Ecem YILDIZ LİMON TADINDA HİKÂYELER İlk defa bir kitabın adı beni kendine çekiyor. Nedenini bilmiyorum ama insanı mutlu ediyor kitabın ismi ya da okursam mutlu olacakmış gibi hissediyorum. Elime aldığım ilk anda okuma hissiyle doluyorum Emrah Öztürk’ün limon tadında hikâyelerini. Kitabın kapağını ilk açtığımda kış günü karpuz yemiş gibi seviniyorum. Daha önce duymamıştım yazarın adını. Meğerse ilk kitabıymış yazarımızın. Şaşırıyorum çünkü hikâyelerinde acemilikten hiçbir eser yok. Güzel bir edebiyatla yoğurulmuş hikâyeler tek tek. Her bir satırını okurken keyif alıyorum. Masal tadında başlıyor kitap, çamaşır leğeninin paşa evindeki hikâyesiyle. Hikâyeye dönüşmek istiyor çamaşır leğeni. Bu istek beni sanki bir büyülü bölmeymiş gibi masaldan çıkarıp hikâyelerin olduğu kısma geçiriyor. Böylece başlıyor kitap maceram. Sanki yine çocukmuşum da komşu teyzeler saçma şeylerle beni kandıracakmış hissine kapılıyorum. Uçsuz bucaksız tarlalarda koşacak, uğur böceği toplayacak, kumdan pastalar yapacak, salıncaklarda en hızlı kim sallanacak yarışı yapacakmışım gibi geliyor. Dolu dolu yaşadığım çocukluğumu özlüyor ve o masumiyeti yaşamak istiyorum tekrar. Ardından çocukken kurduğum hayaller geliyor aklıma. Bazılarına saçma da gelse benim hayallerimdi ve yalnız bana aitti onlar. O yüzden çok seviyorum çekirge toplayan çocuklar hikâyesindeki çocuğun hayalini: ‘’Peygamber gibi çekirgelere binerek çok uzaklara uçacağım.’’ Gerçek bir insan olmadığını bile bile gerçekleştirmek istiyorum bu masum çocuğun hayalini, bütün çocuklar mutlu olsun istiyorum çünkü biliyorum en çok onlar hak ediyorlar mutluluğu yaşadığımız bu dünyanın adaletsizliğinde. Çocukluğuma olan yolculuğuma ara verip kitaba geri dönüyorum. Kendi anılarından oluşan rüyalarını anlatıyor sanki yazar ve ben bu rüyaların içine hapsoluyorum. Çıkmak da istemiyorum böylesine güzel bir hapisten. Garip bir şekilde öykülerin bir karakteri oluyorum ben de. Kitaba ismini veren limon yağmurundaki çocuk olup limon ağacına çıkıyorum ve sallıyorum ağacın dallarını limon yağmuru yağana kadar. Yazar, ne güzel bir tabir bulmuş diyorum ve keşke diyorum her şeyin ismi bu kadar güzel olsa, şiir gibi gelse kulağa. O zaman belki hayata daha güzel bakardık. Yüzlerimizdeki yorgunluk, bıkkınlık gülümsemeye dönüşürdü belki. Kitabı okumaya başladığımdaki güzel ve çocuksu hisler yerini hüzne, umutsuzluğa ve yalnızlığa bırakıyor. Sosyal medyada çok dolaşan bir soru aklıma geliyor. ‘’Bu kadar insan yalnızken neden bu kadar insan yalnız?’’ çok klişeleşmiş de olsa, çok doğru geliyor bana ve uyarlıyorum kendimce kitaba: ‘’ bu kadar çok karakter varken niye hepsi yalnız?’’ yazarın kitabı yazarken duygularını merak ediyorum. O da yalnız hissetti mi acaba benim okurken hissettiğim gibi? Kendi yazdığı karakterlere üzüldü mü acaba? Kendi yalnızlığını örttü belki de karakterlerinin yalnızlığıyla. Çocukluktan yetişkinliğe geçişteki o hüznü hissedebilir kılıyor yazar. Hiçbir şeyin çocukken olduğu gibi olmadığını anlatıyor belki de. Çocukluk hayallerinin masumluğu, yetişkin hayatlarda boğuluyor. Limon yağmuru yağdırıp çocuksu bir ifade katmak istiyorum olgun insanların yüzlerine. Kitabın sonuna geldiğimde içimde bir burukluk oluyor böylesine güzel bir hikâye kitabını geride bıraktığım için. Benim de bir hikâyem var demek istiyorum, çamaşır leğeni gibi ben de hikâye olmak istiyorum. Acaba nasıl olurdu benden hikâye? Limon yağmuru kadar güzel olmazdı belki. Yazarın bir röportajında da dediği gibi ‘’Yazar ölür yazdığı kalır geriye.’’ Gerçekten tanıdığım herkese tavsiye edebileceğim bir eser bırakıyor. İlk kitabı olmasına rağmen çok başarılı bir yazar ve devam kitaplarının çok çabuk geleceğini düşünüyorum çünkü biliyorum limon yağmurunu okuyan herkes, hiçbir zaman yazarı yalnız bırakmayacak.