isLAM MEbı:Nivı?:ri`NôE sACinAT

advertisement
Marmara Üniversitesi, İlah!)ıat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü
Marmara Universiry, Faculry of Theology. Department of lslamic
Histoıy
and Arts
&
İslam Konferansı Te§kilatı, İslam
Tarih, Sanat ve Kültür Ara§tırma Merkezi (IRCICA)
Organisation of islamic Conference, Research Centre for lslamic
Histoıy.
Art and Culture
isLAM MEbı:Nivı?:ri'NôE sACinAT
.
.1\
••
.
A
(MEDINETU'S-SELAM) ULUSLARARASI SEMPOZYUM
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON
BAGHDAD
(MADINATai-SALAM)
7-9
IN THE ISL.AMIC CIVILIZATION
Kasım
1 November 2008
Kültür Merkezi
Üsküdar- iSTANBUL
Bağlarba~ı
TÜRKİYE
PROGRAM
Ümran!}'e Beled!}'esi'nin katkılar~la
Sponsored by Umraniye Municipality
BAGDAT MU'TEZİLESİ'NİN
İSLAM BİLİM VE DÜŞÜNCESiNE
KATKILARI
Doç. Dr. Osman A YDINLT
l.Giriş
Mu'tezile, dinin ve dini geleneğin ne olduğu, ne şekilde anlaşıldığı ya da
konusunda izlediği farklı yöntemle ve dinin yorumlanmasına yönelik sorunların çözümlenmesinde sergilediği rasyonalist tavırla
tanınmıştır. Temel ilkelerini ise "usUl-i hamse/beş esas" şeklinde formüle etmiş
ve kelinıi-felsefi meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu mezhep, geliştiği ilmi
çevre ve benimsediği imarnet düşüncesi ekseninde Basra ve Bağdat Mu'tezilesi
olarak iki ana gruba ayrılmıştır. Bunun yanı sıra zihniyet açısından bir tasnif
yapıldığında Mu'tezili geleneğin genel anlamda siyasi aklı öne çıkaran, felsefi
akla dikkat çeken ve zühd-takvaya vurgu yapan üç farklı eğilimi bünyesinde
barındırdığını söylemek mümkündür.
anlaşılması gerektiği
Mu'tezile'nin özelde de Bağdat Mu'tezilesi'nin İslam bilim ve düşüncesine
ekolün doğuşuna etki eden tercüme faaliyetleri ve Bağdat kültür
havzası ekseninde ele alınabilir. Abbasller döneminde hilafet merkezinin Bağ­
dat'a taşınmasıyla birlikte bu şehrin ilim ve düşünce merkezi haline gelmesi,
Mu'tezile içerisinde bir kırılmanın meydana gelmesine kapı aralamıştır. Ekol,
görüşlerini ileri sürme ve metotlarına bir standart getirme uğraşında, İslinıi
öğretinin ve geleneğin yam sıra Yunan felsefesinden beslenmiştir. Bağdat kültür havzasından ve Beytü'l-hikme'den önemli ölçüde yararlanan Mu'tezile,
Allah-alem ilişkisi çerçevesinde cisim, araz, cevher ve atom görüşleri ile özellikle Eş'arilik ekolü kelamcılarım ve İslam düşünce sistemini etkilemiştir.
katkıları,
• Hitit Ün. (Çorum) ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
188
ULUSLARARASI iSLAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZYUMU
Çeviri hareketinden dolayısıyla Yunan felsefesinden önemli ölçüde etkilenenler arasında Basra Mu'tezilesi olarak isimlendirilmiş olsa da Bağdat'ta etkin
olan ve buradaki bilimsel ve düşünsel ortamdan beslenen Ebü'l-Hüzeyl Allaf
(227/841), Nazzam (221/835) ve Cahız (255/868) gibi felsefi aklı öne çıkaran
eğilim öncelikle zikredilrnelidir. Bu etkileşim süreci kısaca şu şekilde özetlenebilir:
Emeviler'in son dönemi ve Abbasiler'in ilk yıllarında dini düşüncenin sisbirlikte nakli ilimler kadar akli ilimler üzerinde de
derinleşiimiş ve bu yönde farklı dillerden birçok eserin tercümesi yapılmıştır.
Emeviler döneminde yapılan ilk tercümeler tıp, kimya ve yıldız ilmi ile ilgili
kitaplar iken ı sekizinci asırdan itibaren hıristiyan ilahiyatı ve Yunan felsefesi
ile ilgili eseriere yöneliş başlamıştır. Abbasi devletinin kurulmasıyla birlikte
tercüme faaliyeti hız kazanmıştır. Ebu Ca'fer Mansur (158/775) döneminde
Yunanca, Rurnca, Pehlevice, Farsça ve Süryanice gibi yabancı dillerden yapılan
tercümeler kamuoyuna sunularak bilgilenmeleri sağlanmıştır. Bu dönemde
tarih, siyaset, din ve ahlaka ilişkin te'lif ve tercümelerin de devreye girmesi, 2
konu yelpazesinin ve çeviri faaliyet alanının genişleme eğiliminde olduğunu
göstermektedir. Aynı şekilde Harlin Reşid (193/809) farklı ilmi alanlarda eserler tercüme ettirmişse de asıl çeviri faaliyetinin yoğunluk kazanması Me'mfrn
(218/833) döneminde gerçekleşmiştir. Eski Cündişapur Akademisi örnek alı­
narak kurulmuş olan Beytü'l-hikrne, felsefe ve çeşitli ilim dallarıyla ilgili kitaplan tercüme etmeye yönelik bir faaliyetle 3 yeni bir misyonu üstlenmiş ve zirveye taşınmıştır. Me'mfrn döneminde tercüme edilen eserler arasında Aristo'nun mantık, tabiat, psikoloji, ahlak ve metafiziğe ilişkin eserleri önemli bir
yer işgal etmiştir. Bu halifenin başlattığı felsefi hareket, Yunan, İran, Hint,
hıristiyan, yahudi kültürü ve felsefesiyle ilgili fikirleri müslüman muhite tanıtmış ve Ebfr'l-Hüzeyl, Nazzam, Cahız gibi Mu'tezililer için felsefi kitapları
mütalaa etme irnkam sağlamıştır.
temleşmeye başlamasıyla
İslam düşünce ekolleri tarihinde entelektüel bir seviye yakalayan
Mu'tezile mezhebi, bu özgün niteliğini felsefe kitaplarının çevirisinden sonra
kazanmıştır. Ekol mensuplarını Yunan felsefesini incelemeye sevkeden sebep,
filozofların ve diğer din ve kültür mensuplarının, bazı İslami ilkelere saldırma­
ları karşısında, kendi tartışma metot ve tekniklerini kullanarak cevap verme
gayretiydi. Kısacası rasyonelleşme sürecinde Mu'tezili bilginierin felsefeye ilgi
ı
3
İbn Cülcül, Tabakatü'l-etıbba ve'l-hukema (tahk., Fuad Seyyid), Beyrut 1405/1985, s.
61; İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, (thk., Rıza Teceddüd), Beyrut 1988, s. 434.
İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 150; İbnü'l-Kıfti, İhbdru'l-ulema bi-ahbdri'l-hukema,
Kahire ts., s. 149.
İbnü'l-Kıfti, İhbaru'l-ulema, s. 168 vd.
BAGDAT MU'TEZiLESi'NİN iSLAM BiLiM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI 1
daymaları
ve bu
doğrultuda
oluşumlardan farklı
rünmesinde etkili
189
çaba sarfetmeleri, ekolün diğer mezhep ve dini
bir şekilde metot geliştirmesine ve akılcı bir yapıya bü-
olmuştur.
2.Bağdat Mu'tezilesi'nin İslam Bilim ve Düşüncesine Katkıları
Bağdat Mu'tezilesi, çeviri faaliyetinin tetiklediği değişim sürecinin ve Bağ­
dat kültür çevresinin ürünüdür. Ekolün bu kolunun lideri olarak kabul gören
şahıs ise Bişr b. el-Mu'temir'dir. Bağdat ekolünün en belirgin niteliği, mevcut
halifeleri ve yönetimi efdal (en erdemli) kabul etmemeleri sebebiyle imametle
mefdlıliyet yani daha ez erdemli olanın imametinin meşruiyetini de kabullenme anlayışını geliştirmesidir. Onlar, Abbas oğulları ve Ali oğulları arasındaki
mücadelede, Ali oğullarına olan bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Bu sebeple Ali
oğullarının tercihi meselesinin, mefdfılün imameti anlayışının oluşmasında
birinci derecede etkili olduğu söylenebilir. Bişr b. el-Mu'temir'in (210/825)
yanı sıra Sümame b. Eşres (213/828), Ebu Musa el-Murdar (227/841), Cafer b.
Mübeşşir (234/828), Cafer b. Harb (236/851), Ahmed b. Ebi Duad (240/854),
İskafi (240/854), İsa b. Heysem es-Sılfi (245/859), Hayyat (300/912), Ebü'lKasım el-Ka'bi el-Belhl (319/931) gibi isimler ekolün önemli alimleridir. Bu
oluşumun İslam bilim ve düşüncesine yaptığı katkıları zihniyet, metot ve bilimsel anlayışları bağlamında değerlendirmek istiyoruz.
Metot Açısından
Mu'tezile aıimleri, usUle dair telif ettikleri kitaplara genellikle "nazar" konusuyla giriş yapmışlardır. Bu başlık altında aklın önemine, takip ettikleri
metotta aklın belirleyici niteliğine ve akli delillere ne şekilde dayandıklarına
yer verirler. Mu'tezile aklı "insanın onunla kendini ve dışındakileri, yeryüzü ile
gökyüzünü ayıran ve bilginin kazanılmasını sağlayan güç" 4 olarak tanımlamış­
tır. Bişr b. el-Mu'temir bir şiirinde aklı "iyiyi kötüden ayıran ve bilinenden
yola çıkarak bilinmeyenin hükmünü veren mükemmel bir hakim" 5 olarak
nitelemiştir. Mu'tezili terminolojide akılcılık kavramının ise bundan daha ileri
bir aşamada bir metota ve sisteme işaret eden bir anlamı vardır. Bu terim,
nasların anlarnlandırılmasında ve naslardan bağımsız hüküm çıkarmada kullanılan akıl eksenli bir yöntemi ifade etmektedir. Mu'tezile'nin aklın alanı ve
belirleyiciliği konusunda geliştirdiği bazı kriterler vardır. Buna göre nasların
anlaşılması ve yorumlanmasında aklı esas alına temel prensiptir. Bu ilkeye
4
Eş'ad, Makalatü'l-İslamiyyfn ve'htilafi'l-musallfn (thk.,
Helmutt Ritter), Wiesbaden
1980, s. 480.
Ebfı
Osman Amr b. Bahr el-Cahız, el-Hayevan (thk., A. Muhammed Harun), Beyrut
ts., VI, 292.
190
ULUSLARARASI iSLAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZVUMU
dayalı
olarak bilginin kaynakları arasında yer alan duyular, haber ve sezgi karşısında akla öncelik verilmiş ve aklın hüküm verme yetkisi bulunduğu kabul
edilmiştir.
Mu'tezile dinin akıl, rey ve burhanla anlaşıldığını söylerken aklı ne derece
öneeledillerinin de ipuçlarını vermektedir. Ekol aklı, dini metinierin yanında
başlı başına bir otorite saymakta ve aklın kendi imkanlarıyla edindiği bilgilere de vücılb derecesinde değer vermektedir. Mu'tezili bilginler, din ve akıl
tarafından keşfedilebilen ilkelerin birbiriyle uyumlu olduğu ve dahası birbirini
tamamladığı tezini savunmaktadır. Böylece dinin akılla çatışmadığı aksine
birbirlerini destekledikleri neticesine ulaşılmaktadır. 6 Ekol, nasslara bağlı kalınakla birlikte İslami düşüneeye akli yorumu ve felsefi düşünme becerisini
katınıştır.
Mu'tezile ekolü, inanç alanına giren konularda da akla seçkin bir konum
tahsis etınektedir. Mu'tezili bilginler, Allah'ı bilmenin (marifetullah) aklen
vacip olduğunu ileri sürerek peygamber gelmese de her insanın aklıyla Allah'ın
varlığını bulup inanınakla yüJillrnlü olduğu sonucuna varmışlardır. Akıl, zaruri ilmin kazanıldığı güçtür. Akıl yoluyla insan, selim bir düşünmeye sahip
olur. Allah'ı ve onu tanımaya yarayan bilgiler, zorunlu bir şekilde akılla bilinir.
İnsan bu fı.tri akılla Allah'ı bilir ve alemin bu aşkın varlık tarafından yaratıldı­
ğını tespit eder. Bu güç yani bilgi elde edildikten sonradır ki sorumluluk meydana gelmektedir. Akılla insan Allah'ı bilmeye, iyiyi kötüden ~yırmaya (husün-kubuh), erdeınli ve onurlu bir yaşam sürdürmeye güç yetirebilir.
Mu'tezile'nin geliştirdiği bu akılcı perspektif, sonraki döneınlerde ortaya çıkan
felsefi düşüncenin de üzerinde gelişme imkanı bulduğu bir platform olmuştur.
Genel anlamda Mu'tezili bilginierin ve özelde Bağdat Mu'tezilesi'ne mensup alimlerin diyalektik yönlerinin güçlü olması, yabancı din ve kültürel unsurlara karşı mücadele vermeleri, cedel ve tartışma ilmindeki müstesna yerleri,
tevhid ve adl esasları üzerinde yoğuıuaşmaları gibi nedenlerden dolayı ekolün
kelarrun teşekkülünde ve gelişiminde öneınli katkıları olmuştur. Bu bağlamda
Mu'tezile'nin kelam metodundaki nassa bağlı kalınakla beraber akla da önem
verme ve nasları akli çerçevede yorumlama tarzının, Ehl-i Sünnet kelamının
oluşumuna zemin hazırladığı ve Sünni kelamcıları da etkilediği söylenebilir.
Mu'tezili bilginierin metodolajik yaklaşırnlarında ve dini anlarnlandırma
çabalarında, aklın belirgin bir konumu vardır ve bu yolla akılcı bir sistemin
teşekkülü sağlanmıştır. Ekol mensupları bu metodlarını, "akıl esastır, nass tevil
edilir veya akıl önce nakil sonra gelir" şeklinde formüle etınişlerdir. İktidara
6
Kadi Abdülcebbar, el-Muğnf fi ebvô.bi't-tevhfd, XIV, 23.
BAGDAT MU'TEZiLESi'NiN islAM BiLiM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI
J
191
etkide bulundukları Miline döneminde, akılcılık üzerinde geliştirdikleri yöntemlerini merkeze alarak mutlak doğruluk iddiasında bulunmaları ve bunun
sonucu olarak kendi dışındakilere siyasi erki de kullanarak görüşlerini zorla
benimsetme gayretleri, hem siyasal hem de düşünsel anlamda zayıflarnalarına
neden olmuştur.
Bilimsel Anlayışlan: Hür Düşünce Geleneği
Mu'tezile'nin başta Yunan felsefesi olmak üzere başka düşünce sistemleriyle ve kültürlerle karşılaşması ve orılara karşı İslam'ın bilim ve düşünce arıla­
yışını savunma psikolojisi içinde olması, müslüman toplumu ve bilimi açısın­
dan kazançlı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bu karşılaşma ve kaynaşma sayesinde mezhep alimleri kendi bilim anlayışlarını ve düşünce sistemlerini, diğer
din ve kültürlerle mukayese imkanı elde etmiştir. Kendi görüş ve tezlerinin
değerinin farkına varan ve eksik yarılarını tespit eden ekol mensupları, kendilerini geliştirme ve İslam'ı daha iyi koşullarda savunma yollarını bulmaya çalışmışlardır.
Mu'tezili ilimler, "usı11-i hamse" olarak isimlendirdikleri beş temelilkede
ortak olmalarına ve bu çerçevede görüş beyan etmelerine rağmen bazı konularda alabildiğine kuşkucu ve eleştirel bir bakış açısı sergilemişlerdir. Tevhid
prensibi çerçevesinde Allah-alem ilişkisine değinilerek ilahi sıfatlar, kudret,
cisim, cüz' ün la yetecezza (atom), hareket, sükı1n gibi konularda özgiin fikirler
ortaya konmuştur. Gelenek içerisinde tevhid ve alt başlıklarına ilişkin konularda birbirinden farklı bazen de zıt fikirler geliştirilmiştir.
Mu'tezile, Allah'ı sıfatıardan arındırma üzerine bina ettiği tevhid prensibi
çerçevesinde, Allah'ın sıfatlarının zatının özü olduğu yani Allah'ın ilmiyle
alim, kudretiyle kadir, hayatla hay olduğu, yaratılmışların sıfatlarından Allah'ın tenzih edilmesi gerektiği, 7 Allah'ın cisim veya gölge olmadığı, şahıs,
cevher veya araz kabul edilemiyeceği, Allah için uzurıluk, derirılik ve genişliğin
söz konusu olmadığı, Allah'ın parçalara ayrılaınıyacağı ve bölünemiyeceği,
O'nun kudret, hay ve ilim sıfatlarının zıttı olan acz, ölüm ve cehaletle vasıfla­
namayacağı 8 ve benzeri fikirler üzerinde daha çok durmuştur. Allah'ın eli,
yüzü, oturuşu, ilim, kudret, arş gibi kelimelerin mecazi olarak ele alınınası
gerektiği, ilahi kelamın yaratılınış olduğu, Allah'ın hiçbir somut özellikle tanımlanamayacağı, kötülüğün insana özgü bir haslet olduğu için Allah'a atfedilemeyeceği, Allah'ın ahirette görülemeyeceği gibi görüşler arıların tevhid ve
7
Şehristani,
el-Milel ve'n-nihal (tash., M. Fehmi Muhammed), Beyrut 1990/1410, I, 44
vd.
8
Eş'ari, Makalatü'l-İslamiyyin,
s. 155 vd.
192 1 ULUSLARARASI iSLAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZVUMU
Allah anlayışlarını tamamlayan unsurlar olarak göze çarpmaktadır. Mu'tezile
bu konudaki görüş ve öğretilerini bilgi, akıl ve düşüneeye dayandırmakta ve
tezlerini ayetlerle temellendirmektedir.
Mu'tezili ekol içerisinde akli ölçüderin kullanımındaki özgürlüğe paralel
olarak farklı yaklaşımların olduğu görülmektedir. Ebıl'l-Hüzeyl el-Allaf, Ca'fer
b. flarb, Ca'fer b. Mübeşşir, İskafi, Muhammed b. Abdülvehhab el-Cübbai gibi
bazı kelamcılar, Allah'ın idaresi ve yönetiminin her yerde olduğu anlamında
"Allah her mekandadır" (fi külli mekan) görüşünü benirnsemişlerdir. Oysa
buna karşılık Abbad b. Süleyman ve Hişam el-Füvati gibi bazı Mu'tezili
kelamcılar Allah'ın mekandan münezzeh olduğu anlamında "Allah bir
mekanda değildir" (la fi mekan) 9 görüşünü savunmuşlardır. Mu'tezile tevhid
konusunu ele alırken bu mananın daha çok Allah için medh yani övgü ifade
edip etmediğini dikkate almaktadır.
Allah'ın
olan alemin mahiyeti arasındaki her türlü
benzerlik onların bakış açısına göre kaldırılmalıdır. Onlar "Leyse kemislihi
şeyün" (Allah'ın benzeri hiçbir şey yoktur.) (eş-Şılra 42/11) ayetinin muhkein
olduğu ve bu sebeple Allah'ın malılukların sıfatıyla vasıflanamayacağı iddiasındaydılar. Mu'tezile'nin bu konudaki mantığına göre sıfat ya hadis olur ya da
kadim. Hadis olduğunda Allah onunla vasıflandıktan sonra vasıflanamaz,
vasıflanırsa zatta değişme meydana gelmiş olur. Mesela Allah'ın ilim sıfatı
varsayıldığında zat, ilimsizlik halinden ilme değişmiş olur;, değişim ise
hudılsun delilidir. 10
mahiyeti ve
yaratılmış
Mu'tezile ekolü kader meselesinde de farklı anlayış ve tezleri bir arada barındırmıştır. Bununla ilgili gerçekleştirdikleri tartışma oturumlarında aynı
ekolden olmalarına karşın ekol alimleri birbirlerine karşı tartışmacı ve eleştirel
bir tavır sergilemişlerdir.
Mu'tezile adi esası çerçevesinde hayır ve şer,.aslah, istitaat ve insan fiilerine ilişkin meseleleri irdelemiştir. Mu'tezile, Allah'ın şerri yaratmayacağı ve
onunla hükmetmeyeceği fıkrini savunur. Buna gerekçe olarak da Allah' ın, şerri
yaratması ve onunla hükmetmesi ve ardından da kullarına azap etmesi halinde
kullarına zulmetmiş sayılacağı tezini gündeme getirir. Oysa adil olan .Allah'ın
kullarına zulüm yapması düşünülemez. Mu'tezile'den bir gruba göre Allah,
zulme, yalana ve kötü şey yapmaya kadirdir, fakat bunu hikmetinden ve rah-
9
Eş' ari, Makalatü'l-İslamiyyin, s. 157.
° Kadi Abdülcebbar, Fırak ve tabakatü'l-Mu'tezile (thk., A.Sami Neşşar-İ.Muhammed
1
Ali), 1972, s. 138.
BAGDAT MUTEZİLESİ'NİN İSLAM BİLİM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI 1 193
metinden dolayı yapmaz. 11 Ebu'l-Hüzeyl, Ebu Ali el-Cübbru ve Ebu Haşim elCübbai gibi isimler, bu meseleyi Allah'ın kudreti dahilinde ele almışlardır.
Fakat Nazzam, Allah'ın zulüm kapasitesi olmasını, onun adalet kapasitesinden
bir takım eksiltıneler yapacağı ve bunun da O'nun öz ve kema.Iiyle çelişeceği
düşüncesini benimsemiştir. Ona göre Allah'ın kötülük yapmaya gücü olur da
yapmazsa, bu onun ilmine muhaliftir. 12
Bağdat Mu'tezilesi'nin önde gelen yedi düşünürünün katıldığı ve
-hatta birbirlerini küfürle itharn ederek- ayrıldıklan bir münaza~
rada da bu konu tartışma konusu yapılmıştır. Bişr b. el-Mu'temir, Ebu Musa
el-Murdar, Cafer b. Harb ve İskafi gibi isimlerin de yer aldığı tartışmada "Allah'ın zulmetmeye ve yalan söylemeye, yapmayacağını bildiği şeyi yapmaya
kadir olup olmadığı" görüşü münazara konusu yapılmıştır. Bu oturumda
inançsız insanların Allah'a iman etmeye muktedir olup olmadıkları konusu da
irdelenmiştir. Bu tip insanların buna muktedir olmadıkları söylendiğinde Allah'ın onları güç yetiremeyecekleri bir şeyle yükümlü tutmaları söz konusu
olacaktır. Eğer onların buna muktedir olduğu söylenirse, bu durumda da Allah'ın olmayacağını bildiği veya bildirdiği şeylerden bir kısmının vuku bulmuş
olması gerçekleşecektir. Bu tartışmada Bağdat Mu'tezilesi'nin lideri Bişr elMu'temir'in "Allah'ın zulme, yalana ve yapmayacağını bildiği şeyi yapmaya
muktedir olduğu, fakat yapmayacağı" tezine karşı "bu durumda Allah'ın
ibadete layık olup olmadığı" sorusunu yöneltmiştir. Ona göre zulmeden bir
tanrı şükrü değil ayıplanınayı hak etmiştir. İskafi de zulüm ve yalan söylemeye
güç yetiren ve bunu yapan bir Allah tasavvurunu savunanlara karşı zulmün
adalete dönüşemeyeceğini sert bir dille ifade etmiştir. 13 Bu tip tartışmalar ve
farklılaşmalar, ekolün benimsediği usUlün ve anlayışın bir gereği olarak sonraki dönem Mu'tezili alimler arasında da sürmüştür.
Basra ve
anlaşamadan
Mu'tezile'nin üzerinde önemle durduğu adl ile ilişkili bir başka kavram da
asialıtır ve kul için hayırlı ve elverişli olanı yaratmanın Allah'a vacib olduğu
anlamına gelmektedir. Ekol içerisinde tartışılan iyi-kötü (hayır-şer), güzelçirkin (hüsün-kubuh), adalet-zulum (adl-cevr) üzerindeki görüşler, aslah fikrinin temelini oluşturmaktadır. Mu'tezile'ye göre Allah aslah dışında olanı
yapmaz. Çünkü aslah dışında yaparsa bu yaptığı şey, ya nakıs olur ya cehl olur
11
12
13
Kadi Abdülcebbar, el-Muğni fi ebviibi't-tevhid (nşr., Taha Hüseyin), Kahire 13828/1962-5, VI/1, s. 128, 138.
Kadi Abdülcebbar, el-Muğnl, VI/1, s. 141; İbnü'l-Arabi, Ariiü Ebi Bekr b. el-Arabi'lkeliimiyye ve nakduhu li'l-felsefeti'l-Yuniiniyye el-aviisım mine'l-kaviisım (thk.
Arnmar et-Thlibi), II, 88 vd.
Bağdadi, el-Fark beyne'l-fırak (nşr., M. Muhyiddin Abdülhamid), Beyrut ts., s. 198200.
194
ULUSLARARASI İSLAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZYUMU
ya da bir ihtiyaçtan doğar ki Allah bunlardan münezzehtir. Asialı konusunda
da ekol içerisinde tam bir görüş birliğinin olduğunu söylemek güçtür. Allah'ın
kulları için yarattığı ortamdan daha iyisini yaratmaya muktedir olmadığını ve
aslah fiilierinin sınırlı olduğunu savunanlar olduğu gibi, Allah kulları için yarattığından daha uygununu yaratabileceği ve aslah fiilierinin sonsuz olduğu
görüşünde olanlar da vardır. 14
· Mu'tezile, aklı serbestçe kullanabilmenin bir sonucu olarak sıfatlar, kader
ve Allah-alem ilişkisini izah eden terminolojinin biçimiendirilmesi gibi meselelerde farklı görüşler ortaya koymuştur. Bu ekole mensup alirnler, müstakil
düşünme geleneğine uygun bir şekilde bazen Bağdat bazen de Basra ekolünün
görüşlerini tercih etme konusunda bir sakınca görmemişlerdir. Bu şekilde
oluşan hür düşünce geleneği, İslam düşüncesindeki akılcı eğilimiere zemin
hazırlamıştır.
Atomculuk Fikri
Mu'tezile, Yunan felsefesinden aldığı mekanik ve materyalist atomculuk
fikrini İslam inanç ve düşüncesiyle harmanlayarak yeni bir boyuta taşımıştır.
Aslında bu fikir, Allah tasavvurunu ve evrenin yaratılışını açıklama yönünde
bilinçli bir girişimdir. Böylece eski Yunan felsefecilerinin -ekol için esin kaynağı olsa da- statik ve sabit evren anlayışına karşı yeni bir anlayış ikame edilmiştir. Bilindiği üzere Sakrat öncesi donemin filozofları Herakleitos, Leukippos, Lucretius, Demokritos, Empedokles ve Anaksagoras gibi filozoflar varlığı
oluş aracılığıyla açıklamaya çalışarak fizik evrene yoğunlaşmışlardı. Bu düşü­
nürlerin atomcu-determinist görüşü aynı zamanda mekanik bir evren tasarımı
olarak kendini göstermişti. Sonraki dönemde Platon ve Aristoteles'le birlikte
evrenin yaratılışındaki sebep ve amaç sorununa işaret edildiği görülür.
Mu'tezile Yunan filozoflarından ödünç aldığı atomculuk fikrini içselleştirip
evrenin merkezine Allah düşüncesini yerleştirdiler.
Mu'tezile, evrenin bir mekanda bulunmadıkları halde bir araya geldiklerinde bir yer işgal eden atomlardan meydana geldiği, Allah'ın yaratıcı niteliği­
nin sürekli olması sebebiyle atomların sayısının da sınırlı olamayacağı ve her
an oluşan yeni atomlar sayesinde evrenin sürekli gelişip genişlediği düşüncesi­
ni işlemiştir. Atomculuk fikri ilk kez Bağdat kültür havzasından ve Beytü'lhiknıe'den önemli ölçüde yararlanan Basra Mu'tezilesi tarafından savunulmuş
ve geliştirilmiştir. Mu'tezile bilginleri arasında Ebü'l-Hüzeyl ve Nazzam arasındaki çekişmede görüldüğü gibi atomcu fikir ekseninde cismin sonsuz bi-
14
Eş' ari, Makalatü'l-İslamiyyfn, 576 vd.
BAGDAT MU'TEZiLESi'NiN islAM BiLiM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI
i 195
çimde bölünüp bölünemeyeceği tartışması 15 meydana gelmiştir. Aynı nesilden
Muammer, Hişam el-Füvati ve Abbad b. Süleyman 16 da atom hakkında görüş
beyan etmişlerdir.
Bağdat
Mu'tezilesi'nden İskafi de atomcu görüşü benimseyenler arasında
yer almıştır. 17 Bağdat'a yerleşen Türk asıllı bir aileye mensup olan ve Bağdat
Mu'tezilesi'nden Ömer es- Sayıneri'nin öğrencilerinden olan İbnü'l-İhşid
(326/938) de atom ve arazlar konusunda bazı tezler öne sürmüştür. O, arazların değişken olması sebebiyle süreklilik göstermediği görüşünü ileri sürmüş­
tür. Buna karşılık cevherlerin tek tip olmadığı ve bir kısmının süreklilik gösterirken diğerlerinin varlıklarnn sürdürebUeceği tezini savunmuştur. 18 Atomculuk fikri aynı zamanda Eş' ari atomculuğıı tarafindan da benimsenmiş ve geliş­
tirilmiştir. Mu'tezile, Allah-alem ilişkisi çerçevesinde cisim, araz, cevher ve
atom görüşleri ile özellikle Eş'ari kelamcılarına ve İslam düşünce sistemine
katkı sağlamıştır. Eş'ari'nin ve bu ekolün sonraki dönem alimlerinin metinlerinde ve geliştirdikleri tabiat felsefesinde cevher, atom ve araz gibi kavramların
öneınli bir yeri bulunmaktadır.
Mu'tezile'nin atomculuk fikri evrenin yaratılışnn ve varlıkların Yaratıcı
irade ile olan ilişkilerini açıklama yönünde öneınli bir girişimi ifade eder. Bu
anlayış uyarınca Allah evreni ve varlıkların münasebetlerini belli ilkeler ya da
sebep-sonuç vetiresine göre yaratır ve artık herhangi bir müdahalede bulunmaz. Değişik bir ifadeyle Mu'tezile ekolü, evrende yasalılık-nedensellik arayı­
şındadır.
İnsanın Değeri: Özgür İrade Söylemi
Mu'tezile, adi esası çerçevesinde şer-hayır, iman-küfür, taat-masiyet
cinsinden yapılan fiilierin dünya ve ahiret soruınluluğunun insanlara ait
olduğuna vurgu yapmış ve insanın soruınlu oluşunu akıl, hür irade ve kendisine verilen potansiyel güce yani istitaaya bağlamıştır. Bu esas çerçevesinde kul
için hayırlı ve elverişli olanın yani aslahı yaratmanın Allah'a vacib oluşu,
kudret, istitaat, haberin delil olabilmesinin şartları, doğrudan ve mütevellid
15
16
17
18
Kadi Abdülcebbar, el-Münye ve'l-emel (thk., İ. M. Ali), İskenderiye 1985, s. 48;
Mu'tezile'deki atomculuk fikri ile ilgili bk. Osman Aydınlı, İslam Düşüncesinde
Aklileşme Süreci, Ankara 2001, s. 170-180.
Eş'ari, Makalatü'l-İslamiyyin, s. 303 vd.
Eş'ari, Makalfitii'l-İslfimiyyin, s. 320.
Ebıl Reşid en-Nisabfui, el-Mesai! fi'l-hilaf beyne'l-Basriyyin ve'l-Bağdadiyyin (thk.,
Rıdvan es-Seyyid), Beyrut 1979, s. 87-88; Mustafa Öz, "İbnü'l-İhşid", (DİA) Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXI, 94-95.
196
ULUSLARARASI iSLAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZVUMU
(dolaylı)
:fiiller, kalp ve
organların
fiilleri gibi konular
akılcı
bir metotla
irdelenmiştir.
İnsanın
kendi fıilini gerçekleştirme konusunda hür olduğu ve bu yüzden
iyi veya kötü eylemler sebebiyle ceza veya sevap görmesi gerektiği ve
bunun Allah'ın adaleti ile paralellik arz ettiği hususu gelenek içerisinde öne
çıkarılmıştır. Bu konunun nüvesini İslam'ın ilk döneminde yalın olan ama
feİsefenin İslam dünyasına girmesiyle girift hale gelen kader meselesi teşkil
etıniştir. Bu mesele aynı zamanda beş esastan biri olan adl esasının temelini
oluşturmuştur. Adl prensibinden hareketle Mu'tezile, insanın kendi fıilini
yarattığı, Allah'ın insanları iradelerinde hür bıraktığı ve sorumluluk yüklediğı
fıkrini işlemiştir. Böylece onlar, insanın akıbetini kendi fıiline bağlı saymakta
ve insanlarla ilgili işlerde Allah'a adaletsizlik nisbet etıneyi kabul etınemekte­
dir. Mu'tezile'ye göre hesap gününün gelecek olması, bir müslümanın adaletten yana tavır koymasını ve adl ilkesine gereken önemi vermesine gerektirmektedir.
işlediği
Mu'tezile insan fiillerine ilişkin görüşlerini irade-kudret (istitaat)-fıil düzleminde ortaya koymuştur. Söz gelimi Ebü'l-Hüzeyl'e göre istitaat (potansiyel
güç), şeye veya o şeyin dışındakilere uygulanan bir güçtür. O fıilin gerekliliğinin dışındadır. Bu güç fıilin vukuunu gerektirmez. Çünkü insan bir şeye
veya zıddına güç yetirebilirse muhtardır. Öyleyse istitaat ihtiyarın dışındadır. 19
Fakat bazı müteahhirin Mu'tezililer, kudretin fiille beraber old_uğu görüşünü
ileri sürerek fıil olmadan kadir olmayı kabul etmemişlerdir. 20 Mu'tezile genel
olarak istitaatı (potansiyel güç), fıilden önce kabul eder ve fıili zarılri
kılmayacağını (Gayr mılcibe li'l fıil) söyler. 21 Mu'tezile'ye göre insandaki fıile
niyet ve iradesinin akti, objeyi gerçekleştirmenin ön koşuludur.
Mu'tezile, felsefi donanıını ve daha çok Mürcie, Mücebbire, Cehmiyye,
RM:tza ve diğer İslam fırkalarından muhilifleriyle yaptığı münazaralar
sebebiyle ilahi adalet, Allah'ın zulmetıne kapasitesinin olup olmadığı, hayır­
şer, aslah, tek makdılra iki kadirin birleşmesi, insanın fiilleri ve mütevellid
fiiller, keyfiyeti bilinen ve bilinmeyen fiiller, istitaat, insanın sorumluluğu gibi
konularda yoğunlaşrnıştır. Bu konular etrafında fıkir üreten ekol mensupları,
insanın akıl, özgür irade ve seçme hürriyeti nedeniyle değer kazandığını vurgulamış olmaktadır.
19
Hayyat, Kitabu'l-intisar (M. Hicazi), Kahire 1988, s. 45.
20
Ebıl Reşid en-Nisabılri, el-Mesai!, s. 284.
21
Eş'ari, Makalatü'l-İslamiyyin, s. 230 vd.
BAGDAT MU'TEZİLESİ'NİN İSLAM BiLiM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI
i 197
Siyaset Felsefesi
Mu'tezile, imarnet ve siyaset konusundaki farklı eğilimler nedeniyle Basra
ve Bağdat ekaileri ya da imametle efdaliyyeti ve mefdUliyyeti savunanlar olarak iki ana damarı bünyesinde barındırmıştır. Bu farklılaşmada Ali oğullarının
tercihi, mevcut siyasi yapıya karşı oluşan tavır, tarih ve toplumla uzlaşma gibi
nedenler etkili olmuştur. Basra ekolü genel olarak Hz. Peygamber'den sonra
gelen, Ebu Bekir-Ömer-Osman ve Ali şeklindeki tarihi sırayı öngörmüş,
Bağdat ekolü ise Hz. Ali'yi öneeleyen ancak diğer halifeleri de meşru sayan bir
tutum sergilemiştir. Böylece Mu'tezili gelenek devlet başkanının çağının en
iyisi olması hususunda farklı iki anlayışı benirnsemiştir. Dört halifeden sonra
ise imarnet görevine getirilecek kimsenin müslüman toplumun belirlediği ve
akt ettiği/sözleşme yaptığı biri olması gerektiğini iddia etmiştir. Mu'tezile bu
görüşüyle imametin nass ve tayinle olduğunu savunan Şii düşüncenin karşı­
sında yer almıştır.
Bağdat
Mu'tezilesi'nin mefdı1lün (daha az erdemli) imametini savunmalarının arkasında yatan sebeplerden biri, sahip oldukları tarih bilincine bağlı
olarak İslam tarihi ile barışık olma istekleri ve toplumla uzlaşma niyetleri olmalıdır. Bağdat Mu'tezilesi'nden Bişr b. Hilid, Bişr b. Mu'temir ve Ebu Musa
el-Murdar gibi şahıslar, Hz. Peygamber'den sonra Ali'yi en faziletli kabul etmekle birlikte daha az faziletli olan Ebu Bekir'in imametini de onaylamak 22
sfuetiyle bazı halifeleri dışlayan yaklaşımlardan uzak durmuşlardır. Bu tarihi
doğrulama ve uzlaşma tavrının, sonraki dönem Mu'tezilesi tarafından da benimsendiği 23 ve idealist yaklaşımlardan vazgeçip realiteye uygun bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Çünkü mefdı1lün imameti fikri, tarihle barışık olmaya ve kamu yararını gözetmeye dayalı bir anlayışın ürünüdür.
Mu'tezile'ye göre toplumun siyasal birliği açısından da mefdı1lun efdala
tercihi söz konusudur. Bir kimseye halk tarafından daha çok ilgi ve bağlılık
gösteriliyar ve ona daha çok itaat ediliyorsa, toplumdaki şikayetler ona götürülüyorsa o kimse ibadet ve takva açısından kendisinden daha üstün olan kimseye tercih edilir. Çünkü bu konuda kamu yararı vardır. Böyle yapılırsa toplumdaki ihtilaflar ortadan kalkar, zulüm biter ve adalet temin edilmiş olur.
Çünkü kamu yararını gözetme açısından daha güçlü olan, seçilmeyi daha çok
hak eder. 24
Bağdat
Mu'tezilesi'nden zahitler grubu olarak şöhret bulan Ebu Musa elMurdar, Cafer b. Harb ve Cafer b. Mübeşşir gibi isimlerin sosyal adalet ve
22
23
24
Naşi el-Ekber, Mesailü'l-imame (thk., JosefVan Ess), Beyrut 1971, s. 56.
Hayyat, Kitabu'l-intisar, 76; Kadi Abdülcebbar, Şerhu'l-usuli'l-hamse, s. 757 vd.
Kadi Abdülcebbar, el-Muğni, XX/I, 228 vd.
1981 ULUSLARARASI islAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZVUMU
adil yönetim sergilemeleri gerektiği konusunda hassasiyet
göstermişlerdir. Bu isimler Abbasi yönetiminin hoş olmayan siyasi tutumları­
na karşı sert eleştiriler yöneltmişlerdir. Hatta el-Murdar, halifenin yanında
bulunan herhangi bir kimsenin tekfir edilmesi gerektiğine işaret ederken daha
da ileri giderek böyle bir kimsenin miras alamayacağını ve mirastan pay da
bırakamayacağını iddia eder. Yöneticilere yakın olan kimseleri toplum dışına
iten bu tavır, 25 adalet konusundaki duyarlığın radikal bir biçimde dışa vurumu
olarak değerlendirilebilir. Abbasiler'e karşı muhalefetin en belirgin ve somut
görünümü Bağdat Mu'tezilesi'nin tavrında daha iyi gözlenmektedir. Bunun en
bariz örneğini, Abbasi Devleti'ni "darü'l-küfr" olarak niteleyen Bişr b. elMu'temir'in öğrencilerinden Ebu İmran Musa b. Rakkaş'ın tavrında 26 görmek
mümkündür.
devlet
adamlarının
Bağdat Mu'tezilesi'nden Ebu Ca'fer İskarr'nin Münakazatü'l-Osmaniyye
isimli eseri, Clliiz'ın Kitabü'l-Osmaniyye'sine yazmış olduğu bir reddiyye olarak dikkat çeker ve imarnet konusundaki eleştirilerle bilinir. 27 Clliiz'ın imamete dair görüşleriyle Basra ekolünü Sünni çevreye yakınlaştırması gibi İskafi de,
Hz. Ali'yi öne çıkaran imarnet görüşüyle Bağdat ekolünde var olan sempatizanlığı ve eğilimi, Şia mezhebine biraz daha yakınlaştırmıştır.
Bağdat
kolunun sonraki dönem önderlerinden Hayyat da imarnet konusunda Bağdat ekolünün görüşü doğrultusunda fikir beyan etmiştir. Ona göre
Hz. Ali, insanlarda farklı ve dağılmış biçimde olan tüm iyi nitelikleri kendinde
•
toplamıştır. 28 Hayyat döneminde ekolün genel ilkelerinin yanı sıra imamette de yeni arayışlara gidilmiştir. Bu bağlamda ekol içi birlik ve bütünlüğün
tesisi ve mevcut ilkelerin savunulmasına önem verilmiştir. imarnet konusu ile
ilgili olarak Mu'tezile'nin görüş ve yaklaşımları, diğer mezheplere -özellikle de
Şia'ya- karşı eski jenerasyonun görüşleri gerekçelendirilerek ve eski deliller
detaylandırılarak savunulmuştur. Bu uğraş, Mu'tezile'yi önemli bir güç haline
getiren felsefeye ilginin kaybolmasına ve özgün düşünceden uzaklaşmaya neden olmuştur. Ekol, savunma merkezli anlayış ve çabalar nedeniyle gündemi
belirleme gücüne sahip olamamış ve dolayısıyla dönemin hakim paradigmalarının etkisi altına girmek zorunda kalmıştır.
Mu'tezili imarnet
bireylerinin bir inanç
25
Bağdadi,
26
İbnü'l-Murtaza,
27
28
anlayışlarının
ortak prensipleri; müslüman toplumun
önemsemesi, Kur'an'da ve
topluluğu oluşturmalarını
el-Fark, s. 165.
Tabakatu'l-Mu'tezile (thk., S. D. Wilzer), Beyrut 1380, s. 77.
İskafi, "Münakazatü'l-Osmaniyye", Kitabü'l-Osmaniyye (thk., A. Muhammed
Harfın), Beyrut ts., s. 318 vd.
Hayyat, Kitabü'l-intisar (A. N. Nader), Beyrut 1957, s. 76.
BAGDAT MU'TEZİLESİ'NİN İSLAM BİLİM VE DÜŞÜNCESiNE KATKILARI 1 199
Peygamber'in örneklerinde mevcut ahiili ilkelerden oluşan bir düzeni savunilkeleri yürütmede kendi içlerinden ehil bir kişiyi seçerek siyasi
otoriteyi sağlamaları, devlet başkanının mutlak ve keyfi yetkiler kullanamaması, imamete getirme yetkisi bulunan grubun, toplum çıkarlarına aykırı hareket
ettiği ve sorumlulukları yerine getirmediği takdirde halifeyi görevinden uzaklaştırma hakkına sahip olması, yönetilen kesimin imarnet kurumunun korunabilmesi adına fikri düzeyde üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesi
şeklinde ifade edilebilir.
ması, şer'i
Mu'tezili imarnet düşüncesi, günümüzdeki siyaset anlayışına ışık tutabilecek ilkeleri de bünyesinde barındırmaktadır. Bilindiği gibi, Mu'tezile'de
imarnet konusunda egemen olan anlayışın, devlet başkanını belirleme görevinin topluma bırakılınış olmasıdır. Onlara göre imam olacak şahsın adil olması
ve iman ehli bulunması, Kitap ve sünneti bilerek onlarla amel etmesi, bu kişi­
nin belli bir soya veya kabileye rudiyetine gerek olmadığı -sonradan bu nitelik
göz ardı edilmiş olsa bile- yöneticide bilgi ve adalet özelliğine vurgu yapılması,
dönemleri için olduğu kadar günümüz koşullarında da önem verilebilecek
ilkeler olarak dikkat çekmektedir.
Mu'tezile, özellikle Şii imarnet nazariyesinde belirgin bir şekilde var olan
idealize edilmesine, yüceltilmesine ve olduğundan daha üst bir konuma yerleştirilmesine, tarihsel eleştiri ve çözümlemeciliği ile -tarihle uzlaşıyı
da göz ardı etmeden- itiraz etmiştir. Ekol, ele alınan kavramların, olguların
ve görüşlerin içinde bulundukları dönemin ürünleri olduğu gerçeğinden
hareketle geçmişi olduğu gibi ve tüm çeşitlilik ve çelişkileriyle sergilemenin
gereği üzerinde durmuştur. Böylece ilk döneme atfedilen tartışılmaz dini
boyut, Mu'tezili imarnet ve siyaset düşüncesiyle akla, mantığa ve mevcut koşullara uygun bir şekilde eleştiriye tabi tutulmuştur.
geçmişin
3.Sonuç
Akılcı-hadari
din söyleminin en önemli temsilcisi olan Mu'tezile ekolü,
sistematik düşünce ve akılcılık, bireysel sorumluluk, bireysel dindarlık, akıl
temelli din ve dünya görüşü, dini metinleri tevil etme, meseleleri çözümlemede araştırma, sorgulama ve eleştirme gibi temel nitelikleri ile bilinir.
Mu'tezile'nin hem Basra hem de Bağdat ekollerinin, usıll-i hamse'yi (beş
temel ilke) benimsernelerine rağmen akla ve düşünce özgürlüğüne verdilderi
değere paralel bir şekilde her görüşlerinde tam bir mutabakat sağladıkları söylenemez. Bu ekole mensup bilgin ve düşünürler birçok konuda bağımsız duruşu, eleştirel bakış açısıru ve özgür düşünceyi savunuyorlardı. Temel olarak
Mu'tezile, insanı sorumlu bir varlık olarak görmüş ve sorumluluğu akıl, hür
200
ULUSLARARASI islAM MEDENiYETiNDE BAGDAT SEMPOZYUMU
irade ve insana verilen İstitaat yani potansiyel güçle ilgili görmüştür. Bu mezhep, bilimsel bilgiye dayalı iman anlayışı ve insanın aklı ve özgür iradesiyle
gerçekleştirdiği her eyleminden sorumlu olacağı fikrini ileri sürerek evrensel
bir bakış açısı yakalamış ve her çağın anlayışına hitap edebilecek temel ilkeler
koymuştur. Ayrıca onlar, bilimsel bilginin üretilmesi ve bilginin herhangi bir
dine ve etnik yapıya özgü kılınamayacağı anlayışını benimsemiş ve geliştirmiş­
lerdir. Buna uygun olarak Yunan felsefesinden, İslam dışı dinlerden ve kültürlerden hem ilmi hem de metodik anlamda yararlanarak çağımızdaki bilimsel
anlayışa ışık tutabilecek bir yaklaşım tarzı ortaya koymuşlardır.
Mu'tezile, imarnet ve siyaset anlayışında da özgün düşünceler üretmiş ve
Gelenek bünyesinde imarnet konusunda egemen olan anlayış,
devlet başkanını belirleme görevinin topluma bırakılmış olması ve bu görevi
üstlenecek kişilerin de bazı nitelikleri taşımasıdır.
geliştirmiştir.
Son talılilde Mu'tezile'nin temel ilke ve görüşlerinde dayandığı akılcı metotla, geliştirdiği mantık örgüsü ve analitik düşünce biçimiyle İslam düşünce
geleneğindeki entelektüel çabayı temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Download