28 Zilhicce 1428 / 05 Ocak 2008 (2)

advertisement
İhlâs Hayat Döngüsü
118
28 Zilhicce 1428 / 05 Ocak 2008 (2)
“Kendi” kelimesine çok önem vermek lazım!
Kullandığımız kendi ifadesi neye işaret ediyor,
neyi kast ediyor, o hangi kendi acaba? Hatta bu
konuda şunu söyleyebiliriz: Ehlullah bunu fark
etmiş ve çok önemsemiştir. Mesela, Yunus
Emre farklı kendi kavramlarını tefekküründe ele
almış ve kullanmıştır; “Bir BEN vardır bende
BENden içeri” diyor! Şimdi dikkat ediniz:
Bunu tabi bize anlatıldığı gibi, tanrıların
anlattığı gibi yorumlamıyorum ben. “Bir BEN
vardır bende BENden içeri” derken iki tane
“BEN”den bahsediliyor: Bir “BEN” var, bir de bu
“BEN”den içeri bir “BEN” var: Açığa
çıkaramadığı, ama fark ettiği bir “BEN” daha
var. Bahsettiği, dile getirdiği o “BEN” bize
söylendiği gibi veya yaygın olarak yorumlandığı
gibi o BEN hakikat değildir. O “B” Sırrıdır, “B”
sırrıyla yaratılan yapıdır! “Bir BEN vardır
“BEN”de” derken “BEN”de” dediği yapı ilah
yapıdır! Bu ilah yapının kapladığı, örttüğü bir
“BEN” daha var, o bu ilah yapıdan içeri! İşte
“B” sırrı denilen odur, yani o “BEN” “B” yapının
söylediği “BEN”dir. Var olan esas yapı söyler
onu. Ama “BEN”den içeri” derken kullandığı
“BEN” asıl “BEN”e geçirilmiş bir örtüdür, bir
poşet gibi işlev gören “BEN”dir. O, asıl “BEN”e
sahip çıkmış, bağımsızlığını ilan etmiş, vehmi
suiistimal etmiştir. Bu “BEN” asıl “BEN”i örtüyor!
Hayatımıza bakalım, “kendi/kendim”
dediğimiz bu iki “BEN”den hangisi? Bunun
tefrikini yapmak çok önemli; hangi BEN’le
“BEN” diyoruz? Eğer insan bu iki “BEN”in
farkında olmaz da, onların ayrımını yapmazsa
tereddütte kalır. Örneğin dualarında şaşırır;
“acaba BEN dememeli miyim, BEN kelimesini
kullanmamalı mıyım?” gibi ikilemler yaşar.
Hayır! Kişi bu “B” sırrı yapıyla “BEN” diyebilir,
“B” yapısının “BEN”idir o, ilahın “BEN”i değildir.
- Asıl “BEN”i fark eden kişi ne yapar? Mesela
bir olay olduğunda sinirlenmemesi gerektiğini
mi anlar artık, onu anlayan o mudur?
Sinirlenmemesi gerektiğini anlayan ilah
yapıdır, ilahlık ilanı olan “BEN”dir! Asıl “BEN”de,
“B” yapıda sinirlenme olmaz, onun öyle bir
duygusu olmaz.
-O asıl “BEN” halini sürdüremiyoruz,
düşüyoruz tuzaklara, nasıl olacak?
Henüz sürdüremezsiniz. Dünyadaki yaşantı
sistemi “A” yapısının üstüne bina olmuştur, “A”
yapı üstüne bir seyir var, “A” yapıyla dönen bir
seyir var. Yani dünyada dilenen seyir “A”
yapının üstünde yürüyor. Siz “A”dan tam
kurtulmadan o hali sürdüremezsiniz, olmaz.
Hayat da bu mücadeledir zaten!
Bakın şans ve şanssızlık nedir? “B” yapının
yanında olup, “B” yapıyı fark edip, “B”
yapıdan yararlanmak büyük şanstır. Onun
çok yakınında olup, “B” yapıyı fark etmeyip,
“B” yapıyı örtme görevini yüklenen olmak ta
çok büyük şanssızlıktır. Böyle baktığımızda,
hayatta çok şanslı ama çok şanssız olanlar var
mıdır? Evet, vardır!
Şimdi, gerçek yaratılan “B” yapıyı, “B” sırrıyla
yaratılan bu yapıyı hayatın içinden bir olaya
uyarlayarak, farklı bir örnekle anlatmaya
çalışalım. Özelliklerinden bahsederken “B”
yapının evrensel genel doğruları kabul eden bir
karakter olduğunu söyleriz. Bu “B” yapı
evrensel genel doğruları kabul ederken
akıl+iman’la yaklaşır, sisteme akıl+iman’la
bakar. Sisteme akıl+iman’la bakmakla çok
önemli şeyi de yakalar: Onun kabul ettiği
evrensel genel doğruların zaman boyutu uzar
ve alanı da genişler! “B” yapının bu kabulünü,
akıl+iman rehberliğindeki bu analizini anlamak
için bir örnek verelim. Vereceğimiz örnek,
imanın ne olduğunu biraz açabilmek adına da
faydalı olacaktır, inşaAllah. Bilim kurgu filmi
anlatır gibi vereyim.
Bilimle uğraşan ve ortaya faydalı bir iş, bir
fikir üretmek için çabalayan, çok gayret eden bir
insan düşünelim. Bu, geçmişte yaşayan birisi
Yılmaz Dündar
olsun. Öyle bir tarih olsun ki, o tarihte yerçekimi
bilinmiyor olsun. Kişi yerçekiminin bilinmediği
dönemde yaşayan bir âlim. Bir fikir üretecek,
gayret ediyor, o fikir topluma faydalı olacak,
emin, uğraşıyor. O fikri üretebilmek için onun
kullandığı malzeme nedir? İki şeydir: Birisi
akıldır, bir de o aklıyla fikir oluşturmakta
kullandığı zemindir, yani yaşadığı ortamdaki, o
günkü bilimsel verilerdir. Onlardan yararlanıyor,
onların ışığında bir fikir üretirken de aklını
kullanıyor. Fakat o kişi aynı gayretiyle bugün
yaşıyor olsaydı, günümüzde yaşıyor olsaydı,
aynı gayretiyle, aynı hedefiyle günümüzde
yaşamış olsaydı yerçekimini biliyor olacağı için
çok farklı bir formülle, çok ileri bir fikir
üretecekti. Ama o yaşadığı dönemde yerçekimi
bilinmiyor! Bakın şimdi şöyle yapalım: Zamanda
yolculuk yapıp o âlimin yanına gidelim, filmlerde
olduğu gibi geriye yolculuk yapmış olalım.
Yanına gidelim, onunla temas kuralım ve bize
güvenini sağlayalım ve sonra çalışmalarında
ona yardımcı olmaya gayret edelim. Diyelim ki
ona “sen bugünkü aklı sonuna kadar
kullanıyorsun. Ama kullandığın tüm veriler ve
bu akıl şu anda “üstün bir bilgi” bulmana
yetmeyecek! Çünkü 1000–1500 yıl sonra
bulunacak, fark edilecek olan bir bilgiden senin
haberin yok. Yerçekimi diye bir şey var,
yerçekimini bilseydin sen formüllerinde onu da
kullanacaktın ve çok farklı bir şey üretecektin,
topluma çok farklı bulgular sunacaktın”. Ve kişi
bize güvendiği için yerçekimine inanıyor,
bilimsel gayretlerine göre de olabilirliğini
görüyor! Olabilirliğini görüyor! Neden “olabilirlik”
diyoruz! Çünkü ortada henüz öyle bir bilgi yok,
kanıtlanmış değil. Bu yüzden, olabilirliğini
görüyor ve işlerinde, formülünde “yerçekimi
bilgisini” bizden duyduğu, öğrendiği haliyle
kullanıyor. Bize göre yerçekimi bizim bildiğimiz
bir şey, çünkü yaşadığımız yıldan getirdik onu.
Ama bu kişiye göre o bilgi onun bildiği bir şey
değil. Onun ne yapması gereken bir şey o?
İman etmesi gereken bir şey! Bizim hatırımız
için kabul etmesi gereken bir şey değil!
Öngörüsüyle kabul etmesi, iman etmesi
gerekiyor! Onun henüz bilmediği, henüz
119
ulaşamadığı bir bilimsel bulguya iman etmesi,
onu kabul etmesi gerekir ki, ileri bir fikir
üretebilsin. O kişi yaşadığı andaki bilimsel
bulgularla aklını kullanıyordu. İşte bu akıl ve
ona eklenen çok ileri yıllara ait bir bilgi, iman
ederek elde ettiği o bilgi onu çok ileri, çok
yüksek bir fikir üreten hale getiriyor. Çünkü o
bilgiyi çook önceden kullanıyor: Akıl+iman
budur işte! Onun kullandığı akıl+imandır!
Bakın böyle olunca alan müthiş genişledi,
zaman müthiş uzadı. Bilimsel zaman müthiş
uzadı! İman ettiği bir şey yüzünden kişi çağını
aştı, geçti, gitti... Şimdi kişinin kullandığı bu
imkânı [akıl+iman imkânını], sırf aklı kullanan,
yani bu imani bilgiden haberi olmayan birinin
haliyle kıyaslayın. Bu tablo, sırf akılla yaşayanın
çok fevkinde, çok çok ilerisinde bir iştir, bir
sonuçtur, değil mi? Diğeri yalnızca bilimsel bir
gayret içerisinde ve hayatının patronu sadece
akıl. Yaptığı doğru, ama var olan o günkü
bilimsel bulgularla sınırlı yaşıyor, onlarla sınırlı
düşünüyor! İmani bilgiyi kullanan “B” yapısı ise,
çok ileri zamanlara ait bir bilimsel bulguyu
monte etti aklına ve yaşantısına. Çok farklı iki
karakter oluştu; birisi akıl, diğeri akıl+iman.
Hümanist ilah; akla doğru giden zeki adamı
temsil ediyorsa, “B” yolundaki kişi akıl+imanı
kullanan kişi gibidir! Dolayısıyla, akıl ve
akıl+iman karakterlerinin kullandıkları evrensel
genel doğru çerçeveleri de çok farklı olur. İşte
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de böyle!
Efendimiz; bulunduğu o günkü dünyanın geldiği
bilimsel bulgular yanı sıra bir bilgi daha veriyor.
Nedir o bilgi? O bilgiye vahy diyoruz. Bizim
zaman boyutunda yaptığımız yolculuk gibi
yolculuk yapan birisinden ki, biz ona Cebrail
aleyhisselam diyoruz, O bir bilgi getiriyor. O’nun
getirdiği bu bilgi öteden beriden değil, hatır
gönül için kabul edilecek, duygusal bir korkuyla
veya duygusal bir sevgiyle kabul edilecek bir
bilgi değil. “Cebrail’in mekanizması nedir, vahiy
nedir?” o ayrı, ama şimdi böyle film gibi
söylüyorum. İleriye ait bir bilgi getiriyor diyor ki,
“kabir şöyledir, cehennem şu şekildedir, cennet
budur’’. Sen şimdi oluşturacağın fikirlere bu
bilgileri de monte edersen, buna göre bir hayat
120
formülü oluşturursan farklı olur! Demek ki, biz
iman ederken, ortadaki bir metne hatır için,
böyle olması lazım diye değil, bir bilimsel
bulgu olduğu için iman ediyoruz!
İhlâs Hayat Döngüsü
Download