T.B.M.M. B:31 19.12.1997 0:2 lamdaki kavramlardan herhangi biridir. Bize göre bu böyledir, herkese göre de böyle olmalıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Allah'ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, milletimiz bir, devletimiz bir, vatanımız bir, bayrağımız bir; öyleyse bu ayrılık niye?! "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" bütün dün­ ya Müslümanlarının ortak paydasıdır. Hatta, bu kelime-i tevhide bazen ilave edilen "Ali Veliyullah"; yani, "Ali, Allanın evliyasıdır" sözü de bütün Sünnîlerin ortak inancıdır. Bakınız, Halife Hazreti Ömer, bir gün Hazreti Ali'den küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü, evlenmek üzere ister, Hazreti Ali "kızım henüz küçüktür" diye cevap verince, Hazreti Ömer ısrar eder. Haz­ reti Ali ısrarın sebebini sorar; bunun üzerine Hazreti Ömer şöyle cevap verir: "Ümmeye Sülalesi ile Haşimî Sülalesi arasındaki gerginliği kaldırıp, bunları yaklaştırmak istiyorum." Bunun üzerine, Hazreti Ali, kızını Hazreti Ömer'le evlendirir ve Hazreti Ömer, Hazreti Ali'ye damat olur. İşte on­ lar böyle dost idiler ve böyle yaşadılar. Biz ne diye kavga edecekmişiz?! Alevî kardeşlerimiz için, zamanının büyük mütefekkiri Bediüzzaman şu tarifle hitap ediyor: "Ey ehli hak olan ehli sünnet ve cemaat ve Ali Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler..." Ne kadar güzel bir hitap ve ne kadar güzel bir tarif. O kadar çok ortak paydamız var ki... Alevîler ile Sünnîler, Hazreti Peygamber, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin sevgisinde ortaktırlar. Camilerimizde bu mübarek isimlerin bulun­ duğu levhalar duvarlarda asılıdır. Yalnız, Alevîler ehlibeyt sevgisini meslek haline getirmişlerdir; bu da yanlış bir hareket tarzı değildir; meslek edinmemek de muhabbetin olmadığı anlamına gelmez. Görülüyor ki, Alevî de, Sünnî de Allaha giden yolda birleşiyorlar ve İslam kardeşidirler. O halde, geliniz, geleceğimizi, kutupların giderilemez uzlaşmazlığı cenderesine sıkıştırmayalım; bu­ nun kimseye faydası yok. En zıt görünen taraflar arasında dahi ortak noktalar vardır. Hep zıtlık ve ihtilaflarımızı bulup öne çıkarmak yerine, toplumumuzu bir arada tutan ortak noktaları bulalım. Hepimizin mutabık olabileceği tek nokta, farklılıkları bir arada yaşatma biçimini öğrenmek olma­ lıdır; bunun da tek koşulu, tahammüldür; tahammül, demokrasinin erdemidir. Artık, ülkenin her köşesindeki insanların bilmesi gerekir ki, dünya görüşümüz ve hayat tarzı tercihimiz ne olursa ol­ sun, hukuk devleti ve insan haklarına dayanan demokrasi, hepimizin ortak varoluş zeminidir; an­ cak, böyle bir demokrasi içerisinde, farklılıklarımızı koruyarak, barışçı bir biçimde bir arada var olabiliriz. Hepimizin mutabık olacağı diğer bir nokta da şu olmalıdır: Bu ülke, ülkede yaşayan herkesin ülkesidir. Herhangi bir kesimin, ülkenin gerçek, aslî, yegâne sahibi olması ve diğerlerinin yabancı konumunda bulunması söz konusu değildir. Semavî dinlerin tamamı, demokrasiyi en fazla destekleyen dinlerdir. Hazreti İbrahim, Nemrut karşısında; Hazreti Musa, Firavun karşısında; Hazreti İsa, Bizans karşısında, hep halkın, birtakım otoritelere karşı haklarını savunarak ve zaman içerisinde, halkı iktidar yapagelmişlerdir. İslam hu­ kukunda, biat, vekâlet ve temsil bahislerinin incelenmesi, hep seçim ve demokrasinin varlığının açık delilleridir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; milletimizin yüzde 99'unun inandığı ve mensubu olmak­ la şeref duyduğu İslam Dini ile çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazı demek olan laikliğin, birbi­ rine taban tabana zıt iki unsur oldukları şeklindeki basma kalıp bir düşünce de, maalesef, bir kör dövüşüne dönüştürülmek istenmektedir. Devlet için laiklik, dinlerin yerini alacak bir dogmalar sis­ temi, siyasî ve ekonomik bir dayatma aracı, vatandaşlar için de kabulü zorunlu yeni bir iman ola­ maz, olmamalıdır da. -412 -