ehlibeyt mektebi

advertisement
2
İÇİNDEKİLER
‘’Ve İtretim’’ Tabiri Mi Doğrudur,Yoksa ‘’Ve
Sünnetim’’ Tabiri Mi?.........................................................5
Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamına
girer?.......................................................................................1
5
On iki halife-imam kimdir?...........................................21
Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt
ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır ?........21
Velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) bütün
fırkalara
hastır……………….……………………………….37
İslâmi
Ehlibeyt’e alimlerine göre Ehl-i Sünnet fakihleri
güvenilir
mi?........................................................................43
Allah'ın velilerinin makamı nasıldır?.......................51
Velilerin velisi Hz. Hüseyin’in kıyamını kimler ve
niçin
eleştiriyor?................................................................55
3
Hz. Hüseyin savaşı kazanamayacağını bilmesine
rağmen kendisini ve ailesini niçin tehlikeye
attı?..........................................................................................6
5
Ehlibeyt İmamları Allah’ın rızasına nail olmak için
kendilerini feda etmişlerdir…………………………….69
Ehl-i Beyt Ve Seyyidler Cemaatinin, İslâm
Birliği’nin
Teşekkülündeki
Vazifesi…….……………79
Sahabe Kimdir?..................................................................83
Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de
Sahabe midir?.....................................................................93
Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?....101
Ehlibeyt İmamlarının halife’lere yaklaşımı
nasıldır?..............................................................................107
Ehlibeyt
Alimlerinin
halife’lere
yaklaşımı
nasıldır?.............................................................................113
Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı
nasıldır?.............................................................................119
Ehl-i Sünnet Alimlerine göre Ehl-i Şia……..……..127
4
Şer'i
Açıdan
Konumu…..133
Şia'ya
Göre
Sünnilerin
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney Açısından
Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki
Vahdet………………………………………………………….14
5
İttihad-ı
İslam
(Bediüzzaman)……………………….151
Terikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?.........159
5
‘’VE İTRETİM ’’ TABİRİ Mİ DOĞRUDUR,YOKSA
‘’VE SÜNNETİM’’ TABİRİ Mİ?
Sahih rivayetleri zayıf rivayetlerden ayırmak ve tesbit
etmek ‘Rical’ ve ‘Cerh-Tadil’ ilmine aittir.
Muhaddisler,meşhur Sakaleyn hadisini iki şekilde
nakletmiş,
hadis
kaynaklarında
ona
yer
vermişlerdir.Şimdi hangisinin doğru olduğuna
bakalım:
a)’’Allah’ın kitabı ve itretim Ehlibeyt.’’
b)’’Allah’ın kitabı ve sünnetim.’’
Cevap: Hz.Peygamber’den (s.a.a) nakledilen sabit
hadis ,’’ve Ehlibeyt’im’’lafzıdır.’’Ehlibeyt’im’’ yerine
‘’sünnetim’’ lafzının geçtiği rivayet,senet açısından
batıldır,kabul edilemez.Buna mukabil, ‘’ve Ehlibey’im’'
tabirinin geçtiği hadis,senet açısından sıhhatin en üst
seviyesindedir.
‘’Ve Ehlibeyt’im’’ Hadisinin Senedi
Bu metni iki büyük muhaddis nakletmiştir:
1-Müslim kendi Sahih’inde Zeyd b. Erkam’dan şöyle
nakleder:
Allah Resulü (s.a.a) bir gün Mekke ve Medine
arasındaki Hum göletinin yanında bir hutbe okudu ve
bu hutbede Allah’a hamd-u senada bulunduktan ve
insanlara nasihat ettikten sonra şöyle buyurdu:
‘’Bilin ki ey insanlar!Şüphesiz ben de bir insanım.
Yakında Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun
6
davetine icabet edeceğim.Ben sizin aranızda iki
değerli şey bırakıyorum.Onların birincisi,içinde
hidayet ve nur bulunan Allah’ın kitabıdır.O hâlde
Allah’ın kitabını tutun ve ona sarılın.’’
Hz.Peygamber,insanları Allah’ın kitabına sarılmaya
terğib ve teşvik ettikten sonra şöyle buyurdu:
‘’(Ve ikincisi ise) Ehlibeyt’imdir.Sizlere Ehlibeyt’im
hakkında Allah’ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt’im
hakkında Allah’ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt’im
hakkında Allah’ı hatırlatırım.’’ (Sahih-i Müslim, c.4,
s.1803, h.2408. Abdulbaki basımı)
Bu metni Daremî de kendi Sünen’inde nakletmiştir.
(Daremî Sünen, c.2. s.431-432.)
Hemen belirtmeliyiz ki, her iki naklin senedi güneş
gibi açık ve ortadadır ve hiçbirinin senedinde en ufak
bir şek ve şüphe bulunmamaktadır.
2-Tirmizî,bu metni ‘’itretim ve Ehlibeyt’im’’ lafzıyla
nakletmiştir.Hadisin metni şöyledir:
‘’Ben sizin aranızda,sarıldığınız müddetçe benden
sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum.Biri
diğerinden daha büyüktür.(Bu iki şey) gök ile yer
arasında sarkıtılmış bir ip olan Allah’ın kitabı ve
itretim Ehlibeyt’imdir.Bu ikisi havuzda yanıma
gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.O hâlde o
ikisine karşı nasıl davrandığınıza iyi bakın.’’(Sünen-i
Tirmizî, c.5, s.663, hadis:37788)
7
Görüldüğü gibi ‘’Sihah’’ ve ‘’Sünen’’ yazarlarından olan
Müslim ve Tirmizî,bu hadisi ‘’Ehlibeyt’’ lafzıyla
nakletmiştir.Bu da,bizim görüşümüzü ispatlamaya
yeter.
Ayrıca her ikisinin senedi de, tartışma götürmeyecek
kadar sağlam ve muteberdir.
‘’Ve Sünnetim’’Metninin Senedi
‘’Ehlibeyt’’ lafzı yerine ‘’sünnetim’’ lafzının yer aldığı
rivayet, senedinin zayıf olmasının yanında Emevîlerin
uşakları tarafından uydurulduğu ortada olan
uydurulmuş bir hadistir.
1-Hâkim Nişaburî el-Mûstedrek adlı kitabında
aşağıdaki senetle mezkur metni nakletmiştir:
İsmail b. Ebî Üveys,
Ebî Ûveys’ten, o
Sevr b. Zeyd ed-Deylemî’den, o
İkrime’den, o da
İbn-i Abbas’tan nakleder; Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurdu:
‘’Ey insanlar!Şüphesiz ben sizin aranızda iki değerli
şey bırakmış bulunuyorum.Onlara sarıldığınız
müddetçe asla sapmazsınız:Allah’ın kitabı ve
Peygamberi’nin sünneti.’’(Hakîm, el-Mûstedrek, c.1,
s.93)
8
Bu metnin senedinin afeti,senedin başında yer alan
baba ve oğuldur.Bu iki kişi, İsmail b. Ebî Üveys ile Ebu
Üveys’dir.Bu baba ve oğlun güvenilir oldukları
söylenmediği gibi yalan söylemek ve hadis
uydurmakla da suçlanmışlardır.
Bu
ikisi
Hakkında
Söyledikleri
rical
Âlimlerinin
Hafız Mezzî, Tehzib’ul kemal adlı kitabında İsmail ve
babası hakkında rical ilminin araştırmacılarından
şöyle nakletmektedir:’’Yahya b. Muin (ki rical ilminin
büyük alimlerindendir) şöyle diyor: ‘Ebu Üveys ve
oğlu zayıtırlar.’ Yine Yahya b. Muin’den şöyle dediği
nakledilmiştir: ‘Bu iki kişi, hadis çalarlar.’ Yine İbn-i
Muin, Ebu Üveys’in oğlu hakkında,’Ona güvenilmez.’
Demiştir.’’
‘’Nesaî, oğul hakkında, ‘O zayıftır ve güvenilir
değildir.’ demiştir. Ebu’l –Kasım Lalekaî
şöyle
demiştir:Nesaî onun aleyhinde çok şey söylemiştir ve
hadisinin terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.’’
‘’Rical âlimlerinden olan İbn-i Adiy şöyle
demiştir:İbn-i Ebî Üveys, dayısı Malik’ten hiç kimsenin
kabul etmediği ilginç hadisler rivayet etmiştir.’’(Hafız
Mezzî, Tehzib’ul- Kemal, c.3. s.127)
İbn-i Hacer, Feth’ul-Barî adlı eserinin önsözünde
şöyle demiştir: ‘’Nesaî’nin kendisi hakkındaki
cerhinden dolayı İbn-i Ebî Üveys’in hadisine asla
itibar edilmez.’’(İbn-i Hacer Askalanî,Feth’ul-Barî’nin
Önsözü, s.391, Dar’ul-Marife basımı)
9
Hafız Seyyid Ahmed b. Sıddık, ‘’Feth’ul-Melik’ilAliyy’’ adlı kitabında, Seleme b. Şeyb’den şöyle
nakletmektedir: ‘’İsmail b. Ebî Üveys’ten şöyle
dediğini işittim:Medine ehli bir konuda iki gruba
ayrılınca, ben hadis uydururdum.’’(Hafız Seyyid
Ahmed, Feth’ul-Melik’il-Aliyy, s.15)
Buna göre oğul (İsmail b. Ebî Üveys) hadis
uydurmakla suçlanmıştır.Nitekim İbn-i Muin, onun
yalancı olduğunu söylemiştir.Bundan da öte, onun
naklettiği hadisler Sahih-i Müslim, Tirmizî ve diğer
sahih kitapların hiçbirinde nakledilmemiştir.
Baba (Ebu Üveys) hakkında ise Ebu Hatem Râzi’nin
el-Cerhu ve’t-Ta’dil adlı kitabında söylemiş olduğu şu
söz yeterlidir: ‘’Onun naklettiği hadis yazılır, ama delil
ve hüccet olarak kabul edilmez.Hadisi sağlam ve güçlü
değildir.’’(Ebu Hatem Razî, el-Cerh-u ve’t-Ta’dil, c.5.
s.92)
Yine Ebu Hatem, İbn-i Muin’den, Ebu Üveys’in
güvenilir olmadığını nakletmiştir.
Dolayısıyla, senedinde bu iki kişinin bulunduğu
rivayet (‘’ve sünnetim’’ hadisi )sahih değildir.Kaldı ki
bu rivayet, sahih ve sabit olan öteki hadisle muhalefet
içindedir.
Dikkat edilmesi gereken bir konu da, bu hadisi
nakleden Hakîm Nişaburî’nin, hadisin zayıflığını itiraf
etmiş olmasıdır.Bu yüzden hadisin senedini
düzeltmeye kalkışmamıştır.Sadece içeriğinin sıhhati
hususunda bir şahit zikretmiştir ki, o şahit de senet
açısından zayıftır ve itibar edilecek gibi değildir.Bu
açıdan hadisi güçlendireceği yerde onu daha da zayıf
10
kılmaktadır. Şimdi Hakîm Nişaburî’nin zayıf senedine
bir bakalım:
‘’Ve Sünnetim’’ Hadisinin İkinci Senedi
Hakîm Nişaburî, aşağıda zikredilecek olan senetle,
merfu (Ravisi tarafından masuma isnat edilmeyen
hadise ‘’merfu’ hadis’’ denir) olarak Ebu Hureyre’den
şöyle nakletmektedir:
‘’Şüphesiz ben sizin aranızda öyle iki şey bırakmışım
ki, onlardan sonra asla sapmazsınız:Allah’ın kitabını
ve sünnetimi.Bu ikisi, havuzda yanıma gelinceye
kadar asla birbirinden ayrılmazlar.’’(Hâkim, elMüstedrek, c.1, s.93)
Bu metni Hâkim şu senetle nakletmiştir:
Zabbî (Dabbî)
Salih b.Musa et-Talhî’den, o
Abdulaziz b. Refî’den, o
Ebu Salih’ten, o da
Ebu Hureyre’den.
Bu hadis de, önceki hadis gibi uydurma bir hadistir.
Hadisin senedinde Salih b.Musa et-Talhî yer almış
ki,rical âlimlerinin büyükleri onun hakkında hiç de iyi
şeyler söylememişler.
Yahya b. Muin onun hakkında şöyle diyor:’’Salih b.
Musa, güvenilir birisi değildir.’’
11
Ebu Hatem Râzî şöyle diyor: ‘’Onu hadisi zayıf ve
münkerdir. O birçok münker (yadsınan) hadisi
güvenilir kimselerden nakleder.’’
Nesaî şöyle diyor:’’Onun hadisi yazılmaz.’’Başka bir
yerde
ise
şöyle
diyor:’’Onun
hadisi
terk
edilmiştir.’’(Hafız Mezzî, Tehzib’ul-Kemal, c.13, s.96)
İbn-i Hacer, Tehzib’ut-Tehzib adlı kitabında şöyle
yazıyor:’’İbn-i Hibban der ki: ‘Salih b. Musa, güvenilir
kimselere öyle sözler isnat eder ki, asla onların
sözlerine benzemez.’Sonunda da şöyle der: ‘Onun
hadisi hüccet değildir.’ Ebu Nuaym de, ‘Onun hadisi
terk
edilmiştir.
Sürekli
münker
hadisi
nakleder.’der.(İbn-i Hacer, Tezhib’ul-Tezhib, c.4,
s.255)
Yine İbn-i Hacer, et-Takrib adlı kitabında şöyle diyor:
‘’Onun hadisi terk edilmiştir.’’(İbn-i Hacer, et-Takrib,
tercüme, no:2891)
Zehebî el-Kaşif adlı kitabında şöyle diyor: ‘Onun
hadisi zayıftır. (sağlam değildir)’’(Zehebî, el-Kaşif,
tercüme, no:2411)
Zehebî, Mizan’ul-İtidal adlı esrinde söz konusu hadisi
ondan nakletmiş ve şöyle demiştir: ‘’Bu hadis, onun
münker
(yadsınan)
hadislerindendir.’’(Zehebî,
Mizan’ul-İ’tidal, c.2, s.302)
12
‘’Ve Sünnetim’’ Hadisinin Üçüncü Senedi
İbn-i Abdulbirr, et-Temhid (et-Temhid, c.24, s.331)
adlı kitabında, bu metni aşağıda zikredilen senetle
nakletmiştir:
Abdurrahman b. Yahya,
Ahmed b.Said’den, o
Muhammed b. İbrahim ed-Dubeylî’den, o
Ali b. Zeyd el-Feraizî’den, o
El-Huneynî’den, o
Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf’dan, o
Babasından, o da dedesinden.
İmam Şafiî,Kesir b. Abdullah hakkında şöyle diyor:
‘’O yalanın temellerinden biridir.’’(İbn-i Hacer,
Tezhib’ul-Tezhip, c.8, s.367, Dar’ul-Fikr basımı,
Tehzib’ul-Kemal, c.24, s.138)
Ebu Davud şöyle diyor: ‘’O yalancılardan
biridir.’’(age.)
İbn-i Hibban şöyle diyor:’’Abdullah b. Kesir,
babasından ve dedesinden temelden yalan olan bir
hadis mecmuası nakletmektedir.O mecmuadan ve
Abdullah’tan hadis nakletmek haramdır.Ancak
şaşkınlığı ifade etme veya eleştirme amacıyla olursa, o
başka.’’(İbn-i Hibban, el-Mecruhin, c.2, s.221)
Nesaî ve Darekutî şöyle diyorlar: ‘’O’nun hadisi terk
edilmiştir.’’
13
İmam Ahmed şöyle diyor: ‘’O hadisleri yadsınan ve
itimat edilmeyecek bir şahıstır.’’ İbn-i Muin da aynı
görüştedir.
Ne ilginç ki İbn-i Hace, et-Takrib adlı kitabında onun
hakkında sadece, ‘’zayıftır’’ cümlesiyle yetinmiş ve
onu yalancılıkla itham eden kimseleri aşırılıkla
suçlamıştır. Oysa rical ilminin önde gelenleri, onu
yalancılık ve uydurmacılıkla itham etmişlerdir.Hatta
Zehebî, ‘’Onun hadisi zayıf ve temelsizdir.’’demiştir.
Senetsiz Nakil
Malik, el-Muvatta adlı kitabında bu metni senetsiz
olarak ve mürsel bir şekilde nakletmiştir.Bilindiği
üzere
böyle
bir
hadis
hiçbir
değer
taşımamaktadır.(Malik, el-Muvatta, s.889, hadis:3)
(Mürsel hadis, senedinde sahabenin zikredilmediği
hadis.)
Bu inceleme, açıkça şu gerçeği ispat etmektedir:
‘’Ve sünnetim’’ hadisi, uydurmacadan başka bir şey
değildir. Emevî sarayına bağımlı ve yalancı raviler,
onu, Salih olan ‘’ve itretim’’ (ve Ehlibeytim) hadisinin
karşısında uydurmuşlardır. Bu yüzden din bilginleri,
hatipler ve cami imamlarının Hz. Peygamber’in
söylemediği bir hadisi terk edip, onun yerine insanları
14
Hz. Peygamber’in doğru hadisiyle, yani Müslim’in ‘’ve
Ehlibeyt’im’’ şeklinde, Tirmizî’nin ise ‘’ve itretim ve
Ehlibeytim’’ şeklinde naklettiği sahih hadisle
tanıştırmaları, dinî öğrencilerin de hadis ilmini
öğrenmeye yönelmeleri, sahih hadis zayıf hadisten
ayırt etmeleri gerekir.
(Kaynak: Cevaplıyoruz Kitabı, s.107-114, Seyyid Rıza
HÜSEYÎNNESEP
‘Üstad
Cafer
Sübhanî’nin
Gözetiminde’ ,Kevser yay.)
15
Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamına
girer?
Hz.Peygamberin ‘’Ehlibeyt’im’’ lafzıdan maksadı, onun
soyudur ve bunlar;Hz. Fatıma,Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin
gibi kişilerdir.Zira Müslim, Sahih’inde ve Tirmizî,
Sünen’inde Ayşe’den nakletmişlerdir:
‘’Allah ancak siz Ehlibeyt’ten her türlü pisliği
gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.’’ Ayeti,
Ümmü Seleme’nin evinde Peygamber’e (s.a.a) nazil
oldu.Peygamber (s.a.a), Fatıma,Hasan ve Hüseyin’i
çağırdı.Onların üzerine bir örtü örttü. Ali de, Hz.
Peygamber’in arkasında duruyordu.Hz. Peygamber,
onu da örtüyle örttü ve şöyle buyurdu: ‘’Allah’ım!
Bunlar, benim Ehlibeytimdir; onlardan her türlü
pisliği gider ve onları tertemiz kıl!’’Ümmü Seleme;
‘’Ben de onlardan mıyım ey Allah’ın Resulü?’’ dedi.Hz.
Peygamber; ‘’Sen yerinde dur (örtünün altına
girme)!Sen hayır üzeresin.’’buyurdu.
Konuyla ilgili Tathir (Ahzab: 33) ayetinde,Peygamber
Efendimiz'in (as) zevceleri için gelen zamirler
müennes (künne) olarak gelmiş, Ehl-i Beyt'e
16
hitap eden, onların temizliğini ifade eden bölümde
gelen zamirler ise müzekker (küm) diye gelmiştir. Bu
zamirlerin de, ya tamamı erkek, veya erkek-kadın
karışık eşhas için kullanıldığı, konuyla ilgilenen
herkes tarafından bilinmektedir.
Tathir ayetinin tefsirini ve izahını, bizzat Resul-ü
Ekrem (sav) yapmış, Ehl-i Beyt'in, Ali-Fatıma-HasanHüseyn (as) olduklarını, ısrarla ve üzerlerine örtü
atıp müşahhas şekilde gözlere göstere göstere..
söylemiştir! Ki, "İnsanlara, kendilerine indirileni
açıklaman için sana da bu Kur'an'ı indirdik!..
Umulur ki düşünüp anlarlar!.." [Nahl(16): 44]
ayetinin tasrihi muvacehesinde, Kur'an'ı
açıklamakla görevli bulunan Yüce Resul'(as)ün, bu
ayetteki
Ehl-i
Beyt,
Ali-Fatıma-Hasan
ve
Hüseyn(as)'dir, dediği ve sürekli olarak bunu
vurguladığı rivayet edilmiştir. Hatta bir rivayette tam
altı ay, diğerine göre de yedi ay boyunca, her sabah
namazı öncesinde, Hazret-i Ali'nin ve Fatıma'nın
evlerinin kapısında durup, "Ey Ehl-i Beyt, namaz!,
namaz!, diyerek tathir ayetini okumaya devam
etmiştir!..." (Tirmizî: 5/324; İbn-i Kesir, Ahmed İbn-i
Hanbel'den naklen: 12/6520- 6521)
Bu kadar açık deliller karşısında, Yüce Resul'ün (as)
sarih beyanlarına rağmen, hâlâ inat ve taassubla
hareket ederek Yüce Resul'ün (as) izahının-beyanının
aksine ve zıddına beyanlarda bulunanlar için, hiçbir
söz söylenemez!
17
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda
tartışanlara;
'Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere,
karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı
çağıralım, sonra da 'duâ' edelim de Allah'tan
'yalancılar' üzerine la'net dileyelim!' de." [Al-i
İmran: 61]
Bunun üzerine Resulullah (sav), Hz. Ali'yi, Hz.
Fatıma'yı, Hz.Hasan'ı, ve Hz. Hüseyn'i çağırdı, onlar
gelince, hep beraber, mübahele için Necran heyetinin
karşısına çıkarlar, Ehl-i Beyt-i Resul'ün bu mübarek
şahsiyetlerini gören Necranlıların kalpleri titremeye
başlamış; "Bunlar öyle yüzlerdir ki, eğer Allah'tan,
dağları yerinden oynatmasını isteyecek olsalar,
kesinlikle yerinden oynatır!..." diyerek, mübahele
yapmaktan sarfı nazar ederek, Resul-ü Ekrem ile
anlaşma imzalayarak ülkelerine dönmüşlerdir.(
Olayın vuku için, bakınız; El-Mizan: 3/223-244;
Mefatih'ül Ğayb (Fahri Razî):6/370-371;İbn-i Kesir:
4/1271; Dürr'ül Mensur: 2/39; İbn-i Esir-El Kâmil
(terc): 2/270; Keşşaf:1/369; Müslim (terc): 10/245)
Bu ayette geçen ebnaena (oğullarımız) ifadesi ile, Hz.
Hasan ve Hüseyn'in, enfüsena (kendimiz) ibaresi ile,
Resulullah (sav)'in ve Hz. Ali'nin müştereken, nisaena
(kadınlarımız) kelimesiyle de sadece Hz. Fatıma'nın
kastedildiği, Cabir İbn Abdullah (ra) tarafından
rivayet edilmiştir. (İbn-i Kesir: 4/1271)
Olayla ilgili olarak, Fahr-i Razî de şunları
nakletmektedir: "Bu esnada, Hz. Peygamber (sav) de,
18
üzerinde siyah kıldan bir örtü, futa olduğu halde
evinden dışarı çıkmıştı. Hz. Hüseyn'i kucağına almış,
Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma,
Hz.Peygamber'in (sav), Hz. Ali de, Hz. Fatıma'nın
peşindeydi... Hz. Peygamber (sav) şöyle diyordu: "Ben
duâ ettiğim zaman, siz 'amin!' deyiniz!..." Bunun
üzerine, 'Necran'ın Piskopos'u (kendi kavmine): "Ey
hristiyanlar! Ben karşımda öylesine yüzler görüyorum
ki, onlar, Allah'dan bir dağı yerinden oynatıp yok
etmesini isteseler, muhakkak ki Allah, o dağı yerinden
götürür. Binaenaleyh, (onlarla) la'netleşmeyin, aksi
halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde,
kıyamete kadar tek bir hristiyan kalmaz!" dedi.
(Mefatih'ül Ğayb: 6/370);
Burada şu hususu arzetmek gerekir. Ki; Al-i
Muhammed (as) olarak, Al-i İmran’ın munharif
mensuplarının huzuruna mübahele için çıkan Resulü Ekrem (as), sair ayet ve hadislerde de belirlenmiş
olan ve ıtretim, Ehl-i Beyt’im diye tavsif ettiği mümtaz
zevatla çıkmış, yanına ne zevcelerini ne de amcasını
(Abbas'ı) ve çocuklarını almamış, böylece;
Ehl-i Beyt'in ve Al-i Muhammed'in Kim? olduğunu
bil-fıil-müşahhas olarak göstermiştir.
Üstelik, nisaena (kadınlarımız) ta'bir ve ibaresinin
içerisine, zevcelerini dahi dahil etmemiştir. Buna
rağmen bir kısım ehl-i haset ve taassub tarafından
Ehl-i Beyt kavramının içerisine, alâkası olmayan nice
kimseler sokulmak istenmiş, akıl ve hayale
19
gelmeyecek
hile-te'vil
başvurulmuştur.
ve
tahrif
yollarına
Ve yine; aynı tathir ayetinin tefsirinde gelmiş olan bu
Kisa (Aba) hadisesinde geçen 'Ehl-i Beyt'in, zevceler
mi?' olduğunu soran kişiye (Hasin bin Semure)
hadisin başka bir ravisi olan Zeyd b. Erkam, şu kesin
ve net cevabı vermiştir:
"Hayır! Allah 'a yemin olsun! Hakikaten kadın,
zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra onu
boşar da, kadın babasına ve kavmine döner!..."
(Sahihi Müslim, c.5, s.27,h.2409 ve Cami’ul- Usul)
; zaten, mezkur hadis-i şerifte:
"Ben size iki ağır (Sekaleyn) emanet bırakıyorum!...
Bunlar kıyamete kadar,birbirinden ayrılmaz!...
Bunların biri, Kur'an-ı Kerim, diğeri ise ıtretim olan
Ehl-i Beyt'imdir!..." ibareleri geçmektedir. Ki; Yüce
Resul-ü Ekrem (sav) zevcesi, kıyamete kadar!..
hayatta mı kalacak? Ki, ümmet onların hukukuna
riayet ve onlara itaat edebilsin?... (Bunun ne kadar
basit ve kuru bir mantık olduğu apaçık meydandadır.)
Keza, mezkûr [Al-i İmran: 61]'de geçen ebnaena
(oğullarımız) ile de, Hz. Hasan ve Hüseyn'in kast
edildiği, güneş gibi açık olmakla beraber; "...Bunlar
benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben
onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri
de sev!"; "..Bana oğullarımı çağırın!.."; "Oğullarımın
20
adlarını ne koydunuz?..." (Tirmizî: 6/304, 306; Hakim:
3/165-166; Buharî-Edebü'l-Müfred (terc): 2/180181; Müsned-i Ahmed: 1/98) gibi.. pek çok hadis-i
şeriflerle de konu, daha da pekiştirilmiş
bulunmaktadır.)
Enfüsena (kendilerimiz) lafzıyla da, Hz. Ali'nin,
Peygamber Efendimiz'le (sav) birlikte ve O'nunla içiçe olarak kullanıldığı açıktır. Bununla birlikte; "Ali,
bendendir, ben de ondanım; Ali, benim dünya ve
ahirette 'kardeşim'dir!..." (İbn-i Mâce: 1/205;
Tirmizî: 6/272-273) gibi hadis-i şerifler de, bunu ayrı
kanaldan tasrih etmekte, gerçek mü'minler için
gafletten-cehaletten ve taassubdan kurtulmaya aklî ve
şer'i kapılar açmaktadır.
Ayrıca; Resul-ü Ekrem (as)' in özel terbiyesinde
bulunması, yüce neslinin onunla devam etmesi.. gibi
hususiyetlerle de, Hz. Ali'nin (as) ebnaena sınıfına
da dahil olacağı, nazar-ı itibara alınmalı, meselenin bu
yönü de gözden uzak tutulmamalıdır.
21
On iki halife-imam kimdir?
Peygamber efendimiz (as), şu hadis-i şerifleriyle
bunları dile getirmişlerdir:
"Benden sonra, hepsi Kureyş'ten olmak üzere 'oniki'
halife gelecektir..." '"Her peygamberin, 'oniki naibinakibi' vardır. Benim de, benden sonra 'oniki halifem'
(veya oniki emirim-naibim) çıkacak ve hepsi de
Kureyş'ten olacaktır! "
(Tirmizî (terc): 4/86; Müslim (terc): 8/674-677;
Buharî(Arapça): 9/101; Tecrid-i Sarih(terc): 12/365;
(Zübde): 1006; Müsned-i Ahmed -İbn-i Hanbel: 1/398,
406; 5/86, 90, 92, 93, 98, 99, 101,106, 107; E. Davud:
5/89; T.Hulefa.)
Hadis-i şerifi ile de, bu oniki halifenin-imamın; Ehl-i
Beyt'in ve Ben-i Haşim'in, en öz ve en asil kolunu
22
oluşturduğu ve Arab kavminin öncüsü durumunda
olan Kureyş'ten olacağı ve oniki ile sınırlı bulunacağı
da açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır.
Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt
ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır?
Şu ana kadar Ehl-i Sünnet buna doğru dürüst bir
cevap vermemiştir; çünkü hakikaten makul bir
gerekçesi yok. Büyük ihtimalle almamalarının sebebi
siyasi.
Bediüzzaman şöyle diyor:
‘’Sünnet-i seniyyenin menba-ı ve muhafızı ve her
cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.’’
Şimdi bu kaynaktan yani sünnetin menbaı ve
muhafızlarından ne derece istifade edildiğine
bakalım:
Örnek1:
Meşhur Ravilerden Kutubi sittedeki hadis sayıları
MEŞHUR RÂVİLERDEN NAKLADİLEN HADİS SAYISI
1- Ebû Hureyre: 5374
2- Abdullah b. Ömer: 2630
3- Enes b. Mâlik: 2286
4- Ümm-ül Mu’minin Âişe: 2210
5- Abdullah b. Abbâs: 1660
6- Câbir b. Abdullah: 1540
23
7- Ebû Saîd el-Hudrî: 1170
8- Abdullah b. Mes’ûd: 848
9- Abdullah b. Amr b. el-Âs: 700
10- Hz. Ali (a.s.): 537
11- Ömer b. Hattâb (2. Halife): 527
12- Ümm-ül Mu’minin Ümm-ü Seleme: 378
13- Ebû Musa Eş’ari: 360
14- Bera b. Âzib: 305
15- Ebuzer-ül Gıfârî: 281
16- Sa’d b. Vakkâs: 271
17- Ebû Emâmet-il Bâhilî: 250
18- Hüzeyfe b. Yemân: 200
19- Sehl b. Sa’d: 188
20- Ubâde b. Sâmit: 181
21- İmrân b. Husayn: 180
22- Ebu-d Derdâ: 179
23- Ebû Katâde: 170
24- Büreydet-ül Eslemî: 167
25- Übey b. Ka’b: 164
26- Muâviye b. Ebî Sufyân:163
27- Muâz b. Cebel: 155
28- Osmân b. Affân (3. Halife): 146
29- Câbir b. Semure: 146
30- Ebû Bekir (1. Halife): 142
31- Hz. Fâtimet-üz Zehrâ (s.a): 19
Kaynak: Subhî es-Sâlih’in “Hadis İlimleri Ve
Hadis Istılahları” adlı kitabı (Türkce Tercüme)
S.296-314, İbn-i Hazm’ın “Sahabi Raviler Ve
Rivâyet Sayıları” adlı kitabının arapça metni.
24
Peygamber efendimiz (as):
"Ben ilim (ve hikmet) şehriyim, Ali de (o şehrin )
kapısıdır! "(Müsned- i Ahmed: 3/17; Hakim
(Müstedrek): 3/127; Tirmizî: 6/274; Tarih-i Bağdat:
11/204; Tehzib'ül-Asar (İbn-i Cerir): 1/89.) dediği ve
sımsıkı sarılın(sakaleyn hadisi) dediği İmam Ali’den
537 hadis nakledilmiş ve diğer imamlardan ise hadis
alınmamıştır.
Halbuki ehli sünnet alimlerinden ibni Abdilberr elKurtubi‟nin “Camiul Beyanil ilm ve fazlihi” adlı
kitabında Ģu ifadeler var:
ًُ ‫ ت ٍ أدًذ دذث‬،‫ ل ال ف رخ‬: ‫ ت ٍ دًضج دذث ُا‬،‫ل ال يذًذ‬:
‫ ت ٍ إ عذاق دذث ُا‬،‫ل ال إت شاْ ٍى‬: ‫ ع ثذ ت ٍ يذًذ دذث ُا‬،‫األع هى‬
‫ل ال‬: ‫ ت ٍ دًذو دذث ُا‬،‫ عٍ ث ٕس‬،‫ ع ثذ ت ٍ ْٔة عٍ يعًش‬، ‫عٍ هللا‬
ً ‫ ل ال ان ط ف ٍم أت‬: ‫ٌ خطة ْٕٔ ع ُّ هللا س ضً عهٍا ً شٓذخ‬
‫ ٌٔ مٕل‬: ً َٕ‫إن ى ٌ كٌٕ شًء عٍ ذ غأن َٕ ً ال هللا ف ٕ ع ه‬
‫ دذث كى إالّ ان م ٍايح ٌ ٕو‬،ّ ‫ ك راب عٍ ٔ ع هَٕ ً ت‬، ‫هللا ف ٕ هللا‬
‫أو َ ضن د ت غٓم أو ت ُٓاس أو َ ضن د ت ه ٍم أع هى ٔأَ ا إ ال آٌ ح ي ُّ يا‬
‫ت ج ثم‬
…Ebu Tufeyl dedi ki: Ali r.a‟ın şöyle dediğine Ģahid
oldum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her
şeyi size haber veririm. Benden Allahın kitabını sorun.
Allaha yemin ederim ki,her bir ayetin gece mi gündüz
mü,sahrada mı dağda mi indiğini biliyorum”
Hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Ebul EĢbah ezZuheyri diyor ki:
25
ِ‫إ ع ُاد‬
‫صذ ٍخ‬
ٔ
ّ ‫سجان‬
‫ث ماخ‬
isnadı sahih ve ricalleri sikattan (güvenilirlerden)dir.
ibni Abdilberr, “Camiul Beyan il ilm ve fazlihi”, 1/464
Aynı hadisi bir diğer ehli sünnet alimi Hatib el-Bağdadi
de rivayet etmiĢtir:
Ehli sünnet tarih, hadis ve rical alimi Hatib elBağdadi‟nin “el-Fakih vel mutafakkıh” adlı kitabında Ģu
ifadeler var:
ِ‫ان ذ غٍ ع هً ٔأت ٕ سٔح ت ٍ عًش ت ٍ أدًذ ان ذ غ ٍٍ أت ٕ أخ ثشَ ا‬
ٍ ‫ ت ٓا ان ُٓشٔاَ ٍاٌ دف ّ ت‬، ‫ ل ا ال‬: ‫ت ٍ يذًذ ان ذ غ ٍٍ أت ٕ أَ ا‬
‫ ت ان كٕف ح ان ذت ٍ هً ي غ هًح ت ٍ إت شاْ ٍى‬، ‫هللا ع ثذ ت ٍ يذًذ أَ ا‬
ٍ ‫ ان ذ ضشيً ع ه ًٍاٌ ت‬، ‫ ان ًشٔصي إت شاْ ٍى ت ٍ إ عذاق َ ا‬، ‫َ ا‬
‫ ان شصاق ع ثذ‬، ‫عٍ دت ً أت ً ت ٍ هللا ع ثذ ت ٍ ْٔة عٍ يعًش َ ا‬
ً ‫ل ال ان ط ف ٍم أت‬: ‫لٌ مٕ ْٕٔ ٌ خطة ْٕٔ عهٍا ً شٓذخ‬: ً َٕ‫ع ه‬
‫إالّ ان م ٍايح ٌ ٕو إن ى ٌ كٌٕ شًء عٍ ذ غأن َٕ ً ال ٔ هللا‬
‫دذث ر كى‬
ّ‫ت‬
…Ebu Tufeyl dedi ki: Ali„nin şöyle dediğine Ģahid
oldum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her
şeyi size haber veririm”
hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Adil b. Yusuf elAzazi diyor ki:
ِ‫إ ع ُاد‬
isnad sahih
‫صذ ٍخ‬
Hatib el-Bağdadi, “el-Fakih vel mutafakkıh”, 2/351
26
Ve bir baĢka ehli sünnet alimi olan Hakim en-NiĢaburi de
bu hadisi rivayet etmiĢtir:
Hakim en-NiĢaburi‟nin “Müstedrek” adlı kitabında Ģu
ifadeler var:
‫ت ٍ ان ذ غٍ ث ُا ع م ثح ت ٍ يذًذ ت ٍ ع هً ان ذ غٍ أت ٕ أخ ثشَ ا‬
ً‫ت ٍ ت غاو ث ُا ان ط ُاف غً ع ث ٍذ ت ٍ يذًذ ث ُا ع فاٌ ت ٍ ع ه‬
‫ل ال ان ط ف ٍم أت ٕ ث ُا ان ص ٍشف ً ان شدًٍ ع ثذ‬: ‫أي ٍش سأٌ د‬
ٍٍ ُ ‫ع هى ل ال ع ُّ هللا س ضً طان ة أت ً ت ٍ ع هً ان ًؤي‬
‫ف مال ان ً ُ ثش‬: ً َٕ‫ذ غأن ٕا ن ٍ ٔ ذ غأن ٕذ ً ال أٌ ل ثم ع ه‬
‫ت عذي‬
ً‫ي ث ه‬
…Ebu Tufeyl dedi ki: Emirelmuminin Ali b. Ebu Talib‟i
şöyle derken gördüm: “sorun bana! sorduğunuz her
şeye cevap veririm, benden sonra bunu söyleyecek
birisi olmayacak”
hadisten sonra müellif Hakim en-NiĢaburi ve kitabı
tahkik eden ez-Zehebi diyorlar ki:
‫ْزا‬
‫دذٌ ث‬
‫صذ ٍخ‬
‫اإل ع ُاد‬
ٔ
‫نى‬
ِ‫ٌ خشجا‬
‫ذ ع ه ٍك‬
ً‫ان زْ ث‬
ً‫ل‬
‫ان ر هخ ٍص‬:
‫صذ ٍخ‬
(Hakim): bu hadisin isnadı sahihtir ve tahriç
edilmemiĢtir.
ez-Zehebi: hadis sahih
Hakim, “Müstedrek”, 2/506, hadis 3736
Yine bu hadis Ģu ehli sünnet kaynaklarında da rivayet
edilmiĢtir:
27
Abdurrezzak Sanani, “Tefsiri Sanani”, 3/241
Taberi, “Camiul Beyan fi Tefsir el-Kuran”, 13/289
Örmek2:
Muhaddislerin imamı Buharî,Ehlibeyt İmamları
izleyicilerinin kendisinden binlerce hadis
rivayet ettiği, Ehlibeyt imamları’nın altıncısı
İmam Cafer Sadık’tan(a.s) bir tek rivayet bile
nakletmemiştir!Oysa Haricî İmran b.Hittan’dan
Buhari,Ebu Davud ve Neseî kendi sahihlerinde
hadis rivayet etmişlerdir.Bakınız İmran b.
Hittan, Abdurrahman b. Mülcem’in Emirü’lMüminin Ali’yi(a.s) öldürülmesini nasıl da
övmüştür:
Ya darbeten min takiyyin mâ erâde biha,
İllâ li-yebluğa min zi’l-arşi rıdvana.
İnnî le-ezkuruhu yevmen ve ehsibuhu,
Evfe’l-beriyyeti indellahi mîzana.
Bu, takvalı birinden öyle bir vuruştur ki,
Bununla ancak Arş’ın sahibinin rızasını istedi.
Anlatarak öveceğim onu her an;sayacağım
Allah’ın katında, varlıklar içinde terazisi en ağır
olan.
(İmran b. Hittan Haricî şairlerdendir.Hayatı için
bakınız. Eğanî, c.16, s.147-152.)
28
Ehli sünnet alimi ez-Zehebinin “Siyer” adlı rical
kitabının 4‟cü cildinin 214‟cü sayfada Ģu ifadeler var:
ٌ‫ان ع هًاء اع ٍاٌ يٍ ان غذٔ عً ض ث ٍاٌ ات ٍ دطاٌ ات ٍ عًشا‬
ُّ ‫ٔن ك‬
ٍ‫ي‬
‫سٔط‬
‫ان خٕاسج‬
68‟ci ravi: İmran b. Hittan b. Zibyan es-Sedusi
ulemadandır fakat haricidir.
215‟ci sayfada ez-Zehebi diyor ki:
ٍ‫ٔي‬
ٍ‫ٌ ا ضشت حي‬
ً َ‫الرك شِ ا‬
(İmran b.
yazmıĢtır:
ِ‫ش عش‬
ً‫يااسادت ٓا ذ م‬
‫اد غ ثّ د ٍ ُا‬
Hittan) Ali
ً ‫ف‬
‫ي صشع‬
ً‫ع ه‬
‫س ضٕاَ ا ان عشػ ري يٍ االن ٍ ث هغ‬
‫ي ٍضاَ ا ع ُذ هللا ان ثشٌ ّ أف ى ف‬
r.a-ın katili hakkında Ģu Ģiiri
1- Ey haĢyet dolu (darbeyi indiren) darbesi! Bu darbe ile
ArĢ‟in sahibinin rızasına ulaĢmaktan baĢka bir arzusu
olmadı.
2- Ben onun mazisini Ģimdi hatırlıyorum ve kesin
inanıyorum ki Allah katında terazide halkın eni iyi
görevini yerine getirenin o olduğu anlaĢılacak.
Buhari bu adamdan yani Ali a.s-ın katili için Ģiirler
yazan, Ali a.s-ın kafir olduğuna inanan Ģahıstan aldığı
hadis Ģudur:
ًَُِ‫اس تٍُْ ُي َذ ًَّ ُذ َد َّذث‬
ِ ‫ع ٍَْ ْان ًُثَا َس‬
ٍ ‫ن تٍُْ َعهِ ًُّ َد َّذثََُا ُع ًَ َش تٍُْ ع ُْث ًَاٌُ َد َّذثََُا تَ َّش‬
َ
ْ
َ
َّ
ُ ‫ٌش ع ٍَْ عَائِ َشحَ َعأن‬
‫ٍش أتًِ ت ٍِْ ٌَذْ ٍَى‬
ٍ ِ‫د قَا َل ِحطانَ ْب ِه ِع ْم َرانَ عَهْ َكث‬
ِ ‫ْان َذ ِش‬
ْ َ‫د فَمَان‬
ُ ‫ا ْتٍَ فَ َغأ َ ْن‬
‫د‬
ِ ‫ط ا ْتٍَ ا ْئ‬
ٍ ‫د لَا َل ُع ًَ َش ا ْتٍَ َعمْ فَمَا َل فَ َغأَ ْنرُُّ لَا َل فَ َغ ْهُّ َعثَّا‬
َ
َ
َّ
ْ
َ
َّ ‫صهَّى‬
ْ
ْ
‫ال ُع ًَ َش‬
َ َ‫ص أتُٕ أخثَ َشًَِ فَم‬
َ
ِ ‫هللاِ َسعُٕ َل أ ٌَّ انخَطا‬
ٍ ‫ب ْتٍَ ُع ًَ َش ٌَ ْعًُِ َدف‬
ْ
ْ
َّ ِّ ٍْ َ‫ال َٔ َعهَّ َى َعه‬
ْ
َّ
َ
َ
ْ
َ
َ
ُّ
‫ل‬
‫إ‬
‫ا‬
ً
َ
ُ‫ظ‬
‫ث‬
‫ه‬
ٌ
‫ش‬
ٌ
‫ش‬
‫ذ‬
‫ان‬
ً
‫ف‬
‫ا‬
ٍ
َ
‫ذ‬
‫ان‬
ٍ
‫ي‬
‫ال‬
‫ق‬
‫ََل‬
‫خ‬
ُ
ّ
‫ن‬
ً
‫ف‬
‫ج‬
‫ش‬
‫خ‬
َ
ُ‫هللا‬
َ ِ َ
َ َ َ ِ َ
ِ َ
ِ ِ َ ِ َ‫ْا‬
َ
29
َّ ‫صهَّى‬
َّ ِّ ٍْ َ‫َٔ َعهَّ َى َعه‬
ُ ‫ق فَمُ ْه‬
‫د‬
َ ‫ص َذ‬
َ ‫ب َٔ َيا‬
َ ‫ص أَتُٕ َك َز‬
َ ُ‫هللا‬
ٍ ‫هللاِ َسعُٕ ِل َعهَى َد ْف‬
…Bize Ali b. Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir‟den tahdis
etti ki, İmran b. Hittan şöyle demiştir: Ben AiĢe‟ye
ipekten sordum. AiĢe: “Ġbn Abbas‟a git, ona sor” dedi…
(Buhari, “es-Sahih”, Libas kitabı, 25-ci bab, hadis
5497)
Nesaî kendi Sahih’inde,İmam Hüseyin’in (a.s)
katili Ömer b. Sad’dan rivayet almıştır.
Acaba neden ehlibeyt düşmanı olan bu şahısların
rivayetleri alınmış da İmam Cafer Sadık’ın bir tek
rivayeti alınmamış? Oysa ehlisünnet fakihleri O’nun
için şöyle demişlerdir:
İmam Malik bin Enes İmam Cafer Sadık hakkında
şunları söylüyor:
“Cafer b.Muhammed(as)’in yanına bir süre gidipgeldim,bu müddet zarfında onu daima şu üç halden
birinde gördüm;Yanamazdaydı,yo oruçluydu ya da
Kur’an tilavet etmekteydi.Bence ilim ve ibadette Cafer
Sadık b.Muhammed (as)’den daha faziletli birini
kimse ne duymuş, ne de görmüş değildir.”(Tehzib-ut
Tehzib,c.2,s.1004)
“Ben bazen Cafer İbn-i Muhammed(as)’ın huzuruna
çıkıyordum.O’nun üzerine oturup yaslandığı bir yeri
vardı,ısrarla beni oturduğu yere oturtuyordu,bana
30
sevgi ve muhabbet gösteriyordu,ben onun
davranışından oldukça hoşnut oluyordum.”
bu
“Abitlerin ve zahidlerin en büyüklerindendi o,yüce
Allah
korkusu
onun
kalbinde
yer
etmişti,Peygamber’in hadislerini çok bilirdi,onun
huzurunda olmak çok güzel ve çok faydalıydı.”
Hafız Askalani, Tehzib el-Tehzib adlı esrinde şunları
söylüyor:
‘’İmam Malik Emeviler zamanında İmam Cafer esSadık’tan hadis rivayet etmeye cesaret edemiyordu.
Ancak Emevi devleti yıkılıp Abbasi devleti kurulunca
İmam Cafer’den iki rivayeti Muvatta’sına ilave
etmiştir. Fakat emniyeti sağlamak için konuyla ilgili
diğer şahıslardan rivayetler eklemiştir.’’(Tehzib el
Tehzib,Darus-sadr bas. c.3, s.103)
Ebu Hanife ,İmam Cafer Sadık’ın
O’nun hakkında şöyle demiştir:
öğrencisiydi
ve
“Bu iki yıl olmasaydı Numan helak olurdu.”
“Vallahi Cafer Sadık’dan daha fakih birisini
görmedim”demiştir. (Tezkiretu’l Huffaz, Zehebi, c.1,
s.166)
Ebû Cafer Mansur,bir defasında Cafer Sâdık’ın ilmi
dirayetini tesbit etmek için Ebu Hanife’ye 40 adet
31
soru hazırlatıp,bir mecliste ona
sonrasını Ebu Hanife şöyle anlatıyor:
sordurur.Daha
“Ben hazırladığım soruları sormaya başladım.Ben
soruyordum,o cevap veriyordu.Bu arada siz (Kufe
Ekolü) şöyle dersiniz,Medine ehli şöyle der,’Biz ise
böyle deriz diyerek bütün ihtilafları naklediyor,bazen
bizim görüşümüzü benimsiyor,bazen de Medine
ehlinin görüşlerini kabul ediyordu.Bazen de her iki
ekole de muhâlefet ediyordu.Kırk sorunun hepsini
böyle bütün tafsilatıyla cevaplandırdı,bir tanesini bile
cevapsız bırakmadı.”
Ebu Hanife yukarıda arz edilen olayı naklettikten
sonra Cafer Sâdık’ın ilmi gücünü belirterek,şunları
söyledi:
“Cafer Sâdık insanların en alim olanı,meseleler
etrafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.”
Hafız El Mızzi de Ģöyle bir olayı anlatıyor:
“Bir ara Hasan el Basri hadis rivayet ederken ravi
sahabeyi atlayarak direk‟Kale Resulullah‟ yani
„Resulullah Ģöyle buyurdu…‟demiĢ.O sırada birisi „Ey
Hasan sen tabiindensin, Resulullah‟ı görmemiĢsin, buna
rağmen nasıl olur da rivayeti direk Resulullah‟a
dayandırıyorsun.‟ demiĢ.Bunun üzerine Hasan el Basri de
Ģöyle cevap vermiĢ.Ben öyle bir zamanda yaĢıyorum
ki,Hz.Ali‟nin ismini bile,dile getiremiyorum.Ben ‟Kale
32
Resulullah… dediğim zaman o rivayeti Hz.Ali‟den
aldığımı bilin.”(El Feteva el Hadisiye,Ġbn-i Hacer el
Haytemi)
İmam Şafii ehlibeyt taraftarlarındandır.Ehl-i beyt’e
olan sevgisi Necran kadılığı döneminde Abbasiler’i
ürkütmüş.Harun er-Reşid’e ;
-O diliyle,savaşçıların kılıçlarıyla yapamadığını
yapıyor.
Sözleri ile şikayet edilmiş.Bu uğurda nice sıkıntılar
çekmiştir.Ama o doğru bildiğinden şaşmamış ve bu
öncüleri hayatı pahasına da olsa seveceğini
haykırmıştır.
İşte şiirleri;
PEYGAMBERİN AİLESİ
Vesiledir hayra peygamberin ailesi
İhmal etmem esbâba tevessül etmeyi
Dilerim ki yarın verilir
Onların hatırına
Sağ elime alırım defterimi
(el-Beyhaki,Menâkıbu’ş-ŞafiÎ c.2,s691)
EHL-İ BEYT SEVGİSİ
Fırat’ın çırpınan dalgaları gibi coşkun
Akarken seher vakti hacılar Mina’ya
Dur ey süvari Mina’nın çakıllığında
Seslen,duran ve oturanlara dağın eteklerinde
Muhammed Ehli’ni sevmek,
Râfızilikse eğer
İnsanlar ve cinler şahit olsun
Râfıziyim ben de.
33
(el-Beyhaki,Menâkıbu’ş-ŞafiÎ c.2,s.71/Fehreddin erRâzi, Menâkıbu’ş-ŞafiÎ,s.51/İbn Asâkir,Târih,c.4,s.401)
RÂFİZÎLEŞMEK
Râfızileştin dedilir,asla!
Râfızilik ne itikadım,ne de dinimdir
Olsa olsa hayırlı bir imamı ve mürşidi
Şeksiz dost edinmişimdir.
Veli’yi sevmek RâfızilİKSE
Bütün kullar bilsin ki Râfıziyimdir.
(Abdulmu’min eş-Şeblencî Nûru’l Ebsâr,s.216/Husnî
Nâisa,Şi’ru’l-Fukahâ,s.9)
EHL-İ BEYT’İ SEVMEK FARZDIR
Ey Resûllah’ın Ehl-i Beyti
İndirdiği Kuran’da Allah
Farz kıldı sevginizi(Ahzab Sur.33)
Yeter şeref olarak size,böyle övünç bulunmaz
Size salat getirmeyenin
Namazı olmaz
(Neseî,Sünen,Kitabu’s-Sehv,Bâb 49)
ALİ,TORUNLARI VE FÂTIMA
Bir mecliste söz ettiysek ne zaman
Ali’den,iki torundan
Ve temiz Fâtıma’dan
Şöyle denilir;
“Bunları geçin efendiler
Busözler Râfizilerindir.”
Muheymin’e sığınırım(Her şeye hükmeden,yöneten)
34
Fâtıma sevgisini Râfizilik sayan
Böylesi insanlardan
(el-Kundûzî
Mevedde,s.356/Abdulmu’min
Ebsâr,s.127)
el-Hanefi,Yenâbîu’leş-Şeblenci,Nûru’l-
‘’İnsanların sapıklık deryasında gark olduklarını
görünce,
Bismillah diyerek kurtuluş gemileri olan Ehl-i Beyt’e
sarıldım.
Hablullah olan Ehl-i Beytin dostluğuna, emr
olunduğumuz için
temessük ettim.
Hadisler beyan ettiği gibi din yetmiş üç fırkaya
bölündüğünde,
Onlardan sadece biri hak üzere idi.
Söyle bana ey akıl ve ilim sahibi!
Acaba Âl-i Muhammed batıl fırkaların içinde midir?
Yoksa kurtuluşa eren fırkanın içinde midir?
Eğer kurtuluşa eren fırkanın içindedir dersen,
sözümüz birdir.
Ama eğer batıl fırkanın içindedir dersen, adaletten
sapmışsındır.
Kavmin efendisi onlardan ise, ben de onlara razı
oldum.
Allah onların gölgesini (üzerimden) eksik etmesin.
Ben Ali ve evlatlarının imametine razı oldum.
Sen de hakikatin ortaya çıkacağı güne dek batıl
fırkalarda baki kalanlarla ol.
35
( Allame Fazıl Acili de bu şiiri “Zahiret’ul- Meal”da
nakletmiştir)
Resulullah
(s.a.a)’in
şöyle
buyurduğunu
nakletmişlerdir:
“Şüphesiz ki Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki misali
(konumu), Nuh’un gemisinin misali (konumu) gibidir.
Kim ona bindiyse kurtuldu,kim de ondan uzaklaştıysa
helak oldu.”(Sefine Hadisi)
(Müslim bin Haccac “Sahih”de, (Sahih-i Müslim),
Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, Hafız
Ebu Naim İsfehani “Hilye” de, İbn-i Abdulbirr
“İstîab”da, Ebubekir Hatib-i Bağdad-i “Tarih-i
Bağdadi”de, Muhammed bin Talha Şafii
“Metalib’us- Süul”da, İbn-i Esir “Nihaye”de, Sibt bin
Cevzi “Tezkire” de, İbn-i Sabbağ Maliki “Fusul’ulMuhimme”de, Allame Nuruddin Semhudi “Tarih’ulMedine”de, Seyyid Mümin Şeblenci
“Nur’ul- Ebsar”da, İmam Fahr-u Razi “Mefatih’ulGayb”
tefsirinde,Celaluddin
Süyuti
“Dürr’ülMensur”da, İmam Sa’lebi “Keşf’ul- Beyan”
tefsirinde, Taberani “Evset”te, Hakim “Müstedrek”in c.
3, s.151’inde, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ulMevedde”nin 4. babında, Mir Seyyid Ali Hemedani
“Meveddet’ul- Kurba”nın ikinci Mevedde'sinde, İbn-i
Hacer-i Mekki “Savaik”te, Taberi Tefsir ve Tarihinde,
Muhammed bin Yusuf Genci “Kifayet’üt- Talib”in
yüzüncü babanın 233. Sayfasında…) Bu hadisi birçok
büyük alimleriniz tevatür haddinde nakletmiştir.
36
Ellerimizi vicdanımıza koyarsak,şimdi var olan
ehlisünnet hadis mecmualarında ehlibeytten gerektiği
kadar istifade edilmediğinin güneş gibi açık olduğunu
itiraf ederiz.
Velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) bütün
fırkalara hastır.
Ġslâmi
MUTAHHARİ:
Acaba,velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) Şiîlere mi
hastır,yoksa diğer İslâmi fırkalar da ona inanıyorlar
mı?
Cevapta şunu demek gerekmektedir ki, sevgi velâsı
Şia’ya has olmayıp,diğer Müslüman fırkalar da ona
önem vermektedirler.Ehl-i Sünnet’in dört imamından
biri olan İmâm Şafi’î meşhur şiirinde şöyle diyor:
37
“Ey süvâri!Hacılar,coşup taşan ve dalgalanan Fırat
nehri gibi büyük bir toplulukla Mina’ya hareket ettiği
zaman,
Minâ’nın çakıl taşlı toprağında dur.Seher vakti
Mina’nın tepesinde durana ve hareket edene feryat et.
Eğer,Al-i Muhammed’i sevmek Râfizîlik ise,ohalde,cin
ve insanlar şahid olsunlar ki,ben Râfizîyim.”
Yine,İmam Şâfi’î şöyle diyor:
“Ey Resûlün Ehl-i Beyt’i,sizi sevmek Allâh’tan bir
farzdır. Allâh bu farzı Kur’an’da indirmiştir.Büyük bir
iftihâr olarak bu size yeter.Size selâm vermek,duâ
etmek namazların bir parçasıdır.Size salât etmeyenin
namazı batıldır.”
İmam Şâfi’î ayrıca şöyle diyor:
“İnsanları
gördüm
ki,yolları(mezhepleri)onları
sapıklık ve cehalet denizlerine atmıştır.
Allâh’ın Kurtuluş Gemileri’ne bindim.O’Kurtuluş
Gemileri’ ise,Peygamberin sonuncusu Mustafâ’nın
Ehl-i beytidir.
Bize emredildiği gibi Allâh’ın ipine tutundum.O ip
ise,Ehl-i
Beyt’i
sevmektir.”(El-Künâ
ve’lElkâb,Muhaddis Kûmî)
38
Hilafet konusunda,Şîa ile mücadelede bulunan
Zamahşerî ve Fahru’r-Râzî’nin,vela-i muhabbet
konusunda bir rivâyetleri vardır. Fahru’r-Râzî’nin
Zamahşerî’den
naklettiğine
göre,Hz.Peygamber(s.a.v)şöyle buyuruyor:
“Al-i Muhammed sevgisi üzere ölen,şehid olarak
ölmüştür.Dikkat edin,âl-i Muhammed sevgisi üzere
ölen
bağışlanmış
olarak
ölmüştür.Dikkat
edin,Muhammed âlinin sevgisi üzere ölen mü’min
olarak ve îmân-ı kâmil ile ölmüştür.”( Et-Tefsîru’lKebîr,Fahru’r-Râzî,c.27,s.166;El
Keşşâf,
Zemahşerî,c.4,Şûrâ Sûresi 32.âyetinin açıklaması)
Ve şöyle diyor:
“Ey
Allâh’ım!Eğer,senin
vuslatına
nail
olamazsam,ömrüm zayi’ ve batıl geçmiştir.Şimdi
elimde,bir şeyin dışında,başka hiçbir şeyim yok.O da
Kusay’ın
çocuklarından
gönderilmiş
olan
Peygamberin itretinin velâsına bağlanmış olduğum
bağdır.”
Burada velâdan maksadın,daha yüce bir anlam
olması
mümkündür.
Fakat,şairin
muhabbet
velâsını(velâ-i muhabbet)söylediği açıktır.
Molla Abdurrahman Câmî- Kâdî Nurullah onun
hakkında şöyle diyor:İki tane Abdurrahman,Ali’ye
39
eziyet etmiş ve O’nu incitmiştir.Birisi,Abdurrahman
bin Mülcem Murâdî,diğeri ise Abdurrahman Câmî’dir.Farazdak’ın,İmâm Seccâd’ı(A) metheden meşhur
kasidesini nazım halinde Farsçaya çevirmiştir:
“Şöyle diyorlar:Şöyle bir rüya nakletmiş;Farazdak’ın
ölümünden sonra onhu rüya aleminde,’Allâh sana ne
yaptı?’diye sordular.Şöyle cevap verdi:’Allâh,beni Ali
bin Hüseyin’i methetmek için söylediğim bu kaside
yüzünden afetti.” Abdurrahman Câmî’nin kendisi
şöyle ilave ediyor:
”Allâh,bütün insanları bu kasidenin hatırına afetse
şaşırtıcı olmaz.”
Câmî,Farazdak’ı hapsedip ona işkence eden Hişam bin
Abdulmelik hakkında şöyle diyor:
“Eğer,doğru gören gözlü olsaydı,doğru iş yapar ve
dininde doğru olurdu.
Adaletsiz olmazdı,zulüm de etmezdi.Yerine,ona
kaftanını verirdi.”(Silsiletü’z-Zeheb)
Dolayısıyla,vela-i muhabbet meselesinde,Şîa ile Ehl-i
Sünnet arasında ihtilaf yoktur,yalnız Ehl-i Beyt’e
buğzeden, İslâm câmiasından atılıp kovulan ve
kâfirler gibi necâsete mahkum olan Nasıbîler (
Nasıbîler,Hz.Ali ve Ehl-i Beyt’e düşmanlık eden bir
fırkadır) hariç.Elhamdülillah,içinde bulunduğumuz
40
çağda
yeryüzü
onların
pisliğinden
arınmıştır.Fakat,parmakla sayılabilecek kadar az
müntesibiörülüyor
ki,bazı
kitaplar
yazıyorlar.HEPSİNİN
AMACI
VE
ÇABASI,MÜSLÜMANLAR
ARASINDAKİ
AYRILIĞI
ARTIRMA
NOKTASINDA
BİRLEŞİYOR.BİZİMKİLERDEN
BİRKAÇ
KİŞİNİN
YAPTIĞI
GİBİ.İŞTE
BU
ONLARIN
ASALET
TAŞIMADIKLARININ
VE
TIPKI
BİZİMKİLER
GİBİ,SÖMÜRÜNÜN PİS ALETİ OLDUKLARININ EN İYİ
DELİLİDİR.
Zamahşerî
ve
Fahru’r-Râzî,yukarıda
geçen
rivayetlerin zeylinde Resûl-i Ekrem’den(s.a.v.)
naklettiklerine göre,Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Dikkat edin!Kim Muhammed ehline buğzederek
ölürse,kafir olarak ölür.Dikkat edin!Kim Muhammed
ehline buğzederek ölürse cennetin kokusunu
koklamayacaktır.”
İmam Sâdık(as) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allâh Tebâreke ve Teâlâ köpekten daha
necîs bir mahluk yaratmadı.Kuşkusuz biz Ehl-i Beyt’e
buğzeden ve düşman olan köpekten daha necistir.”
(Kaynak:Altı Makale s.151-152-153-154)
41
Ehlibeyt’e alimlerine
fakihleri güvenilir mi?
göre
Ehl-i
Sünnet
Ehli beyt alimleri ehl-i sünnet fakihleriyle iftihar
etmektedirler.Ehl-i sünnet fakihleri tarih boyunca hep
haktan yana olmuş, ehlibeyte saygıda kusur etmemiş
ve ehlibeyt alimlerine tüm tehlikeleri göze alarak
destek vermişlerdir. Muhammedi Sunniliğin temsilcileri
olan bu fakihlerin tarihe iz bırakan örnek duruĢları bizi
onurlandırmaktadır.Örneğin:
1)Ali Şeriati, İslam Ekonomisi’nde Tarih-i Belh’te geçen
bir rivayeti aktarır ve Ahmed b. Hanbel’in bu duruşunu
överek zikreder.
Ahmed b. Hanbel’in oğlu Salih, Âbbasî döneminde bir yıl
Belh’te Kadılık yapmış, daha sonra istifa etmiştir. İmamın
oğluna karşı tutumu, bugün muktedirlerin sofrasına
oturanları mahkûm eden cinstendir. Tarih-i Belh’te şu
bilgilere rastlıyoruz: “Salih o kadar fakih, zahid ve
42
Kadılıkta ustaydı ki, geceleri evinin kapısını açık bırakarak
uyurdu. Bunu, zulme uğramış birisi gece yarısı muhtaç
olursa gelebilsin diye yapardı. Ancak istifa etti ve Kadılık
yapmaktan tevbe etti. Ahmed b. Hanbel’in evinde ekmek
pişirilmişti. Ahmed sordu: ‘Bu ekmek nasıl yapıldı?’ Onlar
‘Salih’in evinden hamur mayası alınarak yapıldı’ dediler.
Bunun üzerine Ahmed, ‘Salih geçen yıl İsfahan Kadısı
değil miydi?’ dedi ve ekledi, ‘Bırakın, o ekmeği yemeyin!’
Dediler ki, ‘Bir zamanlar İsfahan Kadısı olmuşsa ne olur,
şimdi Kadı değil ya.’ Ahmed şöyle dedi: ‘Ekmeğin hamur
mayası oğlumun evinden alınmış ise, o, bir zamanlar
Kadı’ydı.’ ‘Ne yapalım?’ dediler. Dedi ki, ‘Saklayın, bir
dilenci gelince ona verin. Ama ona hamur mayasının
Salih’in evinden olduğunu söyleyin.’ Ekmek evde kırk gün
durdu ve bozuldu. Belh’te hiçbir dilenci istekte
bulunmadı. Bir müddet sonra Ahmed tekrar sordu:
‘Ekmeği ne yaptınız?’ Dediler ki, ‘Dicle’ye attık.’ Ahmed
b. Hanbel o günden itibaren ömrünün sonuna kadar
Dicle’nin balığını yemedi.” (Ali Şeriati, İslam Ekonomisi,
Dünya Yay., s. 62-63)
2) Ebu Hanife Emevî idaresine karşı Zeyd b. Ali’nin
kıyamına destek oldu ve onu mali açıdan destekledi.
Zeyd b. Ali’nin savaşını Bedir günü Hz. Peygamber’in
müşriklerle savaşına benzeten Ebu Hanife, onun
yenilişine ve kendisiyle birlikte oğullarının şehid edilişine
tanık oldu. Zeyd b. Ali’nin mağlubiyetinden sonra sözlü
muhalefetini daha da sertleştirdi ve Emevî idaresinin
teklif ettiği görevi reddetti. Vali İbn-i Hubeyre tarafından
teklif edilen görevi reddettiği için Ebu Hanife tehditlere
43
maruz kaldı. Kendisini ikna etmeye çalışan ulemâya
verdiği cevap meşhurdur:
“O adam benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymamı
dahi isteseydi yine kabul etmezdim. Nasıl olur da benden
boynu vurulacak bir adamın yazısını imzalamamı istiyor?
Allah’a yemin olsun ki, bu işe ebediyen girmeyeceğim!”
( Muhammed Ebu Zehra , Mezhepler Tarihi, Çev:
Sıbgatullah Kaya, Anka Yay., s. 362)
İkna edilemeyen İmam, günlerce hapsedildi ve dövüldü.
İbn-i Hubeyre, hapiste kaldığı süre içerisinde kararından
döndürülemeyen Ebu Hanife’yi sonunda serbest
bırakmak zorunda kaldı. İmam, serbest bırakılmasının
ardından Hicaz’a gitti ve Abbasîler idareyi ele geçirinceye
kadar orada kaldı.
Başlangıçta biat eden Ebu Hanife, Abbasî idaresinin bir
müddet sonra Ali oğullarına zulmetmeye başlaması
üzerine yeniden muhalefet bayrağını açtı. İmam, Irak’ta
açıkça Muhammed Nefsu’z-Zekiyye’nin kardeşi İbrahim’e
yardım edilmesi gerektiğini, bunun vacip olduğunu
söylüyordu. Hatta El-Mansur’un komutanlarından
bazılarını İbrahim’le savaşmaktan caydırmıştır. Yaşanan
bir dizi olaydan sonra Emevî idaresi gibi Abbasî idaresi de
Ebu Hanife’nin fetvalarını takibe aldı ve onu göz
hapsinde tuttu. El-Mansur’un kurnazca bir plan yaparak
görevi kabul etmeyeceğini bile bile Ebu Hanife’ye Kadılık
teklif etmesi İmam için sonun başlangıcıydı. El44
Mansur’un ısrarı karşısında direnen İmam’ın verdiği
cevap ibret vericidir: “Kadılık teklifine karşılık beni
Fırat’ta boğmakla tehdit etsen, boğulmayı tercih
ederim!”
( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366; El-Hatibu’lBağdadî, Tarih-u Bağdad, 13/329)
Bunun üzerine El-Mansur, en azından hükümleri
inceleyip isabetli olanları onaylamasını, isabetli
olmayanları ise iptal etmesini istedi, ancak Ebu Hanife
bunu da reddetti. Böylece İmam’a zindanın yolu
görünmüş oluyordu. Ebu Hanife’nin zindanda işkence
gördüğü konusunda ihtilaf yoktur. Ancak zindan da
işkence altındayken mi, yoksa salıverilmesinden kısa bir
süre sonra mı öldüğü konusunda çeşitli rivayetler
mevcuttur. Onun vasiyeti de başlı başına bir mesaj
niteliğindedir:
“Beni Halife’nin gasp ettiği ileri sürülen bir toprağa
gömmeyin!”( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366)
3)Necran Valisi, Harun Reşid’e yazdığı mektupta şunları
söyler:
“Alevîlerden dokuz bin kişi harekete geçti. Ben bunların
ayaklanmalarından korkuyorum. Ayrıca burada Muttalib
soyundan gelen eş-Şafiî’nin torunlarından bir adam var
ki, benden ne emir dinliyor ne de yasak. Bir savaşçının
45
kılıcıyla yapamadığını o diliyle yapıyor.” (Muhammed
Ebu Zehra, a.g.e, s. 429)
Mutahhari şöyle diyor:
‘’Şunu unutmayın, biz Şii olduğumuzdan dolayı şunu
göz ardı etmemeli ve bu imamların Emevi ve Abbasi
halifelerinin oyuncağı olduğunu ve halifelerin her
söylediklerini yerine getirdiklerini düşünmeyelim.
Kesinlikle
böyle değildir.Onlar kendi yollarında
azimli ve karalıydılar.Ebu Hanife’den cezaevinde
Abbasi hükümetinin meşru bir hükümet olduğuna
dair fetva istiyorlardı.Fakat o kesinlikle böyle bir fetva
vermeye yanaşmıyordu.Ve halkın daha önce beni
Hasan’a(İmam Hasan’ın çocukları) biat ettiğini, bu
biat doğru olduğundan Abbasilere yapılan biatin
yanlış olduğunu söylüyordu.Çokça kırbaçlandı ama o
kendisinden istenilen fetvayı vermedi.Malik bin Enes
de böyle.O da cezaevine atıldı,halifeler aleyhine
verdiği fetvadan vazgeçmesi için kırbaçlandı ama
fetvasından vazgeçmedi.BUNLAR İSLAM’IN İFTİHAR
VE ONURUDURLAR. Şunu da iyi biliniz ki
İslam,halifelerin elinde oyuncak olacak insanlar
yetiştirmez.’’
(İslam ve Değişim kitabı, s.62)
Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz’i diğer
hükümdarlardan,meliklerden ayırt eden,farklı kılan
en belirgin özellilerinden biri Âl-i Beyt’e olan
sevgisidir.Nitekim O, daha halife olmadan Medine
46
valisi iken, Hz. Ali’nin (r.a.) kızı Fatıma huzuruna
gelince, O’nu hususi bir karşılama ile iltifat etmiş ve
şöyle demiştir:
‘’Yeryüzünde bana sizden daha sevgili bir şey yoktur.
Şüphesiz sizler (Ehl-i Beyt) bana, kendi Ehl-i
Beytimden daha sevgilisiniz.’’dedi. (es-Savâ’ik,
s.178,236 ;eş-Şifâ, s.435.)
Ömer b. Abdulaziz O’nu, Resulullahın sevdiği
kimsenin kızı olduğundan dolayı seviyor, böylece
onun sünnetine de uyuyordu.Bir keresinde Ömer b.
Abdulaziz :
‘’Eğer bana Ebû Bekir, Ömer ve Ali (r.a) bir iş için
gelseler, Resulullah’a (s.a.a) yakınlığından dolayı ilk
önce Ali’nin işini bitirirdim.Yüksek bir yerden düşüp
(parçalanmak) bana Onların işini Ali’nin işinden önce
görmekten daha hoş gelir’’ demişti.O’nun, Resulullah’a
(s.a.a) olan ilgisinden dolayı Âl-i Beyte sergilediği bu
tavırlar Hz. Peygambere ve nesline olan hürmet,
tazim, ikram ve ihsanın örnekleridir. Çünkü ‘’kişi
sevdiği ile beraberdir’’ (eş-Şifa, s.436; es-Sevâ’ik,
s.178) hem de ‘’Yıldızlar sema ehli için emân olduğu
gibi, Ehl-i Beyt de Ümmet-i Muhammed için
emândır.’’(Feyz. Kadîr, VI, 297, 365)
Bir gün Hz. Hasan’ın oğlu Hasan’ı Müsennâ’nın
Abdullah adlı oğlu, Ömer b. Abdulaziz’in huzuruna
girmişti. Daha küçük yaşlardaydı. Ömer b. Abdulaziz
hemen O’nu meclisine kabul etti ve güzel şekilde
47
karşıladı. Bunun üzerine Ümeyye soyundan olanlar
O’nu kınadılar. O da onlara: ‘’Fatıma benden bir
parçadır. O’nu sevindiren beni sevindirir.’’ hadis-i
şerifini nakletti ve şöyle ilâve etti:
‘’Ben iyi biliyorum ki, eğer Hz.Fatıma (r.a) (şimdi) sağ
olsaydı, oğluna yaptıklarıma sevinecekti.’’
(es-Savâ’ik, s.178)
Bir keresinde yanına Hz.Hüseyin’in torunu Abdullah
b. Hasan birihtiyacı için uğradı. Ömer b. Abdulaziz , Âli Beytten birinin kapısına gelip ihtiyaç arzetmesinden
utanmış olacak ki, ona şöyle dedi:’’Eğer bir ihtiyacın
olursa, bana haber gönder yerine getireyim, yahut
bana bir kâğıt yaz. Çünkü ben, seni kapımda
görmekten dolayı Allah’tan haya ediyorum.’’(esSevâ’ik, s.178)
Bir sohbettoplantısında, Ömer b. Abdulaziz’e
sordular:
‘’Neden Ehlibeyt sülalesine yakınlık gösteriyorsun?
Halife’nin cevabı şu oldu:
Babam, toplantılarda konuşurken Hz. Ali kelimesini
söylerken dili tutulurdu.Ben de neden böyle oluyor
diye sorduğumda cevabı şu oldu.Oğlum bizim
çevremizde olanlar, bizim kadar Ali hakkında bilgileri
olsaydı, çevremizde kimse kalmaz, bizi terk ederlerdi.
Ali’nin evlatlarına giderlerdi.’’
48
(el-İmamu’s-Sadık
Haydar, c.1, s.119)
ve’l-Mezahibu’l-Erbaa,
Esat
Allah'ın velilerinin makamı nasıldır?
Hak Dini Kuran Dili - Elmalılı Hamdi Yazır'ın
Kaleminden:
Yunus suresi
62- Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku
vardır
ne
de
onlar
mahzun
olurlar.
63- Onlar ki iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten
sakınmışlardır.
64- Onlara dünya hayatında da ahiret hayatında da
müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur.
İşte
bu
en
büyük
kurtuluştur.
49
62- İyi bil ki hakikaten Allah'ın velileri o Allah
dostları üzerlerine korku yoktur üstelik onlar
mahzun da olmazlar. Allah korkusu her korkuyu
silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır müjdeler
vardır. İlerisi daha güzel olduğu için de geçmişle ilgili
hüzün yoktur. Evliyaullah ünvanı Allah'a dost
olanlar Allah için dost olanlar Allah için birbirlerine
destek olanlar gibi mânâlara gelebilir. Velayet
muhabbet dostluk yardım ve vekaleten onun işine
bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin
layık
oldukları
hakkında
tefsir
âlimlerinin
naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri
Taberi'de yer almış olduğu üzere Saîd b. Cübeyr'den
rivayet olunmuştur ki Resulullah'a evliyaullahın
kimler olduğu sorulmuş o da şöyle buyurmuştur:
"Onlar öyle kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah
zikrolunur yad olunur".(İbn-i Mace, Zühd, 4) Başka bir
rivayette ise "Görülüvermelerinden dolayı Allah
hatırlanır".(Süyûti, ed-Dürrü’l-mensûr, IV, 370)
Yakınlarında bulunmak halleri duruş ve davranışları
derhal Allah'ı hatırlatır. Ki Abdullah b. Abbas "semt
ve hey'et"leri yerine "ihbat ve sekinet" yani
duruşları ve yürüyüşleri şeklinde tefsir etmiştir.
Bunların dünya malına kazanç yollarına sevgi ve
düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için Allah'da
sevmek ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler.
(Ebu Davud, Sünnet, 2)"Allah uğrunda birbirini seven
kimseler" oldukları da rivayet olunmuştur.(Müslim,
Birr, 38; Tirmizî, Zühd, 53; Dârimî, Rikak, 44; Muvatta,
Şiir, 13; Ahmed b. Hambel, II, 237, 328, 338, 370, 533,
50
535 III, 87, IV, 128, 386) Nitekim Ömer b. Hattap
(r.a.)'tan rivayet olunmuştur ki Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kullarından bir takım
insanlar vardır ki enbiya değiller şehidler de
değiller amma kıyamet gününde Allah katındaki
makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehidler
imrenerek bakacaklardır". "Bunlar kimler? Ve ne
gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de
onlara sevgi ve yakınlık gösterelim ya Resulallah!"
dediler. Resulullah: "Bunlar bir kavimdir ki
aralarında ne akrabalık ne de ticaret ve iş ilişkisi
olmaksızın Allah ruhu ile Allah'da sevişirler. Vallahi
yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber
üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar
korkmazlar insanlar mahzun oldukları zaman bunlar
hüzünlenmezler."(Hakim,el-Müstedrek, IV, 170.)
buyurdu
hemen
bu
âyeti
okudu:
Ebu Hüreyre'den ve Ebu Malik Eş'ari'den de ayni
meâlde rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin her
biri bir başka özellikte tarif demek olduğundan
hepsinin toplam olarak anlamını içine alan geniş bir
tarif ortaya konmuştur: "Allah'a ibadet ve taatle sevgi
gösterisinde bulunur Allah da kendilerine keramet
insan ederek dostluğunu gösterir". Onlar işte böyle
kimselerdir ki bu âyette daha açık bir surette şöyle
beyan
ve
tefsir
buyuruluyor:
63-Yani evliyaullah onlar ki iman etmişlerdir ve
ittika eder dururlar tam bir iman ile ilâhî emirleri ve
hükümleri ifa ve icraya devam ederler. Kendilerinden
51
Allah rızasına aykırı bir hâl bir durum sadır
olmaması için dikkat ederler her türlü haramdan ve
şüpheli şeylerden sakınırlar. İşte evliyaullahın hakiki
tarifi budur. Birinci derecesi mümin cinsinden olmak
ikinci derecesi de Allah korkusundan dolayı ittika
hasletine sahip olmaktır ki bunlar onların Allah'a
yönelmeleridir.
64- Dünya ve ahiret hayatında müjde onlarındır. Bu
da onların özellikleridir ki Allah'ın kendilerine
karşılık olarak teveccühü ve ikramıdır. İşte
"evliyaullah'ın kerâmeti haktır." meselesinin temeli de
budur. Allah'dan başka dost ve veli tanımadıkları
Allah'a aykırı düşmekten korkup sakındıkları ve
ondan başka hiçbir şeyden çekinmedikleri Allah da
kendilerine dost olduğu için artık onlara ne korku
vardır ne de hüzün. Dünyada da müjdelenmişler
ahirette de müjdelenmişlerdir. Bu cümleden olarak
dünyada. "Muhakkak ki "Rabbimiz Allah'dır" deyip
de sonra doğrulukta ve dürüstlükte devam edenler
üzerine melekler şöyle diyerek inerler: "Korkmayın
mahzun da olmayın vaad olunduğunuz cennetle
sevinin." (Fussilet 41/30). Ayrıca yine ahirette "Size
selâm olsun size hoş geldiniz cennete ebedi kalmak
üzere buyurun girin içine." (Zümer
39/73)
müjdesine
mazhar
olacaklar.
Allah'ın kelimelerinde tebdil yoktur. Yani Allah'ın bu
vaadlerinde bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme
olmayacaktır. Allah'ın sözünü değiştirecek O'nun
verilmiş hükmünü kararını uygulamadan kaldıracak
52
hiç bir kuvvet yoktur olması ihtimali de mevcut
değildir. Mesela: Allah'ın korkma mahzun olma
dediğini korkutacak mahzun edecek hiç bir güç ve
geçerli engel yoktur. Allah da asla verdiği sözden
dönmez verdiği sözü yerine getirir. Bundan dolayı
"Allah hiçbir kavmi o kavim kendi kendini değiştirip
bozmadıkça değişikliğe uğratmaz." (Ra'd 13/11)
âyeti uyarınca evliyaullah dahi kendilerindeki o
velayet hasletini o iman ve ittikayı değiştirip
bozmadıkça Allah Teâlâ'nın bu dünya ve ahiret için
verdiği sözü verdiği müjdeyi değiştirmesi ihtimali
yoktur. Bunlar ebedi müjdelerdir. "İşte bu da büyük
kurtuluşun kendisidir."
Velilerin velisi Hz. Hüseyin’in kıyamını kimler
ve niçin eleştiriyor?
Bu hususta küçük bir örnek olarak; "...Hazret-i
Hüseyn'in Yezid'e karşı çıkışını hatalı ve
galat olarak(?) mütalaa eden.." İbn-i Haldun, bunu;
".. Sahabenin ekseriyetinin Yezid'in yanında yer
alması ve bunların, Yezid'e karşı ayaklanmanın
gerektiği kanaatinde olmamaları" ile açıklamıştır.
(Mukaddime (terc.)): 1/592)
İslam Tarihi'nin en canî zalimlerinden olan ve ünlü
Haccac (İbn-i Yûsuf es-Sakafi) eliyle yüzbinlerce
mazlum, gerçek mü'minlerin ve İslamî şahsiyetlerin
53
oluk oluk kanlarını akıtan Abdulmelik b. Mervan b.
Hakem ile alâkalı şu ifadeleri de gayet ibret-âmizdir:
"... Abdulmelik, 'adalet' bakımından insanların en
büyüğü idi. İmam Malik'in, O'nun fiilini 'hüccet'
sayması, adaletini göstermeye fazlasıyla yeter.'..."
(Mukaddime: 1/593);...
İşte, tarihî İslamî inhirafın nirengi noktası!... Eshab,
Tabiîn, Etbe-i Tabiîn.. diye isim yapmış zevatın,
bâhusus Ehl-i ilim ve fıkh'ın, her nevi söz-fiil-tarz ve
tavırlarını İslamî nokta-i nazardan hüccet bilen ve
meşruiyet için tek ölçü bilen büyük halk kitleleri,
hatta sıradan ilim adamları, böylece büyük bir inhiraf
içerisine girmiş, tağutî düzenleri ve onların
yandaşlarını-tabilerini Fırka-i Naciye, muhaliflerini
de Ehl-i Bağy ve Fırak-i Dalle diye itham etmiştir...
Evet;.. Seyyid'üş-Şüheda ve Mazlum-u Kerbela olan
Gül-ü Muhammedî'nin (as) ve yaranlarının mübarek
başları, Küfe'ye, İbn-i Ziyad'ın önüne atılırken,
sarayda
bulunan Zeyd b. Erkam gibi ünlü bir sahabe, Kadı
Şureyh diye nam yapmış bir alim vs..., müslüman
toplumun vicdanlarında meknuz bulunan gerçek
imanın üzerine küller atılmasına, hak ve batıl’ın
temyiz ve tefrikinde şüphe ve evham bulutlarının
oluşmasına sebep olmuş; aynı ruhî-psikolojik
atmosfer, Şam'da, Yezid'in yanı başında bulunan Enes
b. Malik gibi.. hadim-i Nebî diye şöhret-şiar olmuş
zevat vesilesiyle de tekrarlanmıştır...
54
Ebu Hureyre gibi, Suffe ehlinden olan bir şahsiyetin,
fitne-fesat ve nifak timsâli olan Mervan b. Hakem'in
Medine vali yardımcılığını yapması ve Emir'elMü'minin Hazret-i Ali'ye (as) karşı fiilî ve harbî tavır
alışı, İslam ümmetinin büyük bir kesimi nezdinde,
hak ile batılın büyük ölçüde iltibas edilmesine,
cephelerin tam ters görülmesine sebep teşkil
ederken, bu inhirafî akım gitgide kendisini fıkıh
ekollerinde ve hadis tedvinlerinde hatta hadislerin
naklinde ve Kur'an-ı Kerim tefsirinde de
hissettirmeye
başlamış, koca bir İslamî camiayı inhiraflara
sürüklemiştir...
Muhaddislerin başvurduğu uzman durumunda
bulunan İbn-i Şihab ez-Zühri gibi zevatın, Abdülmelik
bin Mervan gibi habislerin müşavirliğini deruhte
etmesi, Ebu Yûsuf ve Muhammed bin Hasan eşŞeybani gibi.. nice fıkıh üstadlarının, İmam Musa
Kâzım'ı ve nice muttakî ulemayı zindanlarda çürüten
Hârun Reşid'in kadılık makamlarında
bulunmaları ve onun ulûfeleriyle ğaniy olmaları, bir
kısım fıkhî prensiplerini (Hiley-i Şer'iyye adı altında)
kezâ onun pratik hayatına göre vaz' etmeleri..vs.. vs...,
İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun, Kur'an-ı
Kerim'in timsâli ve canlısı olan Ehl-i Beyt'in
Öz Muhammedî İslam mektebinden (büyük ölçüde)
mahrum kalmalarını ve gerçek İslam'dan inhiraf
etmelerini intaç etmiştir...
55
Bu menfî ve münharif etkidir ki; başta İmam Buharî
(Muhammed
bin
İsmail
el-Buharî)
olarak,
muhaddislerin büyük çoğunluğu tarafından Ehl-i
Beyt, sürekli olarak gözardı edilmiş, hatta haricînâsıbî-mürciî-mu'tezilî.. öncülerin hadis rivayetleri
alınmış, İmam Ca'fer gibi.. bir hakikat güneşine
itimad edilmeyerek (Ali evladından olmasından
dolayı, tarafgir olabilir(?) iddiasıyla..) tüm rivayetleri
terk edilmiştir. Fakat bu duyarlılıkları(?), diğer (bâhusus Ehl-i Beyt muhalifi) fırkalar için asla söz konusu
olmamıştır...
Hazret-i Ali'ye bile gözlerini-kulaklarını-kalplerini
kapayan bu zevat, kitaplarını; Amr bin As, Muaviye
bin Ebi Süfyan, Mervan bin Hakem, Seleme İbn Ekva,
Muğire bin Şu'be, Muaviye bin Hadic (yahud, Hudeyc),
Vail bin Hucr, vb.. Ehl-i Beyt düşmanlığı yanında,
İslamî takva ve ahlâktan da çok uzak oldukları, bir
sürü fiilleriyle şöhret bulmuş eşhâsın -güya- hadis
rivayetleriyle doldurmuş, böylece; Öz Muhammedi
İslam'dan inhirafa ve İslam'ın ruhsuz bir şekilcilik
olarak algılanmasına sebeb olmuşlardır. Ve hâkezâ
!!!...
İbn-i Teymiyye :
‘’Hüseyin evinde otursaydı,meydana gelecek olan
fesat elbette daha az olacaktı. Üstelik Hüseyin’in(r.a)
niyetinde olan iyiliği celp ve kötülüğü bertaraf etme
arzusu, hiçbir fayda vermedi.Aksine Irak’a gitmekle ve
şehit edilmekle fitneler arttı.
56
Bütün bunlar gösteriyor ki, Resulullah(s.a.a)’in
emrettiği gibi, zâlim idarecinin zulmüne karşı
sabredip onlarla savaşmamak hem dünya hem ahiret
için hayırlıdır.
Bilerek veya yanılarak buna muhalefet edenin
hareketinden fayda değil zarar gelir.
Resulullah bir fitnede çarpışan, idarecilere karşı
gelen, onlara itaat etmeyen ve cemaatten ayrılan bir
tek kişiyi medhetmemiştir.’’
İbn-i Teymiyye aşağıdaki hadisi de delil göstererek
Yezidin tüm yaptığı kötülükleri perdeleyerek
affedildiği söylüyor. (haşa) Peygamberin işaretleri bu
yöndeymiş.
Resulullah şöyle buyurmuştur:
‘’Konstantiniyye’ye (İstanbul) savaşaçacak ilk ordu
affedilmiştir.’’
İbn-i Teymiyye, Konstantiniyye’yi fethetmek için ilk
çıkan ordu, Muaviye’nin techiz edip başına oğlu
Yezid’i tayin ettiği ordudur,diyerek Yezid’i bu hadise
binaen temize çıkarıyor.Çünkü onun nezdinde Yezid
ululemr, Hüseyin ise bir bağidir(haşa)!
Yine İbn-i Teymiyye:
‘’Yezid ve başkasının imam olması manası onun güçlü,
ta’yin ve azle yetkili olması, cezaî müeyyideleri tatbik
etmesi,kafirlere karşı cihat edip ganimetleri
57
bölüştürmesi denektir ki bu durum malûm ve
mütevâtir olup inkarı mümkün değildir.’’
Bakalım Yezid kimlerle ve cihat etmiş:
Prof. İhsan Süreyya Sırma Emeviler
kitabının 48-49. Sayfasında diyor ki:
dönemi
‘’Yezid Şam’da bu melanetleri işlemeye devam
ettiğinden (Kerbela olayı ve sonrası) Medineliler onu
hal’ ettiklerini ilan ettiler ve onun Medine’deki valisi
Osman b. Muhammed’i Medine’den çıkardılar.
Bunun üzerine Yezid tarafından Mervan ibnu’l
Hakem’in Medine’deki evinde toplanarak durumu bir
elçi ile Yezid’e bildirdiler.(el- Kamil)
Yezid hemen Muslim b. Ukbe komutasında, on bin
atlıyı (Ebu’l-Fida, Tarih ,I,192) Medine’ye gönderdi.
Ordu yola çıkmadan önce Yezid, komutanı olan
Müslim’e şu emri verdi:
-Medinelilerle savaş!Şayet zafer elde edip, onları
yenersen, üç gün milleti katledin, mallarından ne
varsa alın, her şeylerini talan edin ve onların Yezid’in
kulları ve köleleri olduklarına dair onlardan biat alın.
Meddine’nin işini bitirince da Mekke üzerine yürü!(
Ebu’l-Fida, Tarih ,I,192)
Yezid ordusu Medine’ye varınca, ordunun komutanı
olan Muslim, Medinelileri Yezid’e kul-köle olmaya ve
bu konuda biat etmeye çağırdı.Medine’liler kabul
58
etmeyince,Muslim savaş emri verdi ve Şam’dan gelen
askerler Müslümanları öldürmeye başladı.
Aralarında sahabenin de bulunduğu binlerce
Müslüman katledildi.Ensar ve Muhacir’in ileri geleni
ile birlikte 10.000 müslüman öldürüldü Yezid adına…
Katliamdan sonra Yezid’in komutanı olan Muslim,
Medine’yi yağmalamaları, canlarının istediğini
öldürmeleri ve kadınlardan istediklerine tecavüz
etmeleri için askerlerine üç gün mühlet verdi. ( Ebu’lFida, Tarih ,I,192)
Medine’nin altı üstüne getirildi. Yağmalanıyordu,
peygamberin Medine’si…Müslümanların ulu’l emri(?)
Yezid adına,onun Müslüman(!) askerleri, sahabileri
öldürüyor, evlerini talan ediyor, kızlarına tecavüz
ediyorlardı…
Ulu’l emr adına, sahabi kızları peşkeş çekildi,
devletin askerlerine.Üstelik bu devletin adı İslam
devleti; başkanının sıfatı da müminlerin emiri
(emiru’l müminin)’ydi.
Bin Müslüman kızının bekaretinikirletti.(Suyuti,
Tarih’ul-Hulefa, s.209;İbn Kesir,el-Bidaye VIII, 221)
Bütün bunlar Yezid’in saltanatının devamı
içindi…Padişah başta kalsın, keyfini sürsün de ;dini
ahkam çiğnenmiş, Müslüman kızların bekaretine
59
tecavüz
edilmiş,
Peygamber’in
yağmalanmış, önemli değil!...
Medine’si
İşte: o gün bugüne kadar, Müslümanların İslam’ı
yanlış anlamaya, Yezid ve bugüne değin,-çok azı
müstesna- onun halifelerine kul-köle olmalarına, her
türlü melaneti yapsa bile ulu’l emr aleyhinde
konuşmayıp itaat etmelerine, ecdadın (?) saltanatı
uğruna, İslam şura anlayışını katletmelerine sebep bu
zihniyettir.’’
Hatib-i Harezmi “Menakıb” kitabında, Mir seyyid Ali
Hemedani eş- Şafii “Meveddet’ul- Kurba”da , İmam
Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde ve Süleyman-i
Hanefi el-Belhi “Yenabi’ul- Meveddet”de (az bir
farklılıkla Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu
naklediyorlar:
“Bu iki oğlum (Hasan ve Hüseyin) dünyadan iki
reyhandırlar. Yine bu iki oğlum ister (imamet işi için)
kıyam halinde olsunlar, isterse otursun (sussun)lar
İmamdırlar.”
Kerbela vakasında sonra ümmet Yezid’e tavır
almıştır.Bu kubangahların Allah’a sunulması ölü
bedenlere şok etkisi yapmış ve ümmet tekrar hayat
bulmuştur.Medine’deki müminlerin baş kaldırışı da
zaten bu vakıadan sonra olmuştur.Bu olaya kadar İbni Ziyadın hükümet binasına bulunan Zeyt b. Erkam
kesin tavırını şu olaydan sonra ortaya koymuştur:
60
Tarihin kaydettiğine göre, İbn-i Ziyad, İmam Hüseyin’in
başını önüne koymuş ve elindeki ağaç parçasıyla gözüne,
burnuna ve ağzına dokunuyor ve şöyle diyordu:
“Ne kadar güzel dişleri var!”
Zeyd b. Erkam ağlayarak feryat etti ve şöyle dedi:
“Elindeki ağaç parçasını Hüseyin’in dudak ve dişlerinin
üzerinden kaldır! Ben kendi gözlerimle Allah
Resulü’nün bizzat kendi dudaklarını, onun dudakları ve
ağzının üzerine koyduğunu gördüm.”
İbn-i Ziyad: “Eğer sen aklını yitirmiş yaşlı bir adam
olmasaydın senin kafanı keserdim.” Diye çıkıştı. Ardından
Zeyd b. Erkam kalkıp toplantıyı terk etti.
( Tarih-i Taberi, c.5, s.230)
Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu
naklediyorlar :
“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler;
babaları ise onlardan daha üstündür.” hadisidir.
Bu hadisi Hatib-i Harezm “Menakıb”da, Mir Seyyid Ali
Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”nın 8. Meveddesinde,
imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais-i Alevi”de,
İbn-i Sabbağ el-Maliki “Fusul’ul- Mühimme”nin 159.
sayfasında, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ulMevedde”nin 54. Babında Tirmizi, İbn-i Mace ve
Ahmed bin Hanbel’den, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin
133. sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel
“Müsned”de,
61
Tirmizi “Sünen”de, Muhammed bin Yusuf-u Genci eşŞafii “Kifayet’ut-Talib”in 97. babında nakletmişlerdir.
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’utTalib”in 97.babında bu hadisi naklettikten sonra şöyle
diyor: Hadis ilminin imamı Ebu’l- Kasım Taberani
“Mu’cem’ul- Kebir”de İmam Hasan (a.s)’ın hayatını
anlatırken bu hadis-i şerifi nakleden ravilerin adlarını
yazmıştır. Bu hadisi nakleden sahabelerden
bazılarının isimleri şunlardır:
“Emir’ul- Müminin Ali bin Ebi Talib, ikinci halife
Ömer bin Hattab, Huzeyfe Yemani, Ebu Said Hodri,
Cabir bin Abdullah-i Ensari, Ebu Hureyre, Usame bin
Zeyd ve Abdullah bin Ömer.”
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii daha sonra
şöyle diyor:
“Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu; “Hasan ve Hüseyin
cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise
onlardan daha üstündür.”
hadisi “hasen” bir hadistir. Bu hadisin senetlerini
birbirlerinin yanına koyduğumuzda, hadisin sahih bir
hadis olduğu ortaya çıkmakta Ebu Naim İsfehani
“Hilye”de, İbn-i Asakir “Tarih-i Kebir”in
4. cildinin 206. sayfasında, Hakim “Müstedrek”te, İbn-i
Hacer-i Mekki “Savaik”in 82. sayfasında, kısacası Ehl-i
Sünnet’in büyük alimleri bu hadisin Resulullah
(s.a.a)’in mübarek ağzından çıktığı konusunda ittifak
içerisindeler.
62
Şura suresinin 23. ayeti; “De ki: Ben bu tebliğime
karşılık sizden bir ücret istemiyorum; istediğim,
ancak yakınlarıma sevgidir. Ve kim güzel ve iyi bir iş
yaparsa, onun güzelim mükafatını artırırız.”
Nazil olduğunda sahabeler şöyle dediler: “Ya
Resulullah! Allah’ın, sevgisini üzerimize farz kıldığı
yakınların kimlerdir?”
Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ali, Fatıma, Hasan ve
Hüseyin’dir.” buyurdular.
Bazı hadislerde de Resulullah (s.a.a)’in şöyle
buyurduğu naklediliyor: “Ali, Fatıma ve onların iki
oğludur.”(Ehlibeyt kimdir bölümüne bakınız.)
Resulullah (s.a.a); “Hüseyin bendendir, ben de
Hüseyin’denim.” buyurmasıyla, dinin Hüseyin vasıtası
ile hayat kazanacağına işaret etmektedir.
Hz. Hüseyin (a.s) canını İslam yolunda feda ederek,
İslam’ın kökünü kazımak isteyen Emevilerin kökünü
kendi mazlumiyetiyle kazıdı.
Hz.
Hüseyin
savaşı
kazanamayacağını
bilmesine rağmen kendisini ve ailesini niçin
tehlikeye attı?
Aslında Kur’an kendisini tehlikeye atanların, Yezid
gibi bir fasıkla savaşmayan ve cihadı terk edenlerin
63
olduğunu
belirtmektedir.Muhammedin
dini
yeryüzünden kaldırılma tehlikesi ile karşı karşıya iken
hiçbirşey yapmamak hem dinimiz hem de dünyamız
için büyük bir tehlikedir.Bu durumda pasif
kalmak,mücadele etmemek kendi eliyle kendini
tehlikeye atmak olur.İslam gemisi karaya vurduğunda
Ehlibeyt ailesi (kadın,çocuk,hasta …) kendilerini feda
ederek,kanlarıyla o gemiyi tekrar harekete geçirmesi
cihadın en büyüğüdür.Ve bu fedakarlık dünyada eşi az
bulunur veya müstesna bir özveride bulumaktır.Tüm
aile fertlerini Allah yoluna bağışlamak,kurban
vermek…Derin bir uykuya dalan ümmet ancak bu şok
sayesinde kendilerine gelebilerdi.Çünkü ümmet-i
Muhammed uçurumun kenarındaydı.Kendilerine
gelmediğinde, uyanmadıklarında o zaman telafisi
mümkün olmayan büyük tehlike meydana gelir ve
islamın fatihası okunmuş (Allah etmesin) olurdu.
Allah Yolunda İnfak Edin, Kendinizi Tehlikeye
Atmayın (Bakara-195)
Elmalılı M.H.Yazır’ın ayeti izahı ise şöyle:
Bu âyetin gelişi ve nüzul sebebi, Allah yolunda harb ve
çarpışmadan ve o uğurda mal harcamadan
kaçınmanın bir tehlike olduğunu hatırlatmak içindir.
Tirmizi ve Ebu Davud’da da tahric olunduğu üzere
rivayet ediliyor ki: “Emeviler devrinde Abdurrahman
b. Velid kumandasında bir İslâm ordusu, Kostantiniye
yani İstanbul şehrine gaza etmişti. Ebu Eyyub elEnsarî hazretleri de bu askerler arasındaydı. Rumlar
64
şehrin surlarına arkalarını dayamışlardı. O sırada
müslümanlardan bir zat, kaledeki düşman üzerine
açıktan hücum etmiş, bunu gören İslâm cemaati:
‘Bırak, bırak! Lâilahe illallah, kendi kendini tehlikeye
atıyor.’ demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Eyyûb elEnsarî: ‘Ey müslümanlar! Bu âyet biz Ensar topluluğu
hakkında nazil oldu. O vakit ki Allah Peygamberine
yardım etti ve dini olan İslâm’ı galibiyete mazhar
kıldı. O zaman biz artık mallarımızın başında durup
onların ıslahı ile meşgul olalım mı? demiştik. Allah
Teâlâ: ‘Allah yolunda sarfediniz. Kendi kendinizi
ellerinizle tehlikeye bırakmayınız.’ (Bakara, 2/195)
âyetini indirdi. Bundan dolayı kendini tehlikeye
atmak, mallarımızın başında durup, onları ıslah ile
uğraşmamız ve cihadı terketmemizdir.’ demiştir.
Bunun üzerine hiç durmayıp Allah yolunda cihada
girişmiş ve nihayet şehid olup, İstanbul’da
defnolunmuştur.”
Ebu Eyyub el-Ensarî böylece kendini tehlikeye
atmanın, Allah yolunda cihadı terketmek demek
olduğunu ve âyetin bu hususta nazil olduğunu
haber vermiştir. İbnü Abbas’tan, Huzeyfe’den, Hasen,
Katâde, Mücâhid, Dahhak’tan da böyle rivayet
edilmiştir. Bera’ b. Âzib ve Ubeyde es-Selmanî
hazretlerinden, “Elleriyle kendini tehlikeye atmak,
günah işlemekle mağfiretten ümidi kesmek” demek
olduğu da rivayet edilmiştir. Bunun, infak karinesiyle:
“Harcamada israf edip, yiyecek, içecek bulamayacak
dereceye vararak telef olmak” mânâsına olduğu da
söylenmiş, “Düşmana tesir etmeyecek bir şekilde
65
harbe atılmak” demek olduğu da belirtilmiştir ki
Ebu Eyyub’un itiraz ettiği ve nüzul sebebini
söylediği cemaatin görüşü de bu idi.
“Sebebin özel oluşu, hükmün genel oluşuna engel
olmayacağından” ve bu mânâların toplanmasında da
çelişki ve terslik bulunmadığından âyetin tamamına
şamil olması da caizdir. Bunun için İmam Muhammed,
“Siyer-i Kebir”inde der ki: “Tek başına bir adam, bin
kişiye hücum edecek olsa, eğer kurtulma veya
düşmanı kırma ve tesir etme ümidi varsa, sakınca
yoktur. Kurtulma veya düşmanı kırma ümidi yoksa
mekruhtur. Çünkü müslümanlara bir faydası
olmaksızın kendini ölüme atmış olur. Bunu yapacak
olan kimse ya kurtulmak veya müslümanlara bir
faydası bulunmak ümidi olursa yapmalıdır. Kurtulma
ve düşmanı kırma ümidi olmadığı halde diğer
müslümanlara cesaret versin ve böylece düşmanı
tepelesinler diye misal gösterilecek bir örnek
olmak üzere yaparsa sakınca yoktur…”
Bu yasaklama sahihtir. Bundan dolayı dine veya
müminlere hiçbir menfaati olmaksızın kendini
öldürmek uygun değildir. Fakat kendini öldürmede
dine ait bir menfaat varsa; o zaman da bunu
yapmak, pek şerefli bir makam olur ki Cenab-ı
Allah, Resulullah’ın ashabını bununla övmüştür:
“Allah, müminlerden canlarını ve mallarını
kendilerine cennet vermek üzere satın aldı. Onlar
Allah yolunda savaşırlar da öldürürler ve
öldürülürler.” (Tevbe, 9/111). Yine: “Allah yolunda
66
öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
diridirler. Rableri yanında rızıklanırlar.” (Âl-i
İmrân, 3/169) buyurmuştur. Ebu Eyyûb el-Ensarî
hazretleri de bu makamı göstermiştir. Bundan dolayı
sırf huzura düşkünlükte tehlike bulunduğu gibi, harp
bakımından da tehlike bulunabilir. O da düşmana tesir
icra etmeyecek, boş yere bir müslümanı yok edecek
olan husustur.
Müslümanlara faydası olmadığı gibi aksine zararı
bilinirse, o zaman harbe atılmak ve kendini öldürmek
hiç caiz olmaz. Fakat insanlık gafleti, harbi, mutlak
bir tehlike zannedebileceği için; bu âyet mal
kazanacağız, rahat edeceğiz diye dalıp, cihadı
terketmenin
tehlike
olduğunu
hatırlatma
hususunda nâzil olmuş ve o şerefli makamı
göstermiştir.
Ehlibeyt İmamları Allah’ın rızasına nail olmak
için kendilerini feda etmişlerdir.
Ehlibeyt İmamlarının hepsi,Allah rızası nail olmak
için zamanın zalimine,tağutuna karşı mücadele edip
67
şehit olmuşlardır.Allah (cc) bu fedakar önderlerin,
rehberlerin, serdengeçtilerin ve gerçek muvahhidlerin
davranışını kendi kitabında övmüştür.
Bakara-207 :
‘’İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını
kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok
şefkatlidir.’’
207-Bununla beraber insanların bütün bunlardan
başka seçkin bir kısmı vardır. Şöyle ki: İnsanlardan
bazısı da vardır ki Allah'ın rızasına ermek için canını
bile verir yahut Allah rızası için dünyasını ve hatta
canını bile verir de kendini ebedî olarak satın alır. O
bilir ki mülk kendisinin değil Allah'ındır. En üstün
gaye mal değil Allah'ın rızasıdır. Allah rızası için
canını veren kendini ebedî acılardan kurtarmış ve en
büyük ticarete ermiş olur. Bunlar Allah'ın hâs
(seçkin) kullarıdır. Din ve ibadet uğrunda sıkıntılara
katlanırlar Allah yolunda harp ve cihad alanlarında
canlarını ortaya atarlar veya öldürüleceğini de bilse
iyiliği emredip kötülükten menederler. Bunların
bütün gözettikleri nokta Allah rızasıdır. Yaptıklarını
Allah için yaparlar istediklerini Allah için isterler.
Bunlar kendilerini ne dünyaya ne ahirete değil;
ancak Allah'a satarlar ve Allah'ın rızasını almakla da
68
kendilerini Allah'tan başka bütün şeylerden ve nefs-i
emmârelerinden (kötülüğü emreden nefislerinden)
satın almış âzâd etmiş olurlar. Bunlar "Ey Rabbimiz!
Bize dünyada bir iyilik ahirette de bir iyilik ver ve
bizi ateş azabından koru!" (Bakara
2/201)
diyenlerden daha mutludurlar. Nefs-i râdiye
(Allah'tan razı olan nefis) makamından da geçip nefsi merdıyyeye (Allah'ın kendisinden razı olduğu
nefse) ererler. Allah da kullarına çok şefkatlidir.
Büyük şefkatinden dolayıdır ki onlara takvayı teklif ve
tavsiye etmektedir. Kulların kendi rızaları onları
Allah'ın rızası kadar esirgemez. Kendi rızasını Allah'ın
rızasında kendi iradesini Allah'ın iradesinde fâni
kılmış (yok etmiş) olanlar selamet ve saadetin en
yüksek derecesine ererler. Fakat şurası da
unutulmamalıdır ki bazı insanlar şeytanî bir gururla
kendi gönüllerinin eğilimlerini sırf Allah'ın rızası
zannederek taassub ve cahiliye gayreti ile Allah'ın
şeriatının aksine hareket eder ve kendilerini faydasız
yere tehlikeye atarlar. Allah'ın emrettiği yerde ölmeyi
istemez yasakladığı yerde gönlünün zorlamasına
uyarak intihar etmeye kalkışır. Bu iki durumu ayırd
etmek için Resulullah'ın ashabının hâlleri ile
hâricîlerin
hallerini
karşılaştırmak
yeterlidir.
Meselenin ruhu sırf Allah rızası için olmaktır ki bu da
Allah'ın şeriatına bakarak hareketleri Allah'ın
emirlerine uydurmakla olur. "Kendinizi ellerinizle
69
tehlikeye atmayınız." (Bakara/ 2/195) âyetine bak.
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında üç rivayet vardır:
Birincisi: İbnü Abbas'tan Süheyb b. Sinanı Rûmî
hazretleri hakkında indiği rivayet edilmiştir. Mekke
müşrikleri bu zatı tutmuşlar dininden döndürmek
için işkencelerle azab etmişlerdi. Suheyb Mekkelilere
karşı: "Ben ihtiyar bir adamım malım ve servetim de
var. Benim sizden veya düşmanlarınızdan olmamın
size hiç zararı olmaz. Ben bir söz söyledim ondan
caymayı iyi görmem. Malımı ve servetimi size
veririm dinimi sizden satın alırım." demişti. Onlar da
buna razı olmuşlar salıvermişlerdi. Oradan kalkıp
Medine'ye gelirken bu âyet inmişti. Medine'ye
girerken Hz. Ebu Bekir rast gelmiş: "Alışverişin kârlı
olsun ey Suheyb!" demişti. O da: "Senin alışverişin de
zarar etmesin." demiş "O ne?" diye sorduğunda:
"Allah Teâlâ senin hakkında bir âyet indirdi." deyip
bu âyeti okumuştu.
İkincisi: Hz. Ömer ve Ali'den iyiliği emredip
kötülükten meneden bir zat hakkında inmiştir diye
rivayet edilmiştir.
Üçüncüsü: Hicret gecesi Resulullah'ın yatağında yatan
Hz.
Ali
hakkında
indiği
rivayet
edilmiştir.(Kaynak:Hak Dini Kur’an Dil Tefsir)
70
Soru: İbn-i Teymiyye, bir kitabında Hz. Ali’in hicret
gecesi Resulullah’ın yatağına yatması olayını
kastederek bunun bir fazilet olmadığını öne sürerek,
zira diyor, Hz. Ali o gece kendisine bir şey
olmayacağını iki yoldan biliyordu:
1- Bunu Peygamber’in kendisinden duymuştu. Zira
Peygamber (s.a.a) o gece Ali’ye şöyle demişti: “Ya Ali
bu gece benim yatağımda yatman icap ediyor. Onlar
sana hiçbir şey edemeyeceklerdir.
2- Peygamber (s.a.a), yanındaki emanetlerin
sahiplerine iade edilmesini, alacaklıların alacaklarının
ödenmesini Ali’nin üzerine bırakmıştı; dolayısıyla o
da bundan kendisine bir şey olmayacağını anlamıştı.
Yoksa Peygamber bu işi ona değil, başka birisine
bırakırdı.
Bu eleştiriyi nasıl yanıtlayabiliriz acaba?
Cevap: Bize göre İbn-i Teymiye bir fazileti inkar
etmek isterken, farkında olmadan daha üstün bir
fazileti ispat etmiştir. Zira Ali’nin, Peygamber’in
sözüne olan imanı, ya normal olan bir iman idi
veyahut da çok kuvvetli bir iman idi. Eğer imanı,
normal bir iman idiyse, demek ki öldürüleceğine
ihtimal verdiği halde buna rıza göstermiştir; sağ ve
salim kalacağını bilerek değil. Çünkü normal bir iman
insana yakin getirmez; normal bir imana sahip olan
kişiler için (ki Ali (a.s) yüzde yüz bunlardan değildir)
Peygamber’in sözünden yakin hasıl olmaz; zahirde
71
kabul etseler de kalpleri hiçbir zaman tam olarak
mutmain olmaz. Yok eğer, imanı, fevkalade kuvvetli
bir iman idi de Peygamber’in sözünden, kendisine bir
şey olmayacağına yakin etmiştiyse, o zaman Ali için
daha üstün bir fazilet ispat etmiş olur. Çünkü kişinin
imanı, Peygamber’den duyduğu şeye apaydın gün gibi
yakin edecek bir derecede olursa, böyle bir iman
hiçbir şeyle mukayese edilmez. Böyle bir imana sahip
olmanın neticesi olarak Peygamber ona: “Benim
yatağımda yat; düşmanların saldırısından sana hiçbir
zarar gelmez” dediği zaman her hangi bir şüphe ve
vesveseye kapılmadan mutmain bir kalp ile gidip
onun yerinde yatıyor. Böylece İbn-i Teymiye “Ali
kendisine hiç bir şey olmayacağını biliyordu; sadık ve
musaddak olan Peygamber bunu ona haber vermişti”
derken farkında olmadan Ali için imanın en üstün
derecesinden ibaret olan bu en büyük fazileti ispat
etmiş bulunuyor.
Arıntılı Cevap:
Şimdi gelelim onun ortaya attığı delillerine. İbn-i
Teymiye’nin birinci delilinin cevabında diyoruz ki:
“Bir kere ‘Sana hiçbir şey olmayacaktır, kötü bir
durumla karşılaşmayacaksın’ cümlesini büyük
tarihçilerden bir kısmı nakletmemiştir.( EtTabakat’ın sahibi İbn-i Sa’d, El-Emta’nın yazarı
Makrizi
gibi
tarihçiler
böyle
bir
şey
nakletmemişlerdir. ) Sadece İbn-i Esir(El-Kamil (İbn-i
Esir), C.2, S.72. ) (ölümü H. 630) ve Taberi(Tarih-i
Taberi, C.2, S.99.) (ölümü H.310) mezkur cümleyi
72
nakletmiştir. Zannımız o ki onların bu konudaki
kaynağı İbn-i Hişam Sire’sidir. ( Siret-u İbn-i Hişam,
C.1, S.483.) Çünkü konuyu aynen onun gibi
anlatmışlardır. Hatta bu konudaki cümleleri de İbn-i
Hişam’ın cümlelerinin aynısıdır.
Üstelik
Şia
alimleri,
hadiseyi
bu
şekilde
nakletmemişlerdir. Şeyh Muhammed b. Hasan et-Tusi,
(Ölümü: 460) “El-Emali” adındaki kitabında hicret
hadisesini geniş bir şekilde anlatmıştır. Mezkur
cümleyi de az bir değişiklikle nakletmiştir. Fakat
hadisenin şekli Ehl-i Sünnet kitaplarındakinden
farklıdır. Şeyh Tusi, açıkça naklediyor ki: “Ali (a.s),
“Leylet-ül Mebit”ten sonraki iki gecede, gece yarıları
Hind. b. Ebi Hale ile beraber, Resulullah’ın huzuruna
vardı. O iki geceden birinde Peygamber (s.a.a) Ali’ye
şöyle buyurdu: “Ya Ali bu andan itibaren onlar sana
bir şey yapamayacaklar.”
Bu cümle İbn-i Hişam, Taberi ve İbn-i Esir’in naklettiği
cümlenin takriben aynısıdır. Ne var ki Şeyh Tusi’nin
nakline göre Peygamber (s.a.a) bu cümleyi ikinci veya
üçüncü gece buyurmuştur, birinci gece değil.
Bir de bu konuda bizim için en iyi delil, Hz. Ali’nin
kendi sözüdür. Ali (a.s) açıkça bu işini, hakikat uğruna
yaptığı bir fedakarlık olarak nitelendiriyor. Nitekim
tercümesini aktaracağımız şiirlerinde Hz. Ali (a.s) bu
hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Bu şiirler, “ElFüsul’ül-Mühimme” ve diğer bir çok kaynakta
naklolunmuştur.
73
O şiirden üç beytin tercümesi özetle şöyle: “Ben kendi
canımı tehlikeye atarak yer yüzüne ayak basanların
en iyisini, Muhammed’i kurtardım. Müşrikler onu
öldürmek için bir plan hazırlamışlardı; fakat Allah-u
Zülcelal onu, onların bu iğrenç hilesinden korumayı
irade etmiştir. Ben her an düşmanın saldırmasını
beklediğim, ölüm ve esareti göz önüne aldığım bir
halde onun yatağında sabahladım.”(El-Fusul-ül
Muhimme, S.48.)
Hz. Ali’nin bizzat kendisi her şeyi böyle açıkça beyan
ettikten sonra artık İbn-i Hişam’ın sözünü -ki yanlış
olduğuna dair bir çok delilimiz vardır- kabul etmenin
hiçbir anlamı kalmaz.
İbn-i Hişam, İbn-i İshak’ın “Sire”sini özetlediğine göre,
bu yanlışlık, büyük bir ihtimalle özetleme sırasında
vücuda gelmiştir. İbn-i Hişam, hadiseleri özetle
nakletmek istediğine göre sadece o cümleyi
nakletmiştir. Cümlenin ne zaman denildiği onun için
önemli olmadığı için de zamanını beyan etmemiştir.
Sözümüzün diğer bir delili de hem Ehl-i sünnet hem
de Şia alimlerinden bir çoğunun naklettiği meşhur bir
hadistir; hadis şöyledir:
“Allah-u Teala “Leylet-ül Mebit”te Cebrail ve Mikail’e
hitaben: “Ben sizin ikinizden birisi için ölümü, diğeri
için hayatı mukadder edersem, hanginiz gönüllü
olarak ölümü seçer, hayatı ötekisine bırakırsınız?”
diye sordu. Hiç biri gönüllü olarak ölümü kabul
etmeyince, Allah-u Teala: “Şu anda Ali, kendisi için
74
ölümü, Peygamber için de hayatı seçmiştir” buyurdu
ve daha sonra onlara yeryüzüne inip Ali’yi korumayı
üstlenmelerini emretti.”( Bihar-ül Envar, C.19, S.39,
Gazali’nin İhya-ül Ulum’undan naklen.)
İbn-i Teymiye’nin ikinci deliline gelince… biz
zannediyoruz ki, hicret hadisesinin devamı açıkça
anlatılırsa bu meselede hallolacaktır.
Hicret Hadisesinin Devamı:
Peygamber’in
(s.a.a)
müşriklerin
elinden
kurtulmasının ilk aşamaları, başarıyla gerçekleşti.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gece yarısı, Sevr
mağarasına sığınarak onların planlarını suya düşürdü.
Peygamber (s.a.a) en korkunç ve tehlikeli anlarda bile
çok sakin ve mutmain idi.
Allah Resulü (s.a.a) üç gün mağarada kaldı. Bu üç gün
içerisinde Şeyh Tusi’nin nakline göre Hz. Ali ve Hind b.
Ebi Hale, tarihçilerin bir çoğunun nakline göre de Ebu
Bekir’in oğlu Abdullah ve çobanı Amir b. Fuheyre,
Resulullah’ın huzuruna varıyorlardı.
İbn-i Esir şöyle yazıyor kitabında: “Ebu Bekir’in oğlu,
gündüz
Kureyş’ten
duyduklarını
geceleyin
Resulullah’a ve babasına iletiyordu. Çobanı da
koyunları mağaranın yakınlarına getiriyor, koyunların
sütünden onlara veriyordu.
75
Geceleyin Mekke’ye dönerken de Abdullah ayak
izlerinin
kaybolması
için
sürünün
önünde
yürüyordu.”( El-Kamil, C.2, S.73. )
Şeyh Tusi El-Emali kitabında şöyle yazıyor: “Leylet-ül
Mebit”ten (Hz. Ali’nin Resulullah’ın yatağına yattığı ilk
geceden) sonraki gecelerin birinde Ali ve Hind b. Ebi
Hale, Peygamber’in yanına gittikleri bir sırada Allah
Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye iki deve hazırlamasını emretti.
Ebu Bekir: “Ben önceden ikimiz için de deve
hazırlamışım” dedi. Resulullah (s.a.a): “Ancak
develerin parasını alırsan, bu teklifi kabul ederim”
buyurdu. Sonra Ali’ye develerin parasını ona
ödemesini emretti.
Resul-i Ekrem o gece Ali’ye bir de şunu buyurdu:
“Yarın Mescid-ül Haram’da yüksek bir sesle ilan et ki:
“Kimin Muhammed’in yanında bir emaneti veya bir
alacağı varsa, gelsin alsın.” Daha sonra Fatımalar (yani
kızı Hz. Fatıma, Hz. Ali’nin annesi Esed kızı Fatıma ve
Zübeyr’in kızı Fatıma) hakkında bazı tavsiyelerde
bulunarak, onların ve Beni Haşim’den gönüllü
olanların hicret etmeleri için gerekli hazırlıkları
yapmasını buyurdu.
İşte bu sırada İbn-i Teymiye’nin kendine delil olarak
aldığı “Onlar bundan böyle, sana hiçbir şey
yapamazlar” sözünü buyurdu.
76
Gördüğünüz gibi Allah Resulü (s.a.a), Leylet-ül
Mebi’ten sonraki gecelerde, kendisi mağaradan
çıkmaya hazırlandığı sırada bu cümleyi buyurmuştur.
Halebi, kendi Siyer kitabında, “Ali’nin Sevr
mağarasında
Peygamber’in
huzuruna
vardığı
gecelerden birinde Ali’ye buyurduğu sözlerden biri de
emanetlerin sahiplerine verilmesi ve borçların
ödenmesine dair idi “ dedikten sonra, Ed-Dürrül
Mensur kitabının yazarı Suyuti’den naklen “Ali hicret
gecesinden sonra da Peygamber ile görüşüyordu” diye
eklemiştir.( Sire-i Halebi, C.2, S.37.)
Sözün kısası, Merhum Şeyh Tusi’nin muteber
senetlerle emanetlerin sahiplerine verilmesi emrinin,
Leylet-ül Mebit’ten sonraki gecelerde sadır olduğunu
ortaya koyan naklinden ve Halebinin, Suyuti’nin bunu
destekler mahiyetteki sözlerinden sonra, bu sahih
rivayeti görmezlikten gelip boşu boşuna ve bir takım
ihtimallerle insanların zihnini bulandırmanın bir
alemi olmadığını düşünüyoruz.
Zahirlerinden “Resulullah’ın Hz. Ali’ye yaptığı bütün
tavsiyelerin Leylet-ül Mebit gecesinde yapıldığı
izlenimi çıkan Sünni rivayetlere gelince, bunu şöyle
yorumlayabiliriz: “Bu tavsiyelerin edildiği zaman
zarfı, o yazarları ilgilendirmediğinden dolayı onlar,
sözlerin söylendiği zaman zarfına değinmeden sadece
sözlerin kendisini nakletmişlerdir.
77
Allah’ın kitabında övdüğü,peygamberin onlara sımsıkı
sarılın ki sapmayasınız dediği Ehlibeyt İmamlarının
davranışlarını yadırgamak (İ.Hüseyin ulu’l emr
Yezid’e biat etmeliydi,yanlış yaptı,fitnelerin artmasına
sebep oldu(haşa) gibi.),faziletlerini düşürmeye çalışan
bir insanın ise hiçte övülecek bir yanının olmayacağı
malumdur.
EHL-İ BEYT VE SEYYİDLER CEMAATİNİN, İSLÂM
BİRLİĞİ’NİN TEŞEKKÜLÜNDEKİ VAZİFESİ
«Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin
şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk
kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan
çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler
cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.
Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun
ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her
şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam
susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı
dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya,
hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile
meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o
vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal
müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye
(A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit
bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife
bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile
78
yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak,
onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu
vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu,
yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam
sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da
olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli
sayılırlar.
İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.)
ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i
İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti
maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden
kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve
hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular
lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâmı
Kur'aniyenin
zedelenmesiyle
ve
şeriat-ı
Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile
uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî
yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve
bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in
neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan
milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o
vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.» (Emirdağ Lâhikası-l
sh:266)
Peygamberimiz (A.S.M.) buyurur ki:
«"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz,
necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i
79
Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve
muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef
olan Âl-i Beyttir.
İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba
ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek
Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i
Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden,
hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî
dost da olamaz» (Lem’alar sh: 21)
«Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i
İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki;
umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar
ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar
kumandanlık ediyorlar. (Haşiye) Ve öyle bir
kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u,
muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle
girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar,
İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde
rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin
ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o
muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin en has
ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve
senedlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl ve en
yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz
hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler
nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski
80
zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları
başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine
onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir
nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve
muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i
intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme
içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve
uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o
kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran
edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak
ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle
olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi,
âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve
beklemekte haklıyız.» (Mektubat sh: 441)
81
Sahabe Kimdir?
ve tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren ve
îman ile vefât eden Mü‟minlerdir.
Sahabeler özel anlamda ’Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk
öncüleri’ ,genel anlamda ’Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk
öncülerine
iyilikte uyanlardır.Peygamberin ,
‘Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin’ dediği
topluluğun
,Muhacirlerin
ve
Ensar'ın
ilk
öncüleri’dir.Ayetlerin tefsiri açık-net bir şekilde bu
sonuca ulaşmamızı sağlamaktadır.
Allah’ın ve peygamberin övdüğü sahabelerin kimler
olduğu kuran ve hadisler ışığında inceleyelim:
1- ‘’İçinizden Mekke fethinden önce mal
harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal
harcayanlar ve savaşanlarla bir değildirler.
82
Onların derecesi daha sonra mal harcayıp
savaşanların derecesinden daha üstündür.
Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel
ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı
bilir.’’(Hadid 10)
İslam inancı ağır baskılar altındayken, taraftarları az
sayıdayken; ufukta çıkar, mevki ve servet belirtileri
yokken
mal
harcayanların
ve
savaşanların
fedakârlıkları, güvenli günlere kavuşulduktan, yeni
dinin taraftarları çoğaldıktan; zafer, üstünlük ve
başarı elle tutulur yakınlığa geldikten sonra mal
harcayanların ve savaşanların fedakârlıkları ile aynı
değerde değildir. Birinci grubu oluşturan öncülerin
fedakârlıklarında tek etken doğrudan doğruya yüce
Allah'a bağlılıktır. Bu fedakârlık her türlü kuşkudan
yüzde yüz uzaktır. Sadece Allah'a duyulan köklü
güvenin ve bağlılığın eseridir. Her türlü dış
beklentiden ve yakın vadeli hesaptan tamamen
uzaktır. İnanca bağlılıktan başka hiçbir dayanağı,
hiçbir özendirici unsuru yoktur. Oysa ikinci grubu
oluşturan müslümanların yaptıkları fedakârlıkların
yardımcı ve özendirici faktörleri vardır. onlar da ilk
gruptakiler kadar temiz niyetli ve içtenlikli olsalar bile
aralarında bu açıdan büyük fark vardır.
Nitekim İmam-ı Ahmed'in Ahmed b. Abdülmelik,
Zübeyr ve Humeyd Tavil kanalı ile verdiği bilgiye göre
sahabilerden Hz. Enes diyor ki: "Birgün Halid b. Velid
ile Abdurrahman b. Avf arasında tartışma çıktı.
Tartışma sırasında Halid, Abdurrahman'a `Eski
83
günlerdeki hizmetlerinizi öne sürerek bize karşı
üstünlük taslıyorsunuz' dedi. Duyduğumuza göre bu
söz Peygamberimizin kulağına varınca şöyle buyurdu:
"Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin.
Nefsimi elinde tutan Allah adına yemin ederim ki,
eğer siz Uhud dağı -ya da dağlar- kadar altın
harcasanız
onların
yaptıkları
bağışların
derecesine eremezsiniz." ( Bu hadisten anlaşılıyor
ki, Peygamberimizin kendilerine dil uzatılmasını sık
sık yasakladığı "sahabilerinin" özel bir anlamı vardır.
Bu sahabiler işte o ' `öncü" müslümanlardır. Çünkü
Peygamberimiz çevresindekilere, yakınında yer
alanlara "benim sahabilerime ilişmeyin" dediğine göre
bu sözü ile özel bir sahabi kesimini kastettiği ortaya
çıkıyor. Nitekim bir defasında Hz. Ebu Bekir'i
kastederek "Benim dostuma, (sahabime) ilişmeyin"
buyurmuştu.)
Öte yandan Buharî'nin verdiği
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
bilgiye
göre
"Sahabilerime dil uzatmayın. Nefsimi elinde tutan
Allah'a yemin ederim ki, içinizden biri Uhud dağı
kadar altını Allah yolunda harcasa onlardan
birinin bir dirhemlik bağışının, hatta onun
yarısının derecesine eremez."
Bu iki grup müslüman mücahidin yüce Allah'ın
terazisindeki değerleri belirlendikten sonra her iki
gruba da ödüllerin en güzelinin verileceği açıklanıyor.
84
"Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel
ödülü vadetmiştir." Çünkü aralarındaki derece
farkına rağmen her iki grup da iyi iş yapmıştır. Gerek
bu iki grup arasındaki derece farklılığı ve gerekse her
iki gruba en güzel ödülün verilmesi, yüce Allah'ın
onların
durumlarını
değerlendiren
bilgisine,
davranışlarının arkasındaki niyetlerine ve amaçlarına
ilişkin gözlemine ve yaptıkları işin içyüzünden
haberdar oluşuna dayanır.
"Allah sizin neler yaptığınızı iyi bilir."
Bu açıklama, görünen davranışların ardındaki gizli
niyetler alemine dikkatleri çeken kalpleri uyarıcı bir
dokunuştur. Çünkü değerlerin dayanağı olan ve
terazide ağırlık oluşturan temel faktör, davranışların
gerisindeki bu niyettir. (Fizilal-i Kuran Tefsiri)
2- „‟Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri ile
iyilikte onlara tam uyanlardan Allah hoşnut
olduğu gibi onlar da Allah'dan hoşnut
olmuşlardır. Allah onlara altlarından nehirler
akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları
cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş,
büyük başarı budur.’’(Tevbe 100)
Bu üç grubun -yani Muhacirler'in ve Ensar'ın öncüleri
ile bu iki grubun duyarlı izleyicilerinin- oluşturduğu
zümre, bu surenin tanıtma sayısında belirttiğimiz gibi,
Arap Yarımadası'nda, Mekke fethinden sonraki islâm
toplumunun sağlam zeminini, omurgasını meydana
85
getiriyordu. Bu toplumu gerek zor anlarda, gerekse
bolluk ve rahat anlarında ayakta tutan, bu zümre idi.
"Bolluk ve rahat anlarda" dedik. Çünkü çoğu zaman
bolluk ve rahat sınavından geçmek, zorluk sınavını
aşmaktan daha zor ve daha tehlikelidir.
"Muhacirlerin öncüleri" bizim eğilimimize göre Bedir
savaşından önce Medine'ye göçedenlerdir. "Ensar'ın
öncüleri" de Bedir savaşı öncesinde müslüman
olanlardır. "İyilikte bu iki gruba tam uyanlar"a gelince,
Tebük savaşı öncesinin olaylarını konu edinen bu
ayetin ana amacını gözönünde tutarsak, bu grubun
önceki iki grubu duyarlıkla izleyenlerden, onlar gibi
iman ederek daha sonraki yıllarda onların verdikleri
sınavları aynı başarı ile geçenlerden ve böylece ilk iki
örnek grubun iman düzeyine yükselenlerden oluşmuş
olmalıdır. Ger i ilk iki grubun "öncü olma" ayrıcalığı
vardır. Çünkü onlar islâm toplumunun en sıkıntılı
dönemi olan Bedir savaşı öncesinin yükünü
taşımışlardır.
Elimizdeki belgelerden öğrendiğimize göre, "öncü
Muhacirler" ile, "önce Ensar"ın kimler olduğu
konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi
bilim adamlarına göre bunlar Bedir savaşından önce
Medine'ye göçedenler ile yine bu savaş öncesinde
göçmenlere yardım ellerini uzatan Medineliler`dir.
Kimi bilim adamlarına göre bunlar islâm tarihinde
"Rıdvan Biatı" adı ile anılan Peygamberimize bağlılık
sözü verme törenine katılanlardır. İslâm toplumunun
oluşum aşamalarına ve bu toplumun iman
86
katmanlarının
yapılanmasına
ilişkin
araştırmalarımıza dayanarak az yukarda tercih
ettiğimizi belirttiğimiz görüşün diğerlerine göre daha
doğru olduğuna inanıyoruz. Doğrusunu bilen Allah'dır
kuşkusuz.(Fizilal-i Kuran Tefsiri)
3-"Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken
Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı
bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir
fetih
ile
mükâfatlandırmıştır."
(Fetih,
18)
Bir ayeti yorumlarken bir taraftan ayette bulunan
karineler dikkate alınmalı, diğer taraftan yapılan
yorumun kesin kabullere ve akli ölçülere ters
düşmemesine dikkat edilmelidir. Ehlisünnet ön
kabulleri olan "Sahabenin hepsinin istisnasız adil
olduğu" görüşüne gerçi bazı ayetleri de delil olarak
göstermektedirler. Ama maalesef bu ayetleri
yorumlarken hem ayetteki bazı karineleri görmezden
geliyorlar, hem de bunların bir çok kesin kabullere ve
akli ölçülere ters düştüğüne dikkat etmiyorlar.Bu
ayete dayanarak ağaç altında Allah Resulü'yle biat
eden her kesin Hakk'ın rızasına mahzar olduklarını
iddia etmektedirler. Oysa eğer dikkat edilirse, ayetin
içindeki "mu'min" kavramı bunu yeteri kadar
açıklamaktadır. Evet biz de gerçek anlamda mu'min
olan ve bu imanlarını sonuna kadar devam ettiren
sahabeden razı olduğunu kabul ediyoruz. Aksi de
düşünülemez zaten. Ancak orada bulunup, hatta
zahirde biat bile eden, ama batında bu sıfata (iman)
sahip olmayan kimseleri kapsaması ne şer'an ve ne de
alken mümkün değildir. Tarihler bize nifakları hemen
87
herkes tarafından bilinen Abdullah İbn-i Ubeyy gibi
bazıları da oradaydı ve zahirde biat bile ettiler! Oysa
hiçbir insaf ve iz'an sahibi olan, onların ayette
zikredilen razı olunanlardan olduğunu söyleyemez.
Acaba sahabelerin hepsi cennetlik midir?Bu sorunun en
iyi cevabını bizzat peygamber efendimiz vermiĢtir.Ve
kendinden sonra birçok sürçmelerin olacağını
belirtmiĢtir.
Örneğin;
İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilmiştir: "Resul-ü
Ekrem (sav), aramızda öğüt vermek için ayağa kalktı
ve; 'Ey insanlar! Siz muhakkak yalın ayak, çıplak
ve
sünnetsiz
olarak
Allah'(ın
huzurun)a
toplanacaksınız! İlk yaratılışa nasıl
başladıksa, üzerimize va'd olarak, yine onu iade
edeceğiz, hiç şüphesiz failler biziz! (Enbiya: 104)
haberdar olun! Kıyamet günü insanların en önce
giydirileni, Hz. İbrahim'dir. Haberiniz olsun!
Ümmetimden birçok kimseler yakalanarak sol
taraf (daki cehenneme doğru) getirilir. Ben:
- Ey Rabb'im! Bunlar benim eshabımdır! Derim.
Bunun üzerine:
- Sen, bunların senden sonra neler ihdas ettiklerini
bilemezsin! Denilir.
Bunun üzerine ben, Salih kulun (Hz. İsa'nın) dediği
gibi derim: "... Onların içinde kaldığım sürece, ben
onların üzerine şahid (gözetleyici) idim. Fakat,
vakta ki sen beni (huzuruna) aldın, üzerlerinde
gözetleyici sen oldun. Zaten sen, herşeyin üzerine
88
şahid olansın! Eğer onları azaplandırırsan,
şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz Aziz olan, Hakim olan da
sensin, sen!..." (Maide: 117-118)!.. "(Sonra) Bana
denilir ki: Onlar, sen onlardan ayrıldıktan
itibaren topuklarının üzerine mürtedliğe devam
ettiler!..." (Riyaz'us-Salihin : 151-152; Z. Buharî: 572;
Tecrid-i Sarih : 9/104-105;
Tirmizî : 4/233);
Ebu Hureyre'den rivayete göre, Peygamber (sav)
şöyle buyurmuştur: "Bir ara ben (havuzumun
başında) duruyordum. Birden orada bir zümre
gördüm. Hatta
onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek
belirdi; ve onlara, 'Haydi geliniz!' dedi. Ben ona:
'Bunları nereye götürüyorsun?' dedim. O da, 'Vallahi
cehenneme!..' dedi. Ben de: 'Bunlar ne yapmıştı ki?..'
dedim. O da: 'Ya Resulalllah! senden sonra bunlar,
arkaları üzere gerisin geri (dinden) dönüp irtidat
ettiler!' dedi!...Sonra, (havuz başında) bir zümre daha
gördüm. Hatta onları da tanıdım. (Yine) benimle
bunlar arasında bir melek çıktı da bunlara: 'Haydi,
geliniz!' Dedi: Ben ona:
'Bunları nereye götürüyorsun?' Dedim. O da: 'Vallahi
cehenneme!' Diye cevap verdi. 'Bunların günahı nedir
ki?' Dedim. Melek: 'Senden sonra, bunlar (da)
arkaları üzerine gerisin geri dönerek irtidad ettiler!'
Dedi!... (Bunun üzerine de, Resul-ü Ekrem (sav)):
Sanmam ki bunlardan (havuza yaklaşıp da geri
89
çevrilenlerden) cehennemden kurtulanlar olsun!
Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden
yolunu bulanlar misali, bunlardan da (tek tük)
cehennemden kurtulanlar olsun! Buyurdu!...!"
(Z. Buharî: 1017-1018; Tecrid-i Sarih: 12/217218; yaklaşık Cami'üs-Sağir(terc): 2/264; Müslim:
10/66-69);
"Ben havzın başına sizden önce varacağım. Ve bir
takım kavimler hakkında münazaa edeceğim! Sonra,
onlar üzerine bana galebe çalınacak. Ben: 'Ya Rabbi!
(bunlar benim) eshabım! Esbabım!..' diyeceğim.
Bunun üzerine: 'Sen, onların senden sonra neler ihdas
ettiklerini bilmezsin!' Denilecek!... " (Müslim: 10/73);
"Havuz başında benim yanıma, bana sahabilik etmiş
kimselerden
bir
takım
adamlar
muhakkak
geleceklerdir. Ta ki, onları gördüğüm ve bana arz
olundukları zaman benden ayıracaklar. Müteakiben
ben de: 'Ya Rabbim! Sahabeciklerim!
Sahabeciklerim!' Diyeceğim'. Fakat bana: 'Hakikaten
sen onların senden sonra neler ihdas ettiklerini (neler
yaptıklarını) bilmiyorsun!' Denilecek... " (Müslim:
10/77)
İşte; bu sahih-kesin hadisler muvâcehesinde, bir kısım
sahabe unvanına sahib kimselerin, dünya-mal-mülkmakam gibi., hevaî ve nefsanî amaçlar doğrultusunda
hareket ettiklerini-edeceklerini öğrenmiş, tarihen de
bunun bil-fiil vuku bulduğuna şahid olmuş
bulunuyoruz!
90
Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de
Sahabe midir?
İbn-i Esir şöyle yazıyor:
"Muaviye her kunut duasında Ali'ye, İbn-i Abbas'a,
Hasan'a, Hüseyin'e ve Malik Eşter'e lânet
ediyordu."(En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20 )
91
Ebu Osman el-Cahiz,
kitabında der ki:
er-Redd-u
Ale'l-İmamiyye
"Muaviye hutbesinin sonunda şöyle derdi: 'Allah'ım!
Ebu Turab (yani Ali) senin dininden çıkmış ve halkı
senin yolundan alıkoymuştur. Öyleyse ona lânet et ve
elim bir azapla azaplandır.' Bu cümleyi bütün
şehirlere de yazdı ve bu sözler minberlerde
söylenmeye başladı." (En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil,
s.19-20)
Mervan'a dediler: "Neden minberlerde ona
küfrediyorsunuz?" O şöyle dedi: "İktidarımızı ancak
bu şekilde ayakta tutabiliyoruz."
Muaviye'nin bu yöndeki faaliyet ve çabaları,
biyografi ve tarih kitaplarını doldurmuştur. Buna göre
o, Peygamber'in sahabesine açıkça küfredilmesi
bidatinin temelini atan ve bu uğursuz kapıyı gelecek
nesillere açan kimsedir.Eğer Muaviye, örnek alması
gereken
Peygamber
ailesinin
fertlerine
dil
uzatmaktan,
onlara
küfretmekten
dilini
koruyabilseydi, halk da, Muaviye ve onun gibi
zalimlere lânet okumaktan sakınırdı; mutaassıp sesler
susar ve barış, Müslümanların yararına sonuçlanırdı.
Fakat bu, Muaviye'nin bilinçli olarak ektiği, yakınları
aracılığıyla beslenen ve sonuçta İslâm tarihinde köklü
bir diken hâline gelen pis bir tohumdu.Muaviye'nin,
Allah katında ve Müslümanlar nezdinde, bu
davranışlarına neden oluşturacak hiçbir mazereti
yoktur.
92
Hadislerde şöyle buyurulur: "Mümin hiçbir
zaman kötü söz söyleyen, küfreden, rahatsız edici
göndermelerde bulunan ve lânetleyen biri olamaz."
Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ebi Yusuf elMedainî, el-Ahdas kitabında şöyle yazar: "Cemaat
Yılından sonra Muaviye, bütün şehirlere şu fermanı
yolladı: 'Ebu Turab ve ailesinin faziletleri hakkında
hadis nakledenlerin can güvenliği kalmamıştır.' Bu
fermanın ardından, hatipler her bölge ve şehirde, her
minberde Ali'ye lânet edip, onun ve ailesi hakkında
kötü sözler söylemeye başladılar. Bu dönemde en çok
zor durumda kalanlar Kûfelilerdi. Zira bu şehirde
birçok Şiî yaşıyordu."( Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i
Ebi'l-Hadid, c.3, s.15 )
"Barıştan sonra, Muğiyre b. Şu'be'yi Kûfe
valiliğine atamak istediği zaman, kendisini çağırıp
şöyle dedi: Bu günden önce, gördüğün şu ilim sahibi,
birçok badireler atlattı ve sana birkaç nasihattan
başka vereceği bir ödül yoktur. Sana birçok
tavsiyelerde bulunmak istiyordum; fakat sana
güvendiğim için gerek görmüyorum. Sadece bir
tavsiyede bulunacağım; Ali'ye sövmeyi ve kötülemeyi
asla terk etme!"( İbn-i Esir c.4, s.187 ve Taberî, c.6,
s.141)
"Muğiyre'den sonra da Ziyad'ı Kûfe'ye atadı ve o
da, halkı sarayının kapısının önünde toplayıp, Ali'ye
lânet etmeye zorluyor, bundan kaçınanları kılıçtan
93
geçiriyordu."( Mes'ûdî (İbn-i Esir'in hamişinde), c.6,
s.99)
Basra'da, Busr b. Ertad'ı göreve getirdi. Bu adam
minberde hutbe okuyor, İmam Ali'ye sövüyor ve şöyle
diyordu: "Allah'a yemin ediyorum ki, her kim beni bu
sözümde doğru biliyorsa, sözümü onaylasın ve her
kim yalan biliyorsa yalanlasın." Taberî, Tarihinde
şöyle yazar: "Ebu Bekre haykırdı: 'Biz seni yalancı
olarak tanıyoruz!' Busr emir verdi: 'Susturun onu!'
Birkaç kişi onu Busr'un adamlarının elinden ancak
kurtardı!!" (Taberî, c.6, s.96 ve İbn-i Esir, c.3, s.105)
Medine valisi olan Mervan b. Hakem, hiçbir cuma
günü minberde Hz. Ali'ye sövmeyi terk etmedi. İbn-i
Hacer el-Mekkî şöyle yazıyor: "Hasan bunu bildiği
için, namaz başladığı vakit camiye gelirdi. Mervan
bununla yetinmedi ve birini kendisine ve babasına
küfretmesi için Hasan'ın evine gönderdi!!"( enNesayih'ul-Kâfiye kitabına bakın, s.73, 1.baskı)
"Barıştan sonra Muaviye hacca gitti. Bir gün Sa'd
b. Ebi Vakkas'la tavafta birlikteydi. Tavafı bitirince,
Dar'un-Nedve tarafına hareket etti. Sa'd'a da kendi
yanında sedirde yer verdi ve ardından Ali'ye sövmeye
başladı. Aniden Sa'd ayağa kalktı ve oradan
uzaklaşırken şöyle dedi: Beni yanında oturtuyor ve
Ali'ye küfür mü ediyorsun?! Allah'a andolsun eğer
Ali'nin hasletlerinden biri bende olsaydı, güneşin
üzerine doğduğu her şeyin benim olmasından daha
mutlu olurdum: Eğer Resulullah'ın (s.a.a) damadı
94
olsaydım ve Ali'nin evlâtları gibi evlâtlarım olsaydı, bu
benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha
değerli olurdu. Eğer Resulullah (s.a.a) Hayber
Savaşı'nda Ali için söylediği sözü benim hakkımda
söyleseydi ('Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki,
Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulü'nü
sever. Asla kaçmaz ve Allah onun eliyle zafer
kazandırır.'), benim için güneşin üzerine doğduğu her
şeyden daha sevimli olurdu. Eğer Allah'ın Resulü,
Tebük Savaşı'nda Ali'ye söylediği sözü benim
hakkımda deseydi ('Razı olmaz mısın? Ben ve sen,
Harun'la Musa gibi olalım; şu farkla ki benden sona
peygamberlik yok.'), benim için güneşin üzerine
doğduğu her şeyden daha değerli olurdu. Yemin
ediyorum ki, artık yaşadığım müddetçe evine adım
atmayacağım."( Mes'ûdî (İbn-i Esir'in haşiminde), c.6,
s.81-82)
Mes'ûdî, Muaviye'nin Sa'd'a cevabını da
nakletmiş; fakat o kadar çirkin ve nahoş ki, kalemi
bunlarla kirletmekten imtina ediyorum. Her
hâlükârda bu da, onun halet-i ruhiyesinin ve ahlâkî
çöküntüsünün başka bir delilidir.
Sıffin savaşında şehit olan Hz.Ammar’ı katledenlerin
nasıl bir konumda olduğunu bizzat peygamberimiz
belirtmiştir:
95
(Sened-i muttasıl ile) rivayet olunur ki, "Ebu Said-i
Hudri (ra) hadis söylemekle meşgul idi. Derken,
mescid (-i Nebevî'nin) binası bahsine geçip dedi ki:
'Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ise, kerpiçleri
ikişer ikişer taşırdı. Nebî-yi Ekrem (sav) onu (öyle)
görünce üzerindeki toprağı silkerek: 'Vah Ammar!...
Vah Ammar!.. kendisini bir fie-i bağiye katledecektir.
(Ammar), onları cennete, onlar ise onu cehenneme
davet ederler!' diye buyurdu. Ebu Said der ki: 'Ammar
da (her zaman) fitnelerden Allah'a sığınırım!' derdi!..."
(Tecrid-i Sarih: 2/391-392;Zübdet'ül-Buharî: 84;
(Hazret-i Ammar, Sıffin ehlince şehid edilmiştir.)
Hz. Ammar'ı şehid eden Ehl-i Sıffin'in mahiyetini de
açıklamış bulunan Resulullah (sav) Efendimiz, olaylar
olmadan önce ümmetini uyarmaya, hak ve batıl
cepheyi iyice tespit etmeye ve hakkı esas
almalarına yardımcı olmaya çalışmıştır. Fie-i Bağiye
ise, Hizbuşşeytandır (Savaik: 142); Şu ayet-i
kerimeler de, konuyla irtibatlı bulunmaktadır. Her ne
kadar itiraz eden zevat bulunsa da:
"Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih hani ne
zaman? Derler! De ki: 'Fetih günü'nde, kâfirlere
imanları fayda vermeyecek ve kendilerine nazar
edilmeyecektir. O halde, artık sen de onlardan yüz
çevir! (neticeyi) bekle! Zaten onlar da
beklemektedirler!" [Secde(32): 28-30];
96
Ben-i Ümeyye'nin nerede ise tamamı, Mekke
fethinden de sonra Yüce Resul'e (sav) teslim olmuş,
doğrusu
teslim
(müslüman)
olma
zorunda
kalmışlardır.
Müslüman olmaları için, Resul-ü Ekrem (sav)
Efendimiz tarafından kendilerine mühlet verilmiş, bu
süre içerisinde de (başka çıkış yolları olmadığından
dolayı) müslüman olmak zorunda kalmışlardır.
Çünkü, müslüman olmayanların öldürülmeleri söz
konusu olacak, müşrik Arapların zımmî statüsüne
geçişleri
(şer'an) mümkün olmayacaktır.
"Ben insanlarla, onlar Lailahe İllallah deyinceye kadar,
savaşmakla emrolundum! Bunu derlerse (ve namazı
kılarlarsa) diğeri (içleri) Allah'a kalmıştır!..." [Yaklaşık
olarak, Müslim: 1/181-195; Tecrid-i Sarih (Buharı):
1/38-39; (Zübde): 21;...]; Şu halde, mezkûr ayette
fetih
gününde,
kâfirlere
imanları
fayda
vermeyecek! İbaresi, uhrevî olup, dünyevî değildir.
Zira, ayette, imanlarını kabul etme! Denmemiş,
imanları kendilerine fayda vermez! Denmiştir. Ki,
aradaki farkı, İbn-i Kesir'in farketmesi gerekirdi...
Üstelik; 'Celâleyn, Medârik, Beyzavî...' gibi müfessirler,
fetih ne zaman? İbaresini zafer, nusret fiilî durum
hüküm ve kaza gibi .. anlamlara tefsir etmişler, fetih
günü ile de, kıyamet ile beraber Bedir ve Mekke'nin
fethinin de kastedildiğini bildirmişlerdir. Ki böylece;
mezkür ayetler, Ben-i Ümeyye'nin mahiyetine
(istisnaları olmak kaydıyla) dikkat çekmekte, hâbis
durumlarını-yapılarını gözler önüne sermektedir.
97
Bütün ümitlerinin kesildiği bir durumda ister-istemez
İslam'a boyun eğen Ben-i Ümeyye'nin ve sairenin
(Kureyş'in) Mekke fethinden sonraki İslam'a girmiş
olanları, İslam için en büyük tehlikeyi oluşturdukları
ve tüm fitnelerin baş kaynağı oldukları..! kesinkes
bilinmektedir.
Bu ve benzeri daha nice ayet-i kerimeler böylece, kılıç
zoru ve korkusuyla iman etme veya öyle görünme
durumunda kalan, başta Ben-i Ümeyye olarak,
Mekkeli Kureyş müşriklerinin öncüleri ve ileri
gelenleri, Resul-ü Ekrem (sav)'in ahirete irtihâlinden
sonra ikâ ettikleri fitne-fesat-nifak ve şikak, İslam'ın
ve ümmetin uzun asırlar devam edecek olan maddî ve
manevî za'fiyetinin ve esaretinin baş âmili olmalarının
asıl illetini tasrih etmiş oluyor.
"Ya Ali! Ben Kur'an'ın tenzili için savaştım, sen ise
Kur'an'ın te'vili için savaşacaksın..." (Bediüzzaman
Said Nursi-Mektubat: 91; Kenz'ül-Ummal: 6/155; ElMüracaat: 48. Mektup.) buyurarak, kendilerinden
sonraki bir kısım süfehânın, Kur'an'ı, mana-anlam
ve te'vili kanalıyla tahrif etme hevesine
kapılacaklarını, ancak Hz. Ali'nin ve pâk evladının (as)
şanlı ve kahramanâne mukavemetleri vesilesiyle
bunun akamete uğrayacağını tebşir etmiş, böylece;
gerçek eshabın ve etbaının etrafında toplanacağı
İslamî önderlik (Ehl-i Beyt) kurumunun ve
mektebinin (ta'bir caiz ise) adresini göstermiştir.
Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?
98
Ehlibeyt (aleyhisselam)"a buğzetmek, Onları sevmeye,
onların ipine sarılmaya, hidayetlerine uymaya
hükmeden Allah"ın ve Resulünün (sallallah"u aleyhi
ve âlih) emrine isyan etmektir ve bu da Allah ve
Resulüne
buğzetmektir.
Ehlibeyt
Ehlibeyt
aleyhisselam"ı sevmek dünya ve ahiret saadetini
tazmin ettiği gibi onlara buğzetmek ve düşmanlık
beslemek de dinden çıkmaya, cehenneme girmeye,
Allah Teala"nın gazabını ve ebedî şekaveti almaya
neden olur; nitekim bu husus aşağıdaki sahih
hadislerden net bir şekilde anlaşılmaktadır:
Resulullah; "Ali'ye küfreden, bana küfretmiş olur;
bana küfreden de Allah'a küfretmiş olur."
(Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121 (Hadisin Buhari ve
Müslimce sahih olduğunu yazar. ); Müsned-i Ahmed, c.
6, s. 323; Hasais-i Nesei, s. 93, h. 88.)
"Ali'yi ancak mü'minler sever, ancak münafık olanlar
ona buğzeder.."
(Bakınız: İbn-i; Mâce (terc): 1/192;
Müslim (terc): 1/346; Tirmizî: 6/270, 282)
Ebu Said el-Hudri (ra)'den rivayet edilmiştir; dedi ki:
"Biz ensar topluluğu, münafıkları, Ali b. Ebi Talib'den
nefret etmeleriyle tanırdık." (Tirmizî: 6/270)
99
Ümm-ü Seleme (ra)'den; "Resul-ü Ekrem (sav) şöyle
buyurdu: 'Münafık olan Ali'yi sevmez ve mü'min olan
da Ali'den nefret etmez!" (Tirmizî: 6/271)
Ali Bin Ebi Talib'den (as) rivayet edilmiştir:
"Gerçekten,
mü'minden
başkasının
beni
sevmeyeceğine ve münafıktan başkasının bana
buğzetmeyeceğine Nebî-yi Ümmî (sav) bana kesin bir
ahid ve teminat verdi. "
(İbn-i Mâce(terc): 1/192; Tirmizî:(terc): 6/282)
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir; bana isyan
eden Allah'a isyan etmiştir. Ali'ye itaat eden bana itaat
etmiştir; Ali'ye isyan eden bana isyan etmiştir.
Ya Ali! Sen dünyada Seyyid'sin, ahirette de!... Senin
sevdiğin, benim sevdiğimdir; benim sevdiğim de
Allah'ın sevdiğidir. Senin düşmanın, benim
düşmanımdır; benim düşmanım da Allah'ın
düşmanıdır. 'Veyl', benden sonra sana buğz edenlere
olsun!
(Hakim-Müstedrek: 3/121, 130, 135; El-Müracaat:
48.mektup, sah. 190-191;Nehc'ül-Belağa: 317)
Resul-ü Ekrem (sav)) Hazret-i Ali'ye işaretle:
'’Bu bana ilk iman eden, kıyamet günü benimle ilk
müsafaha edecek olan kişidir; bu Sıddık-ı Ekber'dir;
bu,şu ümmetin hak ile batılı ayıran Faruk'udur; bu,
100
mü'minlerin
hidayet
imamı'dır,
önderidir!'
buyurmuştur..."
(Taberanî'den Kenz'ul-Ummal: 6/156'dan..; ElMüracaat: 48.mektup sah. 187; Nehc'ül-Belağa: sah.:
317)
Bu kadar açık terhib ve terğibleri ihtiva eden
hadislere rağmen, Hz. Ali'nin,Hasan ve Hüseyn'in ve
sair eimmenin (as), ma'ruz kaldıkları zulüm-eza-cefa
ve
cinayetler, mü'min kalbleri dîl-hûn etmektedir. Bu
yetmezmiş gibi; Muaviye b. Ebi Süfyan tarafından
cami ve mescidlerde ve Cum'a hutbelerinde Hz. Ali
ve Ehl-i Beyt'e -haşa- sebb-ü şetm edilmiş ve -haşala'netler okunmuş ve okutulmuştur.
(Örnek olarak, bkz.; Müslim: 10/245, 255; İbn-i Esir:
3/413,421,478-489)
Nesainin “Hasis” adlı hadis kitabının 79’cu sayfası:
‫أت ً ت ٍ ٌ ذ ٍى دذث ُا ل ال ان ذٔسي يذًذ ت ٍ ان ع ثاط أخ ثشَ ا‬
‫هللا ع ثذ أت ً عٍ إ عذاق أت ً عٍ إ عشائ ٍم دذث ُا ل ال ت ك ٍش‬
ً ‫ف ٍ كى هللا س عٕل أٌ غة ف مان د ع هًح أو دخ هد ل ال ان جذن‬
‫ٌ مٕل ِان م س عٕل عً عد ل ان د هللا يعار أٔ هللا ع ثذاٌ ف م هد‬
ٍ‫ي‬
‫عة‬
‫ع ه ٍا‬
‫ف مذ‬
ًُ ‫ع ث‬
…Ebu Abdullah el-Cedeli şöyle rivayet etmiştir: Ümmü
Selemenin yanına gittim. O bana “İçinizde Allahın
Rasulünü s.a.a sövüyorlar mı?” diye sordu. Ben
“SubhanAllah” dedim. Ümmü Seleme dedi ki:
Rasulullah s.a.a-dan şöyle duydum: “Kim Ali’ye
söverse şüphesiz bana sövmüştür”
101
hadisten sonra kitabın muhakkiki Ebu İshak elHuveyni
diyor
ki:‫إ ع ُادْصذ ٍخ‬
isnadı sahihdir.
(Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbelin
“Fezail es-Sahabe” kitabının 735’ci sayfasında, 1011
numaralı hadis yukarıda Nesai’nin “Hasais”
kitabından
aktardığım
hadisin
aynısı
bulunmaktadır.Bu kitabı tahkik eden ehli sünnet alimi
Vasiyullah Muhammed Abbasın hadisten hemen sonra
not
düşerek
diyor
ki:
‫إ ع ُادْصذ ٍخ‬
isnad sahih. yine bu hadis şu ehli sünnet
kaynaklarında da geçiyor:Ahmed b. Hanbel,
“Müsned”,
6/323,
hadis
26791
Hakim en-Nişaburi, “Müstedrek”, 4/211, hadis
4615 İmam Ahmedin “Müsned” adlı kitabını tahkik
eden Şeyh Şueyb el-Arnaut hadisten sonra not
düşerek
diyor
ki:ِ‫إ ع ُاد‬
‫صذ ٍخ‬
isnad sahih. Yine ehli sünnet alimi imam Hakim
“Müstedrek”te hadisi akardıktan sonra diyor ki:
‫ْزا‬
‫دذٌ ث‬
‫صذ ٍخ‬
‫اإل ع ُاد‬
ٔ
‫نى‬
ِ‫ٌ خشجا‬
bu hadis sahihdir fakat tahriç etmemişlerdir. İmam
Hakimin “Müstedrek” adlı kitabını tahkik eden ezZehebi hadisten sonra not düşerek diyor ki:‫صذ ٍخ‬
sahih)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyuruyor ki:
Canımı elinde bulunduran Allah"a andolsun ki, biz
Ehlibeyt"e buğzedeni Allah cehenneme sokacaktır.
102
( Müstedrek -Hakim-,c.3, s.162/4717; ve Sahih-i
Müstedrek; Durr-ul Mensur, c.6, s.7; Sevaik-ul
Muhrika, s.143; Hasais-ul Kubra, c.2, s.266; Siret-u
E"lam-in Nebla, c.2, s.123 vs.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih Hasan ve
Hüseyin"e aleyhisselam işaret ederek şöyle
buyurdular: Kim bunlara buğzedecek olursa bana
buğzetmiş olur, bana buğzeden Allah"a buğzetmiş
olur ve Allah"a buğzedeni de Allah cehenneme sokar.
( Müsned-i Ahmed, c.2, s.288; Müstedrek -Hakim-, c.3,
s.166; Sünen-i Tirmizî, c.2, s.24 ve 307; Mu"cem-ul
Kebir, s.133; Kenz-ul Ummal, c.13, s.105; Mecma-uz
Zevaid, c.9, s.181; Zehair-ul Ukba, s.123; Tarih-u
Bağdad, c.1, s.141.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyurmuştur ki:
Onlara buğzeden Allah"a buğzetmiş olur.
( Kenz-ul Ummal, c.12, s.98/34168; Beşaret-ul
Mustafa, s.40.)
Emir"ul Müminin Ali aleyhisselam"dan şöyle rivayet
edilir: Bize buğzedenler Allah"ın dalga dalga gazabına
uğrayacaklardır.
( Tuhef-ul Ukul, s.116; el-Hısal, s.627/10; Ğurer-ul
Hikem, s.7342.)
103
Resulullah sallallah"u
buyurmaktadır:
aleyhi
ve
âlih
şöyle
‘’Ey Ali! Sende İsa b. Meryem"den bir misal var; bir
grup onu sevdi ve onu sevmekte aşırı giderek helak
oldular; bir grup da ona buğzetti ve buğzetmekte aşırı
giderek helak oldular; bir grup da ifrat ve tefritten
sakınarak kurtuluşa erdi.’’
Ömer b. Abdulaziz, hilafete gelince Âl-i Beytin yüksek
makamını bilenleri gönülden yaralayan, hutbelerde
Hz.Ali (a.s)‟ye sebbi (kötü söz ve hareketi) kaldırmıĢ,
onun
yerine Nahl Süresi 90. Âyetin hutbelerde
okunmasını emretmiĢti.Ömer b. Abdulaziz, Âl-i Beyt‟e
derin bir saygı,muhabbet duyuyor ve O‟nlarahürmette
kusur etmiyordu.
Ehlibeyt İmamlarının halife’lere yaklaşımı
nasıldır?
1) Ġmam Ali, Hz. Ebû Bekir‟e biat iĢlemi sona erdikten
sonra burada bir hutbe irad etti. Hutbesinde
104
Müslümanları fitneye düĢmemeleri hususunda uyaran
Hz. Ali Ģöyle demektedir:
“Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş gemisiyle
aşın, birbirinizden nefret etmeyin. Öğünme taçlarınızı
başınızdan çıkarın…”
Nehc ül Belağa (Ferec
Yayınları,Çeviri:Kadri ÇELĠK,s.48,5.Hutbe)
2)6.Mektup
Muaviye’ye yazdığı mektup
Şüphesiz
Ebubekir’e,Ömer’e,Osman’a
biat
edenler,onlara biat ettikleri şekilde bana da biat
ettiler.Orada bulunanların(başkasını) seçme hakkı
olmadığı gibi,bulunmayanın da reddetme hakkı
yoktur.ŞURA,ANCAK MUHACİR’E VE ENSAR’A
AİTTİR;ONLAR,TOPLANIP BİRİSİNE UYAR VE İMAM
OLARAK NİTELENDİRİRSE,BU ALLAH’IN DA HOŞNUT
OLDUĞU BİR İŞTİR.Kim,onların
hükmüne
razı
olmayıp kınayarak veya bidate uyarak onların işlerini
terk
ederse,onu
geri
çevirirler.Kabul
etmezse,müminlerin yoluna tabi olmadığı için
onunla savaşırlar ve döndüğü şeyin vebalini de
Allah,onun boynuna yükler.
Ey Muaviye,ömrüme yemin olsun,eğer heva ve
hevesine uymadan aklınla düşünürsen,beni Osman’ın
kanına girenlerden en uzak(ve tertemiz) bulursun.Sen
çok iyi biliyorsun ki ben ,bu işin dışındayım.Ama yok
105
bu işi benim üzerime yıkmak istiyorsan ve bildiğini
(gerçekleri) gizliyorsan başka…Ve’s Selam.
(Nehc ül Belağa, Ferec
ÇELİK,s.340,6.Mektup)
Yayınları,Çeviri:Kadri
3)’’…Hz.Ali’nin kendisinden önce halife olanların
HİLAFETİNE RAZI OLDUĞU,onların peşinde namaz
kıldığı,onlarla hısım olduğunu ve onların yemeklerini
yediğini yediğini görüyoruz.Hz. Ali’nin yaptıklarına
karşı çıkmaya ve ondan nakledilen meselelerde aşırı
gitmeye hiç hakkımız yoktur…’’
(Şerh-i Nehc ül Belağa,İbn-i
Ebil-Hadid c.3)
(Mezhepler Tarihi,Prof.Muhammed Ebu Zehra s.4041)
4)Peygamberin vefatından sonra, meydana gelen
sıkıntılar İmam Ali’nin tedbiriyle giderildi ve
Medine’de siyasi hava duruldu. İşlerin kontrolünü ele
alan Ebu Bekir, Peygamber’in (Rumlarla savaşma)
emrini uygulama konusunda tam anlamıyla tereddüt
içindeydi. Bu nedenle bazı sahabelerle meşveret etti.
Hiçbirisinin sunduğu görüş halifeyi ikna etmedi.
Sonunda İmam ile meşveret etti. İmam kendisini,
Peygamber’in emrini uygulama konusunda teşvik
ederek: savaşırsan galip gelirsin diye de ekledi. Halife
İmam’ın teşvikinden memnun kalarak; iyi söyledin ve
hayırla müjdeledin, dedi.
106
(Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih Yâkubi, C.3, S. 39.)
5)240.Hutbe:İmam Ali’nin Osman’ı Savunması
…Allah’a
andolsun
GÜNAHKAR
OLMAKTAN
KORKACAK KADAR ONU(OSMAN’I) SAVUNDUM.
(Nehc ül Belağa)
6)FADLALLAH:
‘’Bizim İmamlarımız (Ali isteğiyle) Hasan ve Huseyin
de Osmanın kapısında durup onu koruyorlar.’’
(İslami Hareket İlkeler ve Sorunlar -2 sayfa:214 .ekin
yay.)
7)İmam Hasan’nın Osman’ı Savunması
….Muaviye şimdi İmam Hasan’ın,yani Osman’ın
öldürüldüğü gün,evinin kapısında durarak onu
savunan ve bu yolda-tarihçilerin tümünün söylediği
gibi-bedeni
kana
boyanan
kişiyle
karşı
karşıyaydı.Taktakî İmam Hasan’ın Osman’ı savunması
hakkında şöyle diyor:
‘’…Osman’ı savunmak için amansız bir savaş
verdi;hatta Osman’ın kendisi ona engel oluyordu.Ama
o savaşa devam ediyor ve kendi canını tehlikeye
atıyordu…’’
107
İnsanlar Osman’dan kaçtıkları,akrabalarının bile onu
bırakıp kaçtığı bir sırada oluyordu bütün bunlar.
(İmam Hasan’ın Barışı s.105)
Dipnotunda ise;
…Halkın Osman’ın evini kuşatıp onun suyunu kestiği
haberini alınca ,(İ.Ali) onun için iç kırba su gönderdi
ve Hasan’la Hüseyin’e dedi ki :
’’Kılıçlarınızı alarak Osman’ın evinin kapısında
durun ve hiç kimsenin ona bir zarar vermesine
müsaade etmeyin.’’
Bu olayda İmam Hasan b.Ali’nin vücudu kana boyandı
ve Kamber –Hz. Ali’nin kölesi-yaralandı.
(İmam Hasan’ın Barışı s.106)
8) Ġnsanlar Ġmam Ali‟ye biat etmek istediklerinde Ģöyle
diyor:
„‟Beni kendi hâlime bırakın;Ģimdilik emir olmaktansa
daha önce OLDUĞUM GĠBĠ VEZĠR OLMAM DAHA
ĠYĠDĠR.‟‟(Nehcu‟l Belağa,92.Hutbe) ya da Elibeyt
Ġmamları‟nın
Siyasi
Tutumları,Murtaza
Mutahhari,Kevser yay. ,s.24‟de de bu hutbeye
bakabilirsiniz.
108
Ömer hep şöyle derdi:
“Ali’nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla
karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.”
(Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, 1. baskı, Beyrut,
Darü'l-Marifet 1406 H. C.3, S.14)
Ehlibeyt Alimlerinin
nasıldır?
halife’lere
109
yaklaşımı
1)Kaşifu’l-Gıta;
‘’…halifelerin yerilip lanetlenmesidir ki ,Şiilerin
çoğunluğu buna karşıdır…’’
(Ali Şiası Safevi Şiası s.73)
2)‘Onlar,Şeyheyn’e küfrederler.’
Cevap:’’….Hemen belirtmeliyim ki ben,birinci hususta
bahsetmeyi
abesle
iştigal
görüyorum.Çünkü
biz,Kâbe’nin Rabbine yemin etsek ve bin bir delil
getirsek de hasmımız ,Şiîlerin bundan beri olduğuna
inanmayacak ,sözümüzü dinlemeyecek bile.Eğer
dinleyecek olsaydı,zaten İmamiye Şiası,asırlardır
hiçbir kimseye küfretmeyi tasvip etmediğini
,bunu doğru bulmadığını bas bas bağırmaktadır.Fakat
buna rağmen yine de bu gibi ithamlara maruz
kalmaktadır…’’
(Gerçekler Işığında Birliğe Doğru s.235-236,Allâme
Şerefüddin)
3)Ayetullah Burucerdi’den halifelere hakarete
sert tepki
110
Ayetullah Burucerdi, bir kitapta halifelere
HAKARET içerikli bir şiirin yer alması üzerine
kitabın toplatılarak ortadan kaldırılması emrini
vermişti.
Ayetullah uzma Burucerdi (İmam Humeyni’nin
üstatlığını da yapmış zamanın en büyük ve tek söz
sahibi taklit mercisi)
“İran’da İslam’ın yirmi yıllık çabası” adlı kitabın
390’nıncı sayfasında şöyle bir paragraf yer
almaktadır: “Kum ulemalarından biri iki ciltlik bir
fıkıh kitabını yayınlattı, kitabın bir nüshasını
Ayetullah Burucerdi’ye gönderdi. Kitapta halifelere
hakaret içerikli bir şiir yer almıştı. Ayetullah
Burucerdi sinirlenerek şöyle buyurdu: “Bu şartlarda
bu tür lafların yeri mi? O da yazılı bir İslami eserde?”
daha sonra Ayetullah Burucerdi’nin emriyle kitap
toplatılarak, ortadan kaldırıldı. Daha sonra kitaptaki
halifelere hakaret içerikli şiir silinerek yeniden
Ayetullah Burucerdi’nin masraflarını üstlenmesiyle
basıldı.
İmam Humeyni’nin kitaplarından elde edilen bilgilere
göre de bu tür fitne içerikli unsurların Bahailer
tarafından
yazıldığı
ve
bastırıldığı
alenen
anlaşılmaktadır.
4) Ayetullah uzma Vahit Horasani, bugünkü fıkıh
dersinde ehli sünnet halifelerine SAYGISIZLIĞIN
111
kabul
edilir
bir
durum
olmadığını
ve
öğrencilerinden bu tür davranışlardan uzak
durmasını
istedi.
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA – Ayetullah uzma Vahit
Horasani’nin bu sabah verdiği fıkıh hariç dersinde ehli
sünnetin saygı duyduğu ikinci halifeye saygısızlıktan
sakındırarak, öğrencilerinden önceden olduğu gibi
ehli
sünnetin
halifelerine
saygısızlıkta
bulunmamalarını
istedi.
Olay şöyle gerçekleşti: Ayetullah Vahit Horasani, ders
esnasında ehli sünnet ulemalarından Fahri Razi’nin
“Tefsir-i Razi” kitabından bir hadisi okudu. Bu hadisi
okuduğu sırada ehli sünnetin ikinci halifesi Ömer İbn
Hattab’ın adı geçti. Adı geçtikten sonra “Radıyallahu
anh” cümlesi geçti. Cümle geçtikten sonra bazı
öğrenciler buna yüksek sesle bazı kelimelerle itiraz
ettiler. Bu durum Ayetullah uzma Vahit Horasani’nin
onlara karşı açık ve net bir tepki göstermesine sebep
oldu.
Bu esnada Şii taklit mercii, sinirli bir şekilde itirazda
bulunanlara bağırarak “Ben size söylememiş miydim
benim dersimde böyle cümleler kullanmayın diye”
tepki gösterdi!*
*Bu tür haberlerde bazı ehli sünnet kardeşlerimiz
Şiiler takiye yaptıklarından böyle diyorlar, ama
112
gerçekte böyle değillerdir diye yorumlarda
bulunmaktadır. Bu kardeşlerim bunu bilmelidir ki bu
ders Şia’nın merkezi olan Kum kentinde o da
Ayetullah
Vahit
Horasani’nin
has
dersinde
gerçekleşmektedir. Yani takiyye konusu söz konusu
bile değildir. Zaten bazılarının iddia ettikleri gibi
olsaydı öğrenciler takiyye babından yüksek bir sesle
böyle itirazda bulunmazlardı.
5)İmam Humeynî:
-’’Müminlerin
Emiri(selâm
üzerine
olsun),
HALİFELERLE İŞBİRLİĞİ YAPIYORDU.Zira görünüşte
dinin emirlerine uygun hareket ediyorlardı ve işin
içinde bir tezelzül yok idi.’’
-’’Resulullah’tan sonra İslâm halkları uzun zaman
onun kumandalığından mahrum kaldıysa da o,bir
kenara çekilmedi.Hz.Emir ,Müslümanların maslahatı
için sabredip İŞBİRLİĞİ YAPTI.O dönemde HİÇBİR
ZAMAN MUHALEFET ETMEDİ.Onlar yönetim işlerini
uhdelerine alınca O,ONLARA MÜŞAVİRLİK YAPTI,YOL
GÖSTERDİ.ÇOCUKLARINI SAVAŞA GÖNDERDİ.’’
-‘’İmamlar’ın Babası,Resululah’tan (Allah’ın selâmı
onun ve ailesinin üzerine olsun) sonra İslâm’ın birinci
şahsiyeti Hz.Emir ( Allah’ın selâmı
üzerine
olsun),bütün hayatı boyunca cihat etti.Görüş
ayrılıklarının ortaya çıktığı dönemde O,HUZUR
113
ORTAMINI MUHAFAZA
ETTİ.Zira İslâm,HUZUR
ORTAMINA İHTİYAÇ DUYAR.’’
-’’Yirmi küsur sene boyunca İslâm’ın MASLAHATI için
muvafakat etti,ÇOCUKLARINI SAVAŞA GÖNDERDİ.’’
6)MUTAHHARİ:
‘’…İslam’ın maslahatı,emiru’l müminin Ali (as) ‘nin
Ebu Bekir’e iktida edenlerin safında yer alması ve
Ömer’e karşı da aynı tavrı sergileyerek,halkın
sorunlarına cevap verip bir takım zor olan yargıları
yapmasını gerekli kılıyordu.Ali açısından asaleti olan
tek şey İslam’ın haysiyet ve izzetinin muhafazasıdır.
İşte bu hassas zaman dilimimde öfkeyi yutup özveride
bulunmak ,İslâm’ın haysiyet ve izzetinin daha iyi
korunması veya en azından daha az sarsılmasına
sebep olacaktı.
Bu badire bilahare atlatılmış,zaman değişmiş,İslâm
cihanşumulleşmiş ve nitekim Muaviye’nin dönemi
başlamıştı.İlk önce Muaviye,EBUBEKİR VE ÖMER’İN
SAHİP OLDUĞU ONUR VE HAYSİYETE sahip
değildi.O babasıyla senelerce islâm’a karşı savaşan bir
kimseydi…’’ (İslam ve Değişim,Fecr yay.,s.123)
Biz Ehlibeyte uyanlardanız diyenler söz ve davranışta,
yazı ve konuşmada ve herşeyde Ehibeyte uymalı ve
onları izlemelidirler.
114
Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı
nasıldır?
1)Muhammed Hüseyin Kaşiful-Gıta Şöyle diyor:
"Peygamberin ashabı o zamanda yeryüzünde
bulunan en seçkin insanlardı." (Asl'uş-Şia ve
Usuluha)
Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşiful-Gıta şöyle
yazar:
‘’ Ehl-i Beyt.in (a.s) velayetine itaat etmeyen
sahabenin çoğunun Hz. Resulullah.a (s.a.a) muhalefet
edip onun emir ve tavsiyelerine önem vermediğini
söyleyemem; asla böyle değildir ve onlar hakkında
böyle bir zanna kapılmaktan Rabbime sığınırım; zira
onlar yeryüzünün seçkin insanlarındandırlar. Ama
onların hepsinin Hz. Resulullah.ın (s.a.a) sözlerini
duyup işitmemiş olması da muhtemeldir, ya da
bazıları onun sözlerini duymuş ama o hazretin
maksadını tam olarak anlayamamış olabilirler.Hz.
Resulullah.ın (s.a.a) sahabesinin efdaliyet ve
büyüklüğünü hayale sığdırabilmek mümkün değildir.’’
(Aslu.’ş-Şia ve Usulihâ, s.84-85)
115
2) Seyyid Fadlullah:
‘’ Biz halifeler konusuda Ali bin Ebi Talip’in davrandığı
gibi davranmayı yerinde buluyoruz.Ali bin Ebi Talip
onlarla diyalog halinde idi, onlarla istişare ediyordu,
onlara yardım ediyordu.Yine İmam Cafer’den şu
hadisi naklediyorum ‘’İnsanların sizden razı olmasının
en kolay yolu ağzınızı onlar konusunda kapalı
tutmanızdır’’ başka bir hadiste ‘’Müminlerin annesine
lanet etmek ,onlar hakkında kötü söz söylemek
haramdır.Her ne kadar Cemel savaşında yanılmış olsa
da.Onlara ikramda bulunmak Hz. Peygamber (a.s)’ye
ikramda bulunmaktır.’’Yine bu konuda yüz sene önce
yaşamış bir Şii alimden bir beyit naklediyorum.Onun
adı Hüccetül İslam Muhammed Bakır idi.
Ey Hümeyra sana kötü söz söylemek haramdır.
Çünkü aşina olunacak göz, ikram edecek gözdür.
Bu nedenle biz Müminlerin annesine ve sahabelere
lanet etmeyi ve kötü söz söylemeyi haram bildik.
Böyle fetva verdik ve bu fetvalarımız dünyanın her
yerinde
yayılmış
vaziyette.
Sadece sahabeye değil, herhangi bir Müslüman’a lanet
etmek temel İslami değerler acısından doğru değil.’’
116
3) İmam Hamaney:
Soru: Bazı internet saytlarında ve uydu kanallarında
açıkca Rasulullahın bazı eşleriyle ilgili aşağılayıcı
sözler sarf edilmesi ve onların iffetine ters düşecek
bazı nisbetlerine onlara verilmesi hakkındaki
görüşünüz
nedir?
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi insanları tahrik edici
nitelikte olan bu tip hakaretler ister şia ve isterse
sünni olsun müslümanların endişelenmesine ve
duygusal baskılara kapılmalarına neden olmaktadır.
Cevap:Ehli sünnet kardeşlerimizin dini senbollerine
dil uzatmak haramdır, nerede kaldı peygamberin
hanımları hakkında iffete aykırı sözler sarf etmek.
Bütün
peygamberlerin
hanımları
özelliklede
Rasulullahın hanımları hakkında bu tip sözler sarf
etmek yasak ve mümkün olmayan şeylerdir.
İmam Hamaney'den Hz.Aişe Fetvası
Bir çok konuşmasında Şii Müslümanlardan, Ehli Beyt'i
savunma adına Ehli Sünnet'e saldırmamaları
çağrısında bulunan Hamanei, şimdi de Hz. Aişe için
uyarıda
bulundu.
117
Hamanei, Hz. Aişe'yi hedef saldırının kendisine
sorulması üzerine yayınladığı fetvada Mü'minlerin
annesi Aişe'nin apaçık aşağılandığı ve hakarete maruz
kaldığını belirterek “Mü'minlerin anneleri olan Hz.
Peygamber'in eşleri ve Ehli Sünnet'in sembol isimleri
hakkında aşağılayıcı, hakarete varan ifadelerin
kullanılması
haramdır”
dedi.
İslam Devrimi Lideri Hamanei daha önce de Gadiru
Hum etkinlikleri sırasında yaptığı konuşmasında "Ehli
Beyt'i savunmak için Ehli Sünnet'e mensup
kardeşlerimize hakaret ve ithamlarda bulunanlar,
esasında Ehli Beyt-i değil Amerika'yı ve Siyonizm'e
savunmaktadırlar”
demişti.
Lübnanlı dini şahsiyetler, İslam inkılabı rehberinin
sahabeye ve Resulüllah’ın –s- eşlerine ve Ehl-i Sünnet
simgelerine saygısızlığı haram sayan fetvası,
düşmanların fitne yolunu kapattığını belirttiler.
Lübnan Ümmeti Hareketi Genel Sekreteri Cebri,
Ayetullah
Hamanei’nin
sahabeyi
ve
İslam
Peygamberi’nin eşine yönelik hakaret içeren sözler
sarf edilmesini haram sayan fetvasını takdirle
karşıladıklarını
belirtti.
Cebri, bu fetva İslam düşmanlarının her türlü fitne ve
tefrika çıkarma yolunu kapattığını vurguladı.
İslami Amel Cehpesi de bu tür fetvaların Şii
kardeşlerimizin en üst düzey dini makamı tarafından
118
verilmesinin, İslam ümmetinin sağlıklı bir ümmet
olduğunun
işareti
olduğunu
belirtti.
FHA
Hizbullah'tan "Hz. Aişe'ye Hakaret" Açıklaması
Hizbullah, Kuveytli din adamı Yasir Habib'in Hz.
Aişe'yi hedef alan çirkin açıklamalarını şiddetle
kınadığını
ilan
etti.
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA- Yasir El Habib adlı din
adamının Hz. Aişe hakkında sarfettiği sözlerin
yankıları sürüyor. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah
Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, Kuveytli
bir din adamının Hz. Aişe’yi hedef alan çirkin
hakaretlerini
kınadı.
Şeyh Kasım, bugün yayınladığı mesajında “Nebi’nin
(s.a) eşlerine ve mü’minlerin annelerine saldırı şer'en
caiz değildir. Bu saldırılar mantıklı olmadığı gibi haklı
ve gerekçeli bir yanı da yoktur. Bizim tarafımızdan bu
saldırı, tamamen reddedilmiştir.. Resul’ün eşinin
maruz kaldığı saldırıyı şiddetle kınıyorum.” dedi.
Habib’in açıklamalarının genelleştirilerek mezhebi
fitne ve çatışma ortamı yaratılmak istenmesine de
tepki gösteren Şeyh Kasım “Bu suçu işleyen, sadece
kendisi cezalandırılmalı ve sorumlusu da kendisi
olmalıdır. Bu mezhebe bağlı olan kişiler de işlenen
119
suçtan sorumlu tutulmamalıdır. Herkesi, bu soruna
hikmetle yaklaşarak grubun tamamını sorumlu
tutmamaya
davet
ediyorum”
dedi.
Şii Ulema da Habib’i Kınadı
Yasir Habib'e Hizbullah'ın ve Sünni dünyanında yanı
sıra diğer Şii ulemadan da tepki gelmiş, Habib
kınanmıştı. Şii alimler, Habib’i sapkın inaçlara sahip
olmakla suçlamışlar, Habib’in Ehli Beyt öğretilerine
zıt
bir
duruş
sergilediğini
söylemişlerdi.
Bu alimler Şeyh Hüseyin Matuk, Habib ve Mucteba
Şirazi’nin dış mihraklar tarafından kullanılan birer
maşa olduğunu belirterek, onların Hz. Aişe’ye
hakaretinden tüm Şiilerin sorumlu tutulamayacağını
söylemişti. Habib'i, Müslümanlar arasına düşmanlık
ve fitne sokmakla suçlayan Şeyh Matuk “Bu tür
ahlaksız ve sapkın tutum sergileyen kişilerin Şiilikle
hiçbir alakaları yoktur” demişti.
Şeyh Muhammed Atiye de Habib’in yaptığı
açıklamaların, Şiiler tarafından düzenlenen dini
törenler ile hiçbir şekilde alakasının olmadığını
söylemişti. Şeyh Atiye “Tekrar yineliyorum sahabe ve
müminlerin annesi gibi İslam’ın sembollerine sövmek
haramdır. Hz Aişe’ye yapılan hakaret içerikli sözlerle
bizim alakamız yoktur. Londra’da yaşayan bu kendini
bilmez kişiler ne Şii alimlerini ne de Şiiliği temsil
120
ediyor bilakis kendi şahsiyetlerinin temsilcileridirler”
demişti.
Şeyh Hasan En Nemr ve Şeyh Hasan el Asfar da
Habib’in açıklamalarını kınarken, Habib’in işlediği
hatanın tüm Şiilere mal edilmemesi çağrısında
bulundu. El Asfar, Şii ulemaya çağrıda bulunarak
Habib’i
kınamalarını
istemişti.
“Ayetullah
söndürdü”
Hamanei'nin
fetvası,
fitne
ateşini
Kuveytli Milletvekili Seyyid Yusuf Zilzile: "Ayetullah
Hamanei'nin fetvası, fitne ateşini söndürdü”
Kuveytli parlamenter ve ünlü yazar Seyyid Yusuf
Zilzile, imam Hamanei’nin fetvasının, bölgede mezhep
savaşları
çıkmasını
engellediğini
vurguladı.
İran’ı ziyaret eden Kuveytli parlamenter Zilzile, İslam
inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei’nin Ehl-i Sünnet
simgelerine hakarette bulunmanın haram olduğuna
dair fetvasının, fitne ateşini söndürdüğünü ve İslam
dünyasında daha fazla dayanışmaya vesile olduğunu
kaydetti.
İmam Hamanei’nin fetvasının Kuveyt medyasında
büyük yankı uyandırdığını belirten Zilzile, bu fetvanın
121
çok cesurca ve uygun zamanda verildiğini ifade etti.
Zilzile Ayetullah Hamanei'nin, İslam dünyasında çok
etkili bir şahsiyet olduğunu da sözlerine ekledi.
İran İslam İnkılabı rehberi Ayetullah Hamenei, İmam
Humeyni'nin -ks- ilan ettiği Sünni-Şiii kardeşliğini,
İslami inancın temellerinden, hatta imanın
şartlarından sayan ve bu kardeşliği kaale
almayanların yüce İslam dinine zarar verdiklerine
inanan nadir İslam ulemasından biri olarak bütün
Müslümanlar tarafından en sevilen İslam alimleri
arasında yer alıyor.
122
Ehl-i Sünnet Alimlerine göre Ehl-i ġia
ġia‟ya yapılan suçlamaların çoğu ġia‟yı iyi
tanımamaktan kaynaklanmaktadır. ĠnĢaAllah aĢağıdaki
Ehl-i Sünnet alimleri tarafından ġia hakkında verilen
bilgiler Müslümanların vahdeti, birlik ve beraberliği
yönünde
etkili
olur.
Allah'ım
bize
yardım
et.
Kafirlere karĢı bizi çetin birbirimize karĢı ise merhametli
kıl.
1-ġeyh Muhammed ġeltut fetvasında Ģöyle diyor:
"Ġmamiyye Ġsna AĢeriye mezhebi olarak bilinen Caferi
mezhebi‟ne göre amel ve onu taklit etmek, Ehl-i Sünnet
meshepleri gibi Ģer‟an caizdir. Müslümanların bu
mezhebi tanıması ve mezhepleri birkaç mezheple sınırlı
bilme
taassubundan
kurtulmaları
gerekir."
Ġslamuna, Yafii, 59 ve Mecelle-i Risaletu‟l Ġslam, Mısır
basımı, Tarih: Rebiulevvel ayının on ikisi, yıl 1387
h.Kahire
2-Doktor Muhammed Fehham (el Ezher Ģeyhlerinden)
ġeyh ġeltut‟un fetvasına yazdığı takrizde Ģöyle diyor:
"Ben ona, ahlakına, ilmine, bilgisinin geniĢliğine; Arap
lügatine, Kuran tefsirine ve Usul-u fıkha olan tasallutuna
hayran olanlardanım. O, ġia imamiyye mezhebine göre
123
amel etmenin caiz olduğuna dair fetva vermiĢtir ve
benim, onun verdiği bu fetvayı sahih esaslara ve
inancıma göre verdiğine dair hiç Ģüphem yoktur."
Yine
bu
hususla
ilgili
Ģöyle
demiĢtir.
"Yüce Allah‟tan alimlere, yücelik dolu anlamı fark eden
ve iki sağlam delil olan Kuran ve sünneti esas alması
itibari ile ġia imamiyye meshebine göre amel etmenin
caiz olduğuna dair hiç çekinmeden fetva veren ġeyh
Muhammed ġeltut‟un attığı bu adımdan ve
gerçekleĢtirdiği bu fetihten hak islami inançlarda
kardeĢler arası yakınlaĢtırmayı pekiĢtirme yönünde
yararlanma
baĢarısı
vermesini
niyaz
ederim."
Fî
Sebili‟l
Vahdeti‟l
Ġslamiyye
s.
64
3-Abdurrahman Neccar Mısri (Kahire‟deki mescitlerin
müdürü)
Ģöyle
diyor:
"Biz Ģimdi de aynen Ģeyh ġeltut‟un verdiği fetvayı
savunuyoruz. Bizden imamiyye ġiası hakkında
sorulduğunda, halkı dört mezheple kısıtlamıyoruz. Çünkü
Ģeyh ġeltut‟da, müçtehit bir imam olup onun görüĢü
hakkın ta kendisidir. Ġmamları birer müçtehit olan
mezhepler konusunda niçin baĢkalarını tekfirle yetinelim
ki?"
Fî
Sebili‟l
Vahdeti‟l
Ġslamiyye
s66
4-Muhammed Gazali (büyük el Ezher Ģeyhi) Ģöyle diyor:
"Bana göre büyük üstad Ģeyh Muhammed ġeltut,
Müslümanların vahdeti yolunda büyük bir adım atmıĢtır.
Bu fetva, Ġslam ümmeti arasında ki düĢmanlığın sonunda
onları, bir bayrak altına gelmeden yok edeceğini
söyleyen doğu bilimcilerini yalanlamaktadır. Bana göre
124
bu fetva yolun baĢlangıcı ve atılan ilk adımdır."
Difaun
Ani‟l
Akaide
ve‟Ģ
ġeria
s257
5-Mısırlı Üstat Ahmed bey (ġeltut ve Ebu Zühre‟nin
üstadı)
Ģöyle
diyor:
"Ġmamiyye ġiası kesinlikle Allah‟a ve Resulüne iman
getirir. Kuran ve Hz. Peygamberin haber verdiklerine
inanırlar. Ġmamiyye ġiası arasından, geçmiĢte ve
zamanımızda, büyük fakihler ve her dalda ve ilimde
büyük alimler çıkmıĢtır. Onlar derin düĢünce ve geniĢ
bilgilere sahip olmuĢlar. Telifleri yüz binlere ulaĢıyor ve
o teliflerin bir çoğu hakkında bilgim vardır."
Tarihu‟t
TeĢrii‟l
Ġslami
6-ġeyh Muhammed Ebu Zühre Ģöyle diyor:
"ġianın Ġslam ümmetinden bir fırka olduğunda hiçbir
Ģüphe yoktur…Yine onların Kuran ve Hz Peygamber‟e
(s.a.a) mensup hadislere istinat ettiği hususlarda da Ģüphe
yoktur. Onlar Ehl-i Sünnet komĢularına karĢı dürüsttürler
ve
onlardan
uzak
kaçmazlar.
"
Tarihu‟l
Mezahibi‟l
Ġslamiyye
s39
7-Üstad Muhammed Sertavi (Ürdün‟ün fetva ehli
büyüklerinden)
Ģöyle
diyor:
"Elbette ben geçmiĢ Salihlerimizin dediğinin aynısını
söylüyorum: Ġmamiyye ġiası bizim din kardeĢlerimizdir
ve bizim üzerimizde kardeĢlik hakları vardır."
Mecelle-i Risaletu‟s Sakaleyn,sayı 72,yıl:1413 h.ks252
8-Üstat Abdulfettah Abdulmaksut Ģöyle diyor:
"Bana göre ġia, doğru Ġslam yolunda olan kimselerdir,
onlar Ġslam‟ın Ģeffaf aynasıdırlar. Kim doğru Ġslam‟a
125
bakmak isterse ġia‟nın inanç ve amellerini araĢtırsın.
Tarih, ġia‟nın Ġslam inançlarını savunma meydanında
verdiği büyük hizmetlerin en iyi tanığıdır."
Fi
Sebili‟l
Vahdeti‟l
Ġslamiyye
9-Üstat doktor Hamit Hafni Davut (Mısır büyüklerinden)
Allame Askeri‟nin Abdullah b. Saba isimli kitabına
yazdığı
takrizde
Ģöyle
diyor:
"Ġslam tarihinin, ömründen on üç asır geçiyor. Bu müddet
içinde alimler ġia aleyhine, duygu ve nefsani heveslere
karıĢık bazı hükümler vermiĢler. Bu yanlıĢ yol, Ġslam
ümmeti arasında büyük ayrılıklara yol açtı ve yine Ġslam
ümmeti bu fırkanın büyüklerinin sahip olduğu geniĢ
bilgilerden
mahrum
kaldı.
ġia fırkasına nispet edilen yakıĢıksız Ģeyler hususunda
Ģunu bilmek yeterli ki: Ġmam Cafer-i Sadık (as) ġia
fıkhının bayraktarıdır. O Ehl-i Sünnet‟in imamı Ebu
Hanife ve Ebu Abdullah Malik b.Enes‟in üstadı idi. Bu
konuda Ebu Hanife Ģöyle diyor: "Eğer o iki yıl olmasaydı
Nu‟man helak olurdu "(O iki yıldan kasıt Ebu Hanife‟nin
Ġmam Cafer-i Sadık yanındaki iki yıllık talebelik
dönemi).. Malik b. Enes Ģöyle diyor: "Ben fıkıhta Cafer
b.Muhammed‟den daha üstününü görmedim." "
Abdullah
b.
Sebe
c1
s13
10-Üstad Ganimi (Kahire üniversitesinde Ġslam felsefesi
üstadı)
Ģöyle
diyor:
"Doğulu ve batılı birçok yazar dünden bugüne ġia
hakkında muteber olmayan delillere dayanarak bir çoğu
yanlıĢ görüĢler vermiĢlerdir. Halk da bu nispetlerin
doğruluğu veya yanlıĢlığı hakkında kendinden hiçbir soru
126
sormadan, bu görüĢleri kendi aralarında yaymıĢlardır. ġia
konusunda yazarların yanlıĢ görüĢlerinin kaynağı
bilgisizliktir. Onlar ġia kaynaklarına bakmaları
gerekirken düĢmanların kaynaklarıyla yetinmiĢlerdir."
Mea
Ricali‟l
Fikr
Fi‟l
Kahire
s40
11-Üstat Abdurrahman Bitar (el Ezher‟in muasır
Ģeyhlerinden)
Ģöyle
diyor:
"Her Müslüman yüce Allah‟a yakınlaĢmaya çalıĢırken
dört mezhebe göre amel edildiği gibi Ġmam Cafer-i Sadık
mezhebine görede amel edilebilir. Bu gurubun, ġiaya
saldırmanın caiz olduğu konusunda ileri sürdükleri bir
takım ihtilafların aslı ve esası yoktur. Hanefi ve Hanbeli
mezhebi arasında olan doğal farklar dıĢında ġii ve diğer
mezhepler
arasında
hiçbir
fark
yoktur…"
Ed Destur dergisi, Kahire basımı 3.yıl
127
Şer'i Açıdan Şia'ya Göre Sünnilerin Konumu
Lübnan
Hizbullah
hareketinin
önde
gelen
liderlerinden Şeyh Muhammed Yezbek, Şiilere Göre
Sünnilerin Konumunu yazıyor
Bütün hamd edenlerin hamdinin üzerinde Allah’a
hamd olsun. Bize ikram ettiği hediye ettiği nimetler
için, sancağını bizim ellerimize verdiği için Allah’a
şükürler
olsun.
Salât ve selam Allah’ın varlığın özü olarak,
tamamlanmış bir kılındığı, âlemlere rahmet ve
insanlara yol gösterici seçtiği arınmış habibi, son
peygamber Muhammed bin Abdullah’ın üzerine olsun.
Salât ve selam Hz. Peygamberin temiz soylu, insanlara
verilmiş Kevser, kıyamet gününe kadar onun halefi
olan arınmış Âline, onun yolundan yürüyen ashabına
ve
tabiinin
üzerine
olsun.
Değerli âlimler, değerli konuklar Allah’ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsu. Hoş geldiniz.
Burada Lübnanlı âlimler birliğine böyle zor bir
zamanda ‘’Tekfircilik fitnesi karşısında İslami Vahdet’’
isimli konferansın düzenlenmesi için gösterdikleri
128
cabadan dolayı teşekkür ediyorum. Bu zamanda
âlimlerin ilmi bir şekilde ümmetin birliği yönünde
ortak
bir
dil
oluşturmaları
gerekmektedir.
Bu konferansta sizlere ‘’ Şeri bakış acısıyla Şiilere göre
Sünnilerin konumu’’ başlıklı bir konuyu anlatmak
benim için büyük bir şeref. Ümit ediyoruz ki bu
sunumla istenilen hedefe ulaşılır ve konu etrafındaki
evhamlar ortadan kalkar. Haktan başka bir şey
istemiyoruz zan ve vehim hakikat adına bir şey ifade
etmezler.
Buradan bulunan değerli âlimler sizlere bu konuda
çeşitli zamanlarda yaşamış Ehli Beyt mektebine
mensup âlimlerin görüşlerini nakletmeden önce,
onların fikirlerinin mesnedi olan Ehli Beyt
imamlarının bu konudaki görüşlerini nakletmek
istiyorum.Ben Şia,Sünni kavramlarını kullanmaktan
hiç hazzetmiyorum aslında ama mecburiyetten
kullanıyorum.Ama ben ümmetin değerli alimlerinin
hepsine büyük saygı duyuyorum.Burada şunu da
belirtmek istiyorum ki;çok keskin bir silah olan
bölünme ve guruplaşma fitnesine hayat bulacağı bir
ortam bırakmamalıyız.Fakat maalesef ümmet bu
günlerde böyle bir alana yitilmek isteniyor.Özellikle
Irakta görülmüştür ki tekfir kavramı etrafında
şekillenen bir hareket büyük düşmanımız Amerika’ya
ve evlatlığı İsrail’e fayda salmaktan başka bir işe
yaramıyor.Burada şu açığa çıkacaktır ki bizler Şia
olarak
bu
kavram
üzerinden
konum
belirlemiyoruz.Bu gerçek alimlerimize referansla
129
konu değerlendirildiğinde çok daha belirgin hale
gelecektir.
Ehli Beyt imamlarının(r.a) hayatlarından örnekler;
İlk olarak; İmam Ali’den kendisine halife olarak beyat
ettikten sonra bazı nedenlerden dolayı onunla
savaşanlar hakkında sorulduğunda ‘’Onlar bizim
kardeşlerimizdir fakat bize karşı gelmişlerdir’’
şeklinde cevap vermiştir. Ve arkasında şimdi
söyleyeceğim ayete atıfta bulunmuştur. ‘’ Eğer
inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa
aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa,
Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan
tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse,
artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli
davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever.
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki
size
merhamet
edilsin.(Hucurat/9-10)
İmam onlar için kâfir olmuşlardır onlara İslam’ın
hükmünü uygulamak gerekir dememiştir. Kadınları ve
malları size helaldir dememiştir. İmam ‘’onlar Ehli
Kıbledir’’ diyince İmam’ın tutumunu garipsediler.
İkinci olarak; Hamran bin Iyn, İmam Muhammed
Bakır’dan şu şekilde rivayette bulundu. ‘’İman kalbe
yerleşir, insan onunla Allah’a ulaşır. Onu yapıp
130
etmeleriyle doğrular. Namaz, Zekât, Oruç ve hac üzere
ittifak edenler kâfir değildir. Kim sözle ve yapıp
etmeleriyle Müslüman olduğunu idea ediyorsa, onun
kanı haramdır miras düşer ve onunla nikâhlanmak
caizdir ‘’(El Kafi/56.sayfa/İman ve Küfür bölümü
5.hadis)
İmam bu hadisiyle bütün guruplardan insanların
içerisinde bulunduğu hal İslam’dır. Ve onun kanı
haramdır ve saydığı hükümler onun için caridir. İslam
olmak kâfir olmamaktır. İslam olmak iki şahadeti
ikrar etmektir.’’ Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka
İlah yoktur. Ve ben yine şahadet erdim ki Muhammed
onun kulu ve elçisidir.’’Bütün bunlardan sonra
herhangi biri kalkıp da Ehli Kıbleden birini nasıl tekfir
eder.
Muaviye bin Vehp’den nakledilen hadis şu şekildedir;
‘’Ona sordum, bizimle aynı fikirde olmayan,
kavmimizle arkadaşlarımızla nasıl bir ilişki kuralım?
Dedik ki; İmamlarınıza bakın ve onlara uyun. Onlar ne
yapıyorsa siz de aynısını yapın. Zira İmalar
diğerlerinin hastalarını ziyaret eder, cenaze
törenlerinde bulunur, onlara şahitlik eder ve onlara
emanet eslim ederlerdi.’’(El Kâfi/2.Cüz/636/1.hadis)
Üçüncü olarak; İmam Es Sadıktan rivayet olunan
hadis
şu
şekildedir;
‘’Müslüman’ın kanı haramdır, ona emanet teslim edilir
131
ve
onlarla
nikâhlanmak
caizdir’’
Burada Ehli Beyt imamlarının hadislerinden
yaptığımız iktibaslar sonucunda Ehli Kıble ile ne
şekilde alaka kurulacağı ortaya cıkmış oluyor. Onların
takipçilerinin onların yaşam biçimlerine ve sözlerine
karşı
çıkmaları
nasıl
düşünülebilir.
Ehli Beyt mektebine mensup âlimlerin bazılarının bu
konudaki
görüşleri
1.El Muhakkik Hilli Eş Şeyh Ebi Kasım Necmeddin
Muhammed
bin
Hasan
Huzeyli;
Şeyh
Şerai
Ül
İslam’da(
4.Bölüm/175176.sayfa/Kitabul Hudud) İslam demek, Ben şahadet
ederim ki Allah’tan başka İlah yoktur. Ve ben yine
şahadet erdim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir,
demektir.
Cenaze namazı bahsinde(1.cilt/103.sayfa) ‘’İki
şahadeti ikrar ve izhar edenin cenaze namazı kılınır’’
demiştir.
Nikâh bahsinde(Kitabun nİkah/2.cild/299)’’Nikâhın
şartı iki tarfın da Müslüman olmasıdır’’ demiştir.
Miras
bahsinde(Kitab
ul
Faraiz/3.Cilt/13)’’Müslümanlar farklı mezheplere
mensup
olsalar
da
birbirlerine
varis
olabilirler’’demiştir.
132
Muhakkik Hilli Hicir 602 ‘de dogdu ve 73 sene yaşadı
ve büyük bir âlimdi. Muhakkik Hilli (k.s)’’ Şerai ül
İslam Fi Mesail ül Helal Vel Haram’’ isimli bir kitap
yazdı. Bu kitap yazıldığı günden bu yana büyük ilgi
görmüş, üzerine onşlarcaşerh ve haşiye yazılmıştır.
Hatta şeyhimiz Muhakkik Razi ‘’Kitabuz Zeria’da’’
haşiye ve talikler hariç 82 tane şerh saymıştır. Ben
yaptığım nakilleri ‘’Şerai ul İslam’dan’’ yaptım ki Ehli
Sünnet kardeşlerimiz Şia’nın Ehli Sünnetle alakadar
ne düşündüğü açıkça ortaya cıksın diye.
2.İmam
Seyid
Abdulhüseyin
Şerüfiddin(k.s)
Seyyid ‘’Fusul El Mühimme fi Telif Ul Ümme ‘’isimli
kitapta Ehli Sünnet’in Müslüman olduğuna dair
imamlardan nakiller yaptıktan sonra ‘’Onlara tıpkı
Şiiler gibi İslam’dan kaynaklanan bütün hükümler
uygulanır’’şeklinde
devam
etmiştir.
‘’Mısıra gittim ve büyük âlimlerden Ezher Şeyhi, Şeyh
Selim Beşri Maliki ile görüştüm. Ona derim
üzüntümden dolayı serzenişte bulundum, o da aynı
dertle muzdarip olduğundan bana dert yandı. Allah bu
Kitabı bu ümmeti birleştirmek için gönderdi, şimdi bu
insanlar bu kitap üzerinde ayrılığa düşüyorlar diye
düşünürken sanki saatler durmuştu. Esasında biz Ehli
Sünnet ve Şia’nın aynı şekilde hanif İslam dinine
inandıklarını
ve
Resul’ün
getirdiklerini
kabullendiklerini, aralarındaki ihtilafın şerefli İslam
dinine zarar verecek asla dair bir ihtilaf olmadığını
133
biliyoruz.’’ Bu sözler Seyitten nakledilmektedir.
Seyyid Beyrut’taki ‘’Cami Ül Amri’nin’’ minberine
çıktığında
şu
sözleri
söyledi;
‘’Bu ümmet görüşlerini, hedeflerini, mezheplerini ve
İlay-ı Kelimetullah yolunda planlarını birleştirmediği
sürece ona hayat hakkı yoktur. Ümmet öyle bir hale
gelmeli ki doğudan batıya tek vücut haine
dönüşmelidir. Herhangi bir uzvunun bitkin düştüğü
yerde diğerine yardım etmelidir. Ancak bu şekilde
aldatılmaktan, kandırılmaktan, teslim alınmaktan
kurtulabilir.’’
3.İmam
Şeyh
Al
Kâşif
Ul
Gıta
(k.s)
‘’Müslümanlar her ne kadar usul ve füruda ihtilafa
düşseler de şimdi zikredeceğimiz hadisin kesinliğinde
müttefiktirler. Her kim iki şahadeti ikrar eder ve
İslam’ı din olarak kabul ederse onun kanı, malı, ırzı
haramdır. Kim biz kıblemize dönüp namaz kılarsa,
kestiğimizi yer ve dinimiz kabullenirse o bizdendir,
bizim olan onundur, zararımıza olan onun da
zararınadır.
Bu zikrettiğimiz sözler ‘’ Risaletül İslamiye/3.
Aded/51)
4.Seyyid Muhsin el Emin
‘’İslam ümmeti tek bir ümmettir. Tek bir dindir, tekbir
134
kitabı vardır, tek bir peygamberi vardır bu nedenle
heva ve taassup nedeniyle parçalanmamalıdır’’
Bu zikrettiğimiz sözleri Seyyid ‘’ Sekafet ul İslamiye ‘’
nin
11.
Sayısında
dillendirmiştir.
5. Büyük Üstad Seyyid Muhammed Sadı Es Sadr (k.s)
Dedi ki;
‘’Şia’yı ve Ehli Sünnet’i siyaset ayırmıştır bu gün onları
siyaset birleştirebilir.Dün Şia ve Ehli Sünnet’i siyaset
saflara ayırmıştı bu gün onların kalplerini
birleştirebilir.Bu iki gurup arasında öze dair bir
ayrılık yoktur kardeşliğin geliştirtmesi ,ihtilafların ise
anlam bulduğu tarihin içinde terk edilmesi
gerekmektedir.Çünkü
Allah
biridir,Kuran
biridir,Peygamber biridir ,fıkhi ihtilaflar ise içtihat
farklılıklarından ibarettir.Bu tip farklılıklar Ehli
Sünnet’in kendi mezhepleri içerisinde de vardır.’’
6.Allame Seyyid Cemalettin El Afgani
Dedi ki;
‘’İslam dini u güm Muhammed Bin Abdullah(s.a)’in
inşa ettiği bir gemidir ve bu mukaddes gemiye binmek
özel ve genel anlamda bütün Müslümanların
hakkıdır.’’
7.Allame
Şeyh
Muhammed
135
Cevat
Muuğniye
Dedi
ki;
‘’İslam’ın usul be Furua dair bürün söylediklerini
kabullenen kişi Müslüman’dır. Usul’e dair olanlar
Tevhit, Nübüvet ve Mead’dır bürün bunla şüphesiz
iman eden kesinlikle Müslüman’dır. Bunlardan
şüphesi
olan
ise
Müslüman
değildir.’’
Dedi ki; Şia’nın mezhebine dair zorunlu saydığı iki şey
vardır.
Birincisi; Usule dair olandır ki Bu İmamettir. On İki
İmam Şia’sına mensup bir kişinin On İki Ehli Beyt
İmamının imametini kabul etmesi gerekir. Herhangi
bir kişi bilerek veya bilmeyerek On İki İmam’ın
imametini kabul etmezse Şia değildir, fakat
Müslüman’dır. O kişi için İslam’ın öngördüğü bütün
hükümler geçerlidir.
İkincisi; Furua dair olanlardır. Boşanma için şahit
gerekliliği, içtihat kapısının acık olması vb konular
furuatın içinde zikredilebilir. Yani diğer İslam
mezheplerin de olmayıp da Şia da olan hükümler
Şia’nın furuatıdır kendisi için bunlar acık bir gerçeklik
halinde iken bunu halen inkâr eden Şia
değildir.(Risaletül
İslam/4.sayı)
İmam Eş Şehit Muhammed Bakır Es Sadr(k.s)
136
Dedi ki;
‘’Aziz Irak Halkı, Sizlere, hayatınızı cihada adadığınız
ve zor şartlar içerisinde olduğunuz bir dönemde,
Arap, Kürt, Sünni, Şia bütün guruplarınız ve
cemaatlerinizi kastederek söylemek istiyorum ki; bu
gün başımıza musallat olan bela sadece bir mezhebi
veya ırkı hedef almış değil bütün Irak halkına musallat
olmuş bir beladır. Bu nedenle sizlerin bu belaya karşı
cihadi bir tavır takınarak aranızda ayrım yapmadan
birlikte değerlerinizi savunmalı ve onun için cihat
etmelisiniz. Ben kendimi bildim bileli varlığımı Şia ve
Ehli Sünnet’i bir tutarak İslam uğruna cihat etmeye
adadım. Sürekli olarak onları birleştiren ve onların
hepsini kapsayan bir risalet anlayışını savundum. Ben
kendi içimde tek bir hedefi olan halis İslam
anlayışından başka bir şey yaşamadım. Aziz Şia ve
Sünni kardeşlerim ben sizinle İslam’a bağlılığınız
ölçüsünde aranızda bir ayrım yapmadan birlikteyim.’’
(Senavat Ul Mihne ve Eyyam Ul Hasara/Şeyh
Muhammed Rıza Nimani/305)
İmam Seyyid Humeyni (k.s)
Dedi ki;
‘’ Ey İslam hakikatine iman etmiş dünya Müslümanları
ayağa kalkın ve İslam’ın mesajının gölgesinde toplanın,
müstekbirlerin ülkeniz ve mallarınız üzerindeki
tahakkümünü kırı. Aranızdaki ihtilafları ve nefsi
çekişmelerinizi bir kenara koyun ve İslam’a dönün zira
137
sizler gerekli olan her şeye sahibisiniz.’’ (12.9.1980 tarihli
beyanı)
‘’Bu gün tıpkı geçmişte de olduğu gibi İslam’ın maruz
kaldığı tehlike şerefli İslam dininin bayrağı altında
toplanmak yerine guruplaşmak ve bölünmektir.’’
(10.4.1982 tarihli beyan)
10.İmam Seyid Ali Hamenei
Dedi ki;
‘’Biz İslami değerleri, insanı insanlığından eden, dünya
değerleri gibi karartmak istemiyoruz ve İslami değerleri
onlarla değiştirmek istemiyoruz. Biz Müslümanlar olarak
aynı sözde buluşmalı ve ihtilaflardan uzak durmalıyız zira
ihtilaf
ancak
düşmanlık
doğurmaktadır.
Biz
Müslümanlardan kendi mezheplerine özgü inançlarını terk
etmelerini istemiyoruz fakat onlardan ihtilaf noktalarının
üzerinde ittifak edebileceğimiz noktaların var olduğunu
anlamalarını anlatmak istiyoruz. Bu nedenle Şia ve Ehli
Sünnetin kardeşlik ve sevgi duygularıyla bu iki mezhebin
yakınlaşması ve aralarındaki sorunları halletmeleri için
ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir.’’(Hadi el
Velaya/1.cilt138)
Buraya kadar Şia âlimlerinden naklettiğimiz bu sözler Ehli
Sünnet ve Şia’nın aynı dine inanan kardeşler olduğu
gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi
edinmek isteyenler Şia’nın akaid ve fıkıh kitaplarına
başvurabileler. Görülecektir ki âlimler Şia ve Ehli Sünnet
arasında içtihat farkından öteye giden bir fark olmadığını
söylüyorlar. Bunu söylerken o kadar acık bir şekilde
söylüyorlar ki ortalığı karıştırmak isteyecek kimselere hiç
fırsat kalmasın. Zira kötü resmedilmek istenen kimseler
138
ancak evrensel adaletin sağlanacağı İslami bir devletten
başka bir şey arzulamıyorlar.
Elhamdulillahirabbilalemin
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahl
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney
Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları
Arasındaki Vahdet
24/07/2008
Günümüzde emperyalizm ve Amerika'nın temel
hedeflerinden biri dünyanın çeşitli yerlerinde
ihtilaflar çıkartmak olup, bunun en önemlisi şii ve
sünni müslümanlar arasındaki ihtilaflardır. Dünyayı
sömürmekte olan güçlerin Irak meseleleriyle ilgili
olarak neler söylediklerini, kamuoyunu nasıl
zehirlediklerini ve ne gibi nifak tohumları ekmeye
çalıştıklarını görmektesiniz. Uzun yıllardır, kudret ve
aşırılığa susamış Batı'lı güçlerin müslümanlar
arasında ayrılık ve gayrılıklar çıkarmakla meşgul
oldukları bilinmektedir. Dikkatli ve uyanık olmak
gerekir. Yılın her mevsiminde ve her alanda dikkatli
davranmalıyız. Şii ve sünni müslümanlar arasında
139
çıkabilecek bir savaş, Amerika'nın gerçek arzusudur.
Müslüman halklar uyanmak ve düşmanın entrika ve
eylemlerini küçümsememek zorundadırlar. Uyanış ve
dikkatli davranış süreci korunmalıdır. Bugün,
müslüman halklar ve İslam ülkelerinin dayanışma
günüdür. Ben buradan kendi halkımı ve Irak, Pakistan
ve diğer müslüman ülkelerdeki halkları uyarıyorum,
mezhebi anlaşmazlıkları, şii-sünni ihtilaflarını
gemlemelisiniz. Ben bugün, bazı ellerin belirli bir
program içerisinde Şia ve Ehli Sünnet adına
müslümanların
arasını
bozduklarını
gözlemlemekteyim.Katliamlar,
camilere,
huseyniyelere,
Cuma
namazlarına,
cemaat
namazlarına saldırılar, kesinlikle emperyalizm ve
siyonizmin
maşaları
vasıtasıyla
gerçekleştirilmektedir. Bu eylemleri hiç bir müslüman
yapmaz. Hem Irak'da, hem İran'da, hem Afganistan'da,
hem Pakistan'da ve hem de dünyanın çeşitli
bölgelerinde... Elimizdeki bilgiler, İslam düşmanları ve
siyonistlerin kirli ellerinin, dolaylı veya dolaysız
olarak İslam dünyasının çeşitli köşelerindeki olaylara
karıştıklarını
göstermektedir.
Elbette biz, bu sözlerimizle ne şiilerin sünni olmasını
ve ne de sünnilerin şii olmasını istemekteyiz.
Amacımız, bir mezhebin diğer bir mezheb içerisinde
erimesi değildir, çeşitli mezheplere mensup
müslümanların
inançları
doğrultusunda
ilmi
çalışmalarda bulunmamaları değildir. İlmi faaliyetler,
çok iyidir. Ancak, kimileri müslümanların birliğini
sağlamak amacıyla mezhepleri inkara kalkışıyorlar.
Bu, problemi çözemez. Tam tersine mezhebin isbatı,
140
problemlerin çözüme kavuşturulmasında yararlı
olmaktadır. Mevcut mezheplerin her biri kendi
bölgelerinde hayatın akışını düzenlemektedir. Ancak
birbirleri arasındaki ilişkilerin dostça olması gerekir.
Bilimsel çevrelerde bilimsel kitaplar yazsınlar;
bilimsel olmayan muhitlerde değil... Bu yüzden eğer
bir kimse kendi mantığını ispatlamak isterse, bizler
onu önlememeliyiz. Ancak bir kimse, söz ve eylemiyle,
çeşitli yöntemlerle ihtilaf oluşturmaya kalkışırsa,
onun düşmana hizmet ettiğini düşünürüz. Hem
sünniler ve hem de şiiler bu konuda dikkatli
olmalıdırlar.
Bir mezhebe mensup olan herkes, kendi inanç ve
değerlerine saygı duymaktadır ve bu onun hakkıdır.
Ancak, bu saygı duyma biçimi, farklı itikadlara sahip
olan başka müslümanların oluşturduğu toplulukların
değerlerine hakarete dönüştürülmemelidir. Biz
hepimiz, ittifak halinde aynı İslam'a, aynı Kabe'ye,
aynı peygambere, aynı namaza, aynı hacca, aynı
cihada, aynı şeriate inanıp amel etmekteyiz. İhtilaf
konuları, kesinlikle ortak noktalardan daha azdır.
İslam düşmanları şii ve sünni müslümanlar arasında
yalnızca İran'da değil, tüm İslam dünyasında ihtilaf
çıkartmak
peşindedirler.
Şu noktaya da değinmek istiyorum. Müminlerin emiri
Hz. Ali'yi şii ve sünni müslümanlar ve çeşitli fırkalar
arasında bir ayrılık noktası olarak göstermeye
çalışmayın. Hz. Ali, birlik ve dayanışma vesilesidir,
ayrılık ve ihtilaf vesilesi değil... Ülkenin tüm
yörelerindeki kardeşlerimiz, Hz. Ali'nin birlik ekseni
olduğundan kuşku duymasınlar. İslam dünyasının
141
tamamı şiisiyle sünnisiyle bu büyük şahsiyeti
sevmekte ve saygı duymaktadır. Nevaseb adlı küçük
bir grup, Hz. Ali'ye düşman idiler. İslam tarihinde de
hem Emeviler ve hem de Abbasiler döneminde Hz.
Ali'ye düşmanlık besleyen gruplar mevcuttu. Ancak,
ister şii ve isterse sünni olmak üzere İslam dünyasının
geneli, Hz. Ali'yi övgüyle anmaktadır. Ehli Sünnetin
fıkıh imamlarının Hz. Ali hakkındaki methiyelerini
bilmektesiniz. Bu şiirlerin meşhur olanları İmam
Şafii'ye aittir. İmam Şafii'nin Hz. Ali hakkındaki
övgülerini içeren şiirleri vardır. Mezhep imamlarının
hemen hepsi aynı bakış açısına sahiptir ve biz şiiler
için bu büyük şahsiyetlerin konum ve tavırları açık,
net
ve
şeffaftır.
Maalesef İslam dünyasında öylesine insanlar
yaşamaktadırlar ki Amerika ve diğer emperyalist güç
odaklarına yakınlaşabilmek için her türlü aykırı
hareketi kabullenmekte ve bu bağlamda şii ve
sünniler arasında ihtilaflar oluşturabilmek için her
yola başvurmaktadırlar. Ben bugün, bazı komşu
ülkelerde hesaplı olarak şii ve sünniler arasında
ayrılıklara yol açmak, kavimler ve mezhepleri
birbirne düşürmek, siyasal akımları çatışmaya
sevketmek ve böylece bulanık suda balık avlayarak
İslam ülkelerinde gayri meşru çıkarlar elde etmek
isteyen kimi gizli elleri görmekteyim. Dikkatli ve
uyanık
olmalıyız.
Şiileri sünniler aleyhine ve sünnileri de şiiler aleyhine
kışkırtanlar ne şiileri sevmektedirler ve ne de
sünnileri... Onlar İslam'a düşmandırlar. ‘Kendi
aranızda merhametli olunuz...' Yani müslüman
142
kardeşler kendi aralarında merhamet ve nezaketle
davranmalıdırlar.
Düşman
her
iki
taraftan
çalışmaktadır. Sünnilerin gözünde şiileri ve şiilerin
gözünde de sünnileri asıl düşman olarak göstermekte
ve maalesef kimi kaba softalar da buna
inanmaktadırlar. Ayrıca şiileri ve sünnileri
birbirlerinin
mukaddes
bildikleri
değerlerine
hakarete yöneltmektedirler. Düşmanın entrikası bu
iki mektebi birbirinin karşısına dikmektir. Düşmanın
denediği oyunlar karşısında gaflete düşmeniz
mümkündür. Bu yüzden dikkatli davranmak ve
düşmanı hangi kisveye girerse girsin tanımak
zorundasınız. Onları, sözlerinden bile tanımak
mümkündür...
Bizim iftihar ettiğimiz konulardan biri, halkımızın
kavmi ve mezhebi çeşitliliklerin hakim olduğu
bölgelerde, yani ihtilaf ortamı mevcut yörelerde ihtilaf
ve çatışmalardan kaçınmalarıdır. Elbette düşman,
bundan hoşlanmamaktadır. Şii ve sünni müslümanlar
arasındaki çatışmalar düşman için büyük değere
sahiptir. İslam Ümmeti içerisindeki tefrikalar,
maneviyat, kudret ve görkemli dayanışmanızı
kırmakta ve Kur'an'da buyrulduğu üzere, güç kaybına
uğramaktasınız.
Bu bağlamda merkez rolü oynayabilecek faktörlerden
biri, Resul-ü Ekrem (S)'in mukaddes varlığıdır.
Müslümanlar, müslüman aydınlar bu büyük
şahsiyetin öğretileri ve ona duyulan muhabbete
dayanarak kapsamlı ve kuşatıcı bir bakış açısıyla
İslami
faaliyetlerini
sürdürmelidirler.
Müslümanların dayanışması meselesini şii ve sünni
143
tüm mezhepler, çeşitli Ehli Sünnet mezhepleri ile
Şia'ya bağlı mezhepler ciddiye almak zorundadırlar.
Günümüz müslümanları İslami vahdet konusunu
ciddiye almalıdır. İslami birliğin anlamı açıktır.
Müslümanlar arasındaki vahdet, bir zarurettir. Bu
konuya bir şaka veya bir slogan olarak bakmak doğru
değildir. Gerçekten de müslüman toplumlar, birbiriyle
dayanışma içerisinde olmalı ve aynı istikamette
hareket etmelidirler. Elbette vahdet konusu, karmaşık
bir konudur. Dayanışmanın sağlanması kolay değildir.
Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanabilmesi
için, mezhebi ihtilaflar, hayat biçimi farklılıkları ve
fıkhi farklılıklar karşısında esneklik gösterilmesi
gerekir. Müslüman halklar arasında dayanışma
sağlanması, İslam dünyasının problemleriyle ilgili
konularda birlikte hareket etmek, birbirine yardımcı
olmak ve sermayelerini birbirleri aleyhinde
kullanmamak demektir.
İTTİHAD-I İSLÂM (Bediüzzaman)
A)Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine
kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen
âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve
Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir
akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde
olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet
gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği
hâlde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi
taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve
144
İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve
akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın
varsa anlarsın.
İşte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeleri
görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.
1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin
muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin
adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine
müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte
olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak
olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp
ittifak ederek,
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine
ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır,"
yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa, başkasının
mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden
"Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel
benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu
rehber etmek,
4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve
diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
145
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle,
cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin
dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye
karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp
düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir
şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i
dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,
7. Nefsini ve enâniyetini,
8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk
etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
B) “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı
İslâmdır.”
“Bu ittihad âdet değil ibadettir ve bu zamanın en
büyük farz vazifesidir”
C) “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir
devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı
İslâmdır.”
Ç) “Ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve düşmanca taraf
tutmanızdan kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle
ezilebilirsiniz. Sosyal hayatla alakanız varsa, ’Mümin
mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren
taşları gibidir’ yüksek prensibini, hayat prensibi
146
yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından
kurtulunuz.”
D) Şeair-i İslâmiyenin (İslâmı sembolize eden
unsurların) serbestiyeti ve korunması İttihad-ı İslâm
ile mümkündür.
E) İttihad-ı Muhammediye’ye dahil misin sualine:
‘Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim
târif ettiğim vecihle ve o ittihaddan olmayan,
dinsizlerden başka kimdir, bana gösterin’ şeklinde
cevap vererek İttihad-ı İslâmın bütün Müslümanları
içine aldığını belirtmiştir.
F) ‘Evet Ümitvar olunuz şu istikbal inkılâbı içinde, en
yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır’
O halde fert ve toplum düzeyinde mü’minlerde nifak
ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve
inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i
kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı
içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve
merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için
zehirdir.
Yaşasın sıdk!
Ölsün yeis!
Muhabbet devam etsin!.
Şûra kuvvet bulsun!.
147
Bütün levm ve itab ve nefret, heva ve hevese tâbi
olanlara olsun.
Selâm ve selâmet Hüda'ya tâbi olanlar üstüne olsun.
G) "Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âli Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler!
Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan
nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir
surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri
aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu
mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i
tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden
yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken,
iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak
elzemdir."
Ğ) uhuvvet risalesinden bölümler,
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir,
Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir,
bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir,
bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz birona kadar bir, bir.
148
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı,
muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve
küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler
bulundukları hâlde,şikak ve nifâka, kin ve adâvete
sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve
sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî
adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i
vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete
karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne
derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu,kalbin
ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.
1- "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi:
49:10.)
2- "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini
tutan binâ gibidir." Buharî,
Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki
adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem en ziyade
sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine
adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için
mü'minlere adâvet etme.
Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar
çoktur;
onlara
adâvet
et.
Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır.
149
Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi
adâvete lâyıktır.
H) Mevcut dünya şartları müvacehesinde İttihadİslâm’a sâik olacak pek çok esbaba rağmen, Âlemİslâm’da ihtilafın kısmen de olsa devam etmesine,
Bediüzzaman Hazretler’i şöyle teessüfte bulunur:
« Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı
ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî
adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı
içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları
halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne
olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz
düşmanlar varken, cüz'î adavetleri unutmayıp,
düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir
sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir
hıyanettir.’’ (Mektubat sh: 269)
‘’Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek
isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade
eden zalimlere karşı innemel mu’minune ihvetun kal'a-i
kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne
hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa
edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle
150
boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda
iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük
taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini
yukarı, birini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane
tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle
ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, el
mu’minu lil mu’mini kel bunyanil mersus yeshuddu
ba’duhu ba’den düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız,
sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden
kurtulunuz!..’’ (Mektubat sh: 270)
‘’İttihad-I İslâm’ın nokta-ı istinadı olan Âlem-i İslâm’daki
dinî meslek ve cemaatler, esasat ve zaruriyat-ı diniyeyi
esas alıp, mesail-i fer’iyeyi ve meslekiyeyi medar-ı niza
etmemeleridir.’’
«Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele
ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve
ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet,
müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.
İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de
meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve
hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve
niyaz ediyoruz.’’ (Konferans sh:54)
151
Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize
düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.
Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
(Enfal Suresi, 46)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu
yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost
olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir
bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
“Şüphesiz Allah,Kendi yolunda, sanki birbirlerine
kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele
edenleri sever.” (Saff Suresi,4)
Tefrikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?
İslam tarihine baktığımızda tefrikanın Müslümanların
düşmanları ve onlara hizmet eden münafıklar tarafından
çıkarıldığı görülecektir.
Rivayet olunur ki, Şemmas b. Kays isminde bir yaşlı
Yahudi varmış.Küfrü ve Müslümanlara karşı hiddeti, kini
ve çekememezliği pek şiddetliymiş.Bir gün Evs ve Hazreç
kabilelerinden bir takım ashab-ı kiram bir mecliste
oturmuş konuşurlarken bu Yahudi yanlarından geçmiş,
cahiliye zamanında aralarında şiddetli düşmanlık ve
hasımlık bulunan bu kimselerin İslâm’dan sonra
152
aralarındaki bu ülfeti, toplanmayı, düzelmeyi ve sevgiyi
görünce:
‘’Allah’a yemin ederim ki bunlar böyle toplandıkça, bizim
buralarda rahatımız kalmaz.’’ demiş ve yanındaki bir
Yahudi delikanlısına:
‘'Haydi şunların yanlarına otur, yevm-i bûâsı (buas
günü) ve daha öncekilerini hatırlarına getir ve o zaman
söyledikleri şiirlerden bazı parçalarda okuyuver.’’ diye
tembih etmişti.’Buas günü’ ise İslâm’dan yüz yirmi sene
kadar birbirleriyle düşmanlık ve hasımlık üzere yaşamış
olan Evs ve Hazrec kabilelerinin savaş yaptıkları ve Evs’in
Hazrec’e galip geldiği son bir gün idi.Delikanlı dediğini
yapmış ve derken bir münakaşa kapısı açılmış.İki taraf
öğünmeye başlamışlar, nihayet bir çekişme, ağız kavgası
olmuş, Evs’ten Evs b Kayzî,Hazrec’den Hübar b. Sahr
sıçramışlar, birbirlerine söz atmışlar, birisi diğerine:
‘’İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaparız.’’demiş.İki
taraf öfkeyle gelmiş:’’ Haydi yaptık,silâh silâh, haydi
zahireye, harre meydanına!’’ demişler, sözün kısası Evs
kabilesi birbirleriyle,Hazrec de birbirleriyle birleşmişler, o
sırada durum Peygamberimize ulaşmış, O da yüce
huzurlarında bulunan Muhacir ashabı kiramla birlikte
onların
yanlarına
gelmiş:’’
Ey
müslümanlar
topluluğu!..Allah Allah! Ben aranızda bulunurken de
153
cahiliye davası mı yapıyorsunuz? Cenab-ı Allah sizi
İslâm’a hidayet ettikten ve küfürden kurtarıp kerem
(cömertlik) ve yardımıyla cahiliyyenin kökünü kestikten
ve aranızı
bulduktan sonra, yine eski küfre mi
dönüyorsunuz?’’ diye nasihat edince, hepsi düştükleri
tehlikenin bir şeytan tuzağı olduğunu anlayarak derhal
ellerindeki silahlarını bırakmışlar, gözlerinden yaşlar
dökerek birbirlerine sarılmışlar, kucaklaşmışlar ve
Resulullah’a itaat ederek beraberce gitmişler. Cenab-ı
Allah bu şekilde Şemmas’ın fitne ateşini sürdürmüş, bu
sebeple hem Ehl-i Kitaba bir öğüt, hem de müminleri
onlardan herhangi birine uymaktan yasaklanmak
maksadıyla hükmü (98-101 Al-i İmran) ayetleri
inmiştir.(Hak Dini Kur’an Dili Tefsir)
‘’….Arkadaşlarından biri:’’Bu makama herkesten daha
lâyık olduğun hâlde seni bu makamdan nasıl
alıkoydular?’’diye soruca buyurdu ki(İmam Ali):
‘’Bu,bir grubun ona hırsla yöneldikleri bir tür
tekelciliktir ve bir grup da izzetle ondan vazgeçti,bu
konuda
HÜKÜM
Allah’ındır;dönüş
yeri
ise
KIYAMETTİR.SEN ŞİMDİ SENİ İLGİLENDİRMEYEN ŞEYLE
UĞRAŞMA.’’
İmam Hasan’ın Barışı,s.55
154
İmam Hamaney ise yukarıdaki İmam Ali’nin buyruğu için
şöyle bir açıklama yapıyor:
‘’İmam’ın buyruğunda geçen bu meşhur misalin
devamının tercümesi şöyledir:ŞİMDİLİK GÜNÜN
KONUSU OLAN MUAVİYE’YLE UĞRAŞ,HERHALUKÂRDA
GEÇEN VE BUGÜN DÜŞÜNÜLMEYECEK VE HAKKINDA BİR
ŞEY
YAPILMAYACAK ŞEYLE DEĞİL.BU EHLİBEYT
SÖZÜNDE GÖNÜL SAHİPLERİ İÇİN BÜYÜK VE EĞİTİCİ BİR
DERS VAR’’
Ali Şeriati şöyle diyor:
"Şu anki Şia ve Sünni savaşı, Safevî Şiası ve Emevî
Sünniliği savaşı olup İslam ile sömürü ve Müslüman ile
siyonist arasındaki savaştan gafil kılmak için
çıkarılmıştır. Bu iki savaşın birbirine bağlılığı, bu iki
cephenin aynı zamanda ortaya çıkması, dünyadan haberi
olan herkesçe açıkca bilinmektedir. "Fedek gasbı"nın (Şii
ve Sünni camiasında hala süren bir tartışma konusudur.)
diri ve şu anda olan bir olay gibi kışkırtıcı ve olağandışı
bir biçimde ortaya getirilmesi, "Filistin'in gasbı"nın
unutturulması içindir." (Ali Şiası Safevi Şiasıs, 234)
İlmi tartışmalar son haddine de varsa ilim ehli
Müslüman hiçbir zaman tefrika çıkarmaz,her zaman
birlik ve beraberlikten yana tavır sergiler.
Örnek:
155
‟‟…Ebuzer haccı tamamlayaıp Mina‟ya geçti.Ona
Osman‟ın yolculuk esnasında da dört rekat namaz
kıldığını
söylediler.Çehresinde öfke belirdi.ġiddetle
Osman‟a saldırdı ve ardından Ģöyle dedi:Ben Allah
Resulü‟yle yolculukta namaz kıldım,o iki rekat
kılıyordu.Ebubekir ve Ömer‟le de bu Ģekilde namaz
kıldım.Osman nasıl onu tam kılar?
Ardından namaza durup kendisi de dört rekat kıldı.
Oradakilerden bazıları bu manzarayı görünce
ĢaĢırdılar.Ebuzer namazı bitirince de ona Ģöyle dediler:
„Sen Emir‟el Mü‟minin‟nin ,bunu yapmasını eleĢtirdiğin
halde kendin neden aynısını yaptın?
-BOZGUNCULUK DAHA KÖTÜDÜR!
Ebuzer Rebeze‟ye döndü…‟‟
Kaynak:Zulme ve Sosyal Adaletsizliğe KarĢı Bir Kez
Daha EBUZER,sf.185-186,Söylem yayınları,Ali ġeriati
SONUÇ:
Ġ.Hamaney:
„‟BAŞKALARINI SİLEREK KENDİMİZİ İSPAT
GİBİ BİR YAKLAŞIMIMIZ YOK.‟‟
Pieta „nın dediği gibi:
156
"
Söyledim...
duydu
anlamına
Duydu...
doğru
anladı
anlamına
Anladı...
hak
verdi
anlamına
Hak
verdi...
inandı
anlamına
Ġnandı...
uyguladı
anlamına
Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez.”
gelmez
gelmez
gelmez
gelmez
gelmez,
“Hayat pamuk ipliğine bağlıdır, tek ilaç duadır.”
Selam ve dua ile.
157
158
Download