DIYANET ILMI DERGI • TEMMUZ- AGUSTOS- EYLÜL 1992 • ClLT: 28 • SAYI: 3 Hz. MUHAMMED .. INSANLIG IN BEKLEDiGi PEYGAMBERDi O Yrd. Doç. Dr. Mustafa ERDEM* tarafından eşref-i mahlukat olarak yaratılan OJ insan, başıboş bı­ rakılmamış<2>, yaratanını tanımak ve O'na ibadet etmek gibi yüce bir duygu ve yöneliş ile bezenmiştir< 3 J. Bu inanma duygusu ve kulluk gö- llah A revini yerine getirme keyfiyeti, insanlık tarihi boyunca kendini çeşitli şekillerde göstermiştir. Kur'an-ı Kerim 'de belirtildiğine gtJre, Yüce Allah, kulların neye ve nasıl inanakulluk edeceklerini gtJnderdiği kitap ve peygamberleri aracılığı ile bildirmiştir. Bunun için her kavme bir peygamber gtJndermiş(4J, insanların herhangi bir mazeret ileri silrememeleri için peygamberlerin o toplum içinde yaşayan ve o toplumun dilini konuşan insanlardan olmasına tJzen gtJstermiştir< 5 J. Allah katından gelen kitaplara ve peygamberlerin uyarılarına rağmen insanlar zaman zaman doğru yoldan ayrılmış ve sapıklığa düşmüştür. Bozulan düzeni ıslah caklarını, nasıl • Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi ıı nn, 4. 2) Kıyame, 36. 3) ZAriyat, 56. 4) !sri, 15. 5) İbrahim, 4. • 37. etmek ve insanlığı hidayete ulaştırmak için Yüce Allah, insanlar içinden en mükemmelini peygamber olarak görevlendirmiştir. Bu peygamberlerin, peygamberlik öncesi, toplum içindeki karakter ve ahlaki özellikleri itibariyle en güzel insanlardan seçilmesi, ilahi mesajı onların ağzından duyan insanlara inanma kolaylığı sağlanmıştır. Böylece peygamberler sözüne güvenilen ve her yönden kendisine uyulan insanlar olagelmişlerdir. İslam'ın ortaya çıkmasından önce de insanlık ilahi emir ve yasaklardan uzaktaşmış, kendi koydukları kurallarla kendilerini yönetmeye çalışmıştır. Dini inanç yönünden, daha önceki dinlerin hükümleri ya değiştirilmiş ya da tamamen ortadan kaldırılmıştır. a) Sosyal Çevrede Durum: Hicaz bölgesinde İbrahim (A.S.) ve oğlu İsmail (A.S.) dan itibaren "Haniflik" ve uygulanmıştır. Mekke ve Kabe o tarihten itibaren bölge halkı tarafın­ dan kutsal yerler olarak kabul edilmiş ve bu şuurla sahip çıkılmıştır<6>. Zamanla bölgeyi terketmek durumunda kalan insanlar, kutsal bir hatıra olması kabilinden, bölgeye ait bazı şeyleri ve özellikle taşları yanlarında götürmüşlerdir. Bu taşiara gösterilen aşırı ilgi ve saygı tapınmaya dönüşmüş, ilerleyen yıllarda Mekke'ye ait olma özelliği de bir kenara bırakılarak herhangi bir taş yeterli görülmüştür<7 >. Kaynaklarda belirtildiğine göre, sistemli bir şekilde puta tapma olayını Hicaz bölgesinde yerleştiren Amr b. Luhay olmuştur. Mekke'de saygın bir yere sahip olan Amr, ticari amaçlarla çeşitli yerlere gitmiştir. O her gittiği yerin kültür ve dini yaşantısından etkilenmiş, içine düştüğü manevi bunalımdan kurtuluş çareleri aramıştır. Nihayet ticaret amacıyla Şam'a gittiği bir zaman, Amalikalılardan putperestlik hak_kında bilgi edinmiş ve "Hübel" putunu Mekke'ye getirmiştir. Amr, şahsi nufuzu" nu da kullanarak halkın büyük çoğunluğunun puta tapmasını sağlamıştır, Böylece puta tap ma halk arasında gelişerek her kabilenin bir putu olacak şekle ulaşmıştır<8>. Araplar arasında putperestlik hızla yayılmış, Hübel'den başka Lat, Menat, Uzza gibi, belli başlı büyük kabHelerin tapındıkları yeni putlar ihdas edilmiştir. Putlara saygının bir tezahürü olarak çocuklarına kendi putlarının kulu anlamına gelecek isimler vermişler, Allah'ın yer yüzünde ilk mabed olarak vasıflandırdığı Kabe'yi putlarla doldurmuşlardır. Halk fakirlik ve sefalet içinde yüzerken putlarına yiyecek ikram etmekte, bazen de kendileri için hazırladıkları gıda maddelerine putlarının şeklini vermekteydiler. Fakat, Hz. Ömer (r.a.)'e atfedilen bir hikayede de belirtildiğine göre, insanlar çok acıktıkları zaman bu put şeklinde yaptıkları yiyecekleri yemekte idiler. Bu da göstermektedir ki, Araplar arasında yaygın olan putperestlik inanma ihtiyacı­ nın bariz bir tezahürüdür. İnsanlar bu ihtiyacı tatmin için puta tapmışlar ve bundan da tatmin olamamışlardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in ifadesine g6re onlar putlarının kendilerine bir zarar ve yarar sağlamayacağını biliyorlardı. Hatta onlar, yayılmış 6) 7) 8) 9) Muhammed Hamidullah, İslfun Peygamberi, Ter. Salih Tuıt. İst. 1980, I/29-30. M. Asım Köksal, İslfun Tarihi, !st. 1987, III/66-67 a.g.e. III/67-76. Ali İmrh, 96. • 38. yeri, gökleri, yaratılan herşeyi yaratan olarak Allah'ı tanıyorlar;0°J fakat O'nun katında yardımcı ve şefaatçi olmaları için putların desteğine inanıyorlardı O ı). Araplar arasındaki puta tapıcılık ve tevhid inancından uzaklaşma, toplumdaki dini inanışı felç etmekle kalmamış, sosyal, kültürel, ahlaki değer ve dengeleri altüst etmiştir. Şahıslara bağlı olarak teminat altına alınan sosyal güvenceler, herkese göre değişen ahlaki değerler, topluma huzur ve güven kaynağı olamaz hale gelmiştir. Zengin-fakir, erkek-kadın dengesizliği, insanlar arasındaki hür-köle ayrı­ mı, mazlum ve himayeye muhtaç insanların feryadını ayyüka çıkarmıştır. Toplumun her kesiminde huzursuz insanlar bulunmakta, herkes bir bekleyiş bir arayış içerisinde bunalmakta, ne yapacağını bilemez halde çaresizlik içinde kıvranmakta­ dır. Putlardan kaçan, Yahudilik ve Hristiyanlıkta aradığını bulamayan halk, yeni arayışlar içine girmektedir. Putlar adına kesilen kurbanların etinden yemeyen, aradığını Yahudilik ve Hristiyanlıkta bulamayan Zeyd İbn Amr İbn Nufeyl'in şu haykırışı ç ok anlamlıdır: "Ey Allah'ım, şayet seni hoşnut edecek ibadet biçiminin ne olduğunu bilseydim kendimi buna yöneltirdim, fakat bunu bilmiyorum." b- Ebi-i Kitab'ın Durumu: İlahi hükümlerden uzak bir toplumun yukarıda işaret edilen bu manzarasına Yahudi ve Hristiyanlar yönünden konuya bakıldığında benzeri görüntülerle karşılaşmaktayız. Zira Yahudilikte dini hükümler fakir ve kimsesizlere uygulanır bir hal almış, zengin ve üst kadernede bulunanlar her türlü hürriyete sahip olarak yaşar hale gelmişlerdir. Hristiyanlık ise, Allah'ın kulu ve elçisi olarak insanlara gönderilen İsa (A.S.)'yı, Allah'ın oğlu ve "Teslis'in" unsurlarından biri olarak kabul etmişler, onun getirdiği dini değiştirmişler dir. Her iki dine de inanan bazı kimseler, dinlerindeki bozulmalardan dolayı rahatsız olmakta, kutsal kitaplarının orijinal nüshalarından öğrendikfeci yeni uyarıcı­ nın, kurtarıcının yani peygamberin gelme vaktinin yaklaştığını hissetmiş ve onu beklerneğe başlamışlardır. Çünkü Kur'an'ın da: "Ey lsrailoğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim) ... "(ı 2) şeklinde belirttiği gibi; İsa (A.S.) asırlarca önce H. Muhammed'in geleceğini haber vermiştir. Gerçek Hristiyanlar Hz. İsa'nın verdiği bu bilgilerin elbet birgün gerçekleşeceğine inanıyor toplum sapıklığa düştükçe, o peygamberin gelme vaktinin yaklaştığını zannederek her fırsatta onu arıyorlardı. Yüce Allah, Hz. İsa vasıtası ile Hz. Muhammed'in geleceğini haber vermekle kalmamış, onun vasıflarını da haber vermiştir. Nitekim bu gerçeğe işaret edilerek Kur'an-ı Kerlm'de: "Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizlerler"< 13> buykarşılık rulmaktadır. ıo) Bkz. Ankebut, 61, 63; Lokman, 25; Zümer, 38; Zuhruf, 9. ll) Zümer, 3. ı2) Saf, 6. ı3. Bakara, ı46, Ayrıca Bkz. En'am, 20. • 39. Bu ayetin de işaret ettiği gibi Ehl-i Kitap Hz. Peygamberin geleceği zaman ve bölgeyi bilmekte, özellikleri itibariyle onu gıyaben tanımaktaydılar(1 4l. Ehl-Kitab'ın daha peygamber olmadan önce Hz. Peygamberi gelmesi muhtemel olan peygamber olarak tanıdıklarına dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Yukarıda zikredilen ayetlere uygunluk arzetmesi bakımından bazılarına işaret etmekte yarar vardır: Abdu'l Mutta!ib, birgün Hıcr'da Kabe'nin yanında oturuyordu. Dostu Necran hakimi ve rahibi de yanında bulunuyordu. Rahip SÖZ sırasında "Biz, İsmail oğullarından en son gelecek olan Peygamberin sıfatını kitaplarda bulduk. Burası onun doğum yeridir. Sıfatları da şöyle şöyledir" diyerek onları sayınağa başladığı sırada peygamberimiz oraya geliverdi. Rahip, onun gözlerine, sırtına, ayaklarına baktı ve "İşte o, budur. Bu çocuk senin neslinden midir?" dedi. Abdu'l Muttalib "oğlumdur" deyince Necranlı Rahip, "Biz onun babasını kitaplarda sağ bulmadık" dedi. Abdu'l Muttalib onun torunu ve yetim olduğunu söyleyince "şimdi doğru söyledin" dedi. Bunun üzerine Abdu'l Muttalib, oğullarına dönerek "Kardeşini­ zin oğluna sahip olunuz, onun hakkında söylenileni işitmiyor musunuz" dedi. Necran Rahibinin bu ihbarından sonra Abdu'l Muttalib torununu daha sıkı koruma altına almış ve Peygamberimizin dadısı Ümmü Eymen'e özel olarak onunla ilgilenmesini emretmiştir. Ümmü Eymen bir keresinde onu kaybettiğinde" Oğlum­ dan gaflet etme, Ehl-i Kitap, benim oğlum hakkında bu ümmetin peygamberi olacak diyor" demiş ve onun muhtemel bir peygamber olacağına inanmıştır< 15 >. Hz. Muhammed, amcası EbuTalibile Şam'a giderken Basra'da konaklamış­ tır. Orada bulunan manast1rda yaşayan Rahip Balıira adeti olmamakla birlikte Kervan sahiplerini yemeğe çağırır. Onlarda küçük olmasından dolayı eşyalarının başına Hz. Muhammed'i bırakarak Balıira'nın davetine icabet ederler. Rahibin aralarında başka birisi bulqnup bulunmadığını sorması üzerine, eşyaların başında bir çocuk bıraktıklarını haber verirler. Rahip çocuğun çağrılmasını ister. Çocuğun gelmesini müteakip Rahip onu dikkatlice süzdükten sonra "Ey çocuk! Sana bazı şey­ ler soracağım. Soracağım şeyler hakkında Lat ve Uzza aşkına bana doğru bilgi ver dedi. Hz. Peygamber ona: Lat ve Uzza adına yemin vererek bana bir şey sorma. Vallahi ben onlardan duyduğum nefreti, hiç bir şeyden duymam dedi. Rahim Allah adına yemin verdikten sonra ona bazı sorular sorar. Aldığı cevaplar üzerine Ebii Talib'e: "Kardeşinin oğlunu memleketine hemen geri çevir. Yahudilerin ona zarar vermelerinden sakın! Valiahi onlar bu çocuğu görüp de beı,ıim onda gördüğümü sezecek olurlarsa muhakkak ona zarar verrneğe kalkışırlar. Çünkü kardeşi­ nin oğlunda çok büyük bir hal ve şan vardır. Biz, onu atalarımızdan miras kalan kitaplarımızda bulduk. Bu yolda bizden misak da alındı. Onu memleketine acele götür" dedi. <16> Bu rivayetleri Hz. Peygamberi yüceltmek, onda insanüstü özelliklerin varlığını isbat için müslümanlar tarafından ortaya atılmış bilgiler olarak değerlendirınek yanlış olur. Çünkü, Mekkeli müşriklerin haskılarına dayanamayan ilk müslümanları 14) Bkz. İbn Hişam, Siyretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1987, 11189. 15) İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut, Tarihsiz, 11118; M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İsliimiyet, Mekke Devri, Isı. 1981, 67-69. 16) İbn Hişam, 11165-168; İbn Sa'd, 11119-120; Ebu Bekir Ahmed B. Hüseyin el-Beyhaki, Delailü'n-Nebüvve, Beyrut-1985, 11/24-25. • 40. ba~rına basan Habeş hristiyanları olmuştur. Hz. Peygamberin komşu ülke ve din mensupianna gönderdi~i mektuplara en sıcak ilgi Mısır ve Bizans Hristiyanların­ dan gelmiştir. İslam sonrası dönemde, bazı yahudi din adamlarının müslüman olmaları, kendi cemaatlarının, dinlerini gerçek anlamda tatbik etmemelerinden ve kutsal kitaplarına tahrif yapmalarından olsa gerekir. Bütün bunlar, Hz. Peygamberin daha peygamber olmadan Ehl-i Kitap tarafından beklenildi~ini ve vasıfları­ nın bilindi~ini göstermektir. Hristiyan din adamlarına at fen yapılan rivayetlerin de Hıristiyanlı~ın islam kaynaklarına etkisi şeklinde degerlendirmemek uygun olacaktır. Böyle bir değerlendirme Kur'an'ın "Şüphe yok ki onlar, hakkı itiraf hususunda büyüklenmek istemezler. Peygamber' e indirilen Kur'an'ı dinledikleri vakit, Hakkı tanıdıklarından dolayı, gözlerinin yaşla dolup taştıgını görürsün. Onlar Ey Rabbımız derler, iman ettik. Sen bizi hakka şahit olanlarla yaz"< 17 > ayeti ile çeliş­ kiye düşmektedir. c) Hz. Muhammed'in Şahsi Durumu: Hayatının bütün safhaları hakkında teferruatlı bilgilere sahip olunan şahsiyet­ lerden biri belki de en başta geleni Hz. Muhammed (s.a.v.) dir. Genelde büyük şahsiyetler için, meşhur oldukları dönem sonrası mümkün olan bu tanınma keyfiyeti, Hz. Peygamberin hayatının tamamını kapsamaktadır. Onun hakkında nakledilen bilgilerin ço~unlu~unun İslam sonrası kaynaklara dayandı~ı muhakkaktır. Ancak, onun daha peygamber olmadan önce de çevresinin dikkatini çekti~i tarihi kaynakların bize nakletti~i bilgilerdir. Hz. Muhammed'in yetim olarak do~ması, Mekke'nin en ileri gelen ailelerinden Haşim o~ullarından olması, bu çocuga gerekenden çok ilginin gösterilmesine sebeb olmuştur. Ayrıca onun, u~runa 100 deve kurban edilerek, kendisi kurban edilmekten kurtulan Abdullah b. Abdu'l Muttalib'in yetimi olması, kendisine karşı ne kadar hassasiyet gösterildi~ini ifade için yeterlidir0 8>. Do~umu ile ilgili olarak anlatılan ola~anüstü haller, muteber kaynaklar tarafından nakledilmesi bakımından dikkate de~er bulunmalıdır. Bölgenin adetine uygun olarak süt anneye verilmesi ve o ailede meydana gelen hadiseler, İslam öncesi ve sonrası dönemin ortak rivayetlerindendiL Özellikle Beni Sa'd kabilesinde süt annesi Halime'nin yanında iken iki Mele~in gelerek Hz. Muhammed'in gö~sünü yarıp kalbini temizlemeleri< 19> süt annesini dehşete düşürmüş ve aldİ~ı emaneti bir an önce ailesine teslim etmeye mecbur bırakmıştır. Dedesi Abdu'l Muttalib'in yanında herkesin ilgisini çeken ve sevgisini kazanan Hz. Muhammed, ailesi için bir mutluluk vesilesi olmakla kalmamış, karşılaşılan güçlüklerin çözümünde, zaman zaman deste~ine ihtiyaç duyulmuştur. Daha çocuk denilecek yaşlarda iken, bölgede başgöstüeren kıtlı~ın giderilmesi için yapılan ya~ur dualarına, özellikle Hz. Muhammed'in katılmasına özen gösterilıniş ve onun yüzünden yağmurun yağdığına inanılmıştır<20>. 17) 18) 19) 20) Maide, 82-83. İbn Sa'd, I/88-89. İbn Hişaın, I/152; İbn Sa'd, 1/112; M. Haınidullah, I/43. M. A. Köksal, Mekke Devri s. 58. M. Asım Köksal, Mekke Devri s. 67, 73; M. Haınidullah, I/46 • 41. Hz. Muhammed, her insan gibi hayatını tabii seyri içinde sürdürmüş, di~er çocuklarla oynamış, hayvan otlatmış, ailesine yardım etmiştir. Fakat o hayatının bu dönemlerinde bile ahlaki değerlerden taviz vermemiş, diğer insanlar için normal karşılanabilecek bazı davranışlardan ya kaçınmış veya korunmuştur. Birgün Kabe'nin yeniden inşası sırasında o da diğer Kureyşliler gibi taş taşımıştır. Taşların verdiği ızdırabı gidermek için diğer Kureyşliler, bellerine bağladıkları peştamalları taşın altına koymaları üzerin~ Hz. Muhammed de onlar gibi yapmak istemiş fakat baygınlık hali gelerek, yere yıkılmıştır. Amcası Hz. Abbas yanına geldiği zaman, Hz. Peygamber çıplak gezmekten men edildiğini belirtmiştir<21 l. Merhamet duygusu Hz. Peygamberi daima mazlumun ve kimsesizlerin yanın­ da yer almaya sevketmiştir. Gençliğinden itibaren toplumda hakem görevi yapmış, ticari ihtilaflarda, sosyal problemierin hallinde görüşüne başvurulmuş ve onun kararı muteber sayılmıştır. Kabe'nin yeniden inşası sırasında, Haceru'l-Esved'in yerine konması esnasında karşılaşılan sıkıntılı durum, onun verdiği kararla, herkesi memnun edecek şekilde çözümlenmiştir(22). Hz. Muhammed, peygamberlik görevi verilmeden önce, dost düşman herkesin güvenini kazanmış toplumda "el-Emin" sıfatı ile anılan tek kişi olmuştur. Peygamberlik görevini ilan etmek için akrabaları ile Ebu Kubeys dağında bir araya geldiğinde, orada bulunan herkes onun asla yalan söylerneyeceği hususunda birleşmişlerdir. Hz. Muhammed'in şahsi tutum ve davranışındaki ayrıcalık, ahlaki ve diru yakendini göstermektedir. O toplum da revaç bulan putperestlikten nefret etmiş ve hiçbir zaman puta tapmamıştır. Yukarıda işaret edilen meşhur Şam seferi sırasında, Rahip Balıira soracağı sorulara doğru cevap vermesi için, bölgede alışı­ la gelen, Lat ve Uzza adına yemin etmesini istediği zaman, Hz. Muhammed, bundan hoşlanmamış ve putlardan nefret ettiğini açıklamıştır<23 l. Hicaz bölgesinde kısmi de olsa putperestliğin dışında, Yahudilik, Hristiyanlık gibi başka dini inanışlar da bulunmaktaydı. Hz. Muhammed bu dinlerde de aradı­ ğını bulamamış ve din mensupianna özenti du yınamıştır. O, yalnızlıktan hoşlan­ mış, zaman zaman uzlete çekilmiştir. Bu durumlarda Hz. Peygamber tefekküre dalar, kainat ve onun yaratıcısını düşünürdü. Bu amaçla senenin belli günlerinde Mekke yakınındaki Hira mağarasına giderdi. O, ibadetlerini Hz. İbrahim'in dini üzere yapadı. Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Peygamberin okuma-yazma bilmeyen ümmı bir peygamber olduğu belirtilmekte<24l, iman ve kitaptan habersiz olduğuna işa­ ret edilmektedir<25 l. Bu sebeple onun vahy gelmeden önce nasıl iman edip ibadet ettiği konusu teferruatlıca bilinememektedir. Bu ayetleiden, onun herhangi bir kimseden herhangi bir şekilde diru telkin almadığı, iddia edildiği gibi Rahip Balıira ile olan münasebeti neticesinde Hristiyanlıktan etkilenmediği anlaşılmaktadır. Her Kureyşli gibi Hz. Peygamberin Kabe'ye saygısı, fırsat buldukça, Hira mağarasına gidip dönerken orayı ziyaret etmesi "Hanifliğin" ve Hz. İbrahim geleneşantısında da 21) 22) 23) 24) 25) İbn Sa'd, 1/145-146 1/182. İbn Hişaın, 1/166. Bkz. Araf, 157-158. Bkz. Şura, 52. İbn Hişaın, • 42. ~nin devamı olarak değerlendirilmeli; oradaki putlara saygı şeklinde ulaşılmama­ Nitekim, Mekke'nin fethinden sonra ilk iş olarak Kabe'nin putlardan temizlenmesi, oranın cahiliye döneminde putlarla kirletildiği anlamına gelmektedir. Netice: Hz. Muhammed (s.a.v.) en son peygamber olarak, Allah tarafından görevlendirilmiştir. Bu görevlendirme, tamamen Allah'ın iradesi doğrultusunda tecelli etmiş, Hz. Muhammed'in şahsi hiç bir dalıli bulunmamıştır. Onun peygamber liğinin, bütün insanlığın manevi bir bunalımın içinde bulunduğu, ilahi dinlerin insanlar tarafından tahrif edildiği bir döneme rastlaması düşündürücüdür. Putlardan hoşnut olmayan, çevrede yaygın dinlerde aradığını bulamayan insanların bir kurtarıcı beklemeleri muhakkaktır. Fakat bu beklenti kişilerin dini inanç ve kültür seviyelerine göre farklılık arzetmiştir. Hepsinin ortak noktası, toplumu, insanlığı ancak bir kurtarıcının kurtaracağıdır. Bu kurtarıcı kim olacaktır? Tabii olarak her toplum, her kabile, her din mensubu, gelecek kurtarıcının kendisinden olmasını istemektedir. Halbuki içinde bulunulan durum, bunların hepsinin halinden şika­ yetçi olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan kurtarıcının hepsine hitabedebilecek, ortak yönlerini bulabilecek bir nitelikte olması gerekmektedir. Hz. Muhammed, gerek doğumu, gerek çocukluğu, gerekse gençliği dönemlerinde herkesin dikkatini çekmiş, herkesin sevgi ve saygısını kazanmıştır. Ondaki fıtri ve ahlaki meziyetler, yalan söylenemeyeceğine, ve hükmettiği zaman adil davranacağına çevresindekileri inandırmıştır. O kırk yıllık hayatı süresince mütevazi yaşamaya gayret etmiş, dünyevi makam ve şöhretlerden hoşlanmamıştır. Bu haliyle kimse onu şahsi bir beklenti içinde olacağına ihtimal vermemiştir. Nitekim bu dönem zarfında Hz. Peygamber, peygamberlikle ilgili herhangi bir şey söylememiş, böyle bir iddiada da bulunmamıştır. Tarihi kaynaklarda Hz. Muhammed'in peygamberlik öncesi döneme ait bilgilerin bulunması yadırganmamalıdır. Bir hakikatın çeşitli yerlerde defalarca tekrarı, aşırı sevginin neticesi olarak değerlendirHip onlarda ihtiyatlı davranmanın veya şüphe ile bakmanın da bir taassup olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Ayrıca Hz. Muhammed'in beklenen peygamber olabileceği ihtimalinin Ehl-i Kitab tarafından bilinmesi garipsenecek bir olay değildir. Kur'an-ı Kerim'in haber verdiği bir konuda başkalarının da görüş beyan etmesi olumlu karşılanmalıdır. Zira Kur'an, gelecek peygamber konusunda Ehl-i Kitabın önceden haberdar edildiğini bize bildirmiş, onlarda dini yönden bozulmamiş kimseler bulunduğunu açıklamışken, bu tür rivayetleri hafife almamak lazımdır. Peygamberlik Allah'ın lutfu ile gerçekleşen bir konudur. Her isteyen peygamber olamadığı gibi, tarihte yalancı peygamberlerin durumu herkesin malumudur. Kırk yıllık ömrü boyunca bir kerecik olsun peygamberliğini hissettirmeyen bir insanın, birden bire böyle bir iddiada bulunması çok anlamlıdır. Yüce Allah'ın her yönden mükemmel bir insan olarak Hz. Muhammed'i (s.a.v.) peygamberliğe hazırlamış olması muhtemeldir. Burada şöyle bir husus ortaya çıkmaktadır: Ya Hz. Muhammed peygamber olacağını bilmiyordu, ya da biliyor fakat zamanı gelmeden açıklaması istenilmedi~ için, açıklamıyordu. Tarihi kaynaklar ve Kur'an-ı Kerim'in yukarıda belirtilen ayetleri bizi onun peygamber olacağını, önceden bilmedi~ sonucuna götürmektedir. İlk Vahiy geldi~ zaman onun karşı karşıya bulunduğu psikolojik durum ve sergilediği tavrı da, peygamber olacağını, önceden billıdır. • 43. mediğine işaret etmektedir. Vahyin ilk geldiği sırada Hz. Peygamberin durumu ile ilgili M. Hamidullah verdiği bilgiyi aynen nakletmekte yarar görmekteyim: "Muhammed (s.a. v.) 'in buna derhal g6sterdiği reaksiyonu kolaylıkla anlıyo­ ruz. Muhammed (s.a. v.) gerçekten de durumdan zevcesi Hadice'ye bahsetti: "Tek başıma kaldığım zamanlar beni Ey Muhammed! Ey Muhammed! diye çağıran bir ses işitiyorum. Uyku halinde iken değil, tamamen uyanık bulunuyorken semavi bir ışık g6rüyorum. V allahi şu putlar ve kahinler kadar hiç bir şeyden nefret etmedim. Acaba ben de mi bir kahin oldum? Sakın bana seslenen kimse şeytan olmasın?" Halk tarafından kendisinin bir yalancı, bir sihirbaz, cin çarpmış biri yahut bir kahin olarak vasıflandırılmasından endişe etmek pek tabiiydi. Zira, bazı kim>elerde dini düşüncede rastlanan şuurlanmalara rağmen, ülkedeki hiç kimse, her şeyden evvel bizzat Allah 'ın Resulu bile, ilahi tebliğ vazifesi ile ilgili bir bilgiye henüz sahip bulunmuyordu ve şeytani bir aldatmaca ile Rahmani bir ilham arasında­ ki ince ayrılığı, her ikisi de g6rünüşte birbirlerine benzediğinden, birini diğerinden ayırabilecek durumda değildi. " Hz. Muhammed'in bu naklettiği olay karşısında, Hz. Hatice'nin cevabı dikkat ve takdire şayandır. "Sen daima eli açık ve c6mert i din, iyilik yapardın; fakir ve muhtaçlara daima yardıma koşardın. Muhakkak ki Allah seni şeytanın aldatmalarına uğratmayacaktır"(26). Hz. Hatice eşini alarak doğrudan, o çevrede kültürlü bir kişi olarak bilinen amVaraka b. Nevfel'e götürmüş ve o da anlatılanlara bakarak Hz. Muhammed'ın gelmesi beklenen peygamber olduğunu kabul etmiştir. -Kutsal Kitaplardan edinilen bilgiler, toplumun içinde bulunduğu durum, insanları yeni bir peygamber beklentisi içine sokmuş, şahsi olgunluğu ve davranışları, ahlaki meziyetleri ve kutsal kitaplardaki haberlere uygunluğu sebebiyle, herkes Hz. Muhammed'in peygamber olabileceği kanaatına ulaşmıştır. Ancak, şahsi zaafiyet ve hırs, diru taassub, cehalet, kıskançlık vb. etkenlerle insanlar, çok azı hariç, onun risaletini hemen kabule yanaşmamışlardır. ~ası 26) M. Hamidullah, 1/38. • 44.