BÖLÜM I DÜNYA EKONOMİSİNİN BÜYÜYEMEME SORUNU, TÜRKİYE’NİN ORTA GELİR TUZAĞINDAN ÇIKMA UMUDU 1. Dünya Ekonomisinde Oyunun Kuralları Yeniden Belirleniyor 2008 yılında dünya geneline yayılan küresel ekonomik kriz ile birlikte, 1970’li yılların başından beri uygulanmakta olan neoliberal ekonomik politikaların günümüz küresel ekonomik sorunlarına yanıt veremediği ve küresel ekonomide kuralların değişmesi, yeniden yapılandırılması gerektiği ortaya çıkmıştır. Merkez Bankalarının, 2008 krizinden bu yana bastığı ve piyasalara sürdüğü ölçüsüz paralara karşın, dünya ekonomisi krizden tam anlamıyla çıkamamıştır. İşsizlik oranlarını makul düzeylere çekememiş, kamu borçlarını yükseltmiş bir Batı, küresel büyüme hedefinin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmakta, Avrupa’daki durgunluk bir türlü önlenememektedir. Krizin etkilerinin halen hissedilmesine paralel olarak; küresel büyüme geçmişe oranla düşük bir hızla gerçekleşmekte, bu durum da ülkeleri hem ihracat hem de dış finansman bulma yönünden sıkıntıya sokmaktadır. Avrupa açısından durum değerlendirildiğinde; Euro bölgesindeki olumsuz havanın bir türlü dağılamaması, Avrupa’nın toparlanamayacağı yönündeki kaygıların artmasına yol açmaktadır. Buna rağmen, müzakereleri hala yürütülmekte olan ABABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın yakın gelecekte yürürlüğe girmesi ile AB kıtasındaki resesyonda azalma görülmesi beklenmektedir. İmzalanacak olan serbest ticaret anlaşması diğer anlaşmalardan farklı özelliklere ve boyutlara sahiptir. Anlaşma, AB’nin kurulduğu günden bu yana imzalamış olduğu en büyük ticaret anlaşması olacaktır. Bu anlaşma ile küresel ticaret ve yatırımda var olan kuralların da yeniden yapılanması gündeme gelecektir. 1 AB ve ABD’nin toplam GSYH’si küresel ekonominin yarısına eşittir. Avrupa Birliği ile Amerika’nın ticari ve finansal ilişkilerine bakıldığında; Amerika’nın Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde yatırımının Asya ülkelerine yaptığı yatırımlarının 3 katı olduğunu, AB’nin Amerika’ya yaptığı yatırımlarının ise Çin ve Hindistan’a yaptığı yatırımların toplamından 8 kat fazla olduğu gözlenmektedir. Buna ek olarak anlaşmanın iki aktör arasındaki dış ticarette son on yılda gözlenen düşüşlerin de önüne geçeceği öngörülmektedir. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi ve serbest ticaretin başlaması sonucunda iki aktör arasındaki ticaretin 210 milyar euro artış göstermesi beklenmektedir. Belirtilen 210 milyar euronun yaklaşık % 55’i AB’ye kazanım olarak dönecektir. Bu sayede Avrupa’da yükselen işsizliğin ve ekonomik durgunluğun önüne geçilmesi planlanmaktadır. İmzalanacak olan anlaşmadan AB ve ABD’nin beklentisinin “Ekonomik NATO” olduğu bilinmektedir. Transatlantik ekonomik ortaklığının Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Japonya, Meksika, Kanada ve Türkiye için olumsuz etkiler yaratması, AB ile dış ticarette düşüşlere sebep olması beklenmektedir. Birçok Orta ve Doğu Avrupa ülkesindeki zorluk, artık ekonomik krizi geride bırakarak finansal sektörü teşvik etmek ve iş ortamını iyileştirmektir. Ekonomik kriz aşılmıştır girilememiştir. ancak istikrarlı bir ekonomik büyüme sürecine Her ne kadar geçmiş yıllardaki gibi kötü ekonomik performanslar olmasa da, Orta Doğu ve Karadeniz’de devam eden savaş, gerginlik, vb. siyasi istikrarsızlıklar, dünya ekonomisini olumsuz etkilemektedir. Ekonomik problemlerin yanı sıra Ukrayna’da, Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’da sular bir türlü durulmamış, Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından biri IŞİD tehdidi haline gelmiştir. Ukrayna’daki gerilimler ekonomik faaliyetleri sekteye uğratmıştır. Rusya’da ve Rusya’ya komşu birçok ülkede, rekabet gücünü arttırmaya ve petrol ve gaz dışında büyüme kaynakları yaratmaya yönelik reformlar kilit önem taşımaktadır. 2 Ayrıca, Ukrayna ve Ortadoğu’da yaşanan gerginlikler nedeniyle, jeopolitik risklerdeki artış yatırımcıyı tedirgin etmekte ve yatırımların artmasına engel oluşturmakta, yatırımların yeterince artmaması da büyümeyi frenlemektedir. Orta ve Doğu Avrupa (CEE) ülkelerinde büyümenin hızlanarak 2014 yılında % 2,5’e ve 2015 yılında % 2,8’e yükselmesi beklenmektedir. Ancak Batı Avrupa’daki büyüme ise oldukça düşük seviyelerdedir. Bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde işsizlik oranı % 10’un üzerinde olmakla birlikte, en fazla düşüş gösterdiği ülkeler yapısal reformların hızlı bir şekilde uygulandığı Estonya, Letonya ve Litvanya gibi ülkelerdir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde geçen yıllara göre ufak da olsa pozitif büyüme rakamları gözlenmeye başlanmıştır. Buna ek olarak özellikle ABD ekonomisi için olumlu öngörüler bulunmaktadır. Hane halkının talebi artış göstermiş, emlak fiyatlarında yükselişler gözlenmiş, ABD Merkez Bankası genişleyici mali politikaları azaltma yoluna girmiştir. Bütün bu politikalar krizden çıkış süreci olarak yorumlanabilmekle birlikte yeni küresel ekonomik sisteme geçiş olarak da görülebilmektedir. Özellikle ABD’nin genişleyici para politikalarını sonlandırması ile birlikte küresel finans sisteminde yeniden yapılanmaların gözlenmesi beklenmektedir. Bu durumun gelişmekte olan piyasalara ve dolar rezervi yüksek olan ülkelere etkisi ise gelecek dönemlerde gözlenebilecektir. Küresel piyasalarda, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ayrışma gözlenmektedir. Bu kapsamda, Rusya ve Brezilya gibi önemli ülkelerde ekonomik kırılganlık devam etmekte, fakat Çin’de pozitif büyüme verilerinde süreklilik bulunmakta ve Hindistan’da da düzelmeler dikkat çekmektedir. Orta Doğu ve Doğu Avrupa’da ortaya çıkan gerginlikler ve çatışma ortamı ise en çok Arjantin, Türkiye ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkeleri etkilemiştir. AB içerisinde krizin en çok etkilerini gösterdiği ülkelerden biri olan İrlanda geçtiğimiz yıl AB’nin uyguladığı Finansal Destek Programını başarılı bir şekilde tamamlamıştır. İspanya ve Portekiz artan ihracatları sayesinde olumlu ekonomik sonuçlar elde etmiştir. Yunanistan’da ise makul bir ekonomik toparlanma beklenmektedir. 3 Yine de ne AB ne de küresel ekonomi, 2008 öncesi ekonomik düzene dönememiştir ve önümüzdeki yıllarda krizden çıkış stratejileri kapsamında yeni bir küresel ekonomik sisteme geçileceği bilinmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu durum; küresel ekonominin bir süre daha sıkıntılı bir süreç geçireceğine yönelik tahminlerin artmasına yol açmaktadır. ABD’nin görece olarak toparlanmasına karşılık Euro bölgesinin resesyona gidişi, Japonya’nın bir türlü içinde bulunduğu durgunluktan çıkamaması, Çin’deki olumsuz gelişmelerin finansal piyasaları daha fazla tedirginleştirmesi gibi gelişmeler dünya ekonomisinde önümüzdeki dönemde oldukça büyük gelişmelerin gerçekleşeceğinin habercisi niteliğindedir. 1.1. Krizden Çıkış Arayışları: ABD ve Trans-Pasifik Ortaklığı, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmaları ABD’nin uluslararası ticaret politikası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve çok taraflılık ilkesine dayanmaktadır. Ancak DTÖ Doha Turu müzakerelerinin çıkmaza girmesinin ve ABD’nin özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle anlaşmaya varamaması, yeni alternatif arayışlarına gidilmesine ve ABD dahil birçok ülkenin Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) aracılığıyla uluslararası ticaret hacimlerini artırmaya çalışmaya başlamalarına neden olmuştur. Çünkü STA’lar üye ülkeler arasındaki ticareti etkileyen tarife ve tarife dışı engelleri kaldırarak, taraf ülkeler lehine ticaret avantajları yaratmaktadır. Bu nedenle, dünya ülkeleri, ikili ve bölgesel ticaret anlaşma sayısının giderek arttığı bir döneme girmiştir. 1947 ile 1995 yılları arasında, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasına (GATT) kayıtlı ikili ve bölgesel ticaret anlaşma sayısı 100 civarında iken, Temmuz 2013 itibariyle DTÖ’ye kayıtlı anlaşma sayısı 379’a yükselmiştir. 1990’lı yıllardan 2002’ye kadar bu yeni akımın gerisinde kalan ABD, ABD Ticaret Temsilciliği (USTR) tarafından belirlenen, ‘’rekabetçi liberalleşme’’ stratejisi ile birlikte Latin Amerika ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleriyle ikili ticaret anlaşmaları müzakerelerine hız vermiştir. ABD, 2008 yılında, daha öncesinde Brunei, Şili, Yeni Zelanda ve Singapur’un kendi aralarında müzakerelerini sürdürdüğü Trans- Pasifik Ortaklığı Anlaşması- TPO’ya (Trans-Pacific Partnership Aggrement-TTP), katılma kararı almıştır. 2008 yılı mali krizi sonrasında, ABD Başkanı Obama’nın Asya ile tekrar bütünleşme stratejisinin bir parçası olarak ABD’nin, TPO müzakerelerine dahil edilmesi Kasım 2009’da tekrar gündeme gelmiştir. 4 Şu anda ABD ile birlikte toplam 12 ülke arasında (Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam) müzakereleri devam eden TPO, 21. yy ticaret anlaşması olarak da nitelendirilmektedir. TPO tamamlandığında, anlaşmaya ortak ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin önündeki engellerin kaldırılmasının yanı sıra yatırım, işgücü, çevre, rekabetçilik politikaları, fikri mülkiyet hakları konularında da liberalleşmeyi öngören ‘’yeni ticaret kanunu’’ niteliğinde olacaktır. TPO müzakerelerini sürdüren ülkelerin toplam nüfusu 760 milyon 820 bin olup, dünya gayrisafi yurtiçi hâsılasının % 37,38’ini oluşturmaktadır. TPO, anlaşmaya ortak ülkelerinin iç politikalarında yeni düzenlemelere gitmelerini gerektirecek olup, uluslararası rekabetçiliklerinin arttırmalarının yanı sıra ve Çin’in hızına da ayak uydurabilmelerini sağlayacaktır. ABD ve AB arasında müzakereleri süren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmasına–TTYO (Transatlantic Trade and Investment Partnership-TTIP) da bu perspektif ile bakılması gerekmektedir. TTYO basit bir serbest ticaret anlaşmasının çok ötesindedir. TTYO, ABD ve AB arasında gümrük tarifelerinin kaldırılmasının yanı sıra hizmetler ve yatırımlar konusunda da en üst seviyede liberalleşmeyi öngörmektedir. ABD ve AB arasındaki mevcut ticari ilişkilere bakıldığında hâlihazırda özellikle sanayi mallarında gümrük vergilerinin oldukça düşük seviyelerde olduğu ancak tarife dışı konular, yasal düzenlemeler ve koruma politikalarında ciddi farklılıklara sahip olunduğu görülmektedir. Bu nedenle, TTYO girişimi gümrük tarifelerinin ötesinde tarife dışı konulara yoğunlaşacak kapsamlı bir anlaşma olacak ve eğer müzakereler amaçlanan doğrultuda sonuçlandırılırsa, uluslararası ticaret sisteminin kurallarını yeniden belirleyecek bir blok kurulmuş olacaktır. Temmuz 2013’te başlayan ve son olarak 29 Eylül – 3 Ekim 2014 tarihlerinde yedincisi gerçekleşen TTYO müzakereleri tamamlandığında, AB ve ABD’nin dünyadaki en kapsamlı ve en büyük ikili ticaret ve yatırım anlaşmasına imza atarak, birlikte dünya GSYİH’sının yarısını ve dünya ticaretinin üçte birini kapsayacak ortak bir pazar yaratacaklardır. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, AB ekonomisinin yılda 119 milyar avro; ABD ekonomisinin ise yılda 95 milyar avro kazanç sağlaması beklenmektedir. Söz konusu TTYO anlaşması ise Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. 5 AB ile aramızda olan Gümrük Birliği Anlaşması gereği, Türkiye, pazarını üçüncü ülkelere otomatik olarak açmakla mükelleftir. Ancak Türkiye, AB üyesi olmadığı için bu ülkelerin pazarlarına aynı şartlarda girememekte, AB’nin anlaşma imzaladığı üçüncü ülkelerle ayrıca ikili anlaşmalar imzalamaya çalışmak zorunda kalmaktadır. Fakat söz konusu ülkeler zaten Türk pazarlarına tek taraflı erişim imkânı bulduklarından değişik bahanelerle Türkiye ile anlaşma imzalamaktan kaçınmaktadırlar. TTYO anlaşması ise söz konusu haksızlığı çok daha kapsamlı bir boyuta taşıyacaktır. Olası bir TTYO anlaşması durumunda ABD firmalarının malları Gümrük Birliği kapsamında Avrupa pazarları üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz giriş yapabilecek, fakat Türk firmaları aynı şartlarda ABD pazarlarında rekabet hakkı elde edemeyecektir. Bu durumun Türkiye’nin hâlihazırda zaten açık veren dış ticaret dengesini daha da bozması söz konusudur. Ayrıca ortaya çıkan rekabet ve maliyet etkileri dolayısıyla Avrupa’ya mal ve sermaye ihraç eden Türk firmalarının ABD menşeli firmalar tarafından pazar dışına itilme riski bulunmaktadır. TTYO’ya Türkiye’nin dahil edilmemesi aynı zamanda ülkemizin milli gelir düzeyini de olumsuz etkileyecektir. Yapılan araştırmalara göre ABD ve AB, aralarındaki tarife dışı engellerin de kaldırılmasını içeren kapsamlı bir anlaşma imzalarlarsa, ülkemizin yaklaşık % 2,5 refah kaybına uğraması söz konusudur. T.C. Merkez Bankası tarafından yapılan çalışmada ise, Türkiye’nin AB-ABD STA’sına taraf olamaması halinde GSYH’nin 4 milyar dolara kadar zarara uğrayabileceğini; anlaşmaya taraf olması halinde ise GSYH’de yaklaşık 31 milyar dolarlık bir artış elde edebileceği ortaya çıkmıştır. Ayrıca çalışmada Türkiye’nin anlaşmaya taraf olduğu veya ABD ile ayrı bir STA imzaladığı durumun, sadece Türkiye lehine sonuçlar oluşturmadığı aynı zamanda AB ve ABD GSYH büyüme oranlarının da Türkiye’nin dâhil olmadığı bir AB-ABD STA’sına göre daha yüksek olduğu sonucu bulunmuştur. Bunun yanında ülkemizin TTYO’ya dahil edilmesi süreci kolay gözükmemektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin TTYO’ya taraf olması, olamaması veya ABD ile Serbest Ticaret Anlaşması imzalaması, imzalayamaması durumlarına göre etki analizleri, hatta sektörler bazında derinlemesine analizler gerçekleştirilmelidir. 6 Ülkemiz, ABD ile AB arasında müzakereleri devam eden fikri mülkiyet haklarının güçlendirilmesi, iş gücü kalifikasyonlarının yükseltilmesi, finans ve hizmet sektöründe reformların gerçekleştirilmesi, bürokrasinin işleyişi, devlet yönetimindeki şeffaflık gibi konularda şimdiden reformlara başlamalıdır. Ülkemiz, AB, ABD yönetimi, ABD kongre üyeleri ve senatosu üzerinde etkin lobi faaliyetleri gerçekleştirmelidir. 1.2. Avrupa Birliği Resesyonda 2010 yılının başlarında Avrupa’yı vuran Euro krizi, krizin patlak verdiği tarihten beri Avrupa ülkelerini hala olumsuz yönde etkilemektedir. Ekonomik veriler, krizin devam ettiğini göstermektedir. Eurostat’ın yayınladığı AB ülkelerinin gayri safi yurtiçi hâsıla büyüme oranlarına baktığımızda, 2011 yılında ortalama % 1,6 oranında bir büyüme olduğunu görüyoruz, 2012 yılında ise bu oran % -0,4, 2013 yılında ise % 0,1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlar bize, Avrupa Birliği’nde genel olarak ekonomik aktivitenin düşüş eğiliminde olduğunu kanıtlamaktadır. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ın ifadelerine göre; Avrupa Merkez Bankası bugüne kadar görülmemiş miktarda likiditeyi piyasalara vermiş, trilyonlarca avroyu sadece batık bankalara destek olmak için çıkarmıştır. Avrupa Merkez Bankası’nın bu desteğine rağmen Avrupa’da hala büyüme gerçekleşmemekte ve AB'nin pek çok ülkesinde bugün güven ortamı sağlanamamaktadır. Ağustos 2014 tarihinde Deutsche Welle gazetesinden yayımlanan bir makaleye göre, Euro Bölgesi'nin en güçlü ekonomisi olan Almanya'nın ilk çeyrekte % 0,8’lik büyümesinin ardından ikinci çeyrekte % 0,3 daralması ile endişelerin arttığı belirtilmektedir. Söz konusu makalede Fransa'nın ikinci çeyreği sıfır büyüme ile kapatması ve İtalya'nın her iki çeyrekte de daralarak teknik resesyona girmesi ile AB genelindeki korkuların daha da körüklendiği ifade edilmektedir. Öte yandan Euro Bölgesi genelinde büyümenin temel göstergelerinden sayılan sanayi üretiminin 2014 Haziran’da % 0,3 daralması da önümüzdeki dönemde Avrupa ekonomisinin durgunluktan kolayca çıkamayacağı yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır. Yaklaşık 150 milyar dolarlık yıllık ihracatımızın % 50’ye yakın kısmını Avrupa ülkelerine gerçekleştiriyor olmamız nedeniyle, AB ekonomilerinin gidişatı ülkemizi yakında ilgilendirmekte ve bu gelişmeleri endişe ile izlememize neden olmaktadır. 7 Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 5 ülkeden üçü olan Almanya, İtalya ve Fransa'nın resesyon tehlikesi ile karşı karşıya kalması, kendi büyüme hedeflerini ihracat odaklı şekillendiren ekonomi yönetimini ve iş dünyasını korkutmaktadır. AB’nin güçlü ekonomilerinde yaşanan durgunluk, hemen diğer ülkelere de yansımaktadır. Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa Birliği'nde yaşanan her ekonomik gelişme direkt olarak Türkiye'yi de etkilemektedir. İhracatımızın yaklaşık yarısını Avrupa ülkelerine yapıyor olmamız nedeni ile, AB'de muhtemel bir resesyon, Türk ekonomisi için de kötü bir tablonun ortaya çıkmasına sebep olacaktır. AB resesyonunda başı Almanya çekmektedir. Almanya 2009 sonrasında, 2012’nin son ve 2013’ün ilk çeyreğinde resesyona girmiş, 2014’ün ikinci çeyreğinde de % 0,3 küçülmüştür. Bu küçülmede, ihracat payının azalması ve inşaat başta olmak üzere sabit sermaye yatırımlarının azalması etkili olmuştur. Almanya ile birlikte aynı dönemde sıfır büyüme kaydeden Fransa ve % 0,2 daralan İtalya da endişeleri artırmaktadır. Türkiye olarak bu resesyondan yara almadan ilerleyebilmek için mevcut ve yeni pazarlar üzerinde ticari ve ekonomik yönden çok yoğun bir şekilde faal olmamız gerekmektedir. 1.3. Uzakdoğu Ejderleri Zor Durumda Dünya Bankası tarafından, Doğu Asya bölgesinde yer alan ülkelerin 2014 yılı ekonomik büyümelerinin yavaşlayacağı bildirilmiştir. Açıklamanın devamında, 2014 yılı düşük büyüme oranlarına rağmen, Çin Halk Cumhuriyeti dışında kalan bölge ülkelerinin büyüme tempolarının zaman içerisinde toparlanmasının beklendiği belirtilmiştir. Genel olarak incelendiğinde Doğu Asya Pasifik ülkelerinin 2013 yılında ulaştıkları % 7,2 büyüme oranının altında kalarak, 2014 ve 2015 yılları içerisinde % 6,9 oranında büyüyeceklerinin beklendiği bildirilmiştir. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından hazırlanan Ekonomik Görünüm raporunda, uzun vadede, küresel üretimin gelişmekte olan ekonomilere ve Asya Pasifik ülkelerine kaymasının beklendiği belirtilmiştir. Bununla beraber, bölgede yer alan, gelişmekte olan ülkelerin eğitime erişim koşullarının iyileştirilmesi ile uzun vadede getiri sağlanacağı; Çin, Hindistan, Endonezya gibi bölge ülkelerinin %10 Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) artışı sağlayabileceklerinin tahmin edildiği belirtilmiştir. 8 Bölgenin en önemli ekonomisi olan Çin Halk Cumhuriyeti ise gayrimenkul piyasasında yaşanan yavaşlama, yurtiçi taleplerinin ve sanayi üretiminin zayıflaması sonucunda, 2014 yılı 3. çeyrekte % 7,3 ile son 5 yılın en yavaş büyümesini yaşamıştır. Ülkenin, tahmini yıllık büyüme oranlarının; 2014 yılı için % 7,4’ten % 7,2’ye, 2015 yılı için % 7,5’ten % 7,2’ye ve 2016 yılı için de % 7,5’ten % 7,1’e seviyelerine gerileceği belirtilmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki büyümenin yavaşlamasında banka ve gayrimenkul piyasasındaki yumuşamanın ülkenin ekonomisi üzerine ek bir yük bindirdiğinin de altı çizilmiştir. Bunun yanında söz konusu yavaşlamada hükümetin politikalarının etkisi olduğu belirtilmiştir. Özellikle ülkede tüketimin artırılması için maliye politikalarında yumuşamaya gidilmesi ve vergi indirimi gibi tedbirlerin alınmasının büyüme rakamlarındaki gerilemede önemli rol oynadığının üzerinde durulmuştur. 1.4. Küresel Ekonomide Umut Işığı: Afrika Küresel ekonomideki yavaşlama ve beklentilerin genel olarak istenilen seviyede olmaması uluslararası yatırımcıları yeni pazar arayışına itmiştir. Dünya üzerindeki kara parçalarının % 20’sini kapsayan Afrika Kıtası, 30 milyon kilometrekareyi aşan yüzölçümü ve 1 milyarı geçen nüfusu ile yatırımcılar için adeta bir umut ışığı olmuştur. Kıtadaki 54 ülkenin her biri barındırdığı iş olanakları ile yatırımcılar için bir fırsatlar denizi oluşturmaktadır. Kıta ülkelerinde barış ve siyasi istikrar arttıkça ekonomik büyüme ve GSYİH oranları da yükselmektedir. 2013 yılında dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisi arasında 6 Afrika ülkesi yer almıştır. Dünya Bankası’nın “Küresel Ekonomik Tahminler Raporu”na göre kıta ekonomisinin büyümesi orta vadede % 5 seviyelerinde seyretmeye devam edecektir. Kıta genelindeki hızlı nüfus artışı ile doğru orantılı olarak orta sınıf büyümekte ve tüketici harcamaları artmaktadır. 2020 yılında kıta genelindeki tüketici harcamalarının 1 trilyon dolara yükseleceği öngörülmektedir. Diğer yandan 2050 yılına gelindiğinde kıta nüfusunun ikiye katlanarak 2 milyara çıkması ve artan genç nüfus ile beraber kıtanın dünyadaki en kalabalık iş gücüne sahip olması beklenmektedir. 9 Özellikle Sahra Altı Afrika ülkelerinin sahip olduğu alt yapı eksiklikleri dış ticaret için bir engelden ziyade yatırım için fırsat olarak değerlendirilmelidir. Karayolları, sulama kanalları, konut inşaatları gibi büyük projeler hükümetler tarafından teşvik edilmektedir. Alt yapı projelerinin yanı sıra tekstil ürünleri, gıda, gıda işleme, tarım, tarıma dayalı sanayi, mobilya, sanayi makineleri, otomotiv yedek parçası ve inşaat malzemeleri sektörleri yatırım için elverişli ve kazançlı alanlar oluşturmaktadır. Odamız da Afrika’nın hızlı yükselişini yakından takip etmekte olup kıta ülkeleri ile oldukça yakın ilişkilere sahiptir. Yurtiçi ve yurtdışında yapılan görüşmelerde günümüze kadar 40’tan fazla Afrika ülkesinin üst düzey temsilcisi ile temas kurulmuştur. 23-26 Haziran 2014 tarihlerinde Türk Havayollarının ilk seferi ile gerçekleştirdiğimiz Benin iş ve inceleme gezisi kapsamında Benin Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve Ticaret ve Sanayi Bakanı ile görüşmeler gerçekleştirilmiş, İzmir ile Benin arasındaki ilişkilerin daha ileri taşınması için neler yapılması gerektiği ele alınmıştır. Ayrıca kurumlarımız arasındaki ilişkilerin derinleşmesine katkıda bulunmak amacıyla “kardeş oda” anlaşması imzaladığımız Benin Ticaret ve Sanayi Odası ile birlikte düzenlediğimiz Benin-İzmir İş Forumu ve ikili iş görüşmeleri yoğun ilgi görmüş ve Beninli işadamları ile üyelerimiz arasında mevcut ve potansiyel iş fırsatları değerlendirilmiştir. Üçüncü binyılın potansiyel kıtası olarak adlandırılan Afrika’nın uluslararası ekonomideki dikkat çeken yükselişi 2015 yılında da aynı şekilde devam edecek olup, Odamızın kıta ülkelerine yönelik çalışmaları da aynı doğrultuda devam edecektir. Kıta geneli ve ülkeler bazında hazırlanacak raporlar ile iş ve yatırım fırsatları üyelerimize aktarılırken, düzenlenecek iş ve inceleme gezileri, heyet ziyaretleri ve tanıtım toplantıları ile üyelerimiz ve Afrikalı işadamları arasında firma ağları oluşturulması için çalışmalar yapılacaktır. 1.5. Dünya’da Yeniden Kur Savaşları Alarmı “Kur Savaşları” terim olarak son yıllarda gündeme gelmiş olsa da, içeriği bakımından aslında 1929’da başlayan ve 1930’l yıllara yayılan Büyük Buhran döneminde sıkça kullanılan ekonomi ve mali politikanın bir sonucudur. 1930’lu yıllarda, Büyük Buhran’ın etkilerinden kurtulmak için ihracat gelirlerini arttırmak isteyen ülkeler, para birimlerini komşularının para birimleri üzerinden değersizleştirecek para ve ekonomi politikaları uygulamaktaydı. 10 Bu sayede devalüe edilen para birimi ile yapılacak olan ticaret daha ucuz oluyor, ülke köklü ekonomik yeniden yapılanma yapmadan daha hızlı bir büyüme yakalayabiliyordu. Rekabetçi devalüasyon olarak da bilinen bu strateji, 1930’lı yıllarda ekonomik krizin daha da derinleşmesinin sebeplerinden biri haline gelmiştir. “Kur Savaşları” terimi ise ilk defa 2 yıl önce Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega tarafından dile getirilmiş, geçtiğimiz günlerde Rusya Merkez Bankası tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. “Kur Savaşları” teriminin babası olarak kabul edilen Mantega bu konuya dikkat çekerek ülkeleri kur savaşlarını başlatmamaları konusunda uyarmıştır. 1930’lu yılların ekonomik sisteminden çok daha geniş bir kapsama ve derin bir entegrasyona sahip olan küresel ekonomik sistemde, bilinçli devalüasyonun olumsuz etkisi bütün küresel sistemde hissedilecektir. Günümüzde yaşanan kriz benzeri ekonomik dengesizlikleri takiben sürekli bir ekonomik durgunluğa girdiği, bunu takiben gayrisafi milli hasıla büyüme hızının yavaşladığı ekonomik ortamlarda, büyümeyi ve talebi canlandırmak için kısa vadeli olarak devlet harcamalarının yükseltilmesi, vergilerin veya faiz oranlarının düşürülmesi bilinen ekonomi politikalardandır. Bunlar genel olarak kısa dönemde iç talebin canlandırılması için sıkça tercih edilen yöntemler olmakla birlikte, devletlerin dış talebi ve dolayısıyla ihracat gelirini arttırmak amacıyla yürüttükleri mali politikalar da bulunmaktadır. Rekabetin önem kazandığı günümüz ekonomik sisteminde, ihracatta öne geçmek isteyen ülkelerin ve ihracat odaklı bir büyüme stratejisi belirleyen ülkelerin para birimlerini diğer para birimleri karşısında devalüasyon yoluyla değersizleştirerek, ihracatta kendilerine rekabet avantajı yarattıkları bilinmektedir. Küresel ekonomik sistem son derece entegre olmasına rağmen, ortak para birimi kullanmayan devletlerin para politikasını ekonomi hedeflerine göre uygulaması ülkelerin ekonomik egemenlik alanına girmektedir. Bu kapsamda, devletler kendi para birimlerinin, diğer para birimleri karşısındaki değerini belirlemekte ve bu değeri sabit tutmak, düşürmek ya da arttırmak için politikalar yürütmekte özgürdürler. Gelişmekte olan ekonomilerin büyük bir kısmının sıkça uyguladığı özellikle iki dünya savaşı arası dönemde rastlanan bir mali politika olan bilinçli devalüasyon dış ticarette ülkelere fiyat ve rekabet avantajı sağlamakta, kısa vadede ülkenin ihracat gelirlerini arttırmakta ve daha çok yatırım çekmesini sağlamaktadır. 11 Buna ek olarak, enflasyon oranı hedeflenenin altında kalan ülkeler de aynı politikaları uygulayarak, ithalat giderlerinin yükselmesi ve kur devalüasyonu sayesinde enflasyonun yükselmesini sağlamaktadır. Bu durumun yarattığı en sorunlu sonuç ise, bir ülkenin ürünlerinin fiyatlarının daha rekabetçi hale gelmesi ile talebin o yöne kayması sadece o bölgeye faydalı olacak, toplam talebi arttırmayacaktır. Bu durumda rekabet avantajı elde etmek için devalüasyon yoluna gitmekte, sonuç olarak bir kur savaşına girişilmektedir. Devalüasyon yoluyla rekabet avantajı elde etmek hem tek tek ülkeler açısından hem de küresel ekonomi açısından büyük bir risk teşkil etmektedir. Bilinçli devalüasyon karşılıklı olarak devamlı gerçekleştirebilmekte ve bu durum sonu olmayan bir kısır döngüye sebep olabilmektedir. Sonuç olarak devalüasyon politikası faydasız hale gelmekte ve ülkenin küresel sistemdeki güvenilirliği de zarar görebilmektedir. Buna ek olarak, dünya ekonomik sisteminde öngörülemeyen dengesizliklere yol açarak krizin daha da derinleşmesine sebep olabilmektedir. Son yıllarda, özellikle Japonya’nın parasal genişleme doğrultusunda yürüttüğü mali politikalarla Japon para birimi olan Yen’in değerini düşürdüğü ve bu sayede deflasyonu kontrol altına almaya çalıştığı gözlenmektedir. Bu kapsamda Japon yeni dolar karşısında son altı yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Japonya Merkez Bankası’nın yürütmekte olduğu politikalar AB, Rusya ve Brezilya gibi önemli ekonomik aktörler başta olmak üzere birçok uluslararası kurum tarafından eleştirilmektedir. Benzer politikalar uzun zamandır ihracat yoluyla büyüme politikası izleyen Çin tarafından da sıkça kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkeler tarafından birçok defa şikayet edilen Çin’in bu politikası gelişmekte olan ülkelerde rekabet eşitsizliği yaratmaktadır. Avrupa’da duruma bakıldığında ise, Avrupa’nın 2008 krizinden beri ekonomik durgunluktan çıkamadığı, çok düşük bir oranla büyüme sergilediği ve çok yüksek işsizlik oranına sahip olduğu açıktır. Buna ek olarak Euro Bölgesi’nde %0,3 oranına düşen enflasyonun yükseltilmesi için euro kurunun değer kaybetmesi gerektiği Avrupa Merkez Bankası tarafından savunulmaktadır. Bu durumda, euronun devalüe edilmesi Almanya’nın tarihsel olarak katı enflasyon prensipleri Avrupa Birliği Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin önünde en büyük engeldir. 12 Fransa ise, tarihsel olarak para birimini temel bir ekonomik politika olarak kullanmaktadır. 2008 yılında başlayan krizin etkilerinden de kurtulabilmek adına euro devalüasyonunu doğru yol olarak görmektedir. Anlaşıldığı üzere AB’nin kurucu üyeleri arasında bu konuda bir anlaşmazlık bulunmaktadır. Sadece bu anlaşmazlıklar bile euronun dolar karşısında değer kaybetmesine ve beklentilerin daha da düşüşe geçmesine neden olmuştur. Küresel krizin başladığı ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de bir süredir devam etmekte olan gevşek para politikası sayesinde doların değerini belli bir sınırda tutmakta olduğu bilinmektedir. Sonuç olarak, küresel ekonomide yeniden bir kur savaşı başlamasının son derece olası olduğu açıktır. Fakat bu sefer büyüme ve istihdam yaratmaktan çok devalüasyon politikalarının deflasyon karşıtı olarak yürütüldüğü kabul edilmektedir. IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlar da yürütülen politikalar konusunda uyarılarda bulunsa da ülkelerin para politikalarına müdahale edilememektedir. Bu kapsamda önümüzdeki dönemlerde kur savaşları hakkında yaşanacak gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin tutumuna bağlı olarak değişecektir. 2. Savaşların Nedeni ve Küresel Büyümenin Motoru: Enerji Yirmi birinci yüzyılda “enerji” kavramının yüzyılın kilit kavramlarından biri olduğu aşikardır. Devletlerin gelişmişlik düzeyine yönelik en önemli kriterlerden biri enerjidir. Eğer bir devlet, kendi içinde, kendine yetebilecek düzeyde enerji üretebiliyorsa, gelişmiş ülke statüsüne sahip demektir. Ülkelerin büyümesinde en önemli etken hiç şüphesiz enerjidir. Uluslararası Enerji Ajansı, özellikle 2050 yılına kadar doğalgaz ve petrolün toplam üretim içindeki payının % 50’lerde olacağını belirtmiştir. McKinsey Küresel Enstitüsü, günümüzden 2020 yılına dek gelişmiş ülkelerin talebinin dünya enerji talebinin neredeyse %80’ini oluşturacağını, bu talebin %32’sinin Çin’den, %10’ununsa Orta Doğu’dan kaynaklanacağını öngörmektedir. Massachusetts Institute of Technology’nin yaptığı bir araştırma, dünya çapında enerji talebinin 2050 yılına kadar günümüzdekinin üç katına çıkabileceğini tahmin etmektedir. Enerji talebinin gün geçtikçe artacağına dikkat çeken araştırmalar sonucunda da enerji kaynaklarının önemi gün geçtikçe artmakta, bu durum da zaman zaman çatışmaların yaşanmasına yol açmaktadır. 13 Dünya enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümü Rusya, Ortadoğu, Türki Cumhuriyetleri, İran ve Arap yarımadasında bulunmaktadır. Enerji kaynakları açısından oldukça zengin olan bu bölgelerde, çatışmalar da bir türlü eksik olmamaktadır. Sadece Türkiye’nin bulunduğu bölgede yer alan komşularındaki kaynaklar dünya kaynaklarının yaklaşık % 65’ini, Batı’daki ülkeler ise % 65 tüketim noktasını oluşturmaktadır. Bütün bu coğrafyanın siyasi tarihine bakıldığında enerjinin savaşın gerekçesi olduğu görülmektedir. Yaşanan çatışma ve savaşların başlıca nedenleri arasında, enerji kaynaklarına sahip olma mücadelesi ilk sırada yer almaktadır. Enerji kaynaklarına sahip olan ülkeler, petrol ve doğalgaz üretimine yönelmektedir. Bu kaynaklara sahip olmayan ülkeler ise, enerji açısından zengin olan ülkelerden hatlar aracılığıyla bu kaynakları almakta, ancak zaman zaman devletler arasında yaşanan gerginlikler, “vana”ların kapanması ihtimalini ortaya çıkarmakta, bu durum da enerji arz güvenliği tehlike sinyalleri vermeye başlamaktadır. Enerji kaynakları açısından zengin olan bölgeler ile üzerinde hakimiyet kurmak isteyen güçler birbirleriyle yarışmakta, bölgesel ve küresel aktörler ise bu bölgelerdeki enerji kaynaklarından kendi insiyatifleri doğrultusunda yararlanabilmek, hatta enerji ihtiyacı olan bölgelere enerji aktarmak için enerji merkezli yeni vizyonlar geliştirmektedir. Süreç detaylı olarak incelendiğinde; Ortadoğu ve Kafkasya bölgeleri başta olmak üzere istikrarsızlığın tetiklendiği görülmektedir. Tarihsel olarak incelediğimizde; oldukça önemli bir enerji kaynağı olan petrole ilişkin ilk krizin, 1973-74 yıllarında meydana geldiği görülmektedir. 14 1973 Arap-İsrail Savaşı, petrol üreten birkaç Arap ülkesinin ABD ve İsrail ile ittifak yapan ülkelere petrol sevkiyatını durdurmasına neden olmuştur. Bu dönemde benzin fiyatları dört katına çıkmıştır. 1979-80 yıllarında ise ikinci petrol krizinin yaşandığı görülmektedir. İran Devrimi’nin bir sonucu olarak bu dönemde İran’dan ABD’ye petrol sevkiyatı durmuş, OPEC’in fiyatlarını iki katına çıkarması ile de kriz işin içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Üçüncü petrol krizi ise 1990-91 yıllarında meydana gelmiştir. Irak’ın, Kuveyt’i işgal ve Suudi Arabistan’ı tehdit etmesini takiben Irak’ın Orta Doğu’daki egemen güç olmasını önlemek ve bölge petrollerinin üretimi ve fiyatlandırmasını etkilemek için ABD’nin öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmış, tüm bu gelişmeler yaşanırken de petrol fiyatı, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden hemen sonra aşırı miktarda artmıştır. Ancak enerjinin barışın gerekçesi ve refah seviyesinin yükseltilmesi için bir araç olarak kullanılması gerekmektedir. Günümüzde, Avrupa ülkelerinde kömür hariç petrol ve doğalgaz gibi, sanayinin temelini oluşturan enerji kaynakları bulunmamaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin stratejik önemi ortaya çıkmaktadır. Türkiye, zengin doğal kaynaklara sahip Ortadoğu, Orta Asya, Hazar Bölgesi, Rusya Federasyonu ile enerji ithalat gereksinimi hızla artan Avrupa başta olmak üzere birçok ülke arasında bir köprü durumundadır. Bu durum Türkiye’nin enerji politikasının doğu ile batı, kuzey ile güney arasında enerji koridorunu pekiştirmek yönünde şekillenmesine yol açmaktadır. Petrol ve doğalgazın üretici ülkelerden tüketici ülkelere taşınması konusu hayati öneme sahip bir konudur. Sahip olduğu stratejik konum nedeniyle Türkiye, çok sayıda anlaşmanın yanısıra krizlerin ve çatışmaların da merkezinde bulunan bir ülkedir. Türkiye enerji zengini ülkelerden taşınacak enerjinin geçiş bölgesidir. Doğu ile batıyı birleştiren bir konuma sahiptir. Tüm bu nedenlerden dolayı var olan potansiyelinin iyi değerlendirilmesi Türkiye’nin bölgesel bir lider olma yolunda önünü açabilecek ve kilit ülke durumunda olması nedeniyle bölgesel dengelerde aktif bir belirleyici olarak karşımıza çıkacaktır. Türkiye’nin basit bir transit ülke olması anlayışı bir kenara bırakılmalı, doğalgaz ve petrol taşıma ve ticaret merkezi olması anlayışına ulaşılmalıdır. Ayrıca, ithal edilen enerji kaynağı yerine öncelikle yerli kaynakların kullanımına önem verilmelidir. Enerji arz güvenliği açısından; enerji kaynak ve güzergahlarının çeşitlendirilmesi gerekmekte, enerji kaynağı satın alınan ülkelerin sayısı arttırılmalıdır. Ülke çeşitliliğine gidilmesi, daha bağımsız bir ithalat yapısının oluşmasına yol açabilecektir. 15 Enerji ile ilgili önemli tehdit “iklim değişikliği”dir. Yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanımı bu tehdidi arttırmakta, iklim değişikliğine bağlı olarak çatışma ve istikrarsızlığa yol açan kuraklık, açlık, salgın hastalık ve kitlesel göçler yaşanmaktadır. Fosil kaynaklara sahip olmayan ve dışa bağımlı durumda bulunan sanayileşmiş ülkelerde yenilenebilir enerji kaynakları öne çıkmaktadır. Önümüzdeki süreçte Avrupa Birliği başta olmak üzere dünyanın önde gelen ülkelerinin enerji ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılaması hedeflenmektedir. Avrupa Birliği tarafından ortaya konulan Avrupa 2020 Stratejisi kapsamında; akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedefi çerçevesinde yenilenebilir enerjiye yönelik olarak; 2020 yılına kadar sera gazı salımının 1990 yılına kıyasla en az %20, şartlar elverişli ise %30 oranında azaltılması, AB’nin enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin payının %20’ye yükseltilmesi ve %20 oranında enerji verimliliği sağlanması hedeflenmektedir. 20-20-20 Stratejisi diye de bilinen bu hedef kapsamında AB, “yeşil ekonomi”ye doğru yolunu çizmekte, içinde bulunduğu küresel krizden de bu şekilde çıkabileceğine inanmaktadır. Böyle bir ortamda çevre dostu ve yenilenebilir kaynaklara yatırım yapılması, dünyanın enerji politikalarında yaşanan trendler göz önünde tutulduğunda önemli olup ekonomik büyüme için de önemli bir anahtar durumundadır. 3. Türkiye’nin Orta Gelirli Ülke Olmaktan Çıkma ve Zenginleşme Umudu 2014 yılı dünya ve ülkemiz ekonomisi açısından zor bir yıl olmuştur. ABD ekonomisindeki büyüme sinyalleri dünya ekonomisinin toparlanmasına yetmemiştir. Avrupa ve Uzakdoğu başta olmak üzere dünyanın geri kalanındaki zayıf, hatta negatif büyüme bu toparlanma sürecine yeterince destek verememiştir. Ülkemize baktığımızda ise; 12 yıllık kesintisiz büyüme ile Türkiye ekonomisi belli bir noktaya gelmiştir. Ancak, kişi başına gelirde 10 bin $ seviyelerinden daha öteye geçilememiştir. İktisatçıların “orta gelir tuzağı” olarak tabir ettikleri bu durumdan kurtulmak, 2 trilyon $’lık GSYH hedefine erişebilmek adına çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için cari açık, işsizlik sorunlarını en aza indirmenin yanısıra ihracatta orta ve ileri teknoloji içeren ürünlere geçememe gibi ekonomimizin yapısal sorunlarının tek tek ortadan kaldırılması gerekmektedir. 16 Bunun için Türk iş dünyasının dünyadaki rakipleri ile rekabet edebilmesi için benzer iş ve yatırım ortamının sağlanması ve eşit şartlarda mücadele edebilmesi gerekmektedir. Bu dengesiz rekabet koşullarında bile, iş insanlarımız dünyanın dört bir yanına ihracat yapmakta, ülkemizin kalkınmasına ve refah seviyesinin artışına katkı koymaktadır. 3.1. Türkiye Ekonomisi Yapısal Dönüşüm Yolunda Türkiye’nin, 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi içerisinde yer alması, GSYH’nın 2 trilyon dolara, kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması hedefi doğrultusunda ekonomimizin önemli değişim ve dönüşümleri tamamlaması büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, ülkemiz ekonomisinin rotasının belirlenmesine yönelik hedef ve politikaların belirlenmesi amacıyla 62. Cumhuriyet Hükümeti tarafından kalkınma planları ve orta vadeli programları oluşturulmaktadır. Plan ve programlar ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma belirlenmesinde yol haritası olarak önemli görevleri üstlenmektedir. sürecinin Küresel ekonominin geleceğine ilişkin risklerin ve belirsizliklerin devam ettiği, dünya ekonomisinde değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir ortamda ülkemizin sosyo-ekonomik yapısında köklü değişikliklerin yapılması için çalışmalara hız vermesi gerekmektedir. 3.1.1. Ar-ge ve İnovasyonla Katma Değeri Yüksek Ürünler Üretim yapımızın yüksek katma değerli ve teknoloji yoğun bir yapıya ulaşması için yapısal bir dönüşüme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Ar-Ge’ye ayrılan kaynakların arttırılması son derece önemlidir. Ar-ge merkezi, ar-ge personeli, ar-ge harcamaları ve teknoloji geliştirme bölgelerinin sayısının arttırılması oldukça önem taşımaktadır. Özellikle son 10 yılda Türkiye olarak düşük teknoloji yoğunluklu üretimden orta yoğunluğa ulaşılmıştır. Ancak bu yeterli değildir. Türkiye’nin daha fazla üretmenin yanısıra daha nitelikli ve yüksek katma değerli, ileri teknolojili ürünler üreten bir ülke haline gelmesi gerekmektedir. 17 Katma değeri arttıracak olan ar-ge, teknoloji, markalaşma ve tasarım gibi alanlara odaklanılmalıdır. İhracata en yüksek katma değeri sağlayan sektörler seçilmeli ve söz konusu sektörlerin tasarım, Ar-Ge ve inovasyonu kullanma kapasiteleri ölçülmelidir. 3.1.2. Rekabetçi Üretim Yapısı Küresel ekonomide son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler ve rekabet gücünün artması ile birlikte bilim, teknoloji ve yenilik yapma yeteneği ve rekabet üstünlüğü, sürdürülebilir sosyoekonomik gelişmenin en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Rekabet gücü yüksek bir üretim gücüne sahip olunması makroekonomik dengeler açısından da artan cari açığı uzun vadede çözmenin en önemli yollarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. 62. Hükümet Programı’nda da yer aldığı şekliyle; özel sektör öncülüğünde Ar-Ge’ye ağırlık verilmesi, ihracata dayalı rekabetçi üretim yapısına geçilmesi, ihracatta yüksek teknolojinin payını artıracak yatırımların desteklenmesi son derece önem taşımaktadır. Verimlilik artışı ve sanayileşme sürecinin güçlendirilmesi bu stratejinin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır. Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) da, orta-uzun vadede büyüme hedeflerine ulaşarak gelişmiş ülkelerin gelir seviyelerine daha hızlı yaklaşılması, diğer bir ifadeyle orta gelir tuzağına yakalanmadan gerekli dönüşümün gerçekleştirilmesinin bu yolla gerçekleşeceği ifade edilmektedir. Uluslararası pazarlarda rekabetçi olabilmek için; esnek, hızlı, yenilikçi ve ihtiyaca uygun çözümleri, uygun maliyetle sunabilmek gerekmektedir. Müşteri ilişkilerini iyi yönetmek, müşteri ihtiyaçlarına uygun olarak siparişi gerçekleştirmek pazarda kalıcı olmanın ana koşullarından birisi haline gelmiştir. Türk firmalarının Türkiye’de çalışmak isteyen, Ar-Ge süreçlerinde aktif rol oynayan genç ve idealist mühendislere ülkemizde çalışmak için fırsat oluşturması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle beyin göçüne engel olunmalıdır. 18 3.1.3. Yurtiçi Tasarrufların Arttırılması Yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme ve bunun sağlıklı finansmanı açısından özel tasarruflar hayati öneme sahiptir. Özel tasarrufların yetersiz olması ve bunun sonucunda özel sabit sermaye yatırımlarının zayıf performansı büyüme potansiyelini aşağı çekmektedir. Kısıtlı olan yurt içi tasarruflarımızın ekonomi için üretken alanlarda kullanılması üretim potansiyelimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, yurt içi tasarrufların arttırılması, mevcut kaynakların üretken yatırımlara yönlendirilmesi, ekonominin üretim kapasitesinin ve teknoloji seviyesinin yükseltilmesi, verimlilik düzeyinin ve ihracatın büyümeye katkısının artırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Orta Vadeli Program (2015-2017)’da; 2013 yılında % 9,9’a kadar gerileyen özel kesim tasarruf oranının, özel tüketimdeki yavaşlama nedeniyle, 2014 yılında 1,8 puan yükselmesi beklenmektedir. Kamu kesimi tasarruf oranının ise, 2014 yılında kamu harcanabilir gelirindeki reel artışın büyüme hızının altında kalmasının etkisiyle, 0,2 puan gerilemesi öngörülmektedir. Böylece, toplam yurt içi tasarruf oranının bir önceki yıla göre 1,5 puan artarak 2014 yılında % 14,9 olacağı tahmin edilmektedir. OVP döneminde yurt içi tasarrufları artırmaya ve ekonominin üretim yapısının ithalata olan yüksek bağımlılığını azaltmaya yönelik politika önceliklerinin katkısıyla, büyümede öngörülen artışa rağmen, 2015 yılında % 5,4 olarak gerçekleşmesi beklenen cari işlemler açığının GSYH’ya oranının dönem sonunda % 5,2’ye inmesi hedeflenmektedir. Hem kamu hem de özel kesimde israfı azaltmaya ve tasarruf bilincinin arttırılmasına yönelik politikalar uygulanmalıdır. Yurt içi tasarrufların arttırılması amacıyla, lüks tüketim mallarının tüketimini caydırıcı vergilendirme uygulamalarına gidilmelidir. Yurtiçi tasarrufların arttırılmasında en öncelikli araç, Bireysel Emeklilik Sistemi’dir. 19 Bireysel emeklilik sistemi hızla büyümeye ve fon oluşturmaya devam etmektedir. 2013 yılında uygulamaya konulan % 25 oranında doğrudan devlet katkısı, sistem açısından bir dönüm noktası oluşturmuş ve gelişimini önemli ölçüde hızlandırmıştır. Sistemdeki katılımcı sayısı yıl içinde % 33 oranında artarak 4,2 milyon kişiye yaklaşmıştır. 2013 sonu itibariyle mevcut katılımcılar tarafından ödenen katkı payı tutarı (devlet katkısı dahil) 23 milyar TL’ye, sistemde biriken fonların değeri ise 26,3 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bu rakamlar bireysel emeklilik sisteminde biriken fon tutarının bir önceki yıl sonuna kıyasla % 30 oranında arttığını göstermektedir. 3.1.4. Nitelikli İnsangücü Küresel düzeyde nitelikli işgücünün önemi giderek artmaktadır. Ülkelerin üretim süreçlerinde yeni teknolojileri kullanmaya başlaması ile birlikte çalışacak kişilerin eğitim düzeylerinin yükselmesi önem taşımaya başlamıştır. Eğitim düzeyinin ve işgücünün niteliğinin yükselmesi, ülkelerin ve bireylerin ekonomik gelişmişliğini etkilemektedir. Genç bir nüfusa sahip ülkemizde insan kaynağı niteliğimizin geliştirilmesi önümüzdeki dönem için önemli bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirerek eğitim kalitesinin ve işgücü niteliğinin artırılması, büyüme ve gelişme hızımıza ivme kazandıracaktır. Türkiye, bölgesinde önemli bir ekonomik figür olması nedeniyle nitelikli insangücünü çekme potansiyeline sahiptir. 3.1.5. Yerli Ürün Kullanımı Tasarruf ve rekabet ilkelerine uygun hareket edilmesi kaydıyla, ülkemiz ihtiyaçlarının yerli ürünlerden karşılanması ekonomimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Cep telefonundan arabaya kadar her ürün bazında yerli malı kullanımının özendirilmesi, ülke içinde yerli üretimin teşvik edilmesi ve kullanımının cazip hale getirilmesi hem ekonomimizin dışa bağımlılığı azaltacak hem de kronik bir sorun haline gelen yüksek cari açık ve yüksek işsizlik oranlarını azaltmamamıza katkı sağlayacaktır. 20 Yatırım teşvik sisteminde de yerli malı kullanımını arttıracak desteklere daha fazla yer verilmesi gerekmektedir. Yerli malı üretimine örnek verecek olursak, İzmir'de çok etkin ve güçlü bir otomotiv sektörü bulunmaktadır. Yerli otomobili yapabilecek birikim ve yan sanayi mevcuttur. Bu nedenle insanlarımızın kafasındaki ‘yabancı malı kalitelidir’ imajının yıkılması için çalışmalar başlatılmalıdır. İthal edilen ve satılan mallar eğer Türkiye’de üretebiliyorsa üretmenin önü açılmalıdır. Türkiye sanayisi, fasonculuğu olabildiğince en aza indirmelidir. Hükümetin bu konuda bir algı çalışması yapmasında fayda bulunmaktadır. 3.1.6. İş ve Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Özel sektör firmalarınca verilen yatırım kararları bir ülkenin gelişme sürecinin en önemli yapı taşlarından birisidir. Yapılan yeni yatırımlar sayesinde yeni istihdam olanakları ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle yapılan yatırımlar o ülkenin vatandaşları için iş ve aş olanağı sunmaktadır. Özel sektör yatırımlarının toplumlara sağlamış olduğu bu katkılar o ülkedeki yatırım ortamı tarafından şekillenmektedir. Bir ülkedeki yatırım ortamını şekillendiren koşullar firmaların daha üretken, istihdam yaratıcı ve büyümeyi teşvik edici yatırım kararları almalarında etkili olmaktadır. Mülkiyet haklarının güvenliği, altyapı hizmetlerinin sağlıklı olması, mali ve işgücü piyasalarının işleyişi, yolsuzlukla mücadele gibi unsurlar bir ülkeye yapılacak yatırım kararını doğrudan etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle bu alanlara yönelik politikaların gözden geçirilmesi ve gerekli iyileştirme çalışmalarının yapılması ülkemize yapılacak yatırım kararına olumlu yansıyacak ve yatırım düzeyinde artış yaşanmasını sağlayacak, büyüme ve refah artışına katkıda bulunabilecektir. 21 İş ve yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik yapılacak düzenlemeler, Türkiye’nin ekonomik büyümesinde sıçrama yapması için gerekli ihracatı destekleyecek ve ArGe gibi katma değerli alanlarda Türkiye’yi bölgesel merkeze dönüştürecek uluslararası doğrudan yatırımların çekilmesini sağlayacaktır. 3.1.7. Öncelikli Dönüşüm Programlarının Reel Sektöre Yönelik Düzenlemeleri 62’nci Hükümet Programı'nın “Öncelikli Dönüşüm Programları” 3 ayrı kategoride değerlendirilmiştir. Açıklanan ilk 9 madde ağırlıklı olarak reel sektör alanında, daha sonra açıklanacak 8 dönüşüm programı makro ekonomik konularda, son 8 dönüşüm programı ise insan odaklı insani kalkınma ve sosyal boyutlu alanlar ile ilgilidir. Reel ekonomiyle ilgili olan 9 dönüşüm programı; İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması Programı, Öncelikli Teknoloji Alanlarında Ticarileştirme Programı Kamu Alımları Yoluyla Teknoloji Geliştirme Programı, Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı, Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı, Tarımda Su Kullanımının Etkinleştirilmesi Programı, Sağlık Endüstrilerinde Yapısal Dönüşüm Programı, Sağlık Turizminin Geliştirilmesi Programı, Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm Programı şeklindedir. Ekonomideki yapısal dönüşümün ilk ayağının sona ereceği 2018 yılı sonunda; GSYH’nin 1,3 trilyon dolara ulaşması, Cari açık/GSYH oranının % 5,2’ye gerilemesi, İşsizlik oranının % 7 olmasının öngörüldüğü belirtilmiştir. Mevcut büyüme dinamikleri içinde hedeflenen GSYH büyüklüğüne ulaşılması zor görünmektedir. Ekonomide yapısal dönüşümün 5 ana prensip etrafında yoğunlaştığı belirtilmiştir. Bu 5 ana prensip: Siyasi istikrarın ve ekonomik güvenilirliğin sürdürülmesi. İnsan odaklı kalkınma, nitelikli insan kaynağına dönüşüm, Üretim teknolojisindeki gelişime uyum sağlanması, ar-ge, inovasyon yatırımlarına ağırlık veren programların hazırlanması, 22 Bütüncül ekonomik anlayışının geliştirilmesi, Ekonomimizin küresel ekonomiyle entegrasyonunun sağlanması olarak sıralanmıştır. Siyasi istikrar-ekonomik istikrar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bütçe disiplinin varlığı, finans sektörünün sağlamlığı reel sektörün verimliliğini artıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. “Yapısal Dönüşüm Programı”nın açıklanan ilk 9 maddesi değerlendirildiğinde; 20142018 On Yıllık Kalkınma Planı ve 2015-2018 Orta Vadeli planın bir devamı niteliğinde olduğu görülmektedir. Program önümüzdeki 4 yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin sorunlarına yönelik çözüm önerileri içermektedir. Açıklanan çözüm önerileri bilinen ancak şimdiye kadar fazla uygulama imkanı bulunmamış olan önerilerden oluşmaktadır. Sn. Davutoğlu; açıkladıkları ve açıklayacakları eylem planlarının temenni dokümanı olmadığını ve icraata geçeceğini açıklamıştır. Büyümenin zayıfladığı ve enflasyonun yeniden artış trendine girdiği bir ortamda; özellikle de yerli üretim ve yerli teknoloji kullanımının desteklenmesi, tüketimle değil yatırımla büyümeyi destekleyici projelerin uygulamaya geçmesi son derece önemlidir. İthalatı azaltıcı ve yerli üretimi arttırıcı çalışmalar; ülkemizin yumuşak karnı olan cari açığın azaltılması bağlamında da önemli bir adım olacaktır. Yerli enerji üretiminin desteklenmesi ve tarımda etkin sulama yöntemlerinin benimsenmesi yönünde çalışmalar yapılacak olması önemlidir. Programın açıklanan ilk 9 maddesi büyümenin temel dinamiği olan; İç gönüllü tasarruf reformunu ve Dış tasarrufların borç verme yerine Türkiye'ye doğrudan yabancı sermaye olarak daha fazla gelmesinin teşvik edilmesini içermemesi nedeniyle bir yanı eksik kalmıştır. Sonuç olarak; açıklanan öneri ve eylem planları yeni olmamakla birlikte oldukça önemli konuları içermektedir. Ancak, Hükümetin bu eylem planlarını sahipleneceğini ve uygulayacağını deklare etmesi önemlidir. Ekonomimizin yapısal dönüşümünün bir bütün olarak başarıya ulaşması için açıklanan eylem planlarının birbiri ile koordineli olarak ve küresel konjonktüre göre revizyonunun da yapılarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. 23 3.2. “Discover The Potential” Yeni Türkiye Markası Etrafında Bir Olmak Bir ürünü ürün yapan en önemli etmen marka ve logodur. Ürünün sloganı ve logosu ne kadar etkileyici olursa, ürünün akılda kalması, pazar payının büyümesi, sürekliliği de o kadar kuvvetli olur. Marka; üreticilere, taklitlere karşı yasal olarak korunma sağlarken; tüketiciye de prestij sağlama, koruma, satış garantileri, bakım olanakları gibi konularda faydalı olmaktadır. Markanın imajı; ürün satışlarında, tüketicinin markayı nasıl algıladığı ve zihninde nerede konumlandırdığı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir, bu sebeple, marka stratejilerinin oluşturulması ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu kapsamda, yurtdışında “Türk Malı” algısını yükseltmek amacıyla Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin (TİM) koordinasyonu ile başlatılan “Türkiye Markası” çalışmaları kapsamında tasarlanan yeni slogan "Turkey Discover the potential” olmuştur. Hedef; yeni bir marka yaratmak değil, zaten marka olan Türkiye’nin kendisi olmuştur. “Discover the potential” sloganıyla tüm dünyaya ülkemizi ve ülkemizdeki zenginlikleri keşfetme çağrısı yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlanan logoda, Türklerin tarihte kilim, halı, el sanatları, mimari gibi alanlarda kullandıkları kültürel motiflerden esinlenilmiştir. Logoyu oluşturan 8 motif; yükselişi, sinerjiyi, dünyayı, buluşmayı, doğu ve batıyı, inovasyonu, birlikteliği ve harmoniyi simgelemektedir. Artık ülkemizde üretilen ürünlerin tümünde “Made in Turkey” yerine "Turkey Discover the potential” ifadesi yer alacaktır ve ülkemizin uluslararası tanıtımında büyük katkı koyacağı düşünülen logo tüm ihraç mallarımızda kullanılacaktır. Bu yeni slogan, 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat hedefi ve ihracat odaklı büyüme stratejisi çerçevesinde atılan önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. 3.3. Hayalden Gerçeğe: Yerli Otomobil Projesi Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan taşımacılıkta atın kullanımı, içten yanmalı motorlu otomobillerin kullanılmaya başlanması sayesinde, yüzyıldan kısa bir süre içerisinde son bulmuştur. 24 Ülkemizde ise otomotiv sektörü 1950’li yıllarda başlamış, 1960’lı yılların ortalarına gelindiğinde üretim hız kazanmıştır. Günümüzde ülkemiz otomotiv sektöründe farklı segmentlerde üretim yapan pek çok firma bulunmaktadır. Ülkemiz otomotiv yan sanayi de otomotiv sanayindeki gelişmeler çerçevesinde zamanla hızla gelişmiştir. Geniş ürün yelpazesinde ve yüksek standartlarda üretim yapan otomotiv yan sanayimiz, otomotiv sanayine parça sağlamakta ve pek çok ülkeye de ihracat yapmaktadır. Güçlü endüstrilerin kendi markalarını yaratmasının olağan olduğu göz önünde bulundurulduğunda; Türk otomotiv sektörü için yerli otomobil projesinin hayat bulması an meselesidir. Bu nedenledir ki son dönemde yerli otomobil projesi gerek medya gerekse özel sektörde sıklıkla gündeme gelmektedir. Yerli otomobil projesine önem verilmesinin temel nedeni otomotiv sektörünün teknolojik ve ekonomik gelişmelerin devamlılığı için önemli bir unsur olarak görülmesidir. Çünkü, bir motorlu taşıt aracı, niteliği, malzeme yapısı, prosesi, teknolojisi ve üretim yeri farklı olan 5.000 dolayında parça grubunun, bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle otomotiv sanayi, demir-çelik, petro-kimya, lastik/plastik dokuma, cam, boya, elektrik ve elektronik gibi sanayi dallarının başlıca alıcısı konumundadır. Bunun yanında, turizm, altyapı ve inşaat ile ulaştırma ve tarım sektörlerinin ihtiyaç duyduğu her çeşit motorlu araç da sektörün ürünleri ile sağlanmaktadır. Aynı zamanda sektör, ham madde ve yan sanayi ile otomotiv ürünlerinin tüketiciye ulaşmasının sağlanması aşamasında, pazarlama, bayi, servis ve bakım, yedek parça satış, akaryakıt, finans ve sigortacılık hizmetlerinde geniş iş hacmi ve istihdam yaratmaktadır. Sektör, savunma sanayinin gelişmesinde ve bu sanayide teknolojik düzeyin yükselmesinde de etkilidir. Kısacası sektördeki değişimler, ekonominin tümünü yakından etkilemektedir. 25 Sektörün üretim konusunda yıllardan beri gelen deneyimi ve dünyaca ünlü markaların yanı sıra Çin, Hint ve Güney Kore menşeli markaların da artık Türkiye otomotiv pazarına girmeye başlaması, yerli otomobil üretilmesi fikrinin haklı ve uygulanabilir bir görüş olduğunu göstermektedir. Tablo 1: Otomobil Pazarı (2010-2014 Ocak-Eylül) 2010 2011 Yerli 96.921 128.497 İthal 215.482 283.606 Toplam 312.403 412.103 İthalat (%) 69 69 Kaynak: Otomobil Sanayi Derneği 2012 103.676 275.941 379.617 73 2013 99.279 353.075 425.354 78 2014 94.199 272.569 366.768 74 Ancak yukarıda yer alan tablo iç pazarda ithal araçların daha çok satın alındığını göstermektedir. Örneğin 2014 yılında ilk dokuz ay içerisinde satın alınan otomobillerin %74’ü ithaldir. Tüketiciler, marka, kalite, fiyat, bulunabilirlik, servis, garanti, satış sonrası hizmetler gibi faktörleri göz önünde bulundurarak otomobilde hangi ürünü satın alacaklarına karar vermektedirler. Yerli otomobil satın alan tüketiciler, Alım satım kolaylığı, Yedek parça ve servis imkanları, Milli ekonomiye katkı, Servis hizmetlerinin ve yedek parçanın ucuzluğu, Bakım onarım süresinin kısalığı, İthal araçları satın alanların kısa sürede yedek parça ve servis nedeniyle sorun yaşayacağına inanılması, Mali imkanlarının ithal oto alımına yeterli olmaması nedeniyle yerli otomobil tercih etmektedirler. İthal otomobil satın alanlar ise; Aracın sağlamlık, dayanıklılık, kalite, güçlü motor, konfor, sessiz olma, üstün teknik özellikler güvenlik gibi fiziksel üstünlükleri, Fiyatın ve ödeme şartlarının uygunluğu, Yakıt sarfiyatının az oluşu, Aracın prestij sağlaması, Yedek parçasının rahat bulunması ve servis garantisi, 26 Aracın prim yapmasının; dolayısıyla satışının kolay olması, Uzun yolda rahat olması ve yeni teknoloji içermesi, Alıcının üretici firmaya olan güveni gibi sebepler için tercihlerini bu yönde kullanmaktadırlar. Tüketicinin tercihini yerli otomobilden yana kullanmasının sağlanması için üretim aşamasında tüketici tercihlerinin göz önüne alınması ve tercihlere uygun üretim yapılması son derece önemlidir. Ayrıca yerli otomobilin rekabette ayrışabilecek farklılıklara sahip ve Türkiye’ye özgü kaliteli bir otomobil olması da önem arz etmektedir. Pazarlama aşamasında da yerli otomobilin ne kadar yenilikçi bir yaklaşımla tasarlandığı, ne gibi performans özelliklerine sahip olduğu ve kullanılan teknoloji hakkında tüketicileri aydınlatıcı bilgiler verilmesinin, tüketicinin satın alma tercihini yerli otomobil yönünde kullanmasını sağlayacağı düşünülmektedir. Yerli otomobil projesinin hayata geçirilmesinde otomotiv sektörü ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili tüm kamu ve özel sektör paydaşların bir araya gelerek uyum içinde çalışması gerekmektedir. Yerli otomobil projesindeki ana hedefimizin, daha yüksek katma değer yaratmak için AR-GE’ye ağırlık vererek özgün tasarımlar yaratmak ve bu sayede küresel pazarlarda sürdürülebilir rekabeti sağlamak olmalıdır. 3.4. E-Dönüşüm Sürecinde Türkiye’de E-Devlet Hizmetleri Günümüzde “Bilgi Toplumu” olma hedefi bir çok ülkenin öncelikli hedefi haline gelmiştir. Bilgi toplumunu yapılandıran temel yapı bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi insan zihninde depolanır ve insan zihninin kullanımıyla üretilir. Bilgi toplumu tanımlarına bakıldığında teknolojinin öncelikle “düşünce” olduğu görülmektedir. Düşünce, dolayısıyla teknoloji insan beyninin bir ürünüdür, bilimsel bilginin doğa ve yaşama uygulanabilir olanı, yani uygulamalı bilimsel bilgi; teknolojidir. Bilimsel bilginin doğaya uyarlanmasına belli araç ve gereçler yalnızca aracılık ederler. Doğa ve evrene uygulanabilirliği olan yeni bilimsel bilgi, teknoloji olarak yaşamın değişim, yönlendirme ve şekillenmesini belirler. 27 Diğer üretim faktörlerinin aksine bilgi, birikimlidir. Üretirken de, tüketirken de, paylaşırken de çoğalır. Ülkemizin “Bilgi Toplumu” olma hedefine ulaşması noktasında; “Bilgi Toplumu”na giden yolun bilişimden geçtiği unutulmamalıdır. Dünya bilgi ağının en önemli sac ayaklarından birisi olan internet; günümüzde vazgeçilmez bir bilgi, pazarlama ve ticari araç haline gelmiştir. İş dünyası; Yeni Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, e-fatura, e-defter, e-tebligat, internet vergi dairesi vb. bir çok yeni mevzuat düzenlemesi ve uygulama ile internet ve dolayısıyla bilişim dünyasına adım atmış, KEP (Kayıtlı Ekonomik Posta) vb. uygulamalar ile bu dünyada kalıcı olarak yer almışlardır. “Bilgi Toplumu” olma hedefine giden yolda « Bilgi Güvenliği » de giderek önem kazanmış ve büyük veri (big data), bulut bilişim, siber güvenlik, casusluk, kişisel verilerin korunmasi vb. unsurlar hızla gündemimize girmiştir. “Büyük Veri” kavramı insanların internette yaptıkları aktiviteler sonucu oluşmakta; Twitter, Facebook, Linkedin vb. gibi sosyal ağlardaki paylaşımlar ile bilgiler artmakta ve büyük bir veriye ulaşmaktadır. Bu büyük verinin büyüklüğünün 2020 yılında 40 ZB (Zettabayt) olması beklenmektedir. Önümüzdeki günlerde kişilerin sosyal paylaşım sitelerinde vb. de paylaştıkları verilerin belli bir bedel karşılığı kendilerine yine geri verilebileceği düşünülmektedir. “Bulut Bilişim” (Cloud Computing) kavramı da son yıllarda bilişim dolayısıyla ticaret dünyasının hayatına girmiştir. Dropbox, SkyDrive, Hotmail vb. gibi uygulamalar sayesinde tüm işler online ortamdan yürütülmektedir. Bulut bilişim kullanımı yaygınlaştığında herhangi bir bilgisayar türevinin taşınmasına gerek kalmayacaktır. Bütün veriler, Bulut’ta olacağı için kişinin gittiği her yere bilgileri de onlarla birlikte gidecektir. Bulut bilişimde çok büyük bir depolama alanı vardır. Bu depolama alanının güvenliğinin sağlanması ve Bulut’taki verilerin siber korsanlardan korunması son derece önemlidir ve bu durum özel şirketlerin uygulamalarının ne kadarını Bulut’a taşıyacağı için de önemli bir parametredir. 2023 yılı hedeflerimize ulaşmamız için yıllık ortalama % 8 büyüme oranı yakalanması gerekmekte olup bu durumda bilişim sektörünün gelişmesi ve sektörlerin bilişim ile desteklenmesi giderek önem kazanacaktır. Bu noktada; ulusal yazılım geliştirilmesi, donanımda marka yaratılması, dijital okuryazarlığın arttırılması, e-devlet hizmetlerinin tamamlanması, yeni iş modellerinin gelişmesi ile gelişmiş ülkeler ile aramızdaki özellikle yazılım ve donanım üretimi konusundaki dijital uçurumun giderilmesi çok önemli olacaktır. 28 Ülkemizde e-devlet olma sürecinde her alanda olduğu gibi vergi alanında da elektronik uygulamalar artmış; VEDOP Projesi (Vergi Daireleri Otomasyon Projesi) hayata geçmiştir. Bunun yanında; e-beyanname, KDV iade taleplerinin de elektronik ortamda yapılması, İnternet Vergi Dairesi, e-borç ödeme, e-haciz, e-mükellef hizmetleri vb. birçok yenilik gündeme girmiştir. Bunların yanı sıra; Türkiye Ulusal Bilgi Sistemleri (KAMUNET) içerisinde yer alan; Nüfus ve Vatandaşlık Bilgi Sistemi (MERNİS), Adalet Bakanlığı Bilgi Sistemi, Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBİS), Sağlık Bilgi Sistemleri, Eğitim Bilgi Sistemleri ve Sosyal Güvenlik Bilgi Sistemi vb. çok sayıda uygulama da hayatımıza girmiştir. Odamız, Türkiye’de e-dönüşüm sürecini önüne bir yol haritası olarak koyan kurumların başında gelmektedir. Odamız bu hedefine yürürken “Oda Üyeye Gidiyor!” yaklaşımıyla hareket etmektedir. Teknolojiyi fırsatlar kaçmadan, zamanında kullanabilen Odamız, E-Oda yolunda hızla ilerlemektedir. Türkiye’de web portalı kurarak hizmetlerini dijital alana taşıyan ilk Odadır. Odamız, web portalımız üzerinde (http://ehizmet.izto.org.tr) kurulan e-hizmet noktası aracılığıyla, e-imza ile Oda sicil sureti ile ihale belgelerinin temini, ticaret sicil arşivimizin sorgulanması, online aidat borç sorgulama ve ödeme hizmeti, online değerli evrak ve hizmet satışı, fuar teşvik başvuruları ile burs başvuruları hizmetlerini internet üzerinden verilebilmektedir. Buna ek olarak Odamız, kamu kurumlarının ihtiyaç duyduğu üyelik bilgilerini elektronik ortamda bu kurumlarla da paylaşmaktadır. İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, Gümrük Müdürlüğü, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Veri Paylaşım Protokolü imzaladığımız kurumlardan sadece birkaçıdır. Türkiye’de bir ilk olarak Oda sicil sureti ve Oda sicil ihale belgesini isteyen üyelerimize e-imzalı olarak verilmektedir. Mevzuatın izin verdiği ölçüde diğer hizmetlerimizi de ileride e-imzalı olarak vermeyi planlamaktayız. Online Değerli Evrak ve Hizmet Satım Hizmetimiz sayesinde üyelerimiz Tır karnesi, Euro-Med vb. değerli evrakları internet üzerinden alabilmektedir. Hatta isteyen üyelerimiz talep ettikleri ve ücretini ödedikleri takdirde değerli evrakları kurye aracılığıyla temin edebilmektedir. Böylelikle üyelerimizin bu işlemler için Odaya gelmelerine gerek kalmamaktadır. 29 Üyelerimiz web portalımız üzerinden oda sicil numaraları ile aidat borçlarını güncel olarak öğrenebilmekte ve kredi kartı ile peşin/taksitli ödeyebilmektedirler. Odamız e-dönüşüm sürecinin nihai hedefi olarak kendine e-Oda olma amacını koymuştur ve bu amacına büyük ölçüde ulaşmıştır. E-dönüşüm kapsamında web portalı üzerinden yürüttüğümüz e-hizmet çalışmalarımız 2009 ve 2012 yıllarında Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği, Ulaştırma Bakanlığı ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun himayesinde yapılan “Türkiye Bilişim Yıldızları Yarışması”nda Türkiye’nin Bilişim Yıldızı seçilmemizi ve e-hizmet kategorisinde birincilik almamızı sağlamıştır. Odamız web portalımızın yanı sıra her gün 30 bini aşkın üyemize meslekleri ve Oda faaliyetleri ile ilgili bilgiler içeren e-bültenler göndermektedir. Yine bu sayıda üyemize her hafta kamu ihaleleriyle ilgili bilgilendirme amaçlı e-ihale bülteni yollamaktadır. Çağın yeni iletişim mecrası olan mobil iletişim de yoğun olarak işlerimizde kullanılmaktadır. Üyelerimize bilgilendirme amaçlı yolladığımız Kurumsal SMS miktarı yıllık 500 bin adedi bulmaktadır. Sonuç olarak tüm bu teknolojik gelişmelerin işlerimize uyarlanıyor olması, Odamız faaliyetlerine olduğu kadar üyelerimize de büyük katma değer sağlamaktadır. 3.5. Batı Ülkelerinin Rusya’ya Ekonomik Ambargosu ve Türkiye’ye Etkileri Geçtiğimiz yıl Ukrayna’da yaşanan krizden dolayı Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği ülkeleri (AB) Rusya’ya ekonomik içerikli yaptırımlar uygulama kararı almıştır. Bu karara karşılık ise Rusya, AB ve ABD’den gıda ithalatını durdurduğunu açıklamıştır. Hatta daha sonra gıda ithalatının kapsamını genişletmiştir. Rusya 6 Ağustos'tan bu yana Avrupa’dan yaş meyve ve sebze, süt ve süt ürünleri ve diğer hazır gıda ithalatı yapmamaktadır. Rusya'nın ambargosunun AB ülkelerine 2014 için doğrudan maliyetinin 6,4 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir. Rusya’nın şimdi de otomobil, ağır ekipman ve diğer malzeme alımlarının da Batılı ülkelerden yapılmaması konusunda çalışma yaptığı bilinmektedir. 30 Karşılıklı bu ambargonun Rusya’yı yeni pazar arayışı içine soktuğu biliniyor ve Türkiye de bu potansiyel pazarlardan bir tanesi. Bu ambargo, Türk şirketleri için büyük bir fırsat oluşturmaktadır. Rusya 2013 yılında 6,7 milyar dolar değerinde kırmızı ve beyaz et, 6,7 milyar dolarlık ise sebze ve meyve ithal etmiştir. Bu pazardan Türkiye’nin pay alması çok önemli. Nitekim bu konuda adımlar atılmaktadır. Örneğin Rusya’dan Federal Bitki Koruma ve Karantina Servisi yetkilileri, Türkiye'yi ziyaret ederek, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Ekonomi ve Dışişleri bakanlıklarının bürokratlarıyla bir araya gelmiştir. Toplantıda, Türkiye'nin Rusya’ya yönelik balık, süt, hayvansal gıdalar, sebze ve meyve ihracatını artırması için yapılması gerekenler ele alınırken, iki ülke arasında gıda alışverişi için gerekli olan "sağlık sertifikalarının" hazırlanmasına yönelik çalışmalar hızlandırılmıştır. Halihazırda Rusya’ya olan sebze-meyve ihracatımız artmış, daha önceden ihraç edilmeyen et, süt ve su ürünleri de ihraç edilmeye başlanmıştır. Örneğin Rusya’nın ambargo kararından önce beyaz et ürünlerden sadece 50 ton satabilen Türkiye, kararın uygulanmaya başladığı dönemde temmuz ayında ihracatını 550 tona yükseltti. Ağustos ayında ise bu kalemdeki ihracat adeta patlayarak 6 bin tona çıkmıştır. Rusya’ya ihracatımızı zorlaştıran bazı hususlar mevcut olup bu sorunların çözülmesi gerekmektedir. Rus bürokrasisi, Türkiye’den Rusya’ya yıllık 36 bin taşıma ihtiyacına karşılık Türk araçlarına sadece 9 bin sefer taşıma yapma izni vermektedir. Mevcut taşıma izinlerinin arttırılması gerekmektedir. Bunun dışında sertifika izinleri de ihracatı yavaşlatan bir etkendir. Örneğin Türkiye'nin süt ürünleri konusunda ihracata hazır 30'a yakın şirketin listesini sunmasına rağmen Rus tarafının şimdilik sadece üç şirkete onay vermesi dikkat çekmektedir. Bu tip sertifika sorunlarının ve bürokrasinin önüne geçilebildiği zaman ihracatımızın daha da artması beklenmektedir. 3.6. G-20 2015 Yılında Türkiye Başkanlığına Geçecek 26 Eylül 1999 tarihinde G7 Maliye Bakanları zirvesinde kurulan “G20”, uluslararası finansal sistem ve finansal istikrarın arttırılmasını hedefleyen, bu amaç doğrultusunda ülkelerin görüş alışverişi ve işbirliği yapmak üzere dahil oldukları önemli bir platformdur. G-20’nin önemi, 2007-2008 yıllarında Amerika’da başlayan ve sonrasında da etkileri tüm dünyaya yayılan küresel kriz ile birlikte daha da artmıştır. 31 Dünyanın önde gelen sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerini bir araya getiren G20, küresel ekonominin % 85'ini oluşturmaktadır. Yine bu ülkeler, dünya ticaretinin % 80'ini gerçekleştiriyor ve bu ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun üçte ikisine denk gelmektedir. Tablo 2: G-20 Üyeleri Asya Avustralya Çin Endonezya Güney Kore Hindistan Japonya Avrupa Almanya Birleşik Krallık Fransa İtalya Rusya Türkiye Avrupa Birliği Amerika A.B.D Arjantin Brezilya Kanada Meksika Ortadoğu – Afrika Suudi Arabistan Güney Afrika Cumhuriyeti Tablo 3: Davetli Kuruluşlar ve Davetli Ülkeler Uluslararası Kuruluşlar Dünya Bankası Uluslararası Para Fonu (IMF) Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü - OECD Finansal İstikrar Kurulu - FSB Davetli Ülkeler (2014) İspanya Senegal Yeni Zelanda Myanmar Singapur Moritanya G20 Küresel kriz öncesinde Bakanlar, Merkez Bankası Başkanları, Müsteşarlar ve Merkez Bankası Başkan Yardımcıları düzeyinde toplanırken, krizin ardından, liderler, Bakanlar, Merkez Bankası Başkanları, Müsteşarlar, Merkez Bankası Başkan Yardımcıları ve Şerpalar (G20 liderlerini temsil eden üst düzey resmi yetkililer) düzeyinde toplanmaya başlamıştır. G-20 dönem başkanlığı üye ülkeler tarafından bir yıllık bir süre için üstlenilmektedir. Sistematik sürekliliği sağlayabilmek için Üçlü Yapı (Troyka) oluşturulmuştur. Üçlü Yapı aşağıdaki şekilde oluşmaktadır: Bir önceki dönem başkanı Mevcut dönem başkanı Bir sonraki dönem başkanı 32 G-20 bünyesinde iş dünyasının, gençlerin, sivil toplumun ve çeşitli düşünce kuruluşlarının ayrı ayrı temsil edildiği yan hatlar bulunmaktadır. B-20 (Business 20) kapsamında özel sektör temsilcileri ticaretten finansal düzenlemelere, gıda güvenliğinden yeşil büyümeye, istihdamdan yatırıma kadar geniş bir yelpazedeki konulara ilişkin katkı sağlamakta ve G-20 platformunda liderlere sunulmak üzere çeşitli öneriler geliştirmektedir. Sorunları pratikte birebir yaşayan aktörler olarak B20 temsilcilerinin sundukları öneriler, G-20’nin resmi hatları içerisinde geliştirilen çözüm yollarının gerçekçi ve uygulanabilir olması açısından da ayrıca önem taşımaktadır. 1 Aralık 2013 tarihinde başlayan Avustralya Dönem Başkanlığı, 1 Aralık 2014 tarihi itibariyle ülkemize geçecek olup, 30 Kasım 2015 tarihine kadar sürecektir. Türkiye’nin 2015 yılında devralacağı “Dönem Başkanlığı“ teknik yapılanması aşağıdaki şema doğrultusunda oluşturulacaktır. Yönlendirme Komitesi G-20 Dönem Başkanlığı’na yönelik hazırlıkların yönlendirilmesi ve koordine edilmesi amacıyla 2013/4 sayılı Başbakanlık Genelgesiyle kurulmuştur. Komite, ekonomik konularda genel koordinasyondan sorumlu Başbakan Yardımcısının başkanlığında; Başbakanlık Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Hazine Müsteşarı ve Merkez Bankası Başkanı’nın katılımıyla oluşturulmuştur. İçerik Yönetim Alt-Komitesi G-20 Dönem Başkanlığı Yönlendirme Komitesi’nin ilk toplantısında kurulmasına karar verilmiştir. İçeriğe yönelik teknik araştırma ve hazırlıkları yapmak ve kurumlar arası iletişim ile eşgüdümü sağlamakla görevlendirilmiştir. 33 İçerik Çalışma Grupları İçerik Yönetim Alt-Komitesi, 2014 ve 2015 yılları süresince G-20 gündeminde yer alabilecek konulara ilişkin gerekli teknik araştırma ve hazırlıkları yapmak üzere çeşitli çalışma gruplarının oluşturulmasına yönelik bir karar almıştır. Bu kapsamda, 2014 yılı Avustralya G-20 Dönem Başkanlığı gündeminde yer alan konularda ilgili görev alanına sahip Bakanlık ve kurumların çeşitli düzeylerde roller üstleneceği 11 çalışma grubunun oluşturulmasına karar verilmiştir. [(i) Güçlü, sürdürülebilir ve dengeli büyüme çerçevesi, (ii) uluslar arası finansal mimari, (iii) yatırım ve altyapı finansmanı, (iv) finansal düzenlemeler reformu, (v) uluslararası vergi konuları, (vi) kalkınma, (vii) istihdam, (viii) ticaret, (ix) enerji, (x) yolsuzlukla mücadele ve (xi) iklim değişikliğinin finansmanı] Tablo 4: İçerik Çalışma Grupları ŞERPA HATTI FİNANS HATTI Çalışma Grubu Güçlü, Sürdürülebilir ve Dengeli Büyüme Çerçevesi Uluslar arası Finansal Mimari Reformu Yatırım ve Altyapı Finansmanı Finansal Düzenlemeler Reformu Uluslararası Vergi Konuları İklim Değişikliğinin Finansmanı Kalkınma İstihdam Ticaret Başkan / Eş Başkan Raportör / Eş Raportör Hazine Müsteşarlığı, TCMB Hazine Müsteşarlığı, TCMB Hazine Müsteşarlığı, TCMB Hazine Müsteşarlığı, TCMB Hazine Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı, TCMB TCMB Maliye Bakanlığı Maliye Bakanlığı Hazine Müsteşarlığı Hazine Müsteşarlığı Hazine Müsteşarlığı Kalkınma Bakanlığı ÇSGB Ekonomi Bakanlığı Kalkınma Bakanlığı ÇSGB Ekonomi Bakanlığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bak., Dışişleri Bakanlığı Adalet Bakanlığı Başbakanlık Teftiş Kurulu Enerji Enerji ve Tabii Kaynaklar Bak., Dışişleri Bakanlığı Yolsuzlukla Mücadele Adalet Bakanlığı Başbakanlık Teftiş Kurulu 34 ŞERPA HATTI FİNANS HATTI Tablo 5: G-20 Bünyesindeki Mevcut Çalışma Grupları Çalışma Grubu Güçlü, Sürdürülebilir ve Dengeli Büyüme Çerçevesi Yatırım ve Altyapı Finansmanı İklim Finansmanı Kalkınma İstihdam Enerji Sürdürülebilirliği Yolsuzlukla Mücadele Eş Başkan Hindistan Kanada Almanya Meksika Endonezya Fransa Brezilya Rusya Avustralya Türkiye G. Afrika Avustralya Türkiye Avustralya İtalya Avustralya Türkiye 2015 G-20 Dönem Başkanlığı Gündemi Avustralya’nın Dönem Başkanlığı’nda büyümeye odaklanması nedeniyle, büyüme vurgusu korunacak ve çok yıllı bir ana tema olarak belirlenen Büyüme Stratejilerinde yer alan ülke taahhütlerinin uygulanmasına ve izlenmesine odaklanılacaktır. G-20’deki diğer birçok çalışma alanı, “büyüme” genel amacı ile irtibat içerisinde ele alınacaktır. Birçok konu başlığında, tasarım aşaması, Türkiye dönem başkanlığında tamamlanarak, uygulama aşamasına geçilecektir. Uygulamaların, etkili, zamanlı ve tutarlı olması Türkiye’nin G-20’deki temel bir görevi olacaktır. Uygulama aşamasına geçmiş reformların, üye ülkeler ve özellikle gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri yakından takip edilecek ve gerekirse, düzenlemelerde ince ayarlamalar yapılacaktır. Türkiye, G-20 bünyesinde ele alınan tüm konularda en az gelişmiş ülkelere vurgu yapacak ve EAGÜ perspektifini G-20’ye güçlü şekilde yansıtmaya odaklanacaktır. 35 Türkiye Odalar ve Borsalar Başkanı (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, G20'nin iş dünyası kolu olan B20’nin dönem başkanlığını Avustralya B 20 Başkanı Richard Goyder'den devralmıştır. Sayın Hisarcıklıoğlu'nun dönem başkanlığı sürecince yapılacak etkinliklerle, 5 bin iş dünyası temsilcisi Türkiye'ye gelecek ve küresel ekonominin geleceğini tartışılacaktır. B20 sürecine olabildiğince iş dünyası liderlerinin dahil edilmesi gerekmektedir. Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun dönem başkanlığı süresinde gerçekleştirilecek olan çalışma alanları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir. Uluslararası ticaret, Altyapı ve yatırımlar, Finansman, İstihdam Yolsuzlukla mücadele Türkiye'nin B20'ye en önemli katkısı "KOBİ'ler ve Girişimcilik" alanında yeni bir görev gücü kurulması olacaktır. B20'yi sadece büyük ve çok uluslu şirketlerin tekelinden çıkartılması, KOBİ'lerin G20'nin desteğini alabilmesi hedeflenmektedir. Odamızda 23 Eylül 2014 tarihinde Avustralya Ankara Büyükelçiliği ile işbirliği içinde, iş adamları ve akdemisyenlerin katılımı ile “Avustralya ve Türkiye G-20 Troykası: Büyüme ve İstihdam” konulu toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda, dünya ekonomisinin % 80’ini oluşturan ülkelerin oluşturduğu G-20’nin, ekonomik çalışmaların yanında uluslararası kalıcı barışa da önem vermesi gerektiği Odamız Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ekrem Demirtaş tarafından belirtilmiştir. Türkiye’nin dünya çapında yaşanan açlık, sefalet ve hastalıklara duyarsız kalmadığını, G -20 organizasyonunun ekonomik faaliyetlerin yanından dünyada yaşanan gelişmelere de önem vermesi gerektiği yine Odamız tarafından ifade edilmiştir. Hazine Müsteşarlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Hakan Tokaç, Türkiye’nin G-20 dönem başkanlığı hakkında bilgi vermiş ve dönem başkanlığımız süreci içinde ülkemizde 80'i aşkın aktivite gerçekleşeceğini belirtmiştir. Bu çerçevede bu etkinliklerin en az 10 tanesinin İzmir'de gerçekleştirilmesi talebimiz de vurgulanmıştır. 4. Türkiye’nin Ticari İlişkileri Türkiye’nin 2013 yılında gerçekleşen ihracatı yaklaşık 151 milyar dolar, ithalatı ise 251 milyar dolar tutarındadır. 2014 yılında ise ihracatın 160 milyar dolar, ithalatın ise 244 milyar dolar olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. 36 Türkiye’nin dünya mal ihracatındaki payı 2013 yılında % 0,81 düzeyindedir. Dünya mal ithalatındaki payı ise % 1,33 olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılının Ocak-Ağustos döneminde, 2013 yılının aynı dönemine kıyasla; ihracat % 5,7 artış, ithalat ise 4,7 oranında azalış kaydetmiştir. Aynı dönemde dış ticaret açığı % 20,0’lik azalışla 54,2 milyar dolara gerilemiştir. 2014 yılında, en fazla ihracat yaptığımız ilk 5 ülke sırasıyla, Almanya, Irak, İngiltere, İtalya ve Fransa’dır. İthalatımıza ise ilk 5 ülke, Rusya, Çin, Almanya, ABD ve İtalya’dır. Ülkemizin ticari ilişkilerinin geliştirilmesi ve bu alandaki ihtiyaçların karşılanabilmesi kapsamında, 110 ülke 160 Merkez ve 5 ofiste 195 Ticaret Müşaviri görev yapmaktadır. 4.1. ABD ABD ile son yıllardaki ticaretimiz incelendiğinde, ülkemiz aleyhine dış ticaret açığı verildiği gözlenmektedir. 2012 yılında ihracatımızdaki payı %3,7 olan ve ülkemiz için en önde gelen 9. ihracat pazarı olan ABD’nin ihracatımızdaki payı 2013 yılında aynı oranda kalmış ancak, ihracatımızdaki sıralaması İran ve BAE’ye ihracatımızdaki azalış nedeniyle 7. sıraya yükselmiştir. Türkiye’nin ABD’ye ihracatı genel olarak artış eğilimindedir. 2000 yılında 3,1 milyar dolar olan ihracat 2013 yılında 5,6 milyar dolara ulaşmıştır. 2011 ve 2012 yıllarında sırasıyla %21,8 ve %22,3 oranında artan ihracat 2013 yılında %0,6 artmıştır. Türkiye, ABD pazarında %0,3 pay ile 41. sırada yer almaktadır. 2013 yılında Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı eyaletler arasında Teksas (822 Milyon Dolar), New Jersey (708 Milyon Dolar), New York (632 Milyon Dolar), Michigan (627 Milyon Dolar) ve Kaliforniya (427 Milyon Dolar) yer almaktadır. Diğer taraftan 2013 yılında ABD’den ithalatımız % 11 azalış ile 12,6 milyar dolara gerilemiştir. Bu durum ülkemiz aleyhine olan dış ticaret açığının 2013 yılında bir önceki yıla göre % 18 daha düşük seyretmesini sağlamıştır. Türkiye ABD’nin ihracatında % 0,8’lik payıyla 27. sırada yer almaktadır. 37 Tablo 6: Türkiye – ABD Dış Ticaret Değerleri (Dolar) Yıl İhracat İthalat Hacim 3.762.919.487 12.318.745.136 2010 4.584.028.933 16.034.120.617 2011 5.604.229.785 14.130.546.105 2012 5.640.246.710 12.596.170.407 2013 3.989.713.934 8.632.669.795 2014/08 Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2014. 16.081.664.623 20.618.149.550 19.734.775.890 18.236.417.117 12.622.383.729 Denge -12.318.745.136 -16.034.120.617 -14.130.546.105 -12.596.170.407 -8.632.669.795 ABD’ye 2013 yılı ihracatımızın % 72’sini oluşturan ihracatımızda önde gelen ilk 40 ürün grubu incelendiğinde; ürün gruplarının % 65’inin ihracatında artış gözlenmektedir. Ülkemizden ABD’ye en çok otomotiv ve demir-çelik ürünleri ihraç edilmektedir. Tekstil & hazır giyim, tarım & gıda, makine, ve hava taşıtları da ABD’ye ihraç ettiğimiz diğer önemli ürün gruplarıdır. Tablo 7: Türkiye’nin ABD’ye İhracatında Başlıca Ürünler (Bin Dolar) Ürün Adı Otomobil, steyşın vagonlar, yarış arabaları Demir/çelik çubuklar (sıcak haddeli, dövülmüş, burulmuş, çekilmiş) Yontulmaya, inşaata elverişli işlenmiş taşlar (kayagan hariç) Balon, hava gemisi, planör vb. Diğer hava taşıtlarının aksam ve parçaları 2011 461.139 2012 581.021 2013 439.986 239.835 366.007 361.486 236.014 251.363 295.137 183.248 235.567 218.866 Demir/çelikten diğer tüpler, borular, içi boş profiller 194.738 284.152 215.938 Turbojetler, turbo-propeller, diğer gaz türbinleri Başka yerde belirtilmemiş ürünler Dokunmuş halılar, yer kaplamaları (kilim, sumak, karaman vb) 151.418 199.149 208.207 158.230 192.241 189.470 105.388 133.664 165.199 Yatak çarşafı, masa örtüleri, tuvalet, mutfak bezleri 128.401 142.191 152.170 Yaprak tütün ve tütün döküntüleri 93.806 154.543 138.818 Tüm Ürünler 4.585.383 5.614.011 5.623.306 Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Bilgi Platformu, 2014. Türkiye’nin 2013 yılında ABD’den gerçekleştirdiği ithalat bir önceki yıla göre % 11 azalarak 12,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 38 2013 yılında ABD’ye ithalatımızın % 71’ini oluşturan ilk 40 ürün grubunun % 40’ında azalış gözlenmiştir. Azalış gözlemlenen ürün grupları arasında demir/çelik döküntü ve hurdaları, hava taşıtları, petrol yağları, soya fasulyesi, aşı/serum, kauçuk, canlı hayvanlar gibi çeşitli sektörlerden ürün grupları yer almaktadır. Tablo 8: Türkiye’nin ABD’den İthalatında Başlıca Ürünler (Bin Dolar) Ürün Adı 2011 Demir/çelik döküntü ve hurdaları, bunların 2.691.981 külçeleri Pamuk (kardesiz, taranmamış) 1.300.280 Diğer hava taşıtları, uzay araçları 2.055.905 Taşkömürü; taşkömüründen elde edilen 563.070 briketler, topak vb. Katı yakıtlar Tedavide/korunmada kullanılmak üzere 394.353 hazırlanan ilaçlar (dozlandırılmış) Petrol yağları ve bitümenli minerallerden elde 536.986 edilen yağlar Vinil klorür/halojenli diğer olefin polimerleri 183.479 (ilk şekilde) Petrol yağlarının/bitümenli minerallerden 285.242 elde edilen yağların kalıntıları Soya fasulyesi yağı üretiminden arta kalan 54.052 küspe ve katı atıklar Soya fasulyesi 168.029 Tüm Ürünler 16.042.036 Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Bilgi Platformu, 2014. 39 2012 2.684.923 2013 2.014.714 653.665 1.494.676 487.810 869.368 704.382 544.767 348.994 372.837 549.148 321.047 193.217 264.034 280.089 232.859 73.101 217.328 377.836 14.131.390 217.045 12.596.183 4.2. Avrupa Birliği Türkiye’nin AB ile ilişkileri, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlamıştır. Ankara Anlaşması, Türkiye ile AB’nin bütünleşmesi için, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç dönem öngörmüştür. Geçiş döneminin sonunda gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. AB ile Gümrük Birliğimiz 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 2009’dan bu yana olumsuz etkileri küresel ölçekte hissedilen ekonomik ve mali krize rağmen, Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi olan Türkiye, 2011’de % 8,5’lik, 2012’de % 2,2’lik büyüme oranıyla Avrupa’da ilk sırayı almıştır. Türkiye’nin aynı zamanda Birlik ile yoğun ticari ve ekonomik ilişkileri bulunmaktadır. AB en büyük ticaret ve yatırım ortağımızdır. Halihazırda dış ticaretimizin yaklaşık % 37’si AB üyesi ülkelerle gerçekleşmektedir. Ülkemize gelen doğrudan yabancı yatırımların % 70’den fazlası AB üyesi ülkelerden gerçekleşmektedir. Türkiye’nin katılımı, Avrupa iç pazarının büyüklüğünü arttıracak ve AB’nin küresel ekonomideki göreceli rekabet yeteneğini güçlendirecektir. Eğitimli ve dinamik nüfusu, bölgesindeki saygın konumu ve izlediği vizyoner ve çok boyutlu dış politika ile Türkiye, AB için gerçek bir kazanım teşkil edecektir. 2013 yılında 28 üyeli Avrupa Birliği ile gerçekleştirdiğimiz toplam ihracatımız 4.605 milyon dolar olmuştur. 2014 Ağustos itibariyle ise bu rakam 5 milyar dolar tutarında gerçekleşmiştir. İthalatımıza baktığımızda ise bu rakam 2013 yılında 6 milyar dolar, 2014 Ağustos itibariyle ise 7 milyar dolar olmuştur. Yaklaşık 12 milyar dolar olan dış ticaret hacmimiz AB lehine açık vermektedir. 4.3. Ortadoğu (Irak, Suriye, İsrail, Mısır) Türkiye, Doğu ülkeleriyle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini yapısal temelde güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF), Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalogu, ayrıca ikili ilişkilerde Irak, Orta Doğu’daki gelişmelerde Türkiye’nin gerek bölge halklarıyla mevcut tarihi, kültürel ve sosyal yakınlığı, gerek bu gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkileri nedeniyle Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. 40 Ortadoğu’nun hâlihazırda iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkûm edilmemelidir. Çünkü Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptirler. Küresel düzeyde, çözülemeyen her sorunun beşeri ilişkilerde yeni trajedilere yol açtığı gerçeğinden hareketle, Orta Doğu’da da mevcut sorunların sonsuza kadar çözümsüz kalmayacağı aşikardır. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik haklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Bu nedenle ortak sorunların çözümünde, tüm bölge ülkelerine önemli görevler düşmektedir. Ortak sorunların çözümünde ticaret bazen olumsuz şartların da yumuşamasına vesile olmaktadır. Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri arasında yapılan ticarete bakıldığında 2012 ve 2013 yılı arasındaki ticaret hacminin biraz daha gerilediği görülmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu bölgesindeki ithalatında İran, İsrail ve Irak, ihracatında ise Irak, İran, İsrail ve Suriye ön planda yer almaktadır. Kritik bir yıl olmasına karşın 2014 yılında 2013 yılı düzeylerinde bir ticaret hacminin yakalanacağı öngörülmektedir. Tablo 9: Türkiye’nin Ortadoğu Ülkeleri İle Ticaret Hacmi (Dolar) ÜLKELER 2014 AĞUSTOS VERİLERİ İHRACAT İTHALAT 2013 SONU İHRACAT 2012 SONU İTHALAT İHRACAT İTHALAT Irak 7.084.020.759 174.109.109 11.948.905.271 145.684.219 10.822.143.970 149.327.537 İran 2.078.947.683 6.803.570.161 4.192.511.353 10.383.216.706 9.921.602.401 11.964.778.631 İsrail 2.054.175.682 1.910.061.844 2.649.663.186 2.417.954.924 2.329.530.503 1.710.401.175 Filistin 56.254.209 384.007 75.506.613 1.133.839 62.695.695 463.666 Lübnan 496.334.787 102.304.283 818.642.597 187.740.195 845.970.412 176.392.680 Suriye 1.164.895.351 55.924.482 1.024.473.298 84.909.318 497.960.228 67.448.462 Ürdün 630.215.574 71.982.345 744.193.474 70.573.483 770.981.838 95.995.890 13.564.844.045 9.118.336.231 21.453.895.792 13.291.212.684 25.250.885.047 14.164.808.041 Toplam Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), 2014. 41 Türkiye’nin bölge ile olan ilişkilerinde, hem ticaretin hem de kültürel ilişkilerin temelinde güvenlik ve istikrarın tesisi gereklidir. Bu nedenle gerek ikili düzeyde, gerek çok taraflı platformlarda Suriye ve Lübnan’la Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri (YDSK) kurulmuştur. Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi için de çıkış noktasını oluşturmakta, bu mekanizma halihazırda geçerli olan ikili serbest ticaret, vize muafiyeti uygulamaları ile kurulmuş olup, ekonomik ve ticari ilişkiler, ulaştırma, enerji ve turizm sektörleri ile geliştirilmeye devam etmektedir. Bu çerçevede bölge istikrara kavuşur ise ticaret fırsatlarından faydalanmak üzere ön inceleme heyetleri ilgili bölgedeki ülkelere gönderilebilir ve heyet gidiş gelişlerinin yeniden canlanması için çalışmalar yapılabilecektir. 4.4. Afrika Türkiye – Afrika ilişkileri son yıllarda “Afrika Ortaklık Politikası” çerçevesinde şekillenmekte ve gelişmektedir. Çok boyutlu dış politikamızın bir sonucu olarak 1998 yılında faaliyete geçirilmiş olan “Afrika’ya Açılım Eylem Planı” yerini Afrika’nın kaynaklarının Afrikalılara yarar sağlayacak şekilde geliştirilmesi amacını taşıyan ortalık politikasına bırakmıştır. Türkiye kıtada sahip olduğu 36 Büyükelçilik ile Afrika’da en çok varlık gösteren ülkelerin başında gelmektedir. Türk Hava Yolları’nın 31 ülkede 47 farklı noktaya gerçekleştirdiği uçuşlar kıta ülkelerini dünya ile bağlamaktadır. Bu uçuşlar ticari ilişkilerin yanı sıra kültürel ve sosyal ilişkilerinin gelişmesi adına da büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin 54 kıta ülkesinin her biri ile ihtiyaçları doğrultusunda ayrı ayrı ilişkiler tahsis etmektedir. Afrika ülkeleri ile serbest ticaretten tarıma, ekonomiden eğitime kadar birçok alanda imzalanan anlaşmaların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Ticari ilişkilerimizin yükselen grafiği ülkemizde “Afrika Yılı” ilan edilen 2005 senesinden bu yana istikrarını korumaktadır. 2005 yılında 6.8 milyar dolar olan ticaret hacmimiz her geçen yıl katlanarak artmış ve 2013 yılına gelindiğinde bu hacim 20.1 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Kıtadaki olumlu Türk ve Türkiye imajı işadamlarımız için büyük avantaj sağlamaktadır. Türkiye – Afrika ilişkileri karşılıklı fayda ilkesine dayalı olarak önümüzdeki dönemde de hızlı yükselişine devam edecektir. 42 4.5. Türk Cumhuriyetleri ve Kafkasya Türkiye, SSCB'nin dağılmasının ardından bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını ayırım gözetmeksizin hemen tanımış, Azerbaycan ve Gürcistan'la diplomatik ilişkiler tesis etmiş ve bu ülkelere ekonomik destek sağlamıştır. Kafkasya Bölgesi aynı zamanda Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısı niteliğindedir. Bu nedenle bölge, Orta Asya ile olan ilişkilerimizi de etkilemektedir. Azerbaycan ekonomisi ile ilgili olarak önümüzdeki dönem için; GSYIH’nin artması, özel sektörün ekonomideki payının yükselmesi, petrol dışı sektörün büyüme oranının ve yatırımların artması beklenmektedir. Azerbaycan, geçiş ekonomisinden pazar odaklı bir ekonomi haline gelmeye çalışmaktadır. Bu yolda bir çok reform uygulamaya devam etmektedir. Enerji sektöründe mali disiplinin sağlanması, vergi ve gümrüklerle ilgili konularda şeffaflığın ve verimliliğin artırılması gibi önemli hususların gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır. Sayılan bu önemli gelişmeler ile birlikte Azerbaycan pazarı Türk girişimcileri için daha da önemli bir pazar haline gelmiştir. Gürcistan ve Türkiye arasında yükselen ticaret hacmine ve yakınlık avantajına rağmen ticari ilişkiler istenilen boyutta değildir. Ticaretin geliştirilememesi iki ülkeyi birbirine bağlayan altyapıdaki eksiklikler, Gürcistan’da bankacılık sisteminin yeterince gelişmemiş olması ve mevzuat boşluklarından kaynaklanmaktadır. Türkiye ile Gürcistan arasındaki ticarette kargo ve bavul ticaretinin önemli bir payı olduğu dikkate alındığında; Türkiye’nin gerçek ihracat miktarının resmi rakamların çok üzerinde olduğu açıktır. Birçok Türk işadamının Sarp Sınır Kapısı’nın açıldığı 1989 yılından beri Acara Özerk Cumhuriyeti ile ticari ve ekonomik ilişkileri mevcut olup, söz konusu ilişkiler özellikle 2004 yılında Acara’daki yönetim değişimini müteakiben 3 yılda büyük ivme kazanmıştır. Bunda büyük ölçüde söz konusu yönetim değişikliğine bağlı olarak izlenen ekonomik politikadaki değişimin geçmiş döneme kıyasla Acara’da sağlamış olduğu güven ortamının etkisi bulunmaktadır. 43 4.6. Latin Amerika 2000 yılından bu yana, Orta Amerika, Karayipler ve Güney Amerika bölgelerini kapsayan Latin Amerika ülkeleriyle ülkemizin ticaret hacminde kayda değer artışlar sağlanmıştır. Ancak bölge ülkeleriyle son yıllardaki ticaretimiz incelendiğinde, ülkemiz aleyhine dış ticaret açığı verildiği gözlenmektedir. 2013 yılında, ülkemizin Latin Amerika Ülkeleri’ne olan ihracatı yaklaşık 3,1 milyar dolar olurken, ithalatı ise 5 milyar doları aşmıştır. Bölge ülkeleriyle dış ticaret hacmimizin kısa vadede 10 milyar doları aşması hedeflenmektedir. Tablo 10: Türkiye- Latin Amerika Dış Ticaret Değerleri (ABD Dolar) Ülke Grup İhracat İthalat Adı Orta Amerika ve Karayipler 597.975.033 622.762.780 2010 Güney Amerika 1.237.355.858 2.942.329.137 TOPLAM 1.835.330.891 3.565.091.917 Orta Amerika ve Karayipler 626.293.089 903.455.456 2011 Güney Amerika 1.840.350.587 4.500.367.116 TOPLAM 2.466.643.676 5.403.822.572 Orta Amerika ve Karayipler 769.629.759 1.069.126.324 2012 Güney Amerika 2.191.083.832 4.079.580.152 TOPLAM 2.960.713.591 5.148.706.476 Orta Amerika ve Karayipler 965.163.960 1.360.195.549 2013 Güney Amerika 2.126.990.883 3.665.676.233 TOPLAM 3.092.154.843 5.025.871.782 Orta Amerika ve Karayipler 649.452.955 683.306.330 2014 / Güney 08 Amerika 1.286.090.030 2.479.976.509 TOPLAM 1.935.542.985 3.163.282.839 Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Yıl 44 Toplam Hacim Denge 5.400.422.808 -1.729.761.026 7.870.466.248 -2.937.178.896 8.109.420.067 -2.187.992.885 8.118.026.625 -1.933.716.939 5.098.825.824 -1.227.739.854 Türkiye’nin 2013 yılında Latin Amerika’ya en fazla ihraç ettiği ürün ‘’Demir ve Çelik‘’ olmuştur. 2013 yılında Türkiye, Orta Amerika ve Karayipler’den en fazla ‘’Motorlu kara taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler ve diğer kara taşıtları, bunların aksam, parça, aksesuarı’’ ithal ederken, Güney Amerika’dan en fazla ‘’Mineral yakıt’’ithalatı gerçekleştirmiştir. Bölge ülkeleriyle ilk Serbest Ticaret Anlaşması (STA), Şili ile 14 Temmuz 2009 tarihinde imzalanmış ve 1 Mart 2011’de yürürlüğe girmiştir. Ayrıca ülkemizin bölge ülkelerinden ve ülke topluluklarından Kolombiya, Ekvator, Meksika, MERCOSUR (Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay ve Venezüella) , Peru ile STA müzakereleri devam etmektedir. 4.7. Rusya Rusya Federasyonu, zengin doğal kaynaklara ve insan gücüne sahip dünyadaki belli başlı ülkelerden biri konumundadır. Rusya’nın sahip olduğu zengin doğal kaynak rezervleri ülke için büyük bir şans olmakla beraber ülke ekonomisi açısından bazı sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Ülke, sahip olduğu doğal kaynaklara bağımlı bir ekonomidir. Hidrokarbonların toplam ihracattaki payı % 60’tan fazladır. Bu da Rus ekonomisini dış piyasalardaki mal fiyatlarında oluşan değişimlere hassas hale getirmektedir. Ayrıca bu türden doğal kaynaklara bağımlı ekonomilerde tipik olarak gözlenen aşırı değerlenmiş döviz kuru sorunu da orta ve uzun vadeli ekonomik performans açısından bir tehdit unsurudur. Rusya, 2009 yılında derin bir durgunluk sürecine girmiştir. Federal İstatistik Kurumu verilerine göre 2009 yılında ülkenin GSYİH’sı küresel krizin olumsuz etkilerine bağlı olarak % 7,9 küçülmüştür. Uygulanan önlem paketinin olumlu etkileri ile 2010 yılından itibaren durgunluktan çıkış süreci başlamıştır. Ülkenin GSYİH’sı 2010 yılında % 4 oranında artış göstermiştir. GSYİH 2011 yılında % 4,3, 2012 yılında % 3,4 büyümüştür. 2013 yılında azalan tüketici talebi ve yavaşlayan ihracat nedeni ile GSYİH artış hızı da yavaşlayarak % 1,3 olmuştur. Ekonomi son 4 yıldır düşük sınai üretim artış hızı, yavaşlayan yatırımlar, zayıf dış talep ve azalan tüketici güveni nedeni ile en düşük hızda büyümektedir. 45 GSYİH artışının 2014 yılında daha da yavaşlayarak % 1,2 olacağı, ekonomik büyüme oranlarının 2014-2018 döneminde 2009 yılı öncesi seviyelerinin altında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. 2014 yılının ilk 3 ayında Rus Rublesi Dolar ve Avro karşısında yaklaşık % 10 değer kaybederek 2009 yılından bu yana görülen en düşük değere ulaşmıştır. Rublenin değer kaybında; Rusya Merkez Bankası’nın dalgalı kura geçiş için zemin hazırlamaya yönelik politikaları, Rus ekonomisinde kaydedilen düşük büyüme, cari işlemlerin kötüye gitmesi ve Amerikan Merkez Bankası kararları gibi etkenler rol oynamıştır. Ukrayna ile yaşanan sorunun zaten zayıf durumda olan Rus ekonomisini daha da olumsuz yönde etkilemesi beklenmektedir. Bölgedeki belirsizlik ve yaşanan finansal sorunlar nedeni ile yatırım kararlarının geri çekilmesi ya da ertelenmesi riski bulunmaktadır. Orta vadeli ekonomik büyümeyi kısıtlayacak bazı faktörler bulunmaktadır. Petrol şirketlerinin üretimi artırmada zorlanması enerji üretiminin orta düzeyde büyümesine neden olacaktır. Sabit yatırımların GSYİH’ya oranı diğer gelişen pazarlara kıyasla düşük seviyededir. Ukrayna konusuna ilişkin uluslararası yaptırımlara yönelik endişeler sermaye kaçışlarına neden olmuş, bu durum da Ruble üzerinde aşağı yönde bir baskı oluşturmuş ve enflasyonu ateşlemiştir. Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanlığı sermaye çıkışlarının 2014 yılının ilk 3 ayında 70 milyar dolar civarında olabileceğini açıklamıştır. Bu rakam, 2013 yılının tamamında Rusya’yı terk eden sermaye miktarından daha fazladır. 4.8. Çin Çin Halk Cumhuriyeti dış ticaret hacminin büyüklüğü ve sahip olduğu ekonomik güç ile dünya ekonomileri arasında üst sıralarda yer almaktadır. 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan Çin Halk Cumhuriyeti, üyeliğinin hemen ardından küresel ekonomide önemli bir aktör haline gelmiştir. Ülkemiz ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ekonomik ilişkiler incelendiğinde yüksek bir potansiyelin mevcut olduğu görülmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti, Uzakdoğu bölgesinde bulunan diğer ülkeler arasında en büyük ticaret ortağımızdır. Bununla birlikte, ithalat gerçekleştirdiğimiz ülkeler arasında 24 milyar dolar ile Rusya Federasyonu’ndan sonra ikinci en büyük ülkedir. 46 Tablo 11: Türkiye – Çin Halk Cumhuriyeti İkili Ticaret Dengesi (Milyon $) İHRACAT İTHALAT HACİM 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014/8 693 9.600 10.293 1.039 13.224 14.263 1.437 15.658 17.095 1.599 12.676 14.275 2.269 17.181 19.450 2.467 21.693 24.160 2.833 21.265 24.098 3.600 24.686 28.286 1.926 16.166 18.092 Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 1999 yılında toplam 1 milyar dolara ulaşmayan ticaret hacmimiz 2013 yılında 28 milyar doların üzerine çıktığı görülmektedir. Ancak geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, ülkemiz ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında gerçekleşen yüksek ticaret hacmi içerisinde ülkemiz büyük oranlarda ticaret açığı vermektedir. Ticaret dengesindeki bozulmanın başlıca nedenlerinin, pazara giriş koşulları ve girdi maliyetlerindeki dengesizlikler olduğu belirtilmektedir. Ülkemizin, Çin Halk Cumhuriyeti’ne ihracatının yeterli bir seviyeye ulaşamamasının nedenleri arasında, ülkedeki tüketim eğilimleri ile pazar farklılığı, bölge içi (Güneydoğu Asya ve Pasifik) ticaretin çok güçlü olması, karşılıklı yatırım ilişkilerinin yeterince gelişmemiş olması bulunmaktadır. Bunun yanında Çin Halk Cumhuriyeti ile ortak yatırımlar şeklinde işbirliğine gidilmesinin özellikle dış ticaret açığının dengelenebilmesi açısından faydalı olacağına inanılmaktadır. 4.9. Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Türkiye Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) düzenlemelerinin günümüzün gereksinimlerini karşılayamaması ve çok taraflı ticaret düzeninin yeni pazar açılımları konusunda yetersiz kalması, ülkeleri ikili ve bölgesel ticaret anlaşmaları yapmaya yöneltmiştir. Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) son dönemde gerek gelişmiş ülkeler arasında, gerekse kuzey-güney ve güney-güney ticari ve ekonomik ilişkilerinde yaygınlaşmıştır. Ülkeler arasındaki STA ağının genişlemesi ile birçok ülke mal tedarikini STA ortaklarından temin ederken, STA ağlarının dışarısında kalan ülkeler tercihli ticaretin sağladığı imkânlardan mahrum kalmıştır. Domino etkisi yaratan bu durum, tüm ülkelerin artan şekilde STA ağları oluşturmasını beraberinde getirmiştir. 47 Öte yandan, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkisi uyarınca, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu durumda, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir. Bu kapsamda; Türkiye gerek uluslararası ticaretteki STA ağları oluşturma eğilimine paralel olarak gerekse Gümrük Birliği çerçevesinde AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı benzer anlaşmalar yapmaktadır. STA’lar, komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi; ihracatçılarımızın dış pazarlarda, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri olmak üzere rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini; karşılıklı yatırımların ve müşterek teşebbüslerle ülkemizin uluslararası rekabet gücünün artırılması bakımından önem taşımaktadır. Ekim 2014 tarihi itibari ile ülkemizce 31 adet STA imzalanmış olup bunlardan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleriyle akdedilmiş olan 11 adet STA, bu ülkelerin AB üyelikleri nedeniyle feshedilmiştir. Geriye kalanlardan 17 adet STA (EFTA, İsrail, Makedonya, Bosna ve Hersek, Filistin, Tunus, Fas, Suriye (Türkiye ile Suriye Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması 6 Aralık 2011 tarihinde askıya alınmıştır.), Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün, Morityus ve Güney Kore) halihazırda yürürlükte olup Lübnan STA’sı Lübnan tarafının, Kosova ve Malezya STA’ları ise her iki tarafın iç onay süreçlerinin tamamlanmasını müteakip yürürlüğe girecektir. Ayrıca Gana ve Moldova ile STA müzakereleri tamamlanmış olup, yakın bir zamanda imzalanması hedeflenmektedir. Bununla beraber, 14 ülke/ülke grubu (Ukrayna, Kolombiya, Ekvator, Meksika, Japonya, Singapur, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kamerun, Seyşeller, Körfez İşbirliği Konseyi, Libya, MERCOSUR, Faroe Adaları ve Peru) ile STA müzakereleri devam etmektedir. Ayrıca, 10 ülke/ülke grubu (ABD, Kanada, Tayland, Hindistan, Endonezya, Vietnam, Orta Amerika Topluluğu, Afrika Karayip Pasifik Ülkeleri, Cezayir ve Güney Afrika Cumhuriyeti) nezdinde de STA müzakerelerine başlama girişiminde bulunulmuştur. 17 STA ortağımızla ticaretimiz 2013 yılı itibariyle ihracatımızın % 9,7’sini, ithalatımızın ise % 9,2’sini teşkil etmektedir. 5. Suriyeli Göçmen İşçiler ve Türkiye İşgücü Piyasasına Etkileri Türkiye yaklaşık 3 yıldır ülkelerinde yaşanan iç karışıklıklardan kaçan Suriyeli göçmenlere ev sahipliği yapmaktadır. Başka bir ifadeyle, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle, Suriye’den Türkiye’ye vasıflı ve vasıfsız işgücü göçü hız kazandı. 48 Birleşmiş Milletler raporuna göre 1 milyon 600 bini aşkın Suriyeli, Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü verilerine göre ise 900 bin ülkemizin çeşitli şehirlerinde, yaklaşık 219 bini ise barınma merkezlerinde olmak üzere toplam 1 milyon 100 binden fazla Suriyeli ülkemiz sınırları içerisinde hayatlarını sürdürmektedir. İlk gelen göçmenler genelde çadır kamplarında kalırken bir süre sonra bu kamplar artık gelenlere yetmemeye başlamıştır. Savaş nedeniyle evini, toprağını hatta ailelerini geride bırakarak kaçan Suriyeliler, Türkiye'de yeniden yaşama tutunma mücadelesi vermektedir. Türkiye’de yerleşik akrabaları bulunanlar onların yanına yerleşmiş, olmayanlar ise Türkiye’nin değişik şehirlerine doğru yola çıkmıştır. Başta Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Mersin, Kahramanmaraş, İstanbul ve İzmir gibi illere yerleşen Suriyeliler kayıt dışı istihdamın artmasına yol açmaktadır. Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin gelir düzeyi oldukça değişkenlik göstermektedir. Birincisi nitelikli, doktor, avukat, mühendis, vb. mesleğinde oldukça başarılı ve beyaz yakalı Suriyeli profesyoneller bulunmaktadır. Genelde yüksek gelir düzeyine sahip Suriyeliler büyükşehirlere sığınma yolunu seçmiş ve bir şekilde hayatlarını devam ettirmektedirler. İkincisi mavi yakalı olan ama ustabaşı olan, makine deneyimi olan ve işlerinde başarı kazanmış profesyoneller bulunmaktadır. Bu tip Suriye vatandaşları büyükşehirlerde ve özellikle sanayi işletmelerinde tercih edilmektedir. Üçüncüsü ise, vasfı olmayan ve “ne iş verilirse yapan” Suriyeliler bulunmaktadır. Savaştan kaçan Suriyeliler, ucuz işçilik dolayısı ile birçok sektörde tercih edilmektedir. Büyük firmalar, kayıtdışı olarak çalışan Suriyeli işçileri istihdam ederek risk almak istemezken, daha küçük ölçekli firmalar düşük maliyetler ile çalışan bu işçileri çalıştırmayı kabul etmektedir. Suriyeli işçiler ağırlıklı olarak emek gücüne dayanan tarla, bahçe, inşaat, çeşitli üretim ve diğer istihdam alanlarında ucuz işgücü olarak çalıştırılmaktadır. Bu durum ülkemizin ve kentimizin kronik sorunlarından birisi olan işsizlik sorununun büyümesine de kaynaklık etmektedir. 49 Bu konuya acil çözüm getirilmemesi, sosyal patlamalara da yol açabilecek gelişmelerle sonuçlanabilecektir. Ülkelerindeki iç savaştan Suriyelilerin en fazla tercih kentlerden birisi de İzmir’dir. kaçan ettiği İzmir’deki Suriyeli sayısının 100 bine yaklaştığı tahmin edilmektedir. Yani bu öngörüye göre, artık İzmir’de yaşayan her 40 kişiden birisi Suriyeli denilebilir. İzmir’de özellikle 2014 yılı içerisinde Suriyeli göçmen sayısında artış gözlenmiştir. Neredeyse her gün yeni gruplar gelip kente yerleşmiştir. Hemen her gün kentin sokaklarında rastlanmaktadır. Kimileri ucuz otellerde, kalmaktadır. valizleriyle dolaşan Suriyelilere kimileri de kiraladıkları evlerde Tek göz odada yaklaşık 20 kişinin birlikte kaldığı olmaktadır. Bu akın, insanlık dramını da beraberinde getirmektedir. Özellikle Basmane Bölgesi, Suriye Mahallesine dönmüş durumdadır. Bu semtte oturanlar, sabah kalktıklarında yandaki evlerde kalabalık Suriyeli komşularla karşılaşmaktadır. Barınma, beslenme sıkıntısı çeken, sağlık hizmeti alamayan Suriyeliler arasında iş bulabilen kendini şanslı saymaktadır. Çünkü parkta yaşayan, sıkıntı çeken, tedavi olamayan Suriyeliler de bulunmaktadır. Resmî yollarla gelen Suriyelilerin yanı sıra pasaportsuz ve kimliksiz gelenler de çoğunluktadır. Ballıkuyu, Agora, Çimentepe, Gediz, Karabağlar gibi semtler de Suriyeliler tarafından tercih edilen semtler arasında yer almaktadır. Ev, işyerlerinin camlar, duvarlarında Arapça yazılar dikkat çekmektedir. En büyük sorunları eğitim ve sağlıktır. Kente gelip kalacak yer bulamayan Suriyeliler, Konak Meydanı da dahil olmak üzere şehrin çeşitli noktalarında, ana meydanlarında açık alanlarda yatıp kalkmaktadır. Sadece Konak Meydanında değil, kentin geniş meydanlarında, Kordonboyunda, Karşıyaka ve Güzelyalı sahillerinde de Suriyeli sığınmacılara rastlanmaktadır. 50 İzmir’in bütün çarşılarında, organize bölgelerinde Suriyeli olduğu söylenmektedir. İzmir’de işsizlik oranı Türkiye ortalamasının oldukça üzerindedir. 2013 yılında Türkiye’deki işsizlik oranı % 9,7 iken İzmir’de bu oran % 15,4 ile tehlike sinyalleri vermektedir. Bir de üstüne “karın tokluğu”na çalışan Suriyeliler işsizlik sorununun katlanmasına neden olmaktadır. Organize sanayi bölgelerindeki ve sanayi sitelerindeki fabrikada yatıp kalkıp, orada çalışmaktadırlar. İzmir’in en görünen yerlerinde, otoyolların dışında ama ağaçların altına gizlenmiş biçimde barakalar, gecekondular yapılmaya başlanmıştır. Buralarda elektrik, su ve kanalizasyon bulunmamakta, söz konusu metruk yapılara gecekondu dahi demek mümkün gözükmemektedir. Suriyeli göçmenler, İzmir’de de ağırlıklı olarak emek yoğun sektörlerde ucuz işgücü olarak istihdam edilmektedir. İzmir Ayakkabıcılar Sitesi’nde kayıt dışı çalışan Suriyeli işçilere yönelik protesto gösterileri yapılmıştır. Eylemin gerekçesi; ayakkabı imalatı sektöründe Suriye’den gelen işçilerin daha düşük ücretle çalışmalarının bazı yerli işçilerin işten çıkarılmalarına neden olmasıdır. Suriyeli işçilerle ilgili işverenler, Suriyeli işçilerin mağdur durumda olduklarını, çalışmalarına karşı olmadıklarını ve Suriyelilerin ayakkabı işini çok iyi bildiklerini aktarmaktadırlar. Ancak Suriyelilerin karın tokluğuna çalışması orta ve uzun vadede hem İzmir hem de Türkiye çapında emek piyasasında dengesizliklere neden olabilecek ve çalışma barışını sekteye uğratabilecektir. Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde 5 bin civarında Suriyeli olduğu belirtilmektedir. Suriyeli işçiler, daha düşük ücretle çalışıp yevmiyeleri yarı yarıya düşürmektedir. Suriyeli işçilerden kaynaklanan ve toplumsal bir sorun haline gelen sorunların çözülmesi gerekmektedir. Bunun için ayakkabı üretim atölyelerinin olduğu Işıkkent’e, her ihtiyacı karşılayacak bir sağlık ocağı açılması işverenler tarafından dile getirilmektedir. 51 Her atölyenin denetim altına alınması, herkese eşit ücret verilip eşit saatlerde çalışılması, kayıt dışı çalışmaların yasaklanması ve esnek üretimin kaldırılması gerekmektedir. Aynı sorun tekstil ve inşaat sektöründe de yaşanmaktadır. Kayıtdışı Suriyeli işçi çalıştırılmasının hazır giyim ihracatı açısından önemli bir risk olduğu vurgulanmaktadır. Özet olarak, Suriyeli işçilerin toplumda yarattığı problemlerin en aza indirilebilmesi için devletin sıkı bir denetim yapması gerekmektedir. Çünkü Türkiye ve İzmir nüfusu içerisinde giderek artan Suriyeli nüfusunun artışının sosyal bir problem haline gelme ihtimali bulunmaktadır. Suriyeli işçilerin asgari ücretten çok daha düşük ücretlere çalışmaları nedeniyle çalışma yaşamında dengeler alt üst olmuştur. Bu nedenle Suriyelilerin Türkiye’nin her yerine dağılımı kontrol altına alınmalı ve savaş sonrası Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri sağlanmalıdır. 6. Ticaret Hayatını İlgilendiren Yasal Düzenlemeler 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun kapsamında yapılan düzenlemelerle; İşverenler, taşeron firmalara (alt işverenlere) iş vermeleri halinde, işçilerinin ücretlerinin ödenip ödenmediğini kontrol etmekle ve varsa ödenmeyen ücretleri taşeron firmaların hak edişlerinden keserek işçilerin banka hesabına yatırmakla yükümlü tutulmuş ve maaş ödenmesi garanti altına alınmıştır. Taşeron firma değişse bile işçi aynı işyerinde çalışmaya devam ediyorsa, izin süreleri, işçilerin daha önceki çalışmaları dikkate alınarak hesaplanacaktır. Asıl işveren izinlerin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmekle yükümlü kılınmıştır. Taşeron işçiler görevlendirildikleri hizmetler dışında başka görevlerde çalıştırılamayacaktır. Aksi durumlarda idari para cezaları verilecektir. Taşeron işyerlerine ilişkin iş müfettişlerince hazırlanan raporlara yapılacak itirazlar için süre 6 günden 30 güne çıkarılmış ve itiraza ilişkin dava süresi 4 ay olarak belirlenmiş, temyiz yolu da açılmıştır. 52 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında olanların da süresiz çalışma izni alınabilmesi ve uzun süreli çalışma iznine sahip olanların, uzun dönem ikamet izninin sağladığı tüm haklardan yararlanabilmesi düzenlenmiştir. Süresiz çalışma izni kişinin veya işverenin başvurusu veya mevzuatta yer alan gerekçelere iptal edilebilecektir ve çalışma izni alan yabancıların ülke içindeki giriş, çıkışları İçişleri Bakanlığınca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bildirilecektir. İşyerlerinde çalışmakta olan çırakların ve stajyerlerin, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çerçevesinde hesaplanan “işyerindeki işçi sayısı”na dâhil edilmemesi ve işyeri hekimi haricinde çalıştırılması gereken diğer sağlık personelinin yalnızca on ve daha fazla çalışanı olan çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde çalıştırılması düzenlenmiştir. Türk firmalarının işçilik maliyetlerinin düşürülerek yurt dışındaki rekabet güçlerinin arttırılması amacıyla düzenleme yapılmaktadır. Buna göre Türkiye ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen firmaların, yurt dışındaki işlerde çalışmak üzere yurt dışına götürdükleri işçilerin sigorta primleri, asgari ücretin 6,5 katı yerine 3 katı üzerinden alınacaktır. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda, tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılacağı düzenlenmiş olmakla birlikte, yine Elektronik Tebligat Yönetmeliğinde anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere, elektronik yolla tebligat yapılması zorunluluğu getirilmiş, kendilerine yalnızca elektronik yolla tebligat yapılması zorunlu olan muhatapların, tebligat çıkarmaya yetkili merciler nezdindeki işlemlerinde elektronik tebligat adreslerini bildirmeleri zorunlu tutulmuştur. 6563 sayılı Elektronik düzenlemeler ile; Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunla yapılan Hizmet sağlayıcıları, elektronik iletişim araçlarıyla sözleşmenin yapılmasından önce, alıcıların kolayca ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak tanıtıcı bilgileri sunacak, hizmet sağlayıcı, varsa mensubu olduğu meslek odası ile meslekle ilgili davranış kurallarını ve bunlara elektronik olarak ne şekilde ulaşılabileceğini belirtecektir. Alıcının, siparişini elektronik iletişim araçlarıyla vermesi halinde; hizmet sağlayıcı, siparişin onaylanması aşamasında ve ödeme bilgilerinin girilmesinden önce, ödenecek toplam bedel de dahil, sözleşmenin şartlarının alıcı tarafından açıkça görülmesini sağlayacak, hizmet sağlayıcı, alıcının siparişini aldığını elektronik iletişim araçlarıyla teyit edecektir. 53 Ticari elektronik iletiler, alıcılara ancak önceden onayları alınmak kaydıyla gönderilebilecek, bu onay, yazılı olarak veya her türlü elektronik iletişim araçlarıyla alınabilecektir. Onay olmadan gönderilen iletiler için 1000-TL.’den 5000-TL.’ye kadar idari para cezası uygulanabilecektir. İzinsiz yani spam epostaların toplu halde gönderilmesi durumunda, bu ceza on katına kadar arttırılarak uygulanacaktır. Alıcının kendisiyle iletişime geçilmesi amacıyla iletişim bilgilerini vermesi halinde, mal ve hizmetlere ilişkin değişiklik ile ticari elektronik iletiler için ayrıca onay alınmayacaktır. Esnaf ve tacirlere önceden onay alınmaksızın ticari elektronik iletiler gönderilebilecektir. Alıcılar diledikleri zaman, hiçbir gerekçe belirtmeksizin ticari elektronik iletileri almayı reddebilecektir. Hizmet sağlayıcı, ret bildiriminin elektronik iletişim araçlarıyla kolay ve ücretsiz olarak iletilmesini sağlayacak ve gönderdiği iletide buna ilişkin gerekli bilgileri sunacaktır. Ret talebinin ulaşmasının ardından hizmet sağlayıcı, 3 iş günü içinde alıcıya elektronik ileti göndermeyi durduracaktır. Bu yükümlülüklere aykırı hareket eden hizmet sağlayıcılara ve aracı hizmet sağlayıcılara 2000-TL.’den 15.000-TL.’ye kadar idari para cezası uygulanacaktır. 54