Ortadoğu`nun Kürtçe Ezgilerine Hayat Verdi

advertisement
On5yirmi5.com
Ortadoğu'nun Kürtçe Ezgilerine Hayat Verdi
Ortadoğu'daki Kürt kentlerini gezerek arşivini genişleten Nilüfer Akbal, 'Herire' adlı
albümüyle bu melodileri müzik dünyasına kazandırdı.
Yayın Tarihi : 24 Ocak 2011 Pazartesi (oluşturma : 10/20/2017)
Röportaj: Hüseyin Güneş
“Okumak da yaşamaktan geri kalır bir deneyim değil, ben de kendimi kitapların sunduğu bu
deneyimden mahrum etmemeye çalışıyorum sadece. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, okuduğum
şeyler sadece müziğime değil, hayatıma yeni ufuklar katıyorsa ne ala.”
Kürtlerin Sezen Aksu’nu olarak bilinen Nilüfer Akbal, bir yandan Kürt Müziği’nin arkeolojisini
yapıyorken, öbür yandan yeni melodileri hayatımıza koymaya devam ediyor. Son olarak Kuzey Irak'a
yaptığı yolculukla Kürt Müziği’nin tozlu raflarından karşımıza yeni bir albümle çıkan Akbal, albümünü
acıyla yoğrulmuş Ortadoğulu kadınlara ithaf etmiş. Albümün adı Herîre; ipek anlamına geliyor ve
kadını temsil ediyor. Akbal ile müzikten Kürt Sorunu’na, Ortadoğu’dan kitaplara kadar olmak üzere
bir çok konudan konuştuk.
Günümüz müziği içerisinde Kürt müziğinin yeri nerede? Bugünkü (büyük oranda İnternet’e bağlı) yeniden üretilebilirlik ortamı müziğin daha fazla
dinleyiciyle buluşması gibi olumlu bir netice yaratıyor olsa da, dünya çapındaki ama bilhassa Türkiye
gibi telif yasasının tam oturmadığı ülkelerdeki müzik emekçilerini epeyce muzdarip eden bir durum.
Üstelik sadece müziği değil, sanatın, yaratıcı üretimin her dalını ilgilendiren bir durum. Böyle bir
durumda sanatçının kendi sanatsal üretimiyle ilişkisi de büyük bir darbe alıyor; artık sanatçı
yaratımına odaklanmak yerine, bu yaratımın piyasayla kurduğu ilişkilere dikkat kesilir hale geliyor.
Halihazırdaki bu durum bize telif konusunda yaratıcı emeğin haklarını koruyacak hukuki
düzenlemelere gitmenin önemini ve aciliyetini hatırlatıyor.
Kürt müziği içinse bir piyasanın oluştuğunu söylemek bile çok güç; yasaklar Kürt müziğinin
üretimine ciddi sekte vurdu, bunun etkisi yapılan müziğin niteliğinde de, niceliğinde de görmek
mümkün. Profesyonel olarak kendini Kürt müziğine adamış kişilerin sayısı halen çok az ne yazık ki.
Bu sayının azlığından dolayı müzisyenlerin yeni ufuklar yaratma şansı da düşük oluyor ve yapılan
müziğin niteliğine de yansıyor bu durum tabii.
Son albümünüz “Herirê” çıkarmadan evvel Ortadoğu'da epey yolculuk yaptınız? Müzik alanında bu
yolculukların size kattığı deneyimi bize anlatır mısınız?
Kuzey Irak’a yaptığım geziler hem kendi tarihimize, hem de Kürt müziğine bakışım açısından tam bir
dönüm noktası oldu. Kendimi bu kadar yakın hissedeceğimi düşünmezdim. Orada köklü Kürt
sanatçılarla tanıştım ve çok şey öğrendim. Mesela İran’ın bir sanatçılar beşiği olan şehri Sine’den çok
değerli iki müzisyenle tanıştım: Mezher Xaleqî ve Hussen Şerifi. Senelerce Bağdat radyosuna emek
vermişler, hatta Mezher bey yöneticilik de yapmış. Radyonun Kürt müziğine katkılarından
bahsettiler ve ellerinde eskilerden çok değerli kayıtlar kaldığını anlattılar. Hussen Şerifi bana
makamları muhteşem sesiyle tanıttı, beraber çalıştık. Yıllarca Batılı bir müzik formasyonundan
geçen ve bunu müziğime yansıtmaya çabalayan ben, bu makamları duyunca yeniden sıfır
noktasında buldum kendimi. Neyse ki, ruhumun bir yerlerine kayıtlı duruyormuş da duygusal
anlamda hiç zorlanmadım. Yani bilmediğim bir geçmişten tanışıyormuşuz bu makamlarla, çok tuhaf.
Albümde Herîre, Pawanekani ve Şilere şarkılarını Sine’den aldım. Bu makamları diğer bestelerle
buluşturmak, bir arada dokumak gerekiyordu. Yani albümü tam da ipek dokur gibi düzenledik, güzel,
verimli bir dokuma oldu. Ortaya senelerce dinlenebilecek gerçek bir müzik ürünü çıktı.
Kürt müziği aşırı modernizm arayışında… Yeni gruplar, eski gruplar hiç fark etmez hepsi kırık dizeler,
kırıntı hayatları, yalın ve anlaşılır bir dil üzerine oturmaya çalışıyor. Rap-rock karışımı müzik
nerdeyse her Kürt müzik grubunun kaderi oldu. Sizce bu durum nereye gidiyor? Bu gidişin altında
yatan sebep nedir?
Modernlik meselesi Kürtler açısından hayli çetrefilli; zaten modernliğe geç kalmış bir ulus-devletin
bünyesinde modernlikten hem insani, hem kültürel, hem teknik açıdan mahrum edilmiş,
imtiyazsızlaştırılmış bir azınlıktan bahsediyoruz. Böyle bir halkın kendi kaderini tayin mücadelesi
kaçınılmaz olarak bir modernlik mücadelesiyle atbaşı gidiyor. Bunun yansımasını edebiyatta olduğu
gibi ama edebiyattan çok müzikte daha net görüyoruz tabii, kendi geçmişini yeniden değerlendiren
bir tutumun yerine, “ben de modernim artık” diyen bir tutum revaçta. Armonik ve ruhsal, yani
biçimsel ve içeriksel “sentez” çabası güdülmeyince, “ortaya karışık” bir Kürt müziği çıkabiliyor. Bu tür
müziklere “Kürt müziği” değil, “Kürtçe müzik” demek daha doğru olur kanımca. Gene de olduğu gibi
"tu kaka" etmek yerine, tabii bir arayış dönemi saymak daha doğru olur bunu. Yasaklamaların
boyunduruğunda var olmaya çalışan bir müzik Kürt müziği, bunları yaşayacağız ama doğru ve
zengin tınıları yakalayacağımıza inanıyorum. Bunca yasağa rağmen halen var olma gücüne sahipse
Kürt müziği, umut da var demektir.
Sizin çok iyi bir kitap okuru olduğunuzu biliyoruz? Kitapların ve okuduklarınızın müziğinize etkisini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Okumak da yaşamaktan geri kalır bir deneyim değil, ben de kendimi kitapların sunduğu bu
deneyimden mahrum etmemeye çalışıyorum sadece. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, okuduğum
şeyler sadece müziğime değil, hayatıma yeni ufuklar katıyorsa ne ala.
Yeni albümünüzde ciddi bir okuma altyapısı gözüküyor? Ayrıca kapak 60’lı yılları andırıyor? Bunun
özel bir anlamı var mı?
Aslında bu albümde o kadar değerli kişilerin katkısı var ki, zaten iyi bir albüm olacağı ortadaydı.
Makamlara yer verdik ve bunlar benim sesimle örtüşen makamlar dolayısıyla belli bir uyum
yakaladık diyebirim. Zaten “Herire”yi güzel yorumlamamak mümkün değil çünkü şarkının kendisi
harika. “Pawanekani” en sevdiğim makamlardan biri olan hicaz makamında. Metin Kemal’lerin
“Fadima”sı ve “Xıdo” da gerçekten harika şarkılar. “Kime ez” aramıza yeni katılan genç bir Kürt
müzisyeni, sevgili Jan’a ait. O da yakında bir albüm çıkaracak zaten, Umut vaat eden bir Kürt
müzisyeni. Söz ve müziği bana ait olan bir şarkı ve sözü bana ait olan “Mare” gibi şarkılar var. Hem
modern hem de geleneksel şarkılar var; bunlar arasında bir “sound” ortaklığı yakalamaya çalıştık.
Üzerinde bayağı çalışılmış bir albüm Herîrê. Kapağın bu tarzda olması da görsel açıdan bir hoşluk
olur diye düşündük; kapak çalışmasının sanat danışmanlığını Baran Uğurlu yaptı. Fotograflar Orhan
Cem Çetin tarafından çekildi. Kapak grafiğini de Eyüp Yurtsever hazırladı. İyi bir ortak çalışmamız
oldu.
Kürt müzik grupları eskiden, kaynak kıtlığından şikayet ediyordu? Sizce bu gün, bu bahane halen
geçerli mi? Sartre’dan Nietzsche’ye kadar bir sürü kaynak Kürtçe'ye rahatça çevrilebiliyor. Rilke’nin
şiirleri Kürtçeye çevrilip beste yapılamaz mı?
Kürt müziği zengin bir kaynağa sahip zaten, dört lehçesi olan bir dilden ve Ortadoğu’nun deneyim
zenginliğinden geçmiş bir kültür elimizin altında. Lakin dediğiniz gibi Batılı kaynaklar yararlanmak
için nitelikli çevirilerin yapılması gerekir, ki bu da ketlenmiş bir dil olarak Kürt dilinin genel bir dil
beğenisi yaratacak şekilde yeniden ele geçirilmesini gerektirir. Gerek çeviri gerekse dil alanında çok
değerli çalışmalar yapılıyor, fakat unuttuğumuz bu dili bizzat iyi öğrenerek kullanmamız gerekiyor
her şeyden önce. Onu tekrardan hayatımıza katmamız , buna çalışmamız gerekiyor.
Kürt Müziği'nin baskılar altında olduğu muhakkak. Daha önce de demiştiniz, ''konser veremiyoruz''
diye. Bunun suçu kimde? Başbakan'da mı, Cumhurbaşkanı'nda mı yoksa belediyelerde mi? yoksa
Kürt müzik gruplarında mı?
Türkiye’de konser yapma hakkımız olmadığı için, Kürt müzisyenler siyasi partilerin, demokratik kitle
örgütlerinin etkinliklerine, hatta düğünlere gitmek, buralardan aldıkları kısıtlı paralarla geçinmek
durumundalar. Yani profesyonel bir hayattan çok, karşılıklı bir yardımseverlik durumuna mahkûmlar;
tabii hem müzisyenler hem dinleyenler için acı bir durum bu. Türkiye de 30 milyonu aşkın Kürt
yaşıyor, aynı basını aynı medyayı takip ediyorlar, aynı havayı soluyorlar. Bu mecralarda, yani
kamusal alanda kendi sanatçılarını görmek onların da hakkı, bunu söylemek zorunda olmak bile bir
ülkenin utanç kaynağıdır. Bu hak yıllardır ellerinden alınmış. Sürgünde olanlar memleket, anne baba
özlemiyle yaşlandılar. Türkiye’de yaşayanlar da ne yazık ki geçimin kısır döngüsündeler. Bu konuda
devletin derhal önyargıları kıracak adımlar atması gerekiyor. Sanatçılar olarak da bizim bu konuda
irade ortaya koyup, yol gösterici davranmamız, mücadele etmemiz gerek. Bunun yanında,
belediyelere ve konser salonlarına da bir yazı gitmelidir ki, Kürt sanatçılar da buralarda
dinleyicileriyle buluşabilsin. Yıllarca gittiğim her etkinlik için, savcılıktan sabıka kaydı almak zorunda
kaldım. Bu eskiden gazinolara ve meyhanelere girmek için sabıka kaydı istenmesi gibi bir şey. Kürt
sanatçıların bu yer altı hayatına bir son verilmelidir. Halihazırda epeyce bir dinleyici kitlesine sahip
olan bu insanlar artık kamusal alanda görünür olmalı, müziği yarı gayrimeşru bir atmosferde yapmak
zorunda bırakılmamalıdır.
Kürt Müzisyenler'in bazıları yeterli okumalar yapmadan beste, güfte işine giriyor. Fakat bu Türkçe
müziğin bir 'varyantı' olma dışında bir işlev görmüyor. Bunun nasıl açıklayacağız?
Yine modernliğe gecikmişlikle ilgili bir mesele; Türk ulusunun modern inşasında nasıl Batı bir model
arz etmişse, bugün modernleşmeye çalışan Kürt ulusunun inşasında da bir üst-model olarak Türkler
var. Bu kültürün her alanına olduğu gibi, müzikte de bir nevi “model alma”ya, hatta taklitçiliğe bel
veriyor. Ama dediğim gibi, ben hem modeline, hem de kendisine daha sorgulayıcı yaklaşan bir
yaklaşımın ortaya çıkacağına inanıyorum, ki müzik alanında Türk müziği modelinin cazibesine
kapılmayıp, kendi hattında ilerleyen özgün Kürt müziği çalışmalarına imza atanlar var.
on5yirmi5.com
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Ortadoğu'nun Kürtçe Ezgilerine Hayat Verdi
Download