"İman, mânevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor

advertisement
Sorularlarisale.com
"İman, mânevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür
dahi, mânevî bir cehennemin tohumunu saklıyor." Ehl-i
küfür olan Hristiyanlar ve Yahudiler, nasıl dünyada
manevi cehennem hayatı yaşıyorlar?
Risale-i Nur'un hedef aldığı küfür, ekseriyetle mutlak anlamdaki küfürdür. Yani
Risale-i Nurlarda genellikle Allah ve ahreti inkar eden materyalist kafirlerin ruh hali
analiz ediliyor. Bu sebeple Hristiyan ve Yahudileri mutlak küfür kapsamına almak
doğru bir bakış açısı değildir.
Risale-i Nur'da geçen "dinsiz ve münkir-i Sâni" ifadesi, küfrü-ü mutlak olan ateizm
demektir. Bu noktadan Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hristiyanlara ateist ya da mutlak
dinsiz denemez. Çünkü böyle bir ifade Kur’an’a ve Kur’an’ın kafirleri sınıflandırılma
biçimine aykırı olur. Hatta bunun hukuki ve fıkhi sakıncaları da vardır.
Mesela, Yahudi ve Hristiyan birisinin kestiğini yemek helal iken, ateist birisinin
kestiğini yemek haramdır. Yahudi ve Hristiyan bir kadınla evlenmek caiz iken, ateist
bir bayan ile evlenmek haramdır. Yahudi ve Hristiyan birisinin İslam da hakkı hayatı
varken, ateist olmuş bir Müslüman’ın hakkı hayatı yoktur vs... örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Ama Yahudi ve Hristiyanlar dinsiz ve ateist olmasalar da, onlar İslam ve Kur’an’ı
inkar ettikleri için, kafirdirler ve ebedi cehennemde kalacaklar. Bu mesele katidir,
tevil ve tabiri mümkün değildir.
Nitekim Kur’an kafirlerin hepsini bir kefeye koyup hepsine aynı şamarı atmamış
onları sınıflandırmıştır. Kur’an ayetlerine bir bütün halinde bakamayan bazı nadanlar
bu inceliği ve gerçeği göremiyorlar.
Hristiyanlar potansiyel olarak İslam’a girmeye müsait en mülayim ve en halim bir
topluluktur. Bu yüzden onları mutlak anlamda dinsizlik ile itham edip rencide
etmemek gerekir. Onlar da imanın altı rüknüne inanıyorlar, ama onların imanına şirk
unsurları girdiği için, İslam açısından onların imanları makbul ve sahih olmuyor. Bu
husus ayette şu şekilde belirtilir:
"Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en
şiddetlilerinin Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün.
Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise 'Biz
Nasârayız (Hristiyanız)' diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi,
onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı terk etmiş rahiplerin
bulunması ve onların kibirlenmemeleridir.” (Maide, 5/ 82)
page 1 / 4
Ehl-i kitabın imanı sahih ve kamil olmadığı için, sahih ve kamil imanın nimetlerinden
istifade edemiyor ve edemez. Ama bunun yanında mutlak küfrün manevi
cehenneminden de kendilerini bir parça kurtarıyor. Tabiri caiz ise, dünya açısından
“ne şiş yansın ne kebap” hesabı oluyorlar. Ne kamil imana giriyorlar ne de küfr-ü
mutlaka, ikisi arasında dünyayı kısmen kurtarıyorlar. Üstad Hazretleri sadece Ehl-i
kitap açısından değil bütün kafirler açısından bu inceliğe şu şekilde işaret ediyor:
"Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler
bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslâmiyetin
telkinatiyle küfr-i mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp
etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in'ikâs ve tesirat
sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu
sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez.
Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri
vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam
mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki
tarafın zahmetinden kurtulur."(1)
"Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl
ekser insanlar gidiyorlar?"
"Elcevap: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki
nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri
ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak
istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle mütesellî oluyorlar.
"Sual: Eğer denilse: Dalâlette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var
ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor.
Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü
insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu
halde, küfür vasıtasıyla, mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firâk-ı
lâyezâlî ve zevâl-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün
sevdiklerini idam ve mufarakat-i ebediye suretinde, gözü önünde,
daima küfür vasıtasıyla gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl
hayattan lezzet alabilir?
"Elcevap: Acip bir mağlâta-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Sûrî
bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsille onun mahiyetine işaret
edeceğiz. Şöyle ki:"
"Deniliyor: Devekuşuna demişler, 'Kanatların var, uç.' O da
page 2 / 4
kanatlarını kısıp 'Ben deveyim.' demiş, uçmamış. Fakat avcının
tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş.
Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra
ona demişler, 'Madem deveyim diyorsun, yük götür.' O zaman
kanatlarını açıvermiş, 'Ben kuşum.' demiş, yükün zahmetinden
kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna
hedef olmuş."
"Aynen onun gibi, kâfir, Kur'ân'ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü
mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş. Ona denilse: 'Madem mevt
ve zevâli bir idam-ı ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı
göz önünde. Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır?' O
adam, Kur'ân'ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı
bir hisse ile der: 'Mevt idam değil; ihtimal-i beka var.' Veyahut,
devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar-tâ ki ecel onu görmesin
ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!"
"Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli
idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'ân ve semâvî kitapların îmânün
bi'l-âhiret'e dair kat'î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale
yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, 'Madem
bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i
diniye meşakkatini çekmek gerektir.' O adam şekk-i küfrî cihetiyle
der: 'Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?' Yani, vaktâ ki o hükmü Kur'ân'ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından
kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i
diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline
yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek, bu nokta-i nazarda,
mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i
diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı
ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki
bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve
muvakkattir."
"İşte, Kur'ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti
vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece
kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, âhiret
cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem
azâbı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Katre'nin Zeyli.
page 3 / 4
(2) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.
page 4 / 4
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download