زيادة « فاألولى العمل به » ()6 . ثانياً :اإلمام الناقد يحيى بن معين ( ت : ) 233 فقد رأينا نقالً أن مذهبه المنع اعتماداً على قول ابن سيد الناس في كتابه « عيون األثر في فنون المغازي والسير » في معرض حديثه عن توثيق محمد بن إسحاق «:ثم غالب ما يروى عن الكلبي أنساب وأخبار من أحوال الناس وأيام العرب وسيرهم وما يجري مجرى ذلك مما سمح كثير من الناس في حملة عمن ال تُحمل عنه األحكام ،وممن حكي عنه الترخيص في ذلك : اإلمام أحمد » وممن حكي عنه التسوية بين األحكام وغيرها يحيى بن معين »( .... )7ولكن : 301 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ثبت لدينا عن ابن معين نقل معاكس تماماً في موضعين :أولهما :ما قاله في موسى بن عبيدة الربذي « يكتب حديثه في الرقائق » ()8 . ثانيهما :ما قاله ابن عدي عن سعيد ابن أبي مريم « سمعت يحيى بن معين يقول :إدريس بن سنان يكتب من حديثه الرقاق » ()1 فهذا يفيد أنه يقبل الضعيف وال يمنع األخذ به ()2 !! كما نقل اإلمام السخاوي في معرض حديثه عن مذهب الذين قالوا بالجواز ما نصه «:وهذا التساهل والتشديد فنقول عن ابن مهدي عبد الرحمن وغير واحد من األئمة كأحمد بن حنبل وابن معين » ........... ()3 . كما قال الشيخ أحمد بن محمد نور سيف معقباً على حكاية ابن سيد الناس المنع عن ابن معين « :هكذا قال والنصوص التي جاءت عن يحيى في محمد بن إسحاق ال تعني الترك لما يروي ،وإنما يرى أن حديثه ليس في مقام االحتجاج فقد قال فيه ثقة ولكن ليس بحجة ،وقدمه على موسى بن عبيدة وقال في موسى ال يحتج بحديثه ،وذكر أن ضعف ابن إسحاق هو في الحديث ...وقد كتب المغاري عن َّ البكائي وهو يقول فيه ليس بشيء وقال :ال بأس به في المغازي وأما في غيرها فال » ()4 اهـ بتصرف فهذه النصوص تثبت صحة ما ذهب إليه الخطيب البغدادي والسخاوي ،وال يثبت نسبة المنع إلى يحيى بن معين أبداً . ثالثاً :اإلمام البخاري ( ت : ) 256 فقد إدعى أن مذهبه المنع الشيخ جمال الدين القاسمي والشيخ الكوثري وتبعه الدكتور محمد عجاج الخطيب رد ذلك الشيخ أبو غدة فقال ()5 « وعلى ما ذهب إليه اإلمام أحمد وغيره من أئمة ذلك العصر ..جرى اإلمام البخاري رحمه هللا تعالى في كتابه ( األدب المفرد ) فأورد فيه جملة كبيرة من األحاديث واآلثار الضعيفة مستدالً بها في الباب وقد يكون الباب قاص اًر عليها وفي رواتها الضعيف والمجهول ومنكر الحديث والمتروك وأشباه ذلك » ....ثم ساق أدلته وأمثلته ثم عقب بقوله « :وأفاد هذا الذي قدمته من أحاديث ورواه من كتاب « األدب المفرد » أن ما قاله واستظهره الشيخ جمال القاسمي رحمه هللا في قواعد التحديث » .....وما قاله شيخنا الكوثري في « المقاالت » ..غير مسلم ومنقوض بهذا الذي قدمته من صنيعه في األدب المفرد » ...ثم ذكر كالم ابن حجر في الفتح المتقدم ذكره ملخصاً .وقال أيضاً «:فقد التزم الصحة في أحاديث كتابه « الجامع الصحيح » ومع ذلك فلم يستغن فيه عن إيراد المعلقات وفيها القوي والضعيف كما هو معلوم ألنها تنير الباب وتتم فهم النص وتزيده وضوحاً في 302 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi مقصوده وداللته فاإلمام البخاري مع التزامه الصحة في أحاديث كتابه لم يتسغن فيه عن إيراد المعلقات والضعاف » ()6 . رابعاً :اإلمام مسلم ( ت : ) 261 فقد نسب إليه هذا المذهب أيضاً القاسمي والكوثري والخطيب ،ولم َأر تعليقاً للشيخ أبو غدة في معرض جوابه على القاسمي على نسبة هذا المذهب لإلمام مسلم تحديداً ََ ،بل تكلم عن اإلمام مالك وموطأه ثم البخاري وكتابيه واإلمام أحمد ومسنده ثم قال « :واإلمام مالك وأحمد والبخاري وأهل طبقتهم هم القدوة في الدين فنبذ الضعيف غير المطروح وشديد الضعف فروح عن جادة أهل الحديث األُول » ... ()7 .وفي موضع آخر بعد ذكر األئمة « ....وتلك الطبقة التي في عصرهم كانوا يوردون الحديث الضعيف في كتبهم المؤلفة للعمل واالحتجاج » .... () 8 .وقال صاحب التعريف في معرض الرد على هذه النسبة « :وأما اإلمام مسلم فإنه ألزم من صنفه في التصحيح بالفحص والرواية عن الثقات المشهورين فقط وهذا منهج خاص بالصحيح » ...وحمل عبارته في بيان منهجه أنه المراد من أراد ،افراد الصحيح بالتأليف وليس األمر مطلق « .وال يوجد حافظ مكثر ُرحلة واحد ترك الرواية عن المضعفين جملة وتفصيالً حتى اإلمام مسلم رحمه هللا فإنه قال في مقدمة صحيحه أنه يقسم األخبار ثالثة أقسام :األول ما رواه الحفاظ المتقنون ،الثاني :ما رواه المستورون والمتوسطون في الحفظ واالتقان ،الثالث :ما رواه الضعفاء والمتروكون « بل إن مسلماً يخرج لعدد من أعيان الطبقة الثالثة في المتابعات والشواهد في صحيحه » ()1 .. خامساً :أبو شامة المقدسي الشافعي ( ت : ) 665 فقد نقل المنع عنه طاهر الجزائري والكوثري ،وعلل الجزائري ذلك بنقله عنه نصاً في كتابه « الباعث على إنكار البدع والحوادث » قال فيه –بعد ما نقل حديثاً في فضل رجب عن الحافظ ابن عساكر رحمه هللا –منتقداً « :وكنت أود أن الحافظ ابن عساكر لم يذكر ذلك فإن فيه تقري اًر لما فيه من األحاديث المنكرة فقدره كان أجل من أن ي ِّ حدث عن رسول هللا صلى هللا ُ عليه وسلمبحديث ُيرى أنه كذب ،ولكنه جرى في ذلك على عادة جماعة من أهل الحديث يتساهلون في أحاديث فضائل األعمال ،وهذا عند المحققين من أهل الحديث وعند علماء األصول والفقه خطأ ،بل ينبغي أن يبين أمره إن علم وإال دخل تحت الوعيد في قوله صلى هللا عليه وسلم ( :من حدث عني حديث ُيرى أنه كذب فهو أحد الكاذبين ) » اهـ 303 ()2 . Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi العثماني قال « : هذا نص أبي شامة في الباعث ،ولكن العالمة المحقق الشيخ شبير أحمد ُ ليس في هذا الكالم الذي نقله عن اإلمام أبي شامة النكير على األخذ بالضعيف في فضائل األعمال ،بل إنما أنكر رحمه هللا رواية ابن عساكر وسرده األحاديث المنكرة من غير بيان ضعفها ونكارتها مع كونه ُم َّحدثاً حافظاً جليل القدر ،وخشي أن يأتي قوم ال رسوخ لهم في علم الحديث فيعتمدون على نقل ابن عساكر ويعتقدون ثبوت هذه األحاديث المنكرة الواهية مع أنها لم تثبت عند المحدثين » ()3 كما علق صاحب التعريف على نص أبي شامة « لم يصرح بالمنع ،بل نعى أعلى من يروي الموضوعات ويسكت عليها ال سيما إذا كان من أكابر الحفاظ » وقال « فمراده الكذب لقوله ( ُيرى أنه كذب ) التحقيق . ()4 وبناء عليه فال ينسب القول إليه على » ً سادساً :الشوكاني ( ت :) 1250 نسب العالمة الشيخ محمد زاهد الكوثري القول بمنع العمل بالضعيف للعالمة الشوكاني ، ولعل سبب ذلك عبارته التي يقول فيها تعقيباً على كالم ابن عبد البر في نقل االجماع على التساهل في الفضائل :يقول «:وأقول إن األحكام الشرعية متساوية األقدام ال فرق بينها فال يحل إثبات شيء منها إال بما تقوم به الحجة وإال كان من التقول على هللا بما لم يقل وفيه من العقوبة ما هو معروف » ()5 ولكن منشأ اعتبارها مذهباً له .كونه ذكرها عقب عبارة ابن عبد البر ،وإن كان كالمه عن األحكام ونحن نتكلم عن الفضائل . كما أنه ثبت عن الشوكاني تصريح بخالف ذلك فقد قال «:واآليات واألحاديث المذكورة في الباب تدل على مشروعية االستكثار من الصالة بين المغرب والعشاء ،واألحاديث وإن كان أكثرها ضعيفاً فهي منتهضة بمجموعها ال سيما في فضائل األعمال »(.)6إذاً فال تصح نسبة المنع إليه. خامساً :معنى فضائل األعمال : الحقيقة أن الشائع هو قول ( العمل بالضعيف في فضائل األعمال ) ولكن األمر أوسع من ذلك كما قرأنا في عبارات العلماء فهناك أمور في الشريعة تشابه فضائل األعمال ويقرنها العلماء بها عند الكالم عن العمل بالضعيف كالمغازي والسير وكذلك الزهد والرقاق وسائر فنون الترغيب والترهيب والوعظ ،وضاف إليها البيهقي التفسير كما سنرى .إذاً فقولنا فضائل األعمال هذا عنوان عام يتبعه هذه المواضيع كما أشارت إليها نصوص العلماء اآلتي ذكرها إن شاء هللا تعالى . 304 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi أما فضائل األعمال فال يقصد التحديد بفضائل تفعل بل يشمل ترك منهي عنه بحديث ضعيف فيكون الترك عمل مبرور وهو فضيلة فاألمر يشمل الفعل للمستحب والترك للمكروه فالمراد ترجي أجر مخصوص على عمل منصوص أي يجوز العمل بشيء مستحب معلوم االستحباب مترجياً فيه بعض خصوص الثواب لورود حديث ضعيف في الباب ،و الفرق يكون بالترجي للثواب فهو في الحديث الصحيح قوي ال خالف فيه ،وبالحديث الضعيف أدنى درجة منه خصوصاً وقد شهد له األصل العام –وانعدم المعارض له –والمباح بالنية طاعة مستحبة . قال ابن حجر الهيتمي « :قد اتفق العلماء على جواز العمل بالحديث الضعيف في فضائل األعمال ألنه إن كان صحيحاً في نفس األمر فقد أعطي حقه من العمل به ،وإال لم يترتب على العمل به مفسدة تحليل وال تحريم وال ضياع للحق » ()1 .وهذا عين الصواب خصوصاً إذا نظرنا إلى الشروط فالحديث إذا شهدت له األصول العامة ولم يأت ما يعارضه ،ولم نلزم به وجوباً بل التزمناه احتياطاً وخروجاً عن العهدة ،فصحيح أن أمارته ضعيفة ولكن هذه الشروط تزيد هذه األمارة قوة ،فنحن ال نعتقد الثبوت من حيث السند ،ولكن اندراجه تحت األصل العام يزيد اعتقادنا به قوة ويحثنا على االلتزام به والعمل بمقتضاه . قال الشيخ العالمة ابن عالن الشافعي «:قال بعض المتأخرين من شراح األربعين تحقيق مهم هو أن معنى قولهم يجوز العمل بالحديث الضعيف ...أن الراغب في الخير إذا سمع خب اًر مضمونه من عمل كذا كان له من الثواب كذا جاز أن يعمل ذلك العمل قصداً لتحصيل ذلك الثواب وانه كان ذلك الحديث ضعيفاً وليس معناه أن يكون ذلك العمل مشروعاً استحباباً إذ االستحباب أحد األحكام وال يثبت حكم شرعي بحديث ضعيف » ()2 . المبحث الثاني :العمل بالحديث الضعيف في قضايا الطب النبوي أوالً :الموضوعات العامة ألحاديث الطب النبوي يمكن أن أقسم موضوعات األحاديث الواردة في الطب النبوي إلى سبعة أقسام مستفيداً مما ذكره الدكتور سليمان األشقر في بحثه (مدى االحتجاج بالحديث النبوي في الشؤون الطبية) و التمثيل لكل واحد منها كما يلي: / 1ما كان من األحاديث الواردة في حكم أصل العمل بالطب والمعالجات وتناول األدوية .األمر بالتداوي 305 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi / 2أحاديث فيها توجيهات شرعية متعلقة بعملية التداوي وشؤون المرضى .عيادة المريض /النهي عن التداوي بمحرم. / 3أحاديث أبطلت أنواعاً من المعالجات ،كانت سائدة في الجاهلية ،تنافي صحة االعتقاد اإليماني ،التعلق بالخرز والتمائم. / 4أحاديث أمرت بأدوية ومعالجات ربطتها بأحكام تعبدية وشعائر دينية .السواك. / 5أحاديث مبنية على النص القرآني .العسل / 6أحاديث فيها ذكر أدوية أو معالجات يخبر النبي أنه علمها بطريق الوحي ،أو إخبار المالئكة ،أو أن هللا يحبها ،أو يكرهها ،و نحو ذلك.الحجامة / 7سائر األحاديث النبوية الواردة في الطب والعالج برودة المعدة ،الرمان.. ثانياً :موقف المحدثين من العمل باألحاديث الواردة في الطب النبوي تعددت مواقف العلماء من العمل باألحاديث الواردة في الطب النبوي و أشهر نص فيها كالم ِّ ِّ َِّّ صَّلى َّ َّللاُ ابن القيم من ذلك ( َوَل ْي َس طبه صلى هللا عليه وسلم كطب األباءَ ،فإ َّن ط َّب النب ِّي َ ِّ عَلي ِّه وسلَّم متَيَّقن َق ْ ِّ النب َّوِّة ،وَكم ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ُّ ال اْل َعْق ِّلَ .و ِّط ُّب َغ ْي ِِّّره، َ ْ ََ َ ُ َ ٌ صادٌر َعن اْل َو ْح ِّيَ ،وم ْش َكاة ُ َ َ طع ٌّي إَله ٌّيَ ، اع َكِّث ٍ ِّ ضى ِّب ِّط ِّب النُُّب َّوِّةَ ،فِّإَّن ُه ِّإِّن َما ظُنو ٌنَ ،وتَ َج ِّار ُبَ ،وَال ُي ْن َك ُر َع َد ُم ْانِّتَف ِّ أَ ْكثَُرهُ َح ْد ٌس َو ُ ير م َن اْل َم ْر َ ول ،و ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ َّ ِّ ان و ِّْ ِّ ِّ اإل ْذ َع ِّ اإل ِّ آن انَ ،ف َه َذا اْلُق ْر ُ َي ْنتَف ُع ِّبه َم ْن َتَلَّقاهُ ِّباْلَقُب ِّ َ ْ اعتَقاد الشَفاء بهَ ،وَك َم ُ يم َ ال التَلقي َل ُه ب ْ َ ِّ ِّ ِّ َّ ِّ َّالِّذي ُهو ِّشَفاء لِّما ِّفي ُّ ِّ ِّ الصُد ِّ ور ِّم ْن اء ُّ َ الصُدور -إ ْن َل ْم ُيَتَل َّق َه َذا التَلق َيَ -ل ْم َي ْح ُ ٌ َ ص ْل به شَف ُ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ين ِّإ َّال ِّر ْجسا ِّإَلى ِّر ْج ِّس ِّهم ،ومر ً ِّ ض ِّهم ،وأ َْي َن َيَق ُع ط ُّب ْاأل َْب َد ِّ ان أ َْد َوائ َهاَ ،ب ْل َال َي ِّز ُيد اْل ُم َنافق َ ْ َ ََ ضا إَلى َم َر ْ َ ً ِّ ِّ ِّ ِّ اسب ِّإ َّال ْاألَرواح َّ اسب ِّإ َّال ْاألَبدان َّ ِّ َن ِّشَفاء اْلُق ْر ِّ الطِّي َب َةَ ،ك َما أ َّ الطِّي َب َة َْ َ َْ َ آن َال ُي َن ُ م ْن ُهَ ،فط ُّب النُُّب َّوة َال ُي َن ُ َ اض ِّهم ع ِّن ِّاالسِّت ْشَف ِّ ِّ الن ِّ اء ِّباْلُق ْر ِّ اس َع ْن ِّط ِّب ُّ اض َّ آن َّالِّذي ُه َو النُب َّوِّة َكِّإ ْع َر ْ َ وب اْل َحَّي َةَ ،فِّإ ْع َر ُ َواْلُقُل َ ْ ور ِّفي َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ َّ ِّ الن ِّاف ُع ،وَل ْي َس َذلِّ َك لُِّقص ٍ الشَفاء َّ يع ِّةَ ،وَف َس ِّاد اْل َم َح ِّلَ ،و َع َد ِّم َقُبولِّ ِّه، الد َواءَ ،وَلك ْن ل ُخ ْبث الطب َ َ ُ ُ وهللا الموفق ) (.)1 وهو موقف المحدثين المتقدمين فقد أفرد البخاري و الترمذي و أبو داود و ابن ماجه كتباً خاصة للطب النبوي وكتبهم مرتبة على الموضوعات وإدراج األحاديث فيها على هذا النسق هدفه بيان االحتجاج بها والعمل بها . و السؤال هنا :هل كان في ما ذكره العلماء من أحاديث للعمل بها في الطب النبوي أحاديث ضعيفة ؟ الجواب :نعم . ُ 306 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi في كتب السنة األربعة أكثر من ثمانين حديثاً ضعيفاً فيما أحصاه الباحث أحمد محمد زبيلة في رسالته العلمية المسماة ( تخريج ودراسة أحاديث الطب النبوي في األمهات الست ) ()2 منها: ثالثاً :أمثلة لألحاديث الضعيفة التي عمل بها العلماء في موضوعات الطب النبوي. /1في عالج ذات الجنب بالزيت والورس ،حديث زيد ابن األرقم ،أخرجه الترمذي (ح )2078ابن ماجه (ح)3467 /2في عالج اصداع بالحجامة والحناء ،حديث ابن عباس ،أخرجه أبو داود (ح)3858الترمذي (ح )2054ابن ماجه(ح.)3502 /3في الرقية من الحمى وسائر األوجاع ،حديث زيد ابن األرقم ،أخرجه الترمذي (ح )2075ابن ماجه ( ح)3526 /4في الحجامة من الرهصة ،حديث جابر ،أخرجه ابن ماجه (ح)3082 /5في الحجامة على الريق ،حديث ابن عمر ،أخرجه ابن ماجه (ح)3486 /6في األكل مع المجذوم ،حديث جابر ،أخرجه أبو داود (ح )3925الترمذي (ح)1817 ابن ماجه(ح.)3542 /7في النهي عن األكل منبطحاً ،حديث ابن عمر ،أخرجه أبو داود (ح )3774ابن ماجه(ح.)3370 /8في ضرر الجلوس في الشمس ،حديث أبي هريرة ،أخرجه أبو داود (ح.)4821 وفي الطب النبوي البن القيم أزيد من عشرة أحاديث ضعيفة .... ) الن ِّارَ ،فأَب ِّردوها ع ْن ُكم ِّباْلم ِّ ط َع ٌة ِّم َن َّ اء اْل َب ِّارِّد»( .ص 24 / 1حديث سمرة َي ْرَف ُع ُه« :اْل ُح َّمى ِّق ْ ُْ َ َ ْ َ / 2حديث أَنس بن مالِّ ٍك يُقولَ :قال رسول َّ ِّ ِّ َّ ُس ِّر َي صَّلى َّ َ َ َْ َ َ ُ َ َُ ُ َّللاُ َعَل ْيه َو َسل َمَ « :ما َم َرْر ُت َلْيَل ًة أ ْ َّللا َ إل ِّإ َّال َقاُلوا :يا مح َّمد! مر أ َّ ِّ ِّ ِّبي ِّبم َ ٍ ام ِّة»(.ص )41 َ ُ َ ُ ُْ ُمتَ َك باْلح َج َ َ ٍ ِّ ولَ :ك َ ِّ ِّ امو َن »( .ص )42 / 3حديث عكرمة َيُق ُ ان ال ْبن َعبَّاس غْل َم ٌة ثَ َالثَ ٌة َح َّج ُ َّللا عَلي ِّه وسَّلم ِّب ِّحجام ِّة ْاألَخدعي ِّن واْل َك ِّ النِّب ِّي َّ ِّ يل َعَلى َّ اه ِّل». / 4حديث عليَ ،ن َزَل ج ْب ِّر ُ ْ َ َْ َ صلى َّ ُ َ ْ َ َ َ َ َ َ (ص )44 307 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi َّاس « :إن خير ما تحتجمون فيه يو ِّم س ِّابع ع ْشرة ،أَو تَ ِّ / 5حديث ْاب ِّن َعب ٍ اس َع َع ْش َرَةَ ،وَي ْو ِّم َْ َ َ َ َ َ ْ إحدى وعشرين»( .ص )45 ِّ ِّ ين، احتَ َج َم ل َس ْب َع َع ْش َرَة ،أ َْو ت ْس َع َع ْش َرَة ،أ َْو ِّإ ْح َدى َو ِّع ْش ِّر َ / 6حديث أَِّبي ُه َرْي َرَة َم ْرُف ً وعاَ «:م ِّن ْ ِّ اء ِّم ْن ُك ِّل َد ٍاء»(.ص)46 َك َان ْت شَف ً / 7حديث أَِّبي ُه َرْي َرَة صدر ِّت اْلعروق ِّب ِّ الص َّح ِّة، ُُ ُ َ ََ ِّ ِّ « :أ َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ص َّحت اْل َمع َدةُ َن اْل َمع َد َة َح ْو ُ ض اْل َب َدنَ ،واْل ُع ُرو ُق إَل ْي َها َوارَدةٌَ ،فإ َذا َ ِّ ِّ ِّ السَق ِّم»(ص)78 ص َد َر ِّت اْل ُع ُرو ُق ِّب ُّ َوإِّ َذا َسق َمت اْل َمع َدةَُ ، ول َّ ِّ / 8حديث علي أََّنه َقالَ :د َخْل ُت مع رس ِّ َّللاُ َعَل ْي ِّه َو َسلَّ َم َعَلى َرُج ٍل صَّلى َّ ُ َ َّللا َ ََ َُ ورمَ ،فَقالُوا :يا رسول َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ُّ ال عليَ :ف َما َب ِّر ْح ُت الُ« :بطوا َع ْن ُه» َ ،ق َ َّللا! ب َهذه مَّدةٌَ .ق َ َ َُ َ ٌََ َّللا عَلي ِّه وسَّلم َش ِّ النِّب ُّي َّ َو َّ اهٌد»( ص)85 َ صلى َّ ُ َ ْ َ َ َ ظ ْه ِِّّره ودهُ ِّب َ َي ُع ُ حتَّى ب َّ ط ْت، َ ُ ِّ ومَ ،وَب ْي َن َك َوَب ْي َن ُه َق ْيُد ُرْم ٍح أ َْو ُرْم َح ْي ِّن»(.ص / 9حديث عبد هللا بن أبي أوفىَ « :كل ِّم اْل َم ْج ُذ َ )110 فهل خالف العلماء بذلك مناهجهم في نقد االحاديث و االحتجاج بها ؟ الجواب :ال ... ألنهم نصوا كما تقدم معنا وأجمعت كلماتهم على قبول الحديث الضعيف والعمل به في الفضائل والمستحبات واألخالق و االرشادات العامة الصحية والتربوية وعليه فهم أوردوا أحاديث الطب ضمن أحد التوجيهين... /1بعض أحاديث الطب النبوي لها شواهد صحيحة في الباب عينه ولذا يكون العمل بمجمل ما ورد في الباب ال بالحديث ذاته. /2بعضها اآلخر لم يرد في الباب غيره وهنا يكون العمل به تحديداً فيما ال يعد حكماً شرعياً ملزماً وإنما من باب االستحباب الذي يؤخذ من األحاديث الضعيفة المندرجة في باب الفضائل العامة ولكونها تنبيهات وارشادات صحية ووقائية وعالجية يندب إليها وال إلزام فيها. الخاتـمــة والنتائج /1الراجح جواز العمل بالضعيف في فضائل األعمال بالشروط المعروفة ،وال يصح ادعاء وجود مذهب معتمد يمنع من العمل به. /2آفة الوقوع في النقل عن المتقدم و التوارد و التتابع عليه دون إثبات و توثق هو سبب الوقوع في نسبة مذهب المنع للعلماء. 308 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi /3التداوي في الراجح عند العلماء دائر بين المباح و المستحب المندوب ،وعليه قبلوا الحديث الضعيف فيه . / 4كثير من أحاديث الطب هي من الفضائل المرغب فيها و ليس فيها إيجاب و إلزام، وعليه قبلوا الحديث الضعيف فيه . /5األحاديث الضعيفة عند ابن القيم مثالً كثير منها لها شواهد صحيحة ،أو لها أصل عام تندرج تحته على الشرط الثاني للعمل بالضعيف. / 6الموضوعات األساسية في الطب النبوي البد فيها من الصحيح السيما أصل العمل بالطب أو ربط الطبيات بالتعبديات أو األوامر الربانية . /7يقبل الضعيف في التوجيه والنصح ببعض األدوية و اإلرشادات الطبية شريطة أن ال يعارض القواعد العامة والحقائق الطبية التجريبية الثابتة ،وإال فال يعمل به ويكون بمثابة الضعيف الذي عارض الصحيح الثابت . حصر عدد األحاديث الضعيفة في كتب السنة من خالل دراسة كتاب / 8يمكن للباحث ُ النظر في موضوعها الطب و أبوابه في جامع األصول و مجمع الزوائد والمطالب العالية ،و ُ ن اء وتوصيفاً علمياً دقيقاً. العام وتصنيفها وبذلك يكو استقر ً فهرس المصادر :1أثر الحديث الشريف في اختالف األئمة الفقهاء .محمد عوامة .دار البشائر اإلسالمية . بيروت 1997 .م. :2األجوبة الفاضلة لألسئلة العشرة الكاملة .اللكنوي.ت :عبد الفتاح أبو غدة .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب 1994 .م. :3إختصار علوم الحديث .ابن كثير .دار الكتب العلمية .بيروت 1994 .م. :4األسرار المرفوعة .مال علي القاري .مؤسسة الرسالة .بيروت1971 .م. :5أصول الحديث .محمد عجاج الخطيب .دار الفكر .بيروت1967 .م. :6أعالم الموقعين عن رب العالمين .ابن قيم الجوزية .دار الجيل .بيروت1973 .م. :7واإلمام الترمذي والموازنة بين جامعه وبين الصحيحين .نور الدين عتر .مؤسسة الرسالة. 1970م. 309 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi :8اإليضاح في علوم الحديث .مصطفى الخن و بديع السي اللحام .دار الكلم الطيب. دمشق 1993 .م. :9تاريخ ابن معين .ت :أحمد نور سيف .مركز البحث العلمي .مكة 1979 .م. :10التبصرة والتذكرة .العراقي .المطبعة الجديدة .فاس1935.م. :11تدريب الراوي .السيوطي .دار الكتب الحديثة .مصر1966 .م. :12تخريج ودراسة أحاديث الطب النبوي في األمهات الست :أحمد محمد زبيلة.جامعة أم القرى .مكة المكرمة1988 .م. :13التعريف بأوهام من قسم السنن إلى صحيح وضعيف .محمود سعيد ممدوح .دار البحوث.دبي2000.م. :14التمهيد :ابن عبد البر.دار الغرب اإلسالمي .بيروت1995 .م. :15تنزيه الشريعة المرفوعة :ابن عراق الكناني.مكتبة القاهرة. :16توجيه النظر إلى أصول األثر :طاهر الجزائري .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب. 1995م. :17جامع األصول :ابن األثير الجزري .دار الفكر .بيروت1993 .م. :18جامع بيان العلم وفضله :ابن عبد البر .دار ابن الجوزي1994 .م. :19الجرح والتعديل .ابن أبي حاتم الرازي .دار إحياء التراث العربي.بيروت1953.م. :20حلية األبرار وشعار األخيار ( األذكار ) :النووي .دار الكلم الطيب2001 .م. :21الخالصة في أصول الحديث :الطيبي .إحياء التراث اإلسالمي .بغداد1971 .م. :22الدر المختار :الحصكفي .ومعه حاشيته البن عابدين .دار الفكر. :23دالئل النبوة :البيهقي.دار الكتب العلمية .بيروت1985 .م. :24سنن ابن ماجه .ترقيم :محيي الدين عبد الحميد .المكتبة العصرية .بيروت. :25سنن أبي داود .ترقيم :محمد فؤاد عبد الباقي .دار إحياء الكتب العربية .القاهرة. :26سنن الترمذي .ترقيم :بشار عواد معروف .دار الغرب اإلسالمي .بيروت1988 .م. :27شرح علل الترمذي :ابن رجب الحنبلي .دار العطاء .الرياض2001.م. 310 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi :28الطب النبوي :ابن قيم الجوزية .دار الفكر .بيروت1965 .م. :29ظفر األماني بشرح مختصر الجرجاني .اللكنوي .ت :عبد الفتاح أبوغدة .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب1996 .م. :30عارضة األحوذي .أبو بكر ابن العربي.دارالكتاب العربي .بيروت. :31علوم الحديث .عثمان ابن الصالح .دار الفكر .دمشق1984 .م. :32عيون األثر في فنون المغازي والسير .ابن سيد الناس .دار ابن كثير.دمشق1992.م. :33فتح الباري شرح صحيح البخاري :ابن حجر العسقالني .دار المعرفة.بيروت. :34فتح الباقي شرح ألفية العراقي .زكريا األنصاري .المطبعة الجديدة .فاس1935.م. :35فتح القدير شرح الهداية .الكمال ابن الهمام.المطبعة األميرية .بوالق. :36فتح المبين بشرح األربعين .ابن حجر الهيتمي.دار إحياء التراث.القاهرة. :37فتح المغيث بشرح ألفية الحديث .المكتبة السلفية .المدينة المنورة1968 .م. :38الفتوحات الربانية على األذكار النواوية .ابن عالن الصديقي.المكتبة اإلسالمية. بيروت. :39الفوائد المجموعة في األحاديث الموضوعة :الشوكاني .مطبعة السنة .القاهرة1960 .م. :40قواعد التحديث :محمد جمال القاسمي .دار إحياء التراث .القاهرة1961 .م. :41قواعد في علوم الحديث :ظفر أحمد التهانوي .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب. 1972م. :42القول البديع :السخاوي .دار اليسر .المدينة المنورة2002 .م. :43الكامل في الضعفاء :عبد هللا ابن عدي .دار الفكر .بيروت1985 .م. :44الكفاية في علم الرواية .الخطيب البغدادي .المكتبة العلمية.حيدر آباد. :45المجموع شرح المهذب :النووي.دار إحياء التراث .القاهرة. :46المحلى .ابن حزم .دار اآلفاق الجديدة .بيروت. :47مدى االحتجاج باألحاديث النبويةفي الشؤون الطبية والعالجية:محمد سليمان األشقر .موقع الطب النبوي .على الرابط: 311 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:http://islam set.net/arabic/ahip/islamic/nabawi/ashkar.ht ml :48المدخل في أصول الحديث :الحالكم النيسابوري.دار الكتب العلمية .بيروت. :49المستدرك على الصحيحين :الحاكم النيسابوري .دار المعرفة .بيروت. :50المصباح المنير :الفيومي .المكتبة العلمية .بيروت. :51المغني :ابن قدامة المقدسي.دار الكتاب العربي .بيروت1983م. :52مقاالت الكوثري :محمد زاهد الكوثري.المكتبة اإلسالمية. :53المنهاج شرح الجامع الصحيح :النووي .دار العلوم اإلنسانية .دمشق1997 .م. :54منهج النقد في علوم الحديث :نور الدين عتر .دمشق .دمشق1997.م. :55منير العين في حكم تقبيل اإلبهامين :أحمد رضا البريلوي .دارأحمد رضا.كراتشي. 1993م. :56النكت على مقدمة ابن الصالح :الزركشي .مكتبة أضواء السلف .الرياض1998 .م. :57نيل األوطار :الشوكاني.مطبعة مصطفى البابي الحلبي .مصر1953 .م. :58هدي الساري :ابن حجر العسقالني .دار المعرفة .بيروت. :59هدي النبي في الصلوات الخاصة :نور الدين عتر .دار الفكر .دمشق2001.م. 312 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 313 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “(Hastalıkta) Bulaşıcılık Yoktur” Hadisinin Tıbb-ı Nebevi Bağlamında Bağlayıcılığı ve Değeri Yrd. Doç. Dr. Salih KESGİN Ondokuz May ısÜniversitesi İlahiyat Fakültesi Giriş Bir şeyinönemi, onun icra ettiği fonksiyona göredir. Hadisin önemi de müslüman ferdin hayatında uygulamaya koyacağı amelî ve itikâdî tutumların tümünde müracaat kaynağı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hadis ve sünnet, vahyin ışığında, müslüman bireylerin davranışlarının en temel kurucu değeri olma konumundadır. Ancak; Rasulullah’ın (sas) söz, fiil ve takrirlerini sonraki nesillere aktaran hadislerin; bilginin nakledilişi esnasında yön ve anlam kaymasına uğrayıp uğramadığı, vürûdu esnasındaki bağlamsal niteliklerini koruyup korumadığı te’yit edilmeden bu kurucu değer olma vasfını îfa etmesi mümkün değildir. Bu kapsamda, nakledilen ifadenin hangi bağlamda söylendiği, kimlerin bu rivayeti bizzat duyduğu, kim tarafından nasıl anlaşıldığı, nasıl aktarıldığı, rivayet edilen hadis metninin anlam dünyasına râvinin vakıf olup olmadığı hususları hiç şüphesiz metne yöneltilmesi gereken soruların başında yer alırlar. Aktarılan ifadelerin neye dair söylendiğinin, hangi soruna karşı ifade edildiğinin sorgulanması aynı zamanda metni doğru anlamanın da vazgeçilmez bir koşuludur. ْ َ Bu bağlamda, tebliğimizde “(Hastalıkta) bulaşıcılık yoktur” (…َ )ال َعد َوىifadesi ile klasik kaynaklarda yer alan hadis rivayetlerini Tıbb-ı Nebevi bağlamında değerlendirme çabası içinde olacağız. Hastalıkta bulaşıcılığın olmadığı beyanını aktaran bu rivayetler, akıl ve müşahedeye ters görülmüş ve yine Hz. Peygamber’den aktarılan “cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız”, “Sakın hasta deveyi sağlam devenin yanına uğratmayın” şeklindeki hastalıkta bulaşıcılığın var olduğunun kabul edilişine bizi şahit kılan hadislerle de uyuşmadığı ifade edilerek tenkit edilmişlerdir. Ibn Kuteybe (ö.276/889) Te’vilu muhtelifi’l-hadis adlı eserinde, tebliğimize konu olan hadislere yöneltilen eleştirilere cevap vermek amacıyla genel olarak hastalıkları tasnif etmekte; cüzzam vb. hastalıklarda hastanın çevresine kötü koku yayılma durumu olduğu için; sirayetin, burada kötü kokunun vb. bulaşması anlamına geldiğini ifade et314 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi mektedir. Bunun karşısında ise veba vb. hastalıklarda hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğunu ifade ederek, bulaşıcı olan ve olmayan hastalıklar şeklinde özetleyebileceğimiz bir tasnifi benimsemektedir. Zahiren ihtilaf içeren yukarıda aktardığımız iki grup hadis rivayeti arasında, umum-husus ilişkisi olduğu sonucunu ortaya koyan, kokunun sirayeti ile hastalığın sirayeti arasında fark olduğu tespitine dayanan bu yaklaşım farklı delillerle temellendirilmeye muhtaç durumdadır. Nitekim, hicri üçüncü yüzyılın tıp âlimlerinden Ebubekir er-Râzî (251/865-313/925), vebayı da cüzzamı da bulaşıcı hastalık olarak vasıflandırmıştır. Bu tespit İbn Kuteybe’nin ortaya koyduğu açıklamanın, zihinlerde oluşabilecek sorulara tam bir cevap teşkil etmemesi sorununu gündeme getirmektedir. Ayrıca, İbn Kuteybe’nin hadiste ifade edilen “(Hastalıkta) buَْ َ َ laşıcılık yoktur” (…َ )ال عدوىbeyanının hastalıgın sirayeti yerine ugursuzlugun sirayeti anlamına gelebilecegine işareti de ilgili hadislerdeki muradı anlamaçabamızı daha da derinleştirmemizi gerektirmektedir. َ ْ Nitekim bu değerlendirmelerin klasik kaynaklarımızda ( )ال َعد َوىifadesinin hastalığın kendiliğinden sirayeti yoktur anlamında olduğu da aktarılmaktadır. Bu bağlamda hadisin, insanların hastalıklı bir kimseyle karşılaştıklarında kendilerinin de hastalıktan etkilenmeleri halinde, hastalığı da sağlığı da verenin Allah (cc.) olduğu bilincini ihmâl ederek, hastalığın kendiliğinden sirayet etmiş olabileceği düşüncesine sahip olma ihtimallerine karşı bir beyan olduğu ifade edilmektedir. Tebligimizde birbirinden farklı noktalarda konumlanan bu degerlendirmeleri, hadis rivayetlerinin metinlerini esas alarak inceleme metodunu benimseyerek ْ َ َ )…ال َعد َوىirdeleyecek, Hz. Peygamber’in) beyan ının hangiölçüde bağlayıcı bir değerlendirmeyi içerdiğini tartışacağız. Hadis Rivayetlerinin Metin Açısından Tahlili َ Hadis metinlerini incelediğimizde ( )العدوىifadesininin hadisin bütün tarîklerinde ortak olarak aktarıldığına şahit olmaktayız. Ancak bir metnin isabetli bir şekilde anlaşılabilmesi için öncelikle o metne anlam veren lafızların izâhı gereklidir. Bu bağlamda öncelikle hadis kaynaklarında “hastalıkta sirayet (bulaşıcılık) yoktur” (… )العدوىve “Hasta develeri sağlam develerle bir araya getirmeyin” ( )اليورد الممرض عَل المصحifadeleriyle birbirlerinin muarızı olarak nakledilen hadis rivayetlerinde yer alan kavramları :inceleyecegiz Hadislerde Yer Alan Lafızların Açıklanması: “”العدوى: Hadis metninde yer alan ve çalışmamızın aslî kavramı niteliğindeki ْ َ “ ”ال َعد َوىifadesinde yer alan “ ”الharfinin türü konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler bunun “nefy edatı” olduğunu beyan ederken, bazıları ise “nehy edatı” olduğunu kabul etmişlerdir. İbn Kayyim el-Cevziyye (ö.751/1350) her iki değerlendirmenin de makbul َ olduğunu nehy edatı olarak ( )ال تط َّْيواlafzının “ugursuzluk görmeyin” anlamında, mahzuf fiilin mef’ulu konumunda olacağını ve böylece hadisin manasının “Hastalığın sirayetinde, Safer’de ve hame’de uğursuzluk görmeyin.” şeklinde olacağını ifade etmektedir. Nefy edatı olarak kabul edilmesi halinde ise burada muradın nefy li’l-cins olduğunu; buna göre de hadisin manasının “Hastalığın sirayeti, Safer ve hame yoktur” şeklinde anlaşılacağını beyan etmektedir. َْ “Adva ”()عد َوى kelimesi ise; geçmek, bırakmak, haddi aşmak ve sirayet etmek maََ nalarına gelen “”عد َو filinden türemiştir. Hadisteki manası ise hastalığın bir kişiden başka bir kişiye intikal etmesi, sirayet etmesidir. İbn Kuteybe (ö.276/889 ) bu kavramı izah ederken iki tür sirayetin var olduğunu beyan etmekte; bunlardan birincisinin “cüzzam”ın sirayeti, ikincisinin ise “veba”nın sirayeti olduğunu ifade etmektedir. İbn Kuteybe, cüzzamlı kimsenin kötü kokusunun yakınındakilere geçmesi olarak birinci 315 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi türü izah ederken, ikincisini ise veba hastalığının bulaşması olarak açıklamaktadır. Bu tasnifin dışında ise, “Bir kimsenin başına, onun hoşuna gitmeyen bir şey veya bir musibet gelince o kişi: "Şu ev veya kadın uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi (bulaştırdı)" der. Rasûlullah’ın, "sirayet yoktur" dediği sirayet (bulaşma) da işte budur diyerek bu tasnifinْ َ in ötesinde bir yaklaşımla “ ”ال َعد َوىbeyan ını izah etmektedir. Ibn Kayyim el-Cevziyye (ö.751/1350) de et-Tıbbü’n-nebevi adlı eserinde İbn Kuteybe’nin bu izahını dikkate alarak, hadislerde vurgulanan “bulaşıcılık yoktur” ifadesindeki muradın talihsizlik, uğursuzluk anlamında anlaşılabileceğine dikkat çekmektedir. َ ْ Bu değerlendirmeden şunu anlamaktayız ki, sadece ال َعد َوىibaresini dikkate alarak hadis-i şerifteki muradı anlamak güçlük arz etmektedir. Zira “sirayet”in nasıl anlaşılacağı hususu ve bu kelimeden tam manasıyla ne kastedildiği mutlak olarak ifade edilememektedir. Bu ifadeyi, Ebu Salih es-Siman’ın (ö.101/719), Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ettiği “Sirayet, uğursuzluk, hame ve safer yoktur” hadisiyle ele aldığımız zaman ya da “advâ” kelimesinin kullanıldığı başka hadislere bakıldığı zaman, günlük hayatta kullanılan “sirayet” ile bu hadis rivayetlerinde zikredilen arasında bir farkın varlığı gündeme gelebilmektedir. Bu nedenle “advâ” kelimesinin hadis rivayetlerinde beraberinde diğer kelimeleri de incelememiz gerekmektedir. Bu bağlamda; طبة, ْ َ ْ kullanıldığı ُ ْ ُّ َ غ, ُ هامة, صفر, ول ُ الفأ ُل, الشؤ ُم, الي ْمن, اليورد الممرض عىل المصحifadelerini inceleyeceğiz. ِّ َ َ “”طبة: “Tiyera” ( )الط َ َب ِةkelimesi “tetayyera”( )تط َّ َبfiilinin masdarıdır. Kelime َ ”anlamı ugursuz kabul etmek olan “Tetayyerada “târa” ( )ط َارfiilinden türemiştir. İbn Hacer el-Askalanî (ö.852/1449), Fethu’l-Bari adlı Buhari şerhinde “tiyera” kelimesinin manasını açıklarken dilbilimcilerin, “tefa’ale” ( )تفعلvezninden olup da masdarı َ َ َ َ ”fialeten“( )فعالةolan sadece “tetayyera” ( )تط َّ َبile “tehayyera” ( )تح َّ َبfillerinin olduğu kanaatini paylaştıklarını aktarır. Ve bu kelimenin hadisin içerisinde kullanıldığı manasını ise şu şekilde izah eder: Cahiliyye döneminde bir insan bir yere gideceği zaman eğer önünden bir kuş geçip sağ tarafına giderse o zaman bu, bir uğurun ifadesi demek oluyor ve yoluna devam ediyordu. Fakat eğer kuş sol tarafından geçerse o zaman bunu bir uğursuzluğun ifadesi olarak kabul edip yoldan dönüyorlardı. İbn Hacer’in bu açıklamasından kelimenin, sözlük anlamıyla uyumlu bir şekilde “uğur” ya da “uğursuzluk” manasında kullanıldığını anlamaktayız. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi on üç ila yirmi yedinci ayetleri arasında aktarılan üç elçinin bir topluma gönderilmesi َّ ُ َ َ ْ َّ َ َ َّ ِّ ُ َّ َّ َ َ َ َ ْ ُ َّ َ ُ ْ َ َ ُ َ َ ْ َّ َ ْ ُ ve َ onların verdiği cevabı içeren bölümde ( ِبكم ل ِي لم تنتهوا ليجمنكم وليمسنكم منا تط ْينا قالوا ِإنا َ “Dediler ki: Ş“üphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazٌ )ع َذ ٌ اب أل يم ِ geçmezseniz, sizi mutlakaُ َ taşlarız ve bizim tarafımızdanَ size elem dolu bir azap ُ َ ُ َ َ ُ ْ ُّ ٌ ْ َ ْ ُ َ ْ َ ُ ْ ِّ ُ dokunur.” ayetinde ve (ّشفون طا ِئ ُرك ْم قالوا م )م َعك ْم أ ِئن ذكرتم بل أنتم قوم “Elçiler de, “Uğursuِ zluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler.” ayetinde geçmekte olan “”طية kelime ْ kökünden gelen kavramlar da bu anlamda kullanılmışlardır. َْْ َْْ الفأل: “el-Fe’l” ( ْ)الفأ ُلifadesi “tira” ()طية kelimesinin zıt anlamlısı olarak ْ َْ ُ sözlüklerde ifade edilmekte, (’)الفألin hüsnü zan sahibi olma, bir işi-olayı hayra yorma anlamına geldiği zikredilmektedir. Nitekim hadis rivayetlerinde Hz. Peygamber, ْ َ ْ bu iki ifadeyi birbirinin karşıtı olarak kullanmış, ()طية fiilinden nehyederken (’)الفأ ُلi güzel ْ bulmuştur. Bu hususta; Allah Rasulü’nün (sas) “Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk vardır. Benim Fe’l hoşuma gider.” buyurduğunda kendisine “Fe’l nedir?” diye sorulduğu, َْْ onun da “Güzel bir sözdür” buyurduğu kaynaklarda aktarılmaktadır. Burada ()الفأ ُل kelimesinden murad edilen husus, uğursuzluk anlayışının İslam’da bulunmadığının bizzat Hz. Peygamber tarafından ifade edilmesi ve daima iyimser ifadeleri kullanılmanın gerekli olduğunun beyanıdır. 316 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ْ ُّ ُّ ِّ ُ : ()الشؤم الشؤ ُمX الي ْمن ifadesi ise ara )الط َ َب ِةştırmamıza konu olan hadislerde) kelimesi ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır ki, sözlüklerde de uğursuzluk anlamına geldiği ifade edilmektedir. Çalışmamızın aslî konusunu teşkil eden hastalıkta bulaşıcılık olmadığını beyan eden hadislerde geçmemekle birlikte uğur ve uğursuzlukla ilgili ُّ ُ ifadesidir. ()الشؤم rivayetlerde geçen bir diğer kavram da الي ْمن kelimesinin zıt anlamlısı olan ve ug ur anlamına gelen bu kelime, Hz. Peygambe r tarafından şu şekilde َ َ َ ْ َ َ َّ َ ُ ُ َ َْ ْ ُ َ ُ ُ َ الف َوقد يكون، ال شؤ َم:kullanılmıştır الي ْمن س ر و ة أ ر الم و ار الد »ف (Uğursuzluk yoktur; evde, kadınِ ِ ِي ِ da ve atta uğur vardır ). Araştırmamızın asıl tartışma alanı, “ ”العدوىbulaşıcılık yoktur ifadesinin anlam ve baglamını ortaya koyabilmek oldugundan, ugur ve ugursuzluk ifadeleriüzerinde çok detaylı bir tahlil sunmayacak metinlerde geçen diğer kavramları izah ederek çalışmamıza devam edecceğiz. َ olmak üzere “”هامة: “Hame” ( )هامةkelimesi hakkında ise lügatte; çoğulu هوام böcek, haşerat manasına geldiği ifade edilmiş, ayrıca baykuş vb. gece kuşu anlamını taşıdığı da belirtilmiştir. Bu açıklamaların yanısıra “hame” kelimesinin; cahiliyye zamanındaki insanların, kabrinde elem çeken bir kişi için üzüntü duyan bir hayvanın var olduğu inancına sahip olmalarını ifade etmek üzere kullanıldığı belirtilmektedir. Bu hususta İbn Hacer şu değerlendirmeyi aktarır: “Bir insan öldürüldüğü zaman eğer öcü alınmadıysa, öcü alınana kadar, kabrinin üzerinde “Beni sulandırın, beni sulandırın!” diyen bir böcek/kurt bulunur. Öcü alındığında ise oradan ayrılıp gider. Hatta bu inanç sadece cahiliye Araplarında değil, Yahudilerde de vardır ki onlar, bu böceğin yedi gün boyunca ölünün kabrinin etrafında gezdiğine inanırlar. Bu değerlendirmelerden “Hame” ( )هامةkelimesinin cahiliye dönemindeki inanışları ifade etmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber ( )ال هامةbeyanıyla cahiliyyedeki bu batıl .inanışların aslının olmadıgına işaret etmektedir صفر: “Safer” kelimesinin anlamının ne olduğu hakkında ise iki görüş vardır. Birinci görüşe göre, bu kelime kamerî aylardan Safer ayı anlamına gelmektedir ki; cahiliye Araplarının, harb edebilmek vb. amaçlarla haram ayların yerini değiştirme ya da geciktirme isteklerine bu ayı araç hale getirdikleri ifade edilmektedir. Hz. Peygamber ال صفرbuyurarak müşriklerin bu uygulamalarının doğru olmadığına işaret etmektedir. İkinci görüşe göre ise صفرkelimesi cahiliye dönemindeki bir başka batıl inanışa delalet etmektedir. Bu inanışa göre “insanlar, acıktıkları zaman karınlarında gezen, yılana benzeyen bir hayvan var olmaktadır ve bu başka insanlara da geçebilme özelliğine de sahiptir. Bu anlamı esas alanlara göre ise Allah Rasulü (sas) bu beyanlarıyla söz konusu batıl inanışı iptal etmektedir. ُ َ ُغ: Aktardığımız hadislerde geçen bir diğer kavramda (ول َ )غ ول ifadesiydi. Cabir b. Abdullah (ra) tarikiyle nakledilen hadiste Hz. Peygamber’in “Ne sirayet, ne safer, ُ َ )غ ne de gûl vardır” buyurduğu aktarılmaktadır. Buradaki (ول ifadesi kelime anlamı itibarıyla cin ya da şeytan türü, felaket, afet gibi anlamlara gelmektedir. Ancak hadisteki anlamı itibarıyla ise cahiliyye döneminde arapların bu cin ya da şeytan türünden gelecebilecek bir zarara olan batıl inanışlarını bu kavram ile ifade ettiklerini görmekteyiz. Hz. Peygamber de ال غولbeyanı ile bu anlayışı kaldırmakta, insanları bu .tutumdan uzaklaştırmaktadır اليورد الممرض عىل المصح: “ ”الharfi, “lâu’n-nehy” olarak vasıflandırılırken “”يورد kelimesi lügatte “ ”عَلharfiyle beraber kullanıldıgı zaman, getirmek, ithal etmek ُ “” hasta devenin sahibi anlamına gelirken “”المص ُّح ُ ifadesi ُ الم ْمر .manalarına gelmektedir ض ِ ِ ise saglam devenin sahibi manasına gelmektedir. Bütün olarak burada kastedilen “Hasta develerin sahibinin, sağlam deve sahibinin yanına getirilmemesidir; bir başka deyişle “hasta devesi olan bir kişi, onu bir sürünün içine karıştırmasın” anlamındadır. Zira, sebepler çerçevesinde devedeki hastalığın sürüye intikal etme ihtimali vardır. Aslında 317 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sadece bu hadisi ele alacak olursak zahiren hastalığın sirayeti ile ilgili tartışmaya açık herhangi bir husus olmadığı düşünülebilecektir. Çünkü hadisin bahis mevzusu tıbbîdir. Tıbbın da görüşü, bu hadisle örtüşmektedir. Hastalıklar sonuçta; bakterilerden, virüslerden, mikroplardan vb. kaynaklanmaktadır. Virüs, mikrob vb. ise bir organizmadan başka bir organizmaya geçme imkânına sahiptir. Yani sebepler açısından bir hastalığın bir bedenden başka bir bedene geçmesi mümkündür. Ondan dolayı Rasulullah (sas), sağlam devenin başına gelebilecek muhtemel bir hastalıktan dolayı, hasta devenin sağlam develerin içine karıştırılmasını men etmiştir. Ancak yukarıda izahatını aktardığımız العدوىifadesini içeren hadislerle birlikte bu hadisi düşündüğümüzde zahiren bir tezatın varlığı düşüncesi akla gelebilmektedir. Nitekim; Mu’tezile’nin önde gelen âlimlerinden Nazzam (ö. 231/845): “Resulullah’ın hem “sirayet ve uğursuzluk yoktur” ve “öyleyse ilk bulaştıran kim?” dediğini rivayet ederler, hem de onun “Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaç!” dediğini ve “O’na biat için gelen bir cüzzamlıyı bulaştırır korkusuyla geri gönderdiğini rivayet ederler” ifadeleriyle, rivayetler arasında zahiren varlığı düşünülebilecek bu tezât üzerinden eleştirel bir tutum benimsemektedir. Modern dönemde de Kütüb-i Sitte Eleştirisi ve Kur’an’a Arzı adlı eserinde Ferec Hüdür isimli müellif de aklî ilkelerle hadise yönelik tenkitlerini ortaya koymakta; “… hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet ettiler. Bu ise gerçeklere uymayan bir husustur, ilk deveye kim bulaştırdı demek, ilk deveyi kim doğurdu demeye benzer, bunun ise bir mantığı yoktur, ilklerin başlaması ilk aşama olarak kendi başlarınadır…” ifadesiyle hadisi akla arzederek reddetmektedir. Bunun yanısıra “… Madem ki hastalık bulaşması yoktur cüzzâmlıdan kaçmanın manası nedir ki, bu açık bir çelişkidir.” cümleleriyle de “cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız” hadisi ile hastalıkta sirayet yoktur hadisi arasında bir çelişkinin var olduğunu iddia etmektedir. Bu hususta temel sorumuz, eleştirilere hedef olan bu hadis rivayetlerinin nasıl anlaşılacağıdır. Hadisler Arasındaki Zâhirî İhtilafın Mahiyeti Araştırmamıza esas olan bu hadis rivayetleri, tıbb-ı nebevi açısından dikkat çekici olmakla birlikte esasen muhtelifu’l-hadis ilminin kapsam alanına girmektedirler. Bu nedenle mütearız olarak vasıflandırılabilen iki grup hadis hakkında açıklama yaparken, muhaddis âlimlerin ihtilafların çözümü hususunda benimsedikleri, cem ve te’lif, nesh, tercih ve tevakkuf metotlarını esas alarak değerlendirmelerde bulunacağız. Cem ve Te’lif Çelişkili görülen iki hadisin arasındaki zahiri ihtilafı, aklî ve naklî delillerle gidererek her iki hadisle de amel etme imkânını ortaya koyan bu metot kapsamında pek çok görüş ifade edilmiştir. Bunlardan birisi, her iki hadis arasında umum-husus ilişkisinin var olduğu kabulüyle ihtilafın giderilmesidir. Nitekim, el-Kadı Ebu Bekir elBakillani (ö.403/1013) “hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez” ( )اليورد الممرض عَل المصحhadisinin “Hastalıkat sirayet yoktur” ( )العدوىhadisini tahsis ettigini ifade etmekte, yani bu durumun sadece develere has oldugunu diger hayvanları kapsamadıgını belirtmekte, bu kanaatiyle iki hadis arasındaki zahiren var .olan ihtilafı giderdigini kabul etmektedir Bir diğer yaklaşım da “hastalıkta sirayet yoktur” hadisiyle cahiliyyeden kalma batıl itikatları iptal etmeyi hedeflediginin ifade edilmesidir, nitekim bunu ispatlamak için Hz. Peygamber’in cüzzamlı biriyle oturup aynı tabaktan yemek yediği aktarılır. Bu görüşe göre hadisin aslî hedefi, tıbbî bir mevzûya izahat getirmek değil itikâdi anlamda bir olgunlaşmayı temin etmektir. Nitekim, Buhari şârihlerinden Kirmânî (ö.786/1384), bu hadisi açıklarken Allah’ın (cc) ilminde her şeyin bir temeli vardır. “Sirayetinden dolayı hastalandı” şeklinde düşünmesinler diye Rasulullah (sas) bu hadisi söylemiştir.” 318 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ifadelerini kullanmaktadır. İbn Hacer el-Askalani (ö.852/1449) ise burada sedd-i zerâi açısından bir sakınmanın gerekli olduğuna işaret etmekte ve sirayetin olup olmamasının nihai anlamda Allah’ın (cc) muradına bağlı olduğunu belirtmektedir. Nitekim, Bakara Suresi’nde yer alan “O ikisi (Harut ve Marut melekleri) ancak Allah’ın izniyle insanlara zarar verirlerdi” beyanı da bu tespiti destekler niteliktedir. Ilgili hadislerin izahında ortaya konulan bir başka yaklaşım ise bu hadislerl e kadere işaret edildigidir. Nitekim Tahâvî (ö.321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr adlı eserinde “Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez” hadisini aktardıktan sonra “Bunun manası da şudur: Sağlam devenin sahibinin, devesine hastalık sirayet edince “Eğer ben o hasta deveyi getirmeseydim, deveme bulaşmayacaktı” derdi. Asıl olan ise, o hasta deve gelmeseydi de yine onun devesinin hastalanmasıdır, zira Allah kendi kaderine, o devenin hasta olacağını yazmıştır” demektedir. Zahirî düşüncenin öncü düşünürü İbn Hazm (ö.456/1064) ise el-Muhalla adlı eserinde, “Sirayet ve uğursuzluk yoktur” hadisini değerlendirirken; sirayet yoktur beyanının, insanın kaderinde ne yazılmışsa onun, başına geleceğine delalaet etiğini ifade etmekte; bununla birlikte yine de kişinin hasta birisinden, aslandan uzak durduğu gibi uzaklaşması gerektiğini beyan etmektedir. Ibn Kayyım el-Cevziyye (ö.751/1350) ise; sirayetin (bulaşıcılığın), hastalığın sebebi olarak zikredilebilecek pek çok unsurdan birisi olduğunu; bunu inkâr etmenin Allah’ın (cc) yeryüzündeki nizamın tesisi için belirlediği Sünnetüllah’ı inkâr etmek anlamına geleceğini beyan etmektedir. Bununla birlikte o hastalıkları ikiye ayırmakta; bedenî rahatsızlıklar ve kalbî rahatsızlıklar olmak üzere bir tasnifi benimseyerek sirayet/bulaşıcılık kavramını da bu bağlamda değerlendirmektedir. Ona göre, bedenî rahatsızlıklar, bireylerin ter türlü organı ile alakalı hastalıkları kapsarken; kalbî rahatsızlıklar ise kişinin duygu dünyasını, zihniyetini ve ruhunu etkileyen unsurları ifade etmektedir. Bu tasnife bağlı olarak, sirayet(bulaşıcılık) kavramının hem bedenî rahatsızlıklar hem de kalbî rahatsızlıklar için kullanılabildiğine işaret eden İbn Kayyım; ( )العدوىifadesinin, hadiste talihsizligin sirayeti anlamında kalbî rahatsızlıklara tekâbül edecek şekilde kullanılmış olabileceğini de İbn Kuteybe’nin değerlendirmelerini dikkate alarak aktarmaktadır. Çünkü ( )عدوىkelimesi fiziksel anlamda bir rahatsızlıgın bulaşmasının yanı sıra, hastalıgın oluşmasıyla ilgili metafizik süreci de ifade etmektedir. Hatta bunu; insanlar, talihsiz kabul ettikleri bir kişiyle beraber olduklarında “ondaki talihsizliğin, uğursuzluğun kendilerine de geçeceğine inanırlardı” şeklindeki kabulü naklederek hadisin, bunun da söz konusu olmadığını ifade etmekte oluşuna işaret etmektedir. Bu tespitlere göre, Hz. Peygamber ( )العدوىbeyanıyla halk arasında hasta olan kişiden kaynaklanan bir kötülük getirme, talihsizlik oluşturma şeklindeki inancı yıkmakta, yoksa fiziksel anlamda bulaşıcılığın olmadığını iddia etmemektedir. ْ َ ْ ُ ْ Bu ُّ ُ tespiti önemli kılan husus ilgili hadisin farklı rivayetlerinde yer alan طبة, ُ الفأل, الشؤم, ُ َ غ, kavramlarının da uğursuzlukla ilgili cahiliye toplumundaki ُ الي ْمن, هامة, صفر, ول kabüllere delalet ediyor oluşudur. Bir bütün olarak bu kavramların tamamını birlikte değerlendirdiğimizde, Allah Rasulü’nün (sas) müslüman toplumunun inanç dünyasını olgunlaştırmayı hedeflediğini anlamaktayız. Bununla birlikte; Hz. Peygamber’in العدوى beyanı karşısında bir bedevinin, develerin birbirlerine uyuz olma rahatsızlıgını bulaştırdıklarını beyan etmesi ve bunu soru olarak ona yöneltmesi; o günkü Arap toplumunun عدوىkelimesinden ilk olarak hastalıgın bulaşması anlamını anladıklarına .delalet etmektedir Bu kanaatlerin haricinde iki farklı rivayetin zahirinden anlaşılan mananın her ikisiyle de amel etmenin caiz oldugu da ifade edilmiştir. Burada belirleyici olanın, muhatabın itikadî durumu olduğu ifade edilmiş; eğer kişinin itikadı zayıfsa o zaman “sirayet yoktur” hadisinin esas alınacağı, eğer itikadları güçlü bir kimse ise o zaman 319 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez” hadisi ile ya da ikisiyle amel edilebileceği de söylenmiştir. Bu durumun delili olarak da Hz. Peygamber’in bedeviye verdiği Peki ilk deveyi uyuz yapan kimdir? şeklindeki cevap zikredilmektedir. Tercih Araştırmamıza konu olan “sirayet” hadisleri arasında tercih metodunu da ”benimseyen iki grup vardır. Bunlardan birisi, “Sirayet yokturhadisini tercih edenlerdir ki, tercih nedenleri diger hadisin şaz olduguna hükmetmiş olmalarıdır. Bu husustaki delilleri ise Hz. Aişe’nin bu hadisi kabul etmediğinin ifade edilmesidir. Taberi (ö.310/923) bu durumla ilgili olarak, Hz. Aişe’nin “Benim cüzzamlı bir kölem vardı. Benim yediğim tabaktan yemek yerdi, benim yattığım yerde yatardı...” dediğini esas alarak bu değerlendirmeyi nakletmektedir. Hadis rivayetleri arasında tercihi benimseyen ikinci grup ise “Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibiüzerine deve getirmez” hadisini tercih etmişler. Bu hususta Ebu Hureyre’nin (ra) daha önce ifade ettiği “sirayet yoktur” ifadesinden imtina etmiş olmasını delil olarak göstermektedirler. Nesh Bu görüşe göre iki hadis grubu arasında nasih-mensuh ilişkisi vardır. Yani “hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibinin üzerine deve getirmez” ve “cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız” hadislerinin “Sirayet yoktur” hadisini nesh ettiği kabul edilir. Fakat hadisleri incelediğimizde bu hususun ilmî olarak temellendirilemediğini görmekteyiz. Malum olduğu üzere neshi bilmenin yolları Rasulullah’ın (sas) belirtmesi, sahabenin beyanı, tarihi bilgi ve icmâdır. Çalışmamıza konu olan hadisler arasında nasih mensuh ilişkisi olduğuna dair sahabenin bir beyanı olmadığı gibi, rivayetler arasında öncelik sonralık ilişkisini ortaya koyan bir tarihi bilgiye de sahip bulunmamaktayız. Bununla birlikte neshin vuku bulduğuna ilişkin bir icma da söz konusu değildir. Buradan şu anlaşılmaktadır ki, iki grup hadis rivayetine baktığımızda aralarında katî olarak nasih-mensuh ilişkisinin var olduğunu ortaya koyacak müdellel bir zemin bulunmamaktadır. Ebu Hureyre’nin (ra) unutması ya da daha önce aktardığı bir ifadeyi tekrarlamaktan ictinab etmesi ise “ihtimal ile neshin vuku bulamayacağı” ilkesi çerçevesinde bir diğer hadisin nesh olduğuna delil olarak gösterilemez. Nitekim, İbn Hacer de bu iki hadis hakkında nesh metodunun uygulanamayacağı görüşündeyken; İbn Kayyım da, neshin vâkî olduğunun tespit edilememesi halinde tevakkuf edilir diyenlerin var olduğunu ifade etmektedir. Kadı İyaz (ö.544/1149) ise iki görüşü de aktarmakta ama birini tercih ettiğini net bir şekilde ortaya koymamaktadır. Bununla birlikte el-Übbi (ö.827/1425), İkmâlu İkmâli’l-mu’lim adlı Müslim şerhinde Kadı İyâz’ın, bu hadisler arasında neshin var olduğuna ilişkin görüşü, aralarında Hz. Ömer (r.a)’in de bulunduğu bir gruba izafe ettiğini ifade etmekte ve Kadı İyâz’ın kendi kanaatinin ise, çoğunluğun görüşü olarak vasıflandırdığı cüzzamlıdan uzak durulmasının emir değil ihtiyat olarak anlaşılması gerektiği yönünde olduğunu nakletmektedir. Değerlendirme Bütün bu tespitlerden sonuca ulaşmaktayız ki, Allah Rasulü (sas) bu hadislerinde içerik olarak cahiliye itikadını düzeltmeyi hedefleyen bir tutum benimsemiştir.ْ َ ْ Nitekim ْ ُّ yukarıda ortaya konulduğu üzere hadisin farklı tarîklerinde yer alan طبة, الفأ ُل, الشؤ ُم, ُ َ غ, ifadeleri, cahiliye döneminden kalma batıl inançları tasvir etmektedir. هامة, صفر, ول İslam âlimleri bütün bunlara olan inancın İslam öncesi döneme dayandığını ifade etmektedirler. İslam’ın tebliğinden sonra bu anlayışlar tamamen kaldırılsa da tamamen bu algıyı herkesin bırakması mümkün olmamıştır. Bir din olarak İslam, cahiliyye adet 320 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ve inanışlarının, İslam’a uygun bulunanlarını olduğu hal üzerine bırakmış, kısmen değişikliğe ihtiyaç duyulan inançları tebdil ve ta’dil etmiş, tamamen zıt olanları da ْ َ kaldırmıştır. Bu kapsamda, “hastalıkta bulaşıcılık yoktur” (…َ )ال َعد َوىvurgusunu içeren ilgili hadislerin de, o dönemin insanlarının, hastalığın da sağlığın da aslî olarak Allah’ın (cc) iradesi dâhilinde mümkün olduğunu anlamalarını temin etmeyi hedeflediğini anlamaktayız. Nitekim, bulaşıcılık yoktur beyanının üzerine bir bedevinin Uyuz bir deveyi ağıla alıyoruz sonunda tüm develer uyuz oluyor şeklindeki sorusuna, Hz. Peygamber’in (sas) verdiği Peki ilk deveyi uyuz yapan kimdir? cevabını içeren, Abdullah b. Mesud (ra) ve Ebu Hureyre (ra) tariklerinde de buna net bir şekilde şahit olmaktayız. Rasulullah (sas) “Peki ilk deveyi kim uyuz etti?” diye sorarak muhatabına, muhatabının benimsediği bir yöntem olan aklî burhanla cevap vermiş ve dikkatleri asıl anlatılmak istenen tarafa yönlendirerek, bütün sebeplerin halk edicisi olan Allah Teala’yı (cc) yok sayıp, o gücü, sebebe vermenin bir cehalet işareti olacağına dikkat çekmiştir. Sonuç Hastalıgın bir insandan digerine geçişinin bilinen bir husus olması nedeniyle akla aykırı olarak vasıflandırılan; aynı zamanda da Hz. Peygamber’in “cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız”, “Sakın hasta deveyi sağlam devenin yanına uğratmayınız” vb. hadislerine de ters düştüğü ifade َ edilerek metin açısından tenkit edilen “(hasْ talıkta) sirayet yoktur” (…َ )ال َعد َوىhadisine dair klasik kaynaklarda şu :degerlendirmelerin yapıldıgı tespit edilmiştir “Bulaşıcılık yoktur ifadesi umumi bir beyandır. Özel olarak bazı rahatsızlıkların bulaşıcılık niteliğine sahip olması bu ifadeye ters düşmez. Her tür hastalıkta bulaşıcılık yoktur. Cüzzamlı kişiden uzak durmanın tavsiye edilmiş olması hastalıkta bulaşıcılık vardır anlamına gelmez, onun kokusu rahatsız edici olduğundan o mekândan uzakta olmak gerekir. Bulaşıcılık yoktur ibaresi hastalıgın ya da fiziksel bir rahatsızlıgın bulaşmasından ziyade “bir evdeki, eşyadaki, kişideki vb. talihsizligin, ugursuzlugun bir başka insana geçmesi” anlamına gelmektedir. Bulaşıcılık yoktur ibaresi itikâdî anlamda zayıf olan kimseler içindir. Çünkü bulaşıcılığın varlığı kabul edildiğinde bu kimseler hastalığı da sağlığı da verenin Hz. Allah olduğu inancını yitirip sebepleri esas kabul etmeye yönelebilecektir. Bulaşıcılık yoktur ifadesinden murad aslında cahiliyye döneminde var olan hastalığın sebeplere istinaden yayıldığı düşüncesini kaldırmak ve bütün mahlûkâtın Hz. Allah’ın gücü ve kudretine bağlı olduğu inancını pekiştirmektir. َ ْ (َ )…ال َعد َوىbeyanıyla ilgili bütün bu değerlendirmeler “bulaşıcılık yoktur” ifadesini içeren hadisleriyle Allah Rasulü’nün (sas) fiziksel olarak hastalığın bulaşma imkânının söz konusu olmadığını ifade etmediğini ortaya koymaktadır. Bu beyanı ile Hz. Peygamber, hastalığın Allah’ın fiili değil de tabiatı icabı bulaştığına inanan cahiliye dönemi inancını yıkarak, hastalığın bulaşmasının da Allah’ın izni ve koyduğu kurallar dâhilinde mümkün olduğunu toplum hafızasına yerleştirmekte ve O yaratmazsa mahlukâtın kendi kendine bir şey yapmaya muktedir olamayacağına işaret etmektedir. َْ َ Yani (…َ “ )ال عد َوىbulaşıcılık yoktur” beyanıyla Allah Rasulü (sas) tıbbi anlamda bulaşıcılığı reddetmemekte, itikadi bir bilinç tesis etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in, “Hastalıklı develer, sağlıklıların yanına sokulmasın”; “Cüzzamdan, aslandan kaçar gibi kaçınız” şeklindeki tavsiyeleri de onun, “bulaşıcılığın” olmadığı şeklinde bir kanaate sahip olmadığını göstermektedir. Bu hadisleri de dikkate aldığımızda, mezkûr rivayetlerle hastalığın kendiliğinden, Allah’ın bilgisi haricinde bulaşması inancının 321 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi reddolunduğuna; sirayetin (bulaşıcılığın) Allah’ın izni ve iradesi ile gerçekleşebileceği inancının topluma kazandırılması çabasının varlığına şahit olunmaktadır. 322 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 323 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hadisler Işığında Hastalıklar Ve Tedavi Yolları (Koruyucu Hekimlik Örneği) Fatma Hatice SİS Gelmiş geçmiş tüm dinlerin amaçlarından biri, müntesiplerine mutluluk verici bir yaşam tarzı sunmaktır. İslamiyet de tüm bireylerin, özelde de inananların ruh, beden ve akıl sağlığını korumayı amaçlamıştır. Dikkatli bir şekilde incelendiğinde, serdedilen/vazedilen prensipler sadece inanç ve ibadet ilkelerini izahata kavuşturmakla yetinmeyip, aynı zamanda ruh ve beden sağlığına ilişkin birtakım önemli esasları da içermektedir. Çünkü sağlık, hem mutlu yaşamanın, hem de maddi ve manevi sorumluluğu yerine getirmenin alt yapısını oluşturmaktadır. Devlet başkanı ve dini otorite olması yanı sıra insanlar için her alanda örnek teşkil eden Rasûlullah’ın (s.a.s) söz, davranış ve evrensel mesajları her dönemde detaylı bir şekilde incelenerek dikkate alınmıştır ancak zamanın ilerlemesiyle çok daha iyi anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de “And olsun ki, Rasûlullah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” buyurulmak suretiyle bu husus teyit edilmektedir. Rasûlullah’a (s.a.s) aidiyeti tespit edilmiş her söz ve davranışta da çeşitli hikmetler ve maslahatlar söz konusudur. Hayatın her alanında insanlıga rehber olan Hz. Peygamber (s.a.s) bir taraftan insanın manevî âlemini ihyâ, diğer taraftan maddi dünyasını en kâmil manada imar eden evrensel ilkeler vazetmiştir. Adeta hem gönüllere ve ruhlara şifa dağıtmış, hem de cisme ve bedene tabiplik yapmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), hayat ın her alanındaümmetine zengin bir miras bırakmıştır. O’nun (s.a.s) beşere sunduğu evrensel ilkelerin bir kısmı sağlık alanıyla ilgilidir. Tebliğ’de Rasûlullah’ın hastalık oluşumu ve tedavi süreci ile alakalı tıp alanına yönelik hadisleri beş başlıkta ele alınacak, önemine binaen koruyucu hekimlik başlığı altında incelenecek hususlar da kısmen detaylandırılacaktır. 324 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 1. SAĞLIĞIN ÖNEMİ Hz. Peygamber, insanlar ın ençok aldandıkları iki nimetten birinin sağlık olduğuna dikkatleri çekerek hastalık gelmeden önce sağlığın kıymetini bilmeleri için insanları uyarmıştır. Kanuni Sultan Süleyman (ö. 1566) da şu beyti ile sağlığın önemine dikkati çekmiştir: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi”. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak: “…Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever” buyururken Rasûlullah (s.a.s) “Sizlerden her kim vücutça sağlıklı; nefsinden ve malından, korkusuz ve huzurlu; günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur” rivayeti ile sağlığın önemini vurgulamıştır. Ancak Rasûlullah (s.a.s) “Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap” rivayeti ile hastalık ve ölümün kaçınılmazlığını ve bu konuda tedbir almayı ihmal etmemeye dikkatleri celbetmiştir. “Derdi indiren Allah, devâsını da indirmiştir” rivayeti ile de insanların hastalıklar karşısında ümitsizliğe düşmelerine engel olup, çare yollarına başvurmaları konusunda teşvik etmiştir. ُْ ْ ْ َ َ ُ َّ Bizzat kendisi « “ » الله َّم اغ ِف ْر َِل َو ْارح ْم ِ َّن َواه ِد ِ َب َوع ِاف ِ َّن َو ْارزق ِ َّنAllah’ım! Bana âfiyet ver, merhamet et, doğru yola ilet. Bana sıhhat ver ve beni rızıklandır” duasını etmiş, ashâbına da “Allah’tan af ve âfiyet dileyin. Zira kimseye âfiyetten başka hayırlı bir şey verilmemiştir” buyurarak sağlığın önemini belirtmiştir. Ayrıca “Dünyalık sıhhat ve afiyet konularında kendinizden aşağı olan kimselere bakınız, Üstün olan kimselere bakmayınız! Çünkü Allah’ın size verdiği nimeti küçük görmemeniz için size uygun davranış budur” hadis-i şerifi ile bir nevi sağlık konusunda tatminkâr ve mutlu olma formülünü de vermiştir. Kısaca imandan sonra insanoğluna verilmiş en büyük nimet olarak sağlık konusuna dikkat çeken Hz. Peygamber, sağlıklı olmayı ve bu konuda tedbir almayı da insan sorumluluğuna verilmiş dinin emirleri arasında sayar. 2. KORUYUCU HEKİMLİK Insan, beden ve ruh yönüyle mükerrem kılınan bir varlıktır ve kendisine emanet olarak verilen bedenini koruması da ona yüklenilen sorumluluklar dâhilindedir. En büyük hekim, hasta olan birini tedavi eden değil, onun hasta olmasını önleyendir. (Çin Deyişi) sözünde de ifade edildiği gibi sağlık hizmeti denince, akla önce hastalıkların önlenmesi gelmelidir. Hemen hemen tüm hastalıkların, çevresel ve bireysel risk faktörlerine yönelik temel (primordial) ve birincil (primer) koruma yöntemleri ile önlenebileceği mütehassıs tıp hekimleri tarafından da dile getirilmiştir. Ayrıca bedende organsal/uzvî bir hasar meydana geldikten sonra onu onarma ve düzeltmeye çalışmanın çok zahmetli dahası oldukça maliyetli bir durum olduğu bilinen bir gerçekliktir. Aktif koruyucu hekimlik yaklaşımıyla başka bir ifadeyle tamamlayıcı tıp felsefesi kapsamındaki bakış ve özümsemeyle, hastalanmamak için gereken özeni göstermek gerekmektedir. Koruyucu hekimlik (hıfzu’s- sıhha, Hijyen), hastalıksız ve saglam olarak yaşama yollarından bahseden bireysel ya da toplum olarak hastalıkların ortayaçıkmasını ya da ağırlaşmasını engelleyici önlemler üzerinde çalışan ve sağlığı korumak için gereken hususları öğreten bir hekimlik dalıdır. İnsanlık tarihinde pratik uygulama alanı eski de olsa, hekimlikte bir bilim dalı olarak teşekkülü yenidir. Günümüzde hastalığa yakalanmamak için gerekli tedbirleri önceden alıp sağlığı korumayı ve sağlıklı bir toplum meydana getirmeyi ifade eden koruyucu hekimlik (hıfzu’s-sıhha, Hijyen) Hz. Peygamber’in (s.a.s) tıp anlayışının en önemli yanlarından 325 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi biridir. “Hasta olmadan önce sağlığınızın değerini bilin” buyuran Hz. Peygamber (s.a.s), hastalıklara karşı pek çok önlem ve öneriler sunmaktadır. Islam tarihinde isim konmamış bile olsa koruyucu hekimlikle ilgili uygulamaları ilk başlatanın Hz. Peygamber ve Tıbb-ı nebevîyi Yunan, Hind ve İran gibi kadîm tıp geleneklerinden ayıran en önemli hususlardan birisinin de koruyucu hekimliğe verdiği önem olduğu bazı âlimler tarafından belirtilmiştir. Onun bu konudaki tedbirleri, bize ulaşan sünnetin detaylarında gizlidir. Koruyucu hekimlik, halkın kendi kendine olan bilinçli beslenmesi ve düzenli yaşam kültürünün oluşmasıyla ve hastalanmamaya özen göstermesi davranışı ile başlar. Genel olarak ele alınırsa birincisi hayat tarzı, ikincisi beslenme, üçüncüsü psikolojik yaklaşım ve stresten uzaklaşma olarak ifade edilmektedir. Hadislerde ise söz konusu öneriler genelde bedeni ve ruhu hastalıklardan korumaya yönelik tavsiyelerden müteşekkildir. a. Bedeni Hastalıklardan Koruma: I. Temizlik Hadîslerde maddî/manevi hastalıklara sebep teşkil eden kirlerden temizlenme emredilmiştir. Bu husus "Allah temizdir, temizi sever etrafınızı temizleyiniz" ve “temizlik îmanın yarısıdır” rivayetleri ile veciz bir şekilde dile getirilmiştir. Bu bağlamda abdest, gusül, tahâret, elbisenin temiz tutulması, yemekten önce ve sonra, gece yatarken ve sabah kalkınca ellerin yıkanması, en azından haftada bir defa banyo yapılması hatta mümkünse “Kâmil mümin ancak devamlı abdestli olur” rivayeti ile devamlı abdestli olmak gibi çeşitli teşvikler bulunmaktadır. Rasûlullah’ın (s.a.s) ferdî temizlik kapsamında “beş şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek, kasık kıllarını tıraş etmek, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnakları kesmek ve sünnet olmak" hadisi örnek olarak zikredilebilir. Söz konusu rivayetlerde genel anlamda cilt, el, ağız, burun temizliği; saç, sakal, bıyık bakımı, tırnak, koltukaltı, yüz, diş ve ayak bakımı ve temizliğine önem vermiştir. İlaveten “Sizden biri aksırdığında iki avucunu yüzüne koysun” buyurarak aksıran kimseden temayüz eden olumsuzlukları engellemeye çalışmıştır. Öte yandan ailevî münasebetler hususunda belli sınırlamalar getirmesi, sağ el ile yemek yeme, Peygamberlerin uygulaması olarak nitelendirdiği sünnet olma emirleri ve tuvalette idrarın sıçramamasına özen göstermesi de koruyucu hekimlik bağlamında değerlendirilebilir. II. Çevre Temizliği Çevre Temizliği “ev temizliği, Sokak, cadde, mahalle, şehrin temizliği ve Çevre atıkların uygun şekilde uzaklaştırılması ve suların temizliği” başlıkları altında ele alınabilir. Hadislerde halkın gelip geçtiği yollarda, gölgelendikleri (kuytu) yerlerde abdest bozanları kınayan ifadeler yer aldığı gibi, yoldaki zarar verici bir maddeyi kaldırmaya yönelik emir ve tavsiyeler de mevcuttur. “Avlularınızı ve çevrenizi temiz tutun. Lânetli iki şeyden sakının; insanların gelip geçtiği yolları ve gölgelikleri kirletmeyin.” Dahası yeterli, temiz ve sağlıklı su sağlanması için: durgun suya bevletmek ve su mecralarına büyük abdest bozmak yasaklanmıştır. Ayrıca kuyuların pislikten korunması için çeşitli esaslar getirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) oksijen kaynagı olan agaç dikimine hassasiyet göstererek “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin” buyurmuş, bu ağaçtan her kim istifade etse, diken adına kıyamete kadar bir sadaka hükmüne geçeceğini belirterek ümmeti de teşvik etmiştir. Ayrıca ölü arazileri ihya etmeyi tavsiye etmiş, belirli bölgelerin ot ve ağaçlarına dokunulmaması için oraları yasak bölge ilan ederek hurmalıklar oluşturmuştur. Sivrisinekleri yok etmek için bataklıklara hurma fidanları dikmiştir. 326 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ancak her ne kadar temizligi ihlal etse de ferdi rahatsızlıklara mahal verecek durumlara engel olmuştur. Örneğin mescide bevleden/idrarını yapan bir bedeviye (ani) müdahaleyi yasaklayarak işini bitirdikten sonra oranın bir kova su ile yıkanmasını emretmiştir. Bütün bu tedbirler, o devrin kirleticilerine karşı alınmıştır. Elbette, zamanımızın hassasiyeti doğrultusunda ilmin sunacağı veriler de dikkate alınarak, günümüzdeki kirleticiler de ilave edilmelidir. III. Sağlıklı, Yeterli Ve Dengeli Beslenme Beslenme, insanın hayatta kalmasını saglayan bir faktördür. Dengeli beslenme kişinin maksimum fonksiyonda bulunması için ne gerekiyorsa onu yapacak bir destek başka bir ifadeyle kişinin sağlığıdır. Hastalıklardan korunmak için alınacak en önemli tedbirlerden biri de beslenmeye dikkat etmektir. Belirli bir hastalığın sebebi olmasa da ihtiyaçtan daha az, fazla veya zararlı besinden kaynaklanan birçok hastalık, halsizlik ve neşesizlik halleri vardır. Gıdanın bulunmadığı ya da çok az olduğu açlık durumlarında düzensiz beslenmeden kaynaklanan hastalıkların ortaya çıkması ise kaçınılmaz bir neticedir. Bunun için Rasulullâh (s.a.s.) alınan gıdalara dikkat eder ve bu konuda ashabını uyarırdı. Devamlı oruç tutmayı yasaklarken, oruç tutanların sahura kalkıp bir şeyler yemelerini de isterdi. Her gün oruç tutan Abdullah b. Amr b. el-As'a böyle yapmamasını söylemiş, aksi takdirde vücudunun zayıf düşeceğini hatırlatmıştır. Kuvvetli mü'minin zayıf mü'minden daha hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz (s.a.s.), kişinin beslenmesine dikkat etmemesinden dolayı güçsüz duruma düşmesini hoş görmemiştir. Yalnız hurma ile de olsa akşam yemeğinin yenilmesini istemesi, beslenmeye gösterdiği dikkat açısından önemlidir. Bununla birlikte Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de “Yiyiniz içiniz ancak israf etmeyiniz, çünkü O, israf edenleri sevmez” ayetinde israf edilmemesinin önemine işaret etmiştir. Her işte orta yolun tercih edilmesini ısrarla vurgulayan Rasulullâh (s.a.s) “Her istediğini yemen israftandır” hadisi ile az yemek yemenin önemine değinerek bir nevî çok yemenin de ayette yasaklanan israfın bir çeşidi olduğunu ifade etmiştir. Farklı rivayetlerde acıkmadan sofraya oturmamayı ve tam doymadan da sofradan kalkmayı tavsiye ederek “İnsanoğlu midesinden daha zararlı/kötü bir kap doldurmamıştır” rivayeti ile az yemek yemenin beden sağlığı açısından taşıdığı önemi vurgulamıştır. Ayrıca “Midenin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birinin de boş bırakılmasını” tavsiye etmiştir. Meşhur Endülüs âlimi İmam Kurtubî (v.1272): “Rasûlullah’ın (s.a.s) beslenme ile ilgili bu taksimatını, Hipokrat duysaydı, bundaki hikmet karşısında hayran kalırdı” demiştir. Peygamberimizin (s.a.s) saglıklı, dogru beslenme ve hastalıklardan korunmaya ilişkin birçok hadisi bulunmaktadır. Hadislerde Rasûlullah (s.a.s.), baharatlar, otlar, sebzeler ve diğer gıda maddelerinin yanında meyvelerin insan vücudunda ortaya çıkardıkları tesirleri dikkate almış, aralarındaki uyumu gözetmeyi ve tüm besin gruplarındaki yiyecekler arası dengeyi sağlamayı bizzat uygulamış ve tavsiye etmiştir. Geleneksel tıp anlayışına göre, besinler, insan vücudunda ortaya çıkardıkları tesirler bakımından yaş, kuru, sıcak (hararetli) ve soğuk seklinde sınıflandırılmışlardır. Hekimler, meyveleri de bu nitelikleri itibarıyla gruplandırmış ve aynı gruptaki besin ve meyvelerin birlikte alınmamasının sıhhat acısından daha faydalı olduğunu belirtmişlerdir. Ünlü hekimlerden Bergamalı Galinos, az ve birbiriyle uyumlu yiyecekleri yediği için hastalanmadığını öne sürmüştür. Yiyecekler arasında uyumu gözetmek, her dönemde farklı şekillerde ifade edilse de sağlıklı beslenme acısından son derece önemlidir. Peygamberimiz (s.a.s), meyveleri 327 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi farklı meyvelerle veya farklı yiyeceklerle birlikte yemiştir. Yaş hurma ile birlikte salatalık ve yine yaş hurma ile birlikte karpuz yediği hakkında rivayetler vardır. Ayrıca Rasulullâh (s.a.s) meyveleri olgunlaştığında yemeyi tercih ve tavsiye etmiştir. Çocuklar için de anne sütünü önermiş, yeme ve içme ihtiyacını helal ve sağlıklı gıdalarla dengeli bir şekilde gidermeyi tavsiye etmiştir. “Bütün uyuşturucu, içkidir. Bütün uyuşturucu da haramdır.”, “Bütün sarhoş edicilerden sakının.”, “Sarhoş edici şeylerin bütününü size yasaklıyorum.”, “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.”, “Sarhoş eden bütün içecekler haramdır” demek suretiyle aklı gideren tüm maddelerin içilmesini ve alınmasını yasaklamıştır. Bununla birlikte “İçkide dertten başka şifâ olmadığını” belirtmiştir. Ümmetine; bir şey içerken kabın içine solumasınısıcak yemek yemeyi ve yemeğe üflemeyi, yemek yerken konuşmayı, suyu ayakta, tek solukta, içi görünmeyen ve üstü açık kaplarda içmeyi yasaklamıştır. Yemeği küçük lokmalar halinde ve acele edilmeden iyice çiğneyerek, israf edilmeden, aşırıya kaçmadan yemeyi ve suyun üç nefeste oturarak içilmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca sağlık için perhizin önemine işaret ederek, belirli hastalıklardan mustarip olan sahâbîlere perhiz yapmalarını öğütlemiştir. IV. Düzenli Spor Koruyucu hekimlik çerçevesinde spor lüks olmayıp, zaruri bir uğraştır. Bu bağlamda düzenli sporu günlük yaşama entegre etmek gerekir. Ata binmek, ok atmak, güreş tutmak, yüzme ve koşmak beden sağlığı için faydalı sporlar arasında sayılmaktadır. Rasulullâh (s.a.s)“ Müsabaka (yarış yapmak); at ve deve koşturmakta, ok ve benzeri şeyleri atmaktadır” rivayeti ile bu konuda bir nevi bilinç oluşturmuş, bu sporları bizzat uygulamış veya teşvik etmiş; ayrıca meşru çerçevede müsabakalara da izin vererek öncülük etmiştir. Ancak bir canlının telef edilmesini içeren tavukların hedef yapılması suretiyle icra edilen ok atma müsabakalarını yasaklamıştır. V. Uyku Resûl-i Ekrem (s.a.s), erken yatıp erken kalkmayı, gecenin bir bölümünü ibadet için ayıranların gündüz kaylûle yaparak günü zinde geçirmelerini tavsiye etmiştir. Kişi için en uygun uyuma pozisyonunu, sağ veya sol taraf üzerine yatılması şeklinde ifade ederek, bazı rahatsızlıkları da beraberinde getiren yüzüstü veya yüzükoyun yatılmasını yasaklamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.), korkuluğu olmayan damda uyumaktan da menetmiştir. VI. Bulaşıcı Hastalıklarda Karantina Rasulullâh (s.a.s) “Bir yerde veba hastalığının ortaya çıktığını duyarsanız oraya girmeyin; bulunduğunuz yerde veba görülmüşse oradan ayrılmayınız”, “Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçın” buyurarak bulaşıcı hastalıklarda karantina ortamı sağlanmasını tavsiye etmiştir. Bazı âlimlere göre bulaşıcı hastalıklarda karantina uygulamasını ilk olarak Rasûlullah uygulamıştır. VII. Meşru Dairede Kolaylaştırma Haram temayülleri engellemek ve bu surette bulaşan hastalıkları koruma adına (AIDS vb.) “Nikâh benim sünnetimdir, evleniniz” buyurmak suretiyle meşru evliliği tavsiye etmiş ve ashâbtan ömür boyu evlenmeyeceğini belirten birkaç kişiyi bu konuda uyarmıştır. Öte yandan ibadetlerin bir etkisinin de bireylere sıhhat sağlaması olduğunu vurgulayarak Hz. Âişe’nin belirttiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) ashabın yapmayı arzuladığı visal orucunu yasaklamış; kendisinin bu şekilde oruç tuttuğu hatırlatıldığında da "Siz benim gibi değilsiniz; Rabbim bana yedirir, içirir" şeklinde cevap vermiştir. Ayrıca ömür boyu her gün oruç tutmayı ve gece boyu uyumaksızın ibadet etmeyi; güç 328 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yetirememe, ibadetlere karşı nefret oluşması ve sıhhatlerine zarar vermesi endişesi ile engellemiştir. b. Manevî Hastalıklardan Koruma Nasıl ki beden saglıgı için, vücut organlarının sağlıklı ve dengeli bir şekilde çalışması gerekiyorsa, ruh sağlığı ve iyiliği için de ruh sağlığını oluşturan unsurlar arasında bir denge ve uyum gerekmektedir. Dolayısıyla insanın fiziki, psikolojik, sosyal ve manevi yanlarını bir bütün olarak incelemek gerekir. Dikkatli bir şekilde incelendiginde neredeyse tüm dinlerin sadece birtakım inanç ve ibadet ilkelerini izahla iktifa etmeyerek, aynı zamanda ruh ve beden sağlığına ilişkin önemli bazı esasları da içerdiği görülmektedir. Genel olarak tüm dünya dinlerinin öngördüğü sabır, tevazu, hoşgörü, sevgi ve paylaşmak gibi olumlu niteliklerle, hoş görmediği ve yasakladığı birtakım ahlaki ilkeler, insanları hem fiziki hem de ruhsal açıdan olgunlaştırmayı hedeflemektedir. Rasûlullah (s.a.s) beden sağlığının yanı sıra ruh sağlığının da korumak için gerekli tedbirleri alarak rûhî/manevî hastalıklar olan; inançsızlık, haset, kin, nefret, gıybet, dedikodu, yalan, dünya ve mal hırsı, öfke ve şehevi düşkünlük gibi bireyin iç dünyasını tahrip eden hususlardan uzak durmayı tavsiye etmiştir. Allah’a iman etmek, tevekkül inancıyla yaşamak, başa gelen olayları sabırla karşılamak, Seyahat, akraba ziyaretleri, ilim meclislerinde vakit geçirme, bir kötülüğü iyi bir davranış ile telafi etme, kötü arkadaştan uzaklaşma, iki konu arasında kalınınca kolay olanı tercih etme gibi bir takım uygulamalar söz konusu hastalıklardan korunma yolları olarak ifade edilebilir. 3) İLAÇ, RUKYE, HACAMAT VE DAĞLAMA İLE TEDAVİ Allah Rasûlü (s.a.s): "Ey Allah'ın kulları, tedavi olun” “Allah, şifasını yaratmadığı hiçbir hastalık vermez her ne hastalık indirmiş ise onun devasını da indirmiştir” buyurmak suretiyle tedavi olmayı ve pes etmeyerek tüm çarelere başvurmayı teşvik etmiştir. Rasulullâh (s.a.s) tedavi şekilleri hakkında: "Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, kan aldırmak ve vücudu ateşle dağlamak. Fakat ben ümmetime dağlayarak tedavi olmayı yasaklıyorum" buyurmuştur. Bu hadisin şerhinde el-Aynî (855/1451), “yalnızca bu üç şeyin zikredilmesi Arapların çok kullandığı ve bildiği tedavi usulleri olduğu içindir” demektedir. Konu ile ilgili rivayetler degerlendirildigi zaman karşılaşılan tablo Nebevî Tıbbın en önemli özelliklerden birisinin karışımla elde edilen ilaçlara, basit, tabiatta bulunan ilaçların tercih edilmesidir denilebilir. Bu acıdan bakıldığında tıbb-ı nebevînin şifalı otlara, sebzeler ve meyvelere, yani gıda olarak alınan yiyeceklere, kan aldırma ve dağlama şeklinde hastalık gruplarına göre farklı yöntemler uygulamak suretiyle, tıbbı destekleyici hatta tamamlayıcı bir tıp anlayışını yansıttığı söylenebilir. Tıp hadislerinin menşei hakkında çeşitli yorumlar söz konusu olmakla birlikte bir kısmının, nesiller boyu çeşitli tecrübelerle sınanarak öğrenilmiş olan, Arap toplumunun kültürel mirasının bir ürünü, bir kısmının da, Rumlar ve İranlılarla temaslar sonucu öğrenilmiş, eski Yunan’a ve diğer kadîm medeniyetlere dayanan ve genelde eğitimle öğrenilebilen tıbbî bilgi ve teknikler olduğu bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir. Rasûlullah (s.a.s) “Sizin ilâçlarınızdan herhangi bir şeyde şifâ varsa, bu kan almada ve ateşle dağlamadadır. Fakat ben dağlamayı sevmiyorum” buyurmuştur. Hadiste dikkat edilirse “sizin ilâçlarınızdan” denilmiş olması bu tedavi usullerinin bölgesel özellikler taşıdığını göstermektedir. Ancak Hz. Peygamber Arapların kullandığı tedavi usullerini olduğu gibi kabul etmemiş, bunların bir kısmını tashih etmiştir. “Uzre/bademcik” 329 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi hastalığına yakalanmış çocukların boğazlarındaki şişliklerin el ile sıkılmasını hoş karşılamamış ve bu hastalık için “ûdû’l-hindî” denilen bir bitkiyi tavsiye etmiştir. Ilaveten Rasûlullah (s.a.s) farklı hastalık oluşumuna sebebiyet veren ve “haramdan şifa olmaz” rivayetinde de açıkça ifade edildiği gibi haram birtakım bitki ve gıdalar ile tedavi olmayı yasaklamıştır. İlaveten dinen yasak olan haram maddelerin veya bazı hayvanlardan elde edilen habis karışımların kullanılmasını yasaklayarak, ilâç yapmak için kurbağalar öldürmek isteyen bir sahâbîye izin vermemiştir. Bir kısmının ise vahiy ile bildirdiği de bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir. Bu konuda Dr. Mahmud Nâzım “Tıbb-ı nebevî ile alâkalı araştırmamın neticesinde diyebilirim ki, Hz. Peygamber’in tıpla alâkalı hadislerinin bir kısmı kendisine vahiyle bildirilmiştir. Meselâ, “Mantar, kudret helvasındandır; suyu göze şifadır” hadisi Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e bir ilhamı veya vahyidir. Çünkü mantar suyunun göz hastalıkları için kullanılması Araplar ve Yunanlılar tarafından bilinmemektedir” demektedir. Hadislerde geçen belli başlı bitkiler ve tedavi ediciler hususunda hastalık gruplarına göre farklı yöntemler uygulanmıştır. Belli başlıcaları; (Bal(Asel) ve İshal, Ud-i Hindi (Kust) ile Boğaz Hastalığı (Uzre) ve Zatu’l-Cenb, Çörek Otu, İyi Cins Hurma(acve) ile Zehirlenme ve Sihir, Sürme Taşı (İsmid) ve Göz Ağrısı (Ramed), Müshil Otu (Sena) bağırsakları yumuşatma, Yer Mantarı (Kem’e) ve Göz Hastalığı, Sabir İlacı ve Göz hastalığı, Misvak Ağız ve Diş Temizliğini Sağlamak, sennût (tereyağı, bal ve kimyon), kan aldırma (hacamat), dağlamak, kına ile ayak ağrısı tedavisi ve su ile yüksek ateşi kontrol altına alma ve irku’n- nesa (siyatik) şeklindedir. Ayrıca abdestin öfke kontrolünde, Namaz ve Kur’ân-ı Kerîm’in genel anlamda şifa olduğu vurgusu yapılarak belli duaların(rukye) da tedavi amaçlı kullanılması dikkate değer hususlardır. 4) UZMAN HEKİME YÖNLENDİR-ME VE HASTA HAKLARININ KO-RUNMASI Hz. Peygamber, sağlığın korunması ya da bazı basit hastalıkların tedavisi ile ilgili öğütlerde bulunmuşsa da, hiçbir zaman doktorluk iddiasında bulunmamıştır. Ciddi anlamda hasta olduğunda kendisi de doktorlara tedavi olmuş, arkadaşlarını dolayısıyla ümmetini, uzman hekime yönlendirmiştir. Rasulullâh (s.a.s.) Tâif şehrinde yaşayan hristiyan hekim Hâris b. Kelede’nin tıp bilgisine güvenmiş, bazı sahâbîleri ona tedavi ettirmiş, tıp alanında yalnız uzman olanlarn faaliyette bulunmasını tembihlemiştir. Bu sebeple tıb-ı nebevî kitapları İslâm dünyasında yaşayan gayri müslim hekimlerin görüşlerini, kadîm tıp geleneklerinin birikimlerini, Hipokrat ve Galen (Câlînûs) gibi eski tıp otoritelerinin tespitlerini de ihtiva etmektedir. Hipokrat yemini bazı tıb-ı nebevî kitaplarında zikredilmektedir. Önemli olan Hz. Peygamber'in - gerçekten ona ait olup olmadığı araştırıldıktan sonra kesinleştiği varsayılabilecek - genellikle koruyucu hekimlik türü tavsiyelerini doktora gitmeye engel ve hatta doktora gitmeyi geciktirici bir sebep haline getirmemektir. Hz. Peygamber’in bu konuda çok hassas davranarak bilgili olanların doktorluk yapmasını tavsiye etmiş, uzman olmayanların vereceği zararı gidermesi gerektiğini belirtmiştir. “Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebep olacağı zararı öder” hadisinde hasta haklarını güvence altına almıştır. 5) PSİKOLOJİK DESTEK İLE TE-DAVİ SÜRECİNİ HIZLANDIRMAYA YARDIMCI OLMA Her şeydenönce şu bilinen bir gerçektir ki, daha güçlü sosyal destek sistemlerine sahip olan kişiler, bu tür destek ortamlarından yararlanmayan ya da yalnız olanlara 330 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kıyasla daha sağlıklı olma eğilimindedir. Hatta araştırmalar, sosyal desteğin fizyolojik açıdan da sağlığa katkısı olduğunu ileri sürmektedir. Diğerleriyle olan yakın ilişkiler, bağışıklık sistemini desteklemektedir. 19.y.yılın başına kadar Batı’da hastalar lanetli kimseler olarak kabul edilerek, ,şeytanla işbirligi yaptıgına inanılır, yakılıröldürülür veya zincire vurulurken Hz. Peygamber (s.a.s) hastalara şefkat, merhamet gösterilmesini, psikolojik açıdan desteklenmesi için de hasta ziyaretlerini teşvik etmiş, “Hastanın yanına girdiğinizde ecel konusunda onu rahatlatacak biçimde konuşun. Bu, onun ecelinin zamanını değiştirmez, ancak hastayı rahatlatır” rivayeti ile hastaların yanında onları üzecek hususlardan söz edilmemesini tenbihlemiştir. Yine hastaları bakışlarıyla dâhi rahatsız edenleri uyarmış, “Cüzzamlı hastalara uzun uzun bakmayın” buyurmuştur. Nekâhet dönemindeki hastaların yemelerine içmelerine dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayıp hastalık sonrası bakımın önemine işaret etmiştir. Diğer taraftan, “Hastalarınızı yemek yemeye zorlamayınız, Allah onlara yedirir içirir” hadisi ile hastalara karşı daha hassas davranılması gerektiği vurgusunu yapmıştır. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Saglık insan için en önemli değerlerden biridir. Buna rağmen bütün dünyada, sağlığa bakış paradoksal bir seyir takip etmektedir. Herkes sağlığın önemli olduğunu söylemekte ancak neredeyse pek çok1 kimse hasta olmadığı sürece sağlığına önem vermemektedir. Özellikle bedende organsal bir hasar meydana geldikten sonra onu onarmak ve düzeltmeye çalışmak çok zahmetli ve oldukça maliyetli bir durumdur. Bu nedenle hekimler, hastaların tedavileriyle birlikte hastalıkların önlenmesine yönelik çalışmalarını da yoğunlaştırmalıdırlar. Çünkü günümüzde hemen hemen tüm hastalıkların önlenebilir olduğu ve henüz tedavisi olmayan hastalıkların bile bazı koruyucu yöntemlerle denetlenebileceği bilinen bir gerçekliktir. Bunun için sağlıklı olmayı ve sağlıklı bir çevrede yaşamayı en temel insan haklarından sayan bir anlayış esas alınmalıdır. Allah Rasûlü’nün (s.a.s) tıpla ilgili hadisleri incelendiğinde, bir kısmının koruyucu hekimlik, bir kısmının da hastalık, tedavi ve ilaçlar hakkında olduğu görülmektedir. Fakat koruyucu hekimlik başlığı altında incelenebilecek hususlar, Nebevî tıbbın merkezini teşkil etmiştir. Kişiyi hasta olmaktan korumak esas olduğu için Rasulullâh (s.a.s) koruyucu hekimlik üzerinde hassasiyetle durmuş ve önemli sağlık tedbirleri almıştır. Elbette Peygamberlerin öncelikli vazifesi insanlara beden sıhhati kazandırmak değildir. Lâkin Hz. Peygamber’in (s.a.s) ahlâkî tavsiyeleri ve tecrübelerinden hareketle bazı yönlendirmeleri şüphesiz mevcuttur. O, bir köşede oturup sadece dini bilgileri aktaran bir birey değil, hayatın içinde olarak bütün duygu ve fikirlerini, tecrübe ve gözlemlerini toplumuyla paylaşan bir peygamberdir. Hz. Peygamber (s.a.s), kendisine saglık sorunlarını ileten insanlara sorunlarının ciddiyeti, içinde yaşadığı coğrafyanın imkânları, kendi birikimi, bazı âlimlere göre de nübüvvet vasfı gereği vahiy ile destekli bilgilerle cevap vermeye çalışmış, onların daha sıhhatli ve mutlu olmaları için gereken çabayı göstermeye gayret etmiştir. Ayrıca Resûli Ekrem’in (s.a.s) tıp eğitimi almış hekimlere ve tıp alanında tecrübesi bulunan tabiplere itibar etmesi tecrübî tıbba verdiği değeri de göstermektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s) tıp alanına yönelik en önemli katkılarından birinin, bütün hastalıkların tedavi edilebileceğini dile getirmesidir denilebilir. Her hastalığın bir 331 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi sebepten tezahür ettiği ve sebep tesbit edildiği takdirde hastalığın giderileceği düşüncesi; bir yandan tıp uzmanlarını hastalığın sebeplerini araştırmaya sevk etmiş, diğer yandan da hastalıkların kökeniyle ilgili bazı bâtıl inançların ortadan kalkmasını sağlamıştır. Hastalıkların Allah tarafından yaratıldığının ifade edilmesi de, bazı hastaların ve hastalıkların uğursuz ve lânetli diye kötülenmesi gibi yanlış anlayışları engellemiştir. Tıpla ilgili hadisler, Rasûlullah’ın (s.a.s) sözü olmaları bakımından dinî bir değer ve tıp ilminin Asr-ı saâdet’teki seviyesini göstermeleri açısından da tarihî ve içtimaî bakımdan önemlidir. Ancak söz konusu rivayetler ta‘lil edilebilen diğer ahkâm hadisleri gibi illetleri ortaya konularak değerlendirilmesi gereken hükümlerdir. Hülâsa Rasûlullah’a (s.a.s) aidiyeti tespit edilmiş her söz ve davranışta hikmetler ve maslahatlar mevcuttur ve zamanın ilerlemesiyle çok daha iyi anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in açıklamaları doğrultusunda oluşan ve çağları aydınlatan prensipleri, Arap yarımadasındaki hatalı tıbbî uygulamaların düzeltilerek, tababete ilmî bir hüviyet kazandırılmasına ve orta çağa hâkim bir İslâm tababetinin doğmasına imkân sağlamıştır. O (s.a.s), yeni bir tıp anlayışı başlatmış, günümüz tıbbının da hala istifade ettiği bazı prensipler koymuştur. Dolayısıyla söz konusu hadislerden hikmet bağlamında istifade edilmesi ve günümüz tıp çalışmalarının istifadesine sunulması önem arz etmektedir. KAYNAKÇA Abdülkadir EROĞLU, Şifalı Bitkiler ve Tıbb-ı Nebevi: Bitkilerle Kolay Tedavi ve Peygamberimizin Sağlık Öğütleri, İstanbul: İlim Yayınları, 1980. Adem YERINDE, “Şifâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul: 2010, cilt: XXXIX, s. 129-131. Ahmet AĞIRAKÇA, İslam Tıp Tarihi: (Başlangıçtan VII./XIII. yüzyıla kadar), İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2004. Ahmet TURHANOGLU, Hadislerde Koruyucu Hekimlik, Istanbul: Ragbet .Yayınları, 1999 Aidin SALIH, Gerçek Tıp, İstanbul: Yazı Yayıncılık, 2010. .1994 Ali Rıza KARABULUT, Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi, Kayseri: Mektebe Yayınları, Aliye SEREN, - Suat SEREN, Koruyucu Hekimlik ve Sağlık Bilgisi, Ankara: 1950 Arslan MAYDA, Tıbbı Nebevî Koruyucu Hekimlik, İstanbul: Işık yayınları, 2015. Asaf Ataseven, “Tıbb-ı Nebevî”, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt: XXV, sayı: 4, Özel Sayı, s. 93-100. Ayhan Tekineş, “Alternatif İslami Tıp ‘Tıbb-ı Nebevî’ ”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, 1998, cilt: III, sayı: 4, s. 57-72. Ayhan TEK“ ,INEŞTıbbı Nebevî’de Meyve”, Yeni Ümit Dergisi, s.21, TemmuzAğustos- Eylül 2008. Ayhan TEK“ ,INEŞTıbb-ı Nebevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul: 2012, c. XXXXI, s. 85-88. Ayni, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed b.Musa el-Hanefi (855/1451), Umdetü'l-kari şerhi Sahihi'l-Buhari, Kahire: Şerike Mektebe ve Matbaa Mustafa el-Babi el-Halebi ve Evladuhu, 1972. 332 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Buhârî, Muhammed b. İsmail ( 256/870), el-Câmiu’l-müsnedu’s-sahîhu’lmuhtasar min umûri Rasûlillah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve sünenihî ve eyyâmih, İstanbul: Çağrı Yayınları,1992. Buhârî, Muhammed b. İsmail ( 256/870), Kütübi'l-İlmiyye, 1985. el-Edebül-Müfred, Beyrut: Dârü'l- Cafer Sad“ ,ık YARANDin-Saglık İlişkisi Ve Şifa Delili", Ekev Akademi Dergisi, cilt: IX, sayı: 25 (Güz 2005) Dr. Mahmûd Nâzım en-Nesîmî, et-Tıbbu’n-nebevî ve’l-ilmu’l-hadîs, I-III, 2.baskı, Beyrut: Müessesetü'r-Risâle 1987. Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistani, (275/889), Sünen-i Ebî Dâvûd, Beyrut: Dârü’l-Erkam,1999. Fazlur Rahman (1409/1988 ), İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara: Ankara Okulu, 1997. Ferit KOÇOĞLU, Koruyucu Hekimlik, 2006. https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&cad=rja& uact=8&ved=0ahUKEwja1YaKnJ_JAhXF7nIKHcChCxIQFggcMAA&url=http%3A%2F%2 Ftipedu.cumhuriyet.edu.tr%2FDonem3%2FKomiteVIIHalkSagligiAileHekimligiAcilTip%2 FHalkSagligi%2FFeritKOCOGLU%2FKORUYUCUHEKIMLIK.doc&usg=AFQjCNHvwdPECjoWTbVnOO2H_bEX0VLIA Gülsen EREN, Hadislerde Hastalık ve Tedavî Yolları, Sakarya Üniversitesi: 2010, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Hafız-ı Ebu Naim, Tıbb-ı nebevi, Hazırlayan: Hüseyin Remzi, İstanbul: Kasbar Matbaası, 1324. Hâkim, Ebî Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim en- Nîsâbûrî (405/1014), el-Müstedrek ale's-Sahîhayn, I-V, Beyrut: Dâru’n-Neşr, 1990. Hasan ÖZÖNDER, Peygamberimiz’in Sağlık Öğütleri, İstanbul: İrfan Matbaası, 1974. Hattâbî, Ebû Süleyman Ahmed b. Muhammed (388/998), Meâlimü’s-sünen, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l İlmiye, 1991. Ibn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed (751/1350), etTıbbü'n-nebevi, thk. Abdülganî Abdülhalik Beyrut: Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, 1957. Ibn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed (751/1350), Peygamber Efedimiz’in Maddi Manevi Sağlık Öğütleri, Çeviren Yusuf Ertuğrul, İstanbul: Milli Gazete, 1997. Ibn Mâce, Muhammed b. Yezid ( 273/887), Sünen, Beyrut: Dârü'l-Ma'rife, 1996. Ibrahim CANAN, Hazreti Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Ankara: Akçağ Yayınları, 1995 Kanuni Sultan Süleyman ( 974/1566), Dîvân-ı Muhibbî 1, haz. Vahit Çabuk, İstanbul: Tercüman Gazetesi, 1980. Komisyon, İlmihal: İman Ve İbadetler, red. Hayreddin Karaman, Ali Bardakoğlu, H. Yunus Apaydın; haz.lar Hüseyin Algül, H. Yunus Apaydın, Ali Bardakoğlu, İbrahim Kafi Dönmez, Mehmet Erkal, Ömer Faruk Harman, Ahmet Saim Kılavuz, Süleyman Uludağ, İrfan Yücel. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, I-II. 333 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Levent Öztürk, “Tıbb-ı Nebevî’de Tıbbî Etik’in Meta-Etik Analizi, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, sayı: 9, s. 105-119 Mahmut DENIZKUŞLARI, Kuran-ı Kerim ve Hadislerde Tıp, Konya: Hüner Yayınevi, 2008. .1981 Mahmut DENIZKUŞLARI, Peygamberimiz ve Tıp, Istanbul: Marifet Yayınları, Mehmed Tahir OLGUN, Tahirü’l-Mevlevî (1371/1951), Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, I-II, İstanbul: Bahar Yayınevi 1974. Mustafa KÖYLÜ, “Ruh Sağlığı Ve Din: Batı Toplumu Açısından Bir Değerlendirme”, O.M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, sayı: 23. Mustafa ÖSELMİŞ, Tıbb-ı Nebevi, http://www.mustafaoselmis.com.tr/wpcontent/uploads/kitap-icerikleri/tibb-i-nebevi.pdf. Müslim, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî (261/875), el-Müsnedü’sSahîh, İstanbul, 1992. Necmettin “ ,ŞEKERHz. Peygamber’in Hadislerinde Koruyucu Hekimlik: Hacamat Örneği”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2013, sayı: 21. Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb Nesâî (303/915), Sünenü'lKübra, Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1991. Sıtkı VELICANGIL, Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı, Istanbul 1973. Stewart L. TUBBS, ve Sylvia MOSS, Human Communication, sixth ed., McGrawHill, New York 1991. Suyûtî, Ebü’l- Fazl Celaleddin Abdurrahman (911/1505), et-Tıbbuü’n- Nebevî, San‘a: Mektebetu Ceylil Cedid, 1987. Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (279/892), Sünen (el-Cami'u's-sahih), İstanbul: 1992. Tokaç, Mahmut, “Tıbb-ı Nebevî’yi Yeniden Konumlandırmak”, Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs 2011-2012, sayı 22 s: 26-29. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), etTıbbü'n-nebevi, thk. Ahmed Rıfad Bedravi, Beyrut: Dâru İhyai'l-Ulum, 1990. 334 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 335 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi AİLE HEKİMLİĞİ 336 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 337 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Mucize Besin Anne Sütü Dr. Mediha ÜRKMEZ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Bu yazıda anne sütünün bütün özelliklerini incelemeyeceğiz. Sadece asla tahmin bile edemeyeceği, bu kadar da olmaz dedirten MUCİZEVİ yönlerini aktarmağa çalışacağız. 2. Cihan sava şından sonra batıda sanayi devrimi ile birlikte kadınlar hızlaçalışma hayatına katıldılar. Ne yazık ki; hiçbir araştırma inceleme yapılmadan bebekler anneden ayrı oldukları zamanlarda, anne sütü dışındaki süt ve besinlerle doyurdular. Bir süre sonra, anne sütünden ayrılan bu bebeklerin daha çok mikrobik hastalıklara yakalandıkları dikkati çekti. Araştırmalar sonucu, yalnız anne sütü ile beslenen bebeklerin daha sağlıklı oldukları tespit edildi. Bu bebekler, daha az, daha seyrek hastalanıyorlar, hastalıkları hafif seyrediyor, nadiren hastaneye yatacak kadar ağırlaşıyorlardı. Hastaneye yatsalar bile, kısa sürede ilaçlara cevap verdikleri, dolayısıyla hastanede az kaldıkları saptandı. Hiç anne sütü almayan veya anne sütü + ek gıda ile beslenen bebekler ise, sık sık hastalanıyorlar, hastalıkları ağır ve uzun seyrediyor, daha çok uzun süre hastanede kalmaları gerekiyor, yoğun ilaç tedavisine gerek duyuluyordu. Bazen ilaçlara direnç gösteriyorlar, bazen de ilaçların yan etkileri için ayrıca tedavi gerekiyordu. Bu bulgulardan hareketle yapılan araştırma ve incelemelerden sonra anne sütünün; besleyici maddelerin bir karışımı değil, bebeğin ihtiyacı olan maddelerin tam gereken miktarda, en uygun kalitede, vücuda yararlılığı en yüksek seviyede bulunduğu MUCİZE BİR GIDA olduğu anlaşıldı. Büyüme Ve Gelişmeyi Sağlayıcı Olarak Anne Sütü Anne sütünün %87 si sudur. Bu miktar, çölde yaşayan annelerin bebeklerinin bile günlük su ihtiyacını karşılar, sadece anne sütü aldığı sürece bebeğe su vermek gerekmez. 338 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Anne sütündeki şekerin çoğunluğu laktoz şeklindedir. Bu şeker, kolay sindirilir, yeni doğanın yararlanmasına en uygundur, yavaş emilmesi sonucu kan şekeri düzenli ve dengede tutulur, kalsiyum emilimini artırıcı etkidedir, vücuda giren kalsiyumdan en fazla yararlanmayı sağlar, kemik hastalığını önleyicidir. Laktoz içindeki galaktozun lipidlerle yaptığı bileşikler, beyin dokusu gelişimi için çok önemlidir. Ayrıca galaktoz, barsakta laktobasillus bifidusun çoğalmasına sebep olarak barsak florasını sağlıklı tutar. Anne sütü içindeki yağ miktarı % 3,7-3,8 kadardır. Yağın % 98 i trigliseridlerdir, kolay absorbe olur(emilir), kalori değeri yüksektir. Erken doğan(prematüre) bebeğin annesinin sütünde total yağ miktarı gününde doğmuş (term) bebeğin annesinin sütündekinden 5 kat fazladır. Bu fazlalık prematürenin hızlı büyüme ihtiyacı için gerekli yüksek enerji miktarını sağlar. Ayrıca, doymamış yağ/ doymuş yağ oranı= 0,3-0,4 olması kalsiyum emiliminin en yüksek olması için gereken ideal orandır. Poliansatüre yağ ve kolesterolden zengin olması, retinal fonksiyonlarda ve myelinizasyonda rol alarak beyin gelişiminde önem taşır. Anne sütündeki proteinlerin çoğunluğunu yeni doğanda (özellikle ilk bir hafta)savunma maddeleri olan immünoglogülünler oluşturur. Daha sonra büyüme proteinleri artar, çoğunluk kazanır. Yapısındaki proteinler inek sütündekinden az(üçte biri kadar), ancak biyolojik değeri yüksektir. Özellikle taurin denilen serbest amino asit, santral sinir sistemi gelişimi için, karnitin ise vücuda giren yağlardan faydalanılabilmesi için şarttır. Nukleotidlerden inozinfosfat, demir emilimini %50-60 lara kadar artırarak demirden yararlanımı üst seviyelere taşır. Anne sütünde mineraller (madensel tuzlar), sodyum,potasyum, klor…az miktarda bulunurlar. Ancak dar bir aralıkta öyle hassas bir denge içinde tutulurlar ki; yalnız anne sütü alan bebeklerde öldürücü tuz dengesizliği (hipernatremik dehidratasyon) görülmez. Protein ve minerallerin az olması sonucu böbrek solüt yükü(osmolar yük) söz konusu olmaz. Anne sütünün yapısında kalsiyum inek sütündekinin dörtte biri kadardır, ama %55 ek sütündeki kalsiyumun ise %30-35 i emilir. Anne sütü kalsiyum/fosfor oranı ve magnezyum içeriği kemik mineralizasyonu için en uygun değerdedir. Yap ısındakiçinko whey proteinlerine bağlanır ve%41 i emilecek hale gelir, halbuki inek sütü ile beslenenlerde emilim ancak %28 i bulur. Bakırdan yararlanma da bariz farklılık gösterir. Normal diyet alan annelerin sütünde, bütün suda eriyen vitaminler yeterlidir. Anne vejeteryan ise sütünde B 12 vitamini eksikliği olur ve anemi (kansızlık)görülür. Anne sütündeki bütün hayati maddelerin seviyesi annenin beslenme durumuna bağlı değildir. Anne beslenme yetersizliği içinde bile olsa, büyüme ve gelişme için gerekli maddelerde hiçbir eksiklik olmayacak şekilde sütün yapısı dengeli tutulur, anne beslenemiyorsa iyice kansızlaşır, dişleri çürür ancak, bebeğin büyümesi ve gelişmesi emniyete alınır. Anne sütünün yapısında bulunan yirmiden fazla enzim, büyüme modülatörleri, hormonlar ( insülin, büyüme hormonu, gastrin, enteroglukagon,tiroid hormonu..), taşıyıcı proteinler, büyüme faktörleri, savunma hücreleri sayesinde; bebeğin ilk 6-9 ay hiçbir ek gıda alması gerekmez. Bir bebek ilk 9-6ay YALNIZ ANNE SÜTÜYLE BESLENDİĞİNDE, BÜYÜME VE GELİŞME TAMAMEN NORMAL OLUR. 339 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hastalıklardan Koruyucu Olarak Anne Sütü: Anne sütü, ani veya uzun süren, mikrobik veya mikrobik olmayan birçok hastalıklara karşı bebeği korur. Hastalıklardan koruyucu etkisi de karışık beslenenlerde, yalnız anne sütü alanlara göre daha azdır. Hiç anne sütü almayanlar tahmin edileceği gibi hastalıklara açıktır. Sadece anne sütü ile beslenen bebekler, bütün mikrobik hastalıklara (ishal, zatürre, bronşit, sepsis, menenjit vb…) daha dirençlidirler. Zor hastalanırlar, hastalık hafif ve kısa sürer. Tam anne sütü almayanlar ise, bu enfeksiyonlara sık yakalanır, uzun ve ağır geçirirler. Daha çok hastaneye yatırılacak kadar kötüleşir, tedavileri uzun sürer, ilaçlara verdikleri cevap yetersizdir. Her annenin kanında, kendisinin o yaşa gelinceye kadar geçirdiği mikropların çoğuna karşı onu tekrar hastalanmaktan koruyan antikor denilen panzehir rolünde maddeler bulunur. Antibakteriyel antikor, antiviral, antiriketsiyal, antiprotozoal antikolar denilen bu hazır kuruyucu maddeler memede süt yapımı sırasında, sütün yapısına girer. Bebeğin enfeksiyon hastalıklarına karşı savunulması, sütte bulunan birçok immün faktörle sağlanır. Bunlar; immünglobülin A, M, S, G gibi isimler alan, hemen tamamı annenin vucudunda o güne kadar yapılıp, süt yapımında sütün yapısına katılan çok değerli protein yapılardır. İlk sütle bebeğin ağız, yemek borusu, mide ve barsakların iç yüzünü sıvayarak bu yolla giren mikropları etkisiz hale getirir. İmmünglobülinlerle birlikte anne sütünde bulunan diğer savunma faktörleri, savunma hücreleri, kimi yapışıp tutunmayı, kimi derinlere yerleşmeyi ve çoğalmayı, kimileri mikropları ( bakteri ve virüsleri ) doğrudan öldürerek, kimileri de onlara karşı özel antikor denilen etkisizleştiren maddeleri imal ederek, kimileri de mikropları içine alıp sindirerek savunmada yer alırlar. Bu savunma faktörleri, doğumdan sonraki ilk 5 gündeki ağız sütünde(kolostrum) diğer zamanlardakinden 17-20 kat daha fazladır. Yeni doğanın kendi vücudunda yapılan savunma sistemi olgunlaşıncaya kadar, anne sütüyle ağzına hazır verilerek, mikrobik hastalıklardan korunmasını sağlar. Erken dogan (prematüre) bebeğin annesinin ilk sütünde (kolostrumunda) savunma maddeleri miktarı, gününde doğan bebeğin annesininkinden fazladır. Anne karnındaki gelişme ve olgunlaşmasını tamamlayamadan dünyaya gelen prematüreler için bu durum ne kadar büyük bir emniyet sağlar. Çevre şartlarının kötü olduğu bölgelerde, anne eli, elbiseleri, memesi bulaşmalardan dolayı mikroplu olur, bebekler çok erken mikroplarla karşılaşır, ancak emiyorsa hasta olmazlar. Çünkü o yaşa kadar annede o çevrede sık karşılaşılan mikroplara karşı antikorlar oluşmuş ve süt yapımı ile süte katılmıştır. Ayrıca, anne sütünde bulunan laktoferrin, demirin taşınmasında rol alan protein yapılı bir maddedir. Taşıdığı demirin çoğalmak için bakteriler tarafından kullanılmasını engeller, bebeğin vücudunun kullanacağı şekilde kalmasını sağlar. Laktoferrinin mikrop öldürücü özelliği de vardır. Öyle ki; anne sütü tropikal sıcaklarda ağzı açık, oda ısısnda (buzdolabına) konulmadan birkaç saat hatta 24 saat bozulmadan kalabilir. Dışarıdan mikrop eklendiğinde bir süre sonra mikroplardan arındığı görülmüştür. Işte bebekler yalnız anne sütüyle beslendiklerinde bunlar sayesinde, tifo, dizanteri vb mikroplarla, parazitlerle karşılaştığında(bulaştığında) belirtisiz geçirirler. 340 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Anne sütü alan bebeklerin kronik hastalıklara da ÇÖLİAK, DİABET, CROHN HASTALIĞI. ÜLSERATİF KOLİT, ALLERJİ VB..daha az yakalandıkları tesbit edilmiştir. Anne Sütünün Ayarlanabilirliği ANNE SÜTÜ bebeğin içinde bulunduğu şartlara, buna bağlı olarak bebeğin gereksinimlerine göre, otomatik olarak ayarlanmaktadır. ---Dogumdan hemen sonra anne vücudundan eşin ayrılmasıyla birlikte süt yapımı başlar. Bu başlangıç doğum eylemi esnasındaki hormonların etkisi iledir. Artık bundan sonraki lohusalık süresince süt yapımı hormonal etki ile değil, her memedeki yapılacak süt miktarı o memeden emilen sütün miktarına göre otomatik olarak ayarlanır. Emilmeye göre, her iki memede yapılan süt miktarları farklı olabilir. Böylece, bebeğin ihtiyacından fazla süt yapılmaz, süt ziyan olmaz. Süt az olup bebek aç kalmaz. İkiz veya üçüz bebeklere yetecek kadar süt yapılabilir. Hatta hiç anne olmamış kızların bebeği devamlı emzirmeleri süt yapımını başlatır, bebek besleyebilecek hale gelirler. ---Annede beslenme yetersizli gi varsa, kansızlıgı (anemi), dişçürükleri (d vitamini, kalsiyum eksikliği) varsa dahi bebeğe verdiği sütte bu maddelerin eksikliği olmaz, annenin ihtiyacının karşılanamaması pahasına bebeğe giden süt eksiksiz sentez edilir. ---Erken dogan bebeklerin annelerinin sütü, zamanında doğum yapmış annelerin sütlerinden farklıdır. Savunmasız prematüreyi enfeksiyonlardan koruyacak immünglobülinler 17-20 kat fazla bulunur. Ayrıca hızlı büyüme esnasında kullanılacak maddelerden zengin, genzine kaçmayacak kadar yoğun kıvamdadır. ---Bebegin kaç aylık olduğuna göre sütün bileşimi farklılık gösterir. ---Emmenin başındaki süt ile sonlarında salınan sütün bileşimi farklıdır. Başındaki sütün enerji veren maddelerden (glikozdan) zangin olmasına karşın, sona doğru yağ molekülleri artar, bunlar bebekte doygunluk hissi oluşturarak memeyi bırakmasını sağlar, bu durum obeziteyi önler. ---Gece sütünün bileşimi gündüz saatlerindekinden farklıdır. Büyüme hormonu gece salınır, büyüme geceleyin aktiftir, gece sütü büyüme işleminde kullanılan yapı taşlarından zengindir. Gündüz sütü beden hareketleri ve organların çalışmaları için gerekli olan enerji kaynağı maddelerce zengindir. ---Varlıgı gösterilen 20 den fazla enzim, anne sütünün biyolojik değerinin yalnızca kimyasal yapısındaki şeker, yağ, protein, minerallerle değerlendirilmemesi gerektiğini anlatır. Bu enzimler ilk sütte olgun sütten daha fazla, erken doğum yapmış annelerin sütünde, gününde doğum yapmış annelerin sütündekinden daha fazla ve daha aktiftir. Sütle gelen bu enzimler, salgıbezleri olgunlaşıncaya kadar, hayati derecede önemli enzimatik faaliyetleri emniyete alır. ---Anne sütündeki hazır hormonlar; insülin, growth h, gastrin, enteroglukagon, T3,T4… bebeği ilk aylarda hormon eksikliği ile giden ciddi iç salgı bezleri hastalıklarından korur. ---Kolostrum ilk 5-4günde salınan süt, sarı renkli, koyu kıvamlı, akışkanlığı azdır. Bir günde gelen miktar, bebeğin ilk günlerdeki ihtiyacını karşılar. Eskiden bazı evlerde ilk süt dışarı sağılır, olgun süte benzemeye başlayınca anne sütü verilirdi. Halbuki kolostrum çok özeldir. Damlası dahi ziyan edilmeden bebeğin ağzına ulaştırılmalıdır. Bebeğin ilk aşısı denilecek kadar yoğun savunma maddeleri ihtiva eder. Çabuk yorulan, bazen ememeyen, bazen yutması yetersiz olan yeni doğana göre koyu, az da alsa doyuracak kalitede imal edilir. Eskilerin rengi koyu diye bebeğe vermeyip dışarı sağdıkları ilk süt, bal kavanozunun ağzındaki son damlanın parmakla sıvanıp zayi olmasının önlenmesi gibi, memenin ucundaki son damlası bile parmakla toplanıp bebeğin ağzına 341 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi aktarılmalıdır. Kolostrum kakayı sıvılaştırıcı etkidedir, bebeğin ilk kakasının katılaşmadan kolayca atılımını sağlar. İlk sütü alamayan bebekler ilk kakalarını zor çıkarırlar, hatta bazen kaka tıkaç halini alır ve ameliyatla tedaviye mecbur kalınır. --- Anne sütü kimyasal karışımı taklit edilse bile, biyolojik özellikleri taklit edilemeyecek, her an içilmeye hazır, ılıtılmış, steril, kolay kolay dışardan da enfekte olmayan, çok ekonomik, ve fevkalade kolay ve pratik MUCİZE BİR BEBEK BESİNİDİR 342 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 343 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi بنوك الحليب وحكمها في الشريعة اإلسالمية İslam Hukukunda Süt Bankaları ve Hükümleri بـهاء الدين الجاسم محاضر في جامعة سوتشو إمام قهرمان مرعش ،كلية اإللهيات مستخلص: يمثل حليب األم المصدر األساسي واألهم في األيام األولى من حياة اإلنسان ،وقد جعل اإلسالم الصلة بين المرضع والطفل كالصلة بينه وبين أمه الحقيقة ،ومع التقدم العلمي ُنشئت بنوك الحليب البشري في ٍ والتكنولوجي وإنشاء العديد من البنوك الطبية البشرية ،أ ِّ عدد من البالد ،وقد اختلف العلماء المعاصرون في أثر الرضاع من هذه البنوك ،وأبرز ما ظهر الخالف بين مجمع الفقه اإلسالمي الدولي الذي ذهب إلى تحريم االستفادة منها ،وثبوت الحرمة بها، والمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث ،الذي ذهب إلى جواز االستفادة منها ،وعدم ثبوت الحرمة بها ،فجاء هذا البحث ليعرض أقوال كل فر ٍ يق وأدلتهم في هذه المسألة ،ثم الوصول إلى القول الراجح فيها. 344 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi مجمع الفقه اإلسالمي، خلط الحليب بغيره، أثر الرضاع، بنوك الحليب:الكلمات المفتاحية . المجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث،الدولي Özet: Anne sütü insan hayatının ilk günlerinde önemli ve temel bir beslenme kaynağı olarak öne çıkmaktadır. İslam öz anneyle çocuğu arasında ilişki oluşturduğu gibi emziren ve bebek arasında da ilişki var etmiştir. Ilim ve teknolojinin ilerlemesile beraberçok sayıda insani tıp bankaları kurulmuştur. Bu bankalardan biri de birçok ülkede kurulmuş olan süt bankalarıdır. Çağdaş alimler bu süt bankalarından alınan sütlerin hükmi sonuçları üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilafların tarafları arasında en fazla öne çıkan kurumlar, bu süt bankalarından istifadenin haram olduğu ve haramlığın sabit olduğu gürüşünde olan Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi ile; bu süt bankalarından istifade etmenin caiz olduğu ve haramlığın sabit olmadığı gürüşünü savunan Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi'dir. Dolayısıyla bu araştırmada her grubun bu mesele hakkında gürüşü ve delilleri sunulacaktır. Ayrıca bu tartışmalar neticesinde ulaşılıp tercih edilen gürüş takdim edilecektir. Anahtar Kelimeler: Süt Bankaları, Emzirmenin Sonucu, Birden Fazla Anneye Ait Sütlerin Karıştırılması, Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi, Avrupa Fetva ve Araştırma Konseyi. :مقدمة ، وعلى آله وصحبه أجمعين، والصالة والسالم على إمام المرسلين،الحمد هلل رب العالمين :وبعد وأن الشريعة اإلسالمية قد جاءت،فمن المعلوم أن األسرة هي اللبنة األولى في المجتمع لذا كانت المواضيع المتعلقة بفقه األسرة من أكثر المواضيع أهمية،لتلبية حاجات المجتمع .وحساسي ًة في كتب الفقه اإلسالمي جعل هللا له أول والدته، المخلو َق في أحسن تقويم،ولما كان اإلنسان خليف َة هللا في األرض الذي ال يغني عنه، وهو حليب األم، أعجز العقول البشرية عن أن يأتوا بمثله،مصد اًر للتغذية .أي نوٍع آخر من أنواع األغذية وكان له التأثير األكبر،ولما كان هذا الحليب هو المصدر الذي ينشأ عليه الطفل أول نشأته ٍ فقال تعالى في معرض، جعل هللا تعالى المرضع بمنزلة األم،بشكل عام في صحة اإلنسان ات َّ {ح ِّرَم ْت َعَل ْي ُك ْم أ َ َخ َواتُ ُك ْم َو َع َّماتُ ُك ْم َو َخ َ ُم َهاتُ ُك ْم َوَب َناتُ ُك ْم َوأ ُ االتُ ُك ْم َوَب َن ُ ِّ ِّ ِّ َّ .]23 :4 اعة} [النساء َّ َخ َواتُ ُك ْم م َن َ ض ْع َن ُك ْم َوأ َ الر َ الالتي أ َْر َ ض 345 :بيان المحرمات من النساء ُم َهاتُ ُك ُم ِّ ْاأل َّ ُخ ِّت َوأ ْ ات ْاأل ُ َخ َوَب َن Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ومع التطور البشري ،والتقدم المتزايد يوماً بعد يوم ،وظهور آالت الحفظ والتبريد ،تمكن ٍ اإلنسان من حفظ هذا الحليب لفتر ٍ طويلة ،ثم تقديمه لألطفال ،ثم تطورت الفكرة حتى أ ِّ ُنشئ ات بنك للحليب البشري ،مثله مثل باقي النبوك الطبية البشرية ،كبنك الدم ،وبنك النطاف ،وبنك ٌ الخاليا الجذعية ،وغيرها. ولكن السؤال الوارد هنا :هل يكون تأثير الرضاع من هذه البنوك كتأثير الرضاع المباشر؟ وعقدت من أجله الندوات الطبية والفقهية في الحقيقة ُكتب في هذا الموضوع عشرات األبحاثُ ، الكثيرة ،وصدرت في ذلك العديد من الفتاوى والبيانات ،ولكن المالحظ في هذه األبحاث والبيانات أن فيها تعارضاً وانقساماً كبي اًر ،بين ٍ مؤيد ومعارض ،ومن أبرزها قرار مجمع الفقه اإلسالمي الدولي ،الذي أفتى بتحريم االستفادة منها ،وثبوت الحرمة بها ،وقرار مجلس اإلفتاء والبحوث األوروبي ،الذي أفتى بجواز االستفادة منها ،وعدم ثبوت الحرمة بها. هذا ما دفعني للكتابة في هذا الموضوع ،فعزمت -بعد التوكل على هللا –على جمع األقوال واألدلة في هذه المسألة ،ومناقشتها مناقش ًة موضوعي ًة ،حتى يتضح الحكم األقرب إلى الصواب بإذنه تعالى. وجعلت خطة البحث كاآلتي: بدأت بالتعريف ببنوك الحليب ونشأتها وأهميتها ،ثم ذكرت أقوال الفقهاء في أثر االستفادة من بنوك الحليب ،وأدلتهم ،ثم مناقشة أقوال الفقهاء وأدلتهم ،من خالل عرض ومناقشة مسألة صفة الرضاعة المحرمة ،والشك في الرضاعة ،وحكم الحليب المختلط بغيره ،والمصلحة والمفسدة في هذه البنوك ،واالحتياط في مسائل الرضاع ونحوها ،ثم ذكرت الترجيح في المسألة ،وختمت البحث بذكر الضوابط التي تجعل عمل بنوك الحليب حالالً ،ثم الخاتمة ومراجع البحث. وأسأل هللا العلي الكريم أن يوفقنا إلى ما يحبه ويرضاه ،إنه نعم المولى ونعم النصير ،والحمد هلل رب العالمين. )6التعريف ببنوك الحليب ونشأتها وأهميتها: عرفت الموسوعة الطبية الفقهية بنوك الحليب بأنها "مراكز مخصصة لجمع الحليب من ٍ أمهات متبر ٍ ٍ أمهات يعطين حليبهن مقابل ٍ ثمن معين ،ومن ثم تبيع هذه البنوك عات ،أو من الحليب المجموع لألمهات اللواتي يرغبن في إرضاعه ألطفالهن". َ 346 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi فالبنك يقوم بتعقيم وتبريد وحفظ الحليب ،ثم تقديمه لألطفال المحتاجين ،وال ريب أن الهدف الذي من أجله أنشئت "بنوك الحليب" هدف خير نبيل ،يؤيده اإلسالم الذي يدعو إلى العناية خديجا ال حول له وال قوة. طفال بكل ضعيف ،أياً كان سبب ضعفه ،وخصوصا إذا كان ً ً وال ريب أن أية امرأة مرضع تسهم بالتبرع ببعض لبنها لتغذية هذا الصنف من األطفال مأجورة عند هللا ،ومحمودة عند الناس ،وال ريب كذلك أن المؤسسة التي تقوم بتجميع هذه "األلبان" وتعقيمها وحفظها الستخدامها في تغذية هؤالء األطفال في صورة ما سمي " بنك الحليب " مشكورة مأجورة أيضاً. إذاً فأصل فكرة بنوك الحليب ال إشكال فيها ،وإنما الخالف في أثر االستفادة من هذه البنوك، أي :هل تنتقل الحرمة عن طريقها أم ال؟ ،وهل في هذه البنوك مصلحة حقيقية؟ كما سيأتي بيانه الحقاً. وأما نشأة هذه البنوك :فقد أنشئ أول بنك للحليب في فيينا عام ،1909ثم تبعه في بوسطن وألمانيا سنة ،1919ثم زاد وانتشر حتى وصل إلى ما يقارب 35دول ًة ،إلى أن تم تأسيس اتحاد بنوك الحليب البشري في أمريكا الجنوبية سنة ، 1985وال تزال بنوك الحليب في توسع ط ِّرَح مشروع بنك حليب األمهات في تركيا ،وأصدرت مستمر حول العالم ،وفي عام ُ 2013 رئاسة الشؤون الدينية التركية بياناً حول ذلك ،كما سيأتي ذكره الحقاً. وأما عن أهمية هذه البنوك :فإنه من المسلم أن حليب األم يفوق غيره من أنواع الحليب ٍ بكثير من المزايا ،من ذلك احتواؤه على العناصر الغذائية والصحية المناسبة للطفل البشري بشكل دقيق ،وعدم وجود حساسية منه للطفل ،إضاف ًة إلى سهولة هضمه ،واحتواؤه على المواد التي تقوي مناعة الطفل ضد األمراض المختلفة ،وغير ذلك من الفوائد التي يذكرها أهل االختصاص .لهذه األسباب ولغيرها يدعو األطباء األمهات إلى إرضاع أطفالهن .وبما أن األم قد ال تستطيع إرضاع طفلها ،لنضوب لبنها ،أو لوجود مرض معد ،أو ألي سبب من األسباب، فإن البديل لذلك هو إيجاد مرضع .وبما أن المرضعات قد اختفين في كثير من بقاع العالم ،لذا ظهرت فكرة تكوين بنوك الحليب ،حيث ُي َّ قدم هذا الحليب إلى األطفال األشد حاجة له ،وهم ٍ األطفال الخدج الذين ولدوا قبل الميعاد ،أو األطفال الناقصو الوزن ،أو المصابون بالتهابات حادة تجعلهم في حاجة شديدة للبن إنساني ،لما يحتويه من مضادات األجسام. 347 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi )7أقوال الفقهاء في أثر االستفادة من بنوك الحليب ،وأدلتهم: تقدم أن فكرة بنوك الحليب ال إشكال فيها ،وإنما الخالف في أثر االستفادة من هذه البنوك، فقد يحدث أن يتزوج شاب ٍ بفتاة قد رضعت من نفس الحليب المجموع ،فما هو حكم العالقة بين ٌ طفلين رضعا من هذا الحليب ،ومن المعلوم أن أخوة الرضاع كأخوة النسب في حرمة الزواج، كما ثبت في الحديث الشريف "يحرم من الرضاعة ما يحرم من النسب" [البخاري :كتاب النكاح، 4811؛ مسلم :الرضاع.]1444 ، ذهب الفقهاء المعاصرون في هذه المسألة إلى مذهبين: )8المذهب األول :وهو أن الرضاع من الحليب المجموع في البنك ال يؤثر في الحرمة ،وبالتالي فاالستفادة منه جائزة ،وبهذا القول صدر قرار مجلس اإلفتاء والبحوث األوروبي في القرار رقم ( ،)3/12إذ جاء فيه " :أوالً :ال مانع شرعاً من االنتفاع من لبن بنوك الحليب عند الحاجة. ثانياً :ال يترتب على هذا االنتفاع التحريم بسبب الرضاعة" .وممن قال بهذا القول من الفقهاء المعاصرين أيضاً :عبد اللطيف حمزة مفتي الديار المصرية ،والشيخ مصطفى الزرقا ،ود .يوسف القرضاوي، وعلي التسخيري ،ود .محمد الهواري ،ود .إسماعيل مرحبا ،وغيرهم. )9أدلة أصحاب هذا المذهب: استدل أصحاب هذا المذهب ٍ بعدد من األدلة ،من أبرزها: أ :أن الرضاع الذي تثبت به الحرمة يشترط له شرطان :األول المص المباشر من الثدي، والثاني :التغذية باللبن ،وفي االستفادة من بنوك الحليب لم يتحقق الشرط األول ،وبالتالي فال تثبت الحرمة به. ب :أنه البد لثبوت الحرمة بالرضاعة العلم بالمرضع صاحبة اللبن ،وفي حالة الرضاع من حليب هذه البنوك فإن هذا العلم غير متحقق ،لوقوع الشك في معرفة صاحبة اللبن ،ومقدار ما رضعه من هذا اللبن ،والشك في الرضاع ال يثبت به التحريم. ٍ طبخ أو ما شابه ذلك فإنه ال ج :أن الحليب المختلط بغيره ،أو ما تغير وصفه بتجفيف أو ٍ مجهول ،فال تثبت تثبت به الحرمة عند الحنفية ،ألن العبرة للغالب ،والغالب في بنوك الحليب ٌ الحرمة به. 348 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi د :أن في إقامة هذه البنوك مصلحة اجتماعية معتبرة ،وهي مراعاة حاجة األطفال إلى حليب األمهات. )10المذهب الثاني :وهو أن الرضاع من الحليب المجموع في البنك يؤثر في الحرمة، فيكون الطفالن اللذان رضعا من هذا الحليب أخوين في الرضاعة ،فيحرم التزاوج ٍ اختالط في بينهما ،وبالتالي فإن الرضاع من هذه البنوك حرام ،لما يؤدي إليه من األنساب ،واحتمالية أن يتزوج الرجل أمه أو أخته أو خالته أو عمته من الرضاعة. وبهذا القول صدر قرار مجمع الفقه اإلسالمي رقم ( ، )6ومما جاء فيه: )11 "أن اإلسالم يعتبر الرضاع لحمة كلحمة النسب يحرم به ما يحرم من النسب بإجماع المسلمين .ومن مقاصد الشريعة الكلية المحافظة على النسب ،وبنوك الحليب مؤدية إلى االختالط أو الريبة. )12 أن العالقات االجتماعية في العالم اإلسالمي تهيئ للمولود الخديج أو الناقص الوزن أو المحتاج إلى اللبن البشري في الحاالت الخاصة ما يحتاج إليه من االسترضاع الطبيعي ،األمر الذي يغني عن بنوك الحليب .وبناء على ذلك قرر: أوالً :منع إنشاء بنوك حليب األمهات في العالم اإلسالمي .ثانياً :حرمة الرضاع منها". وذهب إلى ذلك أيضاً عدد كبير من الفقهاء المعاصرين ،منهم :مختار السالمي ،ورجب التميمي ،ود .بكر أبو زيد ،وتقي العثماني ،ود .علي القره داغي ،وغيرهم. كما أصدرت رئاسة الشؤون الدينية التركية بياناً ينص على ثبوت الحرمة بالرضاع من بنوك الحليب ،وعدم جواز االستفادة إال مع توفر بعض القيود والضوابط ،التي سيأتي ذكرها الحقاً. )13 أدلة أصحاب هذا المذهب: واستدل أصحاب هذا المذهب باألدلة اآلتية: أ :أن العبرة في التحريم بالرضاعة هو وصول الحليب إلى الجوف ،وال يشترط المص فيه، موجود في الرضاع من بنوك الحليب. وهذا ٌ ب :االستدالل بقاعدة :درء المفاسد مقدم على جلب المصالح ،ودرء المفاسد والمحاذير الموجودة في نبوك الحليب مقدم على المصالح المرادة من هذه البنوك. 349 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ج :االحتياط بالتحريم في مسائل الرضاع ،فقد ورد في األحاديث الصحيحة الدعوة إلى األخذ باألحوط في هذه المسائل ،فقد روى البخاري عن عقبة بن نافع أنه قال" :تزوجت امرأة ،فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت :أرضعتكما ،فأتيت النبي صلى هللا عليه وسلم ،فقلت :تزوجت فالنة بنت فالن ،فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت لي :إني قد أرضعتكما ،وهي كاذبة ،فأعرض عني ،فأتيته من قبل وجهه ،قلت :إنها كاذبة ،قال" :كيف بها وقد زعمت أنها قد أرضعتكما ،دعها عنك" [البخاري :النكاح ]5104 ،فهذا يدل على وجوب األخذ باألحوط في هذه المسائل ،واألحوط هنا هو القول بثبوت أحكام الرضاعة عن طريق بنك الحليب. د :أن محاذير وسلبيات إنشاء هذه البنوك تفوق فوائدها ،إضاف ًة إلى عدم الحاجة الحقيقية إليها ،وأنها في تراجع مستمر في البالد الغربية. )14 مناقشة أقوال الفقهاء وأدلتهم: تبين من خالل عرض أدلة العلماء أن محور الخالف يدور حول ثالث مسائل ،هي :صفة الرضاعة المحرمة ،والشك في الرضاعة ،وحكم الحليب المختلط بغيره ،ويضاف إليها بعض النقاط األخرى التي تحتاج إلى مناقشة. )15 صفة الرضاعة المحرمة: يقصد بهذه المسألة :تحديد الصفة التي يكون فيها الرضاع محرماً ،أي :هل الرضاعة هي مجرد وصول اللبن إلى الجوف؟ أم الرضاعة امتصاص اللبن بالتقام الثدي؟ عرض الفقهاء الس ُعوط ،وذهبوا في ذلك إلى قولين: الو ُجور و َّ المتقدمون هذه المسألة عندما تحدثوا عن حكم َ القول األول :وهو ثبوت الحرمة بالوجور والسعوط وما شابهها ،إذ العلة هي وصول اللبن إلى جوف الصبي ،فبأي ٍ شكل وصل اللبن ثبتت الحرمة ،وإلى هذا القول ذهب جمهور العلماء من الحنفية والمالكية والشافعية والمعتمد عند الحنابلة .واستدلوا ٍ بعدد من األحاديث ،من أبرزها: )16 ما روته عائشة رضي هللا عنها عن النبي صلى هللا عليه وسلم" :إنما الرضاعة من المجاعة" [البخاري :النكاح ،]5102 ،وبين معنى ذلك ابن حجر بقوله" :وقوله "من المجاعة" أي الرضاعة التي تثبت بها الحرمة وتحل بها الخلوة هي حيث يكون الرضيع طفالً لسد اللبن جوعته ،ألن معدته ضعيفة يكفيها اللبن وينبت بذلك لحمه فيصير كجزء من المرضع فيشترك في الحرمة مع أوالدها فكأنه قال ال رضاعة معتبرة إال المغنية عن المجاعة أو المطعمة من المجاعة " ،مما يعني أن العبرة هي 350 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi بدخول اللبن إلى الجوف ،وإنشاء اللحم والعظم به ،وهذا يتحقق بالوجور والسعوط وغيرها. )17 ما روته أم سلمة رضي هللا عنها قالت :قال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم" :ال يحرم من الرضاعة إال ما فتق األمعاء في الثدي ،وكان قبل الفطام" [الترمذي: الرضاع ،1162 ،وقال حسن صحيح] ،وهذا الحديث يؤيد المعنى الذي ذكره ابن حجر ،قال صاحب تحفة األحوذي" :أي الذي شق أمعاء الصبي كالطعام ،ووقع منه موقع الغذاء" وهذا المعنى يتحقق في الوجور والسعوط أيضاً. القول الثاني :ال تثبت الحرمة بالرضاع إال بالمص من الثدي مباشرًة ،وال تثبت بالوجور والسعوط ونحوه .وإلى هذا القول ذهب الظاهرية ،وهو القول المقابل للمعتمد عند الحنابلة. وأما دليل أصحاب هذا القول فغاية ما فيه أنه استدالل بظاهر المعنى اللغوي للنصوص التي تثبت الحرمة بالرضاع ،قال ابن حزم" :وال يسمى إرضاعاً إال ما وضعته المرأة المرضع من ثديها في فم الرضيع ...وأما كل ما عدا ذلك مما ذكرنا فال يسمى شيء منه إرضاعاً وال لب وطعام وسقاء وشرب وأكل وبلع وحقنة وسعوط وتقطير ،ولم رضاع ًة وال رضاعاً ،إنما هو َح ٌ يحرم هللا عزو جل بهذا شيئاً". كما يمكن االستدالل ألصحاب هذا القول أيضاً بأن العبرة ليست بوصول اللبن إلى الجوف، شاة و ٍ بدليل أنه لو ارتضع طفالن من لبن ٍ احدة ،فإن هذا اللبن ال يحرم باالتفاق ،مع أنه وصل إلى الجوف وأنشز العظم وأنبت اللحم ،وإنما العبرة بالرضاع المباشر من الثدي. ويمكن االستدالل لهم أيضاً بالقياس على نقل الدم ،فنقل الدم ال يحرم باالتفاق ،مع أنه ينشز العظم وينبت اللحم أكثر من الحليب. مناقشة األدلة ،والترجيح بينها:ٍ مذهب بالدفاع عن مذهبه والرد على مخالفيه ،وال يتسع المجال هنا لقد توسع أصحاب كل لذكر مناقشاتهم وردودهم ،لذا أقول مجمالً الكالم: )18 إن الظاهرية قد عارضوا أنفسهم في هذه المسألة ،عندما قالوا بأن رضاع الكبير ،والرضاع من الميتة ،والمجنونة يثبت به التحريم ،وال يتصور الرضاع من هؤالء إال عن طريق الوجور. 351 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi جمع بين متفرقين ،فالدم ال يلجأ إليه إال )19 أما االستدالل بالقياس على الدم :فهو ٌ عند الضرورة القصوى ،بخالف الحليب الذي فيه الضروريات والحاجيات والكماليات لصحة الطفل ،وكذلك يختلف الدم عن الحليب بالنجاسة والطهارة ،وكذلك بثبوت الحرمة ،فقد ورد النص بثبوت الحرمة بالحليب دون الدم. وأما االستدالل بمسألة ارتضاع طفلين من لبن ٍ شاة :فمن المعلوم أن الحرمة )20 ٍ آدمية ،ألن سبب الحرمة هو البعضية والجزئية بين الطفل بالرضاعة ال تثبت إال من والمرضع ،وهذا ال يتحقق بين اإلنسان والحيوان ،وإنما بين اإلنسان واإلنسان فقط. )21 وأما ما ذهب إليه الجمهور من استداللهم باألحاديث المتقدمة ،فيقوي هذا االستدالل ،وأن علة التحريم هي وصول اللبن إلى الجوف :ما ورد في قصة سالم مولى أبي حذيفة ،فبغض النظر عن مسألة رضاع الكبير ،إال أن هذه الحادثة يؤخذ منها أن سالماً قد كان كبي اًر وله لحية ،فكان إرضاعه بأن تحلب له في ٍ إناء ثم يشرب منه ،وهو ما يعرف بالوجور ،وقد ذكر ابن حجر ذلك فقال " :أخرج الواقدي ،عن َّللا ،عن أبيه ،قال :كانت تحلب في مسعط أو إناء قدر رضعة فيشربه محمد بن عبد َّ سالم" .فهذا يدل على أن الرضاعة المحرمة ال يشترط لها التقام الثدي. وبهذا يرجح قول الجمهور في هذه المسألة ،وهو أن الحرمة بالرضاعة تثبت بوصول اللبن إلى الجوف ،دون اشتراط التقام الثدي مباشرًة ،وبالتالي فإن االستدالل بهذا الدليل على عدم ثبوت الحرمة ببنوك الحليب غير و ٍ ارد هنا. )22 الشك في الرضاعة: تقدم أن القائلين بجواز االستفادة من بنوك الحليب قد استدلوا بمسألة الشك في الرضاعة، وذلك من ناحية معرفة صاحبة الحليب ،ومن ناحية اتحاد أو تعدد صاحبات الحليب ،ومن ناحية الشك في عدد الرضعات التي رضعها الطفل. استدالل قوي ،وقد نص وفي الحقيقة فأن االستدالل بهذا الدليل في مسألة بنوك الحليب ٌ ات صر ٍ الفقهاء المتقدمون من الحنفية والشافعية والحنابلة ،نصوا في عبار ٍ يحة على عدم ثبوت شك. الحرمة من الرضاعة التي دخل فيها ٌ جاء في حاشية ابن عابدين" :لو أدخلت الحلمة في في الصبي ،وشكت في االرتضاع ،ال ٍ در من أرضعها ،فأراد أحدهم تثبت الحرمة بالشك ...ولو أرضعها أكثر أهل قرية ،ثم لم ُي َ شهد بذلك :جاز" ،وقال النووي من الشافعية" :ولو شك هل تزوجها ،إن لم تظهر عالمة ،ولم ُي َ 352 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi خمساً أم أقل ،أو هل رضع في حولين أم بعد؟ فال تحريم" ،وجاء في كشاف القناع" :وإذا شك في الرضاع أو شك في عدده ُ ...ب ِّني على اليقين ،ألن األصل عدم الرضاع ...وإن شكت َ المرضع في الرضاع ،أو كماله في الحولين ،وال بينة ،فال تحريم". أما المالكية :فقد ذهبوا إلى أن الشك في الرضاعة يثبت التحريم ،وقد ورد في حاشية الدسوقي ،حيث قال في بيان حد الرضاع المحرم" :وصول لبن امرٍأة للجوف ،ولو شكاً، لالحتياط". فهذه النصوص وغيرها تدل على أن مذهب الجمهور هو أن الشك في الرضاعة يرفع التحريم بها ،لذلك كان هذا الدليل هو أبرز ما استدل به القائلون بعدم ثبوت الحرمة بالرضاع من بنوك الحليب ،فقد جاء في نص قرار مجلس اإلفتاء والبحوث األوروبي المتقدم ذكره" :ال يترتب على هذا االنتفاع التحريم بسبب الرضاعة؛ لعدم معرفة عدد الرضعات ،والختالط الحليب ،ولجهالة المرضعات ،بسبب المنع القانوني المطبَّق في هذه البنوك من اإلفصاح عن ِّ المعطيات الذي يتعذر حصره" . أسماء ُم ْع ِّطيات الحليب ،فضالً عن وفرة عدد هؤالء )23 مناقشة االستدالل بمسألة الشك في الرضاعة: يمكن أن تناقش هذه المسألة من جانبين: الجانب األول :عند النظر في نصوص الفقهاء في حكم الشك في الرضاع يالحظ أن أقوالهم ٍ ٍ حاالت قد وقعت وتحقق الشك فيها ،ثم أفتوا فيها ،أي أن الشك قد وقع دون قصد، واردةٌ في وهذا من التيسير والتخفيف الذي جاءت به الشريعة اإلسالمية ،أما في بنوك الحليب :فإن الشك والجهالة مصطنع ٌة ،وهناك فر ٌق بين الشك إذا ُو ِّجد ،وبين أن نصنع الشك ونوجده نحن ،ففي بنوك الحليب نحن الذين نقوم بجمعه وتخزينه ،ثم توزيعه وتقديمه لألطفال المحتاجين. إن الذي يبدو من القواعد العامة للتشريع أن هنالك فرقاً كبي اًر بين الحالتين ،فالشريعة جاءت بالتيسير ورفع الحرج ،ولكن ال يعني هذا أن ُيصنع الحرج ،ثم ُيبحث عن التيسير. ِّ دفعه ،ال يكون حج ًة فمن القواعد التي تدل على ذلك :قاعدة (كل ٍ جهل يمكن للمكلف ُ للجاهل) والجهل هنا في موضوع بنوك الحليب يمكن دفعه ،لذا فإنه ال يمكن أن يكون الجهل بالمرضع أو عدد الرضعات حج ًة في رفع التحريم. ومن ذلك أيضاً قاعدة( :ما ال يعسر اجتنابه ،فال ُيعفى عنه) ،والجهالة والشك في الرضاعة في بنوك الحليب ال يعسر اجتنابه ،وبالتالي فال يعفى عنه. 353 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi الجانب الثاني :إن مسائل الرضاع ،ونحوها من مسائل النكاح والطالق واأليمان وغيرها، هي من المسائل التي يلزم االحتياط فيها –وسيأتي الكالم حول هذه النقطة –لما فيها من األمور المشتبهات ،وما كان هذا حاله من المسائل ،فإن االستدالل فيها بالشك ال يستقيم، والخروج منها هو األولى في الشريعة اإلسالمية ،وهللا أعلم. )24 حكم الحليب المختلط بغيره: إن اآللية التي تقوم بها بنوك الحليب الموجودة في أوروبا لحفظ وتخزين الحليب ال تخلو من ٍ ويحفظ ،ثم ُيمزج بالماء ويقدم للرضيع ،أو أن ُيخلط ببعض حاالت :فإما أن ُيجفف الحليب ُ األدوية والمواد الحافظة والمعقمة ،وبهذه الحالة يكون الحليب قد مزج بغير جنسه .وإما أن ُيخلط إناء و ٍ حليب المتبرعات مع بعض في ٍ ٍ بحليب آخر. احد ،فيكون الحليب قد مزج وقد تقدم أن القائلين بأن الرضاع من بنوك الحليب ال ينقل الحرمة قد استدلوا بأن الحليب في هذه البنوك قد ُمزج بغيره ،وال يعرف الغالب فيها ،فال تثبت الحرمة بهذه الجهالة. ٍ باختصار وأما مذاهب الفقهاء المتقدمين في هذه المسألة فقد اختلفت في ذلك ،وبيانها كاآلتي: )25 أوالً :الحليب المخلوط بغير جنسه ،كالماء ونحوه: هذا الخليط ال يخلو إما أن يكون الحليب هو الغالب ،أو المغلوب: فإن كان الحليب هو الغالب على الماء أو الدواء :فقد ذهب الجمهور من الحنفية والمالكية والشافعية والحنابلة في المعتمد إلى أن الحرمة تثبت بهذا الحليب ،واستدلوا بأن الحكم للغالب، غذاء. وأن الحليب لم يخرج هنا عن وصفه ً وأما إن كان الحليب مغلوباً ،وكان الغالب هو الماء أو الدواء :ففيه مذهبان: األول :وهو أن الحرمة ال تثبت بهذا الحليب ،إذ ال حكم للمغلوب ،كالنجاسة المستهلكة في ٍ ماء ٍ كثير ،وألنه ال تتحقق التغذية بالحليب من هذا الخليط ،وبهذا قال جمهور الحنفية والمالكية والحنابلة ،وهو رواية عند الشافعية. الثاني :وهو أن الحرمة تثبت بهذا الحليب ،ألن عين الحليب باقي ٌة على الشيوع في هذا الخليط ،وقد تحقق وصولها إلى جوف الرضيع ،فثبتت به الحرمة ،وبهذا قال الشافعية. )26 بحليب آخر: ثانياً :الحليب المخلوط ٍ وفي هذه الحالة :إما أن يتساوى الحليبان ،أو أن يغلب أحدهما على اآلخر: 354 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi فإن تساوى الحليبان :فقد اتفق العلماء على ثبوت التحريم ،وتعلقه ٍ بكل منهما. وإن غلب أحدهما على اآلخر :فمذهبان: األول :أن الحرمة تتعلق بهما معاً ،وهذا هو القول المعتمد عند الجمهور من الحنفية جنس واحد ،والجنس ال يغلب جنسه ،وإنما والمالكية والشافعية والحنابلة ،وحجتهم أن الحليبين ٌ يصير كال الحليبين مغذياً للطفل. الثاني :وهو أن الحرمة تتعلق بالحليب الغالب فقط ،دون المغلوب ،وهذا القول هو قول أبي يوسف من الحنفية ،وحجته أن العبرة للغالب ،والمغلوب ال حكم له ،كما في خلطه بالماء. هذا هو مجمل مذاهب الفقهاء في مسألة خلط الحليب بغيره ،وأما تطبيق هذه المذاهب على ما يجري في بنوك الحليب :فقد تقدم أن الحليب فيها إما أن ُيجفف ،ثم يمزج بالماء ،أو يمزج باألدوية والمواد الحافظة والمعقمة ،وفي هذه الحالة ال يخفى أن الغالب هو الحليب ،وإال فال فائدة منه ،فلو كان الغالب هو الدواء أو الماء لما كانت لهذه البنوك فائدة ،وألمكن االستغناء عنها بالحليب الصناعي أو الحيواني. فإذا كان الحليب هو الغالب على الماء :فقد تقدم أن مذهب الجمهور هو ثبوت الحرمة بهذا الحليب. بحليب آخر :فسواء أكان مقدار حليب كل متبر ٍ عة مساوياً لغيره أو الحليب وأما إذا ُخلط ٍ ُ غالباً أو مغلوباً :فإن مذهب الجمهور هو أن الحرمة تتعلق بهما معاً ،سواء كان المخلوط من حليب امرأتين أو أكثر ،فتثبت الحرمة بذلك بين الرضيع وبين جميع المتبرعات ،وذلك كما قال ِّ ٍ وسقي الطفل ،فهو كما لو ارتضع من كل صاحب كشاف القناع" :فإن ُحلب اللبن من نسوةُ ، و ٍ َّ لبنهن". احدة منهن ،الختالط )27 مناقشة باقي األدلة في المسألة: بقي من األدلة التي ذكرها العلماء في مسألة بنوك الحليب دليالن :األول :المصلحة والمفسدة في هذه البنوك ،والثاني :االحتياط في مسائل الرضاع ونحوها. )28 المصلحة والمفسدة في هذه البنوك: إن صاحب القول الفصل في هذه النقطة هم األطباء ،فهم الذين يحددون مقدار المصلحة أو المفسدة في هذه البنوك ،وقد تقدم الكالم حول أهمية حليب األم بالنسبة للطفل ،واحتوائه على المواد األساسية التي يحتاجها الطفل. 355 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi إال أن عدداً من العلماء أصحاب االختصاصات الطبية قد ذهبوا إلى أن الحاجة إلى إنشاء ص َّور ،يقول الدكتور محمد علي البار" :قد قمت بسؤال مجموعة من هذه البنوك أقل مما ُيتَ َ أطباء األطفال العاملين في الواليات المتحدة عندما كنت في زيارة لها في يناير 1983فذكروا لي أن بنوك األطفال في الواليات المتحدة في مرحلة االحتضار وذلك لألسباب التالية-1 : جدا -3 .ندرة األمهات المتبرعات باللبن -4 .يتعرض الحاجة إليها نادرة -2 .تكلفتها عالية ً اللبن المتجمع للفساد مع الزمن رغم حفظه في البنك فهو معرض إلصابته بالميكروبات كما أنه معرض لتحلل بعض المواد الموجودة فيه فيفقد بذلك بعض م ازياه وفوائده". وبغض النظر عن مسألة تحقق الحاجة إلى مثل هذه البنوك أو عدمها ،فإنه من الالزم عرض المسألة ومناقشتها فقهياً ،فإن هذه البنوك قد وجدت فعلياً في بالد الغرب ،حيث يوجد مئات اآلالف من المسلمين هناك ،ثم إن وجودها في البالد اإلسالمية ليس ببعيد ،فالمسألة بحاجة إلى بيان الحكم الفقهي في أثر االستفادة والرضاع من هذه البنوك. ولذلك فإن االستدالل بالمصلحة أو المفسدة في هذه البنوك على ِّ ثبوت الحرمة أو ِّ عدمها ال يستقيم هنا ،وقد ذكر ذلك الشيخ مصطفى الزرقا ،فقال " :أرى أن المسألة ذات شقين ،وال يكفي نحن أن نقول في إنشاء هذه البنوك مصلحة أو مفسدة يبنى عليها جواز أو تحريم ،نحن نعالج المسألة من ناحيتين ،من هذه الناحية أوالً ،وهي هل يجوز أن يستحسن إنشاء بنوك للحليب ... والناحية األخرى ،وهي التي أرى أن مجرد الجواب عن األولى ال يغني عنها ،وهي أنه لو أنشئ بنك للحليب فعالً في ٍ بلد ما من البالد اإلسالمية ،وحصل فيه إرضاع األطفال بهذه الطريقة، فما الحكم في هذا الرضاع؟" .فالبحث في هذه النقطة ،وليس في مسألة الحاجة إلى إنشائها أو عدمه. )29 االحتياط في مسائل الرضاع ونحوها: ثبت في الحديث الشريف" :الحالل ِّبين ،والحرام ِّبين ،وبينهما مشبهات ال يعلمها كثير من الناس ،فمن اتقى المشبهات استب أر لدينه وعرضه[ "...البخاري :اإليمان ،]52 ،وقد نص الفقهاء موضع على أن مسائل الرضاع من المسائل المشتبهة ،والتي يجب االحتياط فيها. في أكثر من ٍ زوجت امرأة، ومما يدل على ذلك حديث عقبة بن نافع -الذي تقدم ذكره -أنه قال" :ت ُ فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت :أرضعتكما ،فأتيت النبي صلى هللا عليه وسلم ،فقلت :تزوجت فالنة بنت فالن ،فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت لي :إني قد أرضعتكما ،وهي كاذبة ،فأعرض عني، فأتيته من قبل وجهه ،قلت :إنها كاذبة ،قال" :كيف بها وقد زعمت أنها قد أرضعتكما ،دعها 356 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi عنك" [البخاري :النكاح ،]5104 ،فالنبي صلى هللا عليه وسلم لم يأمره بفراق زوجته بسبب شهادة هذه المرأة ،فقد ثبت عند عقبة بن نافع أنها كاذبة ،وإنما أمره النبي صلى هللا عليه وسلم بفراقها بسبب الشبهة التي حصلت بقولها ،يقول ابن حجر" :ويؤخذ من الحديث عند من يقول إن األمر بفراقها لم يكن لتحريمها عليه بقول المرضع ،بل لالحتياط ،أن يحتاط من يريد أن يتزوج أو يزوج ،ثم اطلع على أمر فيه خالف بين العلماء". وأما عبارات الفقهاء في ذلك :فمنها ما نقله ابن عابدين" :والواجب على النساء أن ال يرضعن كل صبي من غير ضرورة ،وإذا أرضعن فليحفظن ذلك وليشهرنه ويكتبنه احتياطاً"، وهذا السبب هو الذي جعل الدسوقي من المالكية يقول بثبوت الحرمة ولو كان بالشك ،حيث يقول" :وصول لبن امرٍأة للجوف ،ولو شكاً ،لالحتياط" ،وجاء في كشاف القناع في هذه المسألة أيضاً" :لكن تكون من الشبهات ،تركها أولى" .كما ذكر العز بن عبد السالم مثاالً على "االحتياط لدرء مفسدة المحرم" فقال" :إذا اشتبهت أخته من الرضاع بأجنبية ،فإنهما يحرمان عليه احتياطاً؛ لدرء مفسدة نكاح األخت". وبذلك يكون األولى في هذه المسألة األخذ باألحوط ،والخروج من الخالف. )30 الترجيح في المسألة: بعد ما تقدم عرضه من األقوال واألدلة في أثر االستفادة من بنوك الحليب ،وقد تبين أن القائلين بعدم ثبوت الحرمة بالرضاع من بنوك الحليب قد أخذوا بأقوال ٍ عدد من العلماء الكبار، ٍ بحليب آخر ،ومذهب الجمهور في الشك في المرضع كقول أبي يوسف في الحليب المختلط وعدد الرضعات ،إال أن هذه األدلة لم تسلم من االعتراض ،لذا يبدو أن الراجح في المسألة هو التفريق بين ٍ نقاط ثالث :حكم االستفادة من بنوك الحليب الموجودة في أوروبا حالياً ،وأثر االستفادة من هذه البنوك من ناحية ثبوت الحرمة أو عدمه ،والضوابط التي تجعل االستفادة منها جائزًة شرعاً: )31 أوالً :حكم االستفادة من بنوك الحليب الموجودة في أوروبا حالياً: من خالل ما تقدم من ٍ ٍ ومناقشات ،وأن ما تقوم به بنوك الحليب الموجودة في أوروبا هو أدلة وعاء و ٍ خلط حليب المتبرعات في ٍ احد ،وأن قوانين بعض البالد الغربية تمنع من اإلفصاح عن بناء على هذه المعطيات فالذي يترجح هو القول بتحريم االستفادة أسماء المتبرعات بالحليبً ، ابتداء ،وحرمة إنشائها أيضاً على هذا الشكل ،لما فيها من محاذير دينية وطبية، من هذه بنوك ً 357 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi إضاف ًة إلى عدم وجود الحاجة الماسة إليها ،وأن أدلة القائلين بجوازها لم تسلم من االعتراض، كما تقدم. ويمكن استثناء حاالت الضرورة القصوى ،كالخوف على حياة الطفل ،دون وجود ٍ حل آخر، ٍ وسيلة كانت. فيكون الحكم في هذه الحالة كحكم المضطر ،الذي يجوز له دفع الضرر عنه بأي )32 ثانياً :أثر االستفادة من هذه البنوك ،وما يترتب عليها: أما في حال وقوع الرضاعة من هذه البنوك التي تخلط الحليب ،أو تخفي هوية المعطي رضيع من واآلخذ :فإن الذي يترجح وهللا أعلم هو عدم ثبوت الحرمة بهذا الرضاع ،فلو استفاد ٌ ٍ مدينة ما ،وكانت صاحبات الحليب مجهو ٍ الت ،أو أن الحليب مختلط فيها ،فإنه بنك الحليب في ليس من المعقول القول بتحريم جميع نساء هذه المدينة على هذا الرضيع عندما يكبر ،فالشريعة اإلسالمية جاءت بالتيسير ورفع الحرج بعد وقوعه ،وخصوصاً وقد أمكن تخريج هذا القول على مذاهب ٍ عدد من كبار العلماء. ابتداء ،وأثر االستفادة الحقاً ،الشيخ وقد اختار القول بهذا التفريق بين حكم االستفادة ً مصطفى الزرقا ،إذ قال بعد أن فرق بين الحالتين" :والذي أرى أنه في حالة إنشاء البنك ،أنا مع األساتذة الذين يرون أنه ال حاجة إلى إنشاء هذه البنوك ...ولكن لو حصل هذا فعالً فهل نفتي بالتحريم بين هؤالء األطفال ،والذين قد يفوق عددهم الحصر ،والذين ال نعرف من هن النساء الالتي تكون الحليب من أثدائهن ،الذي أراه عدم التحريم ،لألسباب وللمذاهب التي بينها ،وهي مذاهب معتبرة ،وللشك في تحقق شرائط التحريم باالتفاق". )33 ثالثاً :الضوابط التي تجعل االستفادة من بنوك الحليب جائزًة شرعاً: تقدم أن أصل فكرة بنوك الحليب هي فكرة خيرة ،وهدفها خير نبيل ،يؤيده اإلسالم الذي يدعو إلى العناية بكل ضعيف ،إال أنه لجعل هذه الفكرة وهذا الهدف متناسباً مع قواعد الشريعة اإلسالمية ،فإنه البد من االلتزام بالضوابط الشرعية ،حتى يصبح أثر االستفادة من هذه البنوك كالرضاعة الحقيقية. وقد حددت رئاسة الشؤون الدينية عدداً من الضوابط لجواز االستفادة من بنوك الحليب، وهي: )34 أال يؤدي تقديم الحليب إلى هذا البنك إلى حرمان األم طفلها من حليبها. 358 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi للتضييق من دائرة المحرمية الناتجة عن الرضاع ،فإن حليب األم الواحدة ال )35 جنس و ٍ ٍ ٍ احد ،إما للذكور فقط ،أو لإلناث فقط. ألطفال من يعطى إال )36 أن تؤخذ البيانات الشخصية لألم المتبرعة بالحليب ،والطفل المستفيدة منه، )37 أال ُيخلط حليب أ ٍم بأ ٍم أخرى ،وذلك لعدم توسيع دائرة التحريم بالرضاعة. وتُعطى هذه البيانات إلى كال الطرفين ،وأن تُطبق اإلجراءات القانونية والرسمية للتثبت من ذلك. )38 أال تأخذ األم المعطية أي ٍ نقود –باستثناء المصاريف الفعلية –مقابل الحليب مبلغ مقابل الحليب الذي يأخذه. الذي تقدمه ،وأال يقدم آخذ الحليب أي ٍ )39 األطفال الذين تتوافر لهم التغذية من حليب أمهاتهم الحقيقية ،فإنهم ال يستفيدون من هذا النظام. إال أن هذه الضوابط يمكن مناقشتها بما يأتي: )40 ٍ ضابط واحد ،وهو إن الضابطين األول واألخير ( )6 - 1يمكن جمعهما في القول بعدم جواز االستفادة من هذه البنوك إال حالة الضرورة ،فاألم التي تستطيع أن ترضع طفلها ال يجوز أن ترضعه من البنك ،إال أن هذه مسألة خالفية ،فقد ذهب الجمهور من الحنفية والشافعية والحنابلة إلى أن الرضاع ال يجب على األم إال إن (وإِّ ْن تعينت ،وإنما يجب على األب أن يسترضع لولده إن امتنعت أمه ،لقوله تعالى َ تَعاسرتُم َفستُر ِّ ُخ َرى) [الطالق ،]6 :65وذهب المالكية إلى وجوبها على األم ض ُع َل ُه أ ْ َ َْ ْ َ ْ إن كانت ممن ترضع أمثالها ،وإال فال يجب ،وبذلك يكون هذا الضابط مخالفاً لرأي الجمهور. )41 أما الضابط الثاني فالذي يبدو أنه ال عبرة له ،ألن جميع أبناء األم المرضع )42 وأما الضابط الخامس فهو أيضاً من المسائل الخالفية ،وقد ذهب القرضاوي سيصبحون أخوة للرضيع ،سواء أكانوا ذكو اًر أم إناثاً. وغيره إلى جواز أخذ األجرة على التبرع بالحليب ،قياساً على جواز أخذ المرضع األجر على اإلرضاع. )43 وبذلك يبقى من الضوابط العملية التي يمكن ضبط عمل بنوك الحليب بها ضابطان: 359 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ٍ ٍ عرف األول :عدم خلط الحليب بغيره ،وتخصيص حليب كل متبرعة بعبوة خاصة ،حتى تُ َ صاحبة كل عبوة. الثاني :توثيق البيانات الشخصية ٍ لكل من المتبرعة والمستفيد ،وتقديم هذه المعلومات إلى كال الطرفين. وتطبيق هذين الضابطين ليس صعباً ،وخصوصاً وقد ُو ِّجد الحاسوب ،وصار من المتيسر تخزين البيانات وربطها بشبكة اإلنترنت ،وإمكانية الوصول إليها من أي ٍ مكان حول العالم. وبهذين الضابطين يكون الطفل الذي استفاد من بنك الحليب ،وقد عرف من هي صاحبة الحليب ،صار هذا الطفل فرداً من هذه العائلة ،وثبتت له أحكام الرضاعة العادية المعروفة. أما باقي الضوابط التي حددتها رئاسة الشؤون الدينية التركية فيمكن عدها من التوصيات التي ُيستحسن االلتزام بها ،وبذلك يكون الغرض الذي أنشئت من أجله هذه البنوك غرض إنساني ،وليس غرضاً مادياً ،وأال تكون هذه البنوك وسيل ًة إلعراض األمهات عن إرضاع ٍ أطفالهن ،فالرضاعة من األم مباشرًة ال تعطي الغذاء فقط ،وإنما التعطي الحنان والعاطفة والمحبة ،وتزرع في نفس الطفل الشعور باالطمئنان. الخاتمة: وفي نهاية هذا البحث يمكن القول بأن هدف إنشاء بنوك الحليب هو هدف خير نبيل ،يؤيده اإلسالم الذي يدعو إلى العناية بكل ضعيف ،أياً كان سبب ضعفه ،إال أن اإلشكال يكمن في أثر االستفادة من هذا الحليب المجموع في هذه البنوك ،فهل يؤثر كتأثير الرضاعة المباشرة ،أم يختلف األمر بينهما؟ وقد تقدم أن العلماء المعاصرين قد اختلفوا في ذلك على رأيين ،واستدل ٍ بعدد من األدلة ،وبعد مناقشة هذه األدلة ،تُو ِّ كل فر ٍ صل إلى القول بالتفريق بين حكم يق ُ االستفادة من بنوك الحليب على الصورة التي تقوم بها البالد األوروبية ،وهو التحريم ،إال في حالة الضرورة القصوى ،كالخوف على حياة الطفل ،دون وجود ٍ حل آخر ،وبين أثر االستفادة من هذه البنوك :وهو عدم ثبوت الحرمة بنتيجة الرضاع من هذا الحليب ،بسبب الشك في صاحبته ،واختالطه بغيره. ولجعل االستفادة من هذه البنوك جائزًة شرعاً البد من ضبطها بضابطين :تُثبت هوية المعطي واآلخذ ،لتحديد الحرمة بين الطرفين ،وتقديم هذه المعلومات إلى كال الطرفين ،وعدم خلط الحليب بغيره ،حتى تُعرف صاحبة الحليب. 360 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi هذا ما توصل إليه الباحث ،فإن كان صواباً فمن فضل هللا وكرمه ،وإن كان غير ذلك فكل ابن آدم خطاء ،وأسأله تعالى التوبة والمغفرة ،إنه سميع قريب ،والحمد هلل رب العالمين. المراجع 44) Süt Bankaları, Yrd. Doç. Dr. Ergün Çapan - Dr. K.Can, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 103, 2014 .www.yeniumit.com.tr/konular/detay/sut-bankalari-103 )45اإلصابة في تمييز الصحابة ،أحمد بن علي بن حجر العسقالني ،تحقيق :عادل عبد الموجود وعلي معوض ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.1415 ،1 )46األعالم ،خير الدين الزركلي ،دار العلم للماليين ،بيروت ،ط.1986 ،7 )47بنوك الحليب (اللبن) ،د .يوسف القرضاوي ،المجلة العلمية للمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث، العدد ،6كانون الثاني.2005 ، )48بنوك الحليب في ضوء الشريعة اإلسالمية -دراسة فقهية مقارنة ،د .عبد التواب معوض ،شبكة األلوكة الفقهية/http://www.alukah.net/sharia/0/3724 : )49بنوك الحليب وعالقتها بأحكام الرضاع ،د .محمد الهواري ،المجلة العلمية للمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث ،العدد ،6كانون الثاني.2005 ، )50بنوك الحليب ،د .محمد علي البار ،مجلة مجمع الفقه اإلسالمي ،العدد ،2الجزء.1986 ،1 )51البنوك الطبية البشرية ،د .إسماعيل مرحبا ،دار ابن الجوزي ،الدمام ،ط.1429 ،1 )52تحفة األحوذي بشرح جامع الترمذي ،محمد عبد الرحمن بن عبد الرحيم المباركفوري ،تحقيق :عبد الوهاب عبد اللطيف ،دار الفكر ،بيروت. )53حاشية الدسوقي على الشرح الكبير ،محمد بن أحمد بن عرفة الدسوقي ،دار الفكر ،بيروت. )54حاشية رد المحتار على الدر المختار ،محمد أمين ابن عابدين ،دار عالم الكتب ،الرياض ،طبعة خاصة.2003 ، )55الذخيرة ،أحمد بن إدريس القرافي ،تحقيق :محمد حجي ،دار الغرب اإلسالمي ،بيروت ،ط،1 .1994 )56 رئاسة )57 شرح فتح القدير ،كمال الدين محمد بن عبد الواحد ابن الهمام الحنفي ،تحقيق: الشؤون aciklamasi/8018 الدينية التركية: http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/basin- عبد الرزاق المهدي ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.2003 ،1 361 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi )58 طبقات الشافعية الكبرى ،تاج الدين السبكي ،تحقيق عبد الفتاح الحلو ،دار )59 فتح الباري بشرح صحيح البخاري ،أحمد بن علي ابن حجر العسقالني، )60 الفروق (أنوار البروق في أنواء الفروق) ،أحمد بن إدريس القرافي ،تحقيق: إحياء الكتب.1979 ، تحقيق :عبد القادر شيبة الحمد ،الرياض ،ط.2001 ،1 محمد سراج ،وعلي جمعة ،دار السالم ،القاهرة ،ط.2001 ،1 )61 فقه القضايا الطبية المعاصرة ،د .علي القره داغي وعلي المحمدي ،دار البشائر اإلسالمية ،بيروت ،ط.2006 ،2 )62 الفواكه الدواني على رسالة ابن أبي زيد القيرواني ،أحمد بن غانم النفراوي ،دار )63 القواعد الكبرى (قواعد األحكام في إصالح األنام) ،عز الدين عبد العزيز بن )64 كشاف القناع عن اإلقناع ،منصور بن يونس البهوتي ،و ازرة العدل السعودية، )65 المجلة العلمية للمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث ،العددان ،5 ،4حزيران الفكر ،بيروت.1995 ، عبد السالم ،تحقيق :نزيه حماد ،وعثمان ضيمرية ،دار القلم ،دمشق ،ط.2000 ،1 ط.2008 ،1 .2004 )66 المحلى باآلثار ،علي بن أحمد بن حزم ،تحقيق :محمد منير الدمشقي ،دار الطباعة األميرية ،مصر ،ط1352 ،1هـ. )67 مختصر القدوري ،أحمد بن محمد القدوري ،تحقيق :غالم مصطفى القاسمي، )68 مغني المحتاج إلى معرفة معاني ألفاظ المنهاج ،محمد بن الخطيب الشربيني، )69 المغني ،عبد هللا بن أحمد بن قدامة المقدسي ،تحقيق :عبد هللا التركي وعبد )70 مواهب الجليل لشرح مختصر خليل ،محمد بن عبد الرحمن المغربي الحطاب دار ابن كثير ،بيروت ،ط.2014 ،2 تحقيق :خليل عيتاني ،دار المعرفة ،بيروت ،ط.1997 ،1 الفتاح الحلو ،دار عالم الكتب ،الرياض ،ط.1997 ،3 الرعيني ،تحقيق :زكريا عميرات ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.1995 ،1 362 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi )71 الموسوعة الطبية الفقهية ،د .أحمد محمد كنعان ،دار النفائس ،عمان ،ط،1 )72 ندوة اإلنجاب في ضوء اإلسالم (سلسلة مطبوعات منظمة الطب اإلسالمي) )73 نهاية المحتاج إلى شرح المنهاج ،شمس الدين محمد بن أحمد الرملي ،ومعه 2000 المنعقدة بالكويت ( )24/05/1983بإشراف د .عبد الرحمن العوضي. حاشية الشبراملسي والمغربي ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.2003 ،2 363 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 364 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Anne, Çocuk Sağlığı ve Emzirme Tuba Hacer Korkmaz Tıbb-ı Nebevî (Peygamber Tıbbı), beşerlerin en üstünü ve Müslümanların her konuda rehberi olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in tababete dair tavsiye ve uygulamalarını konu alan, müstakil bir hüviyet kazanmış olan önemli bir sahadır. Sağlığın önemini pek çok hadisinde vurgulayan Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu mecaldeki hadislerinde tedaviden daha ziyade koruyucu hekimliğin ön plana çıktığı mülahaza edilmektedir. Bu minvalde genel olarak; temizlik, kişisel bakım, faydalı ve dengeli beslenme, spor, istirahat, ibadet, dua, zina ve içki gibi haramlardan kaçınma, salgın hastalıkların olduğu yerlerden uzak durma gibi hastalanmadan önce tedbir mahiyetindeki ve kaliteli yaşamayı destekleyen hususlardandır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yaşadıgı dönemde cahiliye Arap toplumundaki tıbbî telakki ve uygulamalar göz önünde bulundurulduğu takdirde, ümmî bir peygamber tarafından ifade buyrulan Tıbbu’n-Nebevî kapsamındaki hadisler, bir tıbbî mucize telakki edilmelidir. Bu çalışmada anne ve çocuk sağlığının en önemli unsuru olan emzirme ve anne sütü konusu, Tıbb-ı Nebevî ve bilimsel veriler ışığında ele alınacaktır. Anne ve Çocuk Sağlığı Nikahtaki en büyük maksatlardan birisi, fıtrî bir arzu olan zürriyetin devamı yani çocuk sahibi olmaktır. Çocuk sağlığı, kendisi için en güvenli karargâh olan anne rahmine düşmeden önce başlar. Bu kapsamda, ileride doğacak çocuğun oluşacağı ve deposunu kullanacağı bedenin yani ev sahibi olacak olan annenin sağlığı büyük önem taşımaktadır. Bebeğin doğuma kadar devam eden anne rahmindeki gelişimine, annenin beslenmesi, aldığı ilaçlar, kimyasal maddeler, annenin hastalıkları, yaşadığı duygusallık gibi pek çok faktör bebeği fizyolojik, psikolojik, zihinsel ve ruhsal olarak etkilemektedir. Annenin üzüntü, sinir, mutluluk, heyecan gibi yaşadığı duygular hormonlar aracılığıyla fetüse de aktarılır, fetüsün bu ilkel algılamaları, onun benlik kavramının çekirdeğinin oluşmasında rol oynar. “(Topra ğı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.” 365 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ayette geçen toprak ve tohum ifadesi, İslam’ın tarlaya tohumdan daha çok değer verdiğini, dolayısıyla annenin öneminin babadan daha fazla olduğuna delalet etmektedir. Verimsiz araziden maksat, haram lokma ile beslenen anne-babalardır. Ruh ve bedenden oluşan insanın, biyolojik yapısı ile psikolojik yapısının birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu ve fiziksel olduğu kadar ruhsal özelliklerinin de kalıtım yoluyla tevarüs ettiği deneysel olarak da kanıtlanmıştır . Çocuk sağlığının anne rahmine düşmeden önce başladığına dikkat çeken Resulullah (s.a.v)’ın evlenecek kimselere yönelik tavsiyeleri arasında, eş seçiminde “dindarlık” ve evliliğin en temel amaçlarından biri olan çocuk sahibi olmanın gerçekleşmesi için de “velud (doğurgan) olma” vardır. Bu anlamda, çocukların anne ve babaları üzerindeki hakkı, evlilikten önce başlar denilebilir. Evlilik sonrası için de, eşlerin besmeleyle bir araya gelmeleri ve dua etmeleri mühim nebevî tavsiyelerdendir. Sağlıklı bir ruh ve beden yapısına sahip evlat talebinde kavlî ve kalbî duanın önemini diğer peygamberlerin ve salih kimselerin Kur’an’da bildirilen dualarında da görmekteyiz. Insanın, anne ve babasından renk, sima, boy gibi fizikî vasıflar kendisine nasıl irsiyet yoluyla intikal ediyorsa, ahlak, seciye gibi huy ve davranışların da kısmî olarak intikal ettiği şu an modern bilimin de teslim olduğu bir gerçektir. “Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi.” Ayette, Hz. Meryem’in Hz. Isa’yı dogurmasına şaşıran kavminin, iyi ve temiz insanlar olarak bilinen anne ve babadan zina gibi büyük bir günahı işleyebilen(!) bir evladın sâdır olması karşısındaki hayrete işaret vardır. İslam’da Emzirme ve Anne Sütü `Islam dini, şerî naslarda bebeğin beslenmesinde asıl olanın anne sütü olduğuna, emzirmeyle büyük sevapların kazanılacağına işaret etmesiyle, bu besinin önemini çok kez vurgulamaktadır. Bu nasların bazıları şöyledir: “Musa'nın annesine: ‘Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız' diye bildirdik.” “Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; halbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” Ayet, anne ve bebegi arasında emzirme ile oluşan eşsiz ve derin duygusal baga işaret etmektedir. Zira Cenab-ı Allah, kıyamet gününün dehşetini tarif ederken, emziren kadının emzirdiği bebeğinden bile kaçacağını ifade buyurarak, herkesin sadece kendini düşüneceğinden bahsetmiştir. İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her g“ün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: ‘Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.’” “Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır…” Görüldüğü üzere birinci ayette Cenab-ı Allah emzirme süresini -tavsiye babındanbildirmiştir. Yine ayette, emzirmenin hemen akabinde Allah’a ve anne-babaya şükran duymaktan bahsedilmesi, emzirmenin önemine işaret edildiğini göstermektedir. İkinci ayetin delalet ettiği hususlardan birisi de; dokuz ayda doğan çocuğun emme müddeti, 366 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yirmi bir ay olarak ortaya çıkmaktadır. Yani hamilelik müddeti uzadıkça, emme müddeti kısalmaktadır ki bu da modern tıp biliminin de teyit ettiği bir husustur. Hz. Ömer’den (r.a.) rivayeten: Resulullah’ın (s.a.v) huzuruna (Havazin kabilesinden) bazı esirler getirilmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı, çocuğunu kaybetmişti. O, göğsüne biriken sütü sağıyor (başka çocuklara) veriyordu. Bu kadın, esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp, sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bu şefkat halini görünce, Resulullah (s.a.v) ashabına; “şu kadının çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz? diye sordu. Dediler ki: “Hayır, atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz.” Resulullah (s.a.v) da; “işte, Allahu Teala kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisinden rivayet olunan hadiste, Cenab-ı Allah’ın kullarına olan merhametini, emziren annenin bebegine duydugu şefkatle mukayese etmiştir ki bu da anne ile bebek arasında emzirmenin oluşturdugu bagın kuvvetine ve .derinligine delalet etmektedir “-Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.” Islam alimleri emzirmeyi annenin, emzirilmeyi deçocuğun velayet ve nafaka gibi en temel haklarından addetmişlerdir. Hanefî Fukahası, özürsüz olarak, çocuğunu emzirmekten imtina eden kadının, hukuken/fıkhen buna icbar edilemeyeceğini, ancak günah irtikab ettiğini, bu nedenle diyaneten mecbur olduğunu, ama süt annesi bulunamadığı ve çocuğun başka bir süt anne kabul etmediği durumlarda anne icbar edileceğini belirtmişlerdir. Asıl olan çocuğu, kendi annesinin emzirmesidir. Ancak hastalık, ölüm, bebeğin kabul etmemesi gibi vs. zaruret halleri hasıl olup, çocuğun süt anneye verilmesi söz konusu olduğunda çok önemli bir alternatif olan süt anneliği konusu, İslam fıkhının “hidane/bakım ve terbiye” bahsinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Bu kapsamda; hamile, hasta, aklî yönden nakıs, dinî yasakları açıktan işleyen fücur sahibi, ahlaken düşük kadınların süt anne olarak seçilmemesi mevzudur. İslam’dan önce Arap ve İran kültürlerinde bebeklerin tutulan bir sütanne tarafından emzirilmesi geleneği, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında da çok önemli ve yaygındı. Özellikle şehir halkı daha sağlıklı ve güçlü yetişmeleri için çocuklarını bedevî ailelerine verirlerdi. Hz. Peygamber’in de aynı şekilde bir sütanne tarafından emzirildiği bilinmektedir. Bu tür uygulamalar taraflar arasında bir yakınlık kurulmasını sağlamıştır. Ancak süt hısımlığının bir evlilik engeli oluşturması İslam dinine has bir hükümdür. Hz. Ali (r.a), Peygamber Efendimiz'e (s.a.v), "Hz. Hamza'nın kızıyla evlenmek istemez misin?" dedi. Efendimiz (s.a.v) bunun üzerine şunları söyledi: "Ey Ali, bilmez misin ki, Hamza benim sütkardeşimdir. Zîrâ yüce Allah, nesep cihetinden haram kıldığı kimseleri, süt emzirme cihetinde de haram kılmıştır." Emzirmeyle olu şan bag Islam’daöylesine kuvvetlidir ki, bebeğin doğumundan itibaren ilk iki sene içerisinde emziren kadına, emzirdiği bebeğin gerçek annesi olmasa da, “annelik” vasfından pay verilmekte ve akrabalık bağı oluşturan sebeplerden kabul edilmektedir. İslam dinine has bir hüküm olan süt akrabalığının evlenme engeli sayıl367 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ması, modern tıp tarafından da ortaya konmuş bulunan insan sütünün, çocuğun büyüme ve gelişmesindeki genetik özelliklerin aktarımı ve çocukla onu emziren arasında oluşan duygusal bağ ile ilgilidir. Ümmü Seleme (r.a.)’den naklen Resulullah (s.a.v)’dan şöyle rivayet edilir:“Emilen süt, bağırsakları genişletip büyüten bir süt olmadıkça, haram kılmaz.” Ibn Mesud (r.a.)’dan naklen Resulullah (s.a.v)’dan şöyle rivayet edilir:“Emilen süt, et bitiren, kemiği kuvvetlendiren bir süt olmadıkça, haram kılmaz.” Bu iki hadis, anne sütünün et ve kemiğe sirayet ettiğine delalet etmektedir. Bu da güncel bilimsel verilerin desteklediği hususlardandır. Bilimsel Açıdan Süt Akrabalığı Anne sütü, keşfi hala devam eden emsalsiz bir bileşiktir. Yaklaşık son 50 yıla ait bilimsel araştırma tespitleri, anne sütüne Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de neden yer verildiğine ve kuzen evliliklerine bir kısıtlama getirilmezken sütün nasıl özellikle süt anne ve süt kardeşlerle evliliğe engel bir akrabalık bağı oluşturduğuna ışık tutmaktadır. İslam’da kan bağının yanında süt bağına da itibar edilmesi önemli bazı sebeplerden dolayı söz konusudur: Aynı sütü emen ve farklı anne babadan gelen bebeklerin, aynı anneyi emme sonucunda limbik sistemlerine kayıt olan duyguların benzer olacağı, anneye ait kokunun iki ayrı bebekte ileride karı-koca olmaya mani karakterler geliştirebileceği, annenin sütüne has kimyevî terkibin bazı karakterleri bozacağı kuvvetli delillerle ileri sürülmüştür. Her birinin içinde yaklaşık anne genomundan 14000 adet transkript bulunan anne sütündeki mikrokesecikler süt transkriptomu olarak da adlandırılır. Annenin genlerinin bebeğe aktarılmasında şimdiye kadar bilinmeyen yeni bir yoldur. Bu mikrokesecikler, özel bir endositozis sinyal yolağı ile bebeğin hücrelerinin içine girerler. RNA muhteviyatını bebeğin hücrelerinin içinde çekirdeğe boşaltırlar. Bu mikrokesecikler mide ve bağırsaktaki asidik ortamdan etkilenmezler, parçalanmazlar. En yüksek asit olan mide asidine de dirençli olup, bağırsaklardan emilerek kan yoluyla hücrelere taşınırlar. Baz ı tıpçevrelerince anne sütünde bulunan ve gen transkripsiyonunu ve epigenetik (genetik üstü kalıtım) regülasyon mekanizmalarını etkileyen mikroRNA’lar gibi materyaller ve kök hücreler gibi canlı organizmalar yoluyla, tıpkı aynı anne ve babadan dünyaya gelen çocukların genotipik yakınlığı gibi, aynı annenin sütüyle beslenen bebeklerde de bir epigenotipik yakınlığın oluştuğu düşünülmekte ve böyle bireylerin ileride evlenmeleri durumunda doğacak çocuklarının bazı genetik hastalıklar açısından risk altında bulunabileceği öne sürülmektedir. Gelişimsel periyot henüz tamamlanmamış olduğundan ve anneden süt ile geçen genetik materyallere ve yaşayan hücrelere karşı henüz yeterli bir bağışıklık cevabı üretilemeyeceğinden dolayı, epigenetik değişikliklere karşı en yatkın olunan dönemin iki yaş öncesidir. Genelde bebeğin ilk besini olan anne sütünde bulunan ve genetik materyal taşıyan mikroveziküllerin, mide ortamı ve savunma sistemi gibi engelleri aşarak, dış etkenlere karşı nispeten daha duyarlı olduğu bir dönemde genom üzerinde etkili olabileceğine dair bilimsel hipotezleri destekleyici niteliktedir. Yine anne sütü almış bir bebeğin, ileri yaşlarda ateroskleroz (damar sertliği) hastalığına yakalanma riskinin daha düşük bulunması; anne sütünün muhtevasının çok uzun süreli hatta kalıcı denebilecek bir etki potansiyelinin olduğunu göstermekte ve bu da onun genetik ve epigenetik yapıyı etkiliyor olabileceğine işaret etmektedir. Epigenetik terimi günümüzde, DNA dizisindeki genetik 368 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi değişimlere bağlı olmaksızın, gen ifadesindeki kalıtsal olabilen değişiklikleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Sonuç olarak, anne sütünde bulunan genetik materyallerin, insan genomunu etkileme potansiyeli diğer gıda maddelerine göre çok daha yüksek olduğundan dolayı aynı anneden süt emen bebeklerin, anneleri ve birbirleri ile bir çeşit “akrabalık” ilişkisi kazanması bilimsel açıdan kuvvetle muhtemeldir. Sağlıklı bir anne tarafından ilk iki yıl içerisinde kalıtsal bir genetik hastalığı olan bebek emzirilirse, hastalıklı genlerin yerini sağlıklı sütanneden mikrokeseciklerle bebeğe taşınan ve bebeğin genetik kütüphanesine monte edilen sağlıklı genler alacak ve böylece anne sütü bebeğin iyileşmesinde etkili bir rol almış olacaktır. Bu açıdan anne sütü yakın gelecekte hem gen naklinde ve tedavisinde hem de çeşitli ilaçları veya eksik molekülleri taşıyıcı bir sistem olarak kullanılabilecektir. Emzirme ve Anne Sütünün Faydaları Emzirmenin anneye ve anne sütünün bebeğe fizyolojik, psikolojik, zihinsel ve ruhsal olarak harikulade yararları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 74) Bebegin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve sosyal gelişimi için en uygun besindir. 75) Anne sütü, bebeğin erken doğumuna, gelişimine, cinsiyetine, gün içindeki öğünlerine göre en uygun olacak şekilde değişmekte ve kendi bebeği için en özel bileşimdedir. 76) Anne sütü hiçbir zaman birebir taklit edilemez, eşsiz, en doğal, en taze, en ideal, en özel ve mükemmel ilahî ikramdır. 77) Anne sütü, bebeğin ihtiyacı olan her besin öğesi gereksiniminin; 0-6 ayda %100’ünü, 6-12 ayda %50’sini, 12-24 ayda %30’unu karşılamaktadır. 78) Anne sütü, bebeğin; kanser, obezite, anemi, diyabet, diş çürümesi vs. den korunmasında büyük yardımcıdır. 79) Anne sütü ve emzirme anne ve bebek arasında eşsiz, yoğun duygusal ve güçlü bir bağ oluşturur, annenin bebeğini benimsemesi, bebeğin sağlıklı bir kişilik kazanması kolaylaşır. 80) Anne sütü, bebeğin zekâsını önemli ölçüde arttırır. 81) Bebekler, anne sütünü tamamen ve kolaylıkla sindirir, karın ağrısı, kabızlık, ishal, pişik daha az görülür. 82) Anne sütünün içerdiği maddeler bebeği rahatlatır, gevşetir, daha çabuk uykuya dalmasını, daha mutlu ve huzurlu ve güven içinde olmasını sağlar. 83) Anne sütü alan bebeklerde lenfoma, bakteriyel menenjit, solunum sistemi enfeksiyonları, astım, alerjik ve kronik hastalıkların görülme riski daha düşüktür. 84) Anne sütündeki A vitamini göz hastalıklarına karşı korur. 85) Bebeklerde a ,gızçene ve diş sağlığı için yararlıdır. 86) Anne sütü mekonyumun (ilk kaka) atılmasını kolaylaştırır. 87) Bebegin anne sütü ile beslenmesi, düşük ağırlıkla doğan çocukları proteinenerji malnütrisyonundan (beslenme yetersizliği) korur. 88) Bebegin gözü kapalı olsa da özel kokusundan dolayı meme başını bulmasını sağlar. 369 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 89) Anne sütü, içerdiği kimyasal sebebiyle doğal ağrı kesicidir. 90) Anne sütü ile beslenen bebeklerde, konuşma problemi daha az görülür. 91) Emziren annelerde meme, rahim, over (yumurtalık) gibi kanser türlerine yakalanma riskini azaltır, osteoporoz (kemik erimesi) ve anemiye karşı koruyucu rol oynar. 92) Prolaktin gibi süt hormonları, anneyi gevşetir, loğusalık ağrılarını azaltır, dinlendirir, daha çabuk uykuya dalmasını sağlar. 93) Emzirme ile annenin üreme organlarının eski haline dönmesi daha kısa zamanda gerçekleşir, loğusalık kolaylaşır, anne sütünü arttırır, kilo vermesine yardımcıdır. 94) Emzirme gebelige karşı dogal bir kısmî korunma yöntemidir. 95) Emzirme annenin özgüvenini artırır. 96) Her yerde hazırdır, ısıtma, sogutma, koruma gibi hazırlık aşamaları yoktur, .masrafsızdır Anne Sütü ve Emzirmeyi Etkileyen Faktörler 97) Beslenme Beslenme insanın fizikî yapısının yanında karakterini, imanını, ibadetini de etkileyen bir gereksinimdir. Nitekim Şer`in helal ve temiz şeyleri yemeyi ve peşinden salih amel işlemeyi emretmesi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in helal ile beslenmeyenin duasının kabul edilemeyeceğini ifade etmesi, beslenme ve ibadet ilişkisi açısından manidardır. Beslenme hususunda Kur’an ın belirttigi’önemli başka bir husus da, “helallik” vasfının yanında “tayyiblik” vasfıdır. Müslüman bireyin yeme içmesinde araması gereken helallik vasfı; minimum/asgari standart, tayyiblik vasfı da; kaliteli yaşam ve ideal beslenme için ilahî olarak tavsiye edilen standart denilebilir. “Tayyip” kelimesi yiyecekler için kullanıldığında; temiz, zararsız, sağlıklı, dengeli, güvenli, hoşlanılan gibi anlamlara gelirken; “habis” kelimesi de “tayyib”in zıttı olan anlamlara delalet eder. Hz. Peygamber (s.a.v) de şu duasında “tayyip” vasfına işaret etmiştir: “Biriniz bir şey yediğinde, ‘Allah’ım, bunu bize bereketli kıl ve onun yerine daha hayırlısını ihsan eyle desin.” Islam dini, annenin veçocuğun hamilelik ve süt evresinde beslenmesine bilhassa dikkat edilmesini, bu kapsamda da özellikle çocuğun iyi beslenememesinden korktuğu takdirde anneye farz olan Ramazan orucunu tutmama ruhsatı vermiştir. Emzirme öncesi ve sonrasında yapılacak birtakım uygulamalarla hem sütün kalitesi ve besleyiciliği artırılabilir, hem de çocuğun manevîyatına katkı sağlanabilinir. Bunun için annenin temiz ve helâl gıdalarla beslenmesi ve çocuğunu beslemesi, emanet bilincinin gerektirdiği önemli bir husustur. “Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” Ayette baz .ı besinlerin digerlerinden daha faydalı oldugu beyan edilmiştirÖzel olarak gebelik ve laktasyon döneminde annenin ve bebeğin sağlığı için ayette işaret edilen yüksek değerli gıdalar tüketilmesi çok önemlidir. Kur’an’da Hz. Meryem’e doğumu esnasında ve loğusalığında hurma yemesi tavsiye edilmektedir: 370 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun…” Hurma tavsiyesini Hz. Peygamber (s.a.v) de özel olarak loğusa hanımlara yöneltmektedir ve ayrıca yenidoğan bebeklere ilk olarak, hatta anne sütü dahi verilmeden tahnik uygulanmasını salık vermektedir ki, hurmanın faydaları göz önüne alındığında bunun, çok manidar bir tavsiye olduğu ortaya çıkmaktadır. “Bana göre doğum yapan loğusa kadınlar için yaş hurma, hastalar için ise bal gibi şifa yoktur.” “Doğum yapan kadınlarınıza yaş hurma yediriniz. Eğer yaş hurma yoksa kuru ”…hurma yediriniz Enes ibn Malik (ra) ise şöyle anlatır: "Annem Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurmuştu. Çocuğu bana verdi ve 'Ey Enes! Sen bu çocuğu Hz. Peygamber'in (s.a.v) huzuruna götürünceye kadar hiçbir kimse ona süt emzirmesin!' dedi. Nihayet sabah olunca çocuğu alıp Resulullah'ın (s.a.v) yanına vardım. Beni görünce, 'Ümmü Süleym mi doğurdu?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim ve çocuğu getirip kucağına koydum. Resulullah (s.a.v) Medine'nin acve hurmasından bir hurma istedi. Onu kendi ağzında eritinceye kadar çiğnedi, sonra çocuğun ağzına verdi. Çocuk da dilini dudakları üzerinde gezdire gezdire yalanmaya başladı. Bunu gören Resulullah, yanında bulunan sahabelere: 'Ensar'ın hurmaya olan sevgisine bakınız!' buyurdu. Sonra elini çocuğun yüzüne sürdü ve ona Abdullah adını koydu." Hurmanın Anne Sütüne ve Çocuğa Faydaları Hurman ın tespit edilmiş pekçok faydasından, emziren anneye ve emzirdiği bebeği özelindeki bazı yararları şunlardır: 98) Hurma her şeydenönce içerdiği %50’den fazla şeker ile son derece besleyici bir besin değerine sahiptir, yüksek kalori ihtiva eden fruktoz ve glukoz içerir. Doğum sırasında meydana gelen kan kaybı vücut şekerinin de düşmesine sebep olur. Bu yüzden vücuda tekrar şeker girişinin sağlanması önemlidir ve hurma bu konuda fayda verir, tansiyon düşmesini de engeller. 99) Çok kolay ve hızlı bir şekilde hazmedilebilir. 100) Çocuğun anne karnında iyi gelişmesini sağlar ve annenin zayıf düşmesini önler. 101) Beyin için son derece faydalıdır. 102) Içerdiği protein sayesinde vücudun hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı korunmasını sağlar, hücreleri yeniler ve vücut sıvısını dengeler. 103) Içindeki A vitamini sayesinde, görme gücü ile vücut direncini artırır. 104) Kemik ve dişlerin güçlenmesini sağlar. 105) B 1vitamini ile sinir sisteminin sağlıklı olmasını kolaylaştırır. 106) B 2vitaminiyle de, vücudun enerji sağlaması ve hücrelerin yenilenmesi için protein, karbonhidrat ve yağların yakılmasına yardımcı olur. 107) Iştah ve sindirimi düzenler. 108) Potasyum, sodyum, kalsiyum, demir, manganez ve bakır gibi vücut için gerekli olan minerallere sahiptir. 371 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 109) Potasyumun sodyum ile birlikte faaliyet göstermesi sonucunda kalp ritimlerini normalleştirir. Potasyum beyne oksijen gitmesine de yardımcı olarak berrak düşünebilmeyi sağlar. 110) Vücut sıvıları için uygun alkalik özelliği sağlar. 111) Zehirli vücut atıklarını dışarı atması için böbrekleri uyarır. 112) Yüksek kan basıncını düşürmeye yardım eder. 113) Sağlıklı deri oluşumunu sağlar. 114) Annenin sütü bol ve besleyici olur. 115) Temizlik Islam dininde namaz, oruç, hac gibi en temel bedenî ibadetlerde gusül ve abdest yöntemleriyle yerine getirilmesi gereken beden temizliğinin yanında, ibadet yapılan mekan ve kıyafetlerin temizliği de önemli ve gerekli görülmektedir. Ayrıca ibadetlerin haricinde kişisel bakım kapsamına giren sık sık el yıkama, diş fırçalama gibi temizlik uygulamalarıyla, “fıtratın sünnetleri” olarak nitelenen tırnakların kesilmesi, koltuk altlarının temizlenmesi gibi hususlar gündelik hayattaki en temel rutinlerden addedilmiştir. Temizlik, Hz. Peygamber’in (s.a.v) ibadetlerden başka saglık hususunda da en temelüzerinde durduğu konulardandır. Özellikle beden temizliğinin yeterince sağlanmaması halinde vücut, hastalıklara karşı daha dirençsiz kalacaktır. Bu nedenle anne sütüne ve dolayısıyla bebeğe geçebilecek mikrop ve bakterilerden korunabilmek için temizlik önemli bir faktördür. 116) Sağlığa Zararlı Şeylerden Uzak Durmak Insanın beden, ruh, akıl, nesil saglıgına zarar veren her şey Islam ’da reddedilmektedir. Kendi canına sınırsız ve sorumsuz davranma hakkı olmayan insanoglu, günlük yaşamındaki tasarrufları ve alışkanlıkları dininin süzgecinden geçirmekle sorumludur. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Sarhoşluk veren tüm içecekler haramdır.” Insanoglunun kendine karşı sorumlulugu, bir anne oldugunda, sorumluluk dairesine başka birinin daha eklenmesiyle artmaktadır. Dolayısıyla bunun bilincinde .hareket etmesi aklen ve dinen gerekmektedir Günümüz modern tıp bilimi, süt emziren anne ilaç kullanırken çok dikkat etmesi, sigara ve alkol almaktan kesinlikle kaçınmasını belirtmekte, hatta parfüm, sprey, ruj vs. gibi kimyasal kozmetik kullanmamasını dahi salık vermektedir. Çünkü annenin kendi beden ve akıl sağlığına zarar veren her şey, emzirmeyle bebeğine de sirayet ve etki edecektir. Yine bu kapsamda Hz. Peygamber’in (s.a.v) yasakladığı dövmeyi yaptıran annelerin, bebeklerini emzirmemesi, aksi takdirde zararın sütle bebeğe de tesir edeceği belirtilmektedir. Zira hem kendi canı emanet olan hem de kendisine başka bir canın emanet edildiği kul, hesabını Hesap Günü’nde vereceği çetin ve mühim bir mesuliyet altındadır. 117) Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma Hz. Peygamber (s.a.v), taun, cüzzam, veba gibi bulaşıcı hastalıklardan korunmayı ve sağlıklıların bulaşıcı hastalıklara yakalananlardan uzaklaşmayı vurgulamaktadır. Dolayısıyla bu hastalıkların olduğu bölgeye mikrobu kapmamak için girmeyi, içinde iken de salgının olduğu bu bölgeden başka yerlere ve insanlara mikrobu yaymamak için 372 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi çıkmamayı emretmiştir. Aksi takdirde akla ve şer`î nassa aykırı bir tasarruf işlenmiş olacaktır. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Bir yerde veba ve benzeri herhangi bir bulaşıcı hastalık olduğunu işittiğiniz zaman o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde böyle bulaşıcı bir hastalık varsa oralardan çıkmayınız”. Bu nedenle anne sütüne ve dolayısıyla bebeğe geçebilecek bulaşıcı mikrop ve bakterilerden korunabilmek için annenin bulaşıcı hastalıklı insanlardan ve insanların olduğu mekanlardan uzak durması ve dikkatli olması önemlidir. Sonuç “Andolsun, Allahın Res’ûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” Mü’minler için Cenab-ı Allah’ın “üsve-i hasene” olduğunu ifade buyurduğu Resulullah (s.a.v)’e göre; sarsılmaz bir iman demek olan “yakîn”den sonra insanın en değerli serveti sağlığıdır. Ancak bu değerine rağmen, insanların çoğunun bundan gafil oldukları da buyrulmaktadır. Sa glıgınönemini çok kez vurgulayan Hz. Peygamber (s.a.v), tababete ilmî bir hüviyet kazandırmıştır ki, bundan da İslam’ın bilimsel konulara verdiği ehemmiyet ortaya çıkmış olur. Bugün tıp bilimlerinin gösterdiği gelişmeler ve yarınki göstereceği gelişmeler, nebevî-tıbbî hadislerin daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamaktadır ve sağlayacaktır. Cenin daha anne karnındayken kendisine bahşedilen içgüdüyle parmağını emerek, doğumdan sonrasına prova yaptığı en ideal besin olan anne sütünün, şu an modern bilimin ispatladığı çocuğun ve annenin beden, akıl, ruh sağlığına yeri doldurulamaz faydaları vardır. Hem kendi, hem de yavrusunun canı ve saglıgı emanet verilmiş olan annenin yedigi, içtiği, işlediği günahı ve hatta düşündüğü şeylerin dahi kendisine ve çocuğuna tesir ettiğinin ve edeceğinin bilincinde olarak hareket etmesi gerekir. Bu da hakkında hesap vereceği, üzerindeki haklardandır. 373 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 374 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi HADİSLERDE TIBBİ BOYUT 375 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 376 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hz. Peygamberin Sünnetinde Tibbî Boyut Prof. Dr. Ali Osman Ateş Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Bir üstaddan okumadım yol nedir, erkan nedir? İlm-i zâhir okumadım, kalbdeki bürhân nedir? Ey beni var eden Hüdâm, cümle bilgi sendedir! Işk-Resûl düştü kalbe, hem yangınlık tendedir! Lâdikli Ahmed Hüdâî Hz. HZ. PEYGAMBER’İN BİLGİ KAY-NAKLARI Konumuz Tıbbu’n-Nebevî olunca, ister istemez Hz. Peygamber’in bilgi kaynaklarına göz atmamız gerekmektedir. İslâm Kelamcılarına göre, bilgi kaynakları, duyular, haber-i sâdık/doğru haber (vahiy) ve akıldır. Vahiy ise, kesin ve en güvenilir bilgi kaynağıdır. Burada kaydetmemiz gerekir ki, Peygamberlerin tek bilgi kaynağı vahiy olmayıp, kendilerine vahiy gönderilmeden önce Peygamberler de yaşadıkları toplumdaki diğer insanların sahip oldukları bilgilerden farklı bir bilgiye sahip değillerdi. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Ey Peygamber! İşte Biz, seni de buyruğumuzun ifadesi olan vahye mazhar kıldık. Oysa sen, bundan önce vahiy nedir, imân nedir bilmezdin.” “Senin arayış ve bocalayış içinde olduğunu görüp de, Rabbin sana vahiyle doğru yolu göstermedi mi? ” Bu durumda Peygamberimizin (sav) Tıp alanındaki bilgi kaynagı olarak karşımızaüç husus çıkmaktadır: a. Vahiy. b. Ya şadıgıçevre. c. Kendi tecrübesi. 118) Vahiy. 377 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Islâm düşüncesinde bilginin kaynağı, her şeyi yaratan Yüce Allâh’tır. Kur’ân’ın bildirdiğine göre, Yüce Allah’ın ilim sıfatı vardır, ilmi sonsuzdur ve her şeyi kuşatmıştır, O, her şeyi bilir. Denizler mürekkep olsa, Yüce Allah’ın ilmini yazmaya yetmez. O, insana kalemle yazma kabiliyeti vermiş, ona bilmediklerini öğretmiştir.Bu nedenle Peygamberlere verilen en temel bilgi vahiydir ve Peygamberleri diğer insanlardan farklı kılan da budur. Nitekim Yüce Allâh Hz. Âdem’i yarattığı zaman ona, tüm isimleri ve karşılıklarını öğretmiş, ona konuşma, düşünme, öğrenme, öğretme, varlıkları isimlendirme, onların mahiyet ve işlevlerini anlayıp kavrama kabiliyeti vermiştir. Yüce Allâh bu hususta Peygamberimize şöyle hitap etmiştir: “De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, fakat bana İlâhınız birdir diye vahyedilmektedir” Yine burada kaydetmeliyiz ki, Peygamber Efendimizin vahyi sadece Kur’ân’dan ibaret değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı âyetlerle, bir kısım hadisler, Peygamberimizin (sav) Kur’ân’ın dışında da bazı vahiyler aldığını göstermektedir. Nitekim hadis kaynaklarımızda, “Bana vahyedildi ki…”, “Cebrâil bana geldi ve dedi ki:…”, “Allâh, kalbime ilkâ ve ilham etti ki,…”, “Yüce Allâh buyuruyor ki…” diye başlayan bir çok hadis yer almaktadır. Ayrıca Cibrîl Hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil’in (as) Peygamber Efendimize insan suretinde gelip, “İmân nedir, İslâm nedir?, İhsân nedir?” diye sorular sorduğunu, Peygamberimizin verdiği cevapları doğruladıktan sonra çıkıp gittiğini, Peygamberimizin de (sav), “Bu gelen Cibrîl’dir ve insanlara dinlerini öğretmek için gelmiştir” buyurduğunu anlatan meşhur hadis bu konuda güzel bir örnektir. Bu konudaki diğer bazı örnekler de şöyledir: “Cibrîl, bana komşuya iyi davranmamı o kadar çok tavsiye edip durdu ki, neredeyse onu bana mirasçı kılacak sandım.” “Cibrîl bana her geldiğinde, mutlaka diş fırçalamayı tavsiye etti.” “Ey Kullarım! Ben, zulmetmeyi kendime nasıl haram kıldım ise, size de haram .kıldımÖyleyse birbirinize zulmetmeyiniz.” Yukarıda söz ettiğimiz âyet ve hadisler Peygamberimizin Kur’ân dışında da vahiy aldığını göstermektedir. Ayrıca, Peygamber Efendimizin Kur’ân dışında vahiy aldığını kabul etmek aklen zorunludur. Fakat burada bizim amacımız Peygamberimizin Kur’ân dışında vahiy alıp almadığını tartışmak değildir. Yüce Kitâbımız Kur’ân-Kerîm’in ve hadislerin ortaya koyduğu bazı hususlar vardır ki, bunlar Peygamberimizin yaşadığı zamanda insanlığın henüz keşfedemediği, bu nedenle o dönemden önce veya o devirde yazılmış olan kaynaklarda yer almayan, çağına göre çok ileri düzeyde bir takım bilgilerdir. Burada kaydetmeliyiz ki, uzun bir süredir Oryantalistler ve birtakım İslâm karşıtları yazdıkları kitaplarında, Peygamberimizin (sav) Yüce Allâh katından vahiy alan bir Peygamber olduğunu kabul etmemekte, Kur’ân-ı Kerîm’i çağında mevcut bir takım kaynaklardan yararlanarak kendisinin yazdığını öne sürmektedirler. Biz Müslümanlar için, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce Allâh’ın son Kitabı ve insanlığa son hitabı olduğunda, Hz. Muhammed’in (as) son Peygamberi olduğunda bir tereddüt yoktur. Ancak, bilim adına hareket ettiğini iddia eden oryantalistlerin de, Kur’ân ve hadislerde yer alan ve çağına göre 15 asır ilerde olan bazı bilgileri, Yüce Allâh’tan vahiy aldığını kabul etmedikleri Hz. Peygamber’in, yaşadığı çağda mevcut hangi kaynaktan aldığını kanıtlama zorunlulukları vardır. Kanaatimizce bilim ahlâkı bunu gerektirir. Söz gelimi, Kur’ân-ı Kerîm’de, “O, biri tatlı, diğeri tuzlu iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Fakat aralarında engel bulunduğu için bunlar birbirlerine karışmazlar. Böyleyken, Rabbinizin onca nimetinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” buyurulmakta ve Okyanus uzmanı Kaptan Jacques-Yves Cousteau’nun (1910-1997), 15 asır sonra keşfettiği bir bilimsel gerçeğe işaret 378 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi edilmektedir. Hz. Peygamber, bir deniz bilimci olmadığı halde, insanlık da on beş asır önce denizlerin derinliklerinde böyle keşifler ve araştırmalar yapabilecek araç-gereç ve donanıma sahip olmadığına göre, Hz. Peygamber Kur’ân’ın kaydettiği çağından on beş asır ileri düzeydeki bu bilgiyi Yüce Allâh katından almadıysa, hangi kaynaktan almıştır? Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allâh, yıldızların yerlerine and içmektedir: “Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” Konuyla ilgili araştırmalar yapan bilim adamlarına göre, yukarıda kaydettiğimiz âyetteki "Mevâkıı’n-Nücûm/yıldızların yeri" ifadesiyle, yıldızların konduğu yerler veya ak deliklerle kara deliklere işaret edilmektedir. Kur’ân’ın indiği dönemde, insanlık astrofizikte bugün sahip olduğu teknolojik imkanlara sahip değildi. Ne uzay teleskoplarıyla evrenin derinlikleri incelenmiş, ne insanoğlu aya ayak basmış, ne de göklere uydular gönderilmişti. İnsanlık, gökyüzündeki kuasar ve pulsarlardan, ak delik ve kara deliklerden, yıldızların son bulup kara deliğe dönüşmelerinden de habersizdi. Bir gök bilimcisi olmayan, elinde uzay teleskopları vs. imkanları bulunmayan Hz. Peygamber, Yüce Allâh katından vahiy almadıysa, yukarda kaydettiğimiz âyette yer alan insanlığın on beş asır sonra erişebildiği bilgiyi, dönemindeki hangi kaynaktan almıştı? Bir ba şkaâyette de Yüce Allâh, gökleri durmadan genişlettiğinden söz etmektedir: “Göğü kudretimizle Biz kurduk ve Biz onu genişletmekteyiz.” Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu 15 asır önceki bir dönemde indirilmiş olan yukarıda kaydettiğimiz âyette, evrenin genişlediğinden bahsedilmektedir. Halbuki 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hâkim olan görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüzde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koymuştur. fizikçi Alexander Friedmann ile evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesaplamışlardır. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlanmıştır. Amerikalı astronom Edwin Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetmiştir. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazanmıştır. Aslında bu gerçek, 20. yüzyılın büyük bilim adamlarından Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, bu husus Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır. Çünkü Kur’ân, Allâh'ın sözü ve Peygamberimizin Allâh katından insanlığa getirdiği en büyük mucizesidir. Eğer Kur’ân’ı Hz. Peygamber yazdıysa, insanlığın 20. asırda keşfedebildiği bu bilgiyi 15 asır önce hangi kaynaktan almıştır? Bunu kanıtlamak da elbette, O’nun (sav) Peygamberliğini red ve inkâr eden İslâm karşıtlarına düşen ahlâkî bir sorumluluktur. Yukarda kaydettigimiz hususları, Peygamber Efendimizin Tıbbu’n-Nebevî alanındaki bir kısım buyruklarının yaşadığı çağdaki Tıp bilgisine göre çok ileri düzeyde olması ve insanlığın bunları asırlar sonra keşfedebilmesi nedeniyle, bunların Kur’ân dışı vahiy kapsamında yer aldığı gerçeğine işaret etmek için kaydetmiş bulunmaktayız. Kaydetmeliyiz ki Hz. Peygamber’in (sav) Tıp alanındaki bazı buyrukları vardır ve yaşadıgıçağda mevcut hiçbir Tıp kaynağında bunlar yer almamaktadır. İnsanlık ise, o gerçeklere uzun asırlar sonra ulaşabilmiştir. Hz. Peygamber’in Tıp alanındaki buyruk ve tavsiyelerinin yaşadığı çağdaki Tıp kaynaklarında mevcut olup olmadığının tespiti, Hadis âlimleriyle Tıp Tarihi alanında çalışan Müslüman bilim adamlarımıza düşen bir görevdir. Gerçekten de, Hz. Peygamber’in Tıbbu’n-Nebevî kapsamında yer alan ve bilim tarafından doğruluğu kanıtlanmış olan bir takım buyruk ve tavsiyelerinin kendisinden önce veya yaşadığı çağdaki Tıp kaynaklarında yer aldığı kanıtlanamazsa, bunların 379 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kendisine (sav) Yüce Allâh tarafından bildirildiğini kabul etmekten başka çare var mıdır? Nitekim birçok konuda olduğu gibi Hz. Peygamber’in Hıfz-ı Sıhha /Koruyucu Hekimlik alanındaki buyruk ve tavsiyeleri, çağına göre çok ileri düzeydedir. Tarih boyunca ortaya çıkan ve insanlığı aciz bırakan veba salgınları burada hatırlanırsa, O’nun (sav) beden ve çevre temizliği, karantina vs. konulardaki buyruk ve tavsiyelerinin önemi elbette daha iyi anlaşılabilir. 119) Ya şadığıÇevreden Öğrendikleri Hz. Peygamber’in Tıp alanındaki tavsiyelerinin, yaşadıgı dönemde toplum tarafından bilinen ve uygulanan hususları kapsadığı Tıp Tarihi otoriteleri tarafından yazılı kaynaklara dayanılarak kanıtlanmışsa, elbette Hz. Peygamber’in bunları içinde yaşadığı toplumdan öğrendiği ve çağında geçerli olan Tıp bilgilerinden aldığı sonucuna ulaşılır. T ıp alanında Hz. Peygamber’in yaşadıgıçevreden öğrendiği hususlara güzel bir örnek olarak Gıyle uygulamasını burada kaydetmek istiyoruz. Kaynaklarımızdan Câhiliye devrinde Arapların "Gıyle" yaptıklarını öğrenmekteyiz. Gıyle, İmâm Mâlik (v. 179) ve bazı âlimlere göre, bir kimsenin emzikli hanımı ile cinsel ilişkide bulunmasıdır. Diğer bazı âlimlere göre de, hâmile kadının çocuğunu emzirmesidir. Arap hekimleri o zamanlar, bunun zararlı olduğunu söylemekteydi. Peygamberimiz'in (sav) bir hadislerinden, gıylenin o zamanlar Rumlar ve İranlılar tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. İslâm, gıyle uygulamasını tasvib etmiştir. Peygamberimiz (sav), önceleri gıyle uygulamasını yasaklamayı düşünmüş, ancak Rumlar ve İranlıların gıyle yaptıkları halde çocuklarına bir zarar gelmediğini tespit ederek, bundan vazgeçmiştir. Hz. Peygamber'in (sav), Rumlar'da ve İranlılarda da mevcut olan gıyle uygulamasını tasvib etmesi, O'nun, akıl, mantık, sağlık, ahlâk yönünden doğru olan Ehl-i Kitâb'a ait örf ve âdetleri tasvib ettiğini göstermektedir. Gıyle örneği, Hz. Peygamber'in, kendisinin Peygamberliğini kabul etmedikleri için öfkelenerek, Ehl-i Kitâb'ın her türlü inanç, ibâdet ve uygulamalarını reddettiğini, onlara muhalefet için bunların zıddını emrettiğini ileri süren müsteşriklerin görüşlerinin yanlışlığını ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber’in (sav) ya şadıgıçevreden öğrendiği tıp bilgisine bir örnek olarak da, kendi zamanında sağlığı korumak için bir tedavi metodu olarak uygulanan hacâmat/kan aldırmayı gösterebiliriz. Kaynaklarımızda yer alan hadislerden, bizzat Hz. Peygamberin de hacamat yaptırdığını ve tedavi amacıyla hacâmatı arkadaşlarına tavsiye ettiğini öğrenmekteyiz. 120) Kendi Tecrübesi Hz. Peygamber’in bilgi kaynakları arasında, kendi tecrübesinin ürünü olan hususlar da vardır. Tıbbu’n-Nebevî alanında da durum böyledir. Ancak Hz. Peygamberin (sav) Tıbbu’n-Nebevî kapsamında yer alan buyruklarının, vahiy kaynaklı olup olmadığı veya içinde yaşadığı toplumdan öğrenilip öğrenilmediği ya da kendi tecrübesinin ürünü olup olmadığı hususlarının tespiti için, Hadis âlimlerimizle Tıp Tarihçisi bilim adamlarımızın ortaklaşa ciddî araştırmalar yapması gerekmektedir. Kanaatimizce Hz. Peygamber’in kendi tecrübesinin ürünü olan tıp bilgisi konusunda, ilk önceleri izin verdiği dağlama yoluyla tedaviyi, yaralı ve hastalara çok ızdırap verdiği için daha sonra yasaklamasını örnek gösterebiliriz. Sevgili Peygamberimiz (sav), Hendek Savaşı’nda kol damarından yaralanan Ubey b. Ka’b’ı (ra) dağlayarak tedavi etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a), Hendek savaşında kolundan yaralanan Ensâr’ın büyüklerinden Sa'd b. Muaz'ı (ra) da tedavî amacıyla iki kez dağlamıştır. Ancak Sa’d b. Mu’âz (ra) kurtarılamamış, yarası tekrar açıldığı için kan kaybından şehit olmuştu. Sevgili Peygamberimiz (sav), çok sevdiği bu büyük sahâbînin 380 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dağlamadan dolayı çok ızdırap çektiğini görünce, daha sonraları ümmetine dağlama yoluyla tedâviyi yasaklamıştır. HZ. PEYGAMBERİN ASL’Î GÖREVİ Açıktır ki, Hz. Peygamber’in aslî görevi risâlettir. Burada kaydetmeliyiz ki, dünya tarihi bir bakıma Peygamberler tarihidir. Peygamberlerin gönderiliş nedeni incelendiğinde ise, karşımıza temel bir sebep çıkmaktadır: Ahlâk bozukluğu! Bunun dışındaki hiçbir sebep, o topluma Peygamber gönderilmesine neden olmamıştır. Sadece ahlâk bozukluğu ve bunun toplumda hayat tarzı haline gelmesi, o topluma Peygamber gönderme sebebi olmuştur. Çünkü ahlâken bozulan toplum dengeleri, sadece ilâhî kaynaklı güçler yardımıyla yeniden kurulabilmektedir. Peygamberimizin (sav) insanlığa gönderiliş sebebi de, kendi ifadeleriyle güzel ahlâkı tamamlamak, insanlığın iç mimarisini ıslâh etmektir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in aslî görevi, risâlettir. Eğer Hz. Peygamber’e (sav), Peygamber olmadan önce uğraştığı ticaretin dışında bir meslek aranırsa, O’nun (sav) mesleği manevî hekimliktir, denilebilir. Nitekim O (sav), ömrü boyunca kişi ve toplumdaki manevî hastalıkların tedavisiyle uğraşmış, yoldan çıkıp sapıtmış bir toplumu hidayete eriştirmek için 23 yıl mücadele etmiş, bir Tabîbü’lKulûb/Gönüller Sultanı’dır. 121) Hz. Peygamber’in Mesle .ği Hekimlik Değildi Yukarda işaret ettigimiz gibi Hz. Peygamber’in (sav) meslegi hekimlik degildi, Nitekim kendisine Peygamberlik verilmedenönce ailesini geçindirmek için ticaretle uğraşmıştı. Doğup büyüdüğü Mekke, tarıma elverişli bir yer olmadığı için mensubu olduğu Kureyş kabilesi ticaretle uğraşmaktaydı. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa işaret edilmektedir. Mekke’nin reisi ve Peygamberimizin dedesi Hâşim, komşu devletlerle ticari anlaşmalar yapmıştı. Dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra himayesini üstlenen amcası Ebû Tâlib de, diğer Kureyşliler gibi ticaretle uğraşıyordu. Peygamberimiz de, kendisine meslek seçeceği zaman, amcası Ebû Tâlib’in desteğiyle bu yolu tutmuştu. Bu maksatla 12 yaşlarındayken amcasıyla ticaret yapmak için Suriye’ye gitmişti. 25 yaşlarındayken de, amcası Ebû Tâlib’in tavsiyesiyle Mekke’nin itibarlı ve şerefli kadınlarından Hz. Hatice ile ortaklık kurmuş, onun kölesi Meysere ile ticaret amacıyla Suriye’ye gitmişti. Kendileri Peygamber olduktan sonra ise, ashâbına hekimliğin uzmanlık gerektiren bir meslek olduğunu bildirmiş, bu konuda bilgisi ve uzmanlığı olmayanların hekimlik yapmamasını istemiş, bu konuda şöyle buyurmuştu: "Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebep olacağı zararı öder." 2. Hz. Peygamber Döneminde Hekimler Yukarda kaydettigimiz hadisten de anlaşılacagı gibi, Rasûlullâh (sav), “Ben Peygamberim, her şeyi bilirim, hastaları da tedavi ederim” dememiş, Tıp ilminin uzmanlık gerektiren bir meslek olduğunu vurgulamış, hastalanan arkadaşlarını el-Hâris b. Kelede gibi zamanın meşhur hekimlerine göndererek tedâvî ettirmiştir. Kaynaklarımızda yer alan bilgilere göre el-Hâris b. Kelede b. Amr b. İlâc b. Ebû Seleme es-Sekafî (ö. 13/634), Câhiliye ve İslâm dönemlerinde yaşayan bir Arap hekimi olup, Tâif’te doğmuştur. Sakīf kabilesine mensuptur. Doğu ve Batı tıbbının buluştuğu en önemli merkez olan İran’ın Hûzistan bölgesindeki Cündişâpûr Tıp Okulu’nda tahsil gördükten sonra, bu ülkede bir süre hekimlik yaparak önde gelen devlet büyüklerini tedavi edip üne kavuşmuştur. el-Hâris b. Kelede’nin Tâif’e döndükten sonra Yemen’e gittiği ve bir süre orada hekim olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in (sav) onun hekimliğine güvendiği, hastalanan sahâbîlere tavsiye ettiği, Vedâ Haccı sırasında kalbinden rahatsızlanan Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı ziyarete gittiğinde bizzat kendisinin Hâris b. Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği bilinmektedir. Nitekim konuyla ilgili olarak 381 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi meşhur hadis âlimlerimizden Ebû Dâvud, şu hadisi rivayet etmiştir: “Sa’d İbn Vakkâs hastalanmış, Hz. Peygamber de, (sav) ziyaretine gitmişti. Resûlullâh (sav), Sa’d'ı evinde hasta yatar görünce: "el-Haris bin Kelede'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin." buyurmuştur. Hz. Peygamber (sav), Tıp alanında uzman alan kadın hekimlerin de mesleklerini uygulamalarına engel olmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde, tıp konusunda bilgili ve yetenekli bazı kadınların bu alanda uğraş verdikleri bilinmektedir. Kaynaklarımızda yer alan bilgilere göre, aralarında Hz. Fâtıma’nın da bulunduğu 14 kadın sahabi Uhud Savaşına katılmış ve yaralıları tedavi etmişlerdir. Hendek Savaşı sırasında Medine’de Hz. Peygamber’in Mescidi’nde kurulan hastane çadırında, o zamanın meşhur kadın hekimlerinden Kuaybe bint Sa’d, savaşa katılan hasta ve yaralıları tedavi etmiştir. Aynı kadın hekim, bu savaşta kolundan mızrakla yaralanan büyük sahâbi Sa’d b. Muâz’ı da tedavi etmiş, ancak yarası çok ağır olduğu için kurtarılamamıştır. Rufeyde (ra) isimli hanım sahâbî ise, İslâm tarihinde hemşire ve doktor ilk kadın olarak kabul edilmektedir. Ümmü Sinân ve Ümmü Zeyd adlı kadın sahâbiler ise, Hayber savaşına katılarak yaralıları tedavi etmişlerdir. Esmâ b. Umeys ve Şifâ bint Abdillâh adlı hanımlar da dönemin kadın hekimlerinden olup, erkek olsun kadın olsun tüm hasta ve yaralı sahabîleri tedavi etmişlerdir. Esmâ bint Umeys (ra) adlı kadın hekim, Hz. Peygamber’in vefâtı sırasında yanındaydı ve elini Hz. Peygamber’in iki omuzu arasına koyarak muayene etmiş ve orada bulunanlara Hz. Peygamber’in vefat ettiğini haber vermişti. HZ. PEYGAMBER:İN SAĞLIĞI KORU-MA KONUSUNDAKİ BUYRUKLARI’ Islâm, ruh ve beden sağlığına önem veren bir dindir. Yüce dinimiz İslâm’ın getirmiş olduğu ibadetlerin, insanın hem beden hem de ruh sağlığının korunmasına yönelik önemli katkıları vardır. Burada bu konuda ayrıntılara girmek, kısa bir tebliğin sınırları içinde elbette mümkün değildir. Ancak, Mü’minlerin mirâcı ve Yüce Yaratıcımız olan Allâh (CC) ile buluşmaları olan namaz ibadeti hakkında birkaç cümleyle duygularımı paylaşmak istiyorum. Namaz, insan ruhunun manevî gıdası olduğu kadar, beden sağlığı açısından da son derece faydalı bir ibadettir. Namaz, insan vücudundaki tüm eklemleri harekete geçiren, bütün organlarını çalıştıran bir işleve sahiptir. Namazda, ellerimiz, ayaklarımız, kollarımız, omuzlarımız, dizlerimiz, ayaklarımız, parmaklarımız, boynumuz, kısacası tüm eklem yerlerimiz ibadet amacıyla harekete geçmektedir. Elbette, spor amacıyla namaz kılınmaz; namaz Yüce Allâh’ın rızası için, O’na kulluk maksadıyla kılınır. Namaz, İslâm’ın en önemli ibadetidir. Ancak onun yukarda saydığımız ruh ve beden sağlığı açısından faydalarını da göz ardı etmemeliyiz. Burada kaydetmeliyiz ki yüce Dinimiz İslâm’a göre sağlığı korumak farzdır. Bilindiği gibi bedenimiz, Yüce Allah’ın bizlere verdiği bir emanettir. Bu nedenle hiçbirimiz, vücudumuzun gerçek sahibi değiliz. İnsanın görevi de, kendisine emanet olarak verilen vücudunu korumaktır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav), sürekli olarak her gün nafile oruç tutup, geceleri devamlı şekilde nafile namaz kılan, bu sebeple istirahat edip uyku uyumayan, beslenmesine dikkat etmeyen ashâbından Osmân b. Maz’ûn gibi kimseleri bu konuda uyarmıştır. Hz. Âişe (ra), bu hususta şöyle nakletmektedir: “Resûlullah (sav,) şöyle buyurdu: "Ey Osmân! Bil ki ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de. Ey Osmân! Allah'tan kork, zira ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl, uykunu da al." Görüleceği üzere kişinin sağlığını koruması ve kendisine zarar verecek tehlikelerden uzak durması farzdır. Bu yüzden insan vücuduna zarar veren gıdaları tüketmek haramdır. Hasta olan bir Müslümanın da, tedavi olması gerekir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav): “Yüce Allah, hiçbir hastalık indirmemiştir ki onun çaresini de indirmiş olmasın, ey Allâh’ın kulları tedâvî olunuz” buyurmuştur. Bu hadis, Hadis kitaplar382 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ımızdaki “Kitâbu’t-Tıbb” bölümlerinin ilk hadisi olarak yer almaktadır. Hadis âlimlerinin yaptığı bu tercih, elbette çok anlamlıdır. Ancak burada Sevgili Peygamberimizin (sav) haram şeylerle tedâvî olmayı yasakladığını da kaydetmemiz gerekmektedir. Peygamber Efendimizin (sav) konuyla ilgili bir başka hadisi de şöyledir: " İki nimet vardır ki, insanlarınçoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit." HZ. PEYGAMBER VE KORUYUCU HEK:İMLİK Hz. Peygamber’in koruyucu hekimlik kapsamında yer alan bazı buyruk ve tavsiyeleri vardır ki, bunlarınönemi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in (sav), koruyucu hekimlik alanındaki buyruklarına bazı örnekler vermek istiyoruz: 122) Beden Temizli ği Hz. Peygamber (sav), beden temizli gineçok önem vermiştir. Burada hemen kaydetmeliyiz ki, yüce dinimiz İslâm’ın ibâdet etmek için zorunlu kıldığı hadesten ve necâsetten tahâret konusundaki buyruklarının insan sağlığı açısından gerekliliği, her akıl ve vicdan sahibi kişinin takdir edeceği bir konudur. Abdest ve guslün faydası ve insan sağlığı açısından önemi de, elbette tartışmasızdır. Açıktır ki, beden temizliğinin insan sağlığı açısından önemi konusu, günümüzde herkes tarafından kabul edilen bir husustur. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) bu konudaki bazı buyrukları şöyledir: “Yüce Allah temizdir, temiz olanı sever, şu halde etrafınızı temizleyiniz." “Temizlik imanın yarısıdır." "Her Müslümanın yedi günde bir yıkanması, Allah'ın onun üzerinde hakkıdır." 1.1. El ve ağız temizliği Sevgili Peygamberimiz (sav), el ve a gız temizligineçok önem vermiştir. Beden sağlığının korunması için, el ve ağız temizliğinin önemi çok açıktır. Ağız, vücuda açılan bir kapıdır, ellerimiz ise beslenmemizi sağlayan çok önemli bir organımızdır. Nitekim günümüzde hastanelerimizin duvarlarında, “Tehlike Ellerinde” şeklinde halkımızı uyaran yazılar vardır. El ve ağız temizliğinin sünnet oluşu, bu açıdan çok anlamlıdır. Sevgili Peygamberimizin bu konudaki bir hadisi şöyledir: Selman’dan (r.a) şöyle rivayet olunmuştur; dedi ki: “Ben Tevrat'ta, ‘Yemeğin bereketi, yemekten önce elleri ve ağzı yıkamaktır’ (sözünü) okumuştum. Bunu Hz. Peygamber’e (sav) anlattım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Yemeğin bereketi yemekten önce elleri, yemekten sonra da elleri ve ağzı yıkamaktır." buyurdu. 1.2. Dişleri fırçalamak. Sevgili Peygamberimiz (sav), a gız ve diş saglıgınaçok önem vermişlerdir. Onun (sav), on beş asır önce ağız ve diş sağlığına önem vererek, bu konuda ölümsüz buyruklar ortaya koyup bunu ümmetine sünnet kılması, günümüzde insanlığın sahip olduğu üniversitelerinde Diş Hekimliği Fakülteleri kurma noktasına gelmesi açısından değerlendirilirse, gerçekten çok anlamlıdır. Peygamber Efendimizin diş fırçalamayı emreden meşhur hadisi şöyledir: “E ğerümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, onlara her namaz için abdest almalarını ve her abdestte dişlerini fırçalamalarını emrederdim.” Hadis âlimlerimizden Ahmed b. Hanbel, yukarıdaki hadisi, “Ümmetime diş fırçalamayı farz kılardım” şeklinde nakletmiştir. Bu konudaki diger hadisler de şöyledir: 383 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi “Cibrîl bana her geldiğinde, mutlaka diş fırçalamayı tavsiye etti.” “Misvak kullan ,ınçünkü misvak ağzı temizler." Yukarda kaydetmi السواك,ş oldugumuz hadislerinde Hz. Peygamber (sav) es-Sivâk kelimesini kullanmışlardır. Es-Sivâk, dişleri ovmak, fırçalamak anlamına gelir. Misvâk kelimesi de buradan türetilmiştir, dişleri ovma ve temizleme aracı/aleti anlamına gelir. Hz. Peygamber (sav) konuyla ilgili hadislerinde السواكes-Sivâk kelimesini kullandıkları için, bu konuda sünnet olan husus, dişlerin fırçalanıp temizlenmesi işlemidir. Sevgili Peygamberimizin zamanında diş temizliğinin, erak, hurma, zeytin, cerîd gibi çeşitli lifli ağaçlardan yapılan misvaklarla/fırçalarla yapıldığını öğrenmekteyiz. Bazı hadislerde Peygamber Efendimiz tarafından diş temizliğinde kullanıldığı nakledildiği için, erak ağacından yapılan misvak, halkımız arasında meşhur olmuştur. 1-2 metre yü kseklikte, dikensiz bir çalı veya ağaççık biçiminde olan Erak ağacı, Kuzey Afrika, Sudan, Mısır’ın Saîd bölgesi, Arap yarımadası, İran ve Hindistan’ın ekvatoral bölgelerinde yetişmektedir. Nitekim Ebu Hayra es-Subâhî’den (r.a.) nakledilen bu konudaki bir hadis şöyledir: “Biz bir topluluğun içindeyken Rasûlullâh (sav) yanımıza geldi. Bizlere misvak olarak kullanmamız için, erak ağacının dallarını verdi. Biz de: ‘Ya Rasûlallâh, biz cerîd ağacını kullanıyorduk. Bundan sonra senin verdiğin bu ağacı kullanacağız’ dedik.” Sevgili Peygamberimizin (sav), erak agacından yapılan misvak dışında, zeytin agacından yapılan misvakı da tavsiye ettigini görmekteyiz: “Mübarek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvak ne güzeldir. O benim ve benden önceki Peygamberlerin misvakıdır.” Zeytin agacından yapılan misvakla ilgili olarak yukarda kaydettigimiz hadis, agız ve diş temizliginin tarihte ilk defa Peygamber Efendimizin Sünneti’nde ortaya konmadığını, aksine önceki Peygamberlerin sünnetinde de yer aldığını göstermektedir. Nitekim bu konudaki bir başka hadis şöyledir: “Dört şey Peygamberlerin sünnetlerindendir; hayâ, güzel koku, nikâh ve misvak kullanma.” Ayrıca Hz. Peygamber’den (sav) nakledilen bazı hadislerde de, misvak kullanmak fıtrattan olan şeyler arasında sayılmıştır. Islâm âlimleri tarafından, bu hadislerde geçen fıtrat kelimesine genellikle “âdet ve sünnet” anlamı verilmiştir. İbnü’l-Esîr fıtratı, “geçmiş Peygamberlerin ve şeriatların üzerinde ittifak ettikleri, Müslümanların yapmaları gereken dinî esaslar” şeklinde açıklamıştır. Sonuç olarak kaydetmeliyiz ki, diş temizliği sünnettir. Sevgili Peygamberimizin (sav) bu konudaki buyruklarının amacı da (Mekâsıdü’s-Sünne), ağız ve diş temizliğinin sağlanmasıdır. Sevgili Peygamberimiz bu konuya çok önem vermiş ve o çağda bu işlem için kullanılan en iyi alet olan misvakla dişlerini temizleyip fırçalamıştır. Bunun için de, bölgede yetişen Erak ağacından yapılan misvak kullanmıştır. Kendisine, zeytin ağacından yapılmış misvak da armağan edilmiş, onu da severek kullanmıştır. Bu nedenle eğer Peygamber Efendimiz günümüzde yaşasaydı, dişlerini temizlemek için çağımızda hijyen şartlarına uygun olarak helal malzemeden üretilen diş fırçalarını da kullanacağı kanaatinde olduğumuzu belirtmek isteriz. 2. Yeme-İçme Âdâbı Sevgili Peygamberimizin yeme-içme adâbı konusunda da, ümmeti için sünnet olan bazı buyrukları vardır. Bu konudaki bazı tavsiyeleri şunlardır: 2.1. Sofradan doymadan kalkmak. 384 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Sevgili Peygamberimiz, ümmetine sofradan doymadan kalkılmasını tavsiye etmiştir. Bunun sağlık açısından önemi açıktır. Uzmanlar, yiyeceklerin fazla miktarda tüketilmesinin, sindirim, solunum, dolaşım, boşaltım gibi pek çok sistemi olumsuz yönde etkilediğini, çok fazla yiyerek mideyi doldurmanın, mide gerginliği ve tansiyonunun yükselmesine, aşırı yemek sonrasında kalbe daha fazla yük binmesine ve kalp krizi riskinin artmasına yol açtığını söylemektedirler. Ayrıca midenin, sindirim için gerekli salgıları üretmesi açısından da bir kerede fazla yemek yenilmemesi gerekir. Vücudun ihtiyacından fazlasını yemenin en büyük zararı, vücudun yağlanmasıdır. Yağlanma sadece deri altında olmaz, iç organlar, böbrekler ve kalp de yaglanır. Yaglanan bir kalp ise kesinlikle iyiçalışamaz ve tehlike unsuru olur. Sevgili Peygamberimizin (sav) bu konudaki buyrukları şöyledir: “Mümin karnını tamamen doyurmaz." "Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın." “İki kişinin yiyeceği üç kişiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” “Ey Ebû Zer! Yemeği ve konuşmayı azalt ki, Cennet’te benimle beraber olasın.” “Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” 2.2. Su içme şekli. Sevgili Peygamberimiz suyun üç nefeste, yavaş içilmesini tavsiye etmişlerdir. Bu konudaki hadisler şöyledir: "Resûlullâh(sav), suyu üç solukta içerdi. Kendileri, ‘Muhakkak ki, böylesi daha kandırıcı, zararsız ve boğazdan daha kolay akıcıdır’ buyurmuşlardır." “Devenin içtiği gibi, suyu bir nefeste içmeyiniz. Bardağı her defasında ağızdan uzak tutarak iki veya üç nefeste içiniz. İçerken besmele çekiniz, içtikten sonra da ’Elhamdülillah’ deyiniz.” 2.3. So .ğuyuncaya kadar sıcak şeyler yemenin yasaklığı Yapılan araştırmalara göre, yemeği sıcak yemenin mide kanseri riskini artırdığı, aynı riskin, gırtlak ve boğaz kanseri için de geçerli olduğu, ağız yaralarının ve aftların temel sebebinin de çok sıcak yemek ve içmek olduğu, aşırı sıcak yiyecek ve içeceklerin, ağız, boğaz ve mide dokularının yapısını bozduğu tespit edilmiştir. Yine, sıcak yiyeceklerin gereksiz biçimde kanlanmayı artırdığı, dolaşım sistemini bozduğu, ödeme sebep olduğu ve bedenin zarar gördüğü de bilimsel gerçeklerdendir. Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle bir hadis nakledilmiştir: Muâviye b. Hadîc’den (ra). “Peygamberimiz (sav), soğuyuncaya kadar sıcak yemekten yemeyi yasakladı.” HASTALIKLARIN ÖNLENMESİ VE TEDÂVÎ YÖNTEMLERİ: 123) Karantina uygulamas ı Tarih boyunca insanları tehdit eden, toplu ölümlere sebep olan veba (tâûn), humma, sıtma ve çeşitli viral hastalıklardan milyonlarca kişi ölmüştür. Önceki yüzyıllarda başgösteren kitle salgınlarını insanlık her zaman dehşetle hatırlamıştır. İnsanlığın, asırlarca devam eden denilen veba salgınlarında milyonlarca kayıp verdiği ve kara ölüm dediği bu toplu ölümler karşısında aciz ve çaresiz kaldığı göz önüne alınırsa, İslâm Peygamberi’nin (sav) bu konudaki buyruk ve tavsiyelerinin değeri net 385 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bir biçimde ortaya çıkar. Nitekim O (sav), günümüzde modern Tıp tarafından uygulanan karantina tedbirlerinin uygulanmasını on beş asır önce ashâbına emrederken, Hititler Tanrı’larını kızdırdıklarını düşünerek, vebadan kurtulmak için putlara adaklar sunuyordu. Bazı Tarihçiler, Hititlerin yıkılışının veba salgınından olduğunu söylemektedirler. Yahudiler, vebayı Tanrı’nın gazabı sayıyordu. Yahudiler, veba salgınından korunmak için sunaklarda kurbanlar sunarak, Allah'tan bağışlanma dilerlerdi. Hıristiyanlar ise, vebadan kurtulmak için azizlere sığınıyor, onların kullandıkları eşyaları şehir şehir dolaştırıyorlardı. Hıristiyan din adamları hekimlik işini üstlenerek, haçlar, mumlar, şeytan çıkarma ayinleriyle salgını tedavi etmeye çalışıyorlardı. Tanrı'nın öfkesini yatıştırmak için en çok başvurulan yollardan biri de, salgına sebep oldukları düşünülen Yahudiler'i öldürmekti. Bu anlamda Orta Çağ karanlığındaki Batı toplumlarında "vebalıların yakılması", "cadı" ve "Yahudi avı" meşhurdur. Sevgili Peygamberimizin (sav), bula şıcı hastalıklarınönlenmesi amacıyla karantina tedbirlerinin uygulanmasını tavsiye eden bazı hadisleri şöyledir: “Abdurrahmân b. Avf (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim: “Bir yerde tâûn olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde ortaya çıkacak olursa, tâûndan kaçmak için olduğunuz yerden dışarı çıkmayınız” . Aynı konudaki bir hadis de Usâme b. Zeyd’den (ra) nakledilmiştir. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz (sav), tâûn çıkan bir memlekette bulunan kimseye, Allah’ın takdir ettiği şeyin meydana geleceğini bilip, sabrederek oradan dışarı çıkmadığı takdirde, şehit sevabı verileceğini haber vermişlerdir. Sevgili Peygamberimiz bir başka hadislerinde ise, "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız" buyurmuştur. Hz. Peygamber (sav), bulaşıcı hastalıklardan korunma konusunda sadece insanlara yönelik tavsiyelerde bulunmamış, hayvanların da bu tür hastalıklardan korunması hususunda buyruklar ortaya koymuştur. Nitekim Ebû Hureyre’den (ra) nakledilen bir hadislerinde; “Hasta deveyi, sağlam devenin yanına koymayınız” buyurmuştur. 124) Hacâmat/ Kan Aldırmak: Hacamat, koruyucu hekimlikte ve bazı hastalıkların tedavisinde uygulanmış bir tedavi metodudur. Hacâmat, Arapça “hacm” kökünden türetilmiş olup, emmek anlamına gelir. Hacamat yaptırmaya ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı aletlere de mihcem/mihceme denilir. Kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak Eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok hastalığın tedavisinde vücuttan kan alma yoluna gidildiği bilinmektedir. Hacâmatın sistemli olarak ilk kez Eski Mısır’da kullanıldığına dair bilgiler mevcuttur. Bilinen en eski tıp metni olan Eski Mısır Eber Papirüslerinde (M.Ö. 1550), hacâmatla ilgili tasvirlere rastlanmaktadır. Modern tıbbın babası sayılan Hipokrat (M.Ö. 460–377) ile Yunan tıbbının büyük hekimi Galen (M.S. 131-210) hacâmattan bahsetmişlerdir. Hipokrat ve Galen (Câlinûs) gibi Eskiçağ’ın ünlü hekimlerinin tavsiyesiyle bütün dünya asırlarca hastadan kan almayı en güvenilir tedavi yöntemi diye kabul etmiştir. Hz. Peygamber (as) döneminde, hacâmatın, sağlığı korumak için başvurulan bir tedavi metodu olduğunu, bizzat Peygamberimizin de hacâmat yaptırdığını ve arkadaşlarına tavsiye ettiğini bilmekteyiz. Bu konudaki bazı hadisler şöyledir: Hz. Peygamber (sav), Ebû Taybe adında bir kimseye başından kan aldırmak suretiyle hacâmat yaptırmış, ücretini ödeyerek şöyle buyurmuştur: “Hacamat/(kan aldırma, sizin için en iyi tedavi yollarından birisidir.” 386 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ebû Kesbe el-Enmârî (r.a.): “Resulullah’ın başından ve iki omuzu arasından hacâmat yaptırdığını ve ‘Kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilâçla tedavi olmasa da zarar görmez’ buyurduğunu haber vermektedir.” Enes (r.a.) de, Resûlullah’ın (sav), boynunun iki tarafı ile iki omuzunun arasından kan aldırdığını haber vermektedir. İbn Abbâs (ra) ise, “Resûlullah’ın Mirâc gecesinde, meleklerden oluşan bir cemaate her uğrayışında meleklerin kendisine, ‘Hacâmat olmaya/kan aldırmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!” dediklerini” nakletmiştir. "Peygamber Efendimiz (sas) baş ağrısından şikâyet eden bir kimseye kan aldırmasını tavsiye etti." 125) Toprak ve tükürükle Tedâvî. Kaynaklarımızda yer alan bazı hadislerde Sevgili Peygamberimiz’in (sa) toprak ve tükürükle tedavî yoluna başvurduğu anlatılmaktadır. Konuyla ilgili olarak Hz. Âişe’den (ra) şöyle bir hadis nakledilmektedir: “Bir kimse rahats ızlandığı zaman, yahut birçıban veya yarası olduğunda, Rasûlullâh (sav) parmağını şöyle koyar, (Râvî Süfyân kendi şehâdet parmağını yere koyarak Peygamberin bu fiilini göstermiştir), sonra parmağını kaldırır ve: ‘Allâh’ın adıyla bazımızın tükürüğü ile şu arzımızın toprağı, Rabbimizin izniyle hastamıza şifa verilmesi içindir’ derdi.” Hadis âlimlerinden en-Nevevî, ( تربة ارضنا/Bizim arzımızın toprağı) lafzıyla âlimlerin çoğuna göre bütün toprakların, bazılarına göre ise Medine toprağının kastedildiğini söylemiştir. Yine en-Nevevî’ye göre, hadiste geçen ( بريقة بعضنا/Bazımızın tükrüğü) ifadesiyle de sadece Hz. Peygamber kastedilmiştir. Konuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir: “Hz. Peygamber (sav), Hayber Sava şı’nda sancağı kendisine vermeküzere Hz. Ali’nin gelmesini istedi. Ancak sahâbîler, ‘Yâ Rasûlallâh! Ali gözlerinden rahatsızdır’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber haberci göndererek Ali’yi (ra) çağırttı. Hz. Ali gelince de, Ali’nin gözlerine tükürdü ve ona duâ etti. Ali de sanki gözlerinde hiç ağrı olmamışcasına iyileşti. Rasûlullâh da, sancağı ona teslim etti.” Hz. Peygamber’in toprak ve tükürükle tedâvî yaptığını bildiren yukarda kaydetmiş olduğumuz hadisler, İslâm karşıtlarına Hz. Peygamber’e saldırmak için malzeme olmuştur. Hz. Peygamber (sav), yukarda kaydettiğimiz hadislerde söz konusu edilen toprakla veya tükürükle tedâvîyi kimseye tavsiye etmemiştir. Ayrıca hadiste Hayber Savaşı gibi olağanüstü şartlarda cereyan eden bir olaydan söz edilmektedir. İlginçtir ki, hadiste anlatılan olay hakkında Hz. Ali’den bir hadis nakledilmemiştir. Hadisi nakleden Sehl b. Sa’d (ra) ise, Hayber savaşında 12 yaşlarında bir çocuktu. Peygamber Efendimiz çocukları savaşa götürmezdi, o nedenle hadisi rivayet eden Sehl b. Sa’d (ra) olay cereyan ettiği zaman görgü tanığı olarak Hayber’de bulunmamış, konuyu başkalarından öğrenip nakletmiştir. Bu sebeple ilgili hadis, olay hakkında kapsamlı ve doyurucu bilgi ihtiva etmemektedir. Günümüzde Tıp biliminin tedâvîde kullandığı ilaçların bitkisel, hayvansal kökenli olduğu, bazı inorganik maddelerin, radyoaktif elementlerin ilaç olarak kullanıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Gerek bitkiden, gerekse hayvandan elde edilsin, gerek inorganik maddelerden, gerekse radyoaktif elementler arsından seçilsin, kullanılan tüm ilaçların sonuç itibariyle toprak kökenli olduğu açıktır. Çünkü bitkilerin kökleri topraktadır. Hayvanların beslenme kaynağı da yine topraktır. İnorganik maddeler de, radyoaktif elementler de topraktan, maden387 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi lerden elde edilmektedir. Tükürük ise, duru, alkali, biraz yapışkan, ortalama %95 su, %3 organik madde ve %2 madeni maddeden (alkali madenlerin klorürleri, fasfatları ve bikarbonatları) oluşan bir sıvıdır. Tükürük, sindirime yardımcı olan Pityalin adlı bir enzimle, dezenfektan etkisi gösteren, dolayısıyla ağzı enfeksiyonlardan koruyan Lizozim adlı bir kimyasal madde içermektedir. Bu yüzden tükürüğün, hafif bir antiseptik olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber’in agız ve diş saglıgı konusundaki hayranlık verici buyruklarını birazönce kaydetmiş bulunmaktayız. Sevgili Peygamberimiz (sav), ağız ve diş sağlığı bakımından arkadaşlarının arasında mükemmel durumda olan bir insandı. Kendisinin bir çürük dişinin olduğundan veya herhangi bir dişinin ağrıdığından bahseden bir hadise rastlanılamamıştır. Hadiste söz konusu edilen toprağın da elbette, kirli, insan sağlığı açısından zararlı, mikrop ve bakteri yatağı yara ve çıbanları azdırıp, iltihaplanmalara sebebiyet verecek nitelikte olmadığı açıktır. Hz. Âişe tarafından Hz. Peygamber’den (sav) nakledilen ilgili hadisteki ifadeyi, “Tükürük ve toprak, şu hastalıklara kesin bir ilaçtır” şeklinde anlayamayız. Bunun yerine gerek tükürük, gerekse toprak hakkında yukarda kaydedilen hususları göz önüne alarak, Hz. Peygamber’in (sav) bu sözünü genel anlamda bir irşad, bir yol gösterme olarak kabul etmemiz gerekir. Kısacası Hz. Peygamber, çıban ve yaraların, iltihâbî rahatsızlıkların ilacının topraktan elde edilebileceğine, bunun için çalışılması gerektiğine işaret etmişlerdir. Tükürüğün, dezenfektan ve antiseptik etkisi olduğunu, koruyucu fonksiyonu bulunduğunu, ağız ve diş sağlığımıza dikkat etmemiz gerektiğini, birçok hastalıkların buna önem vermememizden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Yine O (sav), kimseye rastgele yerlerden toprak alarak, tükürükle karıştırın, bilgisizce yara ve berelere koyun dememiştir. İşte yukardan beri anlatmaya çalıştığımız tüm bu nedenlerden dolayı, İslâm karşıtlarının bu konudaki iddialarına katılmak mümkün gözükmemektedir. 126) Psikolojik Tedâvî / Rukye. Islâm, insanın beden ve ruhtan meydana gelen bir bütün olduğunu, beden ve ruhun işleyiş açısından ayrılmaz bir konumda bulunduğunu, ruhun beden üzerinde maddi sonuçları görülebilen tesirlerinin gözlenebildiğini; tam bir tedavinin beden ve ruha birlikte hitap etmekle mümkün olabileceğini öngörmektedir. Bu yüzden Hz. Peygamber (sav), sağlık konusundaki uygulama ve tavsiyelerinde kişinin bedenen tedavisi yanında, moralinin yükseltilerek ruhî açıdan güçlendirilmesini de tavsiye etmiştir. İslâm, konusu insan olan ve insanla meşgul olan tüm ilimlere ve disiplinlere seslenerek, insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini, bunların hiçbirisinin ihmal edilmemesi gerektiğini hatırlatmıştır. Beden ya da ruhtan birisini ön plana çıkarır, birini ele alır, diğerini bırakırsanız, dengeyi bozarsınız demek istemiştir. Bu husus Tıp konusunda da böyledir. İslâm, ruh ve beden dengesini koruyan bir dindir. İslâm, sadece ruha hitap edilip, bedenin tedavi konusunda ihmal edilmesini nasıl ki yanlış buluyorsa, ruhun ihmal edilip, sadece bedenin ön plana çıkarılmasını da hatalı görmektedir. Bu nedenle sadece ruha önem verip, bedenin ilaç vs. yollarla tedavisini ihmal ve inkâr eden Hint fakirlerinin yolunu reddetmektedir. Yine İslâm, ilaç kullanmanın gerekliliğini, tedavide ilacı reddetmenin haram olduğunu bildirmiş, Hz. Peygamberin diliyle, “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz” buyurmuştur. Bunun yanı sıra İslâm, insan ruhunu bir tarafa itip, sadece bedeni ele alan tutumu da kabul etmemiştir. Bu açıdan Hz. Peygamber ve ashabı, bir hastanın maddi tedaviye ihtiyacı varsa, çağın imkânlarına göre o tedaviyi uyguluyorlar, bir taraftan da hastanın ruhsal yapısını güçlendirici telkin ve tavsiyeleri yapıp, dua ederek çeşitli âyetleri şifa maksadıyla okuyorlardı. Nitekim günümüzde Tıp ilminin geldiği veya gelmek üzere olduğu noktanın bu olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü günümüzde birçok bedeni rahatsızlığın (Psikosomatik hastalıklar) ruhsal sorunlardan, stres ve gerilimden kaynaklandığı bilinmekte ve dünyanın tıp otoritelerince kabul edilmektedir. Kanser, şeker, gastrit, ülser, migren, alerjik deri has388 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi talıkları bu konuda en belirgin örneklerdir. Stres ise, çağın hastalığı olarak ifade edilmektedir. Kaynaklarımızda yer alan bazı hadislerden, Sevgili Peygamberimizin (sav) bu alanda uzman olan Şifâ bint Abdillâh (ra) gibi bazı kimselere rukye yaparak hastaları tedavi konusunda izin verdiğini öğrenmekteyiz. Sevgili Peygamberimizin yaşadığı çağda toplumda geçerli bir tedavî metodu olan rukyeye izin vermesi, bazı İslâm karşıtları tarafından üfürükçülük teşvik ediliyor gerekçesiyle eleştirilmiştir. Konuyla ilgili olarak Şifâ bint Abdillâh’tan (ra) nakledilen bir hadis şöyledir: “Ben, eşi Hafsa’nın (ra) yanında bulunduğum bir sırada, Hz. Peygamber (sav) yanımıza geldi ve bana: ‘Hafsa’ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi, nemle hastalığının rukyesini de öğretmez nisin?’ buyurdu.” Hadiste söz konusu edilen Rukye () رقية, bazı İslâm karşıtlarının iddia ettiği gibi üfürük-tükürük değildir. Aksine rukye, ruhsal tedâvî yanında, beden için gerekli olan ilaç vs. gibi tıbbî tedavî metodlarını da bünyesinde bulundurmaktadır. Yine yukarda kaydettiğimiz hadisten anladığımıza göre rukye, bir ihtisas işidir, onu da Şifâ bint Abdillâh (ra) bilmekte ve uygulamaktadır. Hz. Peygamber de, Şifâ’dan (ra) bu tedavi yöntemini eşi Hz. Hafsa’ya da öğretmesini istemektedir. Yine bu tedavî metodu, tıpkı yazı yazma gibi gayret edilerek öğrenilecek bir husustur. Bu metodun sadece okuma-üfleme olmadığı açıktır. Eğer bahsedilen Nemle hastalığı için uygulanan rukye, okumadanüflemeden ibaret olsaydı, herhalde Hz. Peygamber bunu ashabından daha iyi yapabilirdi. Sevgili Peygamberimiz, Nemle hastalığına nasıl rukye yapılacağını bilmediği için, bunu hanımı Hafsa’ya (ra) öğretmesini Şifâ bint Abdillâh’tan istemiştir. Bu nedenle hadiste sözü edilen rukye, bir uzmanlık işi olup, bünyesinde maddî tedâvîleri de bulunduran bir uygulamadır. Nitekim Şifâ bint Abdillâh’ın (ra), Nemle denilen ve deri üzerinde kabarcıklar oluşmasıyla ortaya çıkan bu hastalığı (egzema) şu şekilde tedâvî ettiği kaydedilmektedir: “eş-Şifâ, za’ferân ağacını alır, buna yedi defa rukye yapar, sonra temiz bir taşa koyup ufalar, üzüm sirkesi ile karıştırdıktan sonra nemle yaralarının üzerine sürerdi.” Şifâ bint Abdillâh’ın (ra) bu uygulaması, rukyenin sadece okuyup üflemekten ibaret olmadığı, bünyesinde tıbbî tedavî yöntemlerini de bulundurduğu hakkındaki görüşümüzü teyid etmektedir. Ayrıca bu hanım hekimin isminin Şifâ olması da ilginçtır. Kaynaklarımız onun, devrinin hekimlerinden olduğunu, asıl adının Leylâ olduğunu, İslâm öncesi de rukye yaptığını ve çeşitli hastalıkların tedavisiyle meşgul olduğunu, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in izniyle bu faaliyetlerine devam ettiğini kaydetmektedir. Rukye konusuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir: “Yezîd b. Ebî Ubeyd’den (ra). Şöyle anlatmıştır: “Seleme’nin (ra) inciğinde bir kılıç yarasının izini gördüm, bu nedir? diye sordum. Bunun üzerine Seleme (ra) şöyle dedi: ‘Hayber savaşında bana bir kılıç isabet etti. Bunun üzerine ashâb Seleme vuruldu, dediler. Derhal Hz. Peygamber’e getirildim. Kendileri (sav) bana üç kez nefes ettiler. Bu ana kadar, o yaradan hiç şikâyet etmedim.” Yukarda kaydetmiş oldugumuz hadis, veciz ve kapalıdır. Seleme’nin (ra) ilgili hadisteki ifadesi, Hayber’de yaralandıgı zaman Seleme’yi tedavi amacıyla Hz. Peygamber’in (sav) başka bir işlem yapmadıgını göstermemektedir. Aksine, Seleme’yi tedavi amacıyla yapılan işlemlerden birisini haber vermektedir. Hadiste, Hz. Peygamber’in (sav) Seleme’nin yaralanan ve kanayan bacağına herhangi bir tıbbî müdahalede bulundurup bulundurtmadığından söz edilmemektedir. Yaranın sarılıp sarılmadığından, kanın durdurulup durdurulmadığından, ilaç, pansuman vs. işlemlerinden bahsedilmemektedir. Bu sebeple Seleme’nin (ra) yarasının sadece Peygamber Efendimiz’in üç kere nefes etmesiyle iyileştiğini ileri sürmek doğru değildir. Bu durum, Hz. Peygamber’in tedavi konusundaki sünnetine aykırı düşer. Bu nedenle, Seleme’nin yaralandığı zaman Hz. Peygamber’e getirildiği, bacağından akan kanın durdurulduğu, o 389 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi dönemde geçerli olan tıbbî tedavi yöntemleri uygulanarak yarasının sarıldığı, ağrı ve sancısının dinmesi ve çabuk iyileşmesi açısından Hz. Peygamber tarafından kendisine dua edilerek üflendiği, yaranın da zamanla iyileştiği anlaşılabilir. Bu kısa, son derece kapalı rivayete dayanarak, Hz. Peygamber’in kılıç yaralarını okuyarak tedavi ettiğini ileri sürmek ilmî ve tarihî gerçeklere aykırı düşer. Hz. Peygamber’in uygulamaları da bu görüşümüzü teyid etmektedir. Nitekim kendileri, Hendek savaşı’nda yaralanan Sa’d b. Mu’âz’ı (ra), Medine Mescidi’nde bir hastane mahiyetinde kurulan Rufeyde’nin (ra) çadırında uzun süreli bir tedaviye almış, kanı durdurmak amacıyla yarası bizzat iki kez dağlamıştır. Yine Hendek savaşında kolundan yaralanan Ubey b. Ka’b’ı da dağlayarak tedavi etmiştir. Sonuç olarak kaydetmemiz gerekirse, hastalanan bir Müslüman mutlaka tedavi olacak, bunun için çağın getirdiği her türlü tıbbî imkânlardan yararlanacak, kendisine şifa vermesi için de Yüce Allâh’a yalvarıp duâ edecek; şifayı verenin adı eş-Şâfi olan Yüce Rabbimiz olduğuna tevhid inancı gereği inanacaktır. HARAM ŞEYLERLE TEDÂVÎ OLMANIN YASAKLIĞI: Kaynaklarımızda yer alan hadislerden Sevgili Peygamberimizin (sav) içki gibi haram ve pis şeylerle tedavîyi yasakladığını öğrenmekteyiz. İçki ile tedâvîyi yasaklayan bazı hadisler şöyledir: "İçkide şifa yoktur." "Yüce Allâh, şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır." “Bir kimse, Rasûl-i Ekrem’e şarabı sordu. O da onu menetti. Bunun üzerine soran kimse: ‘Ben onu yalnızca ilâç ve tedâvi için yapıyorum’ dedi. Hz. Peygamber de: ‘O ilâç değil; derttir’ buyurdu.” “Rasûlullâh (sav), habîs/pis ilaçlarla tedavî olmamızı yasakladı.” Burada, yukarda kaydettigimiz hadislerin ışıgında, Hz. Peygamber’in kimseye tedavi amacıyla develerin necis idrarının içilmesini tavsiye etmediğini belirtmek isteriz. Konuyla ilgili hadislerden anlaşıldığına göre, Rasûlullâh (sav), Medine’ye gelen karınları ağrıyan bir kısım hasta kimselere tedavi olmaları amacıyla develerin sütlerinin içilmesini tavsiye etmiştir. Ancak daha sonra zabt yönünden kusurlu bazı raviler hadisi naklederken, “Hz. Peygamber’in (sav) tedavi amacıyla develerin idrarının içilmesini tavsiye ettiğini” de hadisin metnine eklemişlerdir. Kısacası Peygamber Efendimizin, habîs şeylerle tedavi olmayı yasaklayan yukarıda kaydettiğimiz hadisiyle çelişki halinde olan bu hadisler sahih değildir, ravilerinde zabt sıfatı açısından kusurlar vardır ve bunlar kendileriyle amel etmeye elverişli değildir. HAD:İSLERDE TAVSİYE EDİLEN BA-ZI ŞİFALI YİYECEKLER Sevgili Peygamberimizden nakledilen bir kısım hadislerde bazı şifalı yiyecekler :tavsiye edilmiştir. Şimdi bunlardan bazılarını kaydetmek istiyoruz 127) Çörek otu Hz. Âişe’den (ra). “Rasûlullâh (sav) şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz şu Habbetü's–Sevdâ (çörek otu), sâmdan başka her hastalığa şifadır.’ ‘Ben, Sâm nedir? ‘dedim. ‘Sâm, ölümdür’ buyurdu.” 128) Sirke, Hz. Âişe ve Câbir b. Abdillâh’tan (ra). Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur: “Sirke ne kadar güzel bir azıktır.” 390 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 129) Bal Kur’ân-ı Kerîm, balda insanlar için şifa olduğunu bildirmektedir. Konuyla ilgili bir hadis de şöyledir: İbn Abbâs’tan (ra). Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Üç şeyde şifa vardır: hacamat, bal şerbeti ve dağlama; fakat ümmetime dağlama yapmayı yasaklıyorum.” 130) Hurma Hz. Peygamber (sav): “Medine’nin Âliye denilen yüksek yerlerinin acve hurmasında şifa vardır. O sabahın ilk vaktinde panzehirdir” buyurdular. TIPLA İLGİLİ HADİSLERDE EDEBÎ SAN’ATLAR: Yüce Allâh, indirdiği son kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyette, mecâz, istiâre, kinâye, teşbîh gibi edebî san’atlar kullanmıştır. Benzer husus, Sevgili Peygamberimiz’in (sav) bir kısım hadislerinde de söz konusudur. Ancak kaynaklarımızda yer alan bazı hadislerde edebî san’atlar kullanıldığı halde, bu konudaki hadisler yorumlanırken bu hususa dikkat edilmeyerek, bunlara zahirî/ literal anlam verilmiş ve maalesef bu hadisler Tıp ilmiyle çatışma haline sokulmuştur. Bu husus ise, maalesef İslâm karşıtlarına malzeme olmuştur. 131) Şeytanın İnsanın Damarlarında Dolaşması: Peygamberimizin eşi Safiyye bint Huyey’den (ra) nakledilen bir hadiste şeytanın insanın damarlarında dolaştıgından bahsedilmektedir. Hadis şöyledir: “Hz. Peygamber i’tikâfa girmişti. Ben de, kendisini, ziyaret etmek maksadıyla geceleyin yanına geldim ve kendisiyle biraz konuştuktan sonra eve dönmek üzere kalktım. Hz. Peygamber de beni uğurlamak üzere kalktı. (Safiyye’nin evi, Üsâme b. Zeyd’in evinin olduğu yerdeydi). Bu sırada Ensâr’dan iki kişi oradan geçtiler. Bunlar, Hz. Peygamber’i görünce yürüyüşlerini hızlandırdılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): ‘Acele etmeyin!’ buyurdu. Ensâr’a mensup o iki kişi: ‘Yâ Rasûlullâh! Sübhânallâh!’ dediler. Hz. Peygamber: ‘Şüphesiz şeytân, insanın bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaşır. Ben sizin gönüllerinize şeytânın bir şer telkin etmesinden endişe ettim’ buyurdu.” Kâdî Iyâd gibi bazı İslâm âlimlerinin hadise zâhirî anlam vermesi nedeniyle, halk kültüründe, şeytânın gerçekten insanın damarlarında dolaşarak birçok hastalığa neden olduğu inancı ortaya çıkmıştır. Halbuki bu hadiste, edebî san’atlardan teşbih/benzetme söz konusu olup, kanın daima insanın damarlarında dolaşması gibi, şeytanın da insanı saptırmak için vesvese vermekten asla geri kalmayacağı ve insandan ayrılmayacağı anlatılmak istenmiştir. Hz. Peygamber’in, Ensâr’dan Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b. Bişr olduğu bildirilen bu iki sahâbîye şeytanın vesvese vererek, suizanda bulunarak küfre girmelerine sebep olmasından endişe ettiği, bu yüzden yanındaki kadının eşi Safiyye olduğu hakkında kendilerini uyardığı kaydedilmektedir. Kanamalar ve Şeytân Baz ı hadislerde, insan bedeninde meydana gelençeşitli kanamaların şeytândan kaynaklandığı ifade edilmektedir. Geçmişte bazı İslâm âlimlerinin bu hadisleri yorumlarken, bunlardaki teşbîh, mecâz gibi edebî san’atları göz önüne almayarak zâhirî anlamı tercih etmeleri veya hadiste geçen çok anlamlı bir bir kelimeye mânâ verirken isabetli tercihte bulunmamaları nedeniyle, halk kültürümüzde, âdet, istihâze/özür kanamalarına cin ve şeytânların sebep olduğuna inanılmıştır. Günümüzde halkımızın elinde dolaşmakta olan bir takım kitaplarda da ne yazık ki durum böyledir. Nitekim Adî b. Sâbit’in, babası ve dedesi vasıtasıyla naklettiği bir hadiste şöyle Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: “Namazda aksırma, pinekleme, esneme, hayız görme, kusma ve burun kanaması şeytândandır.” Hadisin isnâdında yer alan kim391 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi selerden Şerîk b. Abdillâh (v. 177) ile Ebu’l-Yakzân Osmân b. Umeyr’in hadis âlimlerinin tenkidine uğramış zayıf râvîler olduğu kaydedilmektedir. Ayrıca bu rivâyet, Hz. Peygamber’in hac esnasında hayız gören Hz. Âişe’yi tesellî etmek maksadıyla söylemiş oldukları; “Bu, Allâh’ın Âdem kızları üzerine yazdığı bir şeydir” hadisine de aykırıdır. Istihâza/Özür kanının şeytândan olduğu şeklinde yorumlanan iki hadis ise, Hamne bint Cahş, Esmâ bint Umeys ve Fâtıma bint Ebî Hubeyş’den (ra) gelmektedir. Bu hadislerden birisine göre, Peygamberimizin (sav) baldızı Hamne bint Cahş (ra) Peygamberimizin eşi Zeyneb bint Cahş’ın (ra) evine gelerek orada bulunan Hz. Peygambere: ‘Ey Allâh’ın Resülü! Ben şiddetli ve devamlı bir şekilde kan gören bir kadınım. Bu durum, beni namaz ve oruçtan alıkoydu. Benim hakkında ne buyurursunuz? diye sordu. Hz. Peygamber de, kendisine pamuk kullanmasını, ve bir ayda altı veya yedi gün hayızlı olduğunu kabul ederek yıkanmasını, kalan 23 günde namazını kılıp orucunu tutmasını emrederek; انما هذه ركضة من ركضا ت الشىيطا ن ‘Bu, şeytânın vesveselerinden bir vesvesedir’ buyurmuştur. Konumuzla ilgili hadislerden biri de Fâtıma bint Kays hakkındadır, bunlardan birisi kendisinden, diğeri de Esmâ bint Umeys’den nakledilmektedir. Esmâ bint Umeys (ra) Hz. Peygamber’e, Fâtıma bint Ebî Hubeyş’in istihâza kanına müptela olduğunu ve şu kadar zamandır namaz kılmadığını haber verdiğini, Hz. Peygamberin de: “Sübhânallâh! Bu şeytândandır” buyurarak, Fâtıma’ya her namaz için abdest almasını tavsiye ettiğini nakletmiştir. Yukarda kaydettigimiz her iki olay hakkında Hz. Peygambber’in söylemiş olduğu sözde yer alan ركضة/ Rekzatun kelimesini “Darbe, vuruş” mânâsına alan bazı âlimler, bunun bir hakikat olduğunu ifade ederek, istihâza/özür kanına şeytânın darbesinin sebep olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bu ifadeyi hakikî mânâya almak uygun düşmemektedir. Çünkü bu konuyla ilgili diğer bazı hadislerde, istihâze kanının, bir damar çatlaması veya bir hastalıktan kaynaklandığı bildirilmektedir. Bu nedenle bu rivayetlerde, “şeytândan olduğu” bildirilen hususun, istihâze kanaması değil, bu kanamayı hayız veya hayız gibi sanarak, namaz, oruç gibi ibadetleri terk etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, hadislerdeki ركضة/ Rekzatun kelimesine, “darbe/vuruş” mânâsını değil de, “vesvese/telkin” anlamını vermenin daha doğru olacağı ortadadır. Ancak ne yazık ki, halkımızın elinde dolaşmakta olan bazı kitaplarda bu hususa dikkat edilmeyerek, bu kelimeye “darbe/vuruş” anlamı verilmekte, âdet ve istihâze kanamalarına şeytanların sebep olduğu iddia edilmektedir. 132) Bir Kısım Kasdedilmesi. Hadislerde Şeytân/ Cinn Lafzıyla Mikropların Kaynaklar “جنımızda yer alan bir kısım hadislerde / Cinn ”lafzıyla mikropların kasdedildigi anlaşılmaktadır. Bilindigiüzere Cin kelimesi, Arapça örtmek, gizlemek anlamına gelen جن/ Cenne kökünden türetilmiştir. Melekler, cinler, kabirde bulunan cenazeler, ev yılanları bu ad altında zikredilmiştir. Henüz doğmamış çocuğa da, anne rahminde gizli olduğu için aynı kökten cenîn denilmiştir. Mikro dünyayı bilgi alanımıza sokan mikroskobun henüz keşfedilmediği, mikropların varlığının bilim dünyası tarafından bilinmediği bir dönemde, Hz. Peygamber tarafından cin/şeytân kelimesiyle onların varlığına işaret edilip tesirlerinden bahsedildiğini bazı hadislerden anlamaktayız. Bu konudaki bir hadis şöyledir: “Câbir’den (ra). Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Kapları örtün, kırbaların ağızlarını bağlayın, kapıyı kilitleyin, kandili söndürün. Çünkü şeytân, hiçbir kırba bağını çözemez, hiçbir kapıyı açamaz ve hiçbir kap kacak ağzını açamaz.” Câbir’den (ra) 392 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi nakledilen diğer bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Kabı örtün, tulumu da bağlayın, çünkü senede bir gece vebâ iner. Yanından geçtiği, kapağı olmayan her kabın veya üzerinde bağı bulunmayan her tulumun içine muhakkak bu vebâdan iner.” Di ger bir hadislerinde ise Hz. Peygamber (sav), evlerde bırakılançöplerin şeytânların toplantı yeri olacağını bildirmiştir. Ebû Musâ el-Eş’arî’den (ra) nakledilen bir başka hadiste de, Hz. Peygamber (sav), ashâbın Tâuûn hastalığı hakkında sordukları bir soruya, “Cinlerden olan düşmanlarınızın dürtmesidir ki, o bütün şehitlerde vardır” buyurmuştur. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği diğer bir hadiste ise; Peygamberimiz (sav): “O (dürtme yarası) Müslümanın şehâdet sebebidir” buyurmuştur. Böylece Sevgili Peygamberimiz, tâuûn diye adlandırılan bulaşıcı hastalığa sebep olan mikropları Cin lafzıyla ifade etmişlerdir. Bir hadislerinde, tâûndan ölen mü’minlerin şehid olduklarını haber vermiş, diğer bir hadislerinde ise, tâûn hastalığının bulaşıcı olduğuna işaret ederek, “Bir yerde tâûn çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz” buyurmuştur. Hz. Peygamber’in (sav) yukarda kaydetti“ ,gimiz hadislerindeSizin cinlerden olan düşmanlarınız” lafzıyla tâûn hastalığına sebep olduklarını söylediği mikroplar, Yersinia Pestis adlı bakterilerdir. Bu bakteriler insan vücuduna girince, Hz. Peygamber’in yukarıdaki hadislerinde ( وخز/Vahzü) lafzıyla işaret ettiği iç kanamalara; akut olarak yüksek ateşe, tansiyon düşmesine, şoka, lenf bezlerinde şişmeye, zatürre ve, abselere sebep olmaktadır. Peygamber Efendimiz’in (sav) yemekten sonra ellerin yıkanmasını tavsiye eden bir hadisi de şöyledir: “Şeytân hassastır, yalayıcıdır, kendinizi ondan sakının. Her kim ki elinde et kokusu olduğu halde geceler ve bundan dolayı başına bir şey gelirse, ancak kendisini sorumlu tutsun.” Hadisteki, “Şeytân hassastır, yalayıcıdır” ifadesiyle, et sularında, etli yemeklerin artıklarında hızla çoğalabilen mikroplar kastedilmiştir. Sonuç olarak belirtmeliyiz ki, Hz. Peygamber (sav) yukarda kaydettiğimiz bir kısım hadislerinde, cinn/şeytân lafzıyla mikropları kastetmiştir. Bu nedenle bu tür hadislerde geçen cinn/şeytân lafızlarına, bildiğimiz ruhânî anlamdaki cin/şeytan yerine, mikrop anlamı verilmelidir. Aksi takdirde, bu modern çağda veba gibi bulaşıcı hastalıklara cin ve şeytânların sebep olduğunu söyleyerek, “Hz. Peygamber’in hadisleriyle Tıp biliminin çatışma halinde bulunduğu, bu tür hadislerin eski çağlardan kalma bilim dışı bir takım hurafelerle dolu olduğu” kanaatine yol açmış oluruz. SONUÇ Açık bir husustur ki Tıbbu’n-Nebevî, kitap çapında çok geniş bir alanı kapsamakta, ciddî araştırmaları gerektirmektedir. Hadisin diğer alanlarında olduğu gibi, bu konuda da Sevgili Peygamberimize isnâd edilen zayıf veya uydurma rivayetler kaynaklarımızda yer alabilir. Önceki çağlarda yaşayan Tıp bilginlerine ait bir takım tavsiyeler veya o dönemdeki topluma ait şimdi yanlış olduğu kanıtlanan bir takım tıp bilgileri, Hz. Peygamber’e isnâd edilmiş olabilir. Ya da tebliğimizin içinde örneklerini göstermeye çalıştığımız gibi, Hz. Peygamber’e ait olan bu alandaki bazı hadisler, yanlış anlam verilmek suretiyle hatalı bir şekilde yorumlanmış olabilir. İslâm karşıtlarına malzeme olan veya İslâm Dini’ni Tıp ilmiyle çatışma halindeymiş gibi gösteren bu rivayetler dikkatlice ayıklanmalı, bu tür yorumların yanlışlığına işaret edilmeli, yapılacak ilmî çalışmalarla bunların Hz. Peygamber’e ait olmadığı kanıtlanmalıdır. Kısacası, Tıbbu’n-Nebevî konusunda Hz. Peygamber’e ait olan sahîh hadisler ortaya konmalıdır. 393 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 394 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 395 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hacamatın Bilimsel Ve Modern Tıp Penceresinden Günümüze Yansımaları Yrd. Doç. Dr. Ali AKBEN Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Öğretim Üyesi Giriş Hacamat milattan önce Mezapotamya, Mısır ve Roma’da kullanılmış eski bir tedavi yöntemidir. Peygamber efendimiz tarafından vahye dayalı şifa aracı olarak ümmetine tavsiye edilmiş geleneksel bir tedavi metodudur. Günümüz modern tıp gözlüğü ile bilimsel temelleri olan bu tedavi yöntemi son yıllarda giderek yaygınlaşarak hakettiği yeri almaktadır. Bu bildirinin amacı nebevi tıpla Ortodoks batı tıbbının ortak paydasında bulunan şifa aramada hacamat tedavisini yeniden bu açıdan irdelemektir. Hacamat nedir? Tıbbı nebevideki yeri? Modern tıbbın hacamata bakışı ve buradaki sorunlar. Uygulanma şekli ve etki mekanızması, yan etki profili, hacamat bölgelerinin özellikleri, alınan kanın özelliği, tedavinin sıklığı, şekli ve uygulama günlerinin bilimsel anlamı gibi konularda genel bilgilerin ilmi perspektifte değerlendirilmesi ile tedavide kullanılan hastalıklar genel hatları ile değerlendirilecektir. Çeşitli hastalıklarda kullanılışının bilimsel yönü ve geleneksel tıp ile birliktelik ve ayrışımı, modern tıbba kattıkları ile gelecekteki yeri ve değeri vurgulanacaktır. Koruyucu ve tedavi edici hacamat kavramı irdelenerek genel hatları ile iyileştirici yönü vurgulanarak hastalıkların şifasındaki yeri irdelenerek hekimlerimizin bu alanda misyonuna vurgu yapılması ve sağlık bakanlığının ilgili biriminin konu ile ilgili sorunlara yaklaşımı teşvik edilip desteklenecektir. Faydalı ve şifası kesin olan bu tedavinin uygulanması ile ilgili kavram kargaşasına yönelik çözüm önerileri tartışılarak mevcut olan sorunlar azaltılmaya çalışılacaktır. Anahtar kelimeler: Hacamat, hicame, haccam capping kupa. 396 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hacamat tedavisinin tarihçesine bir göz attığımızda 5000 bin yıllık bir tarihi geçmişini görebiliyoruz. Peygamberimizle birlikte İslam tıbbında hep geçerli bir tedavi olarak yerini korumuştur. Hastalıklar gelmeden korunmak günümüz insanının sık ötelediği bir gerçeği. Modern tıp ise hastalıklar üzerinde daha çok kafa yormakta. Peygamber tıbbı olarak kabul gören nebevi tıp ise fıtrata uygun yaşamamızı ve sorunlar oluşmadan şifa vesilesi olabilen önerilerle günümüz tıbbına ciddi katkılar sağlamaktadır. Son yıllarda daha sık uygulanır olan hacamat tedavisinin dünü bugünü ve yarını ile ilgili öngörülerimi modern tıp pencersinden sizlere aktarmaya çalışacağım. İnsan yapısının en küçük parçası olan hüceden başlamak istiyorum. Milyarlarca hücrenin yaratanımızın üstün tasarımı ile birlikteliğinden müteşekkiliz. Hücre dediğimiz şey ise elektron mikroskopla görülebilen devasa bir fabrika.Bir fabrikada gerekli her şey bu hücrede yerli yerinde ve mükemmel olarak dizayn edilmiş. Hücrelerimizin farklılaşmasından müteşekkil organlarımız ise birbiri ile tam bir uyum içerisinde doku ve organlarımız arasında mütemadiyen hareket eden can enerjisinin sağlıklı işleyişi ile de yaşamaya devam ediyoruz. Bu enerji hattında meydana gelen olumsuzluklar ilede hastalanıyoruz. Bu enerji on dört meridyen üzerinde bazı noktalar ı sağlıklı geçmek zorunda. Bu noktalara tıp dilinde meridyen ismini veriyoruz. Bu noktalarla hacamatta kullandığımız noktalar biribirinin aynısı ve yapılan bilimsel çalışmalarda da bu noktalardaki milimetrekare başına alıcı hassas reseptörlerin sayısını diğer noktalar göre iki kat fazla olduğunu biliyoruz. Bunun dışında vücudun değişik bölgelerinde triger adı ile bilinen noktalar var ki bunlar dokunmaya karşı hassas ve duyarlı. Hacamat ve akupunktur noktaları birçok yönü ile benzer ve vücutta aynı yerde birbirleri ile iç içe. Akupunktur ilminden biliyoruz ki bu noktalar doku ve organlarımız için tedavi iksiri üreten noktalar. Buralara yapılan uyarı iğneleme veya kupa ile kan alma gibi yöntemler şaşırtıcı şekilde aynı sonuçları veriyor. Hacamatta amaç hücreler arası kılcal damarlardaki akışkanlığı artırmak ve buralarda biriken zararlı toksinleri metabolik atıkları negatif basınçla çekmek. Cilt yüzeyinde bisturi ile oluşturulan ince çizikler ile yapılan uyarının sonucu sayısız olumlu reaksiyonada zemin hazırlanıyor. Etkilerine kısa bir göz atacak olursak: Objektif etkileri: 133) Agrı kesici etkisi ilk akla gelendir. Tedaviye başlanması ile aynı anda görülen bu etkinin mekanizması şöyle. Agrı algılama eşiginin yükselmesi sağlanıyor. Hücrelerin ve dokuların kanlanması artırılıyor. Sinirsel uyarı yolu ile beyinden ve sinir sisteminin diger hücrelerinden salgılanan doğal ağrı kesicileri salgılatıyor. Ağrı algılamasını bir anlamda agrıya karşı aşılama ile azaltabiliyor. 134) Sakinleştirici ve gevşetici etki: Bu etkinin oluşmasında da sinir sisteminin salgıladıgıçeşitli maddeler var. Endorfinler mutluluk hormonları seratoninler dopamin vs…. Beyin sapı Raphe veretiküler aktive edici sistemler bu etkinin oluşmasında devrede bulunuyor. 135) Homeostatik etki: Kısaca dengeleme etkisi diyebiliriz. Bir ahenk içinde düzenli çalışan otonom sinir sistemi üzerinden bu etkinin olduğunu biliyoruz. Otonom sinir sistemi insanda tüm iç organların dengesinden sorumlu olduğu gibi diş tehditlere karşı aynı zamanda bir kalkan görevi de vardır. Tehlike anında kalp atımlarının hızlanması tüğlerin diken diken olması ağız kuruluğu ve kaslarda hissedilen enerji bu sistemden beslenir. Kan 397 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi ve dokulardaki elektrolit dengesini sağlaması ve hücresel faaliyetlerde ki kalitenin artırılması bu etkiyi perçinler. 136) Ba gışıklık sistemiüzerinde görülen etkiler: Akupunktur ve hacamatın bu sistemi kuvvetlendirdiği konusunda bir kuşku yok. Hastalıklara karşı koruma sağlayan beyaz kan hücrelerini antikorları ve immunglobulinleri artırarak bu etkinin oluşması sağlanıyor. Bu sayede özellikle çeşitli enfeksiyonlara karşı doğal bir bağışıklanma sağlanmış oluyor. 137) Psikolojik etki: Plasebo ilaç olarak adlandırılan kişinin kendini iyileştirme gücü tüm hastalıkların tedavisinde her geçen gün yeni mucizelere sebep olabilmekte. Psikolojik etki bu gün tıbbın her dalında ve alanında giderek daha fazla önemseniyor. Daha fazla bundan istifade edilmeye çalışılıyor. Hasta ile iletişimde çok önemli olan bu etkiden daha çok istifade edebiliriz. Sanki telkinler ve ikna yöntemleri hayali iyileşmeler sağlıyormuş gibi bir yanlış algılam var.Bu yanlış daha fazla devam etmemeli.Bir hekim hangi yolu kullanırsa kullansın.Zaralı olmadıktan sonra çorbaya tuz misali de olsa yararı olan her nesne her yöntem ve her madde kullanılabilir.Bu ilaç olabildiği gibi bazen bir sevecen umut dolu bakış olabilir.Bazen bir sırt sıvazlama bazen ise basit bir tavsiye telkin vs. 138) Motor güç ve dinamizm üzerine etkiler: Akupunktur ve hacamatla sağlanan enerji dengesi ve sağlıklı enerji akımı sayesinde zindelik ve dinçlikte bariz bir artış daha başlangıçta göze çarpıyor. Kaslarda ve eklemlerde meydana getirdiği olumlu katkılar hem kasların motor gücünü artırıyor. Kaslarda gelişebilecek erime ve zayıflık engelleniyor. Hem de eklemlerde doğal ağrı kesicilerin ve iltihap giderici maddelerin etkisi ile gençleşme ve direnç artışı gözleniyor. Felç hastalarında aradan aylar geçmesine rağmen tedavi sonuçları olumlu ve yüz güldürücü olabiliyor. Kırık burkulma yaralanma ve zedelenmelerde tamir süresi bu etkiler nedeni ile kısalıyor. Subjektif Etkiler: Bazı hastalarda hassasiyet derecesine göre gelişen yakınmalardır. Insan vücudunda meridyenler olarak bilinen enerji akımı kanalları vardır. Bu kanallar üzerindeki noktaları seçerek uyarıları beyne ulaştırabiliyoruz. Artı ve eksi uyarıları alıp değerlendiren beyin gerekli yerlere cevap vermede gecikmiyor. Tedavi aslında o anda başlıyor. Çİ enerjisi dengeli ve düzenli ise sorun yok. Bu enerji yetersiz olabilir, durgun olabilir, tembel olabilir, dengesiz olabilir. 398 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Çİ enerjisindeki akım yavaşlamaları ve durgunluk günümüzde sık yaşanan ağrılı hastalıklara kaynaklık edebilmekte. Durgun ve donuk Çİ enerjisi yine kalp ve damar hastalıklarına sebep olabimekte. Baş dönmesi ve dengesizlik ise Çi enerjisindeki dengesizliğin başlıca bulgularıdır. Çİ enerjisini besleyen YİN ve YANG kavramı ise günümüzde hala kabul gören bir kavramdır. Çİ enerjisi kavramını bir pile benzettiğimizde YIN ve YANG + ve – kutup olarak kabul edilebilir. Zaten enerji bir anlamda bu kutuplar arası hareket etmektedir. YIN ve YANG arasındaki uyumu ve dengeyi iyi kavramak gerekiyor. Hastalıklar YIN ve YANG arasındaki enerji degişimlerinden ortayaçıkıyor. Yaşamak için her ikisine de muhtaç durumdayız. Sürekli değişen ancak dengesi bir türlü bozulmayan bir yapı sağlıklı ve sağlamdır. Hava-Civa gibi birbirini tamamlamak zorunda olan bu düzen gecegündüz, kadın –erkek aydınlık-karanlık pozitif-negatif gibi bir ahenk ve dengedir. Bu sistemin mükemmel çalışmasında çeşitli hormonlar esas rol oynar. Adrenalin noradrenalin ve asetiklolin endorfinler vs. Hacamat bir anlamı ile bu sistemi dengeleyerek şifaya vesile oluyor. Bu gün hiç keyfim yok kendimi külçe gibi hissediyorum diye gelen bir insanı ele alalım: Çok sık duyduğumuz ve gördüğümüz bu ve benzer şikayetler nelerden kaynaklanabilir? 139) Uykusuz kal.ınmış olabilir 140) Yemek al.ışkanlıgı degişmiş olabilir 141) Alkol s.ıgara gibi zararlı bir alışkanlık sebep olabilir 142) Üşütmüş veya ceryanda kalınmış olunabilir. 143) Stres gerilim ve s.ıkıntı bu yakınmaların sebebi olabilir 144) Basit g.ıda zehirlenmesi olabilir 145) Çevre şartlarındaki bir değişimden olabilir. 399 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Örnekleri ve sebepleri zenginleştirmek mümkün. Benzer tüm sorunların kaynağını enerji dengesizliği ile ilişkilendirebiliriz. Ortaya çıkan bu ve benzer şikayetleri de bedenin bir yardım çağrısı olarak algılanabilir. Doğal enerji akışı ve bu akışın nerede bozulabileceği ile ilgili ip uçları bulunduktan sonrası kolay. Çünkü hangi kanallarda tıkanıklık varsa oraları hacamat ile açmak mümkün haline gelecektir.Bozukluk zihinsel-Ruhsal veya bedeni olabilir. Hacamat bu durumda dengeyi düzeltip sorunu kısa yoldan çözebiliyor. Bir çok ileri tetkik ve tahlile lüzum görmeden bunu nasıl yapıyor? Hacamat ile organizmamıza kendi ilacını üretme fırsatı verilebiliyor. Enerji akışı tekrar sağlanıp akışkanlık temin edildikten sonra hastalık belirtisi olarak görülen şikayetler bir bir yok olmaya başlayabilmekte. Kalbimiz böbreklerimiz beynimiz nasıl durup dinlenmeden bir ömür boyu çalışıyorsa bozulan dengede bu tedavi de yapılan çeşitli uygulamalarla düzeltilerek dışardan ilaç alınmadan şifaya ulaşılabiliyor. Hacamatta insanı bir bütün olarak ele alıyoruz. Her bir organdaki aksaklığa göre olmayan bu tedavide esas kullanılan şey sağlıklı enerji akışı.Çünkü insan enerjisinin sağlıklı işleyişi kadar sıhhatli ve canlı oluyor. Içimizde akan enerji 12 çift kanal veya meridyen ve iki tek meridyen ile tüm hücrelere ve dokulara eşit olarak dağılıyor. Doğal enerji veya hayat enerjisi bu 14 kanal veya meridyen vasıtası ile akar. Dağılımdaki bu ahenk düzen ve eşitlik bozulduğunda birçok hastalık için zemin hazır hale gelir. Noktaların seçimi hastanın yakınmasına bağlı olarak tesbit ediliyor. Baş boyun sırt bel bacak diz ayak yüzeyi tüm noktalar akupunktur noktaları ile bire bir uyumlu. 400 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hastalık yoktur ve Hasta vardır sözünü hep duyar ve duyururuz. Her hastalık her insanda başka başka tezahür eder. Onun için her hastaya o hastalık için muayyen bir tedavi şablonu yoktur. Hastaya göre tecrübelerle o hastalık için uygulanan bir sürü noktadan uygun olan kombinasyonu seçiyor ve uyguluyoruz. Akupunktur noktalarından bazıları aynı zamanda hacamat içinde kullanılmaktadır: Ah Shi, lokal, yak:ın ve uzak noktalar Zincirleme noktalar Tek noktalar Bir alanı daire içine alma Yin ve yang meridyenlerdeki noktalar Ön ve arkadaki noktalar Noktalar ve enerji merkezleri Yukarı ve aşagı noktalar 401 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Ah Shi, Lokal, Yakın ve Uzak noktalar Bu sistem genellikle lokal problemlerde ve meridyen problemlerinde ilgili meridyenin bu noktalar.ı kullanılır Ah Shi noktalar Etkilenen bölgedeki noktalardır, basmakla ağrılı, meridyen üstünde veya yanında olabilirler Lokal noktalar Problemli alanda veya yak.ınında meridyen noktalarıdır Hacamatta iki farklı uyarı ile sonuç alınıyor. Ciltte oluşturulan darbe ve sistemde hüceler arasında sıkışmış kanın dışarı vakumla alınması bu iki etki sonucu hastaların yakınmaları ciddi olarak azalıyor. 402 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hacamatın kameri aylara göre ayın küçülmeye ve çekim gücü azalmaya başladığı günlerde ve tek günlerde yapılması tavsiyesi daha çok koruyucu hacamat için düşünülmeli. Tedavi edici hacamat için gün ve zaman sınırlaması doğru olmayabilir. Degişik hastalıklarda umulmadık mucizevi sonuçları ile yüz güldüren bu tedavi ile birçok hastalıktan kurtulmak mümkün. Bir kısmını burada paylaşalım: Baş agrısı migren ve gerilim kaynaklı agrılar Sırt boyun bel diz ve ayak agrıları Stres depresyon panik atak anksiete Halsizlik yorgunluk bitkinlik gibi tükenme sendromları Fibromyalji kas romatizması Uyku sorunu yaşayan insanlar 403 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Parapsikolojik hastalıklar Kalp damar hastalıkları tansiyon ve kolesterol Bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar Hastalık sayısına ilaveler yapılabilir. Ancak amaç hasıl oldu sanırım. Günümüz modern tıp teknolojileri ile çözmekte zorlandığımız başka hastalıklardada hacamatı yan etkisi olmaması nedeni ile daha sık uygulamalı ve konu ile ilgili bilimsel çalışmalara ağırlık vermeliyiz diye düşünüyorum. 404 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi 405 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hz. Muhammed’in Hadislerinde Genetik Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKGÜÇ Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Kur’an- ı Kerim’de birçok yerde zürriyyet kelimesi geçmektedir. Zerre en küçük parçayı ifade eder. Ondan türetilen zürriyyet de insan neslinde onun bütün özelliklerinin saklandığı geni ifade eder. Hadislerde özellikle evlenme ve boşanma konularında gen konusu gündeme gelmiştir. Bazen doğan çocuğun fiziksel özelliklerinden hareketle onun nesebi hakkında hukuki karar verilmiştir. İnsanlardaki huyların ve fiziksel özelliklerin bu genlerle nesilden nesle aktarıldığının farkına varılmıştır. İz sürmek anlamına gelen kıfaye mastarından türeyen “el-kâffe” genetikçiler için kullanılmıştır. Hz. Ömer, bir çocuğa iki kişi sahip çıktığında karar vermek üzere bilirkişi olarak kifaye ilmini bilen birisinin bilgisine başvurmuştur. Bu sayede insanların hangi kabileden oldukları da bilinmekteydi. Bu ilimle meşgul olmuş ve şöhret kazanmış bazı sahabilerin isimleri kayıtlara geçmiştir. Hz. Aişe, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sahabiler bu ilimle meşhur olmuşlardır. Giriş Hz. Peygambere inen Kur’an, insanı muhatab almış ve onun dünya ve ahiret mutluluğu için indirilmiştir. Kur’an’ın bir yönüyle tefsiri olan hadisler de insanı konu almışlardır. İnsan maddesi ve sosyal yönü itibariyle iki yönlüdür. Yaratılıştan getirdiği özellikleri yanında hayatı boyunca ortaya koyduğu eylemlerin dini ahlaki ve toplumsal değerleri vardır. “De ki her kes şakilesi üzere iş yapar” ayetinden anlaşıldığına göre insanların yaptığı eylemlerin altında yaratılıştan kendisinde bulunan, kolay veya zor eğitilen bu karakterlerin etkisinin büyük olduğu ifade edilmektedir. Mizaç ve karakter diye çevrilen şakile kelimesi “tabiat, adet, din, ahlak, niyet ve seciye anlamlarına kullanılmıştır. “Her insana yaratıldığı şey kolaylaştırılmıştır” hadisi insanda doğmadan 406 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi önce bazı yeteneklerin yerleştirildiğini bildirmektedir. Adem’in zürriyetine (en küçük yapı taşı) yapılan hitabı ilk kelam metinlerinden olan İmam Azam Ebu Hanife’nin Fıkhu’l—Ekber’inde bile görmek mümkündür. Atasözlerinde bile insanın genlerini çağrıştıran ifadeleri bulmak mümkündür. Fareden doğan dağarcık keser. Ata da soy gerek ite de. Asıl azmaz, bal kokmaz, kokarsa da ... kokar. Aslı ne ise nesli de o olur. Soy soya çeker ... Huyu huyuma suyu suyuma uygun. Aslına çekmeyen haramzadedir. Bu kadar kusur kadı kızında da bulunur. Kız bibiye oğlan dayıya çeker. Çektiğin damar kurusun. Gibi ifadeler genler ile taşınan karakter ve kusurların bulunduğunu insanlık tecrübesi olarak bize ifade etmektedir. Bu tebliğde insanın aslında gizli olan genlerle ilgili ifadelerin nasıl bir süreçten geçtiğini hadis rivayetlerine dayalı olarak ele almaya çalışacağız. Genetik ve Soyaçekim Dogan çocuğun vücut yapısı ve diğer unsurları, babasına, amcasına, teyzesine veya anasına, dayısına yahut halasına benzemesine soyaçekim denmektedir. Her doğan uzak veya yakın akrabasından birine hatta Adem AS ile kendisi arasındaki neseplerden herhangi birisine; renk uzunluk, kısalık, erkeklik, dişilik, sağlamlık, sakatlık, iyilik, kötülük, zekilik, ahmaklık gibi bütün karakterlerinde soyaçekimin geçerli olduğu görülmektedir. İnsanın nutfesi Hz. Adem’den kendisine kadar atalarından intikal edegelen özelliklerin hepsini ihtiva etmektedir. Insanın buözellikleri genler vasıtasıyla nesilden nesile intikal etmektedir. İnsan özelliklerinin bir kurala bağlı olduğu genel hatlarıyla ilk dönemlerde bile bilindiği ortaya çıkmaktadır. Bu genlere dayalı olarak, alınması gereken önlemler ve meydana gelen problemlerin çözüldüğü görülmektedir. Evlenme ve boşanma konularında gen ile ilgili hadisleri görmek mümkündür. Beyaz tenli olan han ımı siyah birçocuk doğuran sahabi, bu durumu yadırgamış ve nesebinden olduğu hakkında şüphelenerek Peygamber SAV’e müracaatta bulunmuştur. Hz. Peygamber, çocuğun bazen anne-babaya değil de uzak ecdadından birine benzeyebileceğini develeri örnek göstermek suretiyle açıklamıştır. Söz konusu rivayet şöyledir. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Feraze oğullarından bir kimse, Hz Peygamber’e “Karım siyah bir oğlan doğurdu, ben o çocuğu kabul etmiyorum” dedi. Peygamber SAV, senin develerin var mı? diye sorunca evet dedi. Renkleri nedir diye sorunca, kırmızıdır, dedi. İçlerinde boz renkli olanları var mı, deyince evet dedi. Bunun üzerine Peygamber SAV, bu boz renkliler nereden geldi, deyince adam şöyle cevap verdi. Ey Allah’ın rasulu belki o bir damara (soya) çekmiştir. Peygamber SAV de, “Belki bu çocuk da bir damara (soya) çekmiştir” buyurdu. Hz. Peygamber, sahabiye çekingen genin (resesif) hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da ortaya çıkabileceğini söyletmektedir. Sahabenin “Ey Allah’ın Rasulu belki o bir damara çekmiştir” şeklindeki ifadesinden anlaşılmaktadır ki, o, hayvanlarda görülen farklılığın neslinden intikal eden bir özellik olduğunun farkındadır. Sahabe sadece hayvanlarda meydana gelen bu durumun insanlarda da cereyan ettiğini Hz. Peygamberden duymuş olmaktadır. Peygamber SAV Rebah b. Kasîr adında bir sahabiye “ne çocuğun oldu” diye sorduğunda, O: “Ne olabilir? Ya oğlan ya da kız” demiş. Peygamberimiz SAV “Kime benziyor?” diye sormuş, O: “Ey Allah’ın Rasulü kime benzeyecek ya anasına ya babasına” demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) : Sakın öyle söyleme. Zira nutfe, ana rahmine yerleşip tutununca, Allah Teala onunla Adem Aleyhisselam arasındaki bütün nesebleri soyları hazır eder, böylece o nutfeyi, 407 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bu suretlerden birinin şeklinde terkip edip yaratır. Allah’ın kitabında “Seni değişik suretlerden dilediği herhangi bir surette terkip ve tasvir edip yaratan O’dur” ayetini okumadın mı” buyurmuştur. Hz. Peygamber bu hadisinde doğacak çocuğun bazen anne babasına bazen de anne babasının dışında o soydan gelenlere ait bir çekingen gene çekebileceğini ifade etmektedir. Hz. Peygamber do gançocukların, en yakından uzağa doğru, anaya, babaya, amcaya, dayıya, hala ve teyzeye yahut uzak akrabalarından birine benzeyebileceği ve onun karakterini taşıyabileceğini şu şekilde belirtmektedir. “Erlik suyunu boşaltmak için iyi yerler seçiniz, soyu-sopu temiz hanımlarla evleniniz. Çünkü kadınlar, erkek kardeşi veya kız kardeşinin benzerini doğururlar. Soyusopu temiz, iffetli kadınlarla evleniniz. Zira ırk aldatıcıdır. Insanlar madenler gibiçeşitlidir. Irk aldatıcıdır. Kötü ahlak, kötü ırk gibidir” buyurmuştur. Irk ın aldatıcı olmasıçekingen genin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Genelde doğan çocuk anne baba veya onların yakınlarına çekerken bazen daha uzaklardan birine çekmesi şaşırtıcı olmaktadır. Bazen de insanlar şüpheye düşmektedirler. Bu durum zina şüphesini akla getirse de hakikatte soyundan çok uzakta birinin genine çekme ihtimali nazara verilmektedir. Suçlamaya başvurmamak gerektiği ve evlenme esnasında seçici davranmanın lüzumuna işaret edilmektedir. Fiziksel özelliklerde olduğu gibi ahlakın da yine genler vasıtasıyla aktarıldığı belirtilmektedir. Ahlak kelimesi yaratma kelimesinin mastarıdır. Kişinin yaratılış temelini ifade eder ki doguştan getirilir; ancak bazı insanda egitimleçok çabuk ve kolay düzeltilir bazılarında ise çok uzun zamanda çok çaba ile düzeltilebilir. İnsanlar soya çekmek suretiyle bu karakterlerle doğarlar. İnsanların madenlere benzetilmesi değer yönüyle olsa gerektir. Bir insanın doğuştan ahlaklı veya ahlaksız olmasının söz konusu olmasından ziyade kolay eğitilebilir bir yapıda doğup doğmaması kast edilmektedir. Hz. Ömer’e atfedilen şu söz genlerle aktarılan özellikler soy ile ifade edilmiştir. “Çöplükte biten gülden, kötü soydan gelmiş olan güzel kadından sakınınız. Çünkü o kadın, aslının aynını doğurur. Sizlere temiz ırktan gelmiş iffetli kadınlarla evlenmenizi tavsiye ederim. Zira temiz ırktan gelmiş olan kadın, babası, amcası ve kardeşlerinin aynısını (aynı karakteri) taşıyan çocukları doğurur. Bazı bedensel kusurların genler vasıtasıyla taşındıgı Peygamberin SAV şu hadislerinden anlaşılmaktadır. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre bir kimse Ensar kadınlarından bir kadınla evlenmek isteyince, Peygamberimiz o kimseye şöyle demiştir. “Kadına iyi bak. Zira ensar kadınlarının gözlerinde irsi olarak küçüklük veya gök gözlülük gibi kusur sayılabilecek şeyler vardır. Bu hadiste göz kusurlarının bir kısmının irsi yani genlerle taşındığını göstermektedir. Kalıtsal olan bu kusurlardan sakınmanın tek yolu bu tür kalıcı kusurlara sahip olan kadınlarla evlenilmemesi önlem olarak gösterilmektedir. Ahlaki karakterler, dostluk ve düşmanlık hislerinin de irsi olduğu bildirilmektedir. “Sevgi ve düşmanlık her ikisi de veraset yoluyla (baba ve anadan çocuklarına geçmek suretiyle) kazanılır. Anne-babanın hayatta iken sevdiği kimseler; anne-babanın ölümünden sonra da çocukları tarafından sevilmektedir. Sevmediği kimseler de bunların ölümlerinden sonra çocukları tarafından sevilmemektedir. Hadisin de belirttiği gibi dostluk ve düşmanlık dahi irsidir. Kıyafet, iz sürmek, iz takip etmek, iki şeyden birini diğerine benzetmek anlamına gelir. Kıyafet, el, ayak, baş, göz, sarılık, kırmızılık, zayıflık, şişmanlık gibi fiziki du408 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi rumlara veya el ve yüzlerdeki çizgilere bakarak kişinin nesebinin ve kime benzediğini tespit etmeye yarayan ilme denmiştir. Bu özelliklerin genlerle taşındığı bilindiğinden kişinin hangi kabileye ait olduğu tespit edilmeye çalışılmış ve bu durum bir ilim haline gelmiştir. Araplardan Müdlic oğulları ile Esed oğulları kabileleri ve Kureyş’ten Hz. Ömer bu ilimde mütehassıs olan kimselerdendir. Yine Hz. Aişe ile Kadı Şüreyh de bu konuda bilgi sahibi oldukları rivayet edilmektedir. Arapların genetik bilimcilerine (kıyafe) çok itimad ettikleri bildirilmektedir. Hz. Ömer, İbni Abbas, Ebu Musa el-Eş’ari, Enes İbni Malik, Ata, İmam Malik, Şafii, Ahmed b. Hanbel, Evzai, vs. ve bütün hadis alimleri genetik bilgisini kabul etmiş ve genetik bilimcilerinin verdikleri bilgilere dayanarak neseb tespiti konularında hüküm vermişlerdir. Bu ilmin varlığı, evlilik ile ilgili rivayetlerde daha sık görülmektedir. Bir rivayette iki kimse bir çocuğa sahip çıktılar. Hz. Ömer çocuğun kime ait olduğunu tespit için genetik ilmi bilen bir kimseyi çağırttı ve o kimsenin genetik ilimi tespitine göre, çocuğu ikisinden birine teslim etmiştir. Hz. Peygamber, gayrı meşru yollardan hamile kaldıgı iddia edilen bir kadın hakkında: “Doguracagıçocuğun durumuna dikkat ediniz. Eğer gözleri sürmeli, kıvırcık saçlı, siyah, kalçaları iri, baldırları kaba bir çocuk doğurursa, doğan çocuk Şerik İbni Sahma’ya aittir” buyurdu. Kadın bu vasıflarda bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Peygamber SAV, eğer Allah’ın kitabının hükmü (lian) yerine getirilmeseydi, benim ile bu kadın arasında recm etmekten başka bir durum kalmayacaktı, buyurdu. Hakem b. Ebi’l-As, Hz. Ömer’den şöyle bir olay nakleder. Hz. Ömer’in yanında idim. Ömer’in yanına bir adam geldi. Ona nereli olduğunu sordu. O da Necran ahalisinden olduğunu söyledi. Hz. Ömer Necranlılardan başka bir kabileye akrabalığın var mı, diye sordu. Adam, vallahi hayır, dedi. Hz. Ömer, yemin olsun ki vardır, diyerek yeminleşmeye başladılar. Hz.Ömer oradaki cemaata hitaben, içinizden her kim bu kimsenin Necranlılardan başka bir kabile ile akrabalığını biliyorsa, kalkıp söylesin, dedi. Bunun üzerine bir kimse, bu kimsenin büyük annesi veya babasının büyük annesi Necranlılardan değildir, dedi. Bunu duyan Hz. Ömer üç defa: “Bırak bu kimsenin sözlerini, bizler genetik ilmini bilen insanlarız” dedi. Bu rivayette Hz. Ömer o kişinin Necranlı'lara ait özelliklerinin dışında bazı özellikler gördüğünden bu ısrarını sürdürmüştür. Çocuğun Anne-Babasına Benzemesinin Nedeni Enes b. Malik’in rivayetine göre Peygamber SAV Medine’ye hicret edince Abdullah b. Selam adında alim bir Yahudi O’na üç soru sordu ve bunları bir peygamberden başkası bilemez dedi. Bu üç sorunun üçüncüsü şudur. “Çocuk hangi sebeble babasına veya dayılarına benzer.” Peygamber SAV: “… Çocuktaki benzerliğe gelince, erkek kadınla cinsi münasebete bulunduğu zaman, erkeğin menisi (ana rahminde) kadının menisinin önüne geçip galip gelirse çocuk babasına veya onun tarafına benzer, eğer kadının menisi, erkeğin menisinin önüne geçip galip gelirse, çocuk anasına veya onun tarafına benzer.” buyurdu. Bunun üzerine o “şehadet ederim ki sen Allah’ın gerçek peygamberisin” dedi ve Müslüman oldu. Benzerli ginöne çıkmasını meninin önce gelmesi veya çok olması şeklinde anlamışlar ancak günümüzdeki ifadesiyle baskın gelme (galip gelme) yani dominat genler nedeniyle cinsiyetin ve diğer özelliklerin aktarıldığı günümüzde daha net anlaşılmak409 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi tadır. Hadisteki galip gelme ifadesi günümüzün tesbitine daha uygun düştüğü görülmektedir. Genetik ve Akraba Evliliği “Vucuttaki her kılın altında şehevi duygular vardır” buyuran Hz. Peygamber, meninin bütün organlardan süzülerek meydana geldiğini vucuda ait özelliklerin onda gizlenmiş olarak var olduğunu bildirmiştir. Bu nedenledir ki, Cüzzam, alaca ve delilik gibi hastalıklara sahip olanlarla evlenmekten sakındırmıştır. İbn Ömer’in rivayetine göre Peygamber SAV, Gıfar Oğullarından bir kadınla nikahlandı, gerdek gecesinde kadın elbisesini çıkardığı zaman; kadının göğüs kısmında alaca hastalığı gördü, bunun üzerine kadına, “elbiseni giy, böylece sabahla ve ailene dön. Zira hastalığını gizleyerek beni aldatmışsınız, buyurdu ve nikah bedelini tam olarak ödedi. Hz. Peygamber, kalıtsal hastalığa sahip bu kadınla evlenmeyi uygun bulmamıştır. Evlenecek olanların hastalıklı bir eş ile evlenmesi Hz. Peygamberin hadislerinde uygun görülmemiştir. Bu eş adayı ister akraba olsun ister olmasın, ister kadın olsun ister erkek olsun fark etmez. Zira kalıtsal hastalığa sahip eşten hastalıklı çocuk doğması kuvvetli bir ihtimal olarak görülmüştür. Imam Gazali Ihya’sında yakın akraba ile evlenmeyi dogançocuğun zayıf ve cılız olacağını gerekçe göstererek iyi karşılamamıştır. Bu düşüncesini kime ait olduğu bildirilmeyen Peygamberin hadisine dayandırmıştır. “Yakın akraba ile evlenmeyiniz. Zira çocuk zayıf ve cılız olarak doğar.” Hadisinin açıklarken Gazali şunları ifade etmektedir. Evlenecek eşler birbirleri ile yakın akraba olursa, şehevi istek ve arzuları zayıf olur. Eğer eşler yakın akraba olmayıp uzak çevreden olursa, birbirlerine karşı şehevi istek ve arzuları daha kuvvetli olacağından dolayı, doğacak çocuk daha sağlıklı ve daha kuvvetli olur” denilmiştir. Hz. Ömer’e dayandırılan bir sözde Hz. Ömer, Saib Oğulları kabilesini zayıf ve cılız görünce, Ey Saib oğulları! Sizler cılız ve zayıf oldunuz, bu durumu düzeltmek için kendi aşiretinizden başka kadınlarla evleniniz, demiştir. Yine Hz. Ömer, “Erkeklik suyunu boşaltmak için soyu-sopu temiz kadınlar seçiniz. Bununla beraber sizlere beden yönünden gösterişli kadınlarla evlenmenizi tavsiye ederim. Zira onlar doğurgan olurlar, sağlıklı ve kuvvetli çocuklar doğururlar” demiştir. Hz. Ömer bu tavsiyesini sağlıklı bir nesil ortaya çıkarmak için ırkı ıslah etmek maksadıyla yapmıştır. Hz. Ali de buna benzer olarak şöyle demiştir. “Her kim çocukları ile övünmek isterse, o kimsenin uzun boylu kadınlarla evlenmesini tavsiye ederiz. Hz. Ali uzun boyluluğun kalıtsal olduğunu genler vasıtasıyla doğan çocukta görülebileceğini ifade etmektedir. Genetik ve Irkın Islahı Hz. Ali’den yapılan bir rivayette Hz. Peygamber’e bir katır hediye edilmiş, hoşuna gittiginden dolayı ona binmiştir. Hz. Ali “Ey Allah’ın Rasulu eger biz de merkebi kısrak üzerine çekecek olursak, bunun aynısı bizim de olur, demiştir. Hz. Peygamber bu teklifi kabul etmemiştir. “Bunu ancak bilmeyen kimseler yapar” buyurmuştur. Bu uygulamada iyi olan attan vazgeçip, ondan daha iyi olmayan katırın tercih edilmesi vardır. Ayrıca katırın nesli olmadığından bir cinsin özelliklerinin tamamen kaybolma riski vardır. Bir kadın, sütünden faydalanmak ve neslini çoğaltmak için bir miktar koyun almış fakat koyunların üreyip çoğalmamıştır. Bu durumu Hz. Peygamber’e iletmiştir. Hz. Peygamber koyunların renklerini sormuş, kadın siyahtır deyince, bu koyunları halis beyaz koyunlarla değiştir, çiftleşme zamanı bunları güçlü kuvvetli beyaz koyunlarla karıştır, onların içine kat, buyurmuştur. Bu hadiste beyaz koyunlarda bulunan verimli genlerin siyah koyunlara geçişini sağlamak için bu çözüm yolu önerilmiştir. Hayvanlar arasında kendi cinsinde ırkın ıslahı amaçlanmıştır. Evlilik ve Genetik 410 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Toplum arasında övgüye neden olan karakterlerin insandan insana aktarıldığı bilindiğindendir ki evlilik esnasında seçicilik bu esasa dayanmaktadır. İslam dini, evliliği neslin korunmasına yönelik ve devamlılık esası üzerine kurmuştur. Seçicilik evlenmeden önce seçeceği eş hususunda geçerlidir. Evlendikten sonra başkasının spermi ile bir kadının hamile kalması zina olarak kabul edilmiştir. Hz. Aişe cahiliye dönemine ait dört çeşit nikahdan bahsetmektedir. Bunlardan birisi meşru görülmeyen ancak başkasının beğenilen karakterlerine gayrı meşru ve şahsiyet kırıcı şekilde sahip olmayı amaçlamaktadır. Hz. Aişe’nin bahsettiği evlilik şöyledir. Kadın adet kanamasından temizlendiği zaman kocası karısına, haydi filan erkeğe git, onun seninle cinsi münasebette bulunmasını iste, derdi. Kadın o erkekle cinsi münasebette bulununca, kadının o erkekten hamile kaldığı belli oluncaya kadar, kocası onunla cinsi münasebette bulunmazdı. Karı-koca bunu kendilerini aşağı gördükleri için çocuğun asil bir erkekten olmasını ve ırklarının ıslah edilmesini istediklerinden dolayı yaparlardı. Bu çirkin hareket, o cahillerce nikah kabul edilir ve buna “istibda” nikahı derlerdi. Kadınlar fıtrata aykırı bu çirkin işi; yiğitlik, cesurluk, kahramanlık ve cömertlik gibi sıfatlarla meşhur olmuş erkeklerle yaparlar, doğacak çocuğun da bu vasıflara sahip olmasını isterlerdi. Bu şekilde cinsi münasebette bulunan erkek ayrıca o kadından ücret bile alırdı. Bu olay birçok özelliklerin genler vasıtasıyla taşındığının bilindiğini göstermektedir. Ayrıca İslam böyle bir nesil türetmeyi yasaklamış, evlilik esnasında seçici davranmak suretiyle huyu huyuna suyu suyuna uygun övgüye layık vasıflara sahip bir eşle evlenmeyi ve evliliğin sürekliliğini esas almıştır. Genetik ve Cinsiyet Vucut yapıpımız ile duygusal özelliklerin yapılanmasını sağlayan ve protein olan küçük inşaat ustaları vardır. Bu ustaları yetiştiren ve yapacakları işi söyleyen mikro yapılara gen denmektedir. Bu genlerde dört harf kullanılmaktadır. Bunlar (A) adenin, (T) timin, (G) guanin, (S) sitozin adıyla anılır. Her bir canlının özelliklerini amino asit adı verilen yapı taşlarının yaklaşık 20 bin kadar olan kalıplarını belirleyen, dolayısıyla canlının bir nevi senaryosu, kitabı, şifrelenmiş hali bulunur. İşte bu genlerin sıralanmış olduğu ve çift sarmal yapıda olan DNA adı verilen molekülleri taşıyan yapılara da kromozom adı verilmektedir. İnsanda 23 çift kromozom bulunur. Bunlardan 22 çifti vucut yapısı ve genel doku inşası ile, bir çifti ise XX şeklinde ikisi aynı veya XY şeklinde ikisi farklı kromozom çiftidirler. Bunlar cinsiyetin kadın veya erkek olmasını belirlerler. Kromozom çifti XX olunca kız, XY olunca erkek çocuk dünyaya gelecektir. Erkeklik genini taşıyan sadece erkektir kadın değildir. Dolayısıyla erkekteki erkeklik geni doğacak çocuğun cinsiyetini belirleyici olmaktadır. Zira erkek spermleri Y (erkek) ve X (dişi) kromozomu taşıyıcı olmak üzere iki çeşittir. Bunlardan X kromozomlu spermin hızı, Y kromozomlu spermden daha yavaş, fakat daha uzun ömürlüdür. Eğer erkeğin menisindeki spermlerin çoğunluğu veya hızlı olanları erkek kromozomlu (Y) ise, kadının yumurtası bu sperm çeşidi tarafından döllenir ve çocuk erkek olur. Buna karşılık erkeğin dölleme sıvısındaki spermlerin hızlı ve sayıca çok olanı dişi kromozomlu (X) ise kadının yumurtasını dölleyen sperm bu çeşitten olur ve çocuk kız olarak gelişir. Kur’anı Kerim’de Nisa suresinin ilk ayetinde Allah Teala insanları tek nefisten ’ (Adem’in nefsinden) yarattıgını o tek nefisten de Havvayı yarattıgını açıkça ifade etmektedir. Ancak “gen” lafzı şimdiki tıbda kullanıldığı tarzda olmadığından ayet, dolaylı olarak ifade etmiştir. Temel olarak insanlığın atası olan ve erkek olan Ademi esas almıştır. Şimdiki tıbta ise erkeklik cinsiyet geninin sadece erkekte olduğunu belirtilmektedir. Bu ayetin tefsirinde zorluk yaşanmıştır. Fahreddin Razi ayeti “O, kadını, kocası cinsinden, yani insan olarak yarattı” şeklinde yorumlamış ve bu teviline başka ayetlerden deliller getirmiştir. Ancak hadislerde Hz. Havva’nın Hz. Adem’in eğe kemiğinden yaratıldığına dair rivayetler tartışmaya neden olmuştur. Ebu’s-Suud 411 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi tefsirinde İbn-i Mesud ve İbn-i Abbas gibi büyük sahabilerin Hz. Havva’nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını açıkça ifade etmişlerdir. Bir kısım alimlere göre ise kadının maddi yönden eğe kemiğinden yaratıldığına dair açık ve sarih bir ifade yoktur. Ayrıca Buhari’nin rivayetindeki “Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkışırsan kırarsın….” Şeklindeki ifadelerde açıkça teşbih vardır. Ancak yukarıda günümüz tıbbının verileri dikkate alındığında hadisin bize anlatmak istediği bir hakikat vardır. Kadının kalbini kırmak kemiğini kırmak gibidir, şeklindeki bir anlam yanında şöyle bir anlam çıkarmak da mümkündür. Bir erkek kadınlık genini taşımaktadır. Ancak bir kadın erkeklik genini taşımamaktadır. Diğer bir ifade ile bir erkekten bir kadının türemesi mümkündür, ancak bir kadından bir erkeğin türemesi muhaldir. Bu açıdan baktığımızda ilgili ayet ve hadislerin anlamının günümüzün tespitlerine uyduğu görülmektedir. Bu nedenledir ki erkeklik geni asıl olarak alınmıştır. Sonuç Cahiliye dönemlerinde bile insanların özelliklerinin, doğan çocuklarına aktardığı tecrübe ve gözlemlerle bilinmekteydi. Bir insanın hangi kabileden olduğu bu yöntemlerle biliniyordu. Hz. Ömer, HZ. Ali ve Hz. Aişe vb. bazı sahabenin genetik ilmi ile yakından ilgilendiği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Zira bu dönemlerde genlerle taşınan bu özellikler iz ve iz sürmek قيافةanlamında kullanılmıştır. İnsanlarda ve hayvanlarda bu durumun fark edildiği örneklerde görülmektedir. Bu konudaki rivayetler genelde nikah konusundaki rivayetlerde yer almış, bazı kalıtsal hastalıklardan sakındırmak ile ilgili hadislerde genlerden dolaylı olarak bahsedilmiştir. İnsanlara ait hoşa giden verimli olan karakterlerin insan neslinin esası olan suyunda (menisinde) gizli olduğu fark edilmiştir. İnsan neslinin korunması amacıyla evlenirken kusurlardan uzak olanlarla evlilik teşvik edilmiştir. Ayrıca her yönden mükemmeli elde etmek için yeteneklere önem verilmek suretiyle daha evlenme sürecinde seçici olmak gerektiği belirtilmiştir. Beğenilen ve verimli genlerin buluşturulması ile neslin ıslah edilmesi hedeflenmiştir. Ancak günümüzde bu hedeften bütün dönemlerden daha fazla uzağız. Zira bu hedefin engelleri gittikçe çoğalmaktadır. Ayrıca Müslümanlar, bitki ve hayvanlar hakkında da aynı titizliği göstermişlerdir. Tarihçilerin dikkatini çeken ve zor şartlara çok dayanıklı olan savaş için “Asil Arap Atı” nı geliştirmişlerdir. Günümüzün tıbbı terimleriyle ifade edilmese de genetik bilinmekteydi ve bu durum hadis rivayetlerine yansıdığı görülmektedir. KAYNAKCA Ayni, Umdetü’l-Gari Buhari, Camiu’s-Sahih Suyuti, Camiu s-Sagir, Mısır, 1321, I-II Darakutni, Sünen-i Darekutni, I-VI, trsz. Davud, Sünen-i Ebi Davud, trsz. Ebu Hanife, Fıkhu’l-Ekber (Imam-ı Azam’ın Beş Eseri Içinde, İst. 1981) Suyuti, Dürrü’l-Mensur, Beyrut, Tarihsiz, I-VI Elmal,ılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili E ,ş’ari, Istihsanu’l-Havd fi Ilmi’l-Kelam, Beyrut, 2000 Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Gayb, Beyrut, 2009, Zamahşeri, Faik fi Garibi’l-Hadis, Beyrut, 1399, I-IV Gazali, ) ,IhyaÇev: Ahmet Serdaroğlu) İst. 1983, C.II, 412 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Gazi Özdemir, Din ve Beyin, İst. 2009, Gümüşhanevi, Garibu’l- Ehadis, İst. trsz H.Cisri, Risale-i Hamidiye (Mütercim: Manastırlı İsmail Hakkı, İst. 1973 Iraki, el-Mugni, Mısır, trsz, I-IV Ibn Mace, es-Sünen-i İbn, trsz. Ibnrahim Canan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, İst. 1984, El-Muttaki el Hindi, Kenzu’l- Ummal, I-XVIII, Beyrut, 1985 Acluni, Ke şfu’l- Hafa, Beyrut, 1985, I-II Müslim, el-Camiu’s-Sahih Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1402, Nesai, es-Sünen, Mısır, 1930, I-VIII Ibnu’l-Esir, en-Nihaye, fi Garibu’l-Hadis, Mısır, 1963, I-V Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, Ankara, 1980, c.II Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, Mısır, trsz, I-V 413 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Hz. Peygamber’in Hadislerinde Koruyucu Hekimlik: Hacamat Örneği Yrd. Doç. Dr. Necmeddin Şeker Iğdır Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Özet Koruyucu hekimlik, geçmişten günümüze insanların hayatlarında ve sağlıklarında hayatî öneme sahip bir husus olarak devam ede gelmiştir. Hz. Peygamber’in hadislerinde ise bu mesele daha ziyade Tıbbı Nebevî çerçevesinde mütalaa edilmiştir. Hastalık gelmeden önce sağlık alanında alınacak tedbirleri içeren koruyucu hekimlik (hıfzu’ssıhha) ile ilgili çok sayıda hadis mevcuttur. Bu konudaki önemli tedbirlerden birisi de hacamat uygulamasıdır. İşte bu makalede Tıbbı Nebevî’de koruyucu hekimlik ve buna bağlı olarak da alternatif bir tedavi yöntemi olan hacamat konusu ele alınacaktır. Anahtar Sözcükler: hacamat, tedavi, sünnet, sağlık Abstract Prophet and Preventive Medicine: The Case of Bloodletting Bloodletting which has a historical background is cup therapy colloquially known as ‘cupping ’that is extant as both a kind of medical method and a sort of alternative therapy. Aforesaid practice which was made and encouraged by Prophet has developed identity of prophetic tradition with this aspect. This method of therapy that exists in many regions of the world increasingly gains wide currency at the present time with confirmation of modern medicine. This paper deals with the meaning of bloodletting and its content, how and whom it can be practiced and its benefits healthwise, in consideration of hadiths and in the context of medicine. Keywords: Preventive medicine, bloodletting, therapy, tradition, health. Giriş Hayatın her alanında insanlıga rehber olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evrensel mesajları, zamanın ilerlemesiyleçok daha iyi anlaşılmaktadır. 414 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Dünyevî ve uhrevî hayatın saadeti ve selameti bakımından bize kılavuz olan Kutlu Nebi’nin (s.a.s.) insan fıtratına uygun hayat modelini sunan sünneti, insanlık için en istikametli ve istikrarlı yoldur. Bir taraftan insanın manevî âlemini ihya eden Resul-i Ekrem (s.a.s.), diğer taraftan maddi dünyasını en kâmil manada imar eden evrensel ve ebedi ilkeler vazetmiştir. Adeta hem gönüllere ve ruhlara şifa dağıtmış, hem de cisme ve bedene tabiplik yapmıştır. Ona aidiyeti tespit edilmiş olan her söz ve davranışta hikmetler ve maslahatlar vardır. Bir anlamda sünnet olarak nitelendirilen sözleri, fiilleri ve halleri, ifrat ve tefritten uzak olduğu gibi abesiyetten de beridir. İnsan fıtratını ve ihtiyaçlarını en iyi bilen Allah, bu bakımdan Onu ilahî edeple terbiye etmiş ve üstün meziyetlerle donatarak bize en güzel rehber olarak göndermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu yönüyle imandan ibadete, ahlaktan adaba, adaletten iktisada, temizlikten tedaviye kadar hayatın her alanında ümmetine zengin bir miras bırakmıştır. O’nun (s.a.s.) beşere sunduğu bu evrensel ve ebedi ilkelerin bir kısmı da sağlık alanıyla ilgilidir. Nebevî sünnete baktığımızda peygamberimizin gerek hayatında gerekse ümmetine tavsiyelerinde koruyucu hekimlik ve onunla bağlantılı olarak bir tür tedavi metodu olan hacamat uygulamaları ile ilgili ilkelerin belirgin olarak öne çıktığını görüyoruz. Bu çalışmada koruyucu hekimlik ile ilgili genel bilgilere yer verilip konu ile ilgili hadislere işaret edildikten sonra hacamatın kısaca ne olduğu, nasıl uygulandığı, yararları, yan etkileri ve modern tıptaki yeri, koruyucu hekimlik bağlamında ele alınacak, Hz. Peygamberin bu konudaki uygulamalarını ve tavsiyelerini içeren hadisleri değerlendirilecektir. Konu hadis alanı ile ilgili oldugu için, müracaat kaynaklarımız temel hadis kaynakları ve tıbbı nebevî kitapları olacaktır. Ancak tıp ve sağlık ile iç içe olan böyle bir konunun tıbbî bilgilerden soyutlanması mümkün olmadığı için, yeri geldikçe ilgili tıbbî bilgiler de kullanılacaktır. Bu konuda ayrıca pratikte hacamat yapan uzmanlar ile birebir yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz bilgiler de değerlendirilmiş olacaktır. Koruyucu hekimlik Koruyucu hekimlik, bireysel ya da toplum olarak hastal ıkların ortayaçıkmasını ya da ağırlaşmasını engelleyici önlemler üzerinde çalışan bir hekimlik dalıdır. İnsanlık tarihinde pratik uygulama alanı eski de olsa, hekimlikte bir bilim dalı olarak teşekkülü çok yenidir. İslam tarihinde ise adı konmamış bile olsa koruyucu hekimlikle ilgili uygulamaları ilk başlatan Hz. Peygamber olmuştur. O’nun bu konudaki tedbirleri, bize ulaşan sünnetin detaylarında gizlidir. Imandan sonra insanogluna verilmiş en büyük nimet olarak sağlık konusuna dikkat çeken Hz. Peygamber, bunun için temizliği imanın bir cüzü ve ibadetlerin ön koşulu kabul ederken, sağlıklı olmayı ve bu konuda tedbir almayı da insan sorumluluğuna verilmiş dinin emirleri arasında sayar. Zira Ona göre kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha hayırlıdır. Hastalık gelmeden önce sağlığın kıymetinin bilinmesi uyarısında bulunması, her yemekten önce ve sonra elleri yıkamanın önemini ifade etmesi, diş sağlığı için misvak kullanmayı teşvik etmesi, Onun güçlü ve sağlıklı bir Müslüman kimliğinin teşekkülü için önemle vurgu yaptığı tavsiyeler arasında yer alır. Ayrıca vücut temizliği başta olmak üzere, yiyecek ve içeceklerin temiz tutulmasına ve çevre temizliğine önem vermesi, yeme ve içmede ölçülü olma ve aşırıya kaçmama konusunda bizzat fiilleri ve halleriyle örnek olması da Peygamberimizin (s.a.s.) bu alandaki önemli sünnetlerindendir. 415 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Diger taraftan bulaşıcı hastalıklara karşı korunma, salgının bulundugu yerlere girmeme, böyle bir yerde bulunuluyorsa oradan çıkmama (karantina) hususundaki emirleri ve tavsiyeleri de sağlık ve koruyucu hekimlik bağlamında Onun bize tembih ettiği ilkesel uyarılarından sadece birkaçıdır. Özetle beden ve el temizliği, ağız ve diş temizliği, çevre temizliği, yiyecek ve içeceklerin temizliği, suların temizliği, zararlı yiyecek ve içeceklerin yasaklanması, dengeli beslenme ve perhiz gibi konularda Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) çok hassas ve duyarlı olduğu, Onun yaşam biçimini oluşturan sünnetinden ve hadislerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca cüzam, veba ve kuduz gibi bulaşıcı hastalıklar ile ilgili uygulamaları ve uyarıları da sağlık alanında kayda değer niteliktedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu gibi tedbirlerle günümüzde koruyucu hekimlik (hıfzu’s sıhha) olarak bilinen hastalıklara karşı önlem almaya yönlendirirken, diğer taraftan hastalık durumlarında tedavi olmayı tavsiye etmektedir. Onun (s.a.s.) sağlık konusundaki duyarlılığı, maddi-manevi pisliklerden ve zararlı maddelerden uzak durma ile ilgili tavsiyelerinden anlaşılmaktadır. Hadis kaynaklar ınınözellikle Kitabu’t-Tıb bölümleri ile müstakil Tıbb-ı Nebevî kitaplarında sağlık, temizlik ve beslenme konularındaki hadisler bir araya getirilmiştir. Ayrıca hadis kaynaklarında yer alan Kitabu’t- Taharet ve Kitabu’l-Et’ime ve’l -Eşribe bölümlerinde de bu konularla ilgili rivayetleri bir arada bulmak mümkündür. Bütün bunlar Onun koruyucu hekimlik konusundaki hassasiyetini göstermektedir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) bu konuda pek çok önlem ve önerileri vardır. Bunlardan bir tanesi de bizzat hem kendisinin yaptırdığı ve hem de ümmetine tavsiye ettiği hacamat uygulamasıdır. Hacamatın Tarifi ve Kısa Tarihçesi Arapça telaffuzu ( حجامةhıcamet) olan ve Türkçede daha ziyade hacamat diye bilinen bu kavram, sözlükte emme anlamına gelen ( حجمhacm) kökünden gelmektedir. Terim anlamı ise en kısa tanımıyla deriden vakum yolu ile kan alınmasıdır. Hacamat yaptırmaya ihticam; bunu meslek haline getiren kişiye de haccam denir. Bu iş için kullanılan alete de mihcem veya mihceme adı verilir. Hacamat kanlı ve kansız olmak üzere iki türlü uygulanmaktadır. Kansız olana şişe kapama da denir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz yönüyle hacamat; koruyucu hekimlikte ve bazı hastalıkların tedavisinde uygulanan genel bir tedavi yöntemidir. Ihtiyaca göre vücudun herhangi bir yerinden bardak veya boynuzla yapılan kan alma işlemini ifade eden hacamat, sebebi belli bir hastalığın tedavisi için yapıldığı gibi, kan fazlalığının vücutta meydana getirdiği rahatsızlıkları gidermek için de kullanılan bir tedavi usulüdür. Bu uygulama Hz. Peygamber tarafından bizzat yaptırılan ve ümmetine tavsiye edilen bir tedavi metodu olması hasebiyle aynı zamanda nebevî bir sünnettir. Eskiden yaygın olarak "hacamat bıçağı” denilen bir aletle tatbik edilen bu usul, bugün yerini neşter gibi daha çağdaş aletlere bırakmıştır. Bazı bölgelerde vücuttaki kirli kanı dışarıya almak için bir tür sülük de kullanılmaktadır. Adeta bu iş için yaratılmış olan söz konusu sülük kirli kanın biriktiği yerlere veya vücudun ağrıyan bölgelerine konularak kanı emmesi sağlanmaktadır. Ancak özel vakumlu kupalar ile kan alma yöntemi olan hacamat, damardan kan aldırma yönteminden veya tamamen doğal bir yol olan sülük kullanma metodundan tamamen farklı bir uygulamadır. Gerek uygulandığı bölgelerin özelliği nedeniyle gerekse elde edilen sonuçlar bakımından bildiğimiz damardan kan aldırma yönteminden farklı etkileri vardır. Zira hacamat yönteminde vücuttaki kirli kan alınırken, şırınga ile damardan başka hastalarda kullanılmak üzere temiz kan alınmaktadır. 416 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu tür bir tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bilgi bulunmamakla birlikte geçmişi 5 bin yıl öncesine kadar götürülür. Eski Çin, Mezopotamya, Mısır ve bazı Ön Asya uygarlıklarında bir kısım hastalıklara karşı vücuttan kan alma metodunun kullanıldığı bilinmektedir. O dönemlerde bu yöntem için boynuz, bambu, seramik ve cam kupalar kullanılmıştır. Hacamatın sistemli olarak ilk defa Mısırlılar tarafından kullanıldığı, o döneme ait bazı belgelerden tespit edilmiştir. Eski çağların ünlü hekimleri hacamatı farklı metotlarla uyguladıkları gibi, İslam hekimleri de gerek bunlardan etkilenerek gerekse Hz. Peygamberin sünnetinden ilham alarak bu tedavi metodunu geliştirip kullanmışlardır. Aslında bütün dünyada, asırlarca, hastadan kan alma, güvenilir bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmiştir. Mesela klasik tababette birçok hastalığın, kandaki problemlerden kaynaklandığı kanaati hâkim olduğu için, tedavi sırasında akla ilk gelen husus da kan almak olmuştur. Bu yöntemin özellikle XII. Yüzyılda çok yaygın olarak uygulandığı, hatta bu alanda eserler yazıldığı görülmektedir. Asırlar boyu yaşatılan ve diğer adıyla kupa terapisi (Cupping Therapy) olarak bilinen bu uygulamanın, Osmanlı tıbbında çok uygulanan ve tıp kitaplarında yer alan yöntemlerden biri olduğu da kaynaklardan anlaşılmaktadır. Öyle ki Osmanlı tıbbı, tedavi ağırlıklı olarak bedende biriken ve atılmadığı takdirde hastalık yapan zararlı maddelerin uzaklaştırılması esasına göre temellendirilmiştir. Buna bağlı olarak da hacamat geleneği Osmanlı tababetinde yaygınlık kazanmıştır. Binlerce yıldır bilinen ve en eski tedavi usullerinden sayılan hacamatla tedavi, günümüzde de Asya, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinde yaygın olarak uygulanmaktadır. Avrupa’da da son yıllarda alternatif tıp içerisinde uygulanmaya başlandığı bilinmektedir. Günümüzde İslam ülkelerinde bu iş için açılmış özel kliniklerde söz konusu tedavinin uygulandığı görülmektedir. Ayrıca Çin, Malezya, Almanya, İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi ülkelerde de yaygın olduğu ve bu alanda araştırmalar yapıldığı bilinmektedir. İran ve Azerbaycan gibi bazı doğu ülkelerinde daha organize ve sistematik olarak hekimler ve sertifikalı uzmanlar tarafından yapılmaktadır. Bizim ülkemizde ise çok yaygın olmamakla birlikte alternatif tıp çerçevesinde geleneksel metotlarla gayrı resmi olarak yapıldığı görülmektedir. Ancak ehliyetsiz kimseler tarafından, sağlıksız ortamlarda yapılan kontrolsüz uygulamalar Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmıştır. Damardan kan aldırma metodunun mahiyet, muhteva ve amaç bakımından hacamattan farklı olduğu bilinmektedir. Zira damardan alınan kan temiz kan olup başka amaçlarla tekrar kullanılmaktadır. Hacamat ise vücuttaki kirli kanın temizlenmesi amacıyla vücudun belli bölgelerine uygulanan bir operasyondur. Geleneksel bir tedavi yöntemi olarak bilinen hacamat, son zamanlarda bilimsel toplantılarda da tartışılmaya başlanmıştır. Mesela bir araştırmada kupa terapisinin yaygın olarak kullanıldığı ülkelerden birisi olan Finlandiya’da bunun tam bir tedavi yöntemi olduğu, Finlandiya halkının uygulamaya çok ilgi duyduğu, Fin hükümetinin de bu konuya güvenilir uygulama standartları getirmek için çalıştığı ve bu konuda eğitimler düzenleyerek, yanlış uygulamalara karşı bilgilendirmeler yapıldığı, ayrıca yasalarla koruma altına alınması çalışmaları başlatıldığı belirtilmiştir. Hz. Peygamberin Hacamat İle ilgili Uygulamaları ve Tavsiyeleri Her bir meselesi hikmet ve maslahat yüklü olan Hz. Peygamberin (s.a.s.) evrensel sünnetinin bir kısmı, bilimin, teknolojinin ve zamanın ilerlemesi ile daha iyi anlaşılmaktadır. Konumuzu teşkil eden hacamat da bunun örneklerinden birisidir. Hz. Peygamber 417 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi döneminde ve daha öncesinde Arap toplumunda yaygın olarak kullanıldığı bilinen bu uygulamayı Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) eski gelenekten öğrenmiş olma ihtimali bulunmakla birlikte, nübüvvetin ilk yıllarında yaşadığı Miraç olayı esnasında melekler tarafından kendisine tavsiye edildiğine dair kaynaklarda geçen rivayetler de mevcuttur. Dolayısıyla Peygamberimizin (s.a.s.) uygulamasının örfî mi yoksa dinî mi olduğu konusunda görüş farklılıkları olsa da, bu tartışmalar hacamatın önemini azaltmamakta, ona olan rağbet ve ilgi bilakis bu önemi daha da arttırmaktadır. Peygamberimizin, Islam’ın temel ve genel ilkelerine aykırı olmayan gelenekleri devam ettirdigine dair başkaörnekleri de göz önünde bulundurduğumuzda, konunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz. Kanaatimizce bu hikmetli ve faydalı tedavi metodu eski gelenekten tevarüs eden bir uygulama dahi olsa, Hz. Peygamberin (s.a.s.) onayından geçtikten sonra nebevî sünnet hüviyeti kazanmış olmaktadır. Hz. Peygamberin hacamatı, gerek koruyucu hekimlik anlamında gerekse bir tedavi metodu olarak bizzat yaptırdıgına veümmetine tavsiye ettiğine dair çok sayıda hadis mevcuttur. Tıbbı Nebevîde en faydalı tedavi usulü olarak tavsiye edilen hacamatın, koruyucu hekimlik açısından da önemi büyüktür. Çünkü yukarıda da ifade edildiği üzere hacamat hastalıklara karşı koruyucu bir özelliğe sahip olduğu gibi, hastalık durumunda tedavi edici özelliği de vardır. Hadis kaynaklarında ve Tıbb-ı Nebevî kitaplarında hacamatın genel olarak ne zaman, nasıl ve kimler tarafından yapılabileceğine dair rivayetler yanında, önemine ve sağlıktaki yerine dair rivayetler de mevcuttur. Vücudun hangi bölgelerine yapılacağı ve ne tür hastalıklara karşı uygulanacağı hadislerde anlatılmaktadır. Hacamatta dikkat edilmesi gereken hususlar ve alınması gereken tedbirler yanında, yapan kişiye ücret verilip verilmeyeceği, oruçlu veya ihramlı iken hacamat yapılıp yapılamayacağı, adetli kadının hacamat olup olamayacağı ve hacamatın abdesti bozup bozmayacağı gibi hususlar da ilgili hadislerde yer almaktadır. Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadis kitaplarında yer alan bu konudaki hadislerinde ciddi sıhhat problemi görülmemektedir. Söz konusu rivayetlerin itikat, ibadet ve muamelat gibi dinin temel konuları ile doğrudan ilgili olmaması, bunlarla amel konusunda ayrı bir kolaylık sağlamaktadır. Konuyla ilgili aşağıda yer vereceğimiz rivayetlerin çokluğu da bu hadislere olan güveni destekleyen bir başka unsurdur. Zira aynı konuda onlarca rivayetin mevcudiyeti hadis ilmi açısından manevi tevatür özelliği taşıdığı gibi uygulamanın önemini ve doğruluğunu da göstermektedir. Temel hadis kaynaklarında yer alan bir rivayete göre İbn Abbas (r.a) Rasulullah’dan (s.a.s.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Miraç gecesi, hangi melek topluluğuna rastladıysam onlar bana; “Ey Muhammed kan aldırmaya (hacamata) devam et ve ümmetine de bunu emret” diyorlardı.” Hacamat konusunda en çok dikkatimizi çeken bu rivayete göre melekler Hz. Peygambere kan aldırmasını ve ümmetine de telkin etmesini önemle tavsiye etmişlerdir. Allah tarafından melekler aracılığıyla Peygamberimize ve dolayısıyla insanlara böyle bir tedavi metodunun öğretilmesi ve tavsiye edilmesi, onun değerini ve insan sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Hadis kaynaklarında yer alan diger bir rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm'a ensesinden kan aldırmak suretiyle hacamat yaptırmış, hatta ona ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: "Tedavi yollarının en güzeli hacamattır. (Yahut hacamat sizin en iyi tedavi yollarınızdan birisidir.)" Diğer bir rivayette de Hz. Peygamberin baş ağrısı şikâyetleri için kan aldırmayı, ayaklardaki ağrı ve sızılar için ise kına yakmayı önerdiği bildirilmiştir. Vücudun değişik yerlerinden kan aldırma imkânı olmakla birlikte, bu hadislere göre Hz. Peygamber (s.a.s.) ensesinden 418 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi kan aldırmıştır. Bu durum ihtiyaca göre problemli bölgelerden ve organlardan kan aldırmanın önemi ve önceliği konusunda bazı ipuçları vermektedir. Buhari ve Müslüm’de yer alan bir rivayette bu işi yapan kişiye ödenecek ücret söz konusu edilerek şöyle denir: “Resul-i Ekrem (s.a.s.) hacamat olur, kimseye ücretinde zulmetmezdi. Bu rivayete göre hacamat o dönemde bazı kimseler tarafından geçim kaynağı olarak kullanılan bir meslek olup, karşılığında ücret almakta bir mahsur olmadığı anlaşılmaktadır. Hadisteki “kimseye ücretinde zulmetmezdi” ifadesi bu ücretin emek karşılığı bir hak olduğu ve Hz. Peygamberin bunu hassasiyetle gözettiği anlaşılmaktadır. Rivayetlerde Hz. Peygamberin (s.a.s.) hacamat yapan kişiye emeğine karşılık o günün şartları itibariyle bir veya iki sa’(ölçek) buğday veya hurma verdiği bildirilmektedir. Günümüzde de ülkelere ve bölgelere göre hacamat operasyonunun karşılığı olarak değişen miktarlarda ücret alındığı bilinmektedir. Ilgili rivayetlerden ve teamüllerden anlaşıldığı üzere bunda bir mahsur olmadığı açıktır. Hacamat yapan kişiye ücret ödenmiş olması da bu işin o dönemde yaygın olan ve para kazandıran bir meslek olduğunu göstermektedir. O günün şartları itibariyle hacamatın iyi bir tedavi metodu olarak görüldüğü de bu hadisten anlaşılan bir başka dikkat çekici husustur. Nâfi 'den (r.a) nakledilen bir rivayete göre de İbn Ömer (r.a) (kendisine): “Nâfi, kan (fazlalaşmak suretiyle) beni yedi. Bunun için sen bana genç bir haccam (hacamatçı) getir. Seçtiğin haccam ne yaşlı ne de çocuk olmasın” demiştir. Nâfi, İbn Ömer’in (r.a) şöyle dediğini nakleder: “Ben, Rasulullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu işittim: "Hacamatı aç karnına yaptırmak daha faydalıdır. Aklın çalışmasını ve hafıza (ezberleme) gücünü arttırır. Hâfız olanın da hıfzetme kabiliyetini kuvvetlendirir. Artık kim hacamat yaptırmak isterse Allah'ın ismini anarak Perşembe günü hacamat yaptırsın." IbnÖmer’in bu sözünden hacamat yapacak kişinin ehil bir kişi olması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Aynı zamanda hacamat yaptırmadan önce perhiz yapılması, yani tok karnına hacamatın tatbik edilmemesi hususu da bu rivayetten anlaşılmaktadır. Hacamat yaptırmanın hafızaya iyi geldiğine işaret edilmesi de oldukça anlamlıdır. Hacamat yaptırmakla aklın ve hafızanın kuvvetlenmesi arasında kurulan bağlantı ile ilgili şunları söylemek mümkündür: Hacamat yoluyla vücuttaki kirli kan temizlenmiş, böylece kılcal damarlar yoluyla bütün vücuda temiz ve taze kan dağıtılmış olacaktır. Bu sayede beyne ve kılcal damarlara giden temiz kan ve oksijen beynin ve hafızanın gücünü ve aktivitesini arttıracak, aynı zamanda hem bedenin hem de hafızanın ve aklın daha dinamik ve sağlıklı çalışmasını sağlamış olacaktır. IbnÖmer rivayetinde dikkat çekilen diğer bir husus da zamanlama konusudur. Diğer rivayetlerle de örtüşen Perşembe günü kan aldırma hususu değişmez bir durum değildir. Çünkü başka hadislerde Pazartesi ve Çarşamba günleri de hacamat önerilmektedir. Buradaki gün sınırlaması kanaatimizce bir zorunluluk değil, muhtemelen özel bir kişi ya da durum için söylenmiş tarihsel bağlamı olan bir durumdur. Ebu Kebşe el-Enmari’den (r.a) nakledilen bir rivayete göre ise Hz. Peygamber (s.a.s.) ensesinden ve iki omuzu arasından hacamat olmuş ve: “Kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilaçla tedavi olmasa da zarar görmez!” buyurmuştur.” Baş ve omuz bölgesinden kan aldırmanın, Hz Peygamber tarafından yaptırıldığı ve teşvik edildiği bu rivayette öne çıkan hususlardan birisidir. Bunu destekleyen diğer bir hadis de şudur: Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resul-i Ekrem (s.a.s.), boynunun iki tarafındaki damarları ile iki omuzu arasındaki damardan hacamat olurdu. Hacamatın tedavi kadar koruyucu hekimlik açısından da önemli bir fonksiyon icra ettiği gerçeği de bu rivayetteki “kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilaçla tedavi olmasa da zarar görmez!” cümlesinden anlaşılmaktadır. Hadiste vurgu 419 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi yapılan bir başka husus da normal şartlarda kurallara uygun yapıldığı takdirde hacamatın hiçbir zararının ve yan etkisinin olmadığıdır. Günümüzde tıbbî ilaçlar da dâhil olmak üzere uygulanan tedavilerin yan etkileri ve zararları düşünüldüğünde hacamatın önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Hacamat yapt ırmanın zamanlamasınınöne çıkarıldığı bir hadiste Hz. Enes (r.a) Hz. Peygamberin (s.a.s.) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim hacamat olmak isterse, ayın 17, 19 veya 2l’ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe calıp onu öldürmesin. Daha çok hacamatla ilgili zaman faktörüne dikkat çekilen bu hadis ile ilgili daha önce de ifade ettiğimiz gibi değişik yorumlar yapılmıştır. Burada özellikle dolunayın hareketleri ile damarlardaki kan dolaşımı arasında bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla bu durum –zaruretler hariç- hacamat yaptırmanın mevsimsel zamanlaması bakımından önem arz etmektedir. Peygamberimizin hizmetlilerinden Selma’nın (r.a) naklettigi bir rivayete göre: “Her kim peygamberimize başındaki bir ağrıdan şikâyet etti ise Rasulullah, (s.a.s.) ona: ‘kan aldır!” buyurmuştur. Her kim de ayaklarındaki bir ağrı veya yaradan şikâyet etti ise, ona da : ‘ayaklarına kına yak!’ buyurmuşlardır. Hacamatın degişik amaçlarla vücudun farklı bölgelerine ve organlarına uygulanabileceği uzmanlar tarafından belirlendiği gibi; bu hadisten hareketle Peygamberimizin (s.a.s.) de bu hususta sağlıkla ilgili şikâyetleri göz önünde bulundurarak tavsiyelerde bulunduğu görülmektedir. Mesela Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ihtiyaca binaen lokal hacamat uygulamaları yaptırdığı Hz. Enes (r.a) aracılığıyla nakledilen şu hadisten anlaşılmaktadır: "Rasûlullah (s.a.s.) ihramlı iken sırtından çektiği bir ağrı sebebiyle hacamat oldu." Bu da hacamatın uygulanacağı bölgenin veya organın sabit değil, duruma ve ihtiyaca göre değişken olabileceğini göstermektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ihramlı iken ve oruçlu iken hacamat yaptırdığı da konu ile ilgili rivayetler arasında yer almaktadır. Bu konuda İbn Abbâs’ın (r.a) naklettiği hadis şöyledir: "Rasulullah (s.a.s.) ihramlı olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de hacamat oldu." Hacamat yaptırmak isteyen kimselerin operasyonun öncesinde ve sonrasında bazı hususlara dikkat etmeleri gerektiğini daha önce ifade ettik. Ayrıca uygulamanın ilgili bir uzmanın gözetiminde yapılmasının önemine de vurgu yaptık. Aşırı tokluk ve açlık durumlarının hacamat için uygun olmadığı da bilinen hususlardandır. Zira sonuçta kan kaybı olmakta, bu da bünyede değişik sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Nitekim kaynaklarda kurallara uyulmadan yapılan hacamattan dolayı unutkanlığa ma’ruz kalan, hatta namazda Fatiha’yı bile karıştıran kimselerin varlığından bahsedilir. Bu durum da bütün sağlık konularında olduğu gibi hacamat konusunda da hastaya ihtiyaca göre belirli bir diyet uygulanması gerektiğini göstermektedir. Her ne kadar daha önce geçen İbn Ömer (r.a) hadisinde Hacamatın aç karnına daha faydalı olduğu bildirilmiş ise de sahabenin halsizlik korkusuyla bunu terk ettiği de rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Enes (r.a) "Biz oruçlunun hacamat olmasını, sadece bitap düşmesinden korkup terk ettik" diyerek bu endişeyi ve kaygıyı dile getirmiştir. Hatta Sahabeden İbn Ebi Leylâ (r.a), ismini vermediği bir sahâbî’den şöyle naklediyor: "Rasulullah (s.a.s.) hacamat olmayı ve iftar yapmadan üst üste bir kaç gün oruç tutmayı bize yasakladı. Ancak bunları Ashabına haram kılmadı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, sen sahura kadar orucu devam ettiriyorsun'' denildiğinde ise şu cevabı verdi: "Ben sahura kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip içirmektedir." Bu durumu destekleyen diğer bir rivayeti Rafi' b Hadic (r.a) şöyle anlatmaktadır: "Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Hacamat yapan da, yaptıran da orucunu açmıştır." 420 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Bu rivayete göre hacamat yapanın ve yaptıranın her ikisinin de orucunun bozulmuş olması oldukça anlamlıdır. Yaptıran için sağlık bakımından bir sakınca söz konusu olsa da bu işi yapan Haccam’ın da orucunun bozulduğunun ifade edilmesi, anlaşılması zor ve problemli bir durumdur. Bir rivayette Hz. Peygamber’in: “Üç şeyde şifa vardır: Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve kızgın bir aletle dağlama yaptırmakta. Fakat ben dağlama yaptırmayı sevmem” buyurduğu nakledilir. Değişik rivayetlerde şifalı şeylere dikkatimizi çeken Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hadiste de üç hususa vurgu yapmaktadır. Bal şerbeti içmek, kan aldırmak ve dağlama yaptırmak. Bir başka çalışmanın konusu olan bal ve bal şerbetinin yararları ile ilgili ayrıntıları ilgili kaynaklara havale ederek bu hususa burada girmek istemiyoruz. Daglama da hacamat gibi gelenekten gelen bir tedavi metodudur. Hz. Peygamberin (s.a.s.) kendisinde şifa bulundugunu açıkça ifade ettiği dağlamayı yaptırmaktan hoşlanmadığını ve aşağıda zikredeceğimiz İbn Abbas hadisinde belirtildiği üzere ümmetine tavsiye etmediğini söylemesi anlamlıdır. Nitekim İmran b. Husayn Hz. Peygamberin bu uyarısına rağmen dağlama yaptıklarını fakat bundan bir fayda görmediklerini bir öz eleştiri kabilinden itiraf eder. Ilgili hadisin yorumlarında gerekçe olarak risk taşıması, acı vermesi ve faydadan çok zararının bulunması gibi sebepler gösterilir. Bu mülahazalardan dolayı kaynaklarda Arapların dağlamaya son seçenek olarak başvurdukları ifade edilir. Bu hadiste bizi doğrudan ilgilendiren husus hacamatta şifanın bulunduğunu Hz. Peygamberin bizzat ifade etmiş olmasıdır. Bu durum İbn Abbas’tan (r.a) nakledilen aynı anlamdaki şu Buhari hadisinde de te’yid edilmektedir: "Şifa üç şeydedir; Bal şerbeti, kan aldırma, ateşle dağlama. Ancak ümmetimi dağlama yaptırmaktan menediyorum." Hacamat ile ilgili yukarıda yer verilen diğer hadisler ve hacamat yaptırıp yarar gören insanların tecrübeleri de bu uygulamada şifa bulunduğunu desteklemektedir. Hacamat Nas?ıl ve Ne Zaman Uygulanır Hacamat hadislerde de ifade edildi giüzere derinin bir neşter yardımıyla çizilip ağzı geniş bir boynuz, bardak, kavanoz veya şişe vasıtası ile kanın çekilmesi şeklinde yapılır. Bu konudaki bir hadiste Cabir b. Abdullah: “ Tedavide kullandığınız ilaçların her hangi birisinde hayır varsa/olacaksa bu kan aldırmak için neşter vurmak… tır” diyerek hacamatın o dönemde neşter ile yapıldığını ifade etmiştir. Uygulamada, önce bardak vb. türden tatbik edilecek kupanın havası alınır-ki genellikle ispirtolu pamuk yakılarak kupanın oksijenli havası boşaltılır- akabinde bedenin kan alınacak bölgesine kapatılarak havasız bırakılıp uyuşturulur. Aynı yer neşterle 2 veya 3 milim çizilir. Sonra havası alınmış kupa neşterle çizilen yere tekrar kapatılır. Bu işlem yapılınca, kılcal damarlardan kan gelmeye başlar. Bu operasyon genellikle üç defa tekrarlanır. Tedavi 2025 dakika sürer. Ortalama 300-350 gram kadar kan çıkarılır. Operasyon özellikle ağrı, sızı veya hastalık olan organa yakın yerlere yapılır. Uygulamanın profesyonel eğitim almış uzmanlar tarafından yaptırılması sağlık açısından tartışılmaz bir öneme sahiptir. Hadislerde de buna dikkat çekilmektedir. Mesela İbn Ömer (r.a) Nâfi’ye hitaben: “… Sen bana bir hacamatçı getir ve genç bir hacamatçı seç. Ne yaşlı ne de çocuk olmasın” demiştir." Bu konudaki sahabe sözünden de anlaşıldığı üzere hacamat yapacak kişinin, ne güçten ve kuvvetten düşmüş, eli kolu titreyen bir yaşlı; ne de acemi bir çocuk olması uygun görülmemektedir. Haccam’ın bu alanda yetişkin (genç) ve ehliyetli olması tavsiye edilmektedir. Hastalık veya hastalık belirtisi olan durumlarda gün ve saat gözetilmeden hacamatın her zaman uygulanabilirliği açıktır. Hz. Peygamberin (s.a.s.) Veda haccında bacağındaki bir rahatsızlıktan dolayı deve üzerinde ve ihramlı olduğu halde tabibi 421 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi çağırarak hacamat yaptırması ihtiyaca göre zaman ve zemin gözetmeden hacamat yaptırılabileceğini göstermektedir. İbn Abbas’tan (r.a) gelen bir rivayete göre ise Ebu Musa el- Eş’ari zarurete binaen gece hacamat yaptırmıştır. Ancak sadece bir sünneti ifa etmek veya hastalıklara karşı tedbir amacıyla yaptırmak isteyenlerin, hadislerde belirtilen gün ve zaman dilimlerini göz önünde bulundurması sünnete riayet bakımından daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Hadislerde belirtildi giüzere, normal şartlarda hacamat uygulaması için doğru zaman, her kameri ayın ikinci haftasından sonraki günlerdir. Bu konudaki rivayetlerde kameri takvime göre ayın 17, 19, 21 ve 23. Pazartesi, Salı ve Perşembe günlerinin tavsiye edildiği görülmektedir. Bu durum söz konusu günlerin sünnete daha uygun olduğunu göstermektedir. Mesela: Enes b. Malik (r.a) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim hacamat yaptırmak isterse, ayın 17, 19 veya 2l’ini kollasın. Sakın, kan (basıncı) fazlalaşmak suretiyle (kanın durmayacağı günler) birinize galebe çalıp onu öldürmesin. Bu rivayette de zamanlamaya riayet edilmediği takdirde olumsuz sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekilmiştir. İbn Ömer’den nakledilen diğer bir rivayette de Hz. Peygamber şöyle buyurur: “…Hacamat yaptırmak isteyen, Allah’ın adıyla, Perşembe günü hacamat yaptırsın. Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerinde hacamat yaptırmaktan sakının. Pazartesi ve Salı günü de hacamat yaptırınız. Fakat Çarşamba günü de hacamat yaptırmaktan sakının: Çünkü O gün, Eyyub (a.s)’ın derde maruz kaldığı gündür...” Ilgili hadislerin yorumlarında söz konusu zaman dilimlerinin Dolunayın hareketleriyle ilgisi kurularak bu durumun insan vücudundaki kan hareketlerini etkilediği ifade edilmektedir. Her ne kadar sahabî Ebu Bekre, (r.a) Salı günleri hacamat olmayı men ederek, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Salı günü kan (ın çokça aktığı) günüdür. O günde öyle bir saat vardır ki kan durmaz” buyurduğunu nakletmekte ise de, söz konusu rivayetle ilgili yapılan farklı yorumlarda Salı günleri de hacamat yapılabileceği ifade edilmiştir. Nitekim yukarıda geçen İbn Ömer hadisinde hacamat yapılabilecek günler arasında Salı da sayılmaktadır. Kanaatimizce bu hadislerde yer alan zamanlama, haftanın belirli günlerinden ziyade, ya kişilere özel hususî durumlardan dolayı yapılmış bir tavsiye veya dolunay ile insan fizyolojisi arasındaki etkileşim ile ilgilidir. Zira konumuz itibariyle normal şartlarda haftanın günleri arasında bir fark yoktur. Hacamatın Faydaları Hangi araç ve metotla yapılırsa yapılsın ve hangi zaman diliminde olursa olsun, hacamat, nebevî sünnetin evrensel ilkeleri göz önünde bulundurularak, usulüne uygun yapıldığı takdirde insan sağlığı bakımından oldukça yararlı bir tedavi yöntemidir. Ancak bu işin zaman, zemin ve şartlar göz önünde bulundurularak bir hekimin muayenesi ve tavsiyesi ile yapılmasının önemi ve zarureti de ortadadır. Aksi takdirde yarar yerine zarar verebilir. Nitekim yanlış uygulamalardan zarar görenler de yok değildir. Kaynaklarda hacamattaki aşırı kan kaybından dolayı hafıza bozukluguna ugrayan, unutkanlık hastalıgına yakalanan hatta bundan dolayı namazda Fatiha’yı bile karıştıran kimselerden bahsedilerek bu konudaki hassasiyete dikkatçekilmiştir. Bundan dolayı gerek Hz. Peygamber (s.a.s.) gerekse sahabe bu işin zamanlaması ve ehline yaptırılması konusunda oldukça duyarlı olmuşlardır. Sahabenin kan aldırma yöntemine sıkça başvurduğu o dönemdeki uygulamalardan anlaşılmaktadır. Mesela Cabir b. Abdullah’ın, hastalığı dolayısıyla el-Mukanna isminde bir zatı ziyaret ederek: “Sana hacamat yaptırmadan buradan ayrılmam. Çünkü Rasulullah (s.a.s.) onda muhakkak fayda vardır” buyurdu” demesi ihtiyaç durumunda bu yola sıkça başvurulduğunu göstermektedir. 422 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi Uygulama esnas ında hijyene dikkat edilmesi de bir o kadarönemlidir. İlgili hekim veya uzman tarafından uygun görüldükten sonra hacamat yapılacak bölgenin sterilizasyonunun sağlanması da ayrıca önem arz etmektedir. Diğer taraftan alınan kanın miktarı da hekimin uygun gördüğü ölçüde olmalıdır. Aksi takdirde yukarıda ifade edildiği gibi kan kaybı, bitkinlik, yorgunluk, unutkanlık ve hafıza kaybı gibi olumsuz sonuçlar doğurabileceği ve faydadan çok zarar vereceği açıktır. Hacamat operasyonunda, uygulamanın yapıldıgı bölgedeki organlarda lenf damarları açılarak kan dolaşım rahatlamış ve böylece o organların üzerindeki stres (baskı) azalmış olacaktır. Uygulamanın yapıldığı bölgede kan hareketliliği ile doğru orantılı olarak, dolaşım rahatlayacak, vücuttaki kan ve dokulardan toksinlerin atılması sağlanacaktır. Klinik çalışmalar ile ispatlanmış bir faydası da vücudun ürettiği tabii kortizonun artmasıdır. Bu da hacamat sonrası ağrılı durumların azalmasını hatta yok olmasını sağlayacaktır. Vücuttan kan çıkması nedeniyle yeni kan üretme mekanizmaları harekete geçerek vücuda rahatlık ve zindelik kazandıracaktır. Bu durumlar bize hacamatın tedavideki fonksiyonunu göstermesi bakımından önemli sonuçlar vermektedir. Hacamat Yaptırırken Dikkat Edilecek Hususlar Daha önce de ifade edildiği gibi hacamat yapacak ve yaptıracak kimselerin göz önünde bulundurmaları gereken bazı hususlar vardır. Sağlıklı ve yararlı bir hacamat operasyonu için hacamatın yapılacağı günden önceki gün hayvansal gıdaların alınmaması, süt ve süt ürünlerinin tüketilmemesi ve tuz kullanımının da aza indirilmesi bunlardan bir kaçıdır. Ayrıca güç gerektiren eylemlerden kaçınılması ve dinlenmiş bir vücuda hacamat yapılması tavsiye edilir. Uygulamanın yapıldığı gün de bu hususlara riayet edilmesi, mesela sıcak banyo yapılmaması, işlem bittikten sonra birkaç saat bir şey yenilmemesi de tedbir bakımından önemlidir. Ayrıca hacamattan daha saglıklı ve yararlı sonuçlar elde edilmesi için şu hususların da gözetilmesi tavsiye edilmektedir: Hacamat aç karnına yaptırılmalıdır. Bir gün öncesinde ve sonrasında cinsel perhiz uygulanmalıdır. Uygulamanın yapıldığı gün aşırı su içilmemeli, çay ve kahve tüketimi azaltılmalıdır. Acı, ekşi ve tuzlu yemekten kaçınılmalıdır. İhtiyaten 48 saat hayvansal gıda alınmamalıdır. Hijyenik şartlarda uzman kimseler tarafından yapılmalıdır. Bütün bunların yanında hacamat yaptırmaya karar veren kimse mutlaka bir hekime danışmalı ve hacamat yaptırmasına mani bir durumunun olup olmadığı da önceden incelenmelidir. Gerekirse bazı tahliller yaptırılmalıdır. Hacamat yaptırmanın sakıncalı oldugu durumlar hakkında da şunları söylemek mümkündür: Hacamat ,ınçok yaşlı ve zayıf kişilerde, kalp yetmezliği olanlarda, bir yeri kesildiğinde kanı durmayan kişilerde, hamilelerde, aşırı kansız kişilerde, AİDS - HİV hastalarında, tansiyonu çok düşük olan kişilerde, küçük çocuklarda ve çok hassas kişilerde yapılamaması tavsiye edilmektedir. Hacamatla Tedavi Edilen Hastal:ıklar Hacamat, hastal ıklara karşıönlem amacıyla yapılabildiği gibi, bazı hastalıkların tedavisi için de yapılabilir. En önemli yararlarından birisi vücuttaki kirli kanın alınmasıyla kandaki toksinler, kolesterol ve kullanılan ilaçlardan dolayı kanda bulunan ve kişiye zarar veren maddeler, tehlikesiz bir şekilde vücuttan uzaklaştırılmış olacaktır. Hacamatın dokularda biriken aşırı sıvı ve zehirleri attığı, bağ dokularını güçlendirdiği, cilde ve dokulara kan akışını hızlandırdığı, sinir sistemini uyardığı ve ağrıları dindirdiği 423 Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi bilinen yararlarından bir kaçıdır. Bu yöntem aynı zamanda anında etki gösteren, güvenilir, tehlikesiz, ucuz ve yan etkisi olmayan bir tedavi imkânı sağl