bölüm ı dünya ekonomisinin büyüyememe

advertisement
BÖLÜM I
DÜNYA EKONOMİSİNİN BÜYÜYEMEME SORUNU,
TÜRKİYE’NİN ORTA GELİR TUZAĞINDAN
ÇIKMA UMUDU
1. Dünya Ekonomisinde Oyunun Kuralları Yeniden Belirleniyor
2008 yılında dünya geneline
yayılan küresel ekonomik kriz ile
birlikte, 1970’li yılların başından
beri uygulanmakta olan neoliberal ekonomik politikaların
günümüz küresel ekonomik
sorunlarına yanıt veremediği ve
küresel ekonomide kuralların
değişmesi,
yeniden
yapılandırılması gerektiği ortaya
çıkmıştır.
Merkez Bankalarının, 2008 krizinden bu yana bastığı ve piyasalara sürdüğü ölçüsüz
paralara karşın, dünya ekonomisi krizden tam anlamıyla çıkamamıştır.
İşsizlik oranlarını makul düzeylere çekememiş, kamu borçlarını yükseltmiş bir Batı,
küresel büyüme hedefinin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmakta,
Avrupa’daki durgunluk bir türlü önlenememektedir.
Krizin etkilerinin halen hissedilmesine paralel olarak; küresel büyüme geçmişe
oranla düşük bir hızla gerçekleşmekte, bu durum da ülkeleri hem ihracat hem de dış
finansman bulma yönünden sıkıntıya sokmaktadır.
Avrupa açısından durum değerlendirildiğinde; Euro bölgesindeki olumsuz havanın
bir türlü dağılamaması, Avrupa’nın toparlanamayacağı yönündeki kaygıların
artmasına yol açmaktadır. Buna rağmen, müzakereleri hala yürütülmekte olan ABABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın yakın gelecekte
yürürlüğe girmesi ile AB kıtasındaki resesyonda azalma görülmesi beklenmektedir.
İmzalanacak olan serbest ticaret anlaşması diğer anlaşmalardan farklı özelliklere ve
boyutlara sahiptir. Anlaşma, AB’nin kurulduğu günden bu yana imzalamış olduğu
en büyük ticaret anlaşması olacaktır. Bu anlaşma ile küresel ticaret ve yatırımda var
olan kuralların da yeniden yapılanması gündeme gelecektir.
1
AB ve ABD’nin toplam GSYH’si küresel ekonominin yarısına eşittir. Avrupa Birliği
ile Amerika’nın ticari ve finansal ilişkilerine bakıldığında; Amerika’nın Avrupa
Birliği ülkeleri içerisinde yatırımının Asya ülkelerine yaptığı yatırımlarının 3 katı
olduğunu, AB’nin Amerika’ya yaptığı yatırımlarının ise Çin ve Hindistan’a yaptığı
yatırımların toplamından 8 kat fazla olduğu gözlenmektedir. Buna ek olarak
anlaşmanın iki aktör arasındaki dış ticarette son on yılda gözlenen düşüşlerin de
önüne geçeceği öngörülmektedir.
Anlaşmanın yürürlüğe girmesi ve serbest ticaretin başlaması sonucunda iki aktör
arasındaki ticaretin 210 milyar euro artış göstermesi beklenmektedir. Belirtilen 210
milyar euronun yaklaşık % 55’i AB’ye kazanım olarak dönecektir. Bu sayede
Avrupa’da yükselen işsizliğin ve ekonomik durgunluğun önüne geçilmesi
planlanmaktadır. İmzalanacak olan anlaşmadan AB ve ABD’nin beklentisinin
“Ekonomik NATO” olduğu bilinmektedir.
Transatlantik ekonomik ortaklığının Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Japonya,
Meksika, Kanada ve Türkiye için olumsuz etkiler yaratması, AB ile dış ticarette
düşüşlere sebep olması beklenmektedir.
Birçok Orta ve Doğu Avrupa ülkesindeki zorluk, artık ekonomik krizi geride
bırakarak finansal sektörü teşvik etmek ve iş ortamını iyileştirmektir.
Ekonomik kriz aşılmıştır
girilememiştir.
ancak
istikrarlı
bir
ekonomik
büyüme sürecine
Her ne kadar geçmiş yıllardaki gibi kötü ekonomik performanslar olmasa da, Orta
Doğu ve Karadeniz’de devam eden savaş, gerginlik, vb. siyasi istikrarsızlıklar, dünya
ekonomisini olumsuz etkilemektedir.
Ekonomik problemlerin yanı sıra Ukrayna’da, Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’da sular
bir türlü durulmamış, Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından biri IŞİD tehdidi haline
gelmiştir.
Ukrayna’daki
gerilimler
ekonomik faaliyetleri sekteye
uğratmıştır.
Rusya’da ve Rusya’ya komşu
birçok
ülkede,
rekabet
gücünü arttırmaya ve petrol
ve gaz dışında büyüme
kaynakları yaratmaya yönelik
reformlar
kilit
önem
taşımaktadır.
2
Ayrıca, Ukrayna ve Ortadoğu’da yaşanan gerginlikler nedeniyle, jeopolitik
risklerdeki artış yatırımcıyı tedirgin etmekte ve yatırımların artmasına engel
oluşturmakta, yatırımların yeterince artmaması da büyümeyi frenlemektedir.
Orta ve Doğu Avrupa (CEE) ülkelerinde büyümenin hızlanarak 2014 yılında % 2,5’e
ve 2015 yılında % 2,8’e yükselmesi beklenmektedir. Ancak Batı Avrupa’daki büyüme
ise oldukça düşük seviyelerdedir.
Bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde işsizlik oranı % 10’un üzerinde olmakla
birlikte, en fazla düşüş gösterdiği ülkeler yapısal reformların hızlı bir şekilde
uygulandığı Estonya, Letonya ve Litvanya gibi ülkelerdir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde geçen yıllara göre ufak da olsa pozitif büyüme
rakamları gözlenmeye başlanmıştır. Buna ek olarak özellikle ABD ekonomisi için
olumlu öngörüler bulunmaktadır. Hane halkının talebi artış göstermiş, emlak
fiyatlarında yükselişler gözlenmiş, ABD Merkez Bankası genişleyici mali politikaları
azaltma yoluna girmiştir.
Bütün bu politikalar krizden çıkış süreci
olarak yorumlanabilmekle birlikte yeni
küresel ekonomik sisteme geçiş olarak
da görülebilmektedir. Özellikle ABD’nin
genişleyici
para
politikalarını
sonlandırması ile birlikte küresel finans
sisteminde
yeniden
yapılanmaların
gözlenmesi beklenmektedir.
Bu durumun gelişmekte olan piyasalara
ve dolar rezervi yüksek olan ülkelere
etkisi
ise
gelecek
dönemlerde
gözlenebilecektir.
Küresel piyasalarda, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ayrışma gözlenmektedir.
Bu kapsamda, Rusya ve Brezilya gibi önemli ülkelerde ekonomik kırılganlık devam
etmekte, fakat Çin’de pozitif büyüme verilerinde süreklilik bulunmakta ve
Hindistan’da da düzelmeler dikkat çekmektedir. Orta Doğu ve Doğu Avrupa’da
ortaya çıkan gerginlikler ve çatışma ortamı ise en çok Arjantin, Türkiye ve Güney
Afrika gibi gelişmekte olan ülkeleri etkilemiştir.
AB içerisinde krizin en çok etkilerini gösterdiği ülkelerden biri olan İrlanda
geçtiğimiz yıl AB’nin uyguladığı Finansal Destek Programını başarılı bir şekilde
tamamlamıştır. İspanya ve Portekiz artan ihracatları sayesinde olumlu ekonomik
sonuçlar elde etmiştir. Yunanistan’da ise makul bir ekonomik toparlanma
beklenmektedir.
3
Yine de ne AB ne de küresel ekonomi, 2008 öncesi ekonomik düzene dönememiştir
ve önümüzdeki yıllarda krizden çıkış stratejileri kapsamında yeni bir küresel
ekonomik sisteme geçileceği bilinmektedir.
Dünyanın içinde bulunduğu durum; küresel ekonominin bir süre daha sıkıntılı bir
süreç geçireceğine yönelik tahminlerin artmasına yol açmaktadır.
ABD’nin görece olarak toparlanmasına karşılık Euro bölgesinin resesyona gidişi,
Japonya’nın bir türlü içinde bulunduğu durgunluktan çıkamaması, Çin’deki
olumsuz gelişmelerin finansal piyasaları daha fazla tedirginleştirmesi gibi gelişmeler
dünya ekonomisinde önümüzdeki dönemde oldukça büyük gelişmelerin
gerçekleşeceğinin habercisi niteliğindedir.
1.1. Krizden Çıkış Arayışları: ABD ve Trans-Pasifik Ortaklığı,
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmaları
ABD’nin uluslararası ticaret politikası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve çok taraflılık
ilkesine dayanmaktadır. Ancak DTÖ Doha Turu müzakerelerinin çıkmaza
girmesinin ve ABD’nin özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle anlaşmaya
varamaması, yeni alternatif arayışlarına gidilmesine ve ABD dahil birçok ülkenin
Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) aracılığıyla uluslararası ticaret hacimlerini
artırmaya çalışmaya başlamalarına neden olmuştur. Çünkü STA’lar üye ülkeler
arasındaki ticareti etkileyen tarife ve tarife dışı engelleri kaldırarak, taraf ülkeler
lehine ticaret avantajları yaratmaktadır.
Bu nedenle, dünya ülkeleri, ikili ve bölgesel ticaret anlaşma sayısının giderek arttığı
bir döneme girmiştir. 1947 ile 1995 yılları arasında, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret
Genel Anlaşmasına (GATT) kayıtlı ikili ve bölgesel ticaret anlaşma sayısı 100
civarında iken, Temmuz 2013 itibariyle DTÖ’ye kayıtlı anlaşma sayısı 379’a
yükselmiştir.
1990’lı yıllardan 2002’ye kadar bu yeni akımın gerisinde kalan ABD, ABD Ticaret
Temsilciliği (USTR) tarafından belirlenen, ‘’rekabetçi liberalleşme’’ stratejisi ile
birlikte Latin Amerika ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleriyle ikili ticaret anlaşmaları
müzakerelerine hız vermiştir.
ABD, 2008 yılında, daha öncesinde Brunei, Şili, Yeni Zelanda ve Singapur’un kendi
aralarında müzakerelerini sürdürdüğü Trans- Pasifik Ortaklığı Anlaşması- TPO’ya
(Trans-Pacific Partnership Aggrement-TTP), katılma kararı almıştır.
2008 yılı mali krizi sonrasında, ABD Başkanı Obama’nın Asya ile tekrar bütünleşme
stratejisinin bir parçası olarak ABD’nin, TPO müzakerelerine dahil edilmesi Kasım
2009’da tekrar gündeme gelmiştir.
4
Şu anda ABD ile birlikte toplam 12 ülke arasında (Avustralya, Brunei, Kanada, Şili,
Japonya, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam) müzakereleri
devam eden TPO, 21. yy ticaret anlaşması olarak da nitelendirilmektedir.
TPO tamamlandığında, anlaşmaya ortak ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin
önündeki engellerin kaldırılmasının yanı sıra yatırım, işgücü, çevre, rekabetçilik
politikaları, fikri mülkiyet hakları konularında da liberalleşmeyi öngören ‘’yeni
ticaret kanunu’’ niteliğinde olacaktır.
TPO müzakerelerini sürdüren ülkelerin toplam nüfusu 760 milyon 820 bin olup,
dünya gayrisafi yurtiçi hâsılasının % 37,38’ini oluşturmaktadır. TPO, anlaşmaya
ortak ülkelerinin iç politikalarında yeni düzenlemelere gitmelerini gerektirecek olup,
uluslararası rekabetçiliklerinin arttırmalarının yanı sıra ve Çin’in hızına da ayak
uydurabilmelerini sağlayacaktır.
ABD ve AB arasında müzakereleri süren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı
Anlaşmasına–TTYO (Transatlantic Trade and Investment Partnership-TTIP) da bu
perspektif ile bakılması gerekmektedir. TTYO basit bir serbest ticaret anlaşmasının
çok ötesindedir. TTYO, ABD ve AB arasında gümrük tarifelerinin kaldırılmasının
yanı sıra hizmetler ve yatırımlar konusunda da en üst seviyede liberalleşmeyi
öngörmektedir.
ABD ve AB arasındaki mevcut ticari
ilişkilere bakıldığında hâlihazırda
özellikle sanayi mallarında gümrük
vergilerinin
oldukça
düşük
seviyelerde olduğu ancak tarife dışı
konular, yasal düzenlemeler ve
koruma
politikalarında
ciddi
farklılıklara
sahip
olunduğu
görülmektedir.
Bu nedenle, TTYO girişimi gümrük tarifelerinin ötesinde tarife dışı konulara
yoğunlaşacak kapsamlı bir anlaşma olacak ve eğer müzakereler amaçlanan
doğrultuda sonuçlandırılırsa, uluslararası ticaret sisteminin kurallarını yeniden
belirleyecek bir blok kurulmuş olacaktır.
Temmuz 2013’te başlayan ve son olarak 29 Eylül – 3 Ekim 2014 tarihlerinde yedincisi
gerçekleşen TTYO müzakereleri tamamlandığında, AB ve ABD’nin dünyadaki en
kapsamlı ve en büyük ikili ticaret ve yatırım anlaşmasına imza atarak, birlikte dünya
GSYİH’sının yarısını ve dünya ticaretinin üçte birini kapsayacak ortak bir pazar
yaratacaklardır. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, AB ekonomisinin yılda
119 milyar avro; ABD ekonomisinin ise yılda 95 milyar avro kazanç sağlaması
beklenmektedir. Söz konusu TTYO anlaşması ise Türkiye’yi doğrudan
ilgilendirmektedir.
5
AB ile aramızda olan Gümrük Birliği Anlaşması gereği, Türkiye, pazarını üçüncü
ülkelere otomatik olarak açmakla mükelleftir. Ancak Türkiye, AB üyesi olmadığı
için bu ülkelerin pazarlarına aynı şartlarda girememekte, AB’nin anlaşma imzaladığı
üçüncü ülkelerle ayrıca ikili anlaşmalar imzalamaya çalışmak zorunda kalmaktadır.
Fakat söz konusu ülkeler zaten
Türk pazarlarına tek taraflı
erişim imkânı bulduklarından
değişik bahanelerle Türkiye ile
anlaşma
imzalamaktan
kaçınmaktadırlar.
TTYO anlaşması ise söz konusu haksızlığı çok daha kapsamlı bir boyuta taşıyacaktır.
Olası bir TTYO anlaşması durumunda ABD firmalarının malları Gümrük Birliği
kapsamında Avrupa pazarları üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz giriş yapabilecek,
fakat Türk firmaları aynı şartlarda ABD pazarlarında rekabet hakkı elde
edemeyecektir.
Bu durumun Türkiye’nin hâlihazırda zaten açık veren dış ticaret dengesini daha da
bozması söz konusudur. Ayrıca ortaya çıkan rekabet ve maliyet etkileri dolayısıyla
Avrupa’ya mal ve sermaye ihraç eden Türk firmalarının ABD menşeli firmalar
tarafından pazar dışına itilme riski bulunmaktadır. TTYO’ya Türkiye’nin dahil
edilmemesi aynı zamanda ülkemizin milli gelir düzeyini de olumsuz etkileyecektir.
Yapılan araştırmalara göre ABD ve AB, aralarındaki tarife dışı engellerin de
kaldırılmasını içeren kapsamlı bir anlaşma imzalarlarsa, ülkemizin yaklaşık % 2,5
refah kaybına uğraması söz konusudur.
T.C. Merkez Bankası tarafından yapılan çalışmada ise, Türkiye’nin AB-ABD
STA’sına taraf olamaması halinde GSYH’nin 4 milyar dolara kadar zarara
uğrayabileceğini; anlaşmaya taraf olması halinde ise GSYH’de yaklaşık 31 milyar
dolarlık bir artış elde edebileceği ortaya çıkmıştır.
Ayrıca çalışmada Türkiye’nin anlaşmaya taraf olduğu veya ABD ile ayrı bir STA
imzaladığı durumun, sadece Türkiye lehine sonuçlar oluşturmadığı aynı zamanda
AB ve ABD GSYH büyüme oranlarının da Türkiye’nin dâhil olmadığı bir AB-ABD
STA’sına göre daha yüksek olduğu sonucu bulunmuştur.
Bunun yanında ülkemizin TTYO’ya dahil edilmesi süreci kolay gözükmemektedir.
Bu nedenle, Türkiye’nin TTYO’ya taraf olması, olamaması veya ABD ile Serbest
Ticaret Anlaşması imzalaması, imzalayamaması durumlarına göre etki analizleri,
hatta sektörler bazında derinlemesine analizler gerçekleştirilmelidir.
6
Ülkemiz, ABD ile AB arasında müzakereleri devam eden fikri mülkiyet haklarının
güçlendirilmesi, iş gücü kalifikasyonlarının yükseltilmesi, finans ve hizmet
sektöründe
reformların
gerçekleştirilmesi,
bürokrasinin
işleyişi,
devlet
yönetimindeki şeffaflık gibi konularda şimdiden reformlara başlamalıdır. Ülkemiz,
AB, ABD yönetimi, ABD kongre üyeleri ve senatosu üzerinde etkin lobi faaliyetleri
gerçekleştirmelidir.
1.2. Avrupa Birliği Resesyonda
2010 yılının başlarında Avrupa’yı vuran Euro krizi, krizin patlak verdiği tarihten beri
Avrupa ülkelerini hala olumsuz yönde etkilemektedir. Ekonomik veriler, krizin
devam ettiğini göstermektedir.
Eurostat’ın yayınladığı AB ülkelerinin gayri
safi yurtiçi hâsıla büyüme oranlarına
baktığımızda, 2011 yılında ortalama % 1,6
oranında bir büyüme olduğunu görüyoruz,
2012 yılında ise bu oran % -0,4, 2013 yılında
ise % 0,1 olarak gerçekleşmiştir.
Bu oranlar bize, Avrupa Birliği’nde genel
olarak
ekonomik
aktivitenin
düşüş
eğiliminde olduğunu kanıtlamaktadır.
Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ın ifadelerine göre;
Avrupa Merkez Bankası bugüne kadar görülmemiş miktarda likiditeyi piyasalara
vermiş, trilyonlarca avroyu sadece batık bankalara destek olmak için çıkarmıştır.
Avrupa Merkez Bankası’nın bu desteğine rağmen Avrupa’da hala büyüme
gerçekleşmemekte ve AB'nin pek çok ülkesinde bugün güven ortamı
sağlanamamaktadır.
Ağustos 2014 tarihinde Deutsche Welle gazetesinden yayımlanan bir makaleye göre,
Euro Bölgesi'nin en güçlü ekonomisi olan Almanya'nın ilk çeyrekte % 0,8’lik
büyümesinin ardından ikinci çeyrekte % 0,3 daralması ile endişelerin arttığı
belirtilmektedir.
Söz konusu makalede Fransa'nın ikinci çeyreği sıfır büyüme ile kapatması ve
İtalya'nın her iki çeyrekte de daralarak teknik resesyona girmesi ile AB genelindeki
korkuların daha da körüklendiği ifade edilmektedir. Öte yandan Euro Bölgesi
genelinde büyümenin temel göstergelerinden sayılan sanayi üretiminin 2014
Haziran’da % 0,3 daralması da önümüzdeki dönemde Avrupa ekonomisinin
durgunluktan kolayca çıkamayacağı yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır.
Yaklaşık 150 milyar dolarlık yıllık ihracatımızın % 50’ye yakın kısmını Avrupa
ülkelerine gerçekleştiriyor olmamız nedeniyle, AB ekonomilerinin gidişatı ülkemizi
yakında ilgilendirmekte ve bu gelişmeleri endişe ile izlememize neden olmaktadır.
7
Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 5 ülkeden üçü olan Almanya, İtalya ve Fransa'nın
resesyon tehlikesi ile karşı karşıya kalması, kendi büyüme hedeflerini ihracat odaklı
şekillendiren ekonomi yönetimini ve iş dünyasını korkutmaktadır.
AB’nin güçlü ekonomilerinde yaşanan durgunluk, hemen diğer ülkelere de
yansımaktadır. Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa Birliği'nde yaşanan
her ekonomik gelişme direkt olarak Türkiye'yi de etkilemektedir.
İhracatımızın yaklaşık yarısını Avrupa ülkelerine yapıyor olmamız nedeni ile, AB'de
muhtemel bir resesyon, Türk ekonomisi için de kötü bir tablonun ortaya çıkmasına
sebep olacaktır.
AB resesyonunda başı Almanya çekmektedir.
Almanya 2009 sonrasında, 2012’nin son ve
2013’ün ilk çeyreğinde resesyona girmiş,
2014’ün ikinci çeyreğinde de % 0,3
küçülmüştür. Bu küçülmede, ihracat payının
azalması ve inşaat başta olmak üzere sabit
sermaye
yatırımlarının
azalması
etkili
olmuştur.
Almanya ile birlikte aynı dönemde sıfır büyüme kaydeden Fransa ve % 0,2 daralan
İtalya da endişeleri artırmaktadır. Türkiye olarak bu resesyondan yara almadan
ilerleyebilmek için mevcut ve yeni pazarlar üzerinde ticari ve ekonomik yönden çok
yoğun bir şekilde faal olmamız gerekmektedir.
1.3. Uzakdoğu Ejderleri Zor Durumda
Dünya Bankası tarafından, Doğu Asya bölgesinde yer alan ülkelerin 2014 yılı
ekonomik büyümelerinin yavaşlayacağı bildirilmiştir.
Açıklamanın devamında, 2014 yılı düşük büyüme oranlarına rağmen, Çin Halk
Cumhuriyeti dışında kalan bölge ülkelerinin büyüme tempolarının zaman içerisinde
toparlanmasının beklendiği belirtilmiştir.
Genel olarak incelendiğinde Doğu Asya Pasifik ülkelerinin 2013 yılında ulaştıkları %
7,2 büyüme oranının altında kalarak, 2014 ve 2015 yılları içerisinde % 6,9 oranında
büyüyeceklerinin beklendiği bildirilmiştir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından hazırlanan Ekonomik
Görünüm raporunda, uzun vadede, küresel üretimin gelişmekte olan ekonomilere ve
Asya Pasifik ülkelerine kaymasının beklendiği belirtilmiştir. Bununla beraber,
bölgede yer alan, gelişmekte olan ülkelerin eğitime erişim koşullarının iyileştirilmesi
ile uzun vadede getiri sağlanacağı; Çin, Hindistan, Endonezya gibi bölge ülkelerinin
%10 Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) artışı sağlayabileceklerinin tahmin edildiği
belirtilmiştir.
8
Bölgenin en önemli ekonomisi olan Çin Halk Cumhuriyeti ise gayrimenkul
piyasasında yaşanan yavaşlama, yurtiçi taleplerinin ve sanayi üretiminin zayıflaması
sonucunda, 2014 yılı 3. çeyrekte % 7,3 ile son 5 yılın en yavaş büyümesini yaşamıştır.
Ülkenin, tahmini yıllık büyüme oranlarının;
2014 yılı için % 7,4’ten % 7,2’ye,
2015 yılı için % 7,5’ten % 7,2’ye ve
2016 yılı için de % 7,5’ten % 7,1’e seviyelerine gerileceği belirtilmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki büyümenin yavaşlamasında banka ve gayrimenkul
piyasasındaki yumuşamanın ülkenin ekonomisi üzerine ek bir yük bindirdiğinin de
altı çizilmiştir. Bunun yanında söz konusu yavaşlamada hükümetin politikalarının
etkisi olduğu belirtilmiştir. Özellikle ülkede tüketimin artırılması için maliye
politikalarında yumuşamaya gidilmesi ve vergi indirimi gibi tedbirlerin alınmasının
büyüme rakamlarındaki gerilemede önemli rol oynadığının üzerinde durulmuştur.
1.4. Küresel Ekonomide Umut Işığı: Afrika
Küresel ekonomideki yavaşlama ve
beklentilerin genel olarak istenilen
seviyede
olmaması
uluslararası
yatırımcıları yeni pazar arayışına
itmiştir.
Dünya
üzerindeki
kara
parçalarının % 20’sini kapsayan Afrika
Kıtası, 30 milyon kilometrekareyi aşan
yüzölçümü ve 1 milyarı geçen nüfusu
ile yatırımcılar için adeta bir umut ışığı
olmuştur.
Kıtadaki 54 ülkenin her biri barındırdığı iş olanakları ile yatırımcılar için bir fırsatlar
denizi oluşturmaktadır. Kıta ülkelerinde barış ve siyasi istikrar arttıkça ekonomik
büyüme ve GSYİH oranları da yükselmektedir. 2013 yılında dünyanın en hızlı
büyüyen 10 ekonomisi arasında 6 Afrika ülkesi yer almıştır.
Dünya Bankası’nın “Küresel Ekonomik Tahminler Raporu”na göre kıta
ekonomisinin büyümesi orta vadede % 5 seviyelerinde seyretmeye devam edecektir.
Kıta genelindeki hızlı nüfus artışı ile doğru orantılı olarak orta sınıf büyümekte ve
tüketici harcamaları artmaktadır. 2020 yılında kıta genelindeki tüketici
harcamalarının 1 trilyon dolara yükseleceği öngörülmektedir.
Diğer yandan 2050 yılına gelindiğinde kıta nüfusunun ikiye katlanarak 2 milyara
çıkması ve artan genç nüfus ile beraber kıtanın dünyadaki en kalabalık iş gücüne
sahip olması beklenmektedir.
9
Özellikle Sahra Altı Afrika ülkelerinin sahip olduğu alt yapı eksiklikleri dış ticaret
için bir engelden ziyade yatırım için fırsat olarak değerlendirilmelidir. Karayolları,
sulama kanalları, konut inşaatları gibi büyük projeler hükümetler tarafından teşvik
edilmektedir. Alt yapı projelerinin yanı sıra tekstil ürünleri, gıda, gıda işleme, tarım,
tarıma dayalı sanayi, mobilya, sanayi makineleri, otomotiv yedek parçası ve inşaat
malzemeleri sektörleri yatırım için elverişli ve kazançlı alanlar oluşturmaktadır.
Odamız da Afrika’nın hızlı yükselişini yakından takip etmekte olup kıta ülkeleri ile
oldukça yakın ilişkilere sahiptir. Yurtiçi ve yurtdışında yapılan görüşmelerde
günümüze kadar 40’tan fazla Afrika ülkesinin üst düzey temsilcisi ile temas
kurulmuştur.
23-26 Haziran 2014 tarihlerinde Türk Havayollarının ilk seferi ile gerçekleştirdiğimiz
Benin iş ve inceleme gezisi kapsamında Benin Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve
Ticaret ve Sanayi Bakanı ile görüşmeler gerçekleştirilmiş, İzmir ile Benin arasındaki
ilişkilerin daha ileri taşınması için neler yapılması gerektiği ele alınmıştır. Ayrıca
kurumlarımız arasındaki ilişkilerin derinleşmesine katkıda bulunmak amacıyla
“kardeş oda” anlaşması imzaladığımız Benin Ticaret ve Sanayi Odası ile birlikte
düzenlediğimiz Benin-İzmir İş Forumu ve ikili iş görüşmeleri yoğun ilgi görmüş ve
Beninli işadamları ile üyelerimiz arasında mevcut ve potansiyel iş fırsatları
değerlendirilmiştir.
Üçüncü binyılın potansiyel kıtası olarak adlandırılan Afrika’nın uluslararası
ekonomideki dikkat çeken yükselişi 2015 yılında da aynı şekilde devam edecek olup,
Odamızın kıta ülkelerine yönelik çalışmaları da aynı doğrultuda devam edecektir.
Kıta geneli ve ülkeler bazında hazırlanacak raporlar ile iş ve yatırım fırsatları
üyelerimize aktarılırken, düzenlenecek iş ve inceleme gezileri, heyet ziyaretleri ve
tanıtım toplantıları ile üyelerimiz ve Afrikalı işadamları arasında firma ağları
oluşturulması için çalışmalar yapılacaktır.
1.5. Dünya’da Yeniden Kur Savaşları Alarmı
“Kur Savaşları” terim olarak son yıllarda
gündeme
gelmiş
olsa
da,
içeriği
bakımından aslında 1929’da başlayan ve
1930’l yıllara yayılan Büyük Buhran
döneminde sıkça kullanılan ekonomi ve
mali politikanın bir sonucudur.
1930’lu
yıllarda,
Büyük
Buhran’ın
etkilerinden kurtulmak için ihracat
gelirlerini arttırmak isteyen ülkeler, para
birimlerini komşularının para birimleri
üzerinden değersizleştirecek para ve
ekonomi politikaları uygulamaktaydı.
10
Bu sayede devalüe edilen para birimi ile yapılacak olan ticaret daha ucuz oluyor,
ülke köklü ekonomik yeniden yapılanma yapmadan daha hızlı bir büyüme
yakalayabiliyordu. Rekabetçi devalüasyon olarak da bilinen bu strateji, 1930’lı
yıllarda ekonomik krizin daha da derinleşmesinin sebeplerinden biri haline
gelmiştir.
“Kur Savaşları” terimi ise ilk defa 2 yıl önce Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega
tarafından dile getirilmiş, geçtiğimiz günlerde Rusya Merkez Bankası tarafından
yeniden gündeme getirilmiştir.
“Kur Savaşları” teriminin babası olarak kabul edilen Mantega bu konuya dikkat
çekerek ülkeleri kur savaşlarını başlatmamaları konusunda uyarmıştır. 1930’lu
yılların ekonomik sisteminden çok daha geniş bir kapsama ve derin bir entegrasyona
sahip olan küresel ekonomik sistemde, bilinçli devalüasyonun olumsuz etkisi bütün
küresel sistemde hissedilecektir.
Günümüzde yaşanan kriz benzeri ekonomik dengesizlikleri takiben sürekli bir
ekonomik durgunluğa girdiği, bunu takiben gayrisafi milli hasıla büyüme hızının
yavaşladığı ekonomik ortamlarda, büyümeyi ve talebi canlandırmak için kısa vadeli
olarak devlet harcamalarının yükseltilmesi, vergilerin veya faiz oranlarının
düşürülmesi bilinen ekonomi politikalardandır. Bunlar genel olarak kısa dönemde iç
talebin canlandırılması için sıkça tercih edilen yöntemler olmakla birlikte, devletlerin
dış talebi ve dolayısıyla ihracat gelirini arttırmak amacıyla yürüttükleri mali
politikalar da bulunmaktadır.
Rekabetin önem kazandığı günümüz ekonomik sisteminde, ihracatta öne geçmek
isteyen ülkelerin ve ihracat odaklı bir büyüme stratejisi belirleyen ülkelerin para
birimlerini diğer para birimleri karşısında devalüasyon yoluyla değersizleştirerek,
ihracatta kendilerine rekabet avantajı yarattıkları bilinmektedir.
Küresel ekonomik sistem son derece entegre
olmasına rağmen, ortak para birimi
kullanmayan devletlerin para politikasını
ekonomi hedeflerine göre uygulaması
ülkelerin ekonomik egemenlik alanına
girmektedir. Bu kapsamda, devletler kendi
para birimlerinin, diğer para birimleri
karşısındaki değerini belirlemekte ve bu
değeri sabit tutmak, düşürmek ya da
arttırmak için politikalar yürütmekte
özgürdürler.
Gelişmekte olan ekonomilerin büyük bir kısmının sıkça uyguladığı özellikle iki
dünya savaşı arası dönemde rastlanan bir mali politika olan bilinçli devalüasyon dış
ticarette ülkelere fiyat ve rekabet avantajı sağlamakta, kısa vadede ülkenin ihracat
gelirlerini arttırmakta ve daha çok yatırım çekmesini sağlamaktadır.
11
Buna ek olarak, enflasyon oranı hedeflenenin altında kalan ülkeler de aynı
politikaları uygulayarak, ithalat giderlerinin yükselmesi ve kur devalüasyonu
sayesinde enflasyonun yükselmesini sağlamaktadır.
Bu durumun yarattığı en sorunlu sonuç ise, bir ülkenin ürünlerinin fiyatlarının daha
rekabetçi hale gelmesi ile talebin o yöne kayması sadece o bölgeye faydalı olacak,
toplam talebi arttırmayacaktır. Bu durumda rekabet avantajı elde etmek için
devalüasyon yoluna gitmekte, sonuç olarak bir kur savaşına girişilmektedir.
Devalüasyon yoluyla rekabet avantajı elde etmek hem tek tek ülkeler açısından hem
de küresel ekonomi açısından büyük bir risk teşkil etmektedir. Bilinçli devalüasyon
karşılıklı olarak devamlı gerçekleştirebilmekte ve bu durum sonu olmayan bir kısır
döngüye sebep olabilmektedir. Sonuç olarak devalüasyon politikası faydasız hale
gelmekte ve ülkenin küresel sistemdeki güvenilirliği de zarar görebilmektedir. Buna
ek olarak, dünya ekonomik sisteminde öngörülemeyen dengesizliklere yol açarak
krizin daha da derinleşmesine sebep olabilmektedir.
Son yıllarda, özellikle Japonya’nın parasal genişleme doğrultusunda yürüttüğü mali
politikalarla Japon para birimi olan Yen’in değerini düşürdüğü ve bu sayede
deflasyonu kontrol altına almaya çalıştığı gözlenmektedir. Bu kapsamda Japon yeni
dolar karşısında son altı yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Japonya Merkez
Bankası’nın yürütmekte olduğu politikalar AB, Rusya ve Brezilya gibi önemli
ekonomik aktörler başta olmak üzere birçok uluslararası kurum tarafından
eleştirilmektedir.
Benzer politikalar uzun zamandır ihracat yoluyla büyüme politikası izleyen Çin
tarafından da sıkça kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkeler tarafından birçok defa şikayet
edilen Çin’in bu politikası gelişmekte olan ülkelerde rekabet eşitsizliği
yaratmaktadır.
Avrupa’da duruma bakıldığında ise,
Avrupa’nın 2008 krizinden beri
ekonomik durgunluktan çıkamadığı,
çok düşük bir oranla büyüme
sergilediği ve çok yüksek işsizlik
oranına sahip olduğu açıktır. Buna ek
olarak Euro Bölgesi’nde %0,3 oranına
düşen enflasyonun yükseltilmesi için
euro kurunun değer kaybetmesi
gerektiği Avrupa Merkez Bankası
tarafından savunulmaktadır.
Bu durumda, euronun devalüe edilmesi Almanya’nın tarihsel olarak katı enflasyon
prensipleri Avrupa Birliği Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin önünde en
büyük engeldir.
12
Fransa ise, tarihsel olarak para birimini temel bir ekonomik politika olarak
kullanmaktadır. 2008 yılında başlayan krizin etkilerinden de kurtulabilmek adına
euro devalüasyonunu doğru yol olarak görmektedir. Anlaşıldığı üzere AB’nin
kurucu üyeleri arasında bu konuda bir anlaşmazlık bulunmaktadır.
Sadece bu anlaşmazlıklar bile euronun dolar karşısında değer kaybetmesine ve
beklentilerin daha da düşüşe geçmesine neden olmuştur.
Küresel krizin başladığı ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de bir süredir
devam etmekte olan gevşek para politikası sayesinde doların değerini belli bir
sınırda tutmakta olduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak, küresel ekonomide yeniden bir kur savaşı başlamasının son derece
olası olduğu açıktır. Fakat bu sefer büyüme ve istihdam yaratmaktan çok
devalüasyon politikalarının deflasyon karşıtı olarak yürütüldüğü kabul
edilmektedir.
IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlar da yürütülen politikalar
konusunda uyarılarda bulunsa da ülkelerin para politikalarına müdahale
edilememektedir. Bu kapsamda önümüzdeki dönemlerde kur savaşları hakkında
yaşanacak gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin tutumuna bağlı olarak değişecektir.
2. Savaşların Nedeni ve Küresel Büyümenin Motoru: Enerji
Yirmi birinci yüzyılda “enerji” kavramının yüzyılın kilit kavramlarından biri olduğu
aşikardır. Devletlerin gelişmişlik düzeyine yönelik en önemli kriterlerden biri
enerjidir. Eğer bir devlet, kendi içinde, kendine yetebilecek düzeyde enerji
üretebiliyorsa, gelişmiş ülke statüsüne sahip demektir.
Ülkelerin büyümesinde en önemli etken hiç şüphesiz enerjidir. Uluslararası Enerji
Ajansı, özellikle 2050 yılına kadar doğalgaz ve petrolün toplam üretim içindeki
payının % 50’lerde olacağını belirtmiştir.
McKinsey Küresel Enstitüsü, günümüzden 2020 yılına dek gelişmiş ülkelerin
talebinin dünya enerji talebinin neredeyse %80’ini oluşturacağını, bu talebin
%32’sinin Çin’den, %10’ununsa Orta Doğu’dan kaynaklanacağını öngörmektedir.
Massachusetts Institute of Technology’nin yaptığı bir araştırma, dünya çapında
enerji talebinin 2050 yılına kadar günümüzdekinin üç katına çıkabileceğini tahmin
etmektedir.
Enerji talebinin gün geçtikçe artacağına dikkat çeken araştırmalar sonucunda da
enerji kaynaklarının önemi gün geçtikçe artmakta, bu durum da zaman zaman
çatışmaların yaşanmasına yol açmaktadır.
13
Dünya enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümü Rusya, Ortadoğu, Türki
Cumhuriyetleri, İran ve Arap yarımadasında bulunmaktadır. Enerji kaynakları
açısından oldukça zengin olan bu bölgelerde, çatışmalar da bir türlü eksik
olmamaktadır.
Sadece Türkiye’nin bulunduğu bölgede yer alan komşularındaki kaynaklar dünya
kaynaklarının yaklaşık % 65’ini, Batı’daki ülkeler ise % 65 tüketim noktasını
oluşturmaktadır.
Bütün bu coğrafyanın siyasi tarihine bakıldığında enerjinin savaşın gerekçesi olduğu
görülmektedir. Yaşanan çatışma ve savaşların başlıca nedenleri arasında, enerji
kaynaklarına sahip olma mücadelesi ilk sırada yer almaktadır.
Enerji kaynaklarına sahip olan ülkeler, petrol ve doğalgaz üretimine yönelmektedir.
Bu kaynaklara sahip olmayan ülkeler ise, enerji açısından zengin olan ülkelerden
hatlar aracılığıyla bu kaynakları almakta, ancak zaman zaman devletler arasında
yaşanan gerginlikler, “vana”ların kapanması ihtimalini ortaya çıkarmakta, bu durum
da enerji arz güvenliği tehlike sinyalleri vermeye başlamaktadır.
Enerji kaynakları açısından zengin olan bölgeler ile üzerinde hakimiyet kurmak
isteyen güçler birbirleriyle yarışmakta, bölgesel ve küresel aktörler ise bu
bölgelerdeki
enerji
kaynaklarından
kendi
insiyatifleri
doğrultusunda
yararlanabilmek, hatta enerji ihtiyacı olan bölgelere enerji aktarmak için enerji
merkezli yeni vizyonlar geliştirmektedir.
Süreç detaylı olarak incelendiğinde; Ortadoğu ve Kafkasya bölgeleri başta olmak
üzere istikrarsızlığın tetiklendiği görülmektedir.
Tarihsel olarak incelediğimizde; oldukça önemli bir enerji kaynağı olan petrole
ilişkin ilk krizin, 1973-74 yıllarında meydana geldiği görülmektedir.
14
1973 Arap-İsrail Savaşı, petrol üreten birkaç Arap ülkesinin ABD ve İsrail ile ittifak
yapan ülkelere petrol sevkiyatını durdurmasına neden olmuştur. Bu dönemde
benzin fiyatları dört katına çıkmıştır.
1979-80 yıllarında ise ikinci petrol krizinin yaşandığı görülmektedir. İran
Devrimi’nin bir sonucu olarak bu dönemde İran’dan ABD’ye petrol sevkiyatı
durmuş, OPEC’in fiyatlarını iki katına çıkarması ile de kriz işin içinden çıkılmaz bir
hale gelmiştir.
Üçüncü petrol krizi ise 1990-91 yıllarında meydana gelmiştir. Irak’ın, Kuveyt’i işgal
ve Suudi Arabistan’ı tehdit etmesini takiben Irak’ın Orta Doğu’daki egemen güç
olmasını önlemek ve bölge petrollerinin üretimi ve fiyatlandırmasını etkilemek için
ABD’nin öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmış, tüm bu
gelişmeler yaşanırken de petrol fiyatı, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden hemen sonra aşırı
miktarda artmıştır.
Ancak enerjinin barışın gerekçesi ve refah seviyesinin yükseltilmesi için bir araç
olarak kullanılması gerekmektedir.
Günümüzde, Avrupa ülkelerinde kömür hariç petrol ve doğalgaz gibi, sanayinin
temelini oluşturan enerji kaynakları bulunmamaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin
stratejik önemi ortaya çıkmaktadır. Türkiye, zengin doğal kaynaklara sahip
Ortadoğu, Orta Asya, Hazar Bölgesi, Rusya Federasyonu ile enerji ithalat
gereksinimi hızla artan Avrupa başta olmak üzere birçok ülke arasında bir köprü
durumundadır. Bu durum Türkiye’nin enerji politikasının doğu ile batı, kuzey ile
güney arasında enerji koridorunu pekiştirmek yönünde şekillenmesine yol
açmaktadır. Petrol ve doğalgazın üretici ülkelerden tüketici ülkelere taşınması
konusu hayati öneme sahip bir konudur.
Sahip olduğu stratejik konum nedeniyle Türkiye, çok sayıda anlaşmanın yanısıra
krizlerin ve çatışmaların da merkezinde bulunan bir ülkedir. Türkiye enerji zengini
ülkelerden taşınacak enerjinin geçiş bölgesidir. Doğu ile batıyı birleştiren bir konuma
sahiptir. Tüm bu nedenlerden dolayı var olan potansiyelinin iyi değerlendirilmesi
Türkiye’nin bölgesel bir lider olma yolunda önünü açabilecek ve kilit ülke
durumunda olması nedeniyle bölgesel dengelerde aktif bir belirleyici olarak
karşımıza çıkacaktır.
Türkiye’nin basit bir transit ülke olması anlayışı bir kenara bırakılmalı, doğalgaz ve
petrol taşıma ve ticaret merkezi olması anlayışına ulaşılmalıdır. Ayrıca, ithal edilen
enerji kaynağı yerine öncelikle yerli kaynakların kullanımına önem verilmelidir.
Enerji arz güvenliği açısından; enerji kaynak ve güzergahlarının çeşitlendirilmesi
gerekmekte, enerji kaynağı satın alınan ülkelerin sayısı arttırılmalıdır. Ülke
çeşitliliğine gidilmesi, daha bağımsız bir ithalat yapısının oluşmasına yol
açabilecektir.
15
Enerji ile ilgili önemli tehdit “iklim değişikliği”dir. Yenilenemeyen enerji
kaynaklarının kullanımı bu tehdidi arttırmakta, iklim değişikliğine bağlı olarak
çatışma ve istikrarsızlığa yol açan kuraklık, açlık, salgın hastalık ve kitlesel göçler
yaşanmaktadır. Fosil kaynaklara sahip olmayan ve dışa bağımlı durumda bulunan
sanayileşmiş ülkelerde yenilenebilir enerji kaynakları öne çıkmaktadır.
Önümüzdeki süreçte Avrupa Birliği başta olmak üzere dünyanın önde gelen
ülkelerinin enerji ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü yenilenebilir enerji
kaynaklarından karşılaması hedeflenmektedir.
Avrupa Birliği tarafından ortaya konulan Avrupa 2020 Stratejisi kapsamında; akıllı,
sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedefi çerçevesinde yenilenebilir enerjiye
yönelik olarak; 2020 yılına kadar sera gazı salımının 1990 yılına kıyasla en az %20,
şartlar elverişli ise %30 oranında azaltılması, AB’nin enerji tüketiminde yenilenebilir
enerjinin payının %20’ye yükseltilmesi ve %20 oranında enerji verimliliği sağlanması
hedeflenmektedir. 20-20-20 Stratejisi diye de bilinen bu hedef kapsamında AB, “yeşil
ekonomi”ye doğru yolunu çizmekte, içinde bulunduğu küresel krizden de bu şekilde
çıkabileceğine inanmaktadır. Böyle bir ortamda çevre dostu ve yenilenebilir
kaynaklara yatırım yapılması, dünyanın enerji politikalarında yaşanan trendler göz
önünde tutulduğunda önemli olup ekonomik büyüme için de önemli bir anahtar
durumundadır.
3. Türkiye’nin Orta Gelirli Ülke Olmaktan Çıkma ve Zenginleşme
Umudu
2014 yılı dünya ve ülkemiz ekonomisi açısından zor bir yıl olmuştur. ABD
ekonomisindeki büyüme sinyalleri dünya ekonomisinin toparlanmasına
yetmemiştir.
Avrupa ve Uzakdoğu başta olmak üzere dünyanın geri kalanındaki zayıf, hatta
negatif büyüme bu toparlanma sürecine yeterince destek verememiştir.
Ülkemize baktığımızda ise; 12 yıllık kesintisiz büyüme ile Türkiye ekonomisi belli bir
noktaya gelmiştir. Ancak, kişi başına gelirde 10 bin $ seviyelerinden daha öteye
geçilememiştir.
İktisatçıların “orta gelir tuzağı” olarak tabir ettikleri
bu durumdan kurtulmak, 2 trilyon $’lık GSYH
hedefine erişebilmek adına çok daha fazla çalışmaya
ihtiyaç bulunmaktadır.
Bunun için cari açık, işsizlik sorunlarını en aza
indirmenin yanısıra ihracatta orta ve ileri teknoloji
içeren ürünlere geçememe gibi ekonomimizin
yapısal sorunlarının tek tek ortadan kaldırılması
gerekmektedir.
16
Bunun için Türk iş dünyasının dünyadaki rakipleri ile rekabet edebilmesi için benzer
iş ve yatırım ortamının sağlanması ve eşit şartlarda mücadele edebilmesi
gerekmektedir.
Bu dengesiz rekabet koşullarında bile, iş insanlarımız dünyanın dört bir yanına
ihracat yapmakta, ülkemizin kalkınmasına ve refah seviyesinin artışına katkı
koymaktadır.
3.1. Türkiye Ekonomisi Yapısal Dönüşüm Yolunda
Türkiye’nin, 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi içerisinde yer alması,
GSYH’nın 2 trilyon dolara, kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın
500 milyar dolara çıkarılması hedefi doğrultusunda ekonomimizin önemli değişim
ve dönüşümleri tamamlaması büyük önem taşımaktadır.
Bu kapsamda, ülkemiz ekonomisinin rotasının belirlenmesine yönelik hedef ve
politikaların belirlenmesi amacıyla 62. Cumhuriyet Hükümeti tarafından kalkınma
planları ve orta vadeli programları oluşturulmaktadır.
Plan ve programlar ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma
belirlenmesinde yol haritası olarak önemli görevleri üstlenmektedir.
sürecinin
Küresel ekonominin geleceğine ilişkin risklerin ve belirsizliklerin devam ettiği,
dünya ekonomisinde değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir ortamda ülkemizin
sosyo-ekonomik yapısında köklü değişikliklerin yapılması için çalışmalara hız
vermesi gerekmektedir.
3.1.1. Ar-ge ve İnovasyonla Katma Değeri Yüksek Ürünler
Üretim yapımızın yüksek katma değerli ve
teknoloji yoğun bir yapıya ulaşması için
yapısal
bir
dönüşüme
ihtiyacı
bulunmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, Ar-Ge’ye ayrılan
kaynakların
arttırılması
son
derece
önemlidir.
Ar-ge merkezi, ar-ge personeli, ar-ge harcamaları ve teknoloji geliştirme bölgelerinin
sayısının arttırılması oldukça önem taşımaktadır.
Özellikle son 10 yılda Türkiye olarak düşük teknoloji yoğunluklu üretimden orta
yoğunluğa ulaşılmıştır. Ancak bu yeterli değildir.
Türkiye’nin daha fazla üretmenin yanısıra daha nitelikli ve yüksek katma değerli,
ileri teknolojili ürünler üreten bir ülke haline gelmesi gerekmektedir.
17
Katma değeri arttıracak olan ar-ge, teknoloji, markalaşma ve tasarım gibi alanlara
odaklanılmalıdır.
İhracata en yüksek katma değeri sağlayan sektörler seçilmeli ve söz konusu
sektörlerin tasarım, Ar-Ge ve inovasyonu kullanma kapasiteleri ölçülmelidir.
3.1.2. Rekabetçi Üretim Yapısı
Küresel ekonomide son yıllarda yaşanan hızlı gelişmeler ve rekabet gücünün artması
ile birlikte bilim, teknoloji ve yenilik yapma yeteneği ve rekabet üstünlüğü,
sürdürülebilir sosyoekonomik gelişmenin en önemli unsurlarından biri haline
gelmiştir.
Rekabet gücü yüksek bir üretim gücüne sahip olunması makroekonomik dengeler
açısından da artan cari açığı uzun vadede çözmenin en önemli yollarından birisi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
62. Hükümet Programı’nda da yer aldığı şekliyle; özel sektör öncülüğünde Ar-Ge’ye
ağırlık verilmesi, ihracata dayalı rekabetçi üretim yapısına geçilmesi, ihracatta
yüksek teknolojinin payını artıracak yatırımların desteklenmesi son derece önem
taşımaktadır. Verimlilik artışı ve sanayileşme sürecinin güçlendirilmesi bu stratejinin
temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Onuncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) da, orta-uzun vadede büyüme hedeflerine
ulaşarak gelişmiş ülkelerin gelir seviyelerine daha hızlı yaklaşılması, diğer bir
ifadeyle orta gelir tuzağına yakalanmadan gerekli dönüşümün gerçekleştirilmesinin
bu yolla gerçekleşeceği ifade edilmektedir.
Uluslararası pazarlarda rekabetçi olabilmek için; esnek, hızlı, yenilikçi ve ihtiyaca
uygun çözümleri, uygun maliyetle sunabilmek gerekmektedir.
Müşteri ilişkilerini iyi yönetmek,
müşteri ihtiyaçlarına uygun olarak
siparişi gerçekleştirmek pazarda
kalıcı olmanın ana koşullarından
birisi haline gelmiştir.
Türk
firmalarının
Türkiye’de
çalışmak isteyen, Ar-Ge süreçlerinde
aktif rol oynayan genç ve idealist
mühendislere ülkemizde çalışmak
için
fırsat
oluşturması
gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle
beyin göçüne engel olunmalıdır.
18
3.1.3. Yurtiçi Tasarrufların Arttırılması
Yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme ve bunun sağlıklı finansmanı açısından özel
tasarruflar hayati öneme sahiptir. Özel tasarrufların yetersiz olması ve bunun
sonucunda özel sabit sermaye yatırımlarının zayıf performansı büyüme potansiyelini
aşağı çekmektedir.
Kısıtlı olan yurt içi tasarruflarımızın ekonomi için üretken alanlarda kullanılması
üretim potansiyelimiz açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu nedenle, yurt içi tasarrufların arttırılması, mevcut kaynakların üretken yatırımlara
yönlendirilmesi, ekonominin üretim kapasitesinin ve teknoloji seviyesinin
yükseltilmesi, verimlilik düzeyinin ve ihracatın büyümeye katkısının artırılması için
gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Orta Vadeli Program (2015-2017)’da; 2013 yılında % 9,9’a kadar gerileyen özel kesim
tasarruf oranının, özel tüketimdeki yavaşlama nedeniyle, 2014 yılında 1,8 puan
yükselmesi beklenmektedir.
Kamu kesimi tasarruf oranının ise, 2014 yılında kamu harcanabilir gelirindeki reel
artışın büyüme hızının altında kalmasının etkisiyle, 0,2 puan gerilemesi
öngörülmektedir.
Böylece, toplam yurt içi tasarruf oranının bir önceki yıla göre 1,5 puan artarak 2014
yılında % 14,9 olacağı tahmin edilmektedir.
OVP döneminde yurt içi tasarrufları artırmaya ve ekonominin üretim yapısının
ithalata olan yüksek bağımlılığını azaltmaya yönelik politika önceliklerinin
katkısıyla, büyümede öngörülen artışa rağmen, 2015 yılında % 5,4 olarak
gerçekleşmesi beklenen cari işlemler açığının GSYH’ya oranının dönem sonunda %
5,2’ye inmesi hedeflenmektedir.
Hem kamu hem de özel kesimde israfı
azaltmaya
ve
tasarruf
bilincinin
arttırılmasına
yönelik
politikalar
uygulanmalıdır.
Yurt içi tasarrufların arttırılması amacıyla,
lüks tüketim mallarının tüketimini caydırıcı
vergilendirme uygulamalarına gidilmelidir.
Yurtiçi tasarrufların arttırılmasında en
öncelikli araç, Bireysel Emeklilik Sistemi’dir.
19
Bireysel emeklilik sistemi hızla büyümeye ve fon oluşturmaya devam etmektedir.
2013 yılında uygulamaya konulan % 25 oranında doğrudan devlet katkısı, sistem
açısından bir dönüm noktası oluşturmuş ve gelişimini önemli ölçüde hızlandırmıştır.
Sistemdeki katılımcı sayısı yıl içinde % 33 oranında artarak 4,2 milyon kişiye
yaklaşmıştır.
2013 sonu itibariyle mevcut katılımcılar tarafından ödenen katkı payı tutarı (devlet
katkısı dahil) 23 milyar TL’ye, sistemde biriken fonların değeri ise 26,3 milyar TL’ye
ulaşmıştır. Bu rakamlar bireysel emeklilik sisteminde biriken fon tutarının bir önceki
yıl sonuna kıyasla % 30 oranında arttığını göstermektedir.
3.1.4. Nitelikli İnsangücü
Küresel düzeyde nitelikli işgücünün önemi giderek artmaktadır. Ülkelerin üretim
süreçlerinde yeni teknolojileri kullanmaya başlaması ile birlikte çalışacak kişilerin
eğitim düzeylerinin yükselmesi önem taşımaya başlamıştır.
Eğitim düzeyinin ve işgücünün niteliğinin yükselmesi, ülkelerin ve bireylerin
ekonomik gelişmişliğini etkilemektedir.
Genç bir nüfusa sahip ülkemizde insan
kaynağı niteliğimizin geliştirilmesi
önümüzdeki dönem için önemli bir
fırsattır.
Bu fırsatı değerlendirerek eğitim
kalitesinin
ve
işgücü
niteliğinin
artırılması, büyüme ve gelişme hızımıza
ivme kazandıracaktır.
Türkiye, bölgesinde önemli bir ekonomik figür olması nedeniyle nitelikli
insangücünü çekme potansiyeline sahiptir.
3.1.5. Yerli Ürün Kullanımı
Tasarruf ve rekabet ilkelerine uygun hareket edilmesi kaydıyla, ülkemiz
ihtiyaçlarının yerli ürünlerden karşılanması ekonomimiz açısından büyük önem
taşımaktadır.
Cep telefonundan arabaya kadar her ürün bazında yerli malı kullanımının
özendirilmesi, ülke içinde yerli üretimin teşvik edilmesi ve kullanımının cazip hale
getirilmesi hem ekonomimizin dışa bağımlılığı azaltacak hem de kronik bir sorun
haline gelen yüksek cari açık ve yüksek işsizlik oranlarını azaltmamamıza katkı
sağlayacaktır.
20
Yatırım teşvik sisteminde de yerli malı kullanımını arttıracak desteklere daha fazla
yer verilmesi gerekmektedir.
Yerli malı üretimine örnek verecek olursak, İzmir'de çok etkin ve güçlü bir otomotiv
sektörü bulunmaktadır. Yerli otomobili yapabilecek birikim ve yan sanayi
mevcuttur.
Bu nedenle insanlarımızın kafasındaki ‘yabancı malı kalitelidir’ imajının yıkılması
için çalışmalar başlatılmalıdır.
İthal edilen ve satılan mallar eğer Türkiye’de üretebiliyorsa üretmenin önü
açılmalıdır.
Türkiye sanayisi, fasonculuğu olabildiğince en aza indirmelidir.
Hükümetin bu konuda bir algı çalışması yapmasında fayda bulunmaktadır.
3.1.6. İş ve Yatırım Ortamının İyileştirilmesi
Özel sektör firmalarınca verilen yatırım kararları bir ülkenin gelişme sürecinin en
önemli yapı taşlarından birisidir. Yapılan yeni yatırımlar sayesinde yeni istihdam
olanakları ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle yapılan yatırımlar o ülkenin
vatandaşları için iş ve aş olanağı sunmaktadır.
Özel sektör yatırımlarının toplumlara sağlamış olduğu bu katkılar o ülkedeki yatırım
ortamı tarafından şekillenmektedir. Bir ülkedeki yatırım ortamını şekillendiren
koşullar firmaların daha üretken, istihdam yaratıcı ve büyümeyi teşvik edici yatırım
kararları almalarında etkili olmaktadır.
Mülkiyet haklarının güvenliği, altyapı
hizmetlerinin sağlıklı olması, mali ve
işgücü piyasalarının işleyişi, yolsuzlukla
mücadele gibi unsurlar bir ülkeye
yapılacak yatırım kararını doğrudan
etkileyen unsurlar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu nedenle bu
alanlara yönelik
politikaların gözden geçirilmesi ve gerekli
iyileştirme
çalışmalarının
yapılması
ülkemize yapılacak yatırım kararına
olumlu yansıyacak ve yatırım düzeyinde
artış yaşanmasını sağlayacak, büyüme ve
refah artışına katkıda bulunabilecektir.
21
İş ve yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik yapılacak düzenlemeler, Türkiye’nin
ekonomik büyümesinde sıçrama yapması için gerekli ihracatı destekleyecek ve ArGe gibi katma değerli alanlarda Türkiye’yi bölgesel merkeze dönüştürecek
uluslararası doğrudan yatırımların çekilmesini sağlayacaktır.
3.1.7. Öncelikli Dönüşüm Programlarının Reel Sektöre Yönelik
Düzenlemeleri
62’nci Hükümet Programı'nın “Öncelikli Dönüşüm Programları” 3 ayrı kategoride
değerlendirilmiştir. Açıklanan ilk 9 madde ağırlıklı olarak reel sektör alanında, daha
sonra açıklanacak 8 dönüşüm programı makro ekonomik konularda, son 8 dönüşüm
programı ise insan odaklı insani kalkınma ve sosyal boyutlu alanlar ile ilgilidir.
Reel ekonomiyle ilgili olan 9 dönüşüm programı;
İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması Programı,
Öncelikli Teknoloji Alanlarında Ticarileştirme Programı
Kamu Alımları Yoluyla Teknoloji Geliştirme Programı,
Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı,
Enerji Verimliliğinin Geliştirilmesi Programı,
Tarımda Su Kullanımının Etkinleştirilmesi Programı,
Sağlık Endüstrilerinde Yapısal Dönüşüm Programı,
Sağlık Turizminin Geliştirilmesi Programı,
Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm Programı
şeklindedir.
Ekonomideki yapısal dönüşümün ilk ayağının sona ereceği 2018 yılı sonunda;
GSYH’nin 1,3 trilyon dolara ulaşması,
Cari açık/GSYH oranının % 5,2’ye gerilemesi,
İşsizlik oranının % 7 olmasının
öngörüldüğü belirtilmiştir.
Mevcut büyüme dinamikleri içinde hedeflenen GSYH büyüklüğüne ulaşılması zor
görünmektedir.
Ekonomide yapısal dönüşümün 5 ana prensip etrafında yoğunlaştığı belirtilmiştir.
Bu 5 ana prensip:
Siyasi istikrarın ve ekonomik güvenilirliğin sürdürülmesi.
İnsan odaklı kalkınma, nitelikli insan kaynağına dönüşüm,
Üretim teknolojisindeki gelişime uyum sağlanması, ar-ge, inovasyon
yatırımlarına ağırlık veren programların hazırlanması,
22
Bütüncül ekonomik anlayışının geliştirilmesi,
Ekonomimizin küresel ekonomiyle entegrasyonunun sağlanması
olarak sıralanmıştır.
Siyasi istikrar-ekonomik istikrar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bütçe disiplinin
varlığı, finans sektörünün sağlamlığı reel sektörün verimliliğini artıran bir unsur
olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Yapısal Dönüşüm Programı”nın açıklanan ilk 9 maddesi değerlendirildiğinde; 20142018 On Yıllık Kalkınma Planı ve 2015-2018 Orta Vadeli planın bir devamı
niteliğinde olduğu görülmektedir.
Program önümüzdeki 4 yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin sorunlarına yönelik
çözüm önerileri içermektedir. Açıklanan çözüm önerileri bilinen ancak şimdiye
kadar fazla uygulama imkanı bulunmamış olan önerilerden oluşmaktadır.
Sn. Davutoğlu; açıkladıkları ve açıklayacakları eylem planlarının temenni dokümanı
olmadığını ve icraata geçeceğini açıklamıştır.
Büyümenin zayıfladığı ve enflasyonun yeniden artış trendine girdiği bir ortamda;
özellikle de yerli üretim ve yerli teknoloji kullanımının desteklenmesi, tüketimle
değil yatırımla büyümeyi destekleyici projelerin uygulamaya geçmesi son derece
önemlidir.
İthalatı azaltıcı ve yerli üretimi arttırıcı çalışmalar; ülkemizin yumuşak karnı olan
cari açığın azaltılması bağlamında da önemli bir adım olacaktır.
Yerli enerji üretiminin desteklenmesi ve tarımda etkin sulama yöntemlerinin
benimsenmesi yönünde çalışmalar yapılacak olması önemlidir.
Programın açıklanan ilk 9 maddesi büyümenin temel dinamiği olan;
İç gönüllü tasarruf reformunu ve
Dış tasarrufların borç verme yerine Türkiye'ye doğrudan yabancı sermaye
olarak daha fazla gelmesinin teşvik edilmesini
içermemesi nedeniyle bir yanı eksik kalmıştır.
Sonuç olarak; açıklanan öneri ve eylem planları yeni olmamakla birlikte oldukça
önemli konuları içermektedir. Ancak, Hükümetin bu eylem planlarını
sahipleneceğini ve uygulayacağını deklare etmesi önemlidir.
Ekonomimizin yapısal dönüşümünün bir bütün olarak başarıya ulaşması için
açıklanan eylem planlarının birbiri ile koordineli olarak ve küresel konjonktüre göre
revizyonunun da yapılarak hayata geçirilmesi gerekmektedir.
23
3.2. “Discover The Potential” Yeni Türkiye Markası Etrafında Bir
Olmak
Bir ürünü ürün yapan en önemli etmen marka ve logodur. Ürünün sloganı ve logosu
ne kadar etkileyici olursa, ürünün akılda kalması, pazar payının büyümesi,
sürekliliği de o kadar kuvvetli olur.
Marka; üreticilere, taklitlere karşı yasal olarak korunma sağlarken; tüketiciye de
prestij sağlama, koruma, satış garantileri, bakım olanakları gibi konularda faydalı
olmaktadır.
Markanın imajı; ürün satışlarında, tüketicinin
markayı nasıl algıladığı ve zihninde nerede
konumlandırdığı üzerinde önemli bir etkiye
sahiptir, bu sebeple, marka stratejilerinin
oluşturulması ayrı bir önem kazanmaktadır.
Bu kapsamda, yurtdışında “Türk Malı” algısını
yükseltmek amacıyla Ekonomi Bakanlığı ve
Türkiye
İhracatçılar
Meclisi'nin
(TİM)
koordinasyonu ile başlatılan “Türkiye Markası”
çalışmaları kapsamında tasarlanan yeni slogan
"Turkey Discover the potential” olmuştur.
Hedef; yeni bir marka yaratmak değil, zaten marka olan Türkiye’nin kendisi
olmuştur. “Discover the potential” sloganıyla tüm dünyaya ülkemizi ve ülkemizdeki
zenginlikleri keşfetme çağrısı yapılması amaçlanmaktadır.
Hazırlanan logoda, Türklerin tarihte kilim, halı, el sanatları, mimari gibi alanlarda
kullandıkları kültürel motiflerden esinlenilmiştir. Logoyu oluşturan 8 motif;
yükselişi, sinerjiyi, dünyayı, buluşmayı, doğu ve batıyı, inovasyonu, birlikteliği ve
harmoniyi simgelemektedir.
Artık ülkemizde üretilen ürünlerin tümünde “Made in Turkey” yerine "Turkey
Discover the potential” ifadesi yer alacaktır ve ülkemizin uluslararası tanıtımında
büyük katkı koyacağı düşünülen logo tüm ihraç mallarımızda kullanılacaktır.
Bu yeni slogan, 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat hedefi ve ihracat odaklı
büyüme stratejisi çerçevesinde atılan önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir.
3.3. Hayalden Gerçeğe: Yerli Otomobil Projesi
Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan taşımacılıkta atın kullanımı, içten yanmalı
motorlu otomobillerin kullanılmaya başlanması sayesinde, yüzyıldan kısa bir süre
içerisinde son bulmuştur.
24
Ülkemizde ise otomotiv sektörü 1950’li yıllarda başlamış, 1960’lı yılların ortalarına
gelindiğinde üretim hız kazanmıştır.
Günümüzde ülkemiz otomotiv sektöründe farklı segmentlerde üretim yapan pek çok
firma bulunmaktadır. Ülkemiz otomotiv yan sanayi de otomotiv sanayindeki
gelişmeler çerçevesinde zamanla hızla gelişmiştir. Geniş ürün yelpazesinde ve
yüksek standartlarda üretim yapan otomotiv yan sanayimiz, otomotiv sanayine
parça sağlamakta ve pek çok ülkeye de ihracat yapmaktadır.
Güçlü endüstrilerin kendi markalarını yaratmasının olağan olduğu göz önünde
bulundurulduğunda; Türk otomotiv sektörü için yerli otomobil projesinin hayat
bulması an meselesidir.
Bu nedenledir ki son dönemde yerli
otomobil projesi gerek medya gerekse
özel
sektörde
sıklıkla
gündeme
gelmektedir.
Yerli
otomobil
projesine
önem
verilmesinin temel nedeni otomotiv
sektörünün teknolojik ve ekonomik
gelişmelerin devamlılığı için önemli bir
unsur olarak görülmesidir.
Çünkü, bir motorlu taşıt aracı, niteliği, malzeme yapısı, prosesi, teknolojisi ve üretim
yeri farklı olan 5.000 dolayında parça grubunun, bir araya getirilmesi ile ortaya
çıkmaktadır.
Bu nedenle otomotiv sanayi, demir-çelik, petro-kimya, lastik/plastik dokuma, cam,
boya, elektrik ve elektronik gibi sanayi dallarının başlıca alıcısı konumundadır.
Bunun yanında, turizm, altyapı ve inşaat ile ulaştırma ve tarım sektörlerinin ihtiyaç
duyduğu her çeşit motorlu araç da sektörün ürünleri ile sağlanmaktadır.
Aynı zamanda sektör, ham madde ve yan sanayi ile otomotiv ürünlerinin tüketiciye
ulaşmasının sağlanması aşamasında, pazarlama, bayi, servis ve bakım, yedek parça
satış, akaryakıt, finans ve sigortacılık hizmetlerinde geniş iş hacmi ve istihdam
yaratmaktadır.
Sektör, savunma sanayinin gelişmesinde ve bu sanayide teknolojik düzeyin
yükselmesinde de etkilidir. Kısacası sektördeki değişimler, ekonominin tümünü
yakından etkilemektedir.
25
Sektörün üretim konusunda yıllardan beri gelen deneyimi ve dünyaca ünlü
markaların yanı sıra Çin, Hint ve Güney Kore menşeli markaların da artık Türkiye
otomotiv pazarına girmeye başlaması, yerli otomobil üretilmesi fikrinin haklı ve
uygulanabilir bir görüş olduğunu göstermektedir.
Tablo 1: Otomobil Pazarı (2010-2014 Ocak-Eylül)
2010
2011
Yerli
96.921
128.497
İthal
215.482
283.606
Toplam
312.403
412.103
İthalat (%)
69
69
Kaynak: Otomobil Sanayi Derneği
2012
103.676
275.941
379.617
73
2013
99.279
353.075
425.354
78
2014
94.199
272.569
366.768
74
Ancak yukarıda yer alan tablo iç pazarda
ithal araçların daha çok satın alındığını
göstermektedir. Örneğin 2014 yılında ilk
dokuz ay içerisinde satın alınan otomobillerin
%74’ü ithaldir.
Tüketiciler,
marka,
kalite,
fiyat,
bulunabilirlik, servis, garanti, satış sonrası
hizmetler gibi faktörleri göz önünde
bulundurarak otomobilde hangi ürünü satın
alacaklarına karar vermektedirler.
Yerli otomobil satın alan tüketiciler,
Alım satım kolaylığı,
Yedek parça ve servis imkanları,
Milli ekonomiye katkı,
Servis hizmetlerinin ve yedek parçanın ucuzluğu,
Bakım onarım süresinin kısalığı,
İthal araçları satın alanların kısa sürede yedek parça ve servis nedeniyle sorun
yaşayacağına inanılması,
Mali imkanlarının ithal oto alımına yeterli olmaması
nedeniyle yerli otomobil tercih etmektedirler.
İthal otomobil satın alanlar ise;
Aracın sağlamlık, dayanıklılık, kalite, güçlü motor, konfor, sessiz olma, üstün
teknik özellikler güvenlik gibi fiziksel üstünlükleri,
Fiyatın ve ödeme şartlarının uygunluğu,
Yakıt sarfiyatının az oluşu,
Aracın prestij sağlaması,
Yedek parçasının rahat bulunması ve servis garantisi,
26
Aracın prim yapmasının; dolayısıyla satışının kolay olması,
Uzun yolda rahat olması ve yeni teknoloji içermesi,
Alıcının üretici firmaya olan güveni
gibi sebepler için tercihlerini bu yönde kullanmaktadırlar.
Tüketicinin tercihini yerli otomobilden yana kullanmasının sağlanması için üretim
aşamasında tüketici tercihlerinin göz önüne alınması ve tercihlere uygun üretim
yapılması son derece önemlidir.
Ayrıca yerli otomobilin rekabette ayrışabilecek farklılıklara sahip ve Türkiye’ye özgü
kaliteli bir otomobil olması da önem arz etmektedir.
Pazarlama aşamasında da yerli otomobilin ne kadar yenilikçi bir yaklaşımla
tasarlandığı, ne gibi performans özelliklerine sahip olduğu ve kullanılan teknoloji
hakkında tüketicileri aydınlatıcı bilgiler verilmesinin, tüketicinin satın alma tercihini
yerli otomobil yönünde kullanmasını sağlayacağı düşünülmektedir.
Yerli otomobil projesinin hayata geçirilmesinde otomotiv sektörü ile doğrudan ya da
dolaylı olarak ilgili tüm kamu ve özel sektör paydaşların bir araya gelerek uyum
içinde çalışması gerekmektedir.
Yerli otomobil projesindeki ana hedefimizin, daha yüksek katma değer yaratmak için
AR-GE’ye ağırlık vererek özgün tasarımlar yaratmak ve bu sayede küresel
pazarlarda sürdürülebilir rekabeti sağlamak olmalıdır.
3.4. E-Dönüşüm Sürecinde Türkiye’de E-Devlet Hizmetleri
Günümüzde “Bilgi Toplumu” olma hedefi bir çok ülkenin öncelikli hedefi haline
gelmiştir.
Bilgi toplumunu yapılandıran temel
yapı bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi
insan zihninde depolanır ve insan
zihninin kullanımıyla üretilir. Bilgi
toplumu tanımlarına bakıldığında
teknolojinin
öncelikle
“düşünce”
olduğu görülmektedir.
Düşünce, dolayısıyla teknoloji insan beyninin bir ürünüdür, bilimsel bilginin doğa ve
yaşama uygulanabilir olanı, yani uygulamalı bilimsel bilgi; teknolojidir. Bilimsel
bilginin doğaya uyarlanmasına belli araç ve gereçler yalnızca aracılık ederler.
Doğa ve evrene uygulanabilirliği olan yeni bilimsel bilgi, teknoloji olarak yaşamın
değişim, yönlendirme ve şekillenmesini belirler.
27
Diğer üretim faktörlerinin aksine bilgi, birikimlidir. Üretirken de, tüketirken de,
paylaşırken de çoğalır.
Ülkemizin “Bilgi Toplumu” olma hedefine ulaşması noktasında; “Bilgi Toplumu”na
giden yolun bilişimden geçtiği unutulmamalıdır.
Dünya bilgi ağının en önemli sac ayaklarından birisi olan internet; günümüzde
vazgeçilmez bir bilgi, pazarlama ve ticari araç haline gelmiştir.
İş dünyası; Yeni Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, e-fatura, e-defter, e-tebligat,
internet vergi dairesi vb. bir çok yeni mevzuat düzenlemesi ve uygulama ile internet
ve dolayısıyla bilişim dünyasına adım atmış, KEP (Kayıtlı Ekonomik Posta) vb.
uygulamalar ile bu dünyada kalıcı olarak yer almışlardır.
“Bilgi Toplumu” olma hedefine giden yolda « Bilgi Güvenliği » de giderek önem
kazanmış ve büyük veri (big data), bulut bilişim, siber güvenlik, casusluk, kişisel
verilerin korunmasi vb. unsurlar hızla gündemimize girmiştir.
“Büyük Veri” kavramı insanların internette yaptıkları aktiviteler sonucu oluşmakta;
Twitter, Facebook, Linkedin vb. gibi sosyal ağlardaki paylaşımlar ile bilgiler
artmakta ve büyük bir veriye ulaşmaktadır. Bu büyük verinin büyüklüğünün 2020
yılında 40 ZB (Zettabayt) olması beklenmektedir.
Önümüzdeki günlerde kişilerin sosyal paylaşım sitelerinde vb. de paylaştıkları
verilerin belli bir bedel karşılığı kendilerine yine geri verilebileceği düşünülmektedir.
“Bulut Bilişim” (Cloud Computing) kavramı da son yıllarda bilişim dolayısıyla
ticaret dünyasının hayatına girmiştir. Dropbox, SkyDrive, Hotmail vb. gibi
uygulamalar sayesinde tüm işler online ortamdan yürütülmektedir. Bulut bilişim
kullanımı yaygınlaştığında herhangi bir bilgisayar türevinin taşınmasına gerek
kalmayacaktır. Bütün veriler, Bulut’ta olacağı için kişinin gittiği her yere bilgileri de
onlarla birlikte gidecektir. Bulut bilişimde çok büyük bir depolama alanı vardır. Bu
depolama alanının güvenliğinin sağlanması ve Bulut’taki verilerin siber
korsanlardan korunması son derece önemlidir ve bu durum özel şirketlerin
uygulamalarının ne kadarını Bulut’a taşıyacağı için de önemli bir parametredir.
2023 yılı hedeflerimize ulaşmamız için yıllık ortalama % 8 büyüme oranı
yakalanması gerekmekte olup bu durumda bilişim sektörünün gelişmesi ve
sektörlerin bilişim ile desteklenmesi giderek önem kazanacaktır. Bu noktada; ulusal
yazılım geliştirilmesi, donanımda marka yaratılması, dijital okuryazarlığın
arttırılması, e-devlet hizmetlerinin tamamlanması, yeni iş modellerinin gelişmesi ile
gelişmiş ülkeler ile aramızdaki özellikle yazılım ve donanım üretimi konusundaki
dijital uçurumun giderilmesi çok önemli olacaktır.
28
Ülkemizde e-devlet olma sürecinde her alanda olduğu gibi vergi alanında da
elektronik uygulamalar artmış; VEDOP Projesi (Vergi Daireleri Otomasyon Projesi)
hayata geçmiştir. Bunun yanında; e-beyanname, KDV iade taleplerinin de elektronik
ortamda yapılması, İnternet Vergi Dairesi, e-borç ödeme, e-haciz, e-mükellef
hizmetleri vb. birçok yenilik gündeme girmiştir.
Bunların yanı sıra; Türkiye Ulusal Bilgi Sistemleri (KAMUNET) içerisinde yer alan;
Nüfus ve Vatandaşlık Bilgi Sistemi (MERNİS),
Adalet Bakanlığı Bilgi Sistemi,
Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBİS),
Sağlık Bilgi Sistemleri,
Eğitim Bilgi Sistemleri ve
Sosyal Güvenlik Bilgi Sistemi vb. çok sayıda uygulama da hayatımıza
girmiştir.
Odamız, Türkiye’de e-dönüşüm sürecini önüne bir yol haritası olarak koyan
kurumların başında gelmektedir. Odamız bu hedefine yürürken “Oda Üyeye
Gidiyor!” yaklaşımıyla hareket etmektedir. Teknolojiyi fırsatlar kaçmadan,
zamanında kullanabilen Odamız, E-Oda yolunda hızla ilerlemektedir. Türkiye’de
web portalı kurarak hizmetlerini dijital alana taşıyan ilk Odadır.
Odamız, web portalımız üzerinde (http://ehizmet.izto.org.tr) kurulan e-hizmet
noktası aracılığıyla, e-imza ile Oda sicil sureti ile ihale belgelerinin temini, ticaret sicil
arşivimizin sorgulanması, online aidat borç sorgulama ve ödeme hizmeti, online
değerli evrak ve hizmet satışı, fuar teşvik başvuruları ile burs başvuruları
hizmetlerini internet üzerinden verilebilmektedir.
Buna ek olarak Odamız, kamu kurumlarının ihtiyaç duyduğu üyelik bilgilerini
elektronik ortamda bu kurumlarla da paylaşmaktadır. İzmir Vergi Dairesi
Başkanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, Gümrük Müdürlüğü, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığı Veri Paylaşım Protokolü imzaladığımız kurumlardan sadece birkaçıdır.
Türkiye’de bir ilk olarak Oda sicil sureti ve Oda sicil ihale belgesini isteyen
üyelerimize e-imzalı olarak verilmektedir. Mevzuatın izin verdiği ölçüde diğer
hizmetlerimizi de ileride e-imzalı olarak vermeyi planlamaktayız.
Online Değerli Evrak ve Hizmet Satım Hizmetimiz sayesinde üyelerimiz Tır karnesi,
Euro-Med vb. değerli evrakları internet üzerinden alabilmektedir. Hatta isteyen
üyelerimiz talep ettikleri ve ücretini ödedikleri takdirde değerli evrakları kurye
aracılığıyla temin edebilmektedir. Böylelikle üyelerimizin bu işlemler için Odaya
gelmelerine gerek kalmamaktadır.
29
Üyelerimiz web portalımız üzerinden oda sicil numaraları ile aidat borçlarını güncel
olarak öğrenebilmekte ve kredi kartı ile peşin/taksitli ödeyebilmektedirler. Odamız
e-dönüşüm sürecinin nihai hedefi olarak kendine e-Oda olma amacını koymuştur ve
bu amacına büyük ölçüde ulaşmıştır.
E-dönüşüm kapsamında web portalı üzerinden yürüttüğümüz e-hizmet
çalışmalarımız 2009 ve 2012 yıllarında Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği,
Ulaştırma Bakanlığı ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun himayesinde
yapılan “Türkiye Bilişim Yıldızları Yarışması”nda Türkiye’nin Bilişim Yıldızı
seçilmemizi ve e-hizmet kategorisinde birincilik almamızı sağlamıştır.
Odamız web portalımızın yanı sıra her gün 30 bini aşkın üyemize meslekleri ve Oda
faaliyetleri ile ilgili bilgiler içeren e-bültenler göndermektedir. Yine bu sayıda
üyemize her hafta kamu ihaleleriyle ilgili bilgilendirme amaçlı e-ihale bülteni
yollamaktadır.
Çağın yeni iletişim mecrası olan mobil iletişim de yoğun olarak işlerimizde
kullanılmaktadır. Üyelerimize bilgilendirme amaçlı yolladığımız Kurumsal SMS
miktarı yıllık 500 bin adedi bulmaktadır.
Sonuç olarak tüm bu teknolojik gelişmelerin işlerimize uyarlanıyor olması, Odamız
faaliyetlerine olduğu kadar üyelerimize de büyük katma değer sağlamaktadır.
3.5. Batı Ülkelerinin Rusya’ya Ekonomik Ambargosu ve Türkiye’ye
Etkileri
Geçtiğimiz yıl Ukrayna’da yaşanan krizden dolayı Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
ve Avrupa Birliği ülkeleri (AB) Rusya’ya ekonomik içerikli yaptırımlar uygulama
kararı almıştır. Bu karara karşılık ise Rusya, AB ve ABD’den gıda ithalatını
durdurduğunu açıklamıştır. Hatta daha sonra gıda ithalatının kapsamını
genişletmiştir.
Rusya 6 Ağustos'tan bu yana
Avrupa’dan yaş meyve ve sebze,
süt ve süt ürünleri ve diğer hazır
gıda
ithalatı
yapmamaktadır.
Rusya'nın ambargosunun AB
ülkelerine 2014 için doğrudan
maliyetinin 6,4 milyar dolar
olacağı
tahmin
edilmektedir.
Rusya’nın şimdi de otomobil, ağır
ekipman ve diğer malzeme
alımlarının da Batılı ülkelerden
yapılmaması konusunda çalışma
yaptığı bilinmektedir.
30
Karşılıklı bu ambargonun Rusya’yı yeni pazar arayışı içine soktuğu biliniyor ve
Türkiye de bu potansiyel pazarlardan bir tanesi. Bu ambargo, Türk şirketleri için
büyük bir fırsat oluşturmaktadır.
Rusya 2013 yılında 6,7 milyar dolar değerinde kırmızı ve beyaz et, 6,7 milyar dolarlık
ise sebze ve meyve ithal etmiştir. Bu pazardan Türkiye’nin pay alması çok önemli.
Nitekim bu konuda adımlar atılmaktadır. Örneğin Rusya’dan Federal Bitki Koruma
ve Karantina Servisi yetkilileri, Türkiye'yi ziyaret ederek, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık, Ekonomi ve Dışişleri bakanlıklarının bürokratlarıyla bir araya gelmiştir.
Toplantıda, Türkiye'nin Rusya’ya yönelik balık, süt, hayvansal gıdalar, sebze ve
meyve ihracatını artırması için yapılması gerekenler ele alınırken, iki ülke arasında
gıda alışverişi için gerekli olan "sağlık sertifikalarının" hazırlanmasına yönelik
çalışmalar hızlandırılmıştır.
Halihazırda Rusya’ya olan sebze-meyve ihracatımız artmış, daha önceden ihraç
edilmeyen et, süt ve su ürünleri de ihraç edilmeye başlanmıştır.
Örneğin Rusya’nın ambargo kararından önce beyaz et ürünlerden sadece 50 ton
satabilen Türkiye, kararın uygulanmaya başladığı dönemde temmuz ayında
ihracatını 550 tona yükseltti. Ağustos ayında ise bu kalemdeki ihracat adeta
patlayarak 6 bin tona çıkmıştır.
Rusya’ya ihracatımızı zorlaştıran bazı hususlar mevcut olup bu sorunların çözülmesi
gerekmektedir. Rus bürokrasisi, Türkiye’den Rusya’ya yıllık 36 bin taşıma ihtiyacına
karşılık Türk araçlarına sadece 9 bin sefer taşıma yapma izni vermektedir. Mevcut
taşıma izinlerinin arttırılması gerekmektedir. Bunun dışında sertifika izinleri de
ihracatı yavaşlatan bir etkendir.
Örneğin Türkiye'nin süt ürünleri konusunda ihracata hazır 30'a yakın şirketin
listesini sunmasına rağmen Rus tarafının şimdilik sadece üç şirkete onay vermesi
dikkat çekmektedir. Bu tip sertifika sorunlarının ve bürokrasinin önüne geçilebildiği
zaman ihracatımızın daha da artması beklenmektedir.
3.6. G-20 2015 Yılında Türkiye Başkanlığına Geçecek
26 Eylül 1999 tarihinde G7 Maliye Bakanları
zirvesinde kurulan “G20”, uluslararası finansal sistem
ve finansal istikrarın arttırılmasını hedefleyen, bu
amaç doğrultusunda ülkelerin görüş alışverişi ve
işbirliği yapmak üzere dahil oldukları önemli bir
platformdur. G-20’nin önemi, 2007-2008 yıllarında
Amerika’da başlayan ve sonrasında da etkileri tüm
dünyaya yayılan küresel kriz ile birlikte daha da
artmıştır.
31
Dünyanın önde gelen sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerini bir araya getiren
G20, küresel ekonominin % 85'ini oluşturmaktadır.
Yine bu ülkeler, dünya ticaretinin % 80'ini gerçekleştiriyor ve bu ülkelerin nüfusu
dünya nüfusunun üçte ikisine denk gelmektedir.
Tablo 2: G-20 Üyeleri
Asya
Avustralya
Çin
Endonezya
Güney Kore
Hindistan
Japonya
Avrupa
Almanya
Birleşik Krallık
Fransa
İtalya
Rusya
Türkiye
Avrupa Birliği
Amerika
A.B.D
Arjantin
Brezilya
Kanada
Meksika
Ortadoğu – Afrika
Suudi Arabistan
Güney Afrika Cumhuriyeti
Tablo 3: Davetli Kuruluşlar ve Davetli Ülkeler
Uluslararası Kuruluşlar
Dünya Bankası
Uluslararası Para Fonu (IMF)
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü - OECD
Finansal İstikrar Kurulu - FSB
Davetli Ülkeler (2014)
İspanya
Senegal
Yeni Zelanda
Myanmar
Singapur
Moritanya
G20 Küresel kriz öncesinde Bakanlar,
Merkez Bankası Başkanları, Müsteşarlar ve
Merkez Bankası Başkan Yardımcıları
düzeyinde toplanırken, krizin ardından,
liderler,
Bakanlar,
Merkez
Bankası
Başkanları, Müsteşarlar, Merkez Bankası
Başkan Yardımcıları ve Şerpalar (G20
liderlerini temsil eden üst düzey resmi
yetkililer)
düzeyinde
toplanmaya
başlamıştır.
G-20 dönem başkanlığı üye ülkeler tarafından bir yıllık bir süre için üstlenilmektedir.
Sistematik sürekliliği sağlayabilmek için Üçlü Yapı (Troyka) oluşturulmuştur. Üçlü
Yapı aşağıdaki şekilde oluşmaktadır:
Bir önceki dönem başkanı
Mevcut dönem başkanı
Bir sonraki dönem başkanı
32
G-20 bünyesinde iş dünyasının, gençlerin, sivil toplumun ve çeşitli düşünce
kuruluşlarının ayrı ayrı temsil edildiği yan hatlar bulunmaktadır. B-20 (Business 20)
kapsamında özel sektör temsilcileri ticaretten finansal düzenlemelere, gıda
güvenliğinden yeşil büyümeye, istihdamdan yatırıma kadar geniş bir yelpazedeki
konulara ilişkin katkı sağlamakta ve G-20 platformunda liderlere sunulmak üzere
çeşitli öneriler geliştirmektedir. Sorunları pratikte birebir yaşayan aktörler olarak B20 temsilcilerinin sundukları öneriler, G-20’nin resmi hatları içerisinde geliştirilen
çözüm yollarının gerçekçi ve uygulanabilir olması açısından da ayrıca önem
taşımaktadır.
1 Aralık 2013 tarihinde başlayan Avustralya Dönem Başkanlığı, 1 Aralık 2014 tarihi
itibariyle ülkemize geçecek olup, 30 Kasım 2015 tarihine kadar sürecektir.
Türkiye’nin 2015 yılında devralacağı “Dönem Başkanlığı“ teknik yapılanması
aşağıdaki şema doğrultusunda oluşturulacaktır.
Yönlendirme Komitesi
G-20 Dönem Başkanlığı’na yönelik hazırlıkların yönlendirilmesi ve koordine
edilmesi amacıyla 2013/4 sayılı Başbakanlık Genelgesiyle kurulmuştur.
Komite, ekonomik konularda genel koordinasyondan sorumlu Başbakan
Yardımcısının başkanlığında; Başbakanlık Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Hazine Müsteşarı ve Merkez Bankası
Başkanı’nın katılımıyla oluşturulmuştur.
İçerik Yönetim Alt-Komitesi
G-20 Dönem Başkanlığı Yönlendirme Komitesi’nin ilk toplantısında
kurulmasına karar verilmiştir.
İçeriğe yönelik teknik araştırma ve hazırlıkları yapmak ve kurumlar arası
iletişim ile eşgüdümü sağlamakla görevlendirilmiştir.
33
İçerik Çalışma Grupları
İçerik Yönetim Alt-Komitesi, 2014 ve 2015 yılları süresince G-20 gündeminde
yer alabilecek konulara ilişkin gerekli teknik araştırma ve hazırlıkları yapmak
üzere çeşitli çalışma gruplarının oluşturulmasına yönelik bir karar almıştır.
Bu kapsamda, 2014 yılı Avustralya G-20 Dönem Başkanlığı gündeminde yer
alan konularda ilgili görev alanına sahip Bakanlık ve kurumların çeşitli
düzeylerde roller üstleneceği 11 çalışma grubunun oluşturulmasına karar
verilmiştir. [(i) Güçlü, sürdürülebilir ve dengeli büyüme çerçevesi, (ii) uluslar
arası finansal mimari, (iii) yatırım ve altyapı finansmanı, (iv) finansal
düzenlemeler reformu, (v) uluslararası vergi konuları, (vi) kalkınma, (vii)
istihdam, (viii) ticaret, (ix) enerji, (x) yolsuzlukla mücadele ve (xi) iklim
değişikliğinin finansmanı]
Tablo 4: İçerik Çalışma Grupları
ŞERPA HATTI
FİNANS HATTI
Çalışma Grubu
Güçlü,
Sürdürülebilir ve
Dengeli Büyüme
Çerçevesi
Uluslar arası
Finansal Mimari
Reformu
Yatırım ve Altyapı
Finansmanı
Finansal
Düzenlemeler
Reformu
Uluslararası Vergi
Konuları
İklim Değişikliğinin
Finansmanı
Kalkınma
İstihdam
Ticaret
Başkan / Eş Başkan
Raportör / Eş
Raportör
Hazine Müsteşarlığı, TCMB
Hazine Müsteşarlığı,
TCMB
Hazine Müsteşarlığı, TCMB
Hazine Müsteşarlığı,
TCMB
Hazine Müsteşarlığı,
Hazine Müsteşarlığı,
TCMB
TCMB
Maliye Bakanlığı
Maliye Bakanlığı
Hazine Müsteşarlığı
Hazine Müsteşarlığı
Hazine Müsteşarlığı
Kalkınma Bakanlığı
ÇSGB
Ekonomi Bakanlığı
Kalkınma Bakanlığı
ÇSGB
Ekonomi Bakanlığı
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bak.,
Dışişleri Bakanlığı
Adalet Bakanlığı
Başbakanlık Teftiş
Kurulu
Enerji
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bak.,
Dışişleri Bakanlığı
Yolsuzlukla
Mücadele
Adalet Bakanlığı
Başbakanlık Teftiş Kurulu
34
ŞERPA HATTI
FİNANS HATTI
Tablo 5: G-20 Bünyesindeki Mevcut Çalışma Grupları
Çalışma Grubu
Güçlü, Sürdürülebilir ve
Dengeli Büyüme Çerçevesi
Yatırım ve Altyapı Finansmanı
İklim Finansmanı
Kalkınma
İstihdam
Enerji Sürdürülebilirliği
Yolsuzlukla Mücadele
Eş Başkan
Hindistan
Kanada
Almanya
Meksika
Endonezya
Fransa
Brezilya
Rusya
Avustralya
Türkiye
G. Afrika
Avustralya
Türkiye
Avustralya
İtalya
Avustralya
Türkiye 2015 G-20 Dönem Başkanlığı Gündemi
Avustralya’nın Dönem Başkanlığı’nda büyümeye odaklanması nedeniyle,
büyüme vurgusu korunacak ve çok yıllı bir ana tema olarak belirlenen
Büyüme Stratejilerinde yer alan ülke taahhütlerinin uygulanmasına ve
izlenmesine odaklanılacaktır. G-20’deki diğer birçok çalışma alanı, “büyüme”
genel amacı ile irtibat içerisinde ele alınacaktır.
Birçok konu başlığında, tasarım aşaması, Türkiye dönem başkanlığında
tamamlanarak, uygulama aşamasına geçilecektir. Uygulamaların, etkili,
zamanlı ve tutarlı olması Türkiye’nin G-20’deki temel bir görevi olacaktır.
Uygulama
aşamasına
geçmiş
reformların, üye ülkeler ve özellikle
gelişmekte olan ülkeler üzerindeki
etkileri yakından takip edilecek ve
gerekirse,
düzenlemelerde
ince
ayarlamalar yapılacaktır.
Türkiye, G-20 bünyesinde ele alınan
tüm konularda en az gelişmiş ülkelere
vurgu yapacak ve EAGÜ perspektifini
G-20’ye güçlü şekilde yansıtmaya
odaklanacaktır.
35
Türkiye Odalar ve Borsalar Başkanı (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, G20'nin iş
dünyası kolu olan B20’nin dönem başkanlığını Avustralya B 20 Başkanı Richard
Goyder'den devralmıştır. Sayın Hisarcıklıoğlu'nun dönem başkanlığı sürecince
yapılacak etkinliklerle, 5 bin iş dünyası temsilcisi Türkiye'ye gelecek ve küresel
ekonominin geleceğini tartışılacaktır.
B20 sürecine olabildiğince iş dünyası liderlerinin dahil edilmesi gerekmektedir.
Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun dönem başkanlığı süresinde gerçekleştirilecek olan
çalışma alanları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
Uluslararası ticaret,
Altyapı ve yatırımlar,
Finansman,
İstihdam
Yolsuzlukla mücadele
Türkiye'nin B20'ye en önemli katkısı "KOBİ'ler ve Girişimcilik" alanında yeni bir
görev gücü kurulması olacaktır. B20'yi sadece büyük ve çok uluslu şirketlerin
tekelinden çıkartılması, KOBİ'lerin G20'nin desteğini alabilmesi hedeflenmektedir.
Odamızda 23 Eylül 2014 tarihinde Avustralya Ankara Büyükelçiliği ile işbirliği
içinde, iş adamları ve akdemisyenlerin katılımı ile “Avustralya ve Türkiye G-20
Troykası: Büyüme ve İstihdam” konulu toplantı düzenlenmiştir.
Toplantıda, dünya ekonomisinin % 80’ini oluşturan ülkelerin oluşturduğu G-20’nin,
ekonomik çalışmaların yanında uluslararası kalıcı barışa da önem vermesi gerektiği
Odamız Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ekrem Demirtaş tarafından belirtilmiştir.
Türkiye’nin dünya çapında yaşanan açlık, sefalet ve hastalıklara duyarsız
kalmadığını, G -20 organizasyonunun ekonomik faaliyetlerin yanından dünyada
yaşanan gelişmelere de önem vermesi gerektiği yine Odamız tarafından ifade
edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Hakan Tokaç,
Türkiye’nin G-20 dönem başkanlığı hakkında bilgi vermiş ve dönem başkanlığımız
süreci içinde ülkemizde 80'i aşkın aktivite gerçekleşeceğini belirtmiştir. Bu çerçevede
bu etkinliklerin en az 10 tanesinin İzmir'de gerçekleştirilmesi talebimiz de
vurgulanmıştır.
4. Türkiye’nin Ticari İlişkileri
Türkiye’nin 2013 yılında gerçekleşen ihracatı yaklaşık 151 milyar dolar, ithalatı ise
251 milyar dolar tutarındadır. 2014 yılında ise ihracatın 160 milyar dolar, ithalatın ise
244 milyar dolar olarak gerçekleşmesi beklenmektedir.
36
Türkiye’nin dünya mal ihracatındaki payı 2013 yılında % 0,81 düzeyindedir. Dünya
mal ithalatındaki payı ise % 1,33 olarak gerçekleşmiştir.
2014 yılının Ocak-Ağustos döneminde, 2013 yılının aynı dönemine kıyasla; ihracat %
5,7 artış, ithalat ise 4,7 oranında azalış kaydetmiştir. Aynı dönemde dış ticaret açığı %
20,0’lik azalışla 54,2 milyar dolara gerilemiştir.
2014 yılında, en fazla ihracat yaptığımız ilk 5 ülke sırasıyla, Almanya, Irak, İngiltere,
İtalya ve Fransa’dır. İthalatımıza ise ilk 5 ülke, Rusya, Çin, Almanya, ABD ve
İtalya’dır.
Ülkemizin ticari ilişkilerinin geliştirilmesi ve bu alandaki ihtiyaçların
karşılanabilmesi kapsamında, 110 ülke 160 Merkez ve 5 ofiste 195 Ticaret Müşaviri
görev yapmaktadır.
4.1. ABD
ABD ile son yıllardaki ticaretimiz incelendiğinde,
ülkemiz aleyhine dış ticaret açığı verildiği
gözlenmektedir.
2012 yılında ihracatımızdaki payı %3,7 olan ve
ülkemiz için en önde gelen 9. ihracat pazarı olan
ABD’nin ihracatımızdaki payı 2013 yılında aynı
oranda kalmış ancak, ihracatımızdaki sıralaması İran
ve BAE’ye ihracatımızdaki azalış nedeniyle 7. sıraya
yükselmiştir.
Türkiye’nin ABD’ye ihracatı genel olarak artış eğilimindedir. 2000 yılında 3,1 milyar
dolar olan ihracat 2013 yılında 5,6 milyar dolara ulaşmıştır. 2011 ve 2012 yıllarında
sırasıyla %21,8 ve %22,3 oranında artan ihracat 2013 yılında %0,6 artmıştır. Türkiye,
ABD pazarında %0,3 pay ile 41. sırada yer almaktadır.
2013 yılında Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı eyaletler arasında Teksas (822 Milyon
Dolar), New Jersey (708 Milyon Dolar), New York (632 Milyon Dolar), Michigan (627
Milyon Dolar) ve Kaliforniya (427 Milyon Dolar) yer almaktadır.
Diğer taraftan 2013 yılında ABD’den ithalatımız % 11 azalış ile 12,6 milyar dolara
gerilemiştir. Bu durum ülkemiz aleyhine olan dış ticaret açığının 2013 yılında bir
önceki yıla göre % 18 daha düşük seyretmesini sağlamıştır. Türkiye ABD’nin
ihracatında % 0,8’lik payıyla 27. sırada yer almaktadır.
37
Tablo 6: Türkiye – ABD Dış Ticaret Değerleri (Dolar)
Yıl
İhracat
İthalat
Hacim
3.762.919.487
12.318.745.136
2010
4.584.028.933
16.034.120.617
2011
5.604.229.785
14.130.546.105
2012
5.640.246.710
12.596.170.407
2013
3.989.713.934
8.632.669.795
2014/08
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2014.
16.081.664.623
20.618.149.550
19.734.775.890
18.236.417.117
12.622.383.729
Denge
-12.318.745.136
-16.034.120.617
-14.130.546.105
-12.596.170.407
-8.632.669.795
ABD’ye 2013 yılı ihracatımızın % 72’sini oluşturan ihracatımızda önde gelen ilk 40
ürün grubu incelendiğinde; ürün gruplarının % 65’inin ihracatında artış
gözlenmektedir.
Ülkemizden ABD’ye en çok otomotiv ve demir-çelik ürünleri ihraç edilmektedir.
Tekstil & hazır giyim, tarım & gıda, makine, ve hava taşıtları da ABD’ye ihraç
ettiğimiz diğer önemli ürün gruplarıdır.
Tablo 7: Türkiye’nin ABD’ye İhracatında Başlıca Ürünler (Bin Dolar)
Ürün Adı
Otomobil, steyşın vagonlar, yarış arabaları
Demir/çelik çubuklar (sıcak haddeli, dövülmüş,
burulmuş, çekilmiş)
Yontulmaya, inşaata elverişli işlenmiş taşlar
(kayagan hariç)
Balon, hava gemisi, planör vb. Diğer hava
taşıtlarının aksam ve parçaları
2011
461.139
2012
581.021
2013
439.986
239.835
366.007
361.486
236.014
251.363
295.137
183.248
235.567
218.866
Demir/çelikten diğer tüpler, borular, içi boş profiller
194.738
284.152
215.938
Turbojetler, turbo-propeller, diğer gaz türbinleri
Başka yerde belirtilmemiş ürünler
Dokunmuş halılar, yer kaplamaları (kilim, sumak,
karaman vb)
151.418
199.149
208.207
158.230
192.241
189.470
105.388
133.664
165.199
Yatak çarşafı, masa örtüleri, tuvalet, mutfak bezleri
128.401
142.191
152.170
Yaprak tütün ve tütün döküntüleri
93.806 154.543 138.818
Tüm Ürünler
4.585.383 5.614.011 5.623.306
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Bilgi Platformu, 2014.
Türkiye’nin 2013 yılında ABD’den gerçekleştirdiği ithalat bir önceki yıla göre % 11
azalarak 12,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
38
2013 yılında ABD’ye ithalatımızın % 71’ini oluşturan ilk 40 ürün grubunun % 40’ında
azalış gözlenmiştir.
Azalış gözlemlenen ürün grupları arasında demir/çelik döküntü ve hurdaları, hava
taşıtları, petrol yağları, soya fasulyesi, aşı/serum, kauçuk, canlı hayvanlar gibi çeşitli
sektörlerden ürün grupları yer almaktadır.
Tablo 8: Türkiye’nin ABD’den İthalatında Başlıca Ürünler (Bin Dolar)
Ürün Adı
2011
Demir/çelik döküntü ve hurdaları, bunların
2.691.981
külçeleri
Pamuk (kardesiz, taranmamış)
1.300.280
Diğer hava taşıtları, uzay araçları
2.055.905
Taşkömürü; taşkömüründen elde edilen
563.070
briketler, topak vb. Katı yakıtlar
Tedavide/korunmada kullanılmak üzere
394.353
hazırlanan ilaçlar (dozlandırılmış)
Petrol yağları ve bitümenli minerallerden elde
536.986
edilen yağlar
Vinil klorür/halojenli diğer olefin polimerleri
183.479
(ilk şekilde)
Petrol yağlarının/bitümenli minerallerden
285.242
elde edilen yağların kalıntıları
Soya fasulyesi yağı üretiminden arta kalan
54.052
küspe ve katı atıklar
Soya fasulyesi
168.029
Tüm Ürünler
16.042.036
Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Bilgi Platformu, 2014.
39
2012
2.684.923
2013
2.014.714
653.665
1.494.676
487.810
869.368
704.382
544.767
348.994
372.837
549.148
321.047
193.217
264.034
280.089
232.859
73.101
217.328
377.836
14.131.390
217.045
12.596.183
4.2. Avrupa Birliği
Türkiye’nin AB ile ilişkileri, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile 12 Eylül 1963 tarihinde
imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile
başlamıştır.
Ankara Anlaşması, Türkiye ile AB’nin bütünleşmesi için, hazırlık dönemi, geçiş
dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç dönem öngörmüştür. Geçiş döneminin
sonunda gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. AB ile Gümrük Birliğimiz 1
Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
2009’dan bu yana olumsuz etkileri küresel ölçekte hissedilen ekonomik ve mali krize
rağmen, Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi olan Türkiye, 2011’de % 8,5’lik, 2012’de %
2,2’lik büyüme oranıyla Avrupa’da ilk sırayı almıştır. Türkiye’nin aynı zamanda
Birlik ile yoğun ticari ve ekonomik ilişkileri bulunmaktadır. AB en büyük ticaret ve
yatırım ortağımızdır. Halihazırda dış ticaretimizin yaklaşık % 37’si AB üyesi
ülkelerle gerçekleşmektedir. Ülkemize gelen doğrudan yabancı yatırımların % 70’den
fazlası AB üyesi ülkelerden gerçekleşmektedir.
Türkiye’nin katılımı, Avrupa iç
pazarının büyüklüğünü arttıracak
ve AB’nin küresel ekonomideki
göreceli
rekabet
yeteneğini
güçlendirecektir.
Eğitimli
ve
dinamik
nüfusu,
bölgesindeki
saygın konumu ve izlediği vizyoner
ve çok boyutlu dış politika ile
Türkiye, AB için gerçek bir kazanım
teşkil edecektir.
2013 yılında 28 üyeli Avrupa Birliği ile gerçekleştirdiğimiz toplam ihracatımız 4.605
milyon dolar olmuştur. 2014 Ağustos itibariyle ise bu rakam 5 milyar dolar tutarında
gerçekleşmiştir. İthalatımıza baktığımızda ise bu rakam 2013 yılında 6 milyar dolar,
2014 Ağustos itibariyle ise 7 milyar dolar olmuştur. Yaklaşık 12 milyar dolar olan dış
ticaret hacmimiz AB lehine açık vermektedir.
4.3. Ortadoğu (Irak, Suriye, İsrail, Mısır)
Türkiye, Doğu ülkeleriyle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini yapısal temelde
güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF),
Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalogu, ayrıca ikili ilişkilerde Irak, Orta
Doğu’daki gelişmelerde Türkiye’nin gerek bölge halklarıyla mevcut tarihi, kültürel
ve sosyal yakınlığı, gerek bu gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkileri nedeniyle
Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.
40
Ortadoğu’nun hâlihazırda iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir.
Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja
mahkûm edilmemelidir. Çünkü Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç
dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele
sahiptirler.
Küresel düzeyde, çözülemeyen her sorunun beşeri ilişkilerde yeni trajedilere yol
açtığı gerçeğinden hareketle, Orta Doğu’da da mevcut sorunların sonsuza kadar
çözümsüz kalmayacağı aşikardır.
Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine,
devletlerin egemenlik haklarına, bireylerin temel
hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler
arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve
huzurun temin edilmesinin ön şartıdır.
Bu nedenle ortak sorunların çözümünde, tüm
bölge ülkelerine önemli görevler düşmektedir.
Ortak sorunların çözümünde ticaret bazen olumsuz şartların da yumuşamasına
vesile olmaktadır.
Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri arasında yapılan ticarete bakıldığında 2012 ve 2013 yılı
arasındaki ticaret hacminin biraz daha gerilediği görülmektedir.
Türkiye’nin Ortadoğu bölgesindeki ithalatında İran, İsrail ve Irak, ihracatında ise
Irak, İran, İsrail ve Suriye ön planda yer almaktadır. Kritik bir yıl olmasına karşın
2014 yılında 2013 yılı düzeylerinde bir ticaret hacminin yakalanacağı
öngörülmektedir.
Tablo 9: Türkiye’nin Ortadoğu Ülkeleri İle Ticaret Hacmi (Dolar)
ÜLKELER
2014 AĞUSTOS VERİLERİ
İHRACAT
İTHALAT
2013 SONU
İHRACAT
2012 SONU
İTHALAT
İHRACAT
İTHALAT
Irak
7.084.020.759
174.109.109
11.948.905.271
145.684.219
10.822.143.970
149.327.537
İran
2.078.947.683
6.803.570.161
4.192.511.353
10.383.216.706
9.921.602.401
11.964.778.631
İsrail
2.054.175.682
1.910.061.844
2.649.663.186
2.417.954.924
2.329.530.503
1.710.401.175
Filistin
56.254.209
384.007
75.506.613
1.133.839
62.695.695
463.666
Lübnan
496.334.787
102.304.283
818.642.597
187.740.195
845.970.412
176.392.680
Suriye
1.164.895.351
55.924.482
1.024.473.298
84.909.318
497.960.228
67.448.462
Ürdün
630.215.574
71.982.345
744.193.474
70.573.483
770.981.838
95.995.890
13.564.844.045
9.118.336.231
21.453.895.792
13.291.212.684
25.250.885.047
14.164.808.041
Toplam
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), 2014.
41
Türkiye’nin bölge ile olan ilişkilerinde, hem ticaretin hem de kültürel ilişkilerin
temelinde güvenlik ve istikrarın tesisi gereklidir. Bu nedenle gerek ikili düzeyde,
gerek çok taraflı platformlarda Suriye ve Lübnan’la Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
Konseyleri (YDSK) kurulmuştur. Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan
Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi için de çıkış noktasını oluşturmakta, bu
mekanizma halihazırda geçerli olan ikili serbest ticaret, vize muafiyeti uygulamaları
ile kurulmuş olup, ekonomik ve ticari ilişkiler, ulaştırma, enerji ve turizm sektörleri
ile geliştirilmeye devam etmektedir.
Bu çerçevede bölge istikrara kavuşur ise ticaret fırsatlarından faydalanmak üzere ön
inceleme heyetleri ilgili bölgedeki ülkelere gönderilebilir ve heyet gidiş gelişlerinin
yeniden canlanması için çalışmalar yapılabilecektir.
4.4. Afrika
Türkiye – Afrika ilişkileri son yıllarda
“Afrika
Ortaklık
Politikası”
çerçevesinde
şekillenmekte
ve
gelişmektedir.
Çok
boyutlu
dış
politikamızın bir sonucu olarak 1998
yılında
faaliyete
geçirilmiş
olan
“Afrika’ya Açılım Eylem Planı” yerini
Afrika’nın kaynaklarının Afrikalılara
yarar sağlayacak şekilde geliştirilmesi
amacını taşıyan ortalık politikasına
bırakmıştır.
Türkiye kıtada sahip olduğu 36 Büyükelçilik ile Afrika’da en çok varlık gösteren
ülkelerin başında gelmektedir. Türk Hava Yolları’nın 31 ülkede 47 farklı noktaya
gerçekleştirdiği uçuşlar kıta ülkelerini dünya ile bağlamaktadır. Bu uçuşlar ticari
ilişkilerin yanı sıra kültürel ve sosyal ilişkilerinin gelişmesi adına da büyük önem
taşımaktadır.
Türkiye’nin 54 kıta ülkesinin her biri ile ihtiyaçları doğrultusunda ayrı ayrı ilişkiler
tahsis etmektedir. Afrika ülkeleri ile serbest ticaretten tarıma, ekonomiden eğitime
kadar birçok alanda imzalanan anlaşmaların sayısı her geçen yıl artmaktadır.
Ticari ilişkilerimizin yükselen grafiği ülkemizde “Afrika Yılı” ilan edilen 2005
senesinden bu yana istikrarını korumaktadır. 2005 yılında 6.8 milyar dolar olan
ticaret hacmimiz her geçen yıl katlanarak artmış ve 2013 yılına gelindiğinde bu
hacim 20.1 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır.
Kıtadaki olumlu Türk ve Türkiye imajı işadamlarımız için büyük avantaj
sağlamaktadır. Türkiye – Afrika ilişkileri karşılıklı fayda ilkesine dayalı olarak
önümüzdeki dönemde de hızlı yükselişine devam edecektir.
42
4.5. Türk Cumhuriyetleri ve Kafkasya
Türkiye, SSCB'nin dağılmasının ardından bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını ayırım
gözetmeksizin hemen tanımış, Azerbaycan ve Gürcistan'la diplomatik ilişkiler tesis
etmiş ve bu ülkelere ekonomik destek sağlamıştır.
Kafkasya Bölgesi aynı zamanda Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısı
niteliğindedir. Bu nedenle bölge, Orta Asya ile olan ilişkilerimizi de etkilemektedir.
Azerbaycan ekonomisi ile ilgili olarak önümüzdeki dönem için; GSYIH’nin artması,
özel sektörün ekonomideki payının yükselmesi, petrol dışı sektörün büyüme
oranının ve yatırımların artması beklenmektedir.
Azerbaycan,
geçiş
ekonomisinden
pazar odaklı bir ekonomi haline
gelmeye çalışmaktadır. Bu yolda bir çok
reform uygulamaya devam etmektedir.
Enerji sektöründe mali disiplinin
sağlanması, vergi ve gümrüklerle ilgili
konularda şeffaflığın ve verimliliğin
artırılması gibi önemli hususların
gerçekleştirilmesini
amaçlamaktadır.
Sayılan bu önemli gelişmeler ile birlikte
Azerbaycan pazarı Türk girişimcileri
için daha da önemli bir pazar haline
gelmiştir.
Gürcistan ve Türkiye arasında yükselen ticaret hacmine ve yakınlık avantajına
rağmen ticari ilişkiler istenilen boyutta değildir. Ticaretin geliştirilememesi iki ülkeyi
birbirine bağlayan altyapıdaki eksiklikler, Gürcistan’da bankacılık sisteminin
yeterince gelişmemiş olması ve mevzuat boşluklarından kaynaklanmaktadır. Türkiye
ile Gürcistan arasındaki ticarette kargo ve bavul ticaretinin önemli bir payı olduğu
dikkate alındığında; Türkiye’nin gerçek ihracat miktarının resmi rakamların çok
üzerinde olduğu açıktır.
Birçok Türk işadamının Sarp Sınır Kapısı’nın açıldığı 1989 yılından beri Acara Özerk
Cumhuriyeti ile ticari ve ekonomik ilişkileri mevcut olup, söz konusu ilişkiler
özellikle 2004 yılında Acara’daki yönetim değişimini müteakiben 3 yılda büyük ivme
kazanmıştır. Bunda büyük ölçüde söz konusu yönetim değişikliğine bağlı olarak
izlenen ekonomik politikadaki değişimin geçmiş döneme kıyasla Acara’da sağlamış
olduğu güven ortamının etkisi bulunmaktadır.
43
4.6. Latin Amerika
2000 yılından bu yana, Orta Amerika, Karayipler ve
Güney Amerika bölgelerini kapsayan Latin Amerika
ülkeleriyle ülkemizin ticaret hacminde kayda değer
artışlar sağlanmıştır. Ancak bölge ülkeleriyle son
yıllardaki
ticaretimiz
incelendiğinde,
ülkemiz
aleyhine dış ticaret açığı verildiği gözlenmektedir.
2013 yılında, ülkemizin Latin Amerika Ülkeleri’ne
olan ihracatı yaklaşık 3,1 milyar dolar olurken,
ithalatı ise 5 milyar doları aşmıştır. Bölge ülkeleriyle
dış ticaret hacmimizin kısa vadede 10 milyar doları
aşması hedeflenmektedir.
Tablo 10: Türkiye- Latin Amerika Dış Ticaret Değerleri (ABD Dolar)
Ülke Grup
İhracat
İthalat
Adı
Orta Amerika
ve Karayipler
597.975.033 622.762.780
2010 Güney
Amerika
1.237.355.858 2.942.329.137
TOPLAM
1.835.330.891 3.565.091.917
Orta Amerika
ve Karayipler
626.293.089 903.455.456
2011 Güney
Amerika
1.840.350.587 4.500.367.116
TOPLAM
2.466.643.676 5.403.822.572
Orta Amerika
ve Karayipler
769.629.759 1.069.126.324
2012 Güney
Amerika
2.191.083.832 4.079.580.152
TOPLAM
2.960.713.591 5.148.706.476
Orta Amerika
ve Karayipler
965.163.960 1.360.195.549
2013 Güney
Amerika
2.126.990.883 3.665.676.233
TOPLAM
3.092.154.843 5.025.871.782
Orta Amerika
ve Karayipler
649.452.955 683.306.330
2014 /
Güney
08
Amerika
1.286.090.030 2.479.976.509
TOPLAM
1.935.542.985 3.163.282.839
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
Yıl
44
Toplam
Hacim
Denge
5.400.422.808
-1.729.761.026
7.870.466.248
-2.937.178.896
8.109.420.067
-2.187.992.885
8.118.026.625
-1.933.716.939
5.098.825.824
-1.227.739.854
Türkiye’nin 2013 yılında Latin Amerika’ya en fazla ihraç ettiği ürün ‘’Demir ve
Çelik‘’ olmuştur.
2013 yılında Türkiye, Orta Amerika ve Karayipler’den en fazla ‘’Motorlu kara
taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler ve diğer kara taşıtları, bunların aksam,
parça, aksesuarı’’ ithal ederken, Güney Amerika’dan en fazla ‘’Mineral yakıt’’ithalatı
gerçekleştirmiştir.
Bölge ülkeleriyle ilk Serbest Ticaret Anlaşması (STA), Şili ile 14 Temmuz 2009
tarihinde imzalanmış ve 1 Mart 2011’de yürürlüğe girmiştir. Ayrıca ülkemizin bölge
ülkelerinden ve ülke topluluklarından Kolombiya, Ekvator, Meksika, MERCOSUR
(Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay ve Venezüella) , Peru ile STA müzakereleri
devam etmektedir.
4.7. Rusya
Rusya Federasyonu, zengin
doğal kaynaklara ve insan
gücüne sahip dünyadaki belli
başlı
ülkelerden
biri
konumundadır.
Rusya’nın
sahip olduğu zengin doğal
kaynak rezervleri ülke için
büyük bir şans olmakla
beraber
ülke
ekonomisi
açısından bazı sakıncaları da
beraberinde getirmektedir.
Ülke, sahip olduğu doğal kaynaklara bağımlı bir ekonomidir. Hidrokarbonların
toplam ihracattaki payı % 60’tan fazladır. Bu da Rus ekonomisini dış piyasalardaki
mal fiyatlarında oluşan değişimlere hassas hale getirmektedir. Ayrıca bu türden
doğal kaynaklara bağımlı ekonomilerde tipik olarak gözlenen aşırı değerlenmiş
döviz kuru sorunu da orta ve uzun vadeli ekonomik performans açısından bir tehdit
unsurudur.
Rusya, 2009 yılında derin bir durgunluk sürecine girmiştir. Federal İstatistik Kurumu
verilerine göre 2009 yılında ülkenin GSYİH’sı küresel krizin olumsuz etkilerine bağlı
olarak % 7,9 küçülmüştür. Uygulanan önlem paketinin olumlu etkileri ile 2010
yılından itibaren durgunluktan çıkış süreci başlamıştır. Ülkenin GSYİH’sı 2010
yılında % 4 oranında artış göstermiştir. GSYİH 2011 yılında % 4,3, 2012 yılında % 3,4
büyümüştür. 2013 yılında azalan tüketici talebi ve yavaşlayan ihracat nedeni ile
GSYİH artış hızı da yavaşlayarak % 1,3 olmuştur. Ekonomi son 4 yıldır düşük sınai
üretim artış hızı, yavaşlayan yatırımlar, zayıf dış talep ve azalan tüketici güveni
nedeni ile en düşük hızda büyümektedir.
45
GSYİH artışının 2014 yılında daha da yavaşlayarak % 1,2 olacağı, ekonomik büyüme
oranlarının 2014-2018 döneminde 2009 yılı öncesi seviyelerinin altında gerçekleşeceği
tahmin edilmektedir.
2014 yılının ilk 3 ayında Rus Rublesi Dolar ve Avro karşısında yaklaşık % 10 değer
kaybederek 2009 yılından bu yana görülen en düşük değere ulaşmıştır. Rublenin
değer kaybında; Rusya Merkez Bankası’nın dalgalı kura geçiş için zemin
hazırlamaya yönelik politikaları, Rus ekonomisinde kaydedilen düşük büyüme, cari
işlemlerin kötüye gitmesi ve Amerikan Merkez Bankası kararları gibi etkenler rol
oynamıştır.
Ukrayna ile yaşanan sorunun zaten zayıf durumda olan Rus ekonomisini daha da
olumsuz yönde etkilemesi beklenmektedir. Bölgedeki belirsizlik ve yaşanan finansal
sorunlar nedeni ile yatırım kararlarının geri çekilmesi ya da ertelenmesi riski
bulunmaktadır.
Orta vadeli ekonomik büyümeyi kısıtlayacak bazı faktörler bulunmaktadır. Petrol
şirketlerinin üretimi artırmada zorlanması enerji üretiminin orta düzeyde
büyümesine neden olacaktır. Sabit yatırımların GSYİH’ya oranı diğer gelişen
pazarlara kıyasla düşük seviyededir.
Ukrayna konusuna ilişkin uluslararası yaptırımlara yönelik endişeler sermaye
kaçışlarına neden olmuş, bu durum da Ruble üzerinde aşağı yönde bir baskı
oluşturmuş ve enflasyonu ateşlemiştir. Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanlığı
sermaye çıkışlarının 2014 yılının ilk 3 ayında 70 milyar dolar civarında olabileceğini
açıklamıştır. Bu rakam, 2013 yılının tamamında Rusya’yı terk eden sermaye
miktarından daha fazladır.
4.8. Çin
Çin Halk Cumhuriyeti dış ticaret hacminin büyüklüğü ve sahip olduğu ekonomik
güç ile dünya ekonomileri arasında üst sıralarda yer almaktadır. 2001 yılında Dünya
Ticaret Örgütü’ne üye olan Çin Halk Cumhuriyeti, üyeliğinin hemen ardından
küresel ekonomide önemli bir aktör haline gelmiştir.
Ülkemiz ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ekonomik ilişkiler incelendiğinde
yüksek bir potansiyelin mevcut olduğu görülmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti,
Uzakdoğu bölgesinde bulunan diğer ülkeler arasında en büyük ticaret ortağımızdır.
Bununla birlikte, ithalat gerçekleştirdiğimiz ülkeler arasında 24 milyar dolar ile
Rusya Federasyonu’ndan sonra ikinci en büyük ülkedir.
46
Tablo 11: Türkiye – Çin Halk Cumhuriyeti İkili Ticaret Dengesi (Milyon $)
İHRACAT
İTHALAT
HACİM
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014/8
693
9.600
10.293
1.039
13.224
14.263
1.437
15.658
17.095
1.599
12.676
14.275
2.269
17.181
19.450
2.467
21.693
24.160
2.833
21.265
24.098
3.600
24.686
28.286
1.926
16.166
18.092
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK)
1999 yılında toplam 1 milyar dolara ulaşmayan ticaret hacmimiz 2013 yılında 28
milyar doların üzerine çıktığı görülmektedir.
Ancak geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, ülkemiz ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında
gerçekleşen yüksek ticaret hacmi içerisinde ülkemiz büyük oranlarda ticaret açığı
vermektedir.
Ticaret dengesindeki bozulmanın başlıca nedenlerinin, pazara giriş koşulları ve girdi
maliyetlerindeki dengesizlikler olduğu belirtilmektedir.
Ülkemizin, Çin Halk Cumhuriyeti’ne ihracatının yeterli bir seviyeye ulaşamamasının
nedenleri arasında, ülkedeki tüketim eğilimleri ile pazar farklılığı, bölge içi
(Güneydoğu Asya ve Pasifik) ticaretin çok güçlü olması, karşılıklı yatırım ilişkilerinin
yeterince gelişmemiş olması bulunmaktadır. Bunun yanında Çin Halk Cumhuriyeti
ile ortak yatırımlar şeklinde işbirliğine gidilmesinin özellikle dış ticaret açığının
dengelenebilmesi açısından faydalı olacağına inanılmaktadır.
4.9. Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Türkiye
Dünya
Ticaret
Örgütü
(DTÖ)
düzenlemelerinin
günümüzün
gereksinimlerini karşılayamaması ve
çok taraflı ticaret düzeninin yeni pazar
açılımları konusunda yetersiz kalması,
ülkeleri ikili ve bölgesel ticaret
anlaşmaları yapmaya yöneltmiştir.
Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) son
dönemde gerek gelişmiş ülkeler
arasında, gerekse kuzey-güney ve
güney-güney ticari ve ekonomik
ilişkilerinde yaygınlaşmıştır.
Ülkeler arasındaki STA ağının genişlemesi ile birçok ülke mal tedarikini STA
ortaklarından temin ederken, STA ağlarının dışarısında kalan ülkeler tercihli ticaretin
sağladığı imkânlardan mahrum kalmıştır. Domino etkisi yaratan bu durum, tüm
ülkelerin artan şekilde STA ağları oluşturmasını beraberinde getirmiştir.
47
Öte yandan, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkisi
uyarınca, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bu durumda, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi
üstlenilmektedir. Bu kapsamda; Türkiye gerek uluslararası ticaretteki STA ağları
oluşturma eğilimine paralel olarak gerekse Gümrük Birliği çerçevesinde AB’nin
Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı benzer
anlaşmalar yapmaktadır.
STA’lar, komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi; ihracatçılarımızın
dış pazarlarda, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri olmak üzere rakipleri ile eşit
şartlarda rekabet edebilmesinin temini; karşılıklı yatırımların ve müşterek
teşebbüslerle ülkemizin uluslararası rekabet gücünün artırılması bakımından önem
taşımaktadır.
Ekim 2014 tarihi itibari ile ülkemizce 31 adet STA imzalanmış olup bunlardan
Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleriyle akdedilmiş olan 11 adet STA, bu ülkelerin AB
üyelikleri nedeniyle feshedilmiştir. Geriye kalanlardan 17 adet STA (EFTA, İsrail,
Makedonya, Bosna ve Hersek, Filistin, Tunus, Fas, Suriye (Türkiye ile Suriye
Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması 6 Aralık 2011 tarihinde askıya
alınmıştır.), Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün, Morityus
ve Güney Kore) halihazırda yürürlükte olup Lübnan STA’sı Lübnan tarafının,
Kosova ve Malezya STA’ları ise her iki tarafın iç onay süreçlerinin tamamlanmasını
müteakip yürürlüğe girecektir. Ayrıca Gana ve Moldova ile STA müzakereleri
tamamlanmış olup, yakın bir zamanda imzalanması hedeflenmektedir.
Bununla beraber, 14 ülke/ülke grubu (Ukrayna, Kolombiya, Ekvator, Meksika,
Japonya, Singapur, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kamerun, Seyşeller, Körfez
İşbirliği Konseyi, Libya, MERCOSUR, Faroe Adaları ve Peru) ile STA müzakereleri
devam etmektedir. Ayrıca, 10 ülke/ülke grubu (ABD, Kanada, Tayland, Hindistan,
Endonezya, Vietnam, Orta Amerika Topluluğu, Afrika Karayip Pasifik Ülkeleri,
Cezayir ve Güney Afrika Cumhuriyeti) nezdinde de STA müzakerelerine başlama
girişiminde bulunulmuştur.
17 STA ortağımızla ticaretimiz 2013 yılı itibariyle ihracatımızın % 9,7’sini,
ithalatımızın ise % 9,2’sini teşkil etmektedir.
5. Suriyeli Göçmen İşçiler ve Türkiye İşgücü Piyasasına Etkileri
Türkiye yaklaşık 3 yıldır ülkelerinde yaşanan iç karışıklıklardan kaçan Suriyeli
göçmenlere ev sahipliği yapmaktadır.
Başka bir ifadeyle, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle, Suriye’den Türkiye’ye vasıflı
ve vasıfsız işgücü göçü hız kazandı.
48
Birleşmiş Milletler raporuna göre 1 milyon 600 bini aşkın Suriyeli, Başbakanlık Kamu
Diplomasisi Koordinatörlüğü verilerine göre ise 900 bin ülkemizin çeşitli
şehirlerinde, yaklaşık 219 bini ise barınma merkezlerinde olmak üzere toplam 1
milyon 100 binden fazla Suriyeli ülkemiz sınırları içerisinde hayatlarını
sürdürmektedir. İlk gelen göçmenler genelde çadır kamplarında kalırken bir süre
sonra bu kamplar artık gelenlere yetmemeye başlamıştır.
Savaş nedeniyle evini, toprağını hatta
ailelerini
geride
bırakarak
kaçan
Suriyeliler, Türkiye'de yeniden yaşama
tutunma mücadelesi vermektedir.
Türkiye’de yerleşik akrabaları bulunanlar
onların yanına yerleşmiş, olmayanlar ise
Türkiye’nin değişik şehirlerine doğru yola
çıkmıştır.
Başta Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Mersin, Kahramanmaraş,
İstanbul ve İzmir gibi illere yerleşen Suriyeliler kayıt dışı istihdamın artmasına yol
açmaktadır.
Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin gelir düzeyi oldukça değişkenlik göstermektedir.
Birincisi nitelikli, doktor, avukat, mühendis, vb. mesleğinde oldukça başarılı ve
beyaz yakalı Suriyeli profesyoneller bulunmaktadır.
Genelde yüksek gelir düzeyine sahip Suriyeliler büyükşehirlere sığınma yolunu
seçmiş ve bir şekilde hayatlarını devam ettirmektedirler. İkincisi mavi yakalı olan
ama ustabaşı olan, makine deneyimi olan ve işlerinde başarı kazanmış profesyoneller
bulunmaktadır.
Bu tip Suriye vatandaşları büyükşehirlerde ve özellikle sanayi işletmelerinde tercih
edilmektedir.
Üçüncüsü ise, vasfı olmayan ve “ne iş verilirse yapan” Suriyeliler bulunmaktadır.
Savaştan kaçan Suriyeliler, ucuz işçilik dolayısı ile birçok sektörde tercih
edilmektedir.
Büyük firmalar, kayıtdışı olarak çalışan Suriyeli işçileri istihdam ederek risk almak
istemezken, daha küçük ölçekli firmalar düşük maliyetler ile çalışan bu işçileri
çalıştırmayı kabul etmektedir.
Suriyeli işçiler ağırlıklı olarak emek gücüne dayanan tarla, bahçe, inşaat, çeşitli
üretim ve diğer istihdam alanlarında ucuz işgücü olarak çalıştırılmaktadır.
Bu durum ülkemizin ve kentimizin kronik sorunlarından birisi olan işsizlik
sorununun büyümesine de kaynaklık etmektedir.
49
Bu konuya acil çözüm getirilmemesi, sosyal patlamalara da yol açabilecek
gelişmelerle sonuçlanabilecektir.
Ülkelerindeki
iç
savaştan
Suriyelilerin en fazla tercih
kentlerden birisi de İzmir’dir.
kaçan
ettiği
İzmir’deki Suriyeli sayısının 100 bine
yaklaştığı tahmin edilmektedir.
Yani bu öngörüye göre, artık İzmir’de
yaşayan her 40 kişiden birisi Suriyeli
denilebilir.
İzmir’de özellikle 2014 yılı içerisinde Suriyeli göçmen sayısında artış gözlenmiştir.
Neredeyse her gün yeni gruplar gelip kente yerleşmiştir.
Hemen her gün kentin sokaklarında
rastlanmaktadır. Kimileri ucuz otellerde,
kalmaktadır.
valizleriyle dolaşan Suriyelilere
kimileri de kiraladıkları evlerde
Tek göz odada yaklaşık 20 kişinin birlikte kaldığı olmaktadır. Bu akın, insanlık
dramını da beraberinde getirmektedir.
Özellikle Basmane Bölgesi, Suriye Mahallesine dönmüş durumdadır. Bu semtte
oturanlar, sabah kalktıklarında yandaki evlerde kalabalık Suriyeli komşularla
karşılaşmaktadır.
Barınma, beslenme sıkıntısı çeken, sağlık hizmeti alamayan Suriyeliler arasında iş
bulabilen kendini şanslı saymaktadır. Çünkü parkta yaşayan, sıkıntı çeken, tedavi
olamayan Suriyeliler de bulunmaktadır.
Resmî yollarla gelen Suriyelilerin yanı sıra pasaportsuz ve kimliksiz gelenler de
çoğunluktadır.
Ballıkuyu, Agora, Çimentepe, Gediz, Karabağlar gibi semtler de Suriyeliler
tarafından tercih edilen semtler arasında yer almaktadır. Ev, işyerlerinin camlar,
duvarlarında Arapça yazılar dikkat çekmektedir.
En büyük sorunları eğitim ve sağlıktır.
Kente gelip kalacak yer bulamayan Suriyeliler, Konak Meydanı da dahil olmak üzere
şehrin çeşitli noktalarında, ana meydanlarında açık alanlarda yatıp kalkmaktadır.
Sadece Konak Meydanında değil, kentin geniş meydanlarında, Kordonboyunda,
Karşıyaka ve Güzelyalı sahillerinde de Suriyeli sığınmacılara rastlanmaktadır.
50
İzmir’in bütün çarşılarında, organize bölgelerinde Suriyeli olduğu söylenmektedir.
İzmir’de işsizlik oranı Türkiye ortalamasının oldukça üzerindedir.
2013 yılında Türkiye’deki işsizlik oranı % 9,7
iken İzmir’de bu oran % 15,4 ile tehlike
sinyalleri vermektedir.
Bir de üstüne “karın tokluğu”na çalışan
Suriyeliler işsizlik sorununun katlanmasına
neden olmaktadır.
Organize sanayi bölgelerindeki ve sanayi
sitelerindeki fabrikada yatıp kalkıp, orada
çalışmaktadırlar.
İzmir’in en görünen yerlerinde, otoyolların dışında ama ağaçların altına gizlenmiş
biçimde barakalar, gecekondular yapılmaya başlanmıştır.
Buralarda elektrik, su ve kanalizasyon bulunmamakta, söz konusu metruk yapılara
gecekondu dahi demek mümkün gözükmemektedir.
Suriyeli göçmenler, İzmir’de de ağırlıklı olarak emek yoğun sektörlerde ucuz işgücü
olarak istihdam edilmektedir.
İzmir Ayakkabıcılar Sitesi’nde kayıt dışı çalışan Suriyeli işçilere yönelik protesto
gösterileri yapılmıştır. Eylemin gerekçesi; ayakkabı imalatı sektöründe Suriye’den
gelen işçilerin daha düşük ücretle çalışmalarının bazı yerli işçilerin işten
çıkarılmalarına neden olmasıdır.
Suriyeli işçilerle ilgili işverenler, Suriyeli işçilerin mağdur durumda olduklarını,
çalışmalarına karşı olmadıklarını ve Suriyelilerin ayakkabı işini çok iyi bildiklerini
aktarmaktadırlar.
Ancak Suriyelilerin karın tokluğuna çalışması orta ve uzun vadede hem İzmir hem
de Türkiye çapında emek piyasasında dengesizliklere neden olabilecek ve çalışma
barışını sekteye uğratabilecektir.
Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde 5 bin
civarında Suriyeli olduğu belirtilmektedir.
Suriyeli işçiler, daha düşük ücretle çalışıp
yevmiyeleri yarı yarıya düşürmektedir.
Suriyeli işçilerden kaynaklanan ve toplumsal
bir sorun haline gelen sorunların çözülmesi
gerekmektedir. Bunun için ayakkabı üretim
atölyelerinin olduğu Işıkkent’e, her ihtiyacı
karşılayacak bir sağlık ocağı açılması
işverenler tarafından dile getirilmektedir.
51
Her atölyenin denetim altına alınması, herkese eşit ücret verilip eşit saatlerde
çalışılması, kayıt dışı çalışmaların yasaklanması ve esnek üretimin kaldırılması
gerekmektedir.
Aynı sorun tekstil ve inşaat sektöründe de yaşanmaktadır. Kayıtdışı Suriyeli işçi
çalıştırılmasının hazır giyim ihracatı açısından önemli bir risk olduğu
vurgulanmaktadır.
Özet olarak, Suriyeli işçilerin toplumda yarattığı problemlerin en aza indirilebilmesi
için devletin sıkı bir denetim yapması gerekmektedir. Çünkü Türkiye ve İzmir
nüfusu içerisinde giderek artan Suriyeli nüfusunun artışının sosyal bir problem
haline gelme ihtimali bulunmaktadır.
Suriyeli işçilerin asgari ücretten çok daha düşük ücretlere çalışmaları nedeniyle
çalışma yaşamında dengeler alt üst olmuştur. Bu nedenle Suriyelilerin Türkiye’nin
her yerine dağılımı kontrol altına alınmalı ve savaş sonrası Suriyelilerin ülkelerine
dönmeleri sağlanmalıdır.
6. Ticaret Hayatını İlgilendiren Yasal Düzenlemeler
6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun
kapsamında yapılan düzenlemelerle;
İşverenler, taşeron firmalara (alt işverenlere) iş vermeleri halinde, işçilerinin
ücretlerinin ödenip ödenmediğini kontrol etmekle ve varsa ödenmeyen
ücretleri taşeron firmaların hak edişlerinden keserek işçilerin banka hesabına
yatırmakla yükümlü tutulmuş ve maaş ödenmesi garanti altına alınmıştır.
Taşeron firma değişse bile işçi aynı işyerinde çalışmaya devam ediyorsa, izin
süreleri, işçilerin daha önceki çalışmaları dikkate alınarak hesaplanacaktır.
Asıl işveren izinlerin kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmekle yükümlü
kılınmıştır.
Taşeron işçiler görevlendirildikleri hizmetler dışında başka görevlerde
çalıştırılamayacaktır. Aksi durumlarda idari para cezaları verilecektir.
Taşeron işyerlerine ilişkin iş müfettişlerince hazırlanan raporlara yapılacak
itirazlar için süre 6 günden 30 güne çıkarılmış ve itiraza ilişkin dava süresi 4
ay olarak belirlenmiş, temyiz yolu da açılmıştır.
52
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında olanların
da süresiz çalışma izni alınabilmesi ve uzun süreli çalışma iznine sahip
olanların, uzun dönem ikamet izninin sağladığı tüm haklardan
yararlanabilmesi düzenlenmiştir. Süresiz çalışma izni kişinin veya işverenin
başvurusu veya mevzuatta yer alan gerekçelere iptal edilebilecektir ve çalışma
izni alan yabancıların ülke içindeki giriş, çıkışları İçişleri Bakanlığınca Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bildirilecektir.
İşyerlerinde çalışmakta olan çırakların ve stajyerlerin, İş Sağlığı ve Güvenliği
Kanunu çerçevesinde hesaplanan “işyerindeki işçi sayısı”na dâhil edilmemesi
ve işyeri hekimi haricinde çalıştırılması gereken diğer sağlık personelinin
yalnızca on ve daha fazla çalışanı olan çok tehlikeli sınıfta yer alan
işyerlerinde çalıştırılması düzenlenmiştir.
Türk firmalarının işçilik maliyetlerinin düşürülerek yurt dışındaki rekabet
güçlerinin arttırılması amacıyla düzenleme yapılmaktadır. Buna göre Türkiye
ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen firmaların, yurt
dışındaki işlerde çalışmak üzere yurt dışına götürdükleri işçilerin sigorta
primleri, asgari ücretin 6,5 katı yerine 3 katı üzerinden alınacaktır.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda, tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde
düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar
noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza
kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılacağı düzenlenmiş olmakla
birlikte, yine Elektronik Tebligat Yönetmeliğinde anonim, limited ve sermayesi
paylara bölünmüş komandit şirketlere, elektronik yolla tebligat yapılması
zorunluluğu getirilmiş, kendilerine yalnızca elektronik yolla tebligat yapılması
zorunlu olan muhatapların, tebligat çıkarmaya yetkili merciler nezdindeki
işlemlerinde elektronik tebligat adreslerini bildirmeleri zorunlu tutulmuştur.
6563 sayılı Elektronik
düzenlemeler ile;
Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunla yapılan
Hizmet
sağlayıcıları,
elektronik
iletişim
araçlarıyla
sözleşmenin
yapılmasından önce, alıcıların kolayca ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak
tanıtıcı bilgileri sunacak, hizmet sağlayıcı, varsa mensubu olduğu meslek
odası ile meslekle ilgili davranış kurallarını ve bunlara elektronik olarak ne
şekilde ulaşılabileceğini belirtecektir.
Alıcının, siparişini elektronik iletişim araçlarıyla vermesi halinde; hizmet
sağlayıcı, siparişin onaylanması aşamasında ve ödeme bilgilerinin
girilmesinden önce, ödenecek toplam bedel de dahil, sözleşmenin şartlarının
alıcı tarafından açıkça görülmesini sağlayacak, hizmet sağlayıcı, alıcının
siparişini aldığını elektronik iletişim araçlarıyla teyit edecektir.
53
Ticari elektronik iletiler, alıcılara ancak önceden onayları alınmak kaydıyla
gönderilebilecek, bu onay, yazılı olarak veya her türlü elektronik iletişim
araçlarıyla alınabilecektir. Onay olmadan gönderilen iletiler için 1000-TL.’den
5000-TL.’ye kadar idari para cezası uygulanabilecektir. İzinsiz yani spam epostaların toplu halde gönderilmesi durumunda, bu ceza on katına kadar
arttırılarak uygulanacaktır.
Alıcının kendisiyle iletişime geçilmesi amacıyla iletişim bilgilerini vermesi
halinde, mal ve hizmetlere ilişkin değişiklik ile ticari elektronik iletiler için
ayrıca onay alınmayacaktır. Esnaf ve tacirlere önceden onay alınmaksızın
ticari elektronik iletiler gönderilebilecektir.
Alıcılar diledikleri zaman, hiçbir gerekçe belirtmeksizin ticari elektronik
iletileri almayı reddebilecektir. Hizmet sağlayıcı, ret bildiriminin elektronik
iletişim araçlarıyla kolay ve ücretsiz olarak iletilmesini sağlayacak ve
gönderdiği iletide buna ilişkin gerekli bilgileri sunacaktır. Ret talebinin
ulaşmasının ardından hizmet sağlayıcı, 3 iş günü içinde alıcıya elektronik ileti
göndermeyi durduracaktır. Bu yükümlülüklere aykırı hareket eden hizmet
sağlayıcılara ve aracı hizmet sağlayıcılara 2000-TL.’den 15.000-TL.’ye kadar
idari para cezası uygulanacaktır.
54
Download