II. KUR'AN HAFTASI Kur'an Seınpozyuınu 02-04 Şubat 1996 ANKARA 1996 Fecr Yayınevi: 45 Dizgi, Mizanpaj : Fecr Yayınevi Baskı, Kapak Baskı, Cilt :Önder Matbaası 1. Baskı :Aralık 1996 ISBN 975-7138-18-5 FECR YAYINEVİ İzmir Caddesi 33/ 12 Kızılay/Ankara Tel: 418 19 23 KUR'AN'IN ÖN GÖRDÜGÜ MUVAHHİT İNSAN TİPİ Yusuf IŞICIK Teşekkür ediyorum. Muhterem başkan, değerli arkadaşlar ve aziz dinleyenler. "Kur'an'ın öngürdüğü muvahhit insan tipi" tebliğimin genel çerçevesinin iyice belirtilmesi açısından bazı hususlara işaret etmek istiyorum. Bu hususlar, Kur'an'ın indiği dönemdeki Arap toplumunun şirk tanımı ile alakah olacak. Önce şunu belirtmek istiyorum. Müşrikler dindar insaniardı ve inançlıydılar. Buradan şunu anlamalıyız: Her inançlı kişi her zaman muvahhit tip olmuyor. Dolayısıyla insanlığın " . en büyük problemi, dinsizlik ve ateizmden ziyade şirktir. Kur'an'ın da ana konusu şirJ.<:in iptali olmuştur. Allah'ı ve ona ibadeti doğru olara_k ortaya koymak, inancı tashih etmek olmuştur. Bunun adı da tevhittir. Genel olarak zannedildiği gibi Kureyşliler kendi putlarını rızık verme, yaratma gibi konularda Allah'a alternatif güçler olarak görmüyorlardı. Onların da kendileri gibi Allah'ın egemenliği ve mülkü altında olduklarını kabul ediyorlardı. Nitekim tavaf esnasında söyledikleri telbiye ile ilgili sözde bu açıkça gözlenir. "Lebbeyk Allahumme lebbeyk lebbeyke la şeri­ keleke lebbeyk" temlihihu vernalek yani: "Allah'ın emri üzerine bir şey yoktur. Senin hiçbir,Şerikin yoktur ya Rabbi. Ancak bir şerikin vardır ki o da senindir. Sana aittir. O ortağa da onun bulunduğu meleklere de sen sahipsin." Böyle bir terbiyeleri vardı. Müşrikler dindar insaniardı demiştik. Nitekim hac eden insanlardı. Ve hac esnasında bizim telbiyemize benzeyen böyle bir telbiyeleri vardı. Kur'an'ın muhtelif ayetlerinde açıkladığına göre müşrikler, Allah'ı ortak koştukları putlarını yalnızca kendilerini Allah'a yaklaştıracak aracılar olarak görüyorlardı. Yoksa onları Allah'ın karşısına çıksınlar, Allah'ın sultasından kurtarsınlar şeklinde telakki etmiyorlardı. Nitekim Zümer 3. ayette: Biz bunlara tapıyorsak, ancak biraz bizi Allah'ayaklaştırsınlar diyedir şeklinde kendi ağızlarındap. iktibas edilmektedir. Ve Kur'an'da bir çok ayette, mesela Ankebut 61: "Sen onlara sorsan göklerive yeri kim yarattı? Güneşi ve ayı onların istifadesine kim sundu? diye, Onlar diyeceklerdir ki: Allah'tır." Yine Zuhruf 87'de: "Sor onlara, onları kim yarattı? diye, diyecek131 lerdir ki: Allah'tır." Zuhruf 9, Zümer 38, Ankebut 63'de aynı tema değişik üsluplarla işlenir. Esasen müşriklerin, putları Allah'a karşı gelmiş zalim kimseleri değil, abid, zahid, salih kimseleri temsil ederlerdi. Nitekim aşağıda geçen Nuh kavminin tapındıkları putlar o kavmin salih kimseleri idiler. Bu durum Sahihi Buhari ve diğer sahih rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nuh Suresi 23: ayet:" O ileri gelenler dediler ki: ilahlarınızı bırakmayın ve sakın Ved'i bırakmayın (Ved ilahlardan birisi, Ved belki de sevgi tanrısı veya tannçasıydı) suva, Yavus (kötülükleri engelleyen) Yevk ve Nesr putlarını terketmeyin. Sakın terk etmeyin." Zaten şurada da malumdur ki: "insanların Allah'a yaklaşmak için tevessülde bulundukları kimseler Allah'ın sevdikleri iyi insanlar veya mükerrem melekler olmalıydılar. Çünkü insanlar günahları sebebiyle kendilerini Allah'ın karşısına çık­ maya }rüzü olmayan insanlar olarak gördükleri için- tabi! ki yanlıştır- temiz var· lıkları Allah ile kendileri arasına aracı, şefaatçi ve yardımcı olarak koyuyorlardı. Bu keyfiyet İsra Suresi 57. ayette de anlatılmaktadır ki: "Onların yakardıklan ve kendilerinden medet umdukları kimseler, -bizzat onların Allah'a en yakın olan kimseleri 'bile- Allah'a yaklaşmak için vesile ararlar ve rahmetini umarlar, azabın­ dan korkarlar, çünkü Rabbinin aza bı gerçekten sakınılmaya değer", buyurulur. Ehl-i Kitaptan kişilerin yardım umdukları kişiler ya peygamberierdi ya da meleklerdi. Ayette belirtilen ikinci husus bu kişilerden yardım beklemenin hiçbir faydası olmayacağı, insanların yaptığı bu davranışın batı! ve şirk olduğu anlatılmakta­ dır: Müşrikler onlara göre Allah emrettiği için şirk koşmaktayclılar. Ş irk, onlar için bir ihtiyaç ve zamret idi. Mesela En'am 147 ve 149. ayetler bunu ifade ediyor. "Müşrikler diyecekler ki: Allah şayet istese ş irk koşmayız, Allah istediği için şirk koşuyoruz. Ve Allah isteseydi atalarımız da şirk koşar mıydı hiç? Ve biz şu anda. gıda rejimleri getirmişiz. (Şu helaldir, şu haramdır demişiz) Allah istediği için getirdik. Yoksa getirmezdik. (Allah onların söylediklerini r~ddederek) i~te onlardan öncekiler de onlar gibi yalanlar uydurmuşlardı Allah'a. "diyerek devam ediyor ayet. Müşrikler şirki ve kötülükleri Allah'ın emri olarak yapıyorlardı. Tabii bize göre böyle değildi. Kendileri bunu dini bir veeibe olarak ifa ediyorlardı. Mesela Araf 28. ayette: "Eğer onlar bir kötülük işlederse derler ki: Atalarımızı biz böyle bulduk ve Allah böyle emretmişti". Buna benzer Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayeti kerime bulunmaktadır. Ben şimdi tebliğimin genel çerçevesini verdikten sonra şunu belirtmek isterim Müslüman öncelikle inanç problemini hall etmelidir. Bunun için Allah' merkezli bir tevhit inancına ulaşmalıdır. Yani korkulannda, umutlarında tek düş kaynağı yüce 132 Sadece ona umut bağlamalı, yalnız ondan korkmalıdır. Bu Kerim'in hassasiyetle üzerinde durduğu bir konudur. Mesela Enfal 2. veya Ali tınran 122. aye~leri bu konularla ilgilidir. Ama ne yazık ki, bu konulan herkes söylediği ve teorik olarak bu konularda ittifak etmiş olduğu halde müslümanların, korku ve umutlarına başka varlıklar ve onların etkileri karışmaktadır. Allah'tan başka, insanların korku ve umutlanna kanşan etkenler siyasi olduğu gibi, dini ve manevi de olabilmektedir. Bize göre bunlardan dini ve rrıa1ıevi olanı daha önem arz etmekte dini bir veeibe gibi yapılmaktadır. Mesela Allah'ın salih ve veli kullarından medet umuluyor, hatta hata yapılırsa onların çarpabileceği sanılıyor. Halbuki İslam inancında hazır olmayan, ölmüş insanlar ne kadar büyük kişiler olurlarsa olsunlar, bunlardan yardım istenmez. Onların insanları denededikleri ve gerekli ceza ve müdahalede bulunduklanna inanılmaz. Bunlardan korkulmaz, çekinilmez, bu tip şeylerde tek ve hakiki etken Allah'ın gücüdür. Ancak burada müslümanların sıkıntıya düştüğü anda Allah'ın meleklerle yardım ettiği gerçeğini unutmamak lazımdıL Mesela Bedir savaşında bu durum Kur'an ayetleri ile sabittir. Ali tınran 120 ve 126'da bunlar anlatılır. Mesela "Rabbiniz beşbin melekle size imdada koşar. Bunu ancak Allah size bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yapıyor. Yoksa zafer sadece azizverahim olan Allah katındandır." Buyuruluyor. Ve bu husus Enfal 9. ve 10. ayetlerde de tekrar ediliyor. Ayet-ikerimelerde açıkça görüldüğü üzere meleklerin müslümanlara sırf moral müjdesi olarak gönderildikleri ifade ediliyor ve zaferin ancak Allah katında olduğu hatırlatılıyor. Bu hususta Hz. İbrahim'i hatıriamamak mümkün değildir. Ateşe atıldığı sırada Allah'ın gönderdiği melek ona gelmiş ona yardım etmek i.stediğini söylemiş fakat İbrahim (a.s.) kemal ve zahitlikte Allah'ın dışında kimsenin yardımını istemediğini söylemiştir. Sonuçta olan çok ilginçtir. Burada İbrahim (a.s.) sadece Allah'ın yardımına teslim olmuş hem kendini yakmak isteyen ateş sönmüş, hem de şahsında tevhidi yok etmek isteyen Nemrut'un ateşi sönmüştür. Mesela (Enbiya 68-70) dediler ki: "Eğer bir şey yapacaksanız bari onu yakın! !lahlannıza arka çıkın. Biz ise dedik ki: 'Ey ateş serinlik ve esenlik ol. Böylece bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onları büsbütün başarısız kıldık ve ziyana uğrattık." Sahih bir hadiste " kanncanın hareketinden daha gizli bir şekilde şirkin ümmet içinde her zaman var olacağı" hatırlatılınıştır. Hz. Peygamber'in hadiste dikkat çektiği hususta biz müslümanların biraz kafa yorması ve ince düşünmesine gerek Allah olmalıdır. Kur'an-ı vardır. Her halde bundan sonra ümmet tahtadan, taştan yontlna putlara secde edecek 133 ve böylesine bir kaba şirke düşecek değildir. Sanmıyorum ki Hz. Peygamber bu hadiste bu tür putlara dikkat çekmek istesin. Konunun müslümanların arasından çıkmış salih ve kahraman insanlara aşırı bağlılık ile ilgisi vardır. Bu konuda İsra 56 ve 57. ayetleri biraz önce okumuştum. tbni Abbas'tan gelen rivayetlere göre burada insanların yardım umduğu kişilerden kast edilenin Hz. İsa, annesi Meryem, üzeyr (a.s) olduklan belirtiliyor. İmam Buhari'nin biraz önce okuduğumuz "Ved, Suva, Yevus, Yevk ve Nesr isimli putlar [rivayetine göre]vaktiyle Nuh (a.s) kavminden salih insanlardı. Bu insanlar vefat ettikten sonra insanlar şeytanın hevası­ na uyarak toplantı yerlerine bunların resim ve büsderini koydular. İsimlerini verdiler. Bununla kendi büyükleri olan bu salih insanların hatıralarını yaşatmak istiyorlardı. Daha bir şevkle Allah'a ibadet etmek istiyorlardı. O nesil dünyadan göçünce arkadan gelenler, ilim ve tevhidin silinmesiyle, o resim ve büstlere ibadet etmeye başladılar. Buhari, İbni Celil el-Taberi'nin Muhammed El Kays'tan rivayeti daha da ilginçtir. "Aslında ayette ismi geçen putlar Hz. Adem ile Nuh (a.s) arasın­ da yaşamış salih kimseler idi. Toplum, kendilerine uyuyor ve onları örnek alıyor­ du. Onlar ölünce kendilerine uyanlar dediler ki. Biz bu büyüklerimizin resimlerini yaparak evierimize asarsak onları hatırladıkça daha büyük bir zevkle ibadet ederiz. Halcikaten de resimlerini yapıp evlerine astılar. O nesil dünyadan göçünce İblis onlara bu resimler kirndi biliyor musunuz? Bunlara atalarınız tapıyorlardı ve bunların hürmetine yağmur yağdırılıyordu. '' Fitneyi verdi. Ve bunun üzerine o nesil atalarının büsderine ve resimlerine tapmaya başladılar. Bundan daha ilginç olanını İbni Ebi Hatim'den İbn Kesir şöyle nakleder: "Vaktiyle Babil'de salih bir insan vardı. Toplum içerisinde sevilen bir kişiydi. Öldüğünde kabrinin etrafında uzun uzun intizar etmeye ve ağiaşmaya başladılar. İblis onlara dedi ki: Bunun resmini yapsam da meclisierinize assanız böylece onu hatırlasanız .. Onlar bu teklifi kabul ettiler. ibiisse onlara bu dindar ve salih insanın resmini yaptı.'. Toplantı yerlerine astılar. Ve böylece ululadılar. Bundan sonra İblis onlara dedi ki bu zatın resmini herkes evine yapıp koysa böylece unutulmasa. Herkes bunu yaptı. Derken nesiller geldi geçti, onların evlatlarının evlatlan geldi ve bunlar o zata ibadet etmeye başladılar. İşte yeryüzünde Allah'tan başka kendisine ibadet edilen ilk kişi o oldu. Ve büsthaline getirdikleri putun adını da Ved koydular." Bu durum muvacehesinde peygamberler, melekler, salihler, Ka be, zernzem, safa ve merve gibi kutsallara paye koyarak bunların bizi Allah'a yaklaştırdıklarına inaparak yapılan dualar hakkında düşünen mü'minlerin uyarılmalan gerekiyor. Allah~u Teala insana şah damarından daha yakındır (Bakara 186). 134 Yine bu· konuda: "Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseleri biz biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız" (Kaf süresi 16. ayet). O halde bize bu kadar yakın olan Rabbimizle aramıza hangi aracıla, niçin konulacak? Burada aracı koymalada ilgili ilginç tespitlerden birisini ayet-ikerimelerde görüyoruz. Zümer 3.te "Haberiniz olsun ki, halis din yalnız Allah'ındır. Biz onlara sadece Allah'a yaklaştırsın diye kulluk, ediyoruz derler." Şimdi bazıları diyebilirler ki: Bütün bu ayetlerin muvahhit müslüman tipiyle alakası nedir? Bütün ayetler tarih!, kavmi müşrikler hakkındadır. Onlar hakkında­ ki ayetleri müslümanlar için nasıl kulanırsınız. Toplumumuzda bu tip düşüncelere sık sık rastlanmaktadır. Gerçekten de söz konusu ayetler müşrikler hakkındadır. Nı1zul sebebleri de bunu göstermektedir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki: Bir ayetin kimler hakkında indiği o kadar da önemli değildir. Nitekim "Nı1zul sebebinin hüsusiliği hükmün umumiliğine mani değildir" tarzındaki usul malumunuzdur. Onun için bir ayetin kimler hakkında indiğinden ziyade, niçin indiği önemlidir. Müslüman alimler bu konuya özel bir önem vermişlerdi. Bunun da sebebi Kur'an'ın tarihsel ve bölgesel bir kitap olmamasındandır. Verdiği özel sebeplere rağmen Kur'an ayetlerinin genel manalar ifade ettiklerini Maide Suresinin, "Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin, fasıklann, zalimlerin ta kendileridir" ayetleri ve bu ayetlere benzer ayetler ele alınabilir. Bu ayetler Tevrat ve !ncil'deki Allah'ın hükümlerine uymayan, kendilerinin uydurdukları heva ve heveslerine uygun hükümleri uyguladıklan için Yahudi ve Hristiyanlar hakkında inmiş­ tir. Yani bu ayetlerin iniş sebebi Eelıl-i kitaptır ama günümüzde ellerinde iktidan bulunduran İslam! hükümleri yürürlükten kaldıran, ellerinde imkan bulunduran, İslam yerine kendi uydurdukları yasa ve hükümlerle hükmeden insanlar bu ayetler çerçevesinde belirtilenlerin içine girmektedirler. Nitekim Ömer Bin Azim, Uzeyfe bin Numan, Hasan El Basri ayetlerin bizim için de geçerli olduğunu söylemekterdir. lbni Cerir derki: "Ayette kastedilenler Ehl-i kitap ve genel olarak Allah'ın indirdiklerini inkar edenlerdir. Binanaleyh ayetlerin kimler hakkında indikleri değil, ihtiva ettikleri amaç önemlidir. O halde ayetleri işlevleri ve muhtevalan sona ermiş kutsal değerler olarak müzelere kaldırmak yerine, onları hayata ve çağa indirgemek ve tatbik etmek gerekiyor. O tarihteki Hristiyan, Yahudi ve müş­ rikler de bizim gibi insandıhır. Onların kafir olmaları irsi değildir. Onlar bir takım inanç hatalarma düştükleri için müşrik olmuşlardı. Bu nedenle kendimizi nifak ve şirke karşı çok emin hissetmemeli, aksine çok dikkatli ve titiz olmalıyız." Zira yu135 karda zikrettiğimiz gibi Hz. Peygamber şirkin ümmet içinde karineanın hareketi gibi var olacağına dikkat çekmiştir. Nitekim Hz. Ömer kendisini nifaktan emin görmüyordu nifaka düşmernek için gayret sarf ediyordu. Şirk insanın kişiliğini öldüren, onu mevhum bir takım düşüncelerin esiri yapan, dünyada eşine rastlanmayan bir hastalık ve mikroptur. Bundan dolayıdır ki Kur'an" şirk şüphesiz şiddetli bir zulümdür" d.iyor. İşte Kur'an bu hasletten insanı iki yolla kurtarıyor. Evvela Kur'an, insana evrene hakim olabilecek güce sahip olduğunu telkin eder. Eşyaya ve dünyaya sahip olacak gücünden dolayı korkmasının ve ürkmesinin gereksiz olduğunu söyler. Nitekim İbrahim 32,33 ve Nahl 12 vb. ayetlerde bu husus anlatılır. "Allah gökleri . ve yeri yaratandır, üstten su indirip onunla size nzık olarak türlü mahsüller, meyveler çıkarandır, emri (ve izni) ile gemileri denizde yürümek için size ram eden. . . dir, akar suları da yine size,. sizin faydanıza, emrinize :verendir." (İbrahim, 2). 1 Kur'an'ın bu ve benzeri ayetleri ışığında, evrenin bütün herşeyi kendisi için yaratıldığı ve emrine verildiği halde insanlığın dün de bugün de emrine verilen bu şeylere tapınmış olmasının ne kadar üzüntü verici ve yüz kızartıcı olduğuna dikkat etmeliyiz. Allah insanı bu kadar onurlu kıldığı halde, insan izzet ve şahsi­ yetini unutarak canlı ve cansız varlıklar huzurunda bu izzet ve şerefini feda etmiş" tir. İnsanlığın bu acı serüveni sadece dine has tarihe karışmış bir olay değildir. Kur'an insanın evrendeki konumunu verdikten sonra Allah karşısında güçsüz olduğunu, enfusi ve enfali ayetlerde Allah'ın emrettiklerine uygun yaşaması gerektiğini vahyeder..Ugili ayetlerden bir tanesini okuyayım Alak 1-8: "Yaratan Rabbinin ·, adıyla oku. O insanı döllenmiş yumurtadan yarattı. Oku ki Rabbın son6uZ kerem sahibidir. O'dur kalemle öğreten. O insana bilmediğini öğretti. .Buna rağmen insan kendi kendini yeterli görüp, azıyor. Halbuki sonuçta dönüş Rabbinedir." Böylece Kur'an, yalnızca Allah'a boyun eğen ve sadece ondan korkan, başı dik, kişilikli, aklı ve vicdanı olan ve sadece ona umut bağlayan, ne kendine ne de etrafında olan kimseye zulüm etmeyen, muvahhit insan tipini evrenin imarcısı ve hizmetçisi olarak sunar. Buraya kadar ortaya konulan şeyleri düşünecek olursak; herkesin ittifakla kabul ettiği tevhitle, İslamınkinin farklı olduğu an:laşılacaktır. İs­ lamın nazarında muvahhit insan Allah Teala'yı, Kur'an ve sahih sünnetle anlatıldı­ ğı şekilde algılar ve kabul eder. Yoksa, kendi zihin dünyasından ürettiği vehim ve zanlarıyla -haşa- Allah'abirtakım roller biçmez. İnsanların kendi zihin ve tasavvurlan ile Allah'ı anlamaları onları büyük hatalara düşürüyor. Böylec~ insanlar aldanarak büyük hatalara ve dalalete düşüyorlar. Mesela diyorlar ki: "Allah dilerse 136 her şeyi yapar, dilerse veli kullarına, insanların düşüncelerini, kalplerini, gaybı bilme güç ve yeteneğini verir. O'nun güç ve yeteneğinin sının mı vardır? "gibi bir takım şeyler. Cin 25,26 ayetlerde elçi hariç, Cenab-ı Hakkın vahyi hiç kimseye bildinneyeceği anlatılır. Kur'an ve sahih sünnette belirtilen kurallara riayet edilmediği takdirde İslam akaidine göre belli sıfatları olan Allah yerine ilkesiz, ölçüsüz, haşa Bektaşi vb. insanların icat ettigi bambaşka bir Allah ortaya çıkar. Mesela (bunu bir kitaptan iktibas ediyorum) "Allah'ın veli kulu öyle bir kimsedir ki meyhaneye girer, şarhoşlarla birlikte oturur, hatta onlarla birlikte içki de içer. Ancak içtiği o içki öyle ki gırtlağından inerken Allah tarafından bal şerbetine dönüştürülür." Yine bir başka misal, "seyi süluk yolunda ilerlerken Allah Teala'nın ismi o kadar çok tecelli etti ki herşeyde ayrı ayrı görüldü. Hatta kadın şeklinde onların organları ayrı ayrı zahir oldu". Halbuki Yüce Allah Kur'an'da buyuruyor ki; "onlar bir kötülük işlediklerinde derler ki atalarımızı biz böyle bulduk ve onlar bize böyle emretti. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Görülüyorki Kur'an'da Peygamberler dışında gaybı bildirmesi ve bildirmemesi konusu onun gücüyle alakah bir sorun değildir. Zira evrende herşey Allah'ın yasaları ve Sünettullah çerçevesinde hareket eder. Buna göre meseleye Allah istedikten sonra gaybı bildiremez mi? Veli kulun ağzınd;:tki içkiyi bal şerbetine döndüremez mi? açısından değil, Allah-u Teala'nın yasasında bu konuyu nasıl düzenlediği açısından bakmak gerekir. Yukarıda geçen ayetle gaybın ancak Peygamberlere bildirileceği belirtilcliğine göre ortada herhangi bir problem bulunmamaktadır. Yine veli bir kulunun ağzındaki içkiyi bal şerbetfne döndürmesi de Allah yasalarıyla alakalı olup Allah'ın kötü şey­ leri murad etmeyeceği de yukarda geçen ayetlerde bildirilmiştir. Aslında konu Allah'ın yüceliği ile insanların aldatılışıyla ilgilidir. Ki tarihte bunu ilk kez İblis Adem babaya karşı denemiştir. Biz asıl konumuza dönecek olursak İslamın istediği muvahhit insan, kendine yeten, kendi ayaklan üzerinde, durabilen kişiliği bütün, otonom, dünya görüşün­ de çelişkileri olmayan, ayrı ayrı konulara tek tek ve evrensel açıdan bakabilen, örneğin siyasete de ekonomiye de, adalete de, ahlaka da düzgün bakabilen, kişiliği bölünmemiş, kafasıyla kalbi arasındaki birliği kurabilmiş, çelişkisiz muvahhit insan tipidir. Teşekkür ederim. 137