YENİ YAYINLARDAN ÖZETLER dört oturumda bireysel duygu durum yönetimi planının yapıldığı psikoeğitim verilmiştir. 5-8. oturumda iletişim geliştirme eğitimi verilmiştir. Pozitif duyguları yansıtmaya çalışarak negatif duyguların dürtüsel yansımalarını düzenleme, aktif dinleme, başkalarının davranışlarına diplomatik cevap verme öğretilmiştir. 9-12. oturumda ise büyük sorunları küçültme yoluna gidilerek sorun çözme modülü yapılmıştır. Eğitim kontrol grubunda ise 1-2 aile oturumu yapılmıştır. Günlük duygu durum izlemi yapılıp, duygu durum dalgalanmalarını yönetmek için öneriler ve öğretici bildiriler verilmiştir. Bipolar Bozukluk Riski Altında Olan Semptomatik Gençler İçin Erken Müdahale: Aile Odaklı Randomize Bir Terapi Çalışması Miklowitz DJ, Schneck CD, Singh MK (2013) Early intervention for symptomatic youth at risk for bipolar disorder: a randomized trial of family-focused therapy. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 52(2):121-131. Bipolar bozuklukta (BB) eşik altı yüksek riskli hastalık formlarının hastalığın başlangıcından on sene öncesinde belirlenebileceği gösterilmiştir. Birinci ya da ikinci derece akrabalarında mani öyküsü bulunan BB-başka yerde sınıflandırılmamış (BB-BYS) tanısı bulunan gençlerin %50’den fazlasında beş yıl içerisinde tam olarak sendromal BB’ye ilerleme görülmektedir. Çalışma sonuçlarına göre aile odaklı terapinin başlangıç duygu durum düzelmesinde daha hızlı olduğu, bir yıl içinde remisyonda kalınan sürenin daha uzun ve ölçülü hipomani skorları eğrisine göre eğitim kontrol grubundan daha üstün olduğu bulunmuştur. Aile odaklı terapinin etkilerinin tedavinin kapsamından dolayı mı yoksa iletişim saatlerinin fazla oluşundan dolayı mı olduğu belirlenememiştir. Ayrıca takip süresinin bir yıl gibi kısa bir süre oluşu da çalışmanın bir diğer kısıtlılığı olarak görülmektedir. Bu çalışmada bipolar bozukluk açısından yüksek ailesel risk altında olan gençlerde dört aylık aile odaklı terapi programının etkileri incelenmiştir. Yüksek ve düşük duygu dışavurumu olan ailelerdeki gençler arasında karşılaştırmalı olarak yararları gözlemlenmiştir. Çalışmaya 9 ile 17 yaşları arasında İngilizce konuşan, BB-BYS, Major Depresif Bozukluk (MDB) ya da siklotimik bozukluğu olan, DSM-IV ölçütlerine göre birinci derece yakınında BB-I ya da BB-II ve aktif duygu durum belirtileri olan 40 genç dahil edilmiştir. İnt. Dr. İrem İYİGÜN Preterm Doğan Okul Öncesi Çocuklarda Nörobilişsel Bozuklukların Perinatal Risk Faktörleri Anne ve babaya ayrı ayrı “nasıl bir çocuk olduğu ve ikiniz birlikteyken nasıl olduğu hakkında beş dakika konuşunuz” şeklinde konuşma örneği uygulanmıştır. Sonuçlara göre duygu dışavurumu yüksek ve düşük olarak sınıflandırılmışlardır. Kritik yorum yapanlar, karşıtlık ya da duygusal fazla bağlanma kanıtı gösterenler yüksek olarak sınıflandırılmıştır. Aile odaklı terapi ve eğitim kontrol gruplarına katılımcılar yaş (<13 ve ≥13), başlangıç tanısı (BB-BYS, MDB, siklotimik) ve ilaçlarına (duygu durum düzenleyici, atipik antipsikotik, hiçbir şey) göre dengeli atanmışlardır. Katılımcıların % 40’ı başlangıçta ilaç kullanmaktadır. Aile odaklı terapide genç, ebeveyn ve kardeşleri dört ayda 12 oturum yapılmıştır. İlk Potharst ES, Van Wassenaer-Leemhuıs AG, Houtzager BA ve ark. (2013) Perinatal risk factors for neurocognitive impairments in preschool children born very preterm. Dev Med Child Neurol 55(2):178-184. Preterm çocuklar motor, nörolojik ve davranış bozuklukları açısından risk altındadır. Bu çocuklarda nörobilişsel faktörler de etkilenir. IQ puanları ortalaması miadında doğan çocuklara göre daha düşüktür. Yapılan çalışmalarda preterm çocuklarda nörobilişsel alanlarda çeşitli etkilenmeler gözlenmiştir. Mulder ve arkadaşları taraÇocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi : 19 (2) 2012 III fından yapılan çalışmada preterm çocuklarda işlemleme hızının düşük olduğu ve akademik başarının beklenen düzeyin altında olduğu gözlenmiştir. Yapılan bir gözden geçirme çalışmasında yürütücü işlev alanları ve dikkatte preterm çocuklarda zorluklar olduğu savunulmuştur. tanımlama miadında doğan çocuklara göre daha kötü gözlenmiştir. Gruplara kör olunmaması, preterm çocukların ekonomik, cinsiyet açısından eşleştirilmesinin uygun olamaması ve ölçülen bazı değerlerin eksik olması bu çalışmanın kısıtlılıkları olarak görülebilir. Sonuç olarak preterm çocuklar işlem belleği, görsel motor koordinasyon, dikkat, yüz/ duygu tanıma gibi çeşitli nörobilişsel alanlarda bozulma açısından risk altındadır. Bronkopulmoner displazi nörobilişsel bozukluklarda bağımsız bir risk faktörüdür. Bu çalışmanın amacı çok erken ve miadında doğan çocukların çok geniş çeşitlilikteki nörobilişsel işlevlerini karşılaştırmak ve nörobilişsel bozulmalarda perinatal risk faktörlerini belirlemektir. Çalışma tek merkezli prospektif kohort çalışma olarak Amsterdam Çocuk Hastanesi’nde yapılmıştır. Birinci grupta 30 haftadan önce ve/veya 1000 gr altı doğan beş yaşını tamamlamış 102 çocuk (46E, 56K), ikinci grupta 37 hafta ve sonrası ve 2500 gr üstü beş yaşını tamamlamış 95 çocuk (40E, 55K) bulunmaktadır. Analizler üç aşamada değerlendirilmiştir: 1-Sosyodemografik veriler, 2-Çocukların doğum yaşı, cinsiyeti, doğum ağırlığı 3-Perinatal risk faktörleri (bronkopulmoner displazi, sepsis, menenjit, intraventriküler ve subependimal kanama, periventriküler lökomalazi). Ölçümlerle zekâ, işlemleme hızı, yürütücü işlevler, dikkati odaklama ve sürdürme, görsel motor koordinasyon, yüz ve duygu tanıma değerlendirilmiştir. Sosyodemografik olarak değerlendirmede preterm çocukların ebeveynlerinin çoğunlukla Hollanda dışında doğmuş ve düşük eğitim düzeyi almış olduğu gözlenmiştir. Preterm çocuklarda toplam zeka puanı, işlemleme süreci, işlem belleği, görsel motor koordinasyon, duygu ve yüz tanıma miadında doğanlara oranla anlamlı farklılık göstermiştir. Preterm çocukların çoğu dikkat testlerini tamamlayamadığı için değerlendirilmeye alınmamıştır. Perinatal risk faktörleri açısından yapılan değerlendirmede düşük doğum ağırlıklı, preterm, bronkopulmoner displazisi olan çocukların görsel motor koordinasyon açısından riskli olduğu; preterm, bronkopulmoner displazisi olan çocukların azalmış dikkat ve reaksiyon zamanı açısından risk taşıdığı; düşük sosyoekonomik düzeyde olan, ebeveynleri Hollanda’da doğan, bronkopulmoner displazisi olan çocukların zayıf duygu ve yüz tanımlama açısından risk taşıdığı gözlenmiştir. Preterm çocuklarda işlemleme hızı, dikkat odaklama, görsel motor koordinasyon ve yüz/duygu Ar. Gör. Dr. Serhat Kala Ergenlerdeki Yaygın Anksiyete Bozukluğunda Amigdala Kökenli Ağın İçsel Fonksiyonel Bağlantısı Roy A, Fudge J, Kelly C ve ark. (2013) Intrinsic functional connectivity of amygdala-based networks in adolescent generalized anxiety disorder. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 52(3):290-299. Yaygın anksiyete bozukluğu sıklıkla ergenlik çağında başlamaktadır. Erişkinlerdeki R-fMRI çalışmalarında amigdala kökenli devrelerde artmış anksiyete ile ilişkili bozukluklar gösterilmiştir. Ayrıca göreve dayalı aktivasyon çalışmaları duygusal görevler esnasında amigdala ve kortikal bölgelerin fonksiyonel koaktivasyonunda anksiyete ile ilişkili değişiklikler olduğunu göstermiştir. Bu çalışma R-fMRI kullanarak yaygın anksiyete bozukluğu olan ergenlerle sağlıklı ergenler arasındaki amigdala kökenli içsel fonksiyonel bağlantı ölçümlerini karşılaştırmayı amaçlamaktadır. 12-17 yaş aralığındaki katılımcılar New York University Child Study Center ve National Institute of Mental Health olmak üzere iki merkezden toplanmıştır. Çalışmaya yaygın anksiyete bozukluğu tanılı on beş ergen ve yirmi sağlıklı ergen alınmıştır. Travma öyküsü, yaygın gelişimsel bozukluk, psikoz, psikotrop ilaç kullanım öyküsü ve IQ < 70 olanlar araştırma dışı bırakılmıştır. Tanı Kiddie-SADS kullanılarak konmuş IV ve yaygın anksiyete bozukluğu olan grupta 12 ergen (%75) ikincil komorbid bir tanı almıştır. Sağlıklı grup herhangi ek bir tanı almamıştır. Görüntü bilgisi üç boyutlu R-fMRI tarayıcılarıyla edinilmiştir. İçsel fonksiyonel bağlantı ve anksiyete şiddeti arasındaki ilişki edinilen bilgiler ile SCARED-PC (Screen for Child Anxiety Related Emotional Disorders) skorları korele edilerek saptanmıştır. likler olduğu hipotezini desteklemiştir. Bu sonuçlar, yaygın anksiyete bozukluğu gelişimiyle ilgili daha geniş patofizyolojik bilgiler verme potansiyeline sahiptir. Bu sonuçların gelişimsel süreçle ilgili olup olmadığını anlamak için yaygın anksiyete bozukluğu olan erişkinlerde benzer yöntemler kullanılarak yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Ar. Gör. Dr. Remzi KARAOKUR SCARED-PC skorları önemli derecede anksiyetesi olan grupta sağlıklı gruba göre yüksek bulunmuştur. Beklendiği gibi amigdala içsel fonksiyonel bağlantı ölçümleri bütün örnekte anksiyete şiddetiyle önemli derecede korele bulunmuştur. Çalışmanın bulguları yaygın anksiyete bozukluğunun duygu düzenleme modeli ile tutarlı olarak prefrontal bölgelerle beraber amigdala alt bölümlerinin fonksiyonel bağlantılarında değişiklikler ve bozulmalar olduğunu ortaya koymuştur. Yaygın anksiyete bozukluğunda endişeye yanıtta insula aktivasyonu ve değişik insular yanıtlar yaygın anksiyete bozukluğunun etiyolojisindeki belirsizliğe olan intoleransla ilişkilidir. Amigdala ile serebellum arasındaki bağlantı bulguları önceki erişkin çalışmalarına göre farklılık göstermekteydi. Ergenlikte devam eden serebellumun uzamış gelişimsel seyri nedeniyle bu gelişimsel değişimin daha fazla incelenmesi gerekmektedir. Adölesanlarda Asperger Sendromu ve Şizofreni Arasındaki İlişki Waris P, Lindberg N, Kettunen K ve ark. (2013) The relationship between Asperger’s Syndrome and schizophrenia in adolescence. Eur Child Adolesc Psychiatry 22:217-223. Asperger sendromu, okul öncesi çağın %0.61’ini etkileyen, karşılıklı sosyal etkileşimde azalma, sözel/sözel olmayan iletişimde azalma ve sınırlı, stereotipik ilgi ve etkinliklerle karakterize bir yaygın gelişimsel bozukluktur. Şizofreni ise halüsinasyon, delüzyon, katatoni gibi pozitif belirtilerin yanı sıra apati, konuşmada azalma, küntleşme gibi negatif belirtilerle karakterize bir bozukluktur. Erken başlangıçlı şizofreni 18 yaşından, çocukluk başlangıçlı şizofreni ise 13 yaşından önce başlamaktadır. Asperger sendromu ile şizofrenideki zayıf sosyal ilişki, anhedoni, kısıtlı afekt, duygusal küntleşme, azalmış göz teması ve mannerizm gibi negatif belirtilerin zaman zaman örtüştüğü bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı bu iki sendrom arasındaki komorbiditeyi araştırmaktır. Bulgular, sınırlılıklar düşünülerek değerlendirilmelidir. Bunlardan birincisi; istatistiksel gücün görece küçük örneklem büyüklüğü nedeniyle kısıtlı olmasıdır. İkincisi bu bulguların böyle çalışmalar için sadece ilk basamağı sağlamasıdır. Ek basamaklar için fonksiyonel bağlantıların niteliksel ölçümleri gerekmektedir. Üçüncüsü yaygın anksiyete bozukluğu grubu komorbidite açısından heterojendir. Komorbid major depresyon ve sosyal fobisi olanlarda hafif bir etki görülmüştür. Bulguların özgüllüğünü anlamak için yaygın olmayan anksiyete bozuklukları ile de çalışmak gerekir. Çalışma Helsinki’de rehabilitasyon merkezinde şizofreni tedavisi gören, 11’i kız 7’si erkek, 13-17 yaş aralığında (yaş ortalaması 15.6) ve katılmaya gönüllü toplamda 18 ergen ile yapılmıştır. Şizofreni tanısı Kiddie-SADS-PL, otizm spektrum bozuklukları DISCO versiyon 11 görüşmeleri ile değerlendirilmiştir. Yaygın gelişimsel bozukluk belirtilerinin ergenlik döneminde belirmesi veya ciddileşmesi, psikotik bir bozukluğun eşlik etme olasılığını artırmaktadır. Bu sebeple DISCO algoritması çocukluk çağı-ergenlik olarak ince- Bulgular yaygın anksiyete bozukluğu olan ergenlerde, erişkinlerde olduğu gibi amigdala devrelerinde ve duygusal işlemlemede değişik- V lenmiştir. Örneklem doğrultusunda 18 hastanın 10’unda (%56) yaygın gelişimsel bozukluk ile uyumlu belirtiler gözlenirken, iki hasta otizm, üç hasta Asperger sendromu, üç hasta da atipik otizm olarak değerlendirilmiştir. göstermektedir. Ancak gerek erken başlangıçlı şizofreni, gerekse yaygın gelişimsel bozuklukların tipik cinsiyet dağılımına yakın olmayan ve kısıtlı sayıda bir örneklem ile çalışılmış olunması, bulguların genellenebilir oluşunu kısıtlamaktadır ve daha geniş çaplı araştırmalara olan ihtiyacı düşündürmektedir. Çalışmanın bulguları, şizofreni tanılı hastaların retrospektif değerlendirildiğinde çocukluk çağı başlangıçlı yaygın gelişimsel bozukluk öykülerinin olduğunu savunan çalışmalarla paralellik İnt. Dr. Selin SEVİNÇ VI